25. FURKÂN SÛRESİ
Rahmân (ve) rahîm (olan) Allah’ın ismiyle.
25/1. Âlemlere bir nezîr (iman etmeyenlerin Ahiret’te azap göreceklerini haber vermesi) için kuluna (Muhammed aleyhisselâm’a), (hak ile bâtılı birbirinden ayıran) Furkân'ı (Kur’an’ı) indiren (Allah'ın şanı), ne yücedir!
25/2. O (Allah) ki, göklerin ve yeryüzünün mülkü (ve idaresi) kendisine ait olandır. O, (Yahudi ve Hristiyanların iddia ettikleri gibi) çocuk edinmemiştir. Mülkünde hiçbir ortağı (ve yardımcısı) da yoktur. O (Allah), her şeyi yaratmış ve onun (zaman, mekân, miktar ve vasıf/nitelik bakımından) kaderini (mukadderatını) takdir (ta’yin) etmiştir. (Yarattığı canlı ve cansız, her şeyin bir ömrü vardır. Bu, uzamaz ve kısalmaz “Arâf,34”. Ömür ve her şey, Levh-ı Mahfûz’da yazıdır “Yâsîn,12; Sebe’ 3”.)
25/3. (Kâfirler), Onu (Allah'a iman ve tâatı) bırakıp hiçbir şey yaratamayan ve zaten kendileri yaratılmış olan, üstelik kendilerine bile fayda ve zarar veremeyen, (bir kimseyi) öldürmeye, diriltmeye ve ölüleri yeniden diriltip kabirden çıkarmaya güçleri yetmeyen (putları,) ilâhlar edindiler.
25/4. O kâfirler ki: "Bu (Kur'ân), onun (Muhammed'in) uydurduğu bir yalandan başka bir şey değildir. Başka bir cemâat (Cebr, Yesâr, Addâs gibi Müslüman olan Yahûdi topluluğu) da bu hususta ona yardım etmiştir." dediler. (Bu iddiayı ortaya atanların başında Nadr b. el-Hâris vardı “Râzî”.) Böylece onlar (kâfirler), korkunç bir zulüm (küfür) ve yalana başvurdular.
25/5. "(Kâfirler, devam ederek: Bu Kur'ân,) onun (Muhammed’in başkalarına) yazdırdığı ve kendisine sabah akşam okunmakta olan, öncekilere âit efsane (asılsız haber)lerdir (masallardır)." dediler.
25/6. (Resûlüm,) de ki: "Onu (yalanlamakta olduğunuz Kur’an’ı fesâhatiyle ve gayblerden haber vermesiyle sizleri âciz bırakan,) göklerin ve yerin sırrını bilen (yüce Allah) indirmiştir. Şüphesiz O, gafûrdur (gücü yettiği hâlde hak edenlerin azabını te’hir edendir), rahîmdir (Mü’minlere çok merhamet edendir)."
25/7. (Kâfirler) dediler: "Bu nasıl peygamber ki, (bizim gibi) yemek yiyor ve çarşı (pazar ve sokak)larda dolaşıyor. Ona kendisiyle beraber nezîr olacak (iman etmeyenlerin ceza göreceklerini hatırlatacak) bir melek indirilmeli değil miydi?"
25/8. (Kâfirler, devam ederek:) "Yahut kendisine (gökten) bir hazine indirilmeli veya onun (içinde meyve ve sebzeleri olan ve çarşı pazara çıkmadan kolayca) yiyeceği (ve geçimini sağlayacağı) bir bahçesi olmalı değil miydi?" (Böylece bizden bir üstünlüğü olurdu. O kâfir) zâlimler (Mü'minlere): "Siz ancak büyülenmiş (ve aklını kaybetmiş) bir adama uyuyorsunuz." dediler.
25/9. (Resûlüm,) bak, (kâfirler) senin hakkında ne şekilde misaller getirdiler (seni nasıl vasıflandırdılar), fakat (bu durumda haktan) saptılar. Artık onlar, (bu itikatle hidayete hiç bir şekilde) yol bulamazlar.
25/10. (Resûlüm,) O (Allah) ne yücedir ki, dilerse, sana (dünyada) bundan (kâfirlerin öne sürdükleri hazine ve bahçelerden) daha hayırlısını/iyisini, (ağaçları) altından ırmaklar akan cennetler verir ve sana saraylar ihsan eder. (Ahiret’te bunları vereceğini zaten ezelî ilminde dilemiştir “Celâleyn” ve başta peygamberler olmak üzere bütün Mü’minlere çeşitli nimet ve makamlar verileceği açıklanmıştır: “Zuhruf,68-73; Hicr,45-48; Duhân,51-57; Tevbe,72; Müslim, Cennet ve Nimetleri 4; Tirmizî Menâkıb 1, Cennet 3”.)
