14. İBRÂHÎM SÛRESİ
Rahmân (ve) rahîm (olan) Allah’ın ismiyle.
14/1 Elif Lâm Râ. (Resûlüm,) bu Kur'ân ki, (bütün) insanları Rablerinin izniyle zulümattan (küfür ve dalâlet karanlığından) nûra (iman ve İslam aydınlığına), azîz (mutlak kudret sahibi), hamîd (hamde/övgüye lâyık) olan (Allah)ın (gönderdiği İslam’ın) yoluna çıkarman için sana indirdiğimiz bir kitaptır.
14/2. O Allah ki, göklerde ve yerde ne varsa (mülk, tasarruf, terzîk/rızık verme, yaratma gibi hepsi) O’nundur. Şiddetli azaptan dolayı vay o kâfirlerin hâline!
14/3. (Geçici) dünya hayatını (sonsuz) ahirete tercih edenler, (insanları) Allah yolundan (İslam dininden) çevirip onu (o dini) eğri (kusurlu, karışık ve haktan uzak) göstermek isteyenler var ya, işte (asıl) onlar, (haktan çok) uzak bir dalâlet (sapkınlık) içindedirler.
14/4. Biz her peygamberi, ancak kendi kavminin lisanıyla gönderdik ki, onlara (Allah'ın dinini) iyice açıklasın (diye). Allah, dilediğini (iradesini küfürden yana kullananı) dalâlete düşürür (hak yoldan saptırır/sapma fiilini yaratır), dilediğini (iradesini imandan yana kullananı) da hidayete erdirir (İslam’a kavuşturur) (Bakara,26). O, azîzdir (mutlak kudret sahibidir), hakîmdir (hüküm ve hikmet sahibidir).
14/5. Yemin olsun, biz (Peygamberim) Mûsa'yı da, "Kavmini (İsrâil oğullarını) zulümattan (küfürden) nûra (imana) çıkar ve onlara Allah'ın (geçmiş milletleri cezalandırdığı) günlerini hatırlat!" diye âyetlerimiz (dokuz mu’cizemiz) ile gönderdik (İsrâ,101). Şüphesiz bunda, çok sabreden, çok şükreden herkes için ibretler vardır.
14/6. Hani (Peygamberim) Mûsa kavmine: "Allah'ın size olan nimetini anın. Hani O sizi, Fir’avun ailesinden kurtarmıştı (Enfâl,54). Onlar, sizi işkencenin en ağırına uğratıyorlar, oğullarınızı boğazlayıp kadınlarınızı sağ bırakıyorlardı. İşte bunda, size Rabbinizden büyük bir nimet (veya imtihan) vardır." demişti (Bakara,49).
14/7. (Ey İsrâil oğulları,) hatırlayın ki, Rabbiniz size: "Yemin olsun, eğer (Allah'ı “bir”lemek ve itâat etmek suretiyle) şükrederseniz, elbette size (nimetimi, vereceğim sevabı) artırırım. Eğer (küfür ve isyan ile nimetime) nankörlük ederseniz, hiç şüphesiz azabım çok şiddetlidir." diye bildirmişti. (Bildirme, bütün insanlaradır.)
14/8. (Peygamberim) Mûsa, şöyle dedi: "Siz ve yeryüzünde bulunanların hepsi (kâfir olsa, Allah’ın verdiği nimetlere karşı hepsiniz) nankörlük etseniz (O’nun yüceliğinden hiçbir şey eksilmez,) bilin ki, şüphesiz Allah, ganîdir (her bakımdan sınırsız zengindir, hiçbir varlığa muhtaç değildir), hamîddir (hamde, övgüye lâyık olan yalnız O’dur)."
14/9. Sizden öncekilerin Nûh (kavmi, suda boğularak “Furkan,37”), Âd (kavmi, şiddetli rüzgâr ile “Kamer,18-21”) ve Semûd kavm(i, sayha/şiddetli ses, çığlık ile “Hûd,67-68” azap edilme)lerinin ve onlardan sonra gelenlerin - ki onları Allah'tan başkası bilmez – (herbirinin helâk) haber(ler)i size gelmedi mi? Onlara peygamberleri mu’cizeler getirdiler de onlar (öfkeden parmaklarını ısırdılar ve) ellerini ağızlarına götürüp: "Biz sizinle gönderileni (peygamberliği, vahyi, Ahiret’i ve Allah’ın bir olduğunu) inkâr ediyoruz. Bizi çağırdığınız şeyden (putları bırakıp bir olan Allah’a ibadetten) de derin bir şüphe içindeyiz." dediler.
