28. KASAS SÛRESİ
Rahmân (ve) rahîm (olan) Allah’ın ismiyle.
28/1. Tâ Sîn Mîm.
28/2. Bunlar (helâl, harâm, va'd, va’îd, ihlâs, tevhid “Medârik”) apaçık Kitab (Kur’ân’)ın âyetleridir.
28/3. Îman eden bir kavim için (peygamberim) Mûsa ile Fir’avun'un haberlerinden (bir kısmını Hazret-i Cebrâil vasıtasıyla) hak olarak (gerçek şekliyle) sana anlatacağız.
28/4. Şüphe yok ki, Fir’avun yeryüzünde (ülkesi Mısır’da imana karşı) büyüklük taslamış ve halkını bölük bölük (sınıflara) ayırmıştı. Onlardan bir kesimi (İsrâil oğullları gibi) zayıflatıyor, (gördüğü bir rüyanın tabirine dayanarak) oğullarını boğazlıyor, kadınlarını (kız çocuklarını) ise sağ bırakıyordu. Şüphesiz o, fesatçılardan (bozgunculardan)dı.
28/5. Biz ise, istiyorduk ki, yeryüzünde ezilmekte olanlara lütufta bulunalım (nimetlerimizi gönderelim), onları (hayırda kendilerine uyulan) liderler yapalım ve onları (Fir’avun’un mülküne) vârisler kılalım.
28/6. Yeryüzünde onlara (İsrâil oğullarına) (Mısır ve Şam topraklarında) kudret (hakimiyet) verelim ve onların (doğacak bir çocuğun) eliyle Fir’avun'a, (sarayda yetkili bir kişi) Hâmân'a ve askerlere, çekinmekte oldukları (helâk olmaktan korktukları) şeyi gösterelim (istiyorduk).
(Fir’avun bir rüya görmüştü. O rüyayı tabir edenler dediler ki, bir çocuk doğacak. O, senin tâcını tahtını yıkacaktır. Bunun üzerine Fir’avun da o tarihten itibaren doğan bütün erkek çocukların öldürülmesine emir verdi. “Doksan bin çocuk öldürüldü, bkz. Ebu’s-suûd Efendi”. Tam o sırada Mûsa bebek “aleyhisselâm” dünyaya geldi.)
28/7. (Hazret-i) Mûsa'nın annesine: "Onu emzir (üç ay emzirdi), başına bir şey gelmesinden korktuğun zaman, onu (bir sanduka içinde) denize (Nil'e) bırak, (boğulacağından) korkma ve (ayrılığından) üzülme. Çünkü biz onu sana döndüreceğiz (kavuşturacağız) ve onu peygamberlerden kılacağız." diye ilham ettik.
28/8. Nihayet Fir’avun adamları - kendilerine düşman ve üzüntü kaynağı olacak – (sanduka içindeki) o çocuğu kayıp (sahipsiz bir eşya) olarak (bulup) aldılar. (Sandukanın içinde ne olduğu bilinmiyordu.) Şüphesiz Fir’avun, (veziri veya saray yetkilisi) Hâmân ve onların askerleri (o korktukları şey başlarına gelmesin diye binlerce çocuğu öldürmekle) hata yapıyorlardı. (Fakat kendi akıbetlerini/ölümlerini hazırlayacak o bebeğin, düşman sarayına alınmasını, bütün çocuklar öldürülürken onun hayatta kalmasını halkeyleyen ve onu koruyan Allah, ne yüce ve hikmet sâhibidir!
Bir gün Fir’avun ailesi, Nil kenarında oturuyordu. Bir de baktılar ki, Nil'de bir sandık var; dalgalar vurup onu sürüklüyor, sonunda sandık bir ağaca takıldı. Fir’avun, onu bana getirin! diye emir verdi. Hemen kayıklarla gidip aldılar ve getirip Fir’avun’un önüne koydular. Fir’avun sandığı açmaya çalıştı, fakat açamadı. Sandığı kırmak istedi ise de karısı Âsiye buna mani oldu ve Âsiye sandığı açtı. Bir de ne görsünler, nur topu gibi bir bebek! Fir’avun, önce o bebeği öldürmek istedi, fakat Âsiye onu bu fikrinden vazgeçirdi “Medârik”.)
