KUR'AN-I KERİM MEALİ | AHZAB SURESİ



33. AHZÂB SÛRESİ

Medine döneminde inmiştir. 73 âyettir. Sûre, adını 20 ve 22. âyetlerde geçen "el-Ahzâb" kelimesinden almıştır. Ahzâb, gruplar, demektir. Sûrede başlıca Hendek ve Benî Kureyza savaşları ile aile hayatına dair bazı hükümler konu edilmektedir.

Rahmân (ve) rahîm (olan) Allah’ın ismiyle.

33/1. Ey Nebî (Peygamberim)! Allah'tan kork (Allah’a karşı “takva”nda sebat et). (Kâfir ve Münafıklardan bazıları Peygamber aleyhisselâm’a gelerek “ilâhlarımıza dil uzatma, onlar fayda verir, şefâat eder, de. Biz de seni Rabbinizle başbaşa bırakalım” dediler. Bunun üzerine Müslümanlar, onları öldürmek istediler. Fakat yüce Allah buyurdu: Resûlüm,) kâfirlere ve münafıklara itaat etme. Şüphesiz Allah, alîmdir (onların bütün niyetlerini çok iyi bilendir), hakîmdir (elbette onların “öldürülme emri”ni geciktirmede hikmet sâhibidir).

33/2. (Resûlüm,) Rabbinden sana vahyolunan (Allah’a karşı takvalı olmayı emreden, kâfir ve Münafıklara itâatı yasaklayan âyet ahkâmın)a uy. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır. (Resûlüm, sana işlerini düzeltecek şeyi vahyedecek ve seni kâfirleri dinlemeye muhtaç etmeyecektir. Allah, onların kurmak istedikleri tuzaktan haberdardır, onları senden uzaklaştıracaktır “Beydâvî”.)

33/3. (Resûlüm, İslam’ın emrettiği şekilde sebeplere yapış ve) Allah'a tevekkül et (tek yaratıcı O’dur, O dilemedikçe, kimse sana zarar veremez. Onun için işlerini O’na havale et ve kimseden korkma). Vekil olarak Allah kâfidir (koruyucu ve yardımcı olarak Allah sana yeter).

33/4. Allah, hiçbir insanın içine iki kalp koymamıştır. (Çünkü insanın “kalb”i, fizikî ve ruhî bütün güç ve fonksiyonların kaynağıdır. Bu da insanda tek olmayı gerektirir.) Kendilerine (“sen, bana anamın sırtı gibisin” diyerek) “zıhâr yaptığınız eşlerinizi de anneleriniz yapmamıştır. (Câhiliye döneminde “zıhar” yapmak, kadını kocasına sonsuz haram kılardı. İslâm dini “kefaret” uygulamasıyla, bu haramlığı ortadan kaldırmıştır. Kefaretin ne şekilde olacağı, Mücâdele sûresinin 2-4. âyetlerinde açıklanmaktadır.) Yine evlatlıklarınızı da öz çocuklarınız (gibi) kılmamıştır. (İslâm dini, Câhiliye dönemine âit bu örfî uygulamayı da kaldırmıştır. Evlâtlık, o ailede bir yabancıdır. Bulûğa erdiğinde kız, baba dediği kişiye; oğlan da, anne dediği kişiye - Fıkhî hükümler çerçevesinde - haram olur. Mirastan da pay alamaz. Şu anda İslam ülkelerinde bu evlâtlık uygulaması, “haramlık yönü” düşünülmeden devam ediyor.) Bu, sizin (evlâtlıklarınıza “öz evlâdım” demeniz ve “zıhar”da zevcenizi “ana” yerine koymanız, hakikatı yansıtmayan) ağızlarınıza (gelişi güzel) gelen (fakat doğru olmayan) sözünüzdür. Allah ise, hakikatı söyler ve hidayet olan (Hak ile batılı birbirinden ayıran) yola iletir.

(Bu âyet-i kerime, Zeyd b. Hârise hakkında inmiştir. Zeyd, Şam taraflarında bir savaşta esir alınmış ve köle olarak satılmıştı. Hazret-i Hadice’nin bir akrabası Zeyd’i satın alarak, Hazret-i Hadice’ye hibe etti. O da Hazret-i Peygamber’e hibe etti. Bu arada Zeyd’in baba ve amcası gelerek, fidye karşılığında Zeyd’i almak istediler. Hazret-i Peygamber, fidye almadan Zeyd’i serbest bıraktı. Fakat Zeyd, babasına gitmek istemedi. Baba ve amca evlerine döndüler. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber, Zeyd’i azad etti ve evlatlık olarak aldığını ilân etti. Herkes onu “Muhammed’in oğlu” diye çağırmaya başladılar. Bütün bunlar, Peygamber aleyhisselâm’a daha peygamberlik gelmeden önce olmuştu “Kurtubî”.)

33/5. Onları (evlât edindiklerinizi) babalarına nispet ederek çağırın. Bu, Allah katında en (doğru ve) âdildir. Eğer babalarını bilmiyorsanız, onlar sizin din kardeşleriniz ve dostlarınızdır (“kardeşim” diye çağırınız). (Bu yasak gelmeden önce bilmeden) hata ile yaptığınız bir işte (evlâtlıkları, evlât edinen babaya nispet ederek çağırmanızda), size hiçbir günah yoktur. Fakat (bu yasağı duyduğunuz hâlde) kasten (bilerek) yaptığınız şeylerde size günah vardır. Allah, gafûrdur (günahlarına tevbe edenleri çok bağışlayandır), rahîmdir (itâatkâr Mü’minlere çok rahmet edendir).

33/6. Nebî (Peygamber aleyhisselâm), Mü'minlere nefislerinden (kendilerinden) evlâdır (daha yakındır, daha önce gelir). Onun zevceleri de Mü'minlerin analarıdır. Aralarında akrabalık bağı olanlar, Allah'ın Kitab'ına göre, (miras konusunda) birbirleri için (diğer) Mü'minler ve muhacirlerden daha önceliklidirler. (Hicret’ten sonra “din kardeşliği” sebebiyle Müslümanlar, birbirlerine mirasçı olabiliyorlardı. Bu âyet-i kerime, miras olma sebebini “akrabalık” olarak açıklamaktadır. Dolayısıyla bu “din kardeşiğine dayalı mirasçı olma” uygulaması, yürürlükten kaldırılmıştır.) Ancak dostlarınıza (sevdiğiniz kimselere) bir iyilik (vasıyyet) yapmanız müstesna (ki, bunu yapabilirsiniz). Bunlar (iki âyette zikredilenler,) Kitap'ta (Levh-ı Mahfûz’da veya Tevrat’ta ve Kur’ân’da) yazılıdır.