14/10. (Nûh, Âd ve Semûd kavimlerin) Peygamberleri (herbiri kendi kavimine) dedi ki: "Gökleri ve yeri yaratan Allah hakkında şüphe mi var? (Hâlbuki) O, günahlarınızı bağışlamak ve sizi belli bir süreye (ölüm vaktine) kadar yaşatmak için sizi (îman etmeye) çağırıyor.” Onlar: "Siz de bizim gibi (yiyip içen, evlenen, sokağa çıkan, alışveriş yapan) insandan başka bir şey değisiniz. Bizi babalarımızın taptıkları (putları)ndan alıkoymak istiyorsunuz. Öyleyse (peygamberseniz,) bize apaçık bir delil getirin." dediler.
14/11. Peygamberleri, onlara dedi ki: "Biz ancak sizin (de dediğiniz) gibi birer insanız (melek değiliz). Fakat Allah, kullarından dilediğine (nübüvvet/peygamberlik) nimetini ihsan eder. Allah'ın izni olmadıkça, bizim size bir delil (mu’cize) getirmemiz mümkün değildir. (Teklifiniz, ancak Allahü teâlâ’nın dilemesine bağlıdır.) Mü'minler, ancak Allah'a tevekkül etsinler."
14/12. (Peygamberler, iman etmeyen kavimlerine:) Biz neden Allah'a tevekkül etmeyelim (dayanmayalım) ki, O, bize hidayet (dünya ve Ahiret’te kurtuluş) yollarımızı göstermiştir. Sizin bize yaptığınız eziyete elbette katlanacağız. Tevekkül edenler (güvenip dayananlar), yalnız Allah'a tevekkül etsinler."
14/13. (Geçmiş ümmetlerdeki) kâfir olanlar, peygamberlerine dediler ki: "Yemin olsun, ya sizi yurdumuzdan çıkaracağız, ya da bizim dinimize (putperestliğe) dönersiniz." Rableri de onlara (peygamberlerine) şöyle vahyetti: "Biz zâlim (kâfir)leri mutlaka yok edeceğiz."
14/14. "Onlardan (kâfirleri helâk ettikten) sonra siz (Mü’minler)i elbette o yere (onların yurduna) yerleştireceğiz (A’râf,137). Bu, makamımdan ve (azap) tehdidimden korkan kimseler (Rabbinin huzurunda durup hesap vereceğini düşünerek günah işlemekten korkanlar “Rahman sûresi,46”) içindir."
14/15. (Peygamberler, düşmanlarına karşı Allah’tan) fetih (haklıya yardım ve haksızı helâk etmesini) istediler (A’râf,189). (Hakka karşı) her inatçı (Allah’a itâat etmeye kibreden) zorba da hüsrana uğradı. (Fetih yapıldı, Mü'minler zafer kazandı. Allah'a karşı taşkınlık ve hakka karşı inat eden her kibirli de perişan oldu “Beydâvî”.)
14/16. (Kâfirlerin her birinin hüsranla sonuçlanan ölümünün) ardından da (önünde) cehennem vardır. Orada kendisine irinli su içirilecektir.
14/17. (Dünyada peygamberini inkâr eden ve getirdiği Kitab’ın hükümlerini geçersiz sayan kâfir kişi) onu (cehennemdeki sıcak irinli suyu) yudumlamaya çalışacak, fakat boğazından geçiremeyecektir. Ona (kâfire) her yönden ölüm (acısı) gelecek, fakat (orada ölüm olmadığı için) ölmeyecek (her an azabı tadacak “Muhammmed sûresi,15; A’lâ,13), arkasından da (sonsuz) şiddetli bir azap gelecektir.
14/18. Rablerini inkâr eden (kâfir)lerin (sıla-i rahim, sadaka gibi iyi görünen) amellerinin durumu, fırtınalı bir günde rüzgârın şiddetle savurduğu küle benzer (Furkan,23). (Dünyada) kazandıkları hiçbir şeyin (Ahiret’te) faydasını görmezler. (Çünkü bu ameller ve davranışlar, isyan içinde, imansız olarak ve Allah’ı inkâr inancıyla yapılmıştır. Allah’ı tanımayan birinin O’ndan bir şey istemesi, bir sevap ve hayır beklemesi, elbette düşünülemez.) İşte bu, (haktan) uzak dalâletin (İslam’dan ayrı kalmanın) ta kendisidir.