28/9. Fir’avun'un karısı şöyle dedi: "Bana da, sana da göz aydınlığı (çok sevimli bir çocuk)! Sakın onu öldürmeyin. Belki bize faydası dokunur, ya da onu evlât ediniriz." Hâlbuki onlar (ileride kendi aleyhlerine olacak olanları) bilmiyorlardı.
28/10. (Hazret-i) Mûsa'nın anası (çocuğunun Fir’avun’ın eline düştüğünü öğrenmişti. Büyük bir endişeye kapıldı. Çocuğundan başka dünya)nın (hiçbir işi) kalbi(nde yer bulmamıştı. Onun bütün endişesi, çocuğunun hayatına kastedilmesi idi. Onun için kalbinden Mûsa’dan başka her şey silinmiş ve aklı gitmiş olarak “İbrâhim, 43”) bomboş sabahladı. Eğer biz iman edenlerden olması için kalbine (sabır ve sebatla) güç vermeseydik, neredeyse (“eyvah çocuğumu öldürecekler” diye bağırıp) onu (o çocuğun kendisine ait olduğunu) açıklayacaktı.
28/11. (Hazret-i Mûsa’nın) annesi, Mûsa'nın kız kardeşine (ablası Meryem’e), "Onu takip et" (onunla ilgili haber topla) dedi. O da onu (Mûsa'yı), onlar (saray erkânı) farketmeden uzaktan gözetledi.
28/12. (Fir’avun âilesi, buldukları bebeğe süt anne/dadı arama telâşına giriştiler.) Biz (şânı yüce Allah), daha önce ona (Mûsa bebeğe) (yabancı) süt anaların sütünü emmesini haram kıldık. (Onun için Mûsa bebek, yabancı hiçbir annenin sütünü emmedi.) Kız kardeşi (süt anne arayan saray erkânına:) "Size onun bakımını, sizin adınıza üstlenecek ve ona iyilikte bulunacak (samimiyet ve şefkatle davranacak “Semerkandî”) bir aile göstereyim mi?" dedi.
28/13. Böylece biz, onu (Mûsa bebeği), annesine geri döndürdük, gözü aydın olsun, üzülmesin ve Allah'ın va'dinin hak olduğunu (Kasas, 7) bilsin diye. Fakat onların (Mısır halkının) pek çoğu (Fir’avun’ın ileride düşmanı olacak o çocuğu, maaş vererek annesine emzirttiğini) bilmezler. (Fir’avun başta olmak üzere saray erkânı, tutulan süt annenin, Mûsa bebeğin gerçek annesi olduğunu bilmiyorlardı.)
28/14. (Mübarek kulumuz) Mûsa, yiğitlik çağına (33 yaşına) ulaşıp olgunluğa (fizikî ve aklî melekelerinin tam olduğu 40 yaşına) erdiğinde biz ona hikmet ve ilim verdik. (Ancak bu, peygamberlikten öncedir. Çünkü peygamberlik, hicret ettiği Medyen’den Mısır’a dönerken verilmiştir.) Biz, Muhsinleri (tevhid yolunda iyilikte bulunanları) böyle mükâfatlandırırız.
28/15. (Mübarek kulumuz) Mûsa, halkın habersiz olduğu bir sırada şehre girdi. Orada biri, kendi tarafından (İsrâil oğullarından), diğeri düşmanı (kıptîler) tarafından kavga eden iki adam gördü. Kendi tarafından olan, düşmanına karşı ondan yardım istedi. (Hazret-i) Mûsa da (onları ayırmak maksadıyla) ona bir yumruk atıp onun işini bitirdi (hatâen ölümüne sebep oldu). (Kulumuz) Mûsa: "Bu şeytanın işidir. O, şüphesiz apaçık (haktan) saptırıcı bir düşmandır." dedi. (Çünkü Mûsa aleyhisselâm, henüz kâfirleri öldürmeye memur edilmemişti. Onların içinde “kendisine çok güvenilir bir kişi” olarak tanınıyordu.)