33/7. (Resûlüm, hatırla ki,) bir zamanlar, biz peygamberlerden mîsak (sağlam söz) aldık. (Resûlüm,) Senden, Nûh'tan, İbrahim, Mûsa ve Meryem oğlu İsa'dan da (söz almıştık). Evet biz, onlardan (ancak Allahü teâlâ’ya ibâdet edecekleri ve insanları Allah’a ibâdet etmeye davet edecekleri hususunda) pek sağlam bir söz aldık. (İsimleri sayılan peygamberlerin hepsi, şeri’at sahibi ve Ülü’l-azm “Ahkâf,35” peygamberlerdendir. Hazret-i Peygamber’in önce zikredilmesi de, şanının yüce olduğunu göstermektedir.)

33/8. (Yüce Allah,) o sâdıklara (Peygamberlere), (Ahiret’te ümmetleri önünde Allah’ın dinini tebliğ etmeleriyle ilgili) sadâkatlerini (görevlerini yerine getirip getirmediklerini) sorsun diye (onlardan söz “misak” almıştır.) (Peygamberler, tebliğ görevlerini yerine getirdiklerini açıklayınca) kâfirler, (bu durumda ileri sürecekleri bir özür ve bahane kalmadığını iyice anlayacaklardır.) (Yüce Allah, peygamberleri ve öldükten sonra dirilmeyi inkâr edenler) için (Ahiret’te) elem dolu bir azap hazırlamıştır.

33/9. Ey îman edenler! Allah'ın size olan nimetini hatırlayın. Hani (Kurayza ve Benî Nadîr Yahûdileri ile Mekke Müşriklerinden - 12 bin civarında kişiden - oluşan) ordular (ile çeşitli cephelerden) üzerinize gelmişlerdi de biz onların üzerine bir rüzgâr (fırtına) ve göremediğiniz (meleklerden) ordular göndermiştik. (Hendek savaşında “H.5/627”, düşman bozularak geri çekilmek zorunda kalmıştı.) Allah, yaptıklarınızı (savunma maksadıyla hendek kazmanızı, Peygamberime yardımda sebat etmenizi ve Allah’ın nûrunu söndürmek isteyen kâfirlerin azgınlık ve çalışmalarını) çok iyi görmektedir.

33/10. Hani (Hendek savaşında) onlar (Yahûdi ve Müşrikler) size hem (vâdinin) üst (doğu) tarafınızdan, hem de (vâdinin) alt (batı) tarafınızdan gelmişlerdi. (Düşmanın çokluğu ve saldırıları karşısında çok zor durumlarda kaldınız. Günlerce bir şey yemediniz. Peygamberim açlıktan karnına taş bağlamıştı. Bir gün kâfirler o kadar amansızca saldırdılar ki, namaz kılacak vakit bulamadınız ve gece cemaatle onları kaza ettiniz. Hatta içlerinizden bazıları çok ümitsizliği kapılmıştı. Çok ama çok kokmuştunuz.) Hani (bir ara) gözler kaymış ve (korkudan) yürekler ağızlara gelmişti. Sizler de (ihlâsları tam olanlar, “Allah, dinini yüceltmek için vaadini yerine getirecektir.” derken, kalpleri zayıf olanlar ile Münafıklar, hayırsız düşüncelerle “Beydâvî) Allah'a karşı (zafer ile ümitsizlik arasında değişen) çeşitli zanlarda bulunuyordunuz.

33/11. İşte orada (Hendek savaşında) Mü'minler, (ihlâs sahibi olanlarla olmayanlar – Mü’min Münafık, sebatlı/kavî zayıf olma bakımından) imtihan edildi (denendi)ler ve (hepsi,) şiddetli bir şekilde (korku ile) sarsıldılar.

33/12. Hani Münafıklar ve kalplerinde hastalık (îman zayıflığı) olanlar, (düşmanın çokluğu ve şiddetli saldırıları karşısında imha olacakları zannına kapılıp:) "Allah ve Resûlü, meğer bize (zafer ve dinin yücelmesi gibi) ancak aldatıcı (ve boş bir) vaadde bulunmuşlar" diyorlardı.

33/13. Hani onlar (Münafıklardan Evs b. Kayzî ile ona bağlı olanlar veya Münafıkların reisi Abdullah b. Übeyy ve adamların)dan bir grup: "Ey Yesrib (Medine) halkı! Artık sizin (burada bu düşman karşısında) durmak imkânınız yok. Haydi (durmayın, evlerinize veya şirk inancınıza) geri dönün" demişti. Onlardan bir başka grup da, "Evlerimiz açık (korumasız)" diyerek (yalan söyleyerek) Peygamberden izin istiyorlardı. Hâlbuki evleri açık (korumasız) değildi. Onlar sadece (savaştan) kaçmak istiyorlardı.

33/14. (Medine'deki evlerinin açık ve korumasız olduğunu ileri sürerek savaştan kaçmak isteyen Müslümanların durumunu, yüce Allah şöyle açıklıyor:) Eğer (Medine’nin) her tarafından (düşman sadırısı ile) üzerine gelinse ve orada fitne çıkarmaları istenseydi, onu mutlaka yaparlardı, o konuda fazla gecikmezlerdi.

(Ayet-i kerime’nin toplu manası şöyledir: Onlar, Resûlüllah aleyhisselâm’ın ve Müslümanların zaferinden ve kendilerine ürküntü ve korku veren bölük, bölük orduların dizilişinden kaçmak için evlerinin açık olduğunu ileri sürüyorlar. Eğer bu ordular, düşündükleri gibi onların arazilerini ve evlerini bassalardı, onlara küfrü arzetselerdi ve bu arada onlara, “Müslümanlara karşı olun” denilseydi, elbette ona koşarlar ve hiçbir şeyi bahane göstermezlerdi. Bu, ancak onların İslam’a karşı nefretinden ve küfre karşı sevgilerinden kaynaklanmaktadır “Medârik”.)

33/15. Yemin olsun ki, onlar (Hârise oğulları), daha önce (Akabe gecesinde “Peygamberi koruyacakları” konusunda bey’atte bulunmuş ve) geri dönüp kaçmayacaklarına dair Allah'a söz vermişlerdi. Allah'a verilen söz, sorumluluğu gerektirir.