14/19. (Resûlüm,) Allah'ın gökleri ve yeri hak ile (hikmet üzere büyük bir iş için) yarattığını görmedin (bilmedin) mi? (Hitap, peygamberin şahsında “ümmet”edir.) Dilerse sizi (iman etmeyenleri) giderir ve yeni (iman eden ve itâatte bulunan) bir halk getirir.
14/20. Bu (sizi tamamen ortadan kaldırıp yerinize başka yepyeni bir halk getirmek), Allah'a hiç de güç gelmez (imkânsız ve yapılamaz bir şey değildir).
14/21. (Kıyamet gününde insanlar, haşir/toplanma ve hesap için) hepsi Allah'ın huzuruna çıkacak ve zayıflar (tâbi olanlar, halk), büyüklük taslayanlara (önderlerine, yöneticilerine, bâtıl fikir ve din ileri sürenlere) diyecekler ki: "Şüphesiz bizler, size tâbi olmuştuk. Şimdi siz, (az) bir şey olsun, Allah'ın azabından bizi uzaklaştırabilecek misiniz?" Onlar da: "Eğer Allah, bizi hidayete (râzı olduğu doğru yola) eriştirseydi, biz de sizi doğru yola eriştirirdik. Şimdi bizler, sızlansak da, sabretsek de aynıdır (değişen bir şey olmayacaktır). Artık bizim için (kaçıp) sığınacak (kurtuluşumuzu sağlayacak) hiçbir yer yoktur." derler.
14/22. İş bitirilince (ehl- i cennet, cennet’e; ehl- i cehennem, cehennem’e girince), Şeytan da (cehennemdekilere) diyecek ki: "Şüphesiz Allah, size hak olanı (öldükten sonra dirilme, hesap, cennet ve cehennemin hak ollduğunu; iman etmeyen ve isyanda bulunanın cehennem’e gireceğini) va’d etti (bildirdi). Ben de size (keyfinize bakın, tekrar dirilme yok, cennet ve cehennem uydurma diyerek) söz verdim, ama ben yalancı çıktım (size yalan söyledim). Ancak benim sizi zorlayacak bir gücüm (ve yetkim) yoktu. (Sizin elinizden tutup günah işletmedim.) Ben sadece (inkâr ve şüphe telkininde bulunarak) sizi (küfür ve isyana) da’vet ettim, siz de hemen bana (koşarak) geldiniz. Bu durumda (sakın) beni kınamayın, (suçu bana yüklemeyin,) kendinizi kınayın (suçu kendinizde arayın. Benim sizin düşmanınız olduğunu Allahü teâlâ size bildirmişti “Fâtır,6; Zuhruf,62”). Artık ne ben sizi kurtarabilirim, ne de siz beni kurtarabilirsiniz (Hepimiz şu anda cehennem’deyiz.). Şüphesiz ben, daha önce (dünyada) sizin, beni Allah'a ortak koşmanızı (bana itâat ederek işlediğiniz şirkinizi) inkâr ettim/reddettim (reddediyorum Fâtır,14. Çünkü siz bana ibadet ve tâatte bulunmadan önce, ben zaten kâfir olmuştum. Bu durumda siz, nasıl oldu da bana inandınız? “Semerkandî”). Şüphesiz, zâlim (kâfir)ler için, çok acıklı bir azap vardır.
14/23. İman eden ve (namaz, oruç, zekât, cihad gibi) salih ameller işleyen (ve haramlardan uzak kalan)lar, Rablerinin izni (ve emri)yle, ebedî kalacakları ve (ağaçları) altından ırmaklar akan cennetlere (Melekler tarafından) konulacaklardır. Orada onların (kendi aralarında birbirlerine) tahıyyeleri (selâmlaşma ve tebrikleri), "selâm" (lâfzıyla)dır (Yûnus,10). (Cennet ehline Allah'tan “Yâsîn,36” ve meleklerden “Ra’d,23-24” selâmlar vardır.)