25/11. (Resûlüm,) onlar (kâfirler, seni yalanlamakla kalmadılar) üstelik, Kıyameti de yalanladılar. Biz de Kıyameti yalanlayanlar için çılgın bir (cehennem) ateş(i) hazırladık.
25/12. (Bu ateş) onları uzak bir yerden/mesafeden görünce, (kâfirler) onun müthiş kaynamasını ve uğultusunu işitirler.
25/13. (Kâfirlerin) elleri boyunlarına bağlı (kelepçeli) olarak (cehennemin) daracık bir yerine atıldıkları zaman, orada, ölümü çağırırlar (“ey ölüm neredesin, gel bu azaptan bizi kurtar” derler ve o anda yok olup gitmek isterler).
25/14. (Kâfirlere:) "Bugün bir (kere) yok olmayı istemeyin, birçok (kere) yok olmayı isteyin!" (denir.)
25/15. (Resûlüm, kâfirlere) de ki: "Bu mu (korkutulduğunuz cehennem ateşi mi) daha hayırlıdır, yoksa Müttakîlere (farzları yapan ve haramlardan sakınanlara) va'dedilen ebedîlik (sonsuzluk) cenneti mi?" Orası onlar (Mü’minler) için (salih amellerinin karşılığı olan) bir mükâfat ve varacakları (ve huzura kavuşacakları) bir yerdir.
25/16. Ebedî (sonsuz) olarak kalacakları orada (cennet’te) onlar (Mü’minler) için diledikleri her şey vardır. (Bu,) Rabbinin uhdesinde (üzerinde yerine getirilmesi) istenen bir va'didir. (Bu va’d, şu âyetlerde açıklanmaktadır: “Ey Rabbimiz! Bize peygamberlerinin dilinden va’d buyurduklarını ihsan eyle!” - Âl-i İmrân,194 - diye bizzat kendileri dua ederler. Yahut melekler, Mü’minler adına: “Ey Rabbimiz! Onları kendilerine va’d buyurduğun Adn cennetlerine koy!” - Mu'min,8 - diye niyazda bulunurlar “Beydâvî, Celâleyn ve Semerkandî.)
25/17. O (Kıyamet) gün(ü Rabbin) onları (kâfirleri) ve Allah'ı bırakıp taptıklarını (Melekleri, Hazret-i İsa ve Hazret-i Uzeyr’i) bir araya toplayıp da (tapılanlara:) "Siz mi saptırdınız benim şu kullarımı, yoksa onlar (kâfirler) kendileri mi (hak) yoldan saptılar?" diyecektir.
25/18. Onlar (kendilerine tapılanlar:) "(Ya Rabbî,) seni (her türlü noksanlıktan) tenzih ederiz (uzak tutarız. Senin şânın yücedir). Seni bırakıp da başka velîler/dostlar edinmek bize yaraşmaz. Fakat sen onlara (kâfirlere) ve atalarına o kadar bol nimet verdin ki, (onlar da dünyaya daldılar,) sonunda seni zikretmeyi (hatırlamayı, Peygamber ve Kur’an’a iman etmeyi) unuttular ve helâke giden bir toplum oldular." derler.
25/19. (Ey kâfirler,) fakat (“onlar ilâhlardır” şeklinde) söyledikleriniz konusunda (Melekler, Hazret-i İsa ve Hazret-i Uzeyr, hatta putlar da dile gelerek) sizi yalancı çıkardılar. Artık ne (azabı geri) çevirmeye, ne de (birinden) bir yardım almaya gücünüz yeter. Sizden kim (dünyada Allah’a şirk koşarak kendine) zulmeder (veya Peygamber ve Kur’an’ı inkâr eder)se, ona (Ahiret’te) büyük bir azap tattırırız.
25/20. (Resûlüm,) senden önce gönderdiğimiz bütün peygamberler de (melek değil, insan oldukları için) şüphesiz yemek yerler, çarşı (pazar ve sokak)larda gezerlerdi. (Ey insanlar!) Biz sizin bir kısmınızı, diğer bir kısmınız için imtihan (aracı, vesilesi) kıldık ki, (bakalım) sabredecek misiniz? Rabbin, her şeyi hakkıyla görendir.
19
25/21. Bize kavuşacaklarını ummayanlar (öldükten sonra dirilmeyi inkâr eden o kâfirler: "Bize (Muhammed’in peygamber olduğunu haber veren) melekler indirilmeliydi, yahut Rabbimizi görmeliydik." dediler. Yemin olsun, onlar, kendileri hakkında kibirlilik gösterdiler (hak olan İslam’ı kabul etmediler) ve azgınlıkta (zulümde ve inkârda) çok ileri gittiler.