28/16. (Hazret-i) Mûsa (düşman tarafından hatâen birinin ölümüne sebep olunca): "Rabbim! Şüphesiz ben nefsime zulmettim (birinin ölümüne sebep oldum. Fakat öldürmek maksadıyla vurmadım). Beni affet." dedi. (İstiğfar etti.) Allah da onu affetti. Şüphesiz O, gafûrdur (tevbe edenin günahını ve hatasını bağışlayandır), rahîmdir (yarattıklarına merhamet edendir).
28/17. "Rabbim! Bana verdiğin nimet hakkı için (benim günahımı affettiğinden dolayı) artık suçlulara (Fir’avun’ın adamları arasında bulunmayacağım ve günahkâr olan İsrâil oğluna da) arka çıkmayacağım." dedi.
28/18. (Hazret-i Mûsa, yanlışlıkla bir kıptiyi öldürdüğünden, kendisinin de öldürüleceği düşüncesiyle) korkarak ve etrafı gözetleyerek şehirde sabahladı. Bir de ne görsün, dün kendisinden yardım isteyen (İsrâil oğlu o kişi) yine feryat ederek ondan yardım istiyordu. (Bu sefer mübarek kulumuz) Mûsa ona: "Belli ki, sen azgın bir kimsesin (devamlı başkaları ile dövüşüyor ve fasat çıkarıyorsun)!" dedi.
28/19. (Hazret-i Mûsa,) ikisinin de düşmanı olan adamı yakalamak isteyince (o tanıdığı İsrâil oğlu) adam: "Ey Mûsa! Dün birini öldürdüğün gibi, (şimdi) beni de mi öldürmek istiyorsun? Sen ancak yeryüzünde bir zorba olmak istiyorsun, iyilik yapıcılardan olmak istemiyorsun." dedi. (Bu sözü İsrâilli söyleyince, kıpti, kâtilin Hazret-i Mûsa, olduğunu duymuş oldu. Çünkü olay, şehirde her tarafa yayılmıştı. Fakat öldüren gizli kalmıştı, bilen yoktu. Kıpti bunu öğrenince hemen vakit kaybetmeden Fir’avun’ın sarayına gitti - dün kıptiyi öldüren kişinin Mûsa olduğunu - haber verdi. Bu durumda saray erkânı toplanarak, Mûsa’yı öldürmeye karar verdiler. Şehirde geçeceği yollar, tutuldu. Fakat toplantı devam ederken ve yollar henüz tutulmadan önce:)
28/20. Şehrin en uzak yerinden koşarak (Fir’avun âilesinden fakat Mûsa taraftarı Mü’min) bir adam geldi: "Ey Mûsa! (Fir’avun’ın saray erkânından) ileri gelenler seni öldürmek için aralarında senin durumunu görüşüyor (plan yapıyor)lar. Şehirden hemen çık. Şüphesiz ben sana öğüt verenlerdenim (bana güven)." dedi.
28/21. (Mübarek kulumuz Mûsa, Fir’avun adamlarının yakalama veya öldürme) korku(su) içinde (etrafı) gözetleyerek oradan (şehirden) çıktı. "Ey Rabbim! Beni bu zâlim kavimden kurtar." dedi.
28/22. (Mısır’dan çıkıp Şuayb aleyhisselâm’'ın memleketi olan) Medyen'e doğru yöneldiğinde: "Umarım Rabbim beni (oraya ulaştıracak) doğru (bir) yola iletir." dedi. (Çünkü Medyen yolunu bilmiyordu. O da karşısına çıkan üç yoldan orta yolu seçti. Medyen, Mısır’a o günkü şartlarda 8 günlük mesafede olup Fir’avun’ın hakimiyetinde değildi.)