14/24. Görmedin (bilmedin) mi, Allah, güzel bir kelimeyi (“lâ ilâhe illâllah/Allah’tan başka ilâh yoktur” kelime-i tevhîd’ini) nasıl misal getirdi? (Bu “kelime-i tayyibe”), kökü (yerde) sağlam, dalları göğe yükselen bir ağaç gibidir. (Bu hurma ağacıdır “Buhârî, Tefsîr 14”. Bu Mü’mindir. İmanı, kökleridir. İbadet, hayır ve hasenatı, dallarıdır. İmana bağlı amel eder, ameli de göğe yükselir “Kurtubî”.)
14/25. Bu ağaç, Rabbinin izniyle her zaman meyvesini verir. (İman, Mü’minin kalbine yerleşmiştir. Ameli de göklere yükselir. Her zaman amelinin bereket ve sevabını görür “Celâleyn”.) Öğüt/ibret alsınlar (düşünüp iman etsinler) diye Allah, insanlara misaller getirir.
14/26. “Kötü bir söz”ün (“kelime-i habîse” olan “küfür/şirk” kelimesinin) durumu da, gövdesi yerin üstünden (kökünden) koparılmış, ayakta durma imkânı olmayan “kötü bir ağac”ın durumu gibidir. (“Kötü söz” sahibi, kâfirdir. Küfür, kâfirin kalbine yerleşmiştir. Bu durumda kâfir, küfründen dolayı Allah, Peygamber ve Kitap ile bütün bağlarını koparmıştır. Onun için onun hiç bir ameli yükselmez ve kabul olmaz. “Kötü ağaç’a, hanzala/Ebû Cehil karpuzudur” diyenler olmuştur “Semerkandî ve Zâdü’l-Mesîr”. “Hanzala” için bk. “Buhârî, Et’ıme 30”.)
14/27. Allah, îman edenleri, hem dünya hayatında hem de Ahiret’te “sabit bir söz” (kelime-i tevhîd) ile sebatlı (daimî sağlam) kılar. (Mü’min, kabir suallerini kolayca cevaplandırır “Beydâvî ve Buhârî, Tefsîr 14”). Allah, (küfrü ve isyanı seçen) zâlimleri de saptırır (onların dalâlet fiillerini yaratır. Ancak dalâletden râzı değildir). Allah, dilediğini yapar. (Mü’minlerin de kâfirlerin de fiillerini o yaratır. O, tek yaratıcıdır “Fâtır,3”. Ancak, imandan râzı (Beyyine,8), küfürden râzı değildir “Zümer,7”.)
14/28. (Resûlüm,) şunları görmedin (bilmedin) mi, ki, Allah'ın (gönderdiği Resûl ve İslam) nimetini (inkâr ederek) küfürle (atalarının dini putçulukla) değiştirdiler ve kavimlerini helâk yurduna (cehennem’e) sürüklediler.
14/29. (Allah'ın gönderdiği Resûl ve İslam nimetini inkâr ederek küfürle değiştirenler, atalarının dini olan putçulukta kalanlar) cehennem’e gireceklerdir. O, ne kötü karar yeridir!
14/30. (İnsanları) Allah’ın yolu (İslam dini)nden saptırmak için O’na ortaklar/eşler koştular. (Resûlüm,) de ki: "(İstediğiniz gibi bu dünyada) faydalanın (yiyin, için ve putlara taparak yaşayın). Hiç şüphe yok ki, (Ahiret’te) varacağınız yer, ateştir."
14/31. (Resûlüm,) iman eden kullarıma söyle: (Beş vakit) namazı dosdoğru (ve vaktinde) kılsınlar. Hiçbir alışveriş ve dostluğun bulunmadığı (azaptan kurtulmak için ne fidyenin, ne de dostluğun geçerli olmadığı “Zuhruf,67”) bir gün (Kıyamet) gelmeden önce, kendilerine (dünyada) rızık olarak verdiğimiz şeylerden Allah yolunda gizlice (sadaka olarak) ve açıktan (zekât olarak) harcasınlar (Mâturîdî ve Kurtubî).
14/32. Allah, O’dur ki, gökleri ve yeri yaratttı, gökten su (yağmur) indirdi ve onunla size rızık olarak çeşitli ürünler çıkardı. Emri ile denizde akması (yüzmesi) için (yolcu ve yük taşımak üzere) gemileri emrinize verdi, nehirleri de hizmetinize râm etti (sundu).
14/33. (O Allah, yörüngelerinde) düzenli seyreden güneş ve ayı, (aydınlatma ve varlıklarla ilgili görevlerini yapmak üzere) sizin hizmetinize sundu. Geceyi (dinlenmeniz) ve gündüzü de (çalışıp rızkınızı kazanmanız için) size müsahhar kıldı (emrinize verdi).