33/16. (Resûlüm,) de ki: "Eğer siz ölümden ya da öldürülmekten kaçıyorsanız, kaçmak size asla fayda vermeyecektir. (Çünkü her nefis için – ölme veya öldürülme farklı olsa da - belli bir ecel vardır.) O takdirde ancak pek az (ömrünüzden kalan süre kadar) yararlandırılırsınız."

33/17. (Resûlüm,) de ki: "Eğer Allah size bir kötülük (helâk ve hezimet) dilese, sizi Allah'tan kim koruyacaktır? Yahut size bir rahmet (hayır) dilese, buna kim engel olacaktır?” Onlar kendilerine Allah'tan başka (fayda verebilecek) hiçbir dost ve (gelen sıkıntı ve zararı önleyebilecek) hiçbir yardımcı bulamazlar.

33/18. Allah içinizden (savaşa katılarak Peygamber aleyhisselâm’a yardımdan) engelleyenleri ve kardeşlerine (Medine’de oturan dostlarına: Peygamberi bırakın,) "Bize gelin” diyen (Münafık veya Yahûdi)leri muhakkak biliyor. Onlar (Münafıklar), savaşa ancak (gösteriş ve “desinler” diye) pek az gelirler (biraz göründükten sonra gözden kaybolurlar).

33/19. (Münafıklar, savaşa gelseler de) size karşı (yardım konusunda) pek cimri olarak (gelirler). (Savaş) korku(su) geldiği zaman onların üzerine ölüm baygınlığı (sarhoşluğu) çökmüş kimseler gibi gözleri dönerek (Resûlüm) sana baktıklarını görürsün. Korku gidince (sıra ganimetleri paylaşmaya gelince) de sivri dilleriyle (sert konuşarak, ganimet malından büyük pay isteyerek) sizi incitirler (size eziyet verirler, ancak o ganimet malını) hayra karşı (Allah yolunda harcamada ise,) pek cimri olarak (davranırlar). İşte onlar, (ihlâsla) îman etmediler (îman etmiş göründüler); Allah da onların (ihlâstan yoksun) amellerini boşa çıkardı (gözler önüne sererek Münafıklıklarını açığa vurdu). Bu da (açığı da gizliyi de bilen) Allah'a pek kolaydır.

(Bu “Allah'a pek kolaydır” ifadesi mecazîdir. “Yed”, “vech” kelimeleri gibidir. Hitap, insanın kavrayışına ve özelliklerine uygun, fakat aynısı değildir. Onun için “yed”’in “el” olduğu bilinir, fakat Allah için aynısı kullanılmaz. Allahü teâlâ için zorluk kolaylık söz konusu değildir. Bunlar, insanın sıfatlarıdır. O, mutlak kudret sahibidir. Bir şeyi dilediğinde ona “ol” dedi mi, o, hemen olur.)

33/20. (Münafıklar, Hendek savaşında korkularından dolayı kâfirlerin) ordu birliklerinin (Medine’nin etrafından) gitmediklerini sanıyorlar. Eğer o (düşman) ordu birlikleri (“ahzâb”, bir daha) gelecek olsa, isterler ki, (çölde) bedevilerin arasında bulunsunlar da size dair haberleri (gidip gelenlerden) sorsunlar. Eğer içinizde bulunsalardı, (ayıplanmaktan korktukları ve gösteriş için) ancak pek az savaşırlardı.

33/21. Yemin olsun, Allah'ın Resûlünde sizin için; Allah'a ve Ahiret gününe kavuşmayı umanlar (Allah’tan ve Ahiret gününün azabından korkanlar veya Allah’ın sevabını ve Ahiret gününün nimetlerini ümit edenler) ve (korkuda, ümitte, darlıkta ve rahatlıkta) Allah'ı çok zikredenler için (savaşta sebat etmek ve zorluklara dayanmak gibi) güzel bir örnek vardır.

33/22. Mü'minler, (kâfirlerin) ordu birliklerini görünce: "İşte bu, Allah'ın ve Resûlünün bize (zafer, yardım ve imtihan “Bakara, 214” konusunda) vaad ettiği şeydir. Allah ve Resûlü doğru söylemişlerdir." dediler. Bu, onların ancak (Allah’ın vaadine) îmanlarını ve (O’nun emrine) teslimiyetlerini artırmıştır.

33/23. Mü'minlerden öyle (yiğit) erkekler vardır ki, (Resûlüllah “sallallahü aleyhi ve sellem” ile beraber savaşta sebat etmek ve dini yüceltmek için) Allah'a verdikleri söze sâdık kaldılar. İçlerinden bir kısmı verdikleri sözü yerine getirmiştir (Hazret-i Hamza, Mus’ab b. Umeyr ve Enes b. Nadr gibileri şehit olmuştur). Bir kısmı da (Osman b. Affân ve Talha b. Ubeydüllah “radıyallahü anhüma” gibi şehit olmayı) beklemektedir. (Hazret-i Talha, Uhud savaşında eli kesildiği hâlde Peygamber aleyhisselâm’ın yanından hiç ayrılmamıştır. Bu sahâbe-i kiram) verdikleri sözü asla değiştirmemişlerdir.

33/24. Çünkü Allah, sâdıkları (doğruları), doğrulukları sebebiyle mükâfatlandıracak, dilerse (tevbe etmeyen) münafıklara azap edecek, yahut onların tevbesini kabul edecektir. Şüphesiz Allah, (tevbe edenleri) gafûrdur (günahları çok bağışlayandır), rahîmdir (onlara çok merhamet edendir).

33/25. Allah, kâfirleri (Hendek savaşında düşman birliklerini), hiçbir hayra (zafere) ulaşmadan kin ve öfkeleriyle geri çevirdi. Allah, savaşta (rüzgâr ve meleklerle) Mü'minlere kâfi geldi. Allah, (murad ettiğinde) kavîdir (kuvvetlidir), (emrettiğinde) azizdir (yenilmeyen gâliptir).

33/26. (Allah, Hendek savaşında) Ehl-i Kitap’tan onlara (Müşrik düşman ordularına) yardım eden (Kureyza Yahudî)lerini, kalelerinden indirdi ve kalplerine korku saldı. Siz (onların) bir kısmını öldürüyor, bir kısmını da esir alıyordunuz.

(Cebrâîl aleyhisselâm, bu savaşta Müşrik “birleşik ordular”ının yenildiği gecenin sabahında Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem'e geldi: “Allah, Kurayza Yahûdîlerinin üzerine yürümeni emrediyor. İnsanlara ilan et.” buyurdu. Efendimiz onları, 20-25 gün muhasara etti. Sonunda onlardan 600’ü öldürüldü, 700’ü de esir alındı “Beydâvî”.)

