7. A'RÂF SÛRESİ
Rahmân (ve) rahîm (olan) Allah’ın ismiyle.
7/1. Elif Lâm Mîm Sâd.
7/2. (Resûlüm, bu) sana indirilen bir Kitap (Kur’an’)dır (ki, onu insanlara tebliğ et). Onunla, (iman etmeyen kâfirleri cehennem azabıyla) korkutman için ve (iman eden) Mü'minler için de bir mev’ize (olarak - Allah’ın razı olduğu itikad ve ibadeti açıklayasın diye - indirildi.) Sakın (kâfirlerin onu yalanlayacağından dolayı) göğsünde bir sıkıntı (şüphe) olmasın (Yûnus,94; Hıcr,97; Hûd,12).
7/3. (Ey Mü’minler,) Rabbinizden size indirilen (Kur’an-ı Kerim’)e uyun. O’nu (yüce Allah’ın dinini) bırakıp başka(larını put, ilâh ve) dost (edinerek canlı ve cansız sahte ma’but)lara tâbi olmayın. (Ey Mü’minler veya kâfirler “Mâturîdî”) ne kadar da az öğüt alıyor (Rabbinize karşı görevlerinizi ne kadar da az hatırlıyor)sunuz!
7/4. Biz (şânı yüce Allah,) nice (isyankâr) memleket (ehâlisin)i helâk ettik. Onlara azabımız (Lût kavmi “Hûd,81-82” gibi bazısına) gece uyurlarken yahut (Şuayb kavmi “Hûd,94-95” gibi bazısına da) gündüz kaylûle (uyku/istirahat) hâlinde iken gelmişti.
7/5. Azabımız onlara (küfreden isyankârlara) geldiği (azâbı ayân beyân gördükleri) zaman: (Hayatları boyunca yalanladıkları “hakikat”i itiraf ederek:) "Biz gerçekten zâlim/kâfir kişilerdik." demekten başka yalvarış (pişmanlık)ları olmadı. (Bu durumda geri dönüş imkânlarının kalmadığını iyice anladılar.)
7/6. Kendilerine peygamber gönderilenlere (“gönderdiğim Peygamber, dinimi tebliğ etti mi, siz ona tâbi oldunuz mu?” şeklinde) mutlaka soracağız (Kasas,65). Peygamberlere de (“risalet görevinizi yaparken, kavminiz icabet etti mi?” diye) elbette soracağız (Mâide,109). (Peygamberlerin sorguya çekilmesi, kâfirleri azarlamak içindir “Beydâvî”.)
7/7. Yemin olsun, onlara (geygamberlere) tam bir bilgi ile (tebliğ görevlerini eksiksiz yaptıklarını, ancak kavimlerinin çoğunun onları tekzip ettiklerini) mutlaka anlatacağız. Çünkü biz onlar(ın yaptıkların)dan gâip değiliz (hiçbir şey bize gizli değidir ve onların her şeyini bilmekteyiz). (Bu âyetin “Maide,109” âyetiyle bağlantısı vardır.)
7/8. O (Kıyamet) gün(ü) (amellerin adaletle) tartı(lması) haktır (gerçekleşecektir). Kimin tartıları (hasenatı/iyilikleri, kötülüklerine karşı) ağır basarsa, işte onlar, felâha (kurtuluşa ve sevaba) erenlerdir.
7/9. Kimin de tartıları (hasenatı/iyilikleri, kötülüklerine karşı) hafif gelirse, işte onlar, âyetlerimize zulmettikleri (onları inkâr ettikleri)nden dolayı, kendilerini hüsrana (cehennem azabına) atmış kimselerdir.
7/10. (Ey Âdem oğulları,) yemin olsun, sizi yeryüzünde yerleştirdik. Sizin için orada (hayatınızı devam ettirecek birçok) geçim vasıtaları (binecek, yiyecek, içecek ve giyecek gibi çeşitli imkânlar) verdik. (Verdiğimiz bunca nimete karşılk) siz ne kadar da az şükrediyorsunuz! (Çoğunuz başkalarını ma’but ediniyor ve iman edenleriniz de az oluyor.)
7/11. Yemin olsun, sizi (babanız Âdem’i topraktan şekilsiz olarak) yarattık. Sonra size (Âdem’in zürriyyetine annelerin rahimlerinde) şekil verdik. Sonra da meleklere: "Âdem’e (saygı için) secde edin" dedik. Hemen - İblîs'ten başka - hepsi (bütün melâike) secde ettiler. (Bu secde, ibadet ve tâat için değil, tahıyye/saygı ve emre uymak içindi “Semerkandî”.) O (meleklerin arasında bulunan İblîs), secde edenlerden olmadı.
7/12. (Yüce) Allah, (İblîs’e): "Sana emrettiğim zaman, seni secde etmekten men eden deydi?" dedi. (O da mantık yürüterek:) "Ben ondan hayırlıyım. Çünkü beni ateşten yarattın. Onu ise, çamurdan yarattın." dedi. (Akıl ve mantık, vahye dayanmadığı müddetçe, din işlerinde daima hüsranda, yanılma içinde ve çıkmazdadır.)
7/13. (Yüce) Allah (İblîs’e): "Şimdi “in!” oradan (cennetten veya semâdan). Çünkü orada (cennet’te veya melekler zümresi içinde) kibirlenmek (büyüklük taslamak) senin haddine değil! Hemen çık (oradan)! Çünkü sen (hâin ve zelil olarak) aşağı (alçak)lardansın." dedi. (Kim tevâzu gösterirse, Allah onu yükseltir, kim de kibir gösterirse, Allah onu alçaltır “Beydâvî/İbn Mâce, Zühd 16”.)
7/14. (İblîs, yüce Allah’a) dedi ki: "(Öyle ise) bana insanların tekrar diriltilecekleri (Kıyamet) gün(ün)e kadar mühlet/süre ver."
7/15. (Allah da İblîs’e): "Sen (Kıyamet’e kadar) süre verilenlerdensin" dedi.
7/16. (İblîs yüce Allah’a) dedi ki: "(Öyle ise) beni azdırmana (cennetten veya semâdan çıkararak cezalandırmana) karşılık, yemin ederim ki, ben de onları (kullarını) saptırmak için senin sırat-ı müstakîm (doğru yol olan İslam dinin)in üzerinde elbette oturacağım (ve onları dalâlete/küfre çevireceğim)."
7/17. (İblîs devamla dedi ki:) "Sonra onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından geleceğim (çeşitli aldatıcı telkinlerde bulunacağım) ve sen onların çoğunu, şükreden (itâat ve iman eden)ler (olarak) bulamayacaksın (Sebe’,13)." (Şeytan, insanın damarlarının içine kadar girmektedir “Buhârî, İ’tikâf 11 ve 12; Tirmizî, Radâ/Emzirme 17”. Ancak şeytanın hilesi zayıftır “Nisâ,76”. İnsandaki irade, şeytanın telkinini yenecek güçtedir. Dilediğinde âhiret yolunu seçebilmektedir “İsrâ,18-19”.)
7/18. (Yüce Allah, (İblîs’e) dedi ki: "Hakarete uğramış ve (rahmetimden) kovulmuş olarak çık oradan (cennet’ten). Yemin olsun, onlardan sana kim uyarsa, sizin hepinizi cehenneme dolduracağım (Hûd,119)."
7/19. (Sonra Allah buyurdu ki:) "Ey Âdem! Sen ve zevcen/eşin (Havva) cennette kalın. Dilediğiniz yerden (istediğiniz yiyeceklerden) yiyin. Fakat şu ağaca (bir şey yemek için) yaklaşmayın. (Bu ağaçın, buğday veya asma yahut incir olduğu bildirilmiştir “Bakara,35/Kurtubî”.) Yoksa (kendisine yazık eden) zâlimlerden olursunuz."
7/20. Derken Şeytan, kendilerinden gizlenmiş olan avret yerlerini onlara açtırmak için kendilerine vesvese verdi (telkinde bulundu) ve dedi ki: "Rabbiniz size bu ağacı ancak, melek olursunuz veya (cennette) ebedî kalanlardan olursunuz diye yasakladı. (Onun için bu yasak ağacın meyvesinden yiyin ki, melek olunuz yahut cennette ebedî/sonsuz kalıcılardan olunuz.)"
7/21. (Şeytan:) "Şüphesiz ben sizin iyiliğinizi isteyenlerdenim." diye (yalan söyleyerek) yemin etti.
7/22. Bu sûretle (Şeytan) onları aldatarak (tuzağa) düşürdü. O ikisi (Hazret-i Âdem ve Havva) (yasak) ağaçtan tadınca, onlara avret (ayıp) yerleri göründü; üzerlerine cennet yapraklarından yapıştırmaya başladılar. Rabbi onlara: "Ben sizi, ikinizi bu ağaçtan men etmedim mi? Ve size: “Muhakkak Şeytan sizin için apaçık bir düşmandır, demedim mi?” diye nida etti (seslendi).
7/23. (Hazret-i Âdem ve Havva) dediler ki: "Rabbimiz! Biz, (emre itâatsizlikten dolayı günah işleyerek) kendimize zulüm ettik. Eğer bizi(m “zelle” günahlarımızı) bağışlamaz ve bize merhamet etmezsen, mutlaka hüsrana (ziyana) uğrayanlardan oluruz."
7/24. (Yüce Allah) buyurdu ki: "Kiminiz kiminize (zürriyyetinizden gelecek olanlar birbirlerine) düşman olarak (yeryüzüne) inin (cennet’ten çıkın. Bu Hazret-i Âdem ve Havva hitabına, zürriyyeti veya İblîs de dahil edilmiş ve “ihbitû” emri çoğul olarak gelmiştir “Beydâvî ve Mâturîdî”). Size yeryüzünde bir zamana (eceliniz gelene) kadar yerleşme ve faydalanma vardır (Bakara,36)."
7/25. (Yüce Allah) buyurdu ki: "Orada (yeryüzünde) yaşayacaksınız, orada öleceksiniz ve oradan (kabirlerinizden diriltilip) çıkarılacaksınız."
7/26. Ey Âdem oğulları! Size avret yerlerinizi örtecek elbise ve süslenecek elbise (sebeplerini) indirdik. (Elbise yapabilmek için toprak, su, yün için hayvan, pamuk bitkisi gibi sebepler yarattık). (Ancak) takva (iman, haya, iffet ve salih amel) elbisesi, işte o, en hayırlı olandır. Bu (elbiseler), Allah'ın âyet (nimet)lerindendir ki, (insanlar bu konuda) düşünsünler (de sonunda itâat/iman etsinler) diye (bunları verdik ve açıkladık).
7/27. Ey Âdem oğulları! (Yasak ağaca yaklaştıkları için) avret yerlerini kendilerine göstermek için, elbiselerini soyarak ana babanız (olan Hazret-i Âdem ile Havvay)ı cennetten çıkardığı gibi, Şeytan sizi de aldat(mak suretiyle hak yoldan çıkararak cennete girmekten alıkoy)masın. Çünkü o ve kabilesi (şeytanlar ordusu), onları göremeyeceğiniz yerden sizi görürler. Şüphesiz biz, şeytanları, îman etmeyenlerin dostları kıldık.
7/28. Onlar (iman etmeyenler), (puta tapma ve çıplak Kâ’be’yi tavaf gibi) çirkin bir iş işledikleri vakit: "Biz atalarımızı bunun üzerinde bulduk, Allah da bize bunu emretti." derler. (Resûlüm) de ki: "Şüphesiz Allah, fahşâ (dinde küfür ve haram olan) işleri emretmez. Siz bilmediğiniz (böyle kötü) şeyleri Allah'ın üzerine mi atıyorsunuz?"