14/34. O (Allah), (hayatınızı devam ettirmek için) size istediğiniz her şeyden verdi (Neml,23). Eğer Allah'ın nimetlerini (lütuf ve ihsanını) saymaya kalkarsanız, sayamazsınız. Şüphesiz insan, (küfür ve isyanda) çok zâlimdir, (O’nun nimetlerine karşı şükürde de) çok nankördür.
14/35. Hatırla (Peygamberim) İbrahim demişti ki: "Rabbim! Bu (Mekke) şehri(ni içindekiler için) güvenli kıl (Bakara,126), beni ve oğullarımı putlara tapmaktan uzak tut (uzak kalmada sabit eyle “Beydâvî”)."
14/36. (Peygamberim İbrahim, duasına şöyle devam etti:) "Rabbim! Çünkü onlar (putlar), (kendilerine tapan) insanlardan birçoğunu saptırdı (dalâlete düşmelerine sebep oldu)lar. Artık kim bana (tevhîd üzere) uyarsa, o benden (benim dinimden)dir. Kim de bana isyan eder (karşı gelir)se, şüphesiz sen gafûrsun (tevbe edenlerin günahlarını bağışlayansın), rahîmsin (Mü’minlere çok merhamet edensin)."
14/37. (Peygamberim İbrahim, duasına şöyle devam etti:) "Rabbimiz! Ben çocuklarımdan bazısını (oğlum İsmâil “aleyhisselâm” ile vâlidesi Hâcer'i), senin Beyt-i Harem’in (Kâ’be'nin) yanında ekin bitmez (ziraate elverişsiz) bir vâdiye yerleştirdim. Rabbimiz! Namazı dosdoğru kılmaları için (böyle yaptım). (Yâ Rabbî,) lûtfeyle! İnsanlardan bir kısmının gönüllerini onlara meylettir (Beyt'i ziyaret etmeye şevk duymalarını ihsan eyle!). Şükretmeleri için onları çeşitli ürünlerle rızıklandır." (Böylece Allahü teâlâ, Hazret-i İbrahim’in duasını kabul etmiş, civar ve uzak illerden gelen dört mevsim ürünleri/meyveleri, orada her zaman bulunur hâle gelmiştir.)
14/38. (Peygamberim İbrahim, duasına şöyle devam etti:) "Rabbimiz! Şüphesiz sen, (işlerimizden ve düşüncelerimizden) gizlediğimizi de, açığa vurduğumuzu da bilirsin. Yerde ve gökte hiçbir şey, Allah'a gizli kalmaz."
14/39. (Peygamberim İbrahim, duasına şöyle devam etti:) "Hamd, iyice yaşlanmış iken bana (oğullarım) İsmail'i ve İshak'ı bahşeden Allah'a mahsustur. (İbrahim aleyhisselâm, 99 yaşında iken Hazret-i İsmail; 112 yaşında iken de Hazret-i İshak doğmuştur “Beydâvî”.) Şüphesiz Rabbim, duayı işiten (kabul eden)dir."
14/40. "Rabbim! Beni namazı(nı) devamlı (ve) dosdoğru kılan eyle. Soyumdan da (böyle namaz kılanlar yarat). Rabbimiz! Duamı kabul eyle."
14/41. "Rabbimiz! Hesabın (adâletle) görüleceği (Kıyamet) gün(ün)de, beni, ana-babamı ve (bütün) Mü'minleri mağfiret eyle (günahlarını bağışla)."
14/42. (Resûlüm,) sakın, Allah'ı zâlim (kâfir)lerin yaptıklarından gâfil sanma! (Her şeyi bilen yüce Allah, o kâfirlere mühlet veriyor.) Allah, onları(n azaplarını) ancak gözlerin korkudan yerinden fırlayacağı bir güne (Kıyamet’e) erteliyor.
14/43. (O Kıyamet gününde) başlarını (semaya) kaldırarak (çağırıldıkları yere doğru) koşarlar (O gün, kimse kimseye bakamaz). Gözleri kendilerine dönmez (korkudan gözlerini kırpamazlar, kendilerine bakamazlar), kalpleri de (akıl ve fikirleri kalmadığı için azabı def’edecek tedbirden yoksun) bomboştur (Mü’min,18).
14/44. (Resûlüm,) insanları (kâfirleri), kendilerine (iman etmeyenlere) azabın geleceği (Kıyamet) gün(ü) ile korkut. Çünkü o gün, zâlim (kâfir)ler: "Ey Rabbimiz! Yakın bir süreye kadar bizi(m azabımızı) ertele (dünyaya geri gönder) de senin da’vetine uyalım ve (gönderdiğin) peygamberler(in tebliğ ettiği din)e tâbi olalım (onlar, ne derse yapalım)." diyecekler. Onlara şöyle denilecek: "Daha önce (dünyada) sizin için bir zeval (öldükten sonra bir hayatın, hesabın, cennet ve cehennem’in) olmadığına yemin etmemiş miydiniz? (Nahl,38)"
14/45. (Ey küfredenler,) “sizler (eski ümmetlerde Allah’a ve peygamberlerine iman etmediklerinden dolayı) kendilerine zulmeden (kâfir)lerin yurtlarına yerleştiniz. Onlara ne yaptığımız ise, size belli olmuştu (peygamberlerim vasıtasıyla helâk edildiklerini açıklamıştık). (İbret alınması için) size misaller de vermiştik."
14/46. Onlar (kâfirler,) gerçekten (peygamberime) hilelerini/tuzaklarını kurmuşlardı. (Tuzakları, onu öldürmek veya tutuklamak yahut yurdundan çıkarmak şeklindeydi “Celâleyn”.) Onların tuzakları(na verilecek ceza,) Allah’ın katındadır. Hâlbuki hileleriyle dağlar yerinden gidecek değildi. (Müfessirlerin beyanına göre, âyetteki “dağlar”, hakiki veya mecazî mana olarak kullanılmıştır. Gerçekten dağları yerinden oynatmak mümkün olmadığı gibi, dağlar gibi köklü ve sağlam olan yüce Allah’ın dinini/şeri’atini ortadan kaldırmaya teşebbüs edenler – eski ümmetlerde ve bu ümmette de - olmuştur. Ancak O’nun şeri’atına düşman olanlar, dünyada “helâk” olarak cezalarını görmüşlerdir. Yok olmayanlar da Ahiret’te cezalarını çekeceklerdir “Celâleyn, Semerkandî, Zâdü’l-Mesîr ve Kurtubî”.)
14/47. (Resûlüm,) sakın Allah'ın, peygamberlerine olan va’dinden döner (verdiği sözü yerine getirmeyeceğini) sanma (Âl-i İmrân,9)! (Yüce Allah’ın peygamberlerine olan va’di: “Onlara yardım edeceğine/Mü’min,51 ve onların gâlip geleceğine dâirdir/Mücadele,21”.) Şüphesiz Allah, azîzdir (hiç bir kuvvet O’nu âciz bırakamaz, O’na tuzak kuramaz), (O, yüce zâtına âsi olanlara karşı) intikam sahibidir (onları ve Mü’minlerin düşmanlarını dilediği zamanda cezalandırır).
14/48. O gün (Kıyamet günü) yer, başka bir yere, gökler de başka göklere tebdil olunur (çevrilir). (Bütün insanlar, kabirlerinden çıkarlar) bir (ve) kahhâr (dilediğini yapan ve her şeyin üzerinde yegâne hüküm sahibi) olan Allah'ın huzurunda toplanırlar.
14/49. (Resûlüm,) o (Kıyamet) gün(ünde), mücrimleri (dine karşı suç işleyenleri) zincirlere vurulmuş olarak görürsün.
14/50. Onların (kâfirlerin) (cehennem’de) gömlekleri katrandandır. Yüzlerini (ve yüreklerini) de ateş kaplar.
14/51. (Yüce) Allah, herkese (hayır veya şer olarak) kazandığının karşılığını vermek (ve onlara göstermek) için (onları huzurunda toplar). (Aslında hiç bir şey, Allah’a gizli değildir. Her şeyi ezelî ilmiyle bilmektedir. Ancak mizanla insanlara amel defterlerinde olanlar gösterilmektedir.) Şüphesiz Allah, hesabı çabuk görendir.
14/52. Bu (Kur'ân), insanlara bir tebliğdir ki, onunla (insanlar) uyarılsınlar, O’nun (Allah'ın) ancak tek ilâh olduğunu bilsinler ve akıl sahipleri iyi düşünüp öğüt alsınlar diye (gönderilmiştir).