33/27. Allah, sizi onların (Kurayza Yahûdîlerinin) topraklarına (çiftliklerine), yurtlarına (kalelerine), mallarına (paralarına, hayvanlarına) ve henüz ayak basmadığınız topraklara (Hayber, İran, Rûm ve fethedilecek diğer yerlere) varis kıldı. Allah, her şeye kâdirdir (Müslümanlara daha nice fetihlerin kapılarını açmaya gücü yetendir).

33/28. Ey Nebî (Peygamber)! (Senden, yanında bulunmayan süslü elbise ve fazla nafaka isteyen) hanımlarına de ki: "Eğer sizler, dünya hayatını ve onun süsünü istiyorsanız, gelin size boşanma bedellerinizi vereyim ve güzelce (zarar vermeden) sizi (serbest) bırakayım (bk. Ahzâb,49)".

(Önce Âişe “radıyallahü anha” talebinden vazgeçti ve Allah ve Resûlünü tercih etti. Sonra diğerleri de aynısını yaptı. Allahü teâlâ da bundan râzı oldu ve "Bundan sonra sana hiçbir kadın helâl değildir.” Ahzâb, 52. âyetini indirdi “Beydâvî”.

Fıkıh’ta, “talâk” hususunda muhayyer bırakılmanın hükmü, koca karısına “seç” dediğinde, o da “kendimi seçtim” derse, Hanefî’de kadın bir bâin, Şâfiî’de ric’î talâkla boş olmuş olur. Kocasını seçerse, hiçbirşey vâki olmaz “Beydâvî ve Medârik”.)

33/29. "Eğer (Peygamber zevceleri, sizler,) Allah'ı(n rızasını), Resûlünü(n hoşnutluğunu) ve Ahiret yurdunu (cenneti) istiyorsanız, bilin ki, Allah, içinizden (İslam’a göre) iyilik yapanlara büyük bir mükâfat (cennette köşkler, nimetler ve zinetler) hazırlamıştır."

33/30. Ey Peygamber zevceleri! (- Allah’ü teâlâ hepsinden razı olsun! -) İçinizden kim apaçık (İslam’ın haram kıldığı) bir hayâsızlık (çirkinlik) yaparsa, onun cezası, iki kat verilir. (Cezanın fazlalığı, günah işleyenin mevkiine “statüsüne” tâbidir. Onun içindir ki, İslam’da “hür”ün cezası, “köle”nin cezasının iki katıdır.) Bu, Allah'a göre çok kolaydır.

(Bu “çok kolaydır” ifadesi, mecazîdir. “Yed”, “vech” kelimeleri gibidir. Hitap, insanın kavrayışına ve özelliklerine uygun, fakat aynısı değildir. Onun için “yed”’in “el” olduğu bilinir, fakat Allah için aynısı kullanılmaz. Allahü teâlâ için zorluk kolaylık söz konusu değildir. Bunlar, insanın sıfatlarıdır. O, mutlak kudret sahibidir. Bir şeyi dilediğinde ona “ol” dedi mi, o, hemen olur “Yâsîn,82”.)

22

33/31. (Ey Peygamber zevceleri, - Allah’ü teâlâ hepsinden razı olsun! -) içinizden kim, Allah'a ve Resûlüne itâat eder (itâate devam ederse) ve salih bir amel işlerse, ona (biri, itâat ve takvasından, diğeri de kanaat ederek ve iyi davranarak Resûlüllah'ın rızasını talep etmesinden dolayı) mükâfatını iki kat veririz. Biz, ona (cennette hoşnut olacağı) bereketli (ve bol) bir rızık hazırlamışızdır.

33/32. Ey Peygamber zevceleri! (- Allah’ü teâlâ hepsinden razı olsun -) Siz, (sevap ve azap bakımından diğer) kadınlardan herhangi biri gibi değilsiniz. (Takva sahibi olarak) eğer (Allah'tan) korkarsanız, (yabancı erkeklerle konuşurken) sözü yumuşak bir eda ile söylemeyin ki, kalbinde hastalık (kötülük ve fenalık) olan bir kimse, (yanlış ve çirkin bir) ümide kapılmasın. Güzel (şüpheden uzak, doğru, uygun, fakat ciddi) söz söyleyin.

33/33. (Ey Peygamber zevceleri! - Allah’ü teâlâ hepsinden razı olsun! -) Evlerinizde (vakarla) oturun. İlk câhiliyye (Hazret-i Âdem ve Hazret-i Nûh arası veya İslam öncesi yahut Hazret-i İbrâhim) dönemi (Müslüman olmayan) kadınlarının açılıp saçıldığı (ince elbiseler giydiği, zinetlerini göstererek sokağa çıktıkları) gibi siz de (dışarıda) açılıp saçılmayın. Namazı (erkânına uyarak) kılın, zekâtı verin. Allah'a ve Resûlüne itaat edin (İslâm’ın emir ve yasaklarına uyun). Ey Ehl-i Beyt (Peygamberin ev halkı)! Allah, sizden ancak ricsi (günah kirini) gidermek (üzerinizde bulundurmamak) ve sizi (her türlü günahtan uzak tutarak) tertemiz yapmak istiyor.

33/34. (Ey Peygamber zevceleri! - Allah’ü teâlâ hepsinden razı olsun! -) Siz, evlerinizde okunan (ve vahyin nâzil olduğu mekânın sakinleri olarak - bu emsalsiz nimetin “ihsan ve kıymeti”nin idraki içinde - ) Allah'ın âyetlerini ve hikmeti (sünneti) hatırlayın. (Çeşitli ilim, hüküm ve hikmetleri içinde bulunduran bu mübarek ve makaddes Kitab’ın emir ve yasaklarına uymaya devam edin ve onu insanlara anlatın). Şüphesiz Allah, lâtîf’tir (çok lütufkâr olup her şeyin inceliklerini ve iç yüzünü bilendir), habîr’dir (her şeyden haberdar olandır).