7/29. (Resûlüm) de ki: "Rabbim adâlet(le hüküm vermey)i emretti. Her secde ettiğiniz yerde (namazda) yüzlerinizi (kıbleye) çevirin. Dini Allah'a hâs kılarak (bâtıl karıştırmadan ve Resûlün bildirdiği şekilde) O'na (ihlâsla) ibâdet edin. Sizi başlangıçta (topraktan veya yalın ayak ve çıplak) yarattığı gibi (yine O'na) döneceksiniz."
7/30. O (yüce Allah), (iradesini İslam’dan yana kullanan) bir topluluğa hidayet etti ve (iradesini İslam’a karşı küfürden yana kullanan) bir topluluğu da dalâlette/küfürde bıraktı. Çünkü onlar, Allah'ı bırakıp (bâtılı telkin eden) şeytanları (ve sahte ilâhlar edinen kâfirleri) dostlar edindiler. (Böyle olduğu hâlde) kendilerinin doğru yolda olduğunu sanıyorlar. (Onun için Mü’minin bu duruma düşmemesi için her türlü “zan”dan sakınması lâzımdır “Hucurât,12”.)
7/31. Ey Âdem oğulları! Her mescitte ziynetinizi (güzel ve temiz elbiselerinizi) alın (giyin). Yiyin, için, fakat israf etmeyin. Çünkü O (Allah), israf edenleri sevmez.
7/32. (Resûlüm) de ki: “O‘nun (Allah'ın) kulları için (pamuk, keten gibi nebattan; ipek, yün gibi hayvandan; zırh gibi ma'denden) çıkardığı zineti (libası) ve temiz rızıkları kim haram kıldı?" (Mekkeli kâfirler, bazı hayvanları kendilerine haram kılmışlardır “En’âm,138-139; Mâide,103”.) (Resûlüm) de ki: "Onlar (zinet/libas ve temiz rızıklar), dünya hayatında (kâfirler onlara ortak olsalar da esâsta) Mü'minler için (yaratılmış ve verilmişler)dir. Kıyamet gününde ise, (o libas ve rızıklar) sadece (Mü’minlere mahsus olacaktır). İşte biz bilen (düşünen ve aklını kullanan) bir topluluk için âyetleri, böyle açıklıyoruz."
7/33. (Resûlüm) de ki: "Rabbim ancak, açık ve gizli (kâfirlerin uryan/çıplak Kâ’be’yi tavaf gibi) fahşa/çirkin işleri, (içki gibi aklı gideren her türlü) günahı, (zulüm gibi) haksız yere saldırıyı, hakkında hiçbir burhan/delil indirmediği herhangi bir şeyi Allah'a şirk/ortak koşmanızı ve Allah'a karşı bilmediğiniz şeyleri söylemenizi (“bunları bize Allah emretti” diyerek “A’râf,28” iftirada bulunmanızı) haram kılmıştır."
7/34. Her ümmetin (topluluğun) (yeme, içme, ömrü veya onlara inecek azap ile ilgili) belli (mukadder/takdir edilmiş) bir eceli (vakti) vardır. Onların eceli geldi mi, ne bir an geri kalabilirler, ne de öne geçebilirler.
7/35. Ey Âdem oğulları! İçinizden size benim âyetlerimi anlatan Peygamberler gelir de her kim (Allah'ın emirlerini yaparak ve yasaklarından uzak durarak) korkar ve durumunu (gelen vahye göre amel-i sâlih işleyerek) düzeltirse, artık onlara (Ahiret’te) korku yoktur. Onlar (geride bıraktıkları konusunda) üzülecek de değildirler.
7/36. O kimseler ki, âyetlerimizi yalanladılar ve onlara (âyetlerimize) karşı (iman etmeyerek) kibirlendiler, işte onlar, ateş (cehennem) eshâbı/ehlidirler. Onlar, orada ebedî/sonsuz kalacaklardır.
7/37. Allah'a karşı (oğul isnadıyla) yalan iftirasında bulunan veya O'nun âyetlerini tekzip edenden daha zâlim kimdir? İşte onlara kitaptan (Levh-ı Mahfûz’da kendileri için yazılmış ömür ve rızıktan) payları erişir. Sonunda kendilerine (melek) elçilerimiz, canlarını alırken (onları azarlamak için): "Hani Allah'ı bırakıp (ilâh diye) tapmakta olduklarınız (ma’butlarınız) nerede?" derler. Onlar da: "Bizden (uzaklaşıp gözden) kayboldular." derler ve (ölüm ânında) kendi aleyhlerine, kendilerinin kâfir olduklarına şahitlik ederler.
7/38. (Allah, şöyle) buyurur: "Sizden önce gelip geçen cin ve insan toplulukları ile birlikte ateşe girin." Her topluluk (arkasından gidip dalâlete/küfre düştüğü) yoldaşına lânet eder. Nihayet hepsi orada toplandığı zaman, (kurtarıcı diye) peşlerinden gidenler, kendilerine (küfür ve bâtılda) öncülük edenler için: "Ey Rabbimiz! Bunlar bizi (senin dinin İslam’dan) saptırdılar (onu çağdışı gösterdiler). Onlara bir kat daha fazla ateş azabı ver." derler. (Her şeye kâdir Allah) buyurur ki: "Her biriniz için kat kat (iki kat) azap vardır. Fakat (sizlerden her bir grup, ne tür bir azap olduğunu veya gruplardan hiçbiri diğerinin ne tür ve ne miktarda bir azap ile cezalandırılacağını) bilmiyorsunuz."
7/39. Öncekiler (küfürde veya İslam karşıtlığında liderlik yapanlar,) sonrakilere (kendilerine tâbi olanlara): "Sizin bize karşı (azabınızın hafifletilmesi konusunda) bir üstünlüğünüz (farkınız) yoktur. (Çünkü siz de küfre/dalâlete tâbi oldunuz, biz de. Bu durumda eşitiz “Begavî”.) Artık kazanmış olduğunuz şeylere (iradenizi küfürden veya dalâletten yana kullanmanıza) karşılık (hak ettiğiniz), azabı tadın." derler.
7/40. Şüphesiz o kimseler ki, (Kur’ân) âyetlerimizi (eskilerin masalları “Kalem,15”, “çöl kanunu” ve “ahkâmı, çağdaş hukuka uymuyor” şeklindeki isnatlarla) yalanladılar ve onlara (îman etmeyerek) kibirlilik gösterdiler, işte onlara göklerin kapıları açılmaz (hiçbir dua ve amelleri yükselmez/kabul olmaz). Deve iğne deliğinden geçinceye kadar, onlar cennete giremezler. Biz mücrim (dinî suç işleyen kâfir)leri, işte böyle cezalandırırız.
7/41. Onlar (İslam ve Kur’an’a çeşitli sebeplerle inanmayan kâfirler) için cehennem ateşinden döşek, üstlerinde de (yine ateşinden) örtüler vardır (Zümer,16). İşte biz, zâlim (kâfir)leri böyle cezalandırırız.
7/42. (Resûlüllah’ın tebliğ ettiği şekilde İslam ve Kur’an’a) îman eden ve (namaz, zekât ve cihad gibi) salih ameller işleyenlere gelince – ki, biz kişiye ancak gücünün yettiğini yükleriz “Bakara,286”- işte onlar, cennet eshâbıdırlar. Onlar, orada ebedî/sonsuz kalıcıdırlar.
7/43. Biz onların (cennet’tekilerin) kalplerinde (dünyada aralarında var olan) kinden ne varsa hepsini söküp attık (Hıcr,47). (Ağaçların) altlarından da ırmaklar akar. (Mü’minler:) “O (yüce) Allah’a hamdolsun ki, bizi (karşılığı cennet olan bu iman ve amele) hidayet etti. Biz kendi kendimize hidayete eremezdik, eğer Allah bize hidayet etmeseydi. Yemin olsun, Rabbimizin resülleri bize hak (olan İslam’)ı getirmiş.” derler. Onlara: "İşte (iman ederek) yaptığınız (namaz, oruç, zekât ve cihad gibi salih ameller) karşılığında mirasçı kılındığınız cennet, budur!" diye seslenilir.
7/44. Cennet ehli cehennem ehline: "Rabbimizin biz (Mü’minler)e va'dettiği (sevap va’di)ni biz hak/gerçek olarak bulduk. Siz de Rabbinizin size va'dettiği (azap va’di)ni hak/gerçek olarak buldunuz mu?” diye seslenirler. Onlar: "Evet" derler. O zaman aralarında bir nidacı: "Allah'ın lâneti zâlim (kâfir)ler üzerine olsun!" diye seslenir.
7/45. Onlar (o kâfirler ki, insanları) Allah’ın (dini İslam ve Kur’an) yolundan alıkoyarlar (yasaklarlar) ve onu (Kur’an’ı), (âyetleri arasında çelişki var ve ahkâmı indiği devirle sınırlı diyerek) eğip bükmek (suretiyle tahkir ve tebdil etmek) isterler ki, onlar, ahireti de inkâr eden (kâfir)lerdir.
7/46. İki taraf (cennetlik ve cehennemlikler) arasında bir perde (Hadîd,13) ve A’raf (cennet surları) üzerinde de (sevap ve günahları eşit miktarda olan) birtakım adamlar vardır ki, (cennetlik ve cehennemliklerin) hepsini simalarından tanırlar. (Onlar,) cennetlik ehline: "Selâm olsun size!" diye seslenirler. Onlar, henüz cennete girmemişlerdir, fakat (girmeyi) arzu etmektedirler.
7/47. Onların (A’râftakilerin) gözleri ateş ehli (cehennemlikler) tarafına çevrildiği zaman: "Ey Rabbimiz! Bizi zâlim (kâfir) toplulukla beraber kılma!" derler.
7/48. A’râf ehli (dünyada) simalarından tanıdıkları birtakım adamlara (kâfirlerin ileri gelenlerine) seslenir ve şöyle derler: "(Dünyada mal ve kişi olarak) ne çok olmanız, ne de (imanı reddederek) kibir/büyüklük taslamanız, size hiçbir fayda sağlamadı (sizi ateşten kurtaramadı)!"
7/49. Siz (kâfirler)in (dünyada hakir ve zayıf gördüğünüz – Suheyb, Bilâl gibi - Mü'minler hakkında:) “Allah, bunları rahmete erdirmez.” diye yemin ettiğiniz bunlar mıydı?" (Ey Mü'minler! Siz onlara rağmen veya A’raftakilere: Melâike-i Kiram:) "Haydi, (Allah’ın lûtfu ile) girin cennete. Size korku yok. Siz üzülecek de değilsiniz." (derler).
7/50. Cehennemlikler de cennetliklere: "(Ne olur,) sudan veya Allah'ın size verdiği rızıktan biraz bize de akıtın (verin)." diye seslenirler. Onlar: "Şüphesiz, Allah bunları (su ve rızıkları) kâfirlere haram kılmıştır." derler.
7/51. Onlar (kâfirler, kendilerine göre bazı hayvanları haram kılma, Beyt’in etrafında el çırpıp ıslık çalma gibi bazı eylemler ile) dinlerini (inançlarını) oyun ve eğlenceye aldılar. Dünya hayatı da (Resûlüllah’a inanmak ve tâbi olmaktan) kendilerini aldattı. İşte onlar (kâfirler,) bu (Kıyamet ve hesap) günlerine kavuşacaklarını nasıl unuttular (inanmadılar) ve âyetlerimizi nasıl inkâr ettilerse, biz de onları bugün öyle unutuyor (rahmetimizden mahrum bırakıyo)ruz (En’âm,70).