28/23. (Hazret-i Mûsa) Medyen suyuna varınca, suyun başında (hayvanlarını) sulamakta olan bazı insanlar gördü. Bunların yanında da koyunlarını (sudan) engellemek için uğraşan iki kız gördü. (Mübarek kulumuz Mûsa onlara:) Ne yapıyorsunuz? (“Maksadınız nedir? Neden koyunlarınızı burada tutup suya bırakmıyorsunuz?” dedi.) Onlar da: "Çobanlar çekilmedikçe, biz koyunlarımızı sulayamayız. (Erkekler arasına girmek ve koyunlarımızın da onlarınkine karışmasını istemiyoruz.) Babamız da, çok yaşlı bir adamdır." (Onun için koyunları sulamaya biz getiriyoruz.) dediler.
28/24. Bunun üzerine (mübarek kulumuz Mûsa) onların (kızların) yerine (koyunlarını) suladı. Sonra gölgeye çekilip: "Rabbim! Bana indireceğin bir hayra (yiyeceğe) muhtacım." dedi.
(Kızlar, diğer günlere göre daha az bir zamanda döndüler. Babaları - Şuayb aleyhisselâm - bunun sebebini sorunca, kızları, orada bulunan bir adamın koyunları suladığını söylediler. Bunun üzerine, babaları kızlarından birine, “o kişiyi çağır” dedi.)
28/25. (Babalarının emri üzerine o) kızlardan biri, utana utana yürüyerek ona (Mûsa’ya) geldi (ve): "Bizim için (koyunlarımızı) sulamanın ücretini vermek üzere babam seni çağırıyor." dedi. (Kulumuz Mûsa,) onun (Hazret-i Şu'ayb'ın) yanına gelip (Fir’avun ve kıpti ile ilgili) başından geçenleri ona anlattı, o da (Şu'ayb aleyhisselâm): "Korkma, o zâlim kavimden kurtuldun." dedi.
28/26. (Hazret-i Şuayb’in) kızlar(ın)dan biri: "Babacığım, onu (koyunlarımızı gütmesi için) ücretle (işçi/çoban) tut. Herhâlde ücretle tutacağın en hayırlı kişi, şüphesiz güçlü ve güvenilir olandır." dedi. (Çünkü kuyulardan birinin ağzında çok büyük bir taş vardı, onu yalnız başına kaldırmış, kendisine haber getiren kızı başını eğerek dinlemiş ve eve gelirken kızın arkasından gelmesini söylemişti. Bu Hazret-i Mûsa’nın güçlü ve güvenilir olduğunu göstermektedir “Beydâvî”.)
28/27. (Şu'ayb aleyhisselâm, Hazret-i Mûsa’ya) dedi ki: "Bana sekiz yıl (koyunlarıma çobanlık ederek) ücretle çalışman karşılığında, şu iki kızımdan birisini sana nikâhlamak istiyorum. Eğer sen bunu on (yıl)a tamamlarsan, o da senden olur (senin vereceğin karara bağlıdır). Bununla beraber (bu on yıl şartıyla) ben sana zorluk vermek istemiyorum. İnşaallah beni salih kimselerden (sözünde duranlardan) bulacaksın."
28/28. (Mübarek kulumuz Mûsa da) şöyle dedi: "Bu, seninle benim aramda bir iş (taahhüt/sözleşme)dir. İki süreden hangisini tamamlarsam, bana bir husumet (aleyhime bir dava) yok (olmayacaktır). Allah, söyleşmemize vekil (şahit)dir."
(Hazret-i Mûsa, anlaştıkları süreyi tamamladı. Şuayb aleyhisselâm kızına, emanetinde ve yanında bulunan asâyı Mûsa'ya vermesini söyledi. Bu, Peygamberden peygambere nakledilen bir asâ idi. Âdem aleyhisselâm’dan beri korunmuş ve cennet ağacındandı. Böylece asâ, Hazret-i Mûsa’ya ulaşmış oldu “Celâleyn”.)