33/35. (Peygamber “sallallahü aleyhi ve sellem”in hanımları ile ilgili âyetler inince, Müslümanların hanımları: “Bizim hakkımızda hiçbirşey inmedi.” dediler. Bunun üzerine şu âyet indi:)

Şüphesiz Müslüman erkeklerle Müslüman kadınlar; Mü'min erkeklerle Mü'min kadınlar; itâatkâr erkeklerle itâatkâr kadınlar; (îmanlarında) sâdık (doğru) erkeklerle (îmanlarında) sâdık (doğru) kadınlar; (itâatlara devam etmek ile günahlardan uzaklaşmaya) sabreden erkeklerle sabreden kadınlar; Allah'a derinden saygı (huşû’) duyan (tevâzü gösteren) erkeklerle, Allah'a derinden saygı (huşû’) duyan (tevâzü gösteren) kadınlar; sadaka veren erkeklerle sadaka veren kadınlar; oruç tutan erkeklerle oruç tutan kadınlar; namuslarını (haramdan) koruyan erkeklerle namuslarını (haramdan) koruyan kadınlar; (kalpleri ve dilleriyle) Allah'ı çok zikreden erkeklerle çok zikreden kadınlar var ya, işte onlar için Allah, (günahlarına) mağfiret (bağışlanma) ve (Ahiret’te) büyük bir mükâfat (cennet) hazırlamıştır.

33/36. (Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem, halası Umeyme'nin kızı Zeynep bint Cahş'ı, azadlı kölesi Zeyd b. Hârise'ye istedi. O ve kardeşi Abdullah, bunu kabul etmediler. Bunun üzerine bu âyet indi. Ayetin Ümmü Gülsüm bint Ukbe - hepsi için: Radıyallahü anhüm - hakkında indiği de bildirilmiştir “Beydâvî”: )

Allah ve Resûlü bir iş hakkında hüküm verdikleri zaman, hiçbir mü'min erkek ve hiçbir mü'mine kadın için (Allah’ın ve Peygamber’in hükmüne aykırı olarak) kendi işlerini seçme hakları yoktur. Kim Allah'a ve Resûlüne karşı gelirse (verdikleri hükme karşı çıkarsa), şüphesiz ki, o, apaçık bir dalâlete düşmüştür.

(Bu âyet indikten sonra Zeynep, Zeyd ile evliliği kabul etmiş ve kardeşi Abdullah da – Allah, cümlesinden razı olsun -  buna rıza göstermiştir.)

33/37. (Resûlüm,) hani bir zamanlar sen, Allah'ın kendisine nimet verdiği (İslam ile şereflendirdiği), senin de (kölelikten azat edip evlât edinerek) iyilikte bulunduğun kimse (Zeyd b. Hârise’)ye: "Eşini (Zeyneb’i) nikâhında tut (onu boşama) ve Allah'tan kork!" diyordun. (Hâlbuki yüce Allah, Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem'e Zeyd’in Zeyneb'i “radıyallahü anhüma” boşayacağını ve kendisinin onunla evleneceğini vahyetmişti “Kurtubî”. Ancak Resûlüm, sen) içinde, Allah'ın ortaya çıkaracağı bir şeyi (Zeynep ile evleneceğini) gizliyor ve insanlar(ın dedi-kodu yapmasın)dan çekiniyordun. (Resûlüm, insanlar ne derse desin, sen Zeynep “radıyallahü anha” ile evleneceksin. Çekinmene de gerek yoktur.) Esasında kendisinden çekinmene Allah daha lâyıktır. (Bu, Allah’ın takdiridir.) Zeyd, eşinden yana isteğini yerine getirince (eşini boşayınca), onu seninle evlendirdik ki, eşlerinden yana isteklerini yerine getirdiklerinde (onları boşadıklarında), evlâtlıklarının eşleriyle evlenmeleri konusunda Mü'minlere bir zorluk olmasın. (Çünkü Câhiliye dönemi âdetlerine göre, “evlâtlık eşleri” ile evlenilmiyordu. İslam, bu örf ve âdetin yanlış olduğunu, bu uygulama ile göstermiş oldu.) Allah'ın emri, mutlaka yerine getirilmiştir.

33/38. Allah'ın, ona (Peygamber’ine) farz (helâl) kıldığı şeyleri yerine getirmesinde (Hazret-i Zeynep bint Cahş ile evlenmesindePeygamber’e bir güçlük (vebal ve günah) yoktur. Daha önce gelip geçen peygamberler hakkında da sünnetüllah (Allah'ın sünneti/âdeti “kanunu”) böyledir. (Onlara da istedikleri kadınlarla evlenmeleri mubah kılınmıştı.) Allah'ın emri, kesinleşmiş bir hükümdür.

33/39. (Önceki) peygamberler ki, onlar, Allah'ın vahiylerini tebliğ ederler ve O’ndan (Allah'tan) korkarlar, (Allah’ın helâl kıldığı ve ruhsat verdiği konularda halkın dedi-kodusunu dikkate almazlardı.) Allah’tan başka da hiç kimseden korkmazlar(dı). Hesap görücü olarak Allah, kâfidir (yeter).

33/40. (Resûlüm) Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem), sizin erkeklerinizden hiçbirinin (evlâtlık edindiği Zeyd b. Hârise’ninbabası değildir. Fakat o, Allah'ın Resûlü ve nebilerin sonuncusudur. Allah, her şeyi (Yahûdi ve Münafıkların Hazret-i Zeyd konusunda yaptıkları dedi-koduyu) en iyi bilendir. (Onlar, “Peygamber, evlâtlığının karısı ile evlendi” demişlerdi. Hâlbuki bu, Câhiliyye âdetiydi. İslam, onu kaldırdı.)

33/41. Ey îman edenler! Allah'ı çok zikredin. (İnsan, dört hâlden birinde olur: Tâat, isyan, nimet ve sıkıntı. 1. Tâatta: İhlâs ile zikirde ve tevfîk talebinde, 2. İsyanda: Ma’siyetten kurtulması için dua ve tevbede, 3. Nimette: Şükürde, 4. Sıkıntıda: Sabırda bulunması gerekir “Semerkandî”. Onun için her vakit ve temiz her yerde hamd, tesbih, lâilâhe illâllah gibi yüce sıfatlarıyla O’nu çok zikretmelidir.)

33/42. O'nu (yüce Allah’ı) sabah ve akşam (sübhânallah diyerek) tesbih edin. (Bu iki vaktin seçilmesi, bunların diğer vakitlerden üstün olduğunu göstermektedir. Hazret-i Cebrâil ve Mikâil’in diğer meleklerden seçilişi gibidir. Bu vakitlerde Melekler, şâhit olur “Beydâvî ve Medârik”.)

(Sübhânallah: “Allah’ım seni her türlü noksan sıfatlardan, Müşrik, Yahûdi ve Hristiyanların oğul ve kız isnatlarından tenzih ederim, uzaklaştırırım. Seni kâmil sıfatlarınla överim”, demektir.

Bükra: Fecir namazını; Esîlâ: Öğle, İkindi, Akşam ve Yatsı namazlarını kılarak Allah’ı zikredin “Medârik ve Semerkandî”.)