(Eğer İslam toplumunda biri, İslam’ı, Kur’an’ı, Peygamberi ve Ma’betleri:
İslam’ın yanında diğer dinler de haktır; Kur’an ahkâmı medenî değil, o bir “çöl kanunu”dur, âyetleri arasında da çelişki vardır; Peygamberin “teşrî” (dinde hüküm koyma) yetkisi yoktur, diyerek,
Tahkir, tezyif ve tebdile kalkarsa; İslam’ın şiarları olan ezanı değiştirir ve Mescidleri aslî hüviyetlerinden çıkararak samanlık, ağır, meyhane yapar ve kızlı/erkekli tenis oynanan mekânlar hâline getirirse, aynı cezaya çarptırılırlar.)
7/52. Yemin olsun biz onlara (insanlara), ilim (haber, va’d/iyilik, müjde ve va’îd/ kötülük, ceza) üzere açıkladığımız bir kitabı (Kurân’ı), iman eden bir toplum için (hakkın kendisi olan) bir hidayet ve rahmet (nimet ve azaptan kurtuluş) olarak getirdik.
7/53. Onlar (kâfirler) ancak, ("görelim bakalım!" diyerek) Onun (Kur'ân'ın) bildirdiği te'vilini (Kıyameti) bekliyorlar. Onun te’vili geldiği (haber verdiği Kıyamet, hesap ve mizan ortaya çıktığı) gün, önceden (dünyada) onu unutmuş (ona inanmamış) olanlar, derler ki: "Gerçekten Rabbimizin peygamberleri “hakk”ı getirmişler. Şimdi bizim için şefâatçılar var mı ki, bize şefâat etseler veya (dünyaya) döndürülsek de (iman etsek ve) yaptığımız (isyan)dan başkasını (itâat ve tâat) yapsak?" Gerçekten onlar (peygamberi ve getirdiklerini reddederek) kendilerine yazık ettiler. (İlâh ve şefâatçi diye) uydurdukları (heykel ve putlar) da onlardan (uzaklaşarak) kaybolup gitti.
7/54. Şüphesiz sizin Rabbiniz, o Allah’tır ki: Gökleri ve yeri altı günde (altı devirde “Râzî/Yûnus,3”) yarattı. Sonra Arş'ı istiva etti (idaresi ve hükmü altına aldı “Tâhâ,5”); geceyi, durmadan kendisini takip eden gündüze kattı; güneşi, ayı ve bütün yıldızları da emrine boyun eğmiş (kıldı). Dikkat edin, yaratmak da, emretmek de yalnız O'na mahsustur. (Heykel ve putlar, bir sinek dahi yaratmaktan âcizdirler “Hacc,73”.) Âlemlerin Rabbi olan Allah, (her türlü noksanlıktan berî olup) ne yücedir (bütün bereketlerin sahibidir)!
7/55. Rabbinize yalvararak ve gizlice dua edin. Çünkü O (Allah), haddi aşanları (duada şeriate aykırı şeyler isteyenleri ve emrini çiğneyenleri) sevmez.
7/56. Yeryüzünde - orası ıslâh edildikten (peygamberler gönderilip hidayet ve dalâlet, itâat ve isyan açıklandıktan) sonra - (Allah’ın dinini devre dışı bırakarak küfür ve dalâlete sapmak suretiyle) fesat çıkarmayın. O’na (Allah'a) (azabından) korkarak ve (rahmetini) umarak dua edin. Şüphesiz Allah'ın rahmeti Muhsinlere (dine uygun iyi ve faydalı işler yapanlara) yakındır.
7/57. O (Allah) ki, rüzgârları rahmetinin (yağmurunun) önünde müjde olarak (Rûm,46) gönderendir. Nihayet onlar (rüzgârlar), (yağmur yüklü) ağır bulutları yüklendiği vakit, onları ölü (kurak) bir belde(yi diriltmek) için sevk ederiz, oraya yağmuru indirir ve onunla çeşit çeşit meyveler (bitkiler) çıkarırız. İşte (biz şânı yüce Allah,) ölüleri de böyle (kabirlerinden) çıkarırız (diriltiriz) ki, ibret alasınız diye (bunları açıklıyoruz). (Bu âyette mecazlar vardır “bk. A’râf,58”.)
7/58. (Toprağı) tayyib (iyi ve elverişli) beldenin bitkisi, Rabbinin izniyle (bol ve bereketli) çıkar. (Toprağı) habis (kötü ve elverişsiz) olandan ise, faydasız bitkiden başkası çıkmaz. Şükredecek bir toplum için biz âyetleri işte böyle değişik şekillerde (benzetmelerle) açıklıyoruz.
(Bu âyetlerde “57. ve 58.” mecazlar vardır. “Rahmet rüzgârları” gibi Peygamberler de ilâhî rahmetin müjdeleyicileri olarak bildirilmiştir (Sebe’,28). Kendilerine vahyolunan kitaplar da “yağmur yüklü bulutlar” gibi elverişli/Mü’min kalpleri diriltirler. Toprak gibi insanların da iyisi ve kötüsü vardır. İyiler/Mü’minler verimli toprak gibi, topluma faydalı olurlar. Kötüler/Kâfirler de çorak toprağa benzerler “Semerkandî, Begavî ve Râzî”.)
7/59. Yemin olsun, (Peygamberim) Nûh'u kendi kavmine peygamber olarak gönderdik. O dedi ki: "Ey kavmim! Allah'a ibadet edin. Sizin için O'ndan başka hiçbir ilâh yoktur. Şüphesiz ben, üzerinize gelecek büyük bir günün azabından korkuyorum."
7/60. (Hazret-i Nûh) kavminin ileri gelenleri: (Ya Nûh:) "Biz seni açıkça (haktan uzak) bir dalâlet içinde (yoldan çıkmış olarak) görüyoruz." dediler.
7/61. (Peygamberim Nûh onlara) şöyle dedi: "Ey kavmim! Bende herhangi bir dalâlet (yoldan çıkma) yok. Fakat ben, âlemlerin Rabbi tarafından gönderilmiş bir peygamberim (her sözüm ve davranışım doğrudur)."
7/62. (Peygamberim Nûh kavmine devamla dedi ki: "Ben size Rabbimin vahyettiklerini tebliğ ediyorum ve size nasihat ediyorum. Sizin bilmediğiniz şeyleri de Allah’tan (gelen vahiy ile) biliyorum." (Onun için sözlerimi reddetmeyin!)
7/63. (Allah'ın azabından) korkup da rahmete ulaşmanız için, içinizden sizi uyaracak bir adam (peygamber) vasıtasıyla size bir zikir (vahiy ve nasihat) gelmesine şaştınız mı?
7/64. Bunun üzerine (kavmi) onu (Hazret-i Nûh’u) yalanladılar. Biz de onu ve gemide onunla beraber bulunan (Müslüman)ları kurtardık. Âyetlerimizi tekzip eden (kâfir)leri de suda boğduk. Çünkü onlar (kalpleri hakka kapalı ve basîretten yoksun) kör bir kavim idiler.
7/65. Âd (kavmin)e de (aynı soydan) kardeşleri (Hazret-i) Hûd'u (peygamber olarak) gönderdik. Onlara: "Ey kavmim! Allah'a ibadet edin. Sizin için O'ndan başka hiçbir ilâh yoktur. Allah'tan korkmayacak (ve O’na iman edip ibadette bulunmayacak) mısınız? dedi.
(Âd kavmi, Yemen’deki Umman ile Hadramut arasındaki Ahkâf (Ahkâf sûresi,21) adı verilen çöl bölgesinde yaşamış olan eski bir Arap toplumudur. Âd kavmi için bk. A’râf,74; Tevbe,70; Hûd,50, 59-60; İbrahim,9; Hac,42.)
7/66. (Âd) kavminin ileri gelen kâfirleri (peygamberleri Hûd’a) dediler ki: "Şüphesiz, biz seni sefâhat (cehâlet/akıl noksanlığı) içinde görüyoruz. Biz senin mutlaka yalancılardan biri olduğuna inanıyoruz."
7/67. (Peygamberim) Hûd, şöyle dedi: "Ey kavmim! Bende sefâhat (akıl noksanlığı) yok. Fakat ben âlemlerin Rabbi tarafından gönderilmiş bir peygamberim." (Her sözüm ve davranışım doğrudur.)
7/68. Size "Rabbimin vahyettiklerini tebliğ ediyorum. Ben sizin için emin (güvenilir) bir nasihatçıyım (dünya ve âhiretiniz için öğüt vermekteyim)."
7/69. (Ey Âd kavmi!) Sizi uyarmak için içinizden bir adam (peygamber) vasıtasıyla size bir zikir (vahiy ve nasihat) gelmesine şaştınız mı?
Hatırlayın ki, O (Allah,) sizi Nûh kavminden sonra onların yerine getirdi (veya sizi hükümdarlar yaptı) ve yaratılış itibariyle sizi onlardan üstün (kuvvetli) kıldı. O hâlde Allah'ın nimetlerini hatırlayın ki, (şükrederek) kurtuluşa eresiniz."
7/70. Onlar, (peygamberleri Hûd’a): "Sen bize tek Allah'a ibâdet edelim ve atalarımızın tapmakta oldukları (heykel ve putları)nı bırakalım diye mi geldin? Eğer doğru söyleyenlerden isen, haydi, - bizi tehdit ettiğin azabı - bize getir!" dediler.
7/71. (Peygamberim) Hûd: "Artık size Rabbinizden bir azap ve gazap inmiştir. Allah'ın, haklarında hiçbir delil indirmediği, yalnızca sizin ve babalarınızın uydurduğu birtakım isimler (ilâhlar) hakkında mı benimle tartışıyorsunuz? O hâlde (başınıza gelecek olan o azabı) bekleyin! Şüphesiz ben de sizinle beraber (gelecek azabı) bekleyenlerdenim!" dedi.
7/72. Bunun üzerine biz onu (Hazret-i Hûd’u) ve beraberindeki (Mü’min)leri tarafımızdan bir rahmetle kurtardık. Âyetlerimizi yalanlayanların ve îman etmemiş olanların ise (hepsini helâk etmek suretiyle) arkasını kestik (kökünü/neslini kuruttuk).
7/73. Semûd (kavmin)e de kardeşleri (kendi nesillerinden olan) Salih'i (Peygamber olarak gönderdik). (O) dedi ki: "Ey kavmim! Allah'a ibadet edin. Sizin için O'ndan başka bir ilâh yoktur. Gerçekten size Rabbinizden (benim peygamber olduğumu gösteren) açık bir delil geldi. (Kavmi ondan bir kayadan dişi bir deve çıkarmasını istemişti.) İşte size bir mu’cize olarak Allah'ın şu devesi! Bırakın onu, Allah'ın mülkünden yesin (ve içsin). Sakın ona bir kötülük etmeyin, yoksa sizi elem verici (acı) bir azap yakalar."
(Semûd kavmi, Suriye ile Hicaz arasında ve Medine'nin kuzeyine düşen Hıcr (bk. Hıcr sûresi,80) adlı bölgede yaşamış olan eski bir Arap kavmidir (Tevbe,70; Hûd,61, 68, 95; İbrahim,9; İsrâ,59; Hac,42; Furkân,38.)
7/74. (Peygamberim Salih devam ederek dedi ki:) "Hatırlayın ki, Allah, (isyankâr) Âd kavmin(i helâk ettik)den sonra, sizi onların yerine getirdi (veya sizi hükümdarlar yaptı) ve sizi yeryüzünde yerleştirdi (iskân etti). Onun ovalarında saraylar kuruyor ve dağları oyup evler yapıyorsunuz. Artık Allah'ın nimetlerini hatırlayın (ve şükrünüzü yapın) da yeryüzünde fesatçılar olarak karışıklık çıkarmayın."