25/22. (Fakat ölüm ânında veya Kıyamet günü) melekleri görecekleri gün, işte o gün Mücrim (dine göre suç işleyen kâfir)lere hiçbir müjde (sevinçli haber) yoktur. (Mü’minler o gün cennetle müjdeleneceklerdir. Fakat kâfirler, Melekleri görünce, çok korkacaklar. Sığınacak bir yer arayacaklar. Melekler onlara: Hayır, bu gün size müjde, sevinme ve bir yere sığınma yoktur,) yasaktır, yasak! diyecekler.
25/23. Onların (kâfirlerin) (dünyada) yaptıkları (sadaka, yakın akrabayı gözetmek, misafiri ağırlamak, sıkıntılı olana yardım etmek gibi hayırlı) her bir amelin önüne geçtik (“mecâzen” ameline el koyduk) ve onu (Allah’tan başkası için yaptıklarından) (etrafa) saçılmış (sevapsız, bâtıl ve hiçbir değeri olmayan tozdan) zerreler hâline getirdik. (İmanları olmadığı için o hayırlı amellerin hiçbiri onlara fayda vermedi/vermeyecektir.)
25/24. O (Kıyamet) gün(ü) cennet eshâbının kalacakları yer (cennet ise), çok hayırlı ve (yeşillikler arasında ve nehirler kenarında) dinlenecekleri yer (de) çok güzeldir. (Cennet ve cehennemde uyku yoktur “Semerkandî”.)
25/25. O (Kıyamet) gün(ü) (yedi kat) sema/gökyüzü, (beyaz) bulutlarla yarılıp parçalanacak ve melekler de (her semadan) bölük bölük indirilecektir.
25/26. O (Kıyamet) gün(ü), (mal ve mülk sahibi olanların bütün yetki ve hakları sıfırlanmış olacağından,) hak (gerçek) mülk (hükümranlık), Rahmân (olan Allah)'ındır ve (o gün,) kâfirlere (çok) zorlu/şiddetli bir gün olacaktır. (Fakat Mü’minlere ise, çok kolay bir gün olacaktır “Müddessir,10”.)
25/27. O (Kıyamet) gün(ü) zâlim (Müslüman olduktan sonra kâfir olan dostunu kırmamak için irtidad olan /kâfirliğe dönen Ukbe b. Ebu Muayt gibi olan) kişi, (pişmanlık içinde) ellerini ısırıp şöyle diyecektir: "Ne olurdu, ben de peygamberle beraber aynı (iman ve İslam) yolu(nu) tutsa (ve Müslüman olsa)ydım!" (Bu durumda İslam aleyhinde bulunanların etkisi altında kalıp da tam Müslüman olmayanlar ile namaz, oruç, tesettür gibi Allah’ın emrini yerine getirenlere, eziyet eden ve ceza verenler de İslam’dan yana olmadıklarından Ahiret’te aynı pişmanlığı göstereceklerdir.)
25/28. (Ünlü veya ünsüz kâfirleri Müslümanlara karşı dost ve önder kabul edenler, Kıyamet günü:) "Yazıklar olsun bana, keşke falanı dost edinmeseydim (onu sevmeseydim ve arkasından gitmeseydim)!" (diyecek ve pişman olacaklardır. Fakat o gün, pişmanlık ve tevbe, fayda vermeyecektir. Onlar, bir şefâatçı da bulamıyacaklardır.)
25/29. (Kâfirleri dost ve önder edinenler Kiyamet günü pişmanlıklarına devam ederler:) Yemin olsun, (Peygamber vasıtasıyla) zikir (Kur’an ve İslam) bana geldikten sonra beni ondan (İslam’dan), (“Kur’an, masaldır/çağdışıdır” diyerek aşağılayan ve şeytanın emrine giren) o (kâfir kişi) saptırdı. Zaten şeytan insanı, yapayalnız ve yardımsız (yüzüstü) bırakandır. (Dünyada birbirinin dostu olan kâfirler veya dine aykırı dostluk kuranlar, Kıyamet günü birbirinin düşmanı olurlar “Zuhruf,67”.
Hadis-i şerifte buyrulmuştur:
Kişi arkadaşının dini üzeredir. Öyleyse her biriniz, kiminle arkadaşlık/dostluk kuracağına dikkat etsin (Ebû Dâvud, Edeb 19; Tirmizî, Zühd 45. Bkz. Buhârî, Büyü 38).