33/43. (Allah ki), sizi zulümâttan (küfürden, ma’siyetten, karanlıklardan) nûra (îmana, tâate, aydınlığa) çıkarmak için üzerinize salât (rahmet) edendir. Bir de Melekleridir (ki, onlar da sizin için istiğfar ederler). Allah, Mü'minlere çok merhamet edendir.

33/44. O’na (Allah'a) kavuşacakları gün, onların (Mü'minlerin karşılacağı) selâmet iltifatı, (Meleklerin dilinden) "Selâm"dır. (Mü’minler, ölürken veya kabirlerden çıkarlarken yahut cennete girerlerken "selâm” ile karşılanırlar. Buradaki “selâm”, her türlü kötülük, âfet ve azaptan kurtuluş manasındadır “Beydâvî”.) Allah, onlara (cennette) değerli (güzel) bir mükâfat hazırlamıştır.

33/45. Ey Nebi (Peygamberim), hakikaten biz (ümmetinin) seni (tasdik ve yalanlamalarına, kurtuluş ve helâklarına) bir şâhid, bir mübeşşir (Mü’minleri cennetle müjdeleyici) ve bir nezîr (kâfirleri cehennemle korkutucu) olarak gönderdik.

33/46. (Ey Peygamberim, biz seni) O’nun (Allah'ın) izni (emri) ile Allah’a (îman ve itâat konusunda) bir davetçi, (küfür, cehâlet ve her türlü zulmü/karanlığı ortadan kaldıran Kur’ân ile) nûr saçan (ve hidayet yolunu gösteren) bir kandil olarak (gönderdik).

(Allahü teâlâ, 45. ve 46. âyetlerde Peygamber aleyhisselâm’ın beş sıfatını zikretmiştir: 1. Şâhid, 2. Mübeşşir/Müjdeleyici, 3. Nezîr/Korkutucu, 4. Dâ’î/Davetçi ve 5. Sirâc-i Münîr/Nûr Saçan Kandil “bk. Beydâvî, 48. âyetin tefsiri”.)

33/47. (Resûlüm,) Mü'minlere müjdele! Onlara şüphesiz, Allah'tan (diğer ümmetlerin Mü’minlerine amellerinin karşılığı olarak verilen mükâfattan başka) büyük bir lütuf (fazilet, üstünlük ve mükâfat) vardır.

33/48. (Resûlüm,) kâfirlere ve münafıklara itaat etme! Onların eziyetlerine (şimdilik katlan “sabret” ve) aldırma ve (korkuya kapıldığın anlarda) Allah'a tevekkül et (işini O’na havale et). Vekil (koruyucu ve yardımcı) olarak Allah, (sana) yeter. (Bu âyetin hükmü, savaş âyeti ile neshedilmiş “yürürlükten” kaldırılmıştır.)

33/49. Ey îman edenler! Mü'min kadınları nikâhlayıp, sonra onlara dokunmadan (cinsel ilişkide bulunmadan ve halvet de olmadan) kendilerini boşadığınızda, onlar üzerinde sizin sayacağınız bir “iddet” hakkınız yoktur. Bu durumda onlara mut'a (bir miktar para veya mal) verin ve kendilerini güzel bir şekilde (zarar vermeden ve hakkını yemeden) bırakın.

(İddet müddeti: Boşanan kadınların iddeti, eğer hamile değilse, üç hayız “kurû’ ”) süresidir “Bakara,228”. Hamile kadının iddeti, doğuma kadardır.

Mezheplere göre iddet: Hanefî ve Hanbelî’de, ilk temizlik başından, üçüncü hayzın sonuna kadar olan zamandır. Şâfiî ve Mâlikî'de, üç temizlik geçinceye kadardır. Hayz görmeyen kadın, talâk için üç ay, ölüm için dört ay on gün iddet bekler.

Mut’a: Cinsel ilişkiye girmeden önce boşanılan ve mehir de zikredilmemiş olan kadın için bir miktar para veya mal vermekvâcibtir “Medârik”. Eğer mehir belirlenmiş ise, “mehrin yarısı”nı vermek lâzımdır, vâcibtir “Ebussuûd Efendi ve Beydâvî”. Mehri belirlenen kadına da mut’a vermek, sünnettir “Beydâvî”.)

33/50. Ey Nebi (Peygamberim)! Biz sana ücretlerini (mehirlerini) verdiğin zevcelerini, Allah'ın sana ganimet olarak verdiklerinden elinin altında bulunan (Safiyye ve Cüveyriyye gibi kâfirlerden esir alınan) cariyeleri; seninle beraber hicret eden: Amcanın kızlarını, halalarının kızlarını, dayının kızlarını ve teyzelerinin kızlarını sana helâl kıldık. Ayrıca, diğer Mü'minlere değil de, sadece sana hâs olmak üzere, (mehirsiz olarak hibe etmek suretiyle) kendini Peygamber'e bağışlayan, Peygamber'in de kendisini nikâhlamak istediği bir mü'min kadını (sana helâl kıldık.) Onlara (Mü'minlere) eşleri (dört kadından fazlasıyla evlenemeyecekleri ve yalnızca veli “Şâfiî’de”, şâhitler ve mehir ile evlenebileceklerine dair şer'i hükümleri) ve sahip oldukları cariyeleri hakkında (cariyenin sâhibine helâl olması için semavi dinlere mensup kimselerden olması - Mecusî ve putperest cariye sâhibine helâl değildir – gibi “Celâleyn”) farz kıldığımız şeyleri, elbette bilmekteyiz. Bütün bunlar, sana herhangi bir zorluk olmaması içindir. Allah gafûrdur (günahlarına tevbe edenleri çok bağışlayandır), rahîmdir (itâatkâr Mü’minlere çok merhamet edendir).

33/51. (Resûlüm,) onlardan (hanımlarından) dilediğini geri bırakırsın (Cüveyriye, Sevde, Safiyye, Meymûne ve Ümmü Habîbe “radıyallahü anhünne”), dilediğini yanına alırsın (Âişe, Hafsa, Ümmü Seleme ve Zeynep “radıyallahü anhünne”). Uzak durduğun kadınlardan dilediklerini tekrar yanına almanda sana bir günah yoktur. Bu onların gözlerinin aydın olmasına, üzülmemelerine ve hepsinin senin verdiklerine râzı olmalarına daha uygundur. (Çünkü bilirler ki, Resûlüllah’ın bu davranışı, Allah’ın vahyi iledir.) Allah, kalplerinizde (gizlemiş) olanı bilir. Allah, alîmdir (her şeyi hakkıyla bilendir), halîmdir. (Ceza vermede acele etmez. Mühlet verir. Sakın cezaların ertelenmesine aldanmayın ve Allah’tan korkun.)