7/75. (Semûd) kavminden (iman etme konusunda) kibirlilik gösteren ileri gelenler, zayıf (ve hor) görülen Mü’minlere: "Siz, Salih'in, Rabbi tarafından gönderilmiş bir peygamber olduğunu (gerçekten) biliyor (ve ona inanıyor) musunuz?" dediler. Onlar da: "Şüphesiz biz (onun peygamberliğine ve) onunla gönderilen (vahy)e iman edenleriz." dediler.
7/76. (Yine Semûd kavminde iman etme konusunda) büyüklük taslayanlar (kibirlilik gösterenler): "Şüphesiz biz sizin inandığınız şeyi (vahyi), inkâr edenleriz." dediler.
7/77. (Semûd kavmi peygamberleri Salih’e inanmadılar.) Nihayet (“sakın dokunmayınız!” dediği ve mu’cize olarak gönderilen) deveyi kestiler ve (böylece) Rablerinin emrine karşı geldiler. (Üstelik kavmi:) "Ey Salih! Eğer sen (dediğin gibi gerçekten) peygamberlerden isen, haydi bizi tehdit ettiğin azabı getir." dediler.
7/78. Bunun üzerine, onları (Semûd kavmini) o (korkunç gürültülü) zelzele (sayha “Hıcr,83”) yakaladı da yurtlarında (ölmüş olarak) dizüstü hareketsiz dona kaldılar.
7/79. O da (Peygamberim Salih) onlardan yüz çevirdi ve (üzüntülü bir vaziyette) şöyle dedi: “Ey kavmim, yemin olsun, ben size Rabbimin vahyettiklerini tebliğ ettim ve size nasihatta bulundum. Fakat siz nasihat edenleri sevmezsiniz (hiçbir zaman da sevmediniz)." dedi.
(Hazret-i Salih bunları kavmi helâk olduktan sonra söylemiştir. Nitekim Peygamber aleyhisselâm da Bedir’de ölen müşriklere şöyle hitabetmiştir: "Rabbimizin bize va'dettiğini biz hak/gerçek olarak bulduk. Siz de Rabbinizin size va'dettiğini hak olarak buldunuz mu? “A’râf,44; Buhârî, Megazî 8”. Ancak Salih peygamberin bu âyette bildirilenleri, kavmi helâk olmadan önce söylemiştir, diyen Müfessirler de vardır “Semerkandî”.)
7/80. Lût'u da (Peygamber olarak gönderdik). Hani o kavmine şöyle demişti: "Sizden önce âlemlerden hiçbir kimsenin yapmadığı fuhşu mu (erkeklerin cinsel sapıklığını mı) yapıyorsunuz?"
7/81. (Peygamberim Lût devamla şöyle dedi:) "Hakikaten siz (nikâhla) kadınlar(a yaklaşmay)ı bırakıp, şehvetle erkeklere yaklaşıyorsunuz. Bu durumda siz haddi aşan (helâlı bırakıp harama koşan) bir toplumsunuz."
7/82. (Lût) kavminin cevabı: "Onları (Lût’u ve ona iman edenleri) memleketinizden çıkarın! Çünkü onlar, güya kendilerini fazla temiz tutan insanlarmış! " demelerinden başka olmadı.
7/83. Bunun üzerine biz de onu (peygamberim Lût’u) ve karısı dışında aile fertlerini (ona iman edenleri) kurtardık. Karısı ise azap içinde kalanlardan (kâfirlerden) oldu.
7/84. Onların üstüne bir azap (taş) yağmuru yağdırdık (Hıcr,74). (Resûlüm) bak, mücrim (dinî karşı suç işleyen kâfir)lerin akıbeti (sonu) nasıl oldu?
7/85. Medyen (ahâlisin)e de kardeşleri (kendi soydaşlarından) Şu'ayb'ı (peygamber olarak gönderdik). O dedi ki: "Ey kavmim! Allah'a ibadet edin. Sizin için O'ndan başka hiçbir ilâh yoktur. Rabbinizden size açık bir delil (mu’cize) gelmiştir. Artık ölçüyü ve tartıyı tam yapın. İnsanların mallarını eksik vermeyin. (Peygamberlerin gönderilmesiyle) yeryüzünde (hak ve adaletle) sulh/düzen sağlandıktan sonra (küfür ve zulme saparak) fesat çıkarmayın. (Benim peygamberliğime) iman eden kişilerseniz, bunlar (söylediklerim) sizin için çok hayırlıdır."
(Medyen, Filistin ile Mısır arasında, Sina yarım adasının kuzeyindeki - bugünkü Ürdün ve İsrâil'in güneyindeki - dağlık bölgeye verilen addır. Medyen için bk.: Hûd, 84, 95; Hacc, 44; Şuarâ, 176; Sâd, 13; Kâf, 14.)
7/86. (Peygamberim Şu’ayb devamla şöyle dedi:) Ona (Allah’a) îman edenleri tehdit ederek ve onları Allah'ın yolundan (dininden) çevirerek, (hak ve adaletle döşeli) her yola (engel olmak için) oturmayın ve onun eğrilmesini (o hak dinin bozulmasını ve değiştirilmesini) istemeyin. (Bu konuda teşebbüsünüz olmasın!) Hatırlayın, hani siz az (ve güçsüz) idiniz de (Allah) sizi çoğaltmıştı. Bakın (iyi düşünün), fesat çıkaran (peygamberlerini tekzip eden Hazret-i Nûh’un kavmi ile Âd ve Semûd’dan inkârcı isyancı)ların sonu nasıl oldu!
7/87. (Peygamberim Şu’ayb devamla şöyle dedi:) "Eğer içinizden bir kısmı bana gönderilen (vahy)e iman etti, bir kısmı da iman etmedi ise, artık Allah aramızda (Mü'min olanı kurtarmak, kâfir olanı da helâk etmek için) hükmünü verinceye kadar sabredin (bekleyin). O, (âdil) hüküm verenlerin en hayırlısıdır."
7/88. Onun (Peygamberim Şu'ayb'ın) kavminden kibirlilik gösteren ileri gelenler dediler ki: "Ey Şu'ayb! Yemin olsun, ya kesinlikle bizim inancımıza dönersiniz, ya da mutlaka seni ve seninle birlikte Mü'minleri memleketimizden çıkaracağız." (Hazret-i) Şu'ayb, "İstemesek de mi?" dedi.
7/89. (Peygamberim Şu’ayb devamla şöyle dedi:) "Allah, bizi sizin (küfür) inancınızdan kurtardıktan sonra eğer ona dönersek, mutlaka Allah'a karşı yalan uydurmuş oluruz. Rabbimiz Allah'ın dilemesi olmadan, sizin (küfür) inancınıza dönmemiz bizim için olacak şey değildir. Rabbimiz her şeyi ilmiyle kuşatmıştır. Biz yalnız Allah'a tevekkül ettik. Ey Rabbimiz! Bizimle kavmimiz arasında hakk (adalet) ile hükmet. Çünkü sen (âdil) hüküm verenlerin en hayırlısısın."
7/90. Onun (Peygamberim Şu'ayb'ın) kavminden ileri gelen kâfirler dediler ki: "(Ey ahâli!) Yemin olsun ki, eğer Şu'ayb'a tâbi olursanız, o takdirde mutlaka siz (inancınızdan ayrıldığınızdan ve eksik tartmakla kazanacağınızı kaybettiğinizden dolayı) zarar edenler olursunuz."
7/91. Bunun üzerine, onları o korkunç zelzele/sarsıntı yakaladı da yurtlarında (ölmüş olarak) dizüstü hareketsiz dona kaldılar.
7/92. (Peygamberim) Şu'ayb'ı yalanlayanlar (helâk edilince), sanki orada hiç yaşamamış gibi oldular. (Hazret-i) Şu'ayb'ı yalanlayanlar var ya, asıl hüsrana (en büyük zarara) uğrayanlar onlar olmuşlardır.
7/93. Bunun üzerine (Hazret-i Şu'ayb), onlardan (isyancı kâfirlerden) yüz çevirdi ve dedi ki: "Ey kavmim! Yemin olsun, ben size Rabbimin vahyettiklerini bildirdim. Size nasihat de ettim. Şimdi ben, (peygamberini) inkâr eden bir topluluğa nasıl (acır ve) üzülürüm?"
7/94. Biz (şanı yüce Allah,) hangi memlekete bir peygamber gönderdiysek, ora halkını, (peygamberi yalanladıklarından dolayı bize) yalvarıp yakarsınlar (itâate yönelip iman etsinler) diye mutlaka (imtihan için) fakirlik ve darlık (hastalık)la sıkıntıya uğratmışızdır.
7/95. Sonra (o memlekette) seyyienin/fenalığın (sıkıntı ve darlığın) yerine iyiliği (bolluk ve genişliği/sağlığı) getirdik. Nihayet (bolluk ve sağlık içinde) çoğaldılar ve (fakat nankörlük edip): "Atalarımız da (bazan) darlığa uğramış ve (bazan da) bolluğa kavuşmuşlardı." (Onun için çekdiğimiz o belâlar, bizim isyanımızdan doğma şeyler değildir) dediler (ve isyana devam ettiler). Biz de farkında olmadıkları bir zamanda onları ansızın (azabımızla) yakaladık.
7/96. Eğer, o memleketlerin (yalanlayan) halkı, (Allah’a ve Resûlüne) îman etseler ve (küfür ve isyandan) sakınmış olsalardı, elbette onların üstüne gökten (yağmurla) ve yerden (bitirdiğimiz) nice (hububat ve sebzelerle) bereketler(in kapılarını) açardık. Fakat onlar, (peygamberleri) yalanladılar, biz de kendilerini işledikleri günahlarından dolayı (azabımızla) yakalayıverdik.
7/97. O (küfür ve isyanda olan) memleketlerin halkı, azabımızın kendilerine geceleyin uyurken (ondan gafiller iken) gelmesinden (kormayıp) emin mi oldular?
7/98. Ya da o (küfür ve isyanda olan) memleketlerin halkı, kuşluk vakti eğlenirlerken kendilerine azabımızın gelmesinden (korkmayıp) emin mi oldular?
7/99. Yoksa Allah'ın mekrinden (kendileri için hazırladığı azabı geri bırakmasından) emin mi oldular? Fakat Allah’ın mekrinden (vereceği azaptan) hüsrana (belâya) uğramış topluluktan başkası emin olamaz. (Buradaki “Allah’ın mekri” ifadesi mecazî olup, “küfreden ve isyanda devam edenlere vereceği ceza” anlamındadır.)
7/100. Yeryüzüne önceki sahiplerinden sonra varis olan (peygamberlerini yalanlayan)lara şu gerçek apaçık belli olmadı mı ki, biz (şanı yüce Allah) dileseydik onları da (öncekiler gibi) günahları yüzünden cezalandırırdık. Biz, (Allah’a ve peygambere iman etmediklerinden dolayı) onların kalplerini mühürleriz de onlar (hakkı) işitmez (ve peygamberin tebliği ettiği dini kabul etmez)ler.
7/101. İşte o (halkı isyan eden) memleketler, ki, onların haberlerinden bir kısmını (Resûlüm) sana anlatıyoruz. Muhakkak ki, peygamberleri onlara apaçık deliller (mu’cizeler) getirmişti. Fakat onlar, daha önce yalanladıkları (peygamberlerin nasihatları)na iman eder olmadılar. (Aksine küfür üzere devam ettiler.) İşte böylece Allah da (tekzibe devam ettiklerinden dolayı) o kâfirlerin kalplerini (hakka kapıla olmak üzere) mühürler.
7/102. Biz onların çoğunda, ahde vefa (sözünde durma diye bir şey) bulmadık. Şüphesiz biz onların çoğunu da fâsık (verdikleri sözü bozan)lar olarak bulduk. (Ayetteki “bulduk” bildik anlamındadır “Beydâvî”. Çünkü yüce Allah, kullarının olan ve olacak her hareketini önceden bilmektedir.)
7/103. Sonra onların (zikri geçen peygamberlerin) ardından (Peygamberim) Mûsa'yı, apaçık mu’cizelerimizle Fir’avun'a ve onun ileri gelen adamlarına/kavmine (peygamber olarak) gönderdik. Fakat onlar, (iman edecekleri yerde) mu’cizeleri inkâr ettiler. (Resûlüm,) sonra bak, o müfsitlerin sonu nasıl oldu! (Hepsi helâk oldu.)
7/104. (Peygamberim) Mûsa dedi ki: "Ey Fir’avun! Şüphesiz ki, ben âlemlerin Rabbi tarafından gönderilmiş bir peygamberim."
7/105. Bana, Allah'a karşı haktan başkasını söylememek, benim üzerime borçtur. Ben size Rabbinizden açık bir delil (mu’cize) getirdim. Artık İsrâiloğullarını benimle gönder. (Fir’avun, İsrâiloğullarını vatanlarından uzaklaştırmış, onları çok zor şartlar altında köle gibi çalıştırıyordu.)
7/106. (Fir’avun, Hazret-i Mûsa’ya): "Eğer (peygamber olduğuna dair) açık bir delil getirdiysen ve gerçekten doğru söyleyenlerdensen, haydi göster onu bakalım." dedi.
7/107. Bunun üzerine (Peygamberim) Mûsa, asâsını yere bıraktı/attı. Bir de ne görsünler, o apaçık bir ejderha (oluverdi).
7/108. Elini (koynundan) çıkardı (Neml,12). Bir de ne görsünler o, bakanlar için (ışık saçan) bembeyaz (bir el oluverdi). (Kasas,32; Şu'arâ,33.)
7/109. Fir’avun'un kavminden ileri gelenler: "Şüphesiz bu, çok bilgili (maharetli) bir sihirbazdır." dediler (Şu’arâ,34).
7/110. (Fir’avun’nun ileri gelen adamları, “Mûsa bu sihriyle) sizi yurdunuzdan (Mısır’dan) çıkarmak istiyor." (dediler.) Fir’avun, ileri gelenlere: "Öyle ise (bu durum karşısında) siz ne dersiniz? (ne yapmam gerekiyor/ne tavsiye edersiniz?)" dedi (Tâhâ, 60-63; Şu'arâ, 43-44.)
7/111. Onlar (Fir’avun’nun ileri gelen adamları) şöyle dediler: Onu ("Mûsa) ve kardeşini (bir süre) beklet (haklarında bir şey yapma) ve şehirlere toplayıcılar (memurlar) yolla."
7/112. Onlar "bütün bilgili (maharetli) sihirbazları (toplayıp) sana getirsinler."
7/113. Sihirbazlar Fir’avun'a geldiler: "Galip gelenler biz olursak, mutlaka bize bir mükâfat vardır, değil mi?" dediler.
7/114. (Fir’avun:) "Evet, üstelik (ücretle de kalmayacak) siz (benim) mutlaka yakınlar(ım)dan (olacak)sınız!"
7/115. (Sihirbazlar:) "Ey Mûsa! Ya (önce) sen at, ya da (önce) atanlar biz olalım." dediler.
7/116. (Peygamberim Mûsa), "Siz atın." dedi. Bunun üzerine onlar (ellerindekini) atınca insanların gözlerini büyülediler ve onlara korku saldılar. Büyük bir sihir (meydana) getirmiş oldular. (Yaptıkları sihirde ip ve odun parçaları, yılan gibi görünmüştü “Beydâvî”.)
7/117. Biz de (Peygaberim) Mûsa'ya: "Elindeki asânı/değneğini at!" diye vahyettik. Bir de ne görsünler o, onların uydurduklarını yakalayıp yutuyor (du).
7/118. Böylece hak ortaya çıktı ve onların (sihirbazların) yapmış oldukları şeylerin hepsi bâtıl oldu (boşa çıktı).
7/119. Artık orada onlar (sihirbazlar), yenildiler ve küçük düştüler/zelil oldular.
7/120. (Bu durumda) sihirbazlar (hepsi) secdeye kapandılar.
7/121. (Sihirbazlar:) "Âlemlerin Rabbine îman ettik." dediler.
7/122. "Mûsa ve Hârûn'un Rabbine (îman ettik.” dediler.)
7/123. Fir’avun (sihirbazlara): "Ben size izin vermeden ona (Mâsa’ya) îman mı ettiniz?" dedi. "Bu, bir tuzaktır, şehirde bu tuzağı (Mûsa ile birlikte) kurdunuz ki, halkını oradan (Mısır’dan) çıkarasınız, fakat yakında (size ne yapacağımı) bilecek (görecek)siniz!"
7/124. (Fir’avun sihirbazlara devam ederek şöyle dedi:) "Mutlaka sizin ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama keseceğim, sonra da (ibret olsun diye) sizin hepinizi elbette (hurma dallarına) asacağım."
7/125. (Sihirbazlar) dediler ki: "Biz mutlaka (bizi yaratan) Rabbimize (Ahiret’te) döneceğiz." (Sihirbazlar, “biz öldükten sonra dirilmeye ve Mûsa’nın Allah’ın peygamberi olduğuna iman ettik.” dediler.)
7/126. (Sihirbazlar devam ederek Fir’avun’a şöyle dediler:) "Sen bizden, sırf Rabbimizin âyetleri bize gelince, onlara îman ettiğimiz için bizden intikam alıyorsun. (Sonra şöyle niyaz ettiler:) Ey Rabbimiz! (Fir’avun bize va’d ettiği işi yaptığı anda tekrar kâfirler olmaya dönmeyelim diye) üzerimize sabır yağdır ve (İslam’da sebat ederek) Müslüman olarak bizim canımızı al."
7/127. Fir’avun'un kavminden ileri gelenler dediler ki: "Sen (sihirbazları cezalandıracaksın da) Mûsa'yı ve kavmini, bu ülkede fesat çıkarsınlar, seni ve ilâhlarını terk etsinler diye (cezasız) bırakacak mısın?" Fir’avun: "Biz onların oğullarını öldüreceğiz, kadınlarını sağ bırakacağız. Biz onların üzerinde kâhir (ezici) bir güce sahibiz?" dedi.
7/128. (Peygamberim) Mûsa, kavmine: "Allah'tan yardım isteyin ve (onların ezasına) sabredin. Şüphesiz yeryüzü Allah'ındır. Ona, kullarından dilediğini mirasçı kılar. (Övgüye lâyık) âkıbet/sonuç, müttakîlerindir (dinin emirlerini yaparak ve yasaklarından kaçarak Allah'tan çok korkanlarındır.)" dedi.
7/129. (Mûsa’nın kavmi, Mûsa peygambere) dediler ki: "Sen bize (Peygamber) gelmeden önce de bize (Fir’avun adamları tarafından) işkence edildi, geldikten sonra da." (Peygamberim) Mûsa (onlara): "Umulur ki, Rabbiniz düşmanınızı helâk edecek ve sizi bu yerde (Mısır'da) hâkim kılıp, nasıl amel edeceğiniz (iman/küfür, iyi/kötü) konusunda (sizi) imtihan edecektir.” dedi.
7/130. Yemin olsun biz, Fir’avun hanedanını, düşünüp ibret alsınlar (hakkı kabul edip iman etsinler) diye yıllarca süren kuraklık/kıtlık ve ürünlerini azaltmakla yakaladık (cezalandırdık).
7/131. Fakat onlara (Fir’avun hanedanına) iyilik (bolluk ve rahatlık) geldiği zaman: "Bu, bizimdir, (bizdendir; biz çalışıp kazandık.)" derler. Eğer başlarına bir kötülük (kıtlık ve belâ) gelirse, (Hazret-i) Mûsa ve beraberindeki (Mü’min)lerin uğursuzluğuna yüklerlerdi (yorarlardı). İyi bilin ki, onların uğursuzluk (saydıkları ve kötüye yorumladık)ları (şeyler), ancak Allah katında (Levh-ı Mahfûz’da yazılı)dır (Çünkü her şeyin yaratıcısı yüce Allah’tır “Mü’min,62”. Hiçbir şey, Allah’ın izin ve iradesi olmadan ortaya çıkmaz “Tekvîr,29”). Fakat çokları (başlarına gelen şeyin Allah’tan olduğunu) bilmezler. (İslâm'da uğursuzluk yoktur: Hadis-i şeriflerde buyruluyor: (İslam’da) Teşe'üm “uğursuz sayma, kötüye yorma” yoktur “Buharî, Tıb 54”. Eşyada/cisimlerde uğursuzluk yoktur “Müslim, Selâm 33 ve 34”.)
7/132. (Fir’avun kavmi Mûsa’ya) dediler ki: "Bizi büyülemek için her ne (mu’cize) getirirsen getir, biz sana iman edecek değiliz."
7/133. Bunun üzerine biz (şanı yüce Allah) her biri ayrı ayrı birer mu’cize olmak üzere başlarına (belâ olarak) Tufan, Çekirge, Kımıl/Ürün güvesi (haşarat), Kurbağalar ve (sularının içine) Kan gönderdik (diğer mu’cizeleri için bk. İsrâ,101). (Fakat hiçbirinden ders almadılar.) (İman etmeye) kibirlilik gösterdiler ve mücrimlerden (küfürleri üzerinde kalıp dine karşı suç işleyen) bir kavim oldular.
7/134. (Fir’avun kavminin) üzerine ricz/azap çökünce: "Ey Mûsa! Rabbinin sana verdiği söz hürmetine bizim için dua et. Eğer azabı üzerimizden kaldırırsan, mutlaka sana iman edeceğiz ve (hizmetimizde kullandığımız) İsrâil oğullarını seninle birlikte elbette (Şâm diyarına) göndereceğiz." dediler.
7/135. Biz de ulaşacakları (belli) bir müddete kadar azabı üzerlerinden kaldırdık. (Fakat) hemen yeminlerini bozuverdiler.
7/136. Bu yüzden biz de onlardan (Fir’avun ve ona tâbi olanlardan) intikam aldık. (Çünkü) âyetlerimizi yalanladıkları ve onları umursamadıkları (değersiz gördükleri) için kendilerini denizde boğduk.
7/137. (Köle edinilmek suretiyle) zayıf görülen o kavmi de (İsrâil oğullarını), (su ve çeşitli meyvelerle) bereket verdiğimiz o (mukaddes) erdın/yerin doğularına (Şâm diyarına) ve batılarına (Filistin topraklarına) mirasçı kıldık. (“Erd” ile ilgili çeşitli tefsirler için bk. Mâturîdî ve Kurtubî) Rabbinin İsrâîl oğullarına verdiği güzel kelime (ilâhî va’di/Kasas,5), sabretmeleri sebebiyle tamam oldu (yerine geldi). Fir'avun ve kavminin yaptıkları ve yükselttikleri (saray, bina ve bahçeleri)ni ise yerle bir ettik. (Bk. A’râf,128-129.)
7/138. (Peygamberim Mûsa ile birlikte) İsrâil oğullarını denizden (selâmetle) geçirdik, derken kendilerine mahsus birtakım putlara tapan bir kavme rastladılar. İsrâil oğulları: "Ey Mûsa! Onların kendilerine ait ilâhları (putları) olduğu gibi, sen de bize ait bir ilâh yap!" dediler. (Peygamberim Mûsa şöyle) dedi: "Şüphesiz siz (ne kadar) cahil (hakkı bırakıp küfre meyleden) bir kavimsiniz!"
7/139. “Şüphe yok ki, şu kişilerin içinde bulundukları (taptıkları din), yok olmaya mahkûmdur ve yapmakta oldukları (putlar karşısında tapınmalar) da (ibadet değil) bâtıl (davranışlar)dır."
7/140. (Peygamberim Mûsa şöyle) dedi: (Herşeye kâdir Allah,) "sizi âlemlere üstün kılmış iken, size Allah'tan başka bir ilâh mı arayayım?".
7/141. (Ey İsrâil oğulları,) hatırlayın o zamanı ki, sizi Fir’avun ailesinden kurtarmıştık. Onlar size azabın (zulüm ve işkencenin) en kötüsünü uyguluyorlardı. Oğullarınızı öldürüyor ve kadınlarınızı sağ bırakıyor (köle gibi kullanıyor)lardı. Bunda, size Rabbiniz tarafından büyük bir belâ (imtihan) vardı.
7/142. (Peygamberim) Mûsa’ya otuz gece va’dettik ve onu on (gece) ile tamamladık. (Hazret-i Mûsa, Mısır'da iken İsrâil oğullarına, Allah onların düşmanlarını helâk ederse, kendilerine bir Kitab getireceğini va'detti. Fir’avun helâk olunca, Hazret-i Mûsa da o va'dolunan Kitabı Allahü teâlâ'dan talebetti. Yüce Allah da otuz gün oruç tutmasını emretti. O ay da Zilka'de idi. Sonra Allahü teâlâ Mûsa aleyhisselâm’a, otuz güne ilâve olarak, Zi'l-hıcce ayından bir on gün daha oruç tutmasını vahyetti “Beydâvî”.) Böylece Rabbinin belirlediği vakit, kırk geceye tamamlandı (bk.Tâhâ,86). (Hazret-i) Mûsa, (Tûr’a giderken) kardeşi Hârun'a: "Kavmim arasında benim yerime geç, (onları) ıslâha çalış ve sakın müfsitlerin (dini bozanların) yoluna uyma!" dedi. (Fakat münafık Sâmirî, Hazret-i Hârun’un hakkı tebliğ etmesine rağmen İsrâil oğullarını “hak yol”dan saptırdı/Tâhâ,85 ve 88.)
7/143. (Peygamberim) Mûsa, tayin ettiğimiz vakitte (Tûr'a) gelip Rabbi de ona (vasıtasız ve cihetsiz) konuşunca: "Rabbim! Bana (kendini) göster, sana bakayım!" dedi. (Rabbi) buyurdu ki: "Beni (dünyada) katiyyen göremezsin. Fakat (şu) dağa bak, eğer o yerinde durursa, sen de beni görebilirsin." dedi. Rabbi, (emri, kudreti ve nûruyla) dağa tecelli edince, onu paramparça (darmadağın) etti ve (Peygamberim) Mûsa baygın düştü. Ayılınca: (Allah’ım,) "seni tenzih ederim (sen bütün noksan sıfatlardan uzaksın). (“Bana kendini göster” sözümden) sana tevbe ettim. (Günahımı bağışla, ya Rabbî!) Ben Mü'minlerin ilkiyim." dedi.
7/144. (Yüce Allah:) "Ey Mûsa! Risalet ve kelâmımla seni insanlar üzerine seçtim (üstün kıldım). O hâlde sana verdiğimi al (verdiğimle amel et) ve (verdğim nimetlere) şükredenlerden ol!" buyurdu.
7/145. Biz onun (Peygamberim Mûsa) için mev’izaya (nasihate) ve her şeyin açıklamasına dair (helâl ve haram olarak) ne varsa, hepsini (Tevrat’ın yedi veya on adet) levhalarına yazdık ve ona şöyle dedik: "Şimdi onları kuvvetle tut (onlarla amel et) ve kavmine onların (sabır ve af gibi) en güzelini (Zümer,55) almalarını emret. İleride size (ibret almanız için Fir’avun ve ona tâbi olan) fâsıkların (helâk ettiğimiz) yurdunu (Mısır’ı) göstereceğim."
7/146. Yeryüzünde haksız yere (Allah’ın dinini kabüle karşı) kibirlilik gösterenleri (vahyî ve kevnî/tabiî) âyetlerimden uzaklaştıracağım. (Çünkü onlar, Allah’a ve Peygambere iman konusunda kalplerini kapamışlardır.) Onlar, hangi âyeti görseler, ona îman etmezler. (Allah’ın gönderdiği) hak yolu görseler (ve işitseler), onu (hak) yol edinmezler. Fakat küfür/dalâlet yolunu görseler, onu (hemen inanç/din olarak) yol edinirler. Bu (durum), onların, âyetlerimizi yalanlamalarından ve onlardan gafil olmalarından (âyetlerimiz üzerinde düşünüp iman etmemelerinden) dolayıdır.
7/147. O kimseler ki, âyetlerimizi ve ahirete kavuşmayı yalanlayanların (hayır olarak yaptıkları bütün) amelleri boşa çıkmıştır. (Çünkü Allah katında bir amele/hayır işine sevap verilebilmesi için imanlı olma şartı vardır “Ahzâb,19; Bakara,82”. Bu yüzden imansızlar, Ahiret’te sevap ve rahmetten mahrum kalacaklardır “Mâide,5; Bakara,217”.) Onlar, ancak yapmakta oldukları (zulüm, küfür ve isyanları)nın cezasını çekerler.
7/148. (Peygamberim) Mûsa'nın kavmi onun (Hazret-i Mûsa’nın yüce Allah ile mülâkatta bulunmak için Tur'a gitmesinin) ardından, (münafık Sâmirî’ye inanarak) ziynet takımlarından (yapılmış) böğürmesi olan bir buzağı heykelini (ilâh) edindiler. Onun (o heykelin) kendileriyle konuşmadığını ve onlara yol göstermediğini görmediler mi? (Böyle iken) onu (ilâh) edindiler de zâlim (kâfir kişi)ler oldular.
7/149. İsrâil oğulları (buzağıya taptıklarından dolayı) pişman olup, (hak yoldan) sapmış olduklarını görünce (anlayınca): "Eğer Rabbimiz bize merhamet etmez ve bizi(m günahlarımızı) bağışlamazsa, mutlaka hüsrana (azaba) uğrayanlardan oluruz." dediler.
7/150. (Peygamberim) Mûsa, (Tûr-ı Sina’dan) kavmine kızgın ve üzgün olarak döndüğü zaman: "Benden sonra arkamdan (bir buzağı heykelini ilâh edinerek) ne kötü işler yaptınız! Rabbinizin emrini (beklemeyip) acele mi ettiniz?" dedi. (Tevrat) levhaları(nı) bıraktı ve kardeşinin başından (saç ve sakalından) tuttu, onu kendine doğru çekti. (Kardeşi Hârun aleyhisselâm:) "(Ey) anam oğlu" dedi, "Kavmim beni zayıf/güçsüz buldu. Az kalsın beni öldüreceklerdi. Sen de bana böyle davranarak düşmanları sevindirme. Beni o zâlim (kâfir)ler topluluğu ile bir tutma."
7/151. (Peygamberim Mûsa:) "(Ey) Rabbim! Beni ve kardeşimi (Hârûn’u) mağfiret eyle (günahlarını af eyle). Bizi kendi rahmetine dâhil eyle. Sen, merhametlilerin en merhametlisisin!" dedi.
7/152. Şüphe yok ki, (İsrâil oğullarından) buzağıyı ilâh edinenlere Rablerinden (Ahiret’te) bir gazap (azap), dünya hayatında da bir zillet (horluk ve cizye) erişecektir. İşte biz (Allah’a) iftira edenleri böyle cezalandırırız.
7/153. O kimseler ki, seyyiâtı (küfür ve her çeşit ma’siyeti) işleyip de sonra ardından tevbe edenler ve îman edenler (imanın gereği namaz, oruç ve zekât gibi salih amel işleyenler) var ya, şüphesiz Rabbin ondan (tevbeden) sonra elbette gafûrdur (günahları çok bağışlayandır), rahîm (çok merhamet eden)dir.
7/154. (Peygamberim) Mûsa'nın (dini gayret sonucu ortaya çıkan) gazabı/öfkesi dinince, (bıraktığı Tevrat) levhaları(nı) aldı. Onların bir nüshasında Rablerinden korku duyanlar için bir hidayet (dalâletten kurtuluş) ve bir rahmet (azaptan uzaklaşma) vardı.
7/155. Mûsa, tayin ettiğimiz vakitte (Tûr’a giderken) kavminden (buzağıya tapmayan) yetmiş adam seçti. (Dağa yaklaşınca) onları bir sarsıntı tuttu (ve bayıldılar). (Peygamberim) Mûsa: "Ey Rabbim! Dileseydin onları da beni de bundan önce helâk ederdin. Şimdi içimizden birtakım sefihlerin (buzağıya tapanların) işledikleri günah yüzünden mi bizi helâk edeceksin? (Allah’ım,) bu senin imtihanından başka bir şey değildir. Onunla dilediğini (iradesini dalâlet yönünde kullananı) saptırırsın, dilediğini (imanı tercih edeni) de hidayete erdirirsin. Sen, bizim (yaşama, koruma ve beslenmemizi sağlayan) velimizsin. (Yâ Rabbî,) bizi(m günahlarımızı) bağışla ve bize merhamet et. Sen, bağışlayanların en hayırlısısın!" dedi.
7/156. (Mûsa aleyhisselâm devam ederek dedi: Allah’ım,) "bize bu dünyada da bir iyilik (ilim, ibadet, yardım ve helâl rızık) yaz (ihsan eyle), Ahiret’te de (cennetini ver!). Biz muhakkak (tevbe ederek) sana yöneldik.” (Yüce) Allah, şöyle buyurdu: "Azabım var ya, dilediğimi (iradesini küfür ve dalâletten yana kullananı) ona uğratırım. Rahmetim ise, (dünyada Mü’min, kâfir ve diğer) her şeyi kuşatmıştır. (Ancak Ahiret’te) onu (rahmetimi), müttakîlere (emirleri yapıp haramlardan sakınanlara), zekâtı verenlere ve âyetlerimize (Kur’an’a ve peygamberimin getirdiklerine) iman edenlere (hâs olmak üzere) yazacağım."
7/157. O kimseler ki, yanlarındaki/ellerindeki Tevrat'ta ve İncil'de (ismini ve sıfatlarını) yazılı buldukları Resûl (Muhammed sallallahü aleyhi ve sellem)e, o ümmî peygambere uyarlar. O (peygamber), onlara ma’rûfu (iyiliği) emreder ve onları münkerden (kötülükten) meneder. Onlara (Allah’ın beyan ettiğ) iyi ve temiz şeyleri helâl, (kan, domuz eti, faiz ve rüşvet gibi) kötü ve pis şeyleri haram kılar. Üzerlerindeki ağır yükleri (teklifleri/sorumlulukları) ve zincirleri (zorlukları) kaldırır. Ona (peygamberliğine) îman edenler, ona saygı gösterenler, ona yardım edenler ve ona indirilen nûra (Kur'ân'a ve İslam şeri’atına) uyanlar var ya, işte onlar, felâha (sonsuz rahmete) erenlerdir.
("Ümmî", okuma yazma bilmeyen kişi demektir. Ancak Peygamber aleyhisselâm, yüce Allah tarafından vahiy ve ilham ile “bilmesi ve bildirmesi gerekli“ olan her çeşit bilgi - bir harddisk gibi - beynine ve kalbine yüklenmişti ve yükleniyordu.)
7/158. (Resûlüm,) de ki: "Ey insanlar! Şüphesiz ben, yer ve göklerin mülkü (sahibi) olan Allah'ın hepinize gönderdiği peygamberiyim. O'ndan başka ilâh yoktur. O (Allah), diriltir ve öldürür. O hâlde Allah'a ve O’nun kelimeleri (kitapları ve vahiyleri)ne iman eden o ümmî peygambere îman edin ve ona tâbi olun ki, hidayeti (hak olan doğru yolu) bulasınız."
7/159. (Peygamberim) Mûsa'nın kavminden (insanları) hakka ileten (Allah’ın dinine çağıran) ve onunla (hakla) adâleti sağlayan (Mü’min) bir cemâat de vardır.
7/160. Biz onları (İsrâil oğullarını) on iki kabile hâlinde topluluklara ayırdık. (Tîh çölünde) kavmi Mûsa'dan su istediğinde, biz ona: "Asânı taşa vur!" diye vahyettik. (Vurunca) taştan on iki pınar fişkırdı. Her grup su içecek yerlerini bildi. Üzerlerine bulutu da gölgelik yaptık ve onlara kudret helvası ve bıldırcın eti indirdik (Bakara,57; Tâhâ,80). "Size rızık olarak verdiğimiz şeylerin tayyibâtından (temiz olanlarından) yiyin!" (dedik). Fakat onlar, (bu nimetler karşılığında şükretmeyerek) bize zulmetmediler, (peygamberlerinin tebliğ ettiği dine uymadıklarından ve isyan ettiklerinden dolayı “Bakara,58”) kendi nefislerine zulmediyorlardı.
7/161. O zaman onlara denilmişti ki: "Şu memlekete (Beyt-i Makdis’e) yerleşin. Orada dilediğiniz gibi yiyin ve Hıtta (günahlarımızı affet!) deyin. (Şehrin) kapısından secde ederek girin ki, biz de sizin hata (günah)larınızı bağışlayalım. Muhsinlere (dine göre iyi işler yapanlara) daha fazlasını da vereceğiz (Bakara,58)."
7/162. Onlardan (İsrâil oğullarından) zulmedenler hemen sözü (Allah’ın vahyini), kendilerine söylenenden başkasıyla değiştirdiler. (“Hıtta”yı/bizi affet’i hınta/buğday yaparak, alay ettiler.) Biz de (ilâhî kelâmı değiştirerek) zulmetmelerine karşılık üzerlerine gökten bir azap gönderdik/indirdik (Bakara,58-59).
7/163. (Resûlüm,) onlara, deniz kıyısında bulunan belde (“Eyle” ahâlisi)nin durumunu sor. Hani onlar Cumartesi (günü “iş yapmama yasağı”na riayet etmeyerek) haddi aşıyorlardı. Çünkü tatil yaptıkları Cumartesi günü balıklar, onlara akın akın geliyor, tatil yapmadıkları (diğer) günlerde ise gelmiyorlardı. İşte (Yahûdî şeri’atine uymayıp) fâsıklık etmeleri (yasağa uymamaları) yüzünden onları böyle imtihan ediyorduk.
(Allahü teâlâ, İsrâil oğullarına Cumartesi (Sebt) günü balık tutma gibi dünyaya âit işlerden uzaklaşıp kendilerini ibâdete vermelerini emretmişti “Ebu’s-suûd Efendi”.)
7/164. Hani onlardan (İsrâil oğullarından) bir cemâat, (öğüt verenlere) demişti ki: "Siz, Allah'ın helâk edeceği veya şiddetli bir azaba uğratacağı bir kavme/topluluğa ne diye (boş yere) öğüt/nasihat veriyorsunuz?" Onlar da: "Rabbinize (Rabbimize) bir mazeret (yasağı hatırlatma hususunda sorumluluğumuzu yerine getirdiğimizi beyan edebilmek) için, bir de belki (avlanmaktan) sakınırlar (vazgeçerler) diye (öğüt veriyoruz)." demişlerdi.
7/165. Onlar (Cumartesi yasağını çiğneyenler), kendilerine yapılan uyarıları unutunca, biz de kötülükten alıkoymaya/menetmeye çalışanları kurtardık. (Haddi aşmak sebebiyle) zulmedenleri (Allah’ın emrini terkedenleri) de, işlemekte oldukları fısklar (günahlar) yüzünden, şiddetli bir azapla yakaladık.
(İsrâil oğulları, üç gruba ayrılmıştı: 1) Cumartesi günü avlananlar, 2) Avlananları nehyedenler, 3) Avlananları nehyetmeyenler “Semerkandî”. İbn Abbâs radıyallahü anh: Cuumartesi balık tutanlara “hiçbir şey söylemeyen” cemâate ne yapıldı, bilemiyorum. İkrime rahmetüllahi aleyh: Onlar, helâk olmadılar, dedi “Celâleyn”.)
7/166. (Cumartesi gününün hürmetini ihlâl edenler,) yasak edilen şeye karşı kibirlilik gösterince, onlara "aşağılık maymunlar olun!" dedik. (Maymun olanlar, üç gün sonra öldüler. Mücâhid de, bedenleri değil, kalpleri maymuna çevrildi, buyurmuştur “Beydâvî”.)
7/167. Hani Rabbin, elbette Kıyamet gününe kadar onlara (Yahûdilere) (cizye dahil) azabın en kötüsünü tattıracak kimseleri (Bâbil kralı Buhtunnasr “MÖ. 605-562” Yahûdi devletini ortadan kaldırdı, erkeklerini öldürdü, kadın ve çocuklarını esir aldı “Beydâvî ve diğer”.) göndereceğini bildirmişti. Şüphesiz Rabbin, elbette cezayı çabuk verendir. Şüphesiz O, gafûrdur (günahları çok bağışlayandır), rahîm (çok merhamet eden)dir.
7/168. Biz onları (Yahûdileri) yeryüzünde parça parça topluluklara ayırdık. Onlardan salih (Hazret-i Mûsa’nın şeri’atine bağlı Mü’min) kimseler vardır. İçlerinden öyle olmayanları (kâfir ve fâsıkları) da vardır. Onları (hakka/Mûsa’nın şeri’atine) dönsünler diye iyiliklerle (nimetlerle) ve kötülüklerle (sıkıntılarla) imtihan ettik.
7/169. Onlardan (geçen âyetlerde sıfatları açıklanan Yehûdilerden) sonra yerlerine Kitab'a (Tevrat'a) varis olan (fakat âyetlerini tahrif eden) bir nesil geldi (Mâide,13 ve 41). Onlar, şu alçak (ve geçici dünyan)ın menfeatini alır ve biz (nasıl olsa) “bağışlanacağız" derler. (Bu, Allah’a bir iftira ve Kitab’ın sözünden çıkmaktır.) Eğer onlara benzer bir mal gelse, onu da alırlar. Onlardan - Allah’a karşı hakkında hak olmayan bir şey söylemeyeceklerine dair - Kitap'ta mîsak (söz) alınmamış mıydı? Onlar, onun (Kitab’ın) içindekilerini okumamışlar mıydı? Hâlbuki Ahiret yurdu, (küfür ve haramlardan) korunanlar için en hayırlı (olan)dır. Hiç düşünmüyor musunuz?
7/170. O kimseler ki, Kitab'a (hiçbir değişiklik yapmadan Tevrat’a) sımsıkı sarılır (ve İslâm şeri’atine göre Müslüman olur), namazı da dosdoğru kılarlar. (Onlar, Ehl-i Kitap’tan Abdullah b. Selâm ve arkadaşlarıdır “Celâleyn ve Begavî”.) Şüphesiz biz, ıslâh eden (muvahhid/Alllah’ı birleyen) kimselerin mükâfatını zayi etmeyiz.
7/171. Bir zamanlar (Tûr) dağı(nı) sanki bir gölgelikmiş gibi üstlerine kaldırmıştık da üzerlerine düşecek sanmışlardı (Bakara,63; Nisâ,154). (İsrâil oğullarına:) "Size verdiğimiz (Tevrat’)ı kuvvetle tutun (ona sımsıkı sarılın) ve onun içindeki (yasak ve emir)leri hatırlayın (onlara riayet edin) ki, (azabımızdan) korunasınız." (demiştik.)
7/172. (Resûlüm, hatırla ki,) hani Rabbin (ezelde) Âdem oğullarının sulplerinden (Kıyamet’e kadar çıkacak) zürriyetlerini almış, onları kendilerine karşı şahit tutarak: "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" demişti. Onlar da: "Evet, şahit olduk (ki, şüphesiz sen bizim Rabbimizsin “Semerkandî”)." demişlerdi. (Böyle yapmamız) Kıyamet günü: "Biz bundan habersizdik." dememeniz içindir.
7/173. Yahut, "(ne yapalım) daha önce babalarımız (Allah'a) ortak koştu. Biz onlardan sonra gelen (onlara tâbi olan) bir nesiliz. (Şimdi Allah’tan başka ilâhlar edinerek) bâtıla sapanların yaptıkları (işledikleri şirk) yüzünden bizi helâk mı edeceksin?" dememeniz içindir.
7/174. (Küfür ve dalâletten) hakk (olan İslâm’)a dönsünler diye âyetleri, işte böyle ayrı ayrı açıklıyoruz.
7/175. (Resûlüm,) kendisine âyetlerimizi verip (İsm-i A’zam’ı ikram edip) de onlardan sıyrılan (uzaklaşan), şeytanın kendisini peşine taktığı (nefis ve şeytanın telkinlerine uyduğu) için (kâfir ve) azgınlardan olan kimsenin haberini anlat.
(Bu kişi, Yahûdi âlimlerinden Bel’am b. Bâûra veya Ümeyye b. Ebissalt yahut İsrâil oğulları âlimlerinden biridir “Beydâvî ve Semerkandî”.)
7/176. Eğer dileseydik elbette onu (Yahûdi âlimi Bel’am b. Bâûra’yı veya Ümeyye b. Ebissalt’ı) o âyetlerle yüceltirdik. Fakat o, dünyaya/sefalete saplanıp kaldı (dine yüz çevirip kâfir oldu) da kendi heva ve hevesine (nefsine ve şeytanın telkinlerine) uydu. Onun durumu köpeğin durumu gibidir: Üzerine varsan (kovsan ve korkutsan) da (dilini sarkıtıp) solur, onu (kendi hâline) bıraksan da (dilini sarkıtıp) solur. İşte bu, âyetlerimizi yalanlayan toplumun hâlidir! (Ne yapılırsa yapılsın, onlar kalplerini hakka ve imana kapamışlardır.) İyice düşünmeleri (ve ibret almaları) için onlara bu kıssayı anlat!
7/177. Âyetlerimizi yalanlayan ve (küfür ve isyan ile) kendilerine de zulmeden bir topluluğun hâli ne kötüdür! (Çünkü onlar sonsuz olarak cehennemde kalacaklardır.)
7/178. (Her şeye kâdir) Allah, kimi (iradesini hak ve imandan yana kullananı) doğru yola iletirse, işte hidayeti/saadeti bulan odur! Kimi de (iradesini küfür ve isyandan yana kullananı) saptırırsa, işte onlar, hüsrana (azaba) uğrayanların ta kendileridir.
7/179. Yemin olsun ki, biz, cin ve insanlardan bir çoğunu (ezelde nasıl davranacaklarını bildiğimiz için) cehennem için yarattık. (Çünkü) onların kalpleri vardır, onlarla (hakkı) anlamazlar; gözleri vardır, onlarla (hidayeti) görmezler; kulakları vardır, onlarla (hakkı ve nasihati) işitmezler. İşte onlar, hayvanlar gibidir, hatta daha da aşağıdırlar. İşte onlar, (Allah’ın emir ve yasaklarından) gâfil olanların ta kendileridir.
7/180. En güzel isimler (el-esmâü'l-hüsnâ) Allah'ındır. O hâlde O'na onlarla (o güzel isimleriyle) dua edin. (Allahü teâlâ’nın doksan dokuz ismi vardır. Bu isimleri kim sayarsa, cennete girer “Buhârî, Şurût 18”.) O'nun isimleri hakkında haktan ayrılanları bırakın (terkedin). (Yüce Allah’ın isimleriyle putları ve putlara âit isimlerle de Allah’ı isimlendirmeyin.) Onlar (Allah’ın isimlerini dine/şeri’ate aykırı kullananlar), (Ahiret’te) yaptıklarının cezasını çekeceklerdir.
(Hâlik/yaratıcı, yüce Allah’tır. Kim, bir kişiye “yaratıcı” derse veya Allah’ın dışında, Allah’a âit olmayacak şekilde “yaratma” kelimesini kullanırsa, dine aykırı beyanda bulunmuş olur. Çünkü âyette “bütün insanlar toplanıp bir sinek yaratmaya kalksalar, bunu başaramazlar/Hacc,73” buyrulmuştur. Diğer örnekler için bk. Semerkandî.)
7/181. (Yeryüzünde) yarattıklarımızdan, hakka hidayet eden (götüren) ve hak ile adâleti yerine getiren bir topluluk vardır. (O ümmet/topluluk, Muhammed aleyhisselâm’ın ümmetidir “Semerkandî”. Bk. Âl-i İmrân,104.
Ümmetimden Allah'ın emrini/dinini doğru olarak nakleden ve yerine getiren bir topluluk sürekli bulunacaktır. Onları aşağılayan veya onlara muhalefet edenler, onlara asla zarar veremeyecektir. Öyle ki Allah'ın Kıyamet emri gelinceye kadar bu topluluk insanlara karşı böyle muzaffer hâlde kalacaklardır/Buhârî, Menâkıb 29, Tevhîd 29. Bu topluluk, Ehl-i Sünnet ve’l-Cemâat’tır.)
7/182. (Kur’an) âyetlerimizi yalanlayanlara gelince, biz onları bilmedikleri yerden yavaş yavaş (önce nimetler veririz, şımarırlar, azarlar, sonra da azabımızla) yakalarız.
7/183. Ben (şanı yüce Allah,) onlara (peygamberimi yalanlayan kâfirlere önce) mühlet veririm. (Onlar bu zaman zarfında rehavete kapılarak, din, iman, peygamber gibi her şeyi unuturlar. Bunun bir imtihan olduğunu düşünmezler. Sonunda azabım gelir.) Şüphesiz benim tuzağım (azabım) pek şiddetlidir (A’râf,99).
7/184. Onlar (Hazret-i Peygamber’e “delilik” isnadında bulunan o kâfirler,) düşünmediler mi ki, (çok iyi tanıdıkları) arkadaşlarında (Muhammed aleyhisselâm’da) delilikten bir eser yoktur. O, ancak apaçık bir nezîr (iman etmeyenlerin Ahiret’te cehenneme gidecekllerini bildiren bir peygamber)dir.
7/185. Onlar (Allah’ın “bir” olduğuna ve sonsuz kudret sahibi olduğuna inanmayanlar,) göklerin ve yerin melekûtuna (hârikulâdelik, akla durgunluk veren nizam ve güzelliklerine), Allah'ın yarattığı şeylere ve ecellerinin yaklaşmış olabileceğine hiç bakmadılar (ve bu konularda hiç tefekkürde bulunmadılar) mı? Artık bundan (Kur’an’dan) sonra hangi söze inanacaklar?
7/186. Allah, kimi (iradesini küfür ve isyandan yana kullananı) (haktan) saptırırsa, artık onu hidayete erdirecek kimse yoktur. (Allah) onları azgınlıkları (küfürleri) içinde bocalar oldukları hâlde bırakır.
7/187. (Resûlüm) sana Kıyamet’in ne zaman kopacağını soruyorlar. De ki: "Onun ilmi, ancak Rabbimin katındadır. Onu vaktinde ancak O (Allah) açıklar. O göklere de, yere de ağır basmıştır. (Ona dair bilgi, göklerde ve yerde bulunanlara gizli kalmıştır. Gizli kalan her bilgi, kalbe ağır gelir “Kurtubî”.) O, size ancak ansızın gelecektir." (Resûlüm) sanki senin ondan haberin varmış gibi sana soruyorlar. De ki: "Onun ilmi, sadece Allah katındadır. Fakat insanların çoğu (Kıyamet’in gizli kalmasındaki hikmeti) bilmiyorlar."
7/188. (Resûlüm) de ki: "Allah dilemedikçe ben kendime bir zarar verme ve bir fayda sağlama gücüne sahip değilim. Eğer ben gaybı biliyor olsaydım, daha çok hayır elde etmek isterdim ve bana hiç bir kötülük dokunmazdı. Ben iman eden bir kavim/topluluk için (peygamber olarak) (iman etmeyenleri cehennem ile uyaran) bir nezîr ve (iman edenleri de cennetle müjdeleyen) bir beşîrim.
7/189. Allah, sizi bir tek nefisten (Hazret-i Âdem’den) yaratan ve kendisi ile huzur bulsun diye zevcesini (Hazret-i Havva annemizi) de ondan yaratandır. Eşini sarıp örtünce (eşiyle birleşince), eşi hafif bir yük yüklendi (gebe kaldı) ve (bir müddet) onu taşıdı. Gebeliği ağırlaşınca her ikisi (Hazret-i Âdem ile zevcesi) de Rableri Allah'a: "Eğer bize iyi ve sağlıklı bir çocuk verirsen, elbette şükredenlerden olacağız." diye dua ettiler.
(Hazret-i Havva, Âdem aleyhisselâm’ın kaburga kemiğinden yaratılmıştır “Buhârî, Enbiya 2”. Hazret-i Âdem, birgün uykusundan uyandığında başucunda sol eğe kemiğinden yaratılmış bir hanım “Havva”yı gördü “Taberî Tarihi, s. 103-105/M. Şâmile”.
Bunlar, gaybî haberlerdir. Gayb ile ilgili haberlerde ictihad olmaz. Nasıl nakledilmişse, o şekilde bilinir ve kullanılır.
Hazret-i Âdem ve Havva annemizin bebeklik, çocukluk ve gençlik dönemleri olmamıştır. Onlar hayata “yetişkin”ler olarak başlamışlardır. “Evrim” söz konusu değildir. Bunlar “ilk yaratılmışlar” olup yüce Allah’ın “ol” emriyle olmuştur “Yâsîn, 82”. Ahiret hayatında da köşkler, yiyecekler ve akar sular gibi bütün nimetler, “ol” emriyle olmuş ve olacaktır.
Normal dünya hayatında yüce Allah, bir şeyi, bir sebebe bağlı olarak yaratmaktadır “Kehf,84-85”. Bunun istisnası, mu’cizelerdir.)
7/190. Fakat Allah onlara (Hazret-i Âdem ile Hazret-i Havva’ya) iyi ve sağlıklı bir çocuk verince de, Allah'ın kendilerine verdiği çocuk konusunda O'na (Allah’a) ortaklar koşmaya başladılar. Allah, onların ortak koştukları şeylerden yücedir.
7/191. Hiçbir şeyi yaratamayan, kendileri yaratılan şeyleri (Allah'a) ortak mı koşuyorlar?
7/192. Hâlbuki onlar (putlar ve heykeller) ne onlara yardım edebilirler, ne de kendilerine yardım ederler.
7/193. Onları hidayete (dinin gösterdiği doğru yola) çağırsanız, size tâbi olmazlar. Onları çağırsanız da, sükût eder olsanız da sizin için birdir (cevap alamazsınız).
7/194. Allah'tan başka tapındıklarınız (heykel, put ve Fir’avun ve Nemrut tabiatlılar)ın hepsi sizin gibi (yaratılmış) kullardır. Eğer (onların ilâh olduğu hakkındaki iddianızda)) doğru söyleyenler iseniz, haydi onları hemen çağırın da size cevap versinler (duanıza icabet etsinler).
7/195. Onların (put ve heykellerin) yürüyecek ayakları mı var? Veya tutacak elleri mi var? Yahut görecek gözleri mi var, ya da işitecek kulakları mı var? (Resûlüm) de ki: "Haydi, çağırın ortaklarınızı, sonra bana hile yapın ve mühlet de vermeyin! (Bakalım, bunu yapabilecek misiniz?)
7/196. (Resûlüm dedi:) Çünkü benim velim (koruyucum ve yardımcım) Allah’tır ki, Kitab'ı (Kur'ân'ı) indirendir. O (Allah), bütün salihlere velilik eder.
7/197. Ondan (Allah'tan) başka taptıklarınız ise, ne size yardım edebilirler, ne de kendilerine yardım ederler.
7/198. Eğer onları, hidayete (dinin gösterdiğii doğru yola) çağırırsanız, (hakkı) işitmezler. Sen onların sana baktıklarını görürsün, hâlbuki onlar (hakkı) görmezler.
7/199. (Resûlüm) sen (suçlular karşısında) af yolunu tut (veya sadakalardan fazlasını yahut dinin açıkladığı “kolay olan”ı al), iyiliği emret, cahillerden yüz çevir (onlarla tartışma ve kötülüklerine karşılık verme “Beydâvî”).
7/200. Eğer şeytandan bir kışkırtma (telkın) seni rahatsız eder (emrolunduğun şeyden seni çevirmeek ister)se, hemen Allah'a sığın. Şüphesiz O (Allah), her şeyi işitendir, her şeyi bilendir.
7/201. Muhakkak o kimseler ki, (Allah’ın emirlerini yaparak ve yasaklarından kaçarak) (Allah'tan) korkarlar, kendilerine şeytandan bir vesvese/telkın geldiği zaman (o konuda dinin emir ve yasaklarını hatırlayarak) iyice düşünürler. (Sonunda bu hatırlama) onlar(ın kalp gözlerinin açılmasına sebep olur da) hemen (hakkı) görürler.
7/202. Onların kardeşleri (müşriklerden şeytanlardır ki,) onları azgınlığa (küfür, dalâlet ve ma’siyete) çekerler, sonra da (hiç yakalarını) bırakmazlar.
7/203. (Resûlüm,) onlara (istedikleri) bir âyet getirmediğin zaman (alay ederek) derler ki: "Onu (da bir yerlerden) derleyip toplasaydın!" (Resûlüm,) de ki: "Ben ancak Rabbimden bana vahyedilene uymaktayım. Bu (Kur'ân âyetleri), Rabbinizden gelen basiretlerdir (kalp gözlerini açan nûrlardır). Îman edecek bir topluluk için bir hidayet (kaynağı) ve bir rahmettir."
7/204. Kur'ân okunduğu zaman onu dinleyin ve susun (konuşmayın) ki, size merhamet edilsin.
7/205. Rabbini, (öğle ve ikindi namazlarında kıraati) içinden, yalvararak ve (azabından) korkarak, (arkada cemaatin duyacağı bir şekilde fazla) yüksek olmayan (cehrî) bir sesle/kırâatle sabah akşam (ve yatsı namazlarının farzlarında) zikret ve gafillerden olma.
7/206. Şüphesiz Rabbinin katındaki (melek)ler O'na ibâdet etmekten kibirlenmezler. O'nu tesbih ederler ve yalnız O'na secde ederler.
(Bu âyet, Kur’an’daki on dört secde âyetinden biridir. Bunlardan birini okuyan, ya da dinleyen kimsenin secde yapması vaciptir.)