25/30. (Alemlere rahmet olarak gönderilen) Peygamber(im aleyhisselâm): "Ey Rabbim! Kavmim bu Kur’an’ı terk edilmiş bir hâlde bıraktılar (ona iman etmediler, onunla tâatte bulunmadılar, ona masaldır/çağdışı dediler ve ondan yüz çevirdiler)." dedi.
25/31. Biz (şânı yüce Allah), böylece, her peygamber (ve ümmeti) için mücrim (dine göre suç işleyen)lerden bir düşman (topluluğu) var ettik. (Bu düşman, tek de olur, çok da olur. - Şerrin yaratıcısı da Allahü teâlâdır. Fakat şerden/kötülükten razı değildir. - Resûlüm, düşmanın eziyet ve kötülükerine sabret.) Rabbin (onları kahredecek) yol(u sana) gösterici ve (onlara karşı) yardım edici olarak (sana) yeter.
25/32. O kâfirler ki: "(Tevrat ve İncil’in okuma ve yazma bilen peygamberlere bir defada indirildiği gibi “Kurtubî”) Kur'ân (da) ona (Muhammed’e) bir defada toptan indirilseydi!" dediler. (Resûlüm,) biz, Kur'ân'la senin kalbini kuvvetlendirmek (ve seni her türlü üzüntüden uzaklaştırıp feraha kavuşturmak) için böyle (kısım kısım indirdik) ve onu tane tane (âyet âyet fasıllara ayırarak) okuduk (tertil üzere inzal ettik). (Kur’an-ı Kerim, Levh-i Mahfûz’dan Kadir gecesinde (Kadir, 1) toptan dünya semâ’ına – Sefer-i Kirâmen Kâtibîn Meleklerine – indirildi. Daha sonra Sefere Melekleri bunu, Cibrîl-i Emîn’e 23 senede peyder pey/âyet âyet, sûre sûre indirdi “Kurtubî”.)
25/33. (Resûlüm,) onlar (kâfirler,) (seni gözden düşürmek için) sana hiçbir misal (bâtıl teklif) getirmezler ki, biz (o bâtılı yok edecek) sana hakkı/doğruyu ve en güzel açıklamayı getirmiş olmayalım. (Onları susturacak cevabı ve en güzel açıklamayı sana bildiririz.)
25/34. Onlar ki, yüzüstü cehenneme (sürülüp) toplanacaklar, işte onlar, (cehennemde) yerleri en kötü ve (dünyada itikat bakımından) yolları en sapık olanlardır.
25/35. Yemin olsun, biz, Mûsa'ya Kitap (Tevrat)'ı verdik ve kardeşi Hârûn'u da ona yardımcı (peygamber) yaptık.
25/36. Onlara (Hazret-i Mûsa ve kardeşi Hazret-i Hârun’a): "O (Fir’avun ve) kavm(in)e gidin ki, onlar âyetlerimizi yalanladılar." Sonunda (tevhid itikadını kabul etmeyen) o kavmi, yerle bir ettik (helâk ile cezalandırdık).
25/37. (Hazret-i) Nûh kavmini de, Peygamberleri (Nûh’u) yalanladıkları vakit, suda (tûfanla) boğduk. Onları (kendilerinden sonraki) insanlara (kıssalarıyla) bir ibret yaptık ve zâlim (kâfir)lere (Ahiret’te de) elem dolu bir (cehennem) azab(ı) hazırladık.
25/38. (Hûd aleyhisselâm’ın gönderildiği) Âd ve (Hazret-i Sâlih’in gönderildiği) Semûd kavimlerini, (Şu’ayb aleyhisselâm’ın gönderildiği) Ress halkını ve bunların arasında pek çok nesilleri de (Allah’a iman etmedikleri, peyygamberleri yalanladıkları ve ölümden sonra dirilmeye inanmadıkları için de helâk ettik).
25/39. (Bu kavimlerin) her birine (geçmiş kavimlerden) misaller (kıssalar) getirdik, (fakat öğüt almayıp iman ve tâatte bulunmadıkları, isyan ve küfürlerine devam ettikleri için) hepsini kırıp geçirdik (helâk ettik).
25/40. (Resûlüm,) yemin olsun, senin kavmin (Mekke kâfirleri), belâ (taş) yağmuruna tutularak yok edilen (Lût halkının yaşadığı Sodom) kente uğramışlardır. Onlar orasını (helâk edilen yerleri) görmüyorlar mıydı? Hayır! (Görüyorlardı, fakat öldükten sonra) tekrar dirilmeyi ummuyor (inkâr ediyor)lardı. (Bu inanca sahip olduklarından da iman etmiyorlardı.)