33/52. (Resûlüm,) bundan sonra (mevcut nikâhın altındaki kadınlardan sonra), güzellikleri hoşuna giden kadınlar olsa bile, başka kadınlarla evlenmek, (mevcut) eşlerini boşayıp başka eşler almak, artık sana helâl değildir. (Hazret-i Peygamber’in Yahûdi, Hristiyan ve başka dinden kadınlarla evlenmesi de yasaklanmıştır. Bunlar hiçbir zaman Mü’minlerin anneleri olamazlar “Kurtubî”.) Ancak sahip olduğun (ganimet malı olan Yahûdi ve Hristiyan) cariyeler müstesna (bu hükmün dışında)dır “Semerkandî”). Şüphesiz Allah, her şeyi gözetleyendir (ve koruyandır).

33/53. Ey îman edenler (Peygamberimin sahâbîleri)! Yemek için çağrılmakdan ve yemeğin pişmesini beklemeden (vakitli vakitsiz) Peygamber'in evlerine girmeyin. Çağrıldığınız zaman girin. Yemeği yiyince de sohbete dalmadan hemen dağılın. Çünkü bu davranışınız, Peygamber'e eziyet vermekte (onu rahatsız etmekte), fakat o sizden de çekinmekte (ve bunu söyleyememekte)dir. Allah ise hakkı söylemekten çekinmez. Peygamberin hanımlarından bir şey istediğiniz zaman, hicâb/perde arkasından isteyin. (Bu âyet inmeden önce kadınlar, erkeklere görünebiliyorlardı. Hazret-i Ömer: Ey Allah'ın Resûlü! Senin evine iyi de, kötü de girebiliyor. Mü'minlerin analarına söylesen de perde arkasından konuşsalar.” talebinde bulundu ve bu âyet nâzil oldu “Beydâvî ve Medârik”.) Böyle davranmanız, (şeytanın vesvesine ve fitnenin uyanmasına karşı) hem sizin kalpleriniz, hem de onların kalpleri için daha temiz (uygun bir davranış)dır. Allah'ın Resûlüne eziyet (rahatsızlık) vermeniz ve kendisinden sonra hanımlarını ebedî olarak nikâhlamanız helâl değildir (haramdır). Çünkü bu, Allah katında pek büyük (bir günah ve cürüm)dür.

33/54. Eğer bir şeyi (Peygamber aleyhisselâm’ın vefatından sonra onun hanımlarıyla evlenmek düşüncenizi) açığa vursanız da, gizleseniz de, şüphe yok ki, Allah, her şeyi hakkıyla bilendir.

33/55. (Peygamberin) hanımlarına: Babalarından, oğullarından, erkek kardeşlerinden, erkek kardeşlerinin oğullarından, kız kardeşlerinin oğullarından, mü'min kadınlardan ve sahip oldukları cariyelerden (bunlara kaşı örtünmediklerinden “hicâb/perde arkasından konuşmadıklarından”) dolayı bir günah yoktur. (Ey Peygamber hanımları! Size emredilen şeylerde) Allah'tan korkun (O’na karşı gelmekten sakının). Şüphesiz Allah, her şeye hakkıyla şâhittir.

(Hicâb/perde âyeti – 54 - inince, babalar, oğullar ve akrabalar: Ya Resûlallah, biz de mi, perde arkasından konuşacağız, dediler? Âyet bunun üzerine indi. Amca ile dayının zikredilmemesi, onların ebeveyn yerinde olmalarındandır, çünkü "ataların İbrâhîm, İsmâîl ve İshak “Bakara,133” âyetinde amcaya baba denilmiştir.)

33/56. Şüphesiz Allah ve melekleri Peygamber'e salât ediyorlar. Ey îman edenler! Siz de ona salât edin, selâm edi(“Allahümme salli alâ Muhammed ve alâ âli Muhammed”, deyin).

(Allahü teâlâ’nın Peygambere salât etmesi, rahmet ve mağfiret etmesi; Meleklerin salât etmesi, şanının yüceltilmesini dilemeleri; Mü'minlerin salât etmesi ise, dua etmeleri manasına gelir.

Hadis-i Şerifler:

Allah’ım, Muhammed'e ve Muhammed'in âline salât eyle! Nitekim sen İbrâhim'in âline salât etmiştin. Şübhe yok ki, Sen Hamîdsin (çok öğülmüşsün), Mecîd'sin (yüksek kerem ve şeref sahibisin). Allah’ım, Muhammed'e ve Muhammed ailesine - İbrahim ailesine bereket ihsan ettiğin gibi - bereket ihsan eyle! deyiniz. “Buhârî, Tefsîr, Ahzâb sûresi".

Kim bana bir defa salât getirirse, Allah o kimseye on defa salât eder, on hatâsı silinir ve on derece yükseltilir. “Nesâî, Sehv, 55.

Kıyâmet gününde insanların bana en yakın olanları; bana en çok salât ve selâm getirenlerdir. “Tirmizî, Vitr, 21”.

Bana selâm veren kimsenin selâmına mukâbele etmem için Allah, rûhumu bana iâde eder. “Ebû Dâvud, Menâsik, 96”.

Yeryüzünde Allah’ın seyyah/gezici melekleri vardır. Onlar, ümmetimin selâmını ânında bana ulaştırır. “Nesâî, Sehv, 46”.

Kim bana bir defa salât ü selâm getirirse, bu sebeple Allahü teâlâ da ona on misli merhamet eder. “Müslim, Salât, 70”.

Biriniz duâ edeceği zaman, önce Allahü teâlâ’ya hamd ü senâ etsin, sonra bana salât ü selâm getirsin. Daha sonra da dilediği şekilde duâ etsin. “Tirmizî, Deavât, 64”.)

33/57. (Yahûdi, Hristiyan ve Müşrklerden) şüphesiz Allah ve Resûlüne eziyet verenler (var ya!) Allah, onlara dünya ve Ahiret’te lânet etmiş (rahmetinden uzaklaştırmış) ve onlar için aşağılayıcı bir azap hazırlamıştır. (Yüce “Allah'a eziyet verme”, mecâzî bir ifadedir. Bununla “Allah’ın eli sıkıdır” iftirası, Allah’a çocuk ve eş isnadı gibi küfür ve isyanlar kastedilmiştir. Peygamber aleyhisselâm’a da şâir, kâhin ve mecnun denilerek eziyette bulunulmuştur “Beydâvî”.)