28/29. (Mübarek kulumuz) Mûsa, (sözleştiği) süreyi tamamlayıp (kayınperi Hazret-i Şuayb’den izin aldıktan sonra) ailesiyle birlikte (Mısır’da annesinin yanına gitmek üzere) yola çıkınca, Tûr (dağı) tarafında bir ateş (ışık) gördü. Ailesine: "Siz (burada) bekleyin, ben bir ateş gördüm. Umarım oradan (yol durumu hakkında) size bir haber ya da ısınmanız için bir ateş koru/parçası getiririm." dedi (Tâhâ, 9-48). (Yolu şaşırmışlardı. Karlı ve karanlık bir gece idi. O sıkıntı ve çaresizlik içinde bir oğlu dünyaya geldi. Isınmak için ateş de yakamadılar. Tam o esnada uzakta bir ateş/ışık gördü.)
28/30. (Hazret-i) Mûsa, oraya (ateşin yanına) gelince, o mübarek yerdeki (Mûsa’ya göre) vâdinin sağ tarafındaki ağaçtan şöyle seslenildi: "Ey Mûsa! Muhakkak ki, ben, âlemlerin Rabbi olan Allah, benim." (Bu hitaptan sonra, Mûsa aleyhisselâm’a risâlet/peygamberlik verilmiştir “Kurtubî”.)
(Ebû Mansûr el-Mâturîdî hazretleri açıkladı:
Hak teâlâ’nın zâtı ile kâim/birlikte olan kadîm kelâmı duyulmaz. Duyulan şey, ancak sesler ve harflerdir. İşte o ağaçta yaratılan ve duyulan budur! Fâil/konuşan, Allahü teâlâ’dır, ağaç değildir “Râzî”.
Her şeye kâdir olan Allah, harf, ses, ibare ve cihetsiz konuşur, fakat melek dahil bütün mahlûkat onu, harfli, sesli, ibareli ve cihetli işitir “Kurtubî”.
Karınca “Neml, 18” ve Hüdhüd kuşu “Neml, 20’den – 25’e kadar” konuşmuş ve ilgili olan yere haberi ulaştırmıştır. Peygamberlerde görülen mu’cizeleri yaratan, peygamberler değil, Allahü teâlâ’dır. Çiçeklere ve meyvalara çeşitli renk ve tatlar veren, toprak veya bitki değil, yüce Allah’ın varlıkların DNA’sına yerleştirdiği ve gelen emre göre varlık gösteren “sır merkezi”dir: Her şeyi yaratan Allah’tır “Zümer, 62”. Ancak hikmet gereği dünyada “bir şeyin vücut bulması”nı sebeplere bağlı olarak yaratmakta “Kehf, 84-85”, Ahiret’te ise, sebepsiz halk edecektir. Cennetteki köşkler, bütün nimet ve ikramlar, sebebe bağlı olmadan – toprağa, suya, güneşe, zamana; usta, aşçı ve işçiye ihtiyaç duyulmadan hazır bir durumda – Mü’min’in emrine sunulacaktır.)
28/31. (Mûsa aleyhisselâm’a nida olundu: Ey Mûsa!) "Asânı (değneğini) bırak." (Mûsa, asâsını yere bıraktı). Onu bir yılanmış gibi süratle hareket eder görünce, (korktu ve) dönüp arkasına bakmadan kaçtı. (Bu sefer şöyle seslenildi:) "Ey Mûsa! Beri gel, korkma. Çünkü sen emniyette (güvende) olanlardansın (peygamberler, benim huzurumda kormazlar)."
28/32. (Ey peygamberim Mûsa!) "Elini koynuna sok. Kötülüksüz (hastalıksız ve kusursuz) bembeyaz (yed-i beyda/gözleri kamaştıran bembeyaz bir ışık) olacaktır. (Kuşun) korkudan kanadını (açıp korku geçince kanadını topladığı gibi sen de sağ elini sol koltuğunun, sol elini de sağ koltuğunun altına koyarak) kendine çek (yapıştır. Seni korku sardığı zaman, cesaret kazanmak ve kendini toparlamak için böyle yaparsın “Beydâvî”.) İşte bunlar, Fir’avun ve ileri gelen adamlarına (göstermek için) Rabbin tarafından (sana verilen) iki delildir. Çünkü onlar, fâsık (kâfir) bir kavimdirler."
28/33. (Peygamberim) Mûsa, dedi ki: "Ey Rabbim! Şüphesiz ben onlardan birini (bir kıptiyi) öldürdüm. (