25/41
(Resûlüm, o kâfirler) seni gördükleri zaman, ancak eğlenceye/alaya alırlar: "Allah'ın peygamber olarak gönderdiği bu mu?” (derler).
25/42. Biz (kâfirler), ilâhlarımıza sımsıkı sarılmasaydık, (Muhammmed) neredeyse bizi ilâhlarımız (olan putlarımız)dan uzaklaştıracaktı." (derler.) Onlar (peygamberim muhammed “aleyhisselâm” ile istihza edenler,) yakında (Kıyamet günü) azabı gördükleri zaman, yolca (itikatça) kimin (peygamberin mi, yoksa kendilerinin mi) daha sapık olduğunu görecekler.
25/43. Gördün mü, o hevâsını (arzu ve mantığını) ilâh edinen (kişiy)i? (Kendine göre bir din ve ma’but edinen) o (sapkı)na sen mi (imana gelmesi için) vekil olacaksın? (Hayır, o küfrü kalbinden çıkarmadığı müddetçe, kâfir olarak kalacak ve isyanda olacaktır. Resûlüm, sen, tebşîr ve inzâr – imanlıların cennete, imansızların da cehenneme gideceklerini bildiren - görevini hakkıyla yapmaktasın.)
25/44. (Resûlüm,) yoksa sen onların (kâfirlerin) çoğunun (Allah’ın kelâmını) dinleyeceklerini yahut (nefislerinin emrinde olan) akıllarını (doğru olarak) çalıştıracaklarını mı zannediyorsun? (Onlar kendi iradeleriyle kulak ve kalplerini iman ve hidayete kapamışlardır. Onun için) onlar, (hakkı duymayan ve söylemeyen) hayvanlar gibidirler, belki yolca (itâatça) onlardan daha da aşağıdırlar. (Çünkü hayvanlar, yemlerini veren sahiplerine itâat ederler ve kendi lisanlarıyla Allah’ı tesbih ederler “İsrâ,44”, fakat kâfirler, kendilerini yaratan Allah’a itâat etmez ve isyanda devam ederler.)
25/45. (Resûlüm,) Rabbinin (dünyanın kendi ekseni etrafında dönmesiyle gündüzleri meydana gelen) gölgeyi (uzundan kısaya ve kısadan uzuna doğru) nasıl uzattığını (yaydığını) görmedin mi? (Hitap, Hazret-i Peygamber’in şahsında bütün ümmetedir.) Dileseydi (dünyayı döndürmez,) onu (gölgeyi) sâkin (devamlı sâbit) kılardı. Sonra (namaz vakitlerinin bilinmesi için “Semerkandî”) biz güneşi, gölgeye delil kıldık (uzalttık ve kısattık. Böylece vakitler meydana geldi). (Güneş olmasaydı, gölge olmaz ve nur olmasaydı, zulmet/karanlık bilinmezdi. Her şey zıddı ile bilinir/kâimdir.
Ancak Müfessirler bu âyetteki kelimeleri, sözlük anlamları dışında tefsir etmişlerdir. Şöyle ki:
Buradaki “zıll/gölge”, şafağın söküşünden güneşin doğuşuna kadar olan bir zaman dilimindeki “havanın/gökyüzünün özelliği/aydınlığı”dır. Bu zaman zarfında havanın/gökyüzünün, ne zifiri/koyu karanlığı, ne de güneşin yakıcı sıcaklığı vardır. Ayetteki “gölge”den murat budur! “Beydâvî, Nesefî, Semerkandî gibi bir çok müfessir”. Bu husus, Vâkı’a sûresi 30. âyetinde cennet tasvir edilirken “zıllin memdûd/yayılmış - uzayıp giden – gölge” şeklinde buyrulmaktadır. Bu gölge, cennet ağaçların sağladığı gölge değildir. Bu, dünyada bilinenden farklı, hava/gökyüzü ile ilgili güzel ve hoş bir nimet/aydınlık olarak yaratılacaktır “Râzî, Vâkı’a, 30. Âyet”. Cennet’te güneş de yoktur, karanlık da yoktur “Medârik”, orada – tahayyülümüzün erişemiyeceği – nurlar/aydınlık vardır “Semerkandî”.)
25/46. Sonra onu (güneş yükseldikçe gölgeyi) yavaş yavaş kendimize çektik (kısalttık. Bütün bunlar - güneş, dünya, gölge, uzama ve kızalma - bizim yaratmamızla olmaktadır).
25/47. O (kâdir-i mutlak Allah), geceyi size bir libas (örtü), uykuyu, bir dinlenme (istirahat zamanı) ve gündüzü de dağılma (rızık için çalışma) vakti yapandır.
25/48. O (Allah) ki, rüzgârı, rahmetinin önünde (bulutları yayarak yağmur öncesinde) müjdeci gönderdi. Gökten de tertemiz su (yağmur) indirdik.
25/49. Onunla (yağmurla) ölü bir beldeyi (toprağı) canlandıralım ve yarattığımız hayvanlara ve nice insanlara su verelim diye (gökten tertemiz su indirdik).
25/50. Yemin olsun, biz onu (yağmurun bir yerde hangi miktarda olacağını veya bulutun başka bir yere gidip gitmeyeceğini), onlar (insanlar) aralarında (düşünüp) ibret alsınlar diye, çeşitli şekillerde anlattık. Fakat insanların çoğu, (yağmurun yağışını yıldızlara ve tabiata bağladılar, her şeyi yaratanın ve bütün nimetleri gönderenin Allah olduğunu inkâr ederek) nankörlükte (ve isyanda) direttiler (imanı değil,küfrü seçtiler).
25/51. Eğer biz dileseydik, her memlekete bir nezîr (iman etmeyenlerin cehennneme gideceklerini bildiren bir peygamber) gönderirdik.
25/52. (Resûlüm, da’vet ettiğin hâlde iman etmeyen, fakat senden bazı taleplerde bulunan) kâfirlerin isteklerine boyun eğme, onlara karşı (bu Kur'ân'la) büyük (şiddetli) bir mücadele ver.
25/53. O (Allah) ki, iki denizi (birbirine) salıverdi (kattı), (bunlardan) birinin suyu tatlı (ve) susuzluğu giderici, diğerininki tuzlu (ve) acıdır. (Bu) ikisinin arasına birbirine karışmalarına engel olan (görünmez) bir perde koyandır. (Tatlı sudan murat, Dicle veya Nil nehirleridir, denize döküldüklerinde kilometrelerce tatlı su, akar gider, fakat tuzlu suya karışmazlar “Beydâvî”. Ancak bu tatlı ve tuzlu su olayının dünyanın başka yerlerinde olduğu ve görüldüğü de tespit edilmiştir).
25/54. O (Allah) ki, (hakir bir) su (olan nutfe/meni)den bir insan yaratıp ondan nesep ve sıhriyet (soy ve evlilik bağına bağlı akrabalıklar) meydana getirendir. Rabbin, kadîr (her şeye hakkıyla gücü yeten)dir.
25/55. Onlar (kâfirler), Allah'ı bırakıp, kendilerine ne faydası, ne de zararı dokunan şeylere (putlara) ibadet ederler. Kâfir (Ebû Cehil gibiler), Rabbine karşı (yardımlarını umdukları şeytanlara) arka çıkan (ve İslam’a düşman olan)dır.
25/56. Biz, seni ancak bir beşîr (Mü’minlere, iman ve tâatte bulundukları için cennet’e gireceklerini müjdeleyen) ve bir nezîr (kâfirlere, küfür ve isyanı seçtikleri için cehennem ateşiyle korkutan bir peygamber) olarak gönderdik.
25/57. (Resûlüm,) de ki: "Ben buna (size İslam’ı tebliğ ettiğime) karşılık, sizden hiçbir ücret istemiyorum. Ancak (benim sizden istediğim) Rabbine (doğru) bir yol tutmayı dileyen (Mü’min) kişiler (olmanızdır).
25/58. (Resûlüm,) sen, o ölmeyen ve (daima) hayy (diri) olan (Allah’)a tevekkül et (güvenip dayan). O'nu hamd (her türlü övgü) ile (sübhânallah, el-hamdü-lillâh, sübhânallahi ve bi-hamdihi diyerek) tesbih et. Kullarının günahlarından hakkıyla haberdar olan (ve günahları sebebiyle onları cezalandıracak) O (Allah), kâfîdir (yeter)!
25/59. Gökleri ve yeryüzünü ve ikisi arasındakileri altı gün içinde (altı devirde “Râzî”) yaratan, sonra da Arş'ı istivâ eden (hüküm ve idâresi altına alan) Rahmân'dır. (Ey insanlar,) sen (siz) bunu (Rahmân’ı,) (Allah’ın sıfatlarından) haberdar olana sor (sorunuz)! (Mutlak kudret sahibi Allah, dileseydi, hepsini/kâinatı bir anda yaratırdı “Yâsîn, 83”. Bir anda yaratmamasının hikmeti, kullarına ibret olması içindir. Onlara işlerinde ve ibâdetlerinde teenni ile hareket etmelerini öğretmek içindir “Semerkandî”.)
25/60. Onlara (kâfirlere): "Rahmân'a secde edin” denildiğinde "Rahmân da nedir? Senin bize emrettiğin şeye mi secde edeceiz? (Hayır, biz O’nu tanımıyoruz.)" dediler ve bu (teklif) onların (imana karşı) nefretini artırdı.
25/61. Yüceler yücesi o (kâdir-i mutlak Allah) ki, göğe (koç, öküz, ikizler, yengeç, aslan, başak, terazi, akrep, yay, oğlak, kova ve balık’tan – 12 adet - meydana gelen) burçlar yerleştirdi, orada bir sirâc (ışık kaynağı güneş) ve aydınlatıcı bir kamer (ay) yarattı.
(Burç: Güneşin bir yılda takip ettiği düşünülen yörüngenin içlerinden geçtiği ve belli sembollerle gösterilen on iki takımyıldızının her birine burç denir. Bütün gökyüzü, 88 burca bölünmüştür.
Müfessir İmam-ı Râzî, burçları, gezegenlerin katettikleri merhaleler düzeni olarak anlar ve onları gökteki yüksek saraylara benzetir. Burçlar, gezegenlerin konaklama yerleridir, der (Furkan,61).
Yedi Felek: Anstronomi kitaplarında yer alan, felekler şunlardır: Kamer/Ay, Utarit, Zühre, Şems/Güneş, Merih, Müşteri, Zühal.
Burçlar, feleklerin yörüngeleridir. Feleklerin burçları, alt paragrafta parantez içinde gösterilmiştir: “Celâleyn ve Medârik”:
Kamer (Yengeç), Utarit (İkizler ve Başak), Zühre (Öküz ve Terazi), Şems (Aslan), Merih (Koç ve Akrep), Müşteri (Yay ve Balık), Zühal (Oğlak ve Kova).
Güneş, gezegen değil, bir yıldızdır. Ancak “o da kendi mecrasında/yörüngesinde akıp gitmektedir. Bkz. Yâsîn,38”.
Gezegen: Kendi çekim kuvvetinin etkisiyle yuvarlak olan ve Güneş'in etrafında dönen ve kendisi yıldız olmayan gökcismidir.
Güneş sistemini oluşturan sekiz gezegen:
Merkür, Venüs, Dünya, Mars, Jüpiter, Satürn, Uranüs ve Neptün.
Cüce gezegenler: Bunlardan biri Plüton'dur
Küçük Güneş Sistemi Cisimleri: Sekiz gezegen ve Cüce Gezegenlerin dışında kalan ve Güneş'in etrafında dolanan gök cisimlerdir “Astronomi bilimi”.
Yüce Allah, birçok âyette semayı/göğü yedi kat olarak yarattığını bildirmektedir: Bakara,29; Fussılet,12; Mülk,3.
İslam âlimlerine göre, güneş ve ay dahil olmak üzere bütün gezegen ve yıldızların bulunduğu maddî semanın hepsi, birinci kat semadadır “Mülk,5”, bunun ötesinde ayrıca altı kat sema daha vardır ki, onların mahiyetini bugünkü Anstronomi bilimi bilememektedir.)
25/62. O (Allah) ki, (iyice düşünüp) öğüt almak veya (verdiği nimetlere) şükretmek isteyenler için, gece ve gündüzü birbiri ardınca getirendir (Bakara,164).
25/63. Rahmân'ın (ulemâ, hukemâ ve eshâb-ı kulûp’tan olan Mü’min) kulları ki, onlar, yeryüzünde (kibirden uzak, sükûnet ve) tevazu ile yürürler. Cahiller onlara (hoşlanmıyacakları bir) lâf attıkları zaman, "selâm!" der (kendilerini günaha sokmayacak şekilde onlara cevap verir)ler.
25/64. Onlar (öyle Mü’minlerdir) ki, (namaz başta olmak üzere farzları emredildiği şekilde yerine getirirler. Ayrıca seher vakitlerinde,) Rabblerine secde ederek ve kıyamda bulunarak geceler(i zikirle geçirir)ler.
25/65. Onlar (öyle Mü’minlerdir) ki: "Ey Rabbimiz! Cehennem azabını bizden uzaklaştır, şüphesiz onun azabı daimî şiddetli bir helâktır!" derler.
25/66. "Şüphesiz o (cehennem), ne kötü bir karargâh (yerleşme yeri) ve ne kötü bir ikâmet mahalli!"
25/67. Onlar (öyle Mü’minlerdir) ki, (Allah’ın tâatı’nda ve mükellef oldukları yerlerde) harcadıklarında ne (haram ve isyan olan yerlerde) israf, ne de (Allah’ın farz kıldığı yerlerde) cimrilik ederler. Onların harcamaları, bu ikisi (israf ve cimrilik) arasında orta (Allah’ın tâatı’nda) bir harcamadır.
25/68. Onlar (öyle Mü’minlerdir) ki, Allah ile beraber başka bir ilâha ibadet etmezler, haksız yere, Allah'ın (öldürülmesini) haram kıldığı cana kıymazlar ve zina etmezler. Kim bunları (bu üç şeyden birini) yaparsa, günaha girmiş (cezayı hak etmiş) olur.
25/69. (Kim Allah’tan başka ilâh edinir ve haksız yere insan oldürme ile zina etmeyi helâl sayarsa) Kıyamet günü onun azabı kat kat artırılır ve hor ve hakîr olarak orada (cehennem’de) ebedî (sonsuz) kalır.
25/70. Ancak (şirk, katl ve zinadan ) tevbe edip iman eden ve (namaz, oruç, zekât ve cihad gibi) salih amel işleyen (Mü’min)ler müstesna. İşte Allah, onların seyyiâtını (günahlarını) iyiliklere çevirir. Allah, gafûrdur (günahları çok bağışlayandır), rahîmdir (Mü’minlere çok merhamet edendir).
25/71. Kim (günahlarına) tevbe eder ve (tevbeden sonra namaz, oruç, zekât ve cihad gibi) salih amel işler (tekrar şirke, katle ve zinaya dönmez)se, şüphesiz o, tevbesi kabul edilmiş olarak Allah'a döner (Ahiret’te cennet’e kavuşur).
25/72. Onlar (öyle Mü’minlerdir) ki, yalan yere (ve bâtıla) şahitlik etmezler ve lâgv (İslam’da ma’siyet/günah olarak bildirilen veya Müslümanın din ve dünyasına faydası olmayan) bir şeyle karşılaştıkları zaman (ondan yüz çevirirler), vakar ile (iltifat etmeden, ona değer vermeden, fakat kalplerinden onu takbih ederek, kötüleyerek) geçip giderler. (Lâgv kavramına, bütün münkerler, müstehcenlikler ve dine aykırı eğlenceler girmektedir “Bkz. Kurtubî, Zâdü’l-Mesîr ve Beydâvî”.)
25/73. Onlar (öyle Mü’minlerdir) ki, kendilerine Rabblerinin âyetleri hatırlatıldığı (okunduğu) zaman, (hakkı görme, işitme ve tâbi olma konusunda) onlara karşı (Münafıklar ve diğerleri gibi) kör ve sağır kesilmezler (Meryem,58).
25/74. Onlar (öyle Mü’minlerdir) ki: "Ey Rabbimiz! Eşlerimizi ve nesillerimizi (imanlı ve itâatlı kılarak) gözümüzü aydınlık eyle ve bizi (farzları yapan ve haramlardan sakınan) takvâ sahiplerine imam (liderler) kıl!) derler. (Takvâ sahibi Mü’minlerin din işlerinde bize uymaları için, bize “hayırlı” ilim ihsan eyle ve bizi “sâlih” amellerimizde muvaffak kıl, diye dua ederler “Beydâvî”. Son cümle, “Müttakîleri bize imam kıl” şeklinde de tefsir edilmiştir “Begavî ve Mâturîdî”.)
25/75. İşte onlar (öyle Mü’minlerdir) ki, (ibadet ve tâate) sabretmelerine karşılık gurfe(ler) (cennetin en yüksek makamları) ile mükâfatlandırılırlar ve orada (melekler tarafından) tehıyye (“selâmün aleyküm, buraya tertemiz geldiniz” - Zümer,73 - lâfızları) ve selâm ile (“sonsuz olarak her türlü âfet, keder ve üzüntüden kurtulmuş oldunuz” müjdesiyle) karşılanırlar.
25/76. (Mü’minler) orada (cennet’te) ebedî (sonsuz) kalacaklar. Orası ne güzel bir karargâh (yerleşme yeri) ve ne güzel bir ikâmet mahalli!
25/77. (Resûlüm,) de ki: "Duanız (ibadetiniz) olmasa, Rabbim ne diye size değer versin! (Hitap, bütün insanlaradır. Çünkü insanın şeref ve itibar kazanması, ibadet ve tâatine bağlıdır. Yoksa o da hayvanlar gibi tekliften yoksun olurdu “Beydâvî”.) (Fakat insan ve cinler, mükelleftir. Yüce Allah’ı “bir”lemek ve O’dan başkasına ibadet etmemekle sorumludurlar. Resûlüm, İslam’ı tebliğ et. Kabul etmeyen kâfirlere de ki:) Siz şüphesiz (Allah’ın âyetlerini) yalanladınız (iman ve ibadeti red ettiniz). Bu durumda mutlaka azap olunacaksınız."