33/58. Mü'min erkekleri ve Mü'min kadınları işlemedikleri şeyler (suçlar) yüzünden (sözlü veya fiilî olarak eza verenler) incitenler, bir iftira ve apaçık bir günah yüklenmişlerdir. (Ayetin Hazret-i Ali’yi rahatsız eden Münafıklar veya Hazret-i Âişe’ye iftira edenler hakkında indiği bildirilmiştir “Beydâvî”.)

33/59. Ey Nebi (Peygamber)! Hanımlarına, kızlarına ve Mü'minlerin kadınlarına söyle, (bir ihtiyaç için dışarı çıktıklarında) bedenlerini örtecek (dış) örtülerini (pardesü, çarşaf, ferace, ehram veya mantolarını) üstlerine alsınlar. Bu, onların tanınıp incitilmemelerine en uygun olandır. Şüphesiz Allah, (tesettür emri gelmeden önceki hâllerini) çok bağışlayıcıdır, (Allah’ın örtü emrini yerine getirenlere) çok merhamet edicidir.

33/60. Yemin olsun, eğer (nifak tohumları saçan) Münâfıklar, kalplerinde (zinaya meyl) hastalığı olanlar ve Medîne'de (Müslüman birlikleri hakkında) kötü haber yayanlar, (bu davranışlarına) son vermezlerse, (Resûlüm,) elbette seni (öldürme veya sürgün cezası vermekle) onlara musallat ederiz. Sonra da orada (az sayıda ve az zaman kalacaklarından) sana pek az komşu olurlar.

33/61. (Münâfıklar, kalplerinde zinaya meyl hastalığı olanlar ve Medîne'de Müslüman birlikleri hakkında kötü haber yayanlar,) lânetlenmiş olarak, nerede bulunurlarsa yakalanırlar ve (fena şekilde) öldürülmekle öldürülürler.

33/62. (Zina fiiline ölüm cezasının verilmesi) daha önce geçen (ümmet)ler hakkında sünnetüllah (Allah'ın kanunu) böyledir. (Resûlüm,) sünnetüllah (Allah'ın kanunu) hakkında asla değişme bulamazsın.

33/63. (Resûlüm,) insanlar (Müşrikler alay etmek, Yahûdiler de imtihan etmek maksadıyla) sana Kıyamet’in vaktini soruyorlar. De ki: "Onun ilmi, ancak Allah katındadır.” (Hiçbir meleğe ve peygambere o konuda bilgi vermemiştir.) Ne bilirsin, belki de Kıyamet yakındır!

33/64. Şüphesiz Allah, kâfirlere lânet etmiş (küfürlerinden dolayı rahmetinden uzaklaştırmış) ve onlara (isyan ve itâatsızlıkları sebebiyle) alevli (çılgın) bir ateş hazırlamıştır.

33/65. Onlar (kâfirler), orada (cehennemde) ebedî (sonsuz) olarak kalacaklardır. (Orada kendilerini koruyacak) bir dost ve bir yardımcı da bulamayacaklardır.

33/66. O gün (kâfirlerin) yüzlerinin ateşte (bir yandan diğer bir yana) çevrilirken: "Keşke Allah'a ve Resûl'e itâat etseydik" diyeceklerdir. (Fakat bu pişmanlık fayda vermeyecektir. “Derileri yanıp döküldükçe, azâbı tatmaları için onların derilerini yenileyeceğiz “Nisâ’,56”.)

33/67. (Kâfirler) yine şöyle diyecekler: "Ey Rabbimiz! Biz (küfrü telkin eden) önderlerimize ve büyüklerimize itaat ettik de bizi (İslam’ın gösterdiği hidayet) yol(un)dan saptırdılar (”Beydâvî ve Semerkandî").

33/68. (Kâfirler, Ahiret’te kendilerini İslam’dan saptıran önderleriyle ilgili olarak şöyle diyecekler:) "Ey Rabbimiz! Onlara iki kat azap ver ve onları büyük bir lânete (azâba) uğrat."

33/69. Ey îman edenler! Siz, (Peygamberinize karşı) (Peygamberim) Mûsa'ya (bedeninde uzvî bir hastalık olduğunu söyleyerek) eziyet veren kimseler gibi olmayın. Nihayet Allah, onu (Mûsa’yı) onların (çirkin iftira) sözlerinden temize çıkarmıştı. (Peygamberim) Mûsa, Allah katında itibarlı (makam sâhibi bir kişi) idi.

33/70. Ey îman edenler, (Resûlüm’e eziyet verecek sözleri söylemekten) Allah'tan korkun ve doğru (hak) söz söyleyin (ve aranızda adâletle hükmedin).

33/71. (Allah'tan korkun ve doğru söz söyleyin ki, yüce Allah,) amellerinizi düzeltsin (kabul ederek sevap versin) ve günahlarınızı bağışlasın (silsin). Kim Allah'a ve Resûlüne (emirlerde ve yasaklarda gizli ve açıktan) itâat ederse, gerçekten büyük bir kurtuluş (hayır)la kurtulmuş olur.

33/72. Şüphesiz biz emaneti (namazı ve yapılmasında sevap, terkinde ceza olan diğer ibâdetleri; fazları; malın tasarrufunu; namus ve iffetin korunmasını; akıl ve iradeden doğan sorumluluğu) göklere, yere ve dağlara teklif ettik, fakat onlar, onu(n sorumluluğunu) yüklenmekten çekindiler ve ondan korktular. Onu (emaneti), insan yüklendi. Çünkü o (insan, kâfir ve münafık olarak emanete ihanet etti. Allah’a itâat etmediği için o,) çok zâlimdir, (akıl ve iradesini hidayette değil, isyanda kullandığı için de) çok câhildir. (Fakat Peygamberlerim ve onlara tâbi olan Mü’min kullarım, emanete sahip çıktılar.)

33/73. (Allah, emaneti, insana yüklemiştir. Fakat Münâfık ve Müşrikler, ona ihanet ederek Allah’a küfretmiş ve itâatten çıkmışlardır.) Onun için Allah, Münafık erkeklere ve Münafık kadınlara, Müşrik (Allah'a ortak koşan) erkeklere ve Müşrik kadınlara azap edecektir. (Îman ve itâatte bulunarak emanete sahip çıkan) Mü'min erkeklerin ve Mü'min kadınların tevbelerini ise kabul edecek (ve onları çeşitli nimet ve ihsanlara kavuşturacak)tır. Allah (tevbe eden Mü’minleri) çok bağışlayandır, (itâat eden kullarına) çok merhamet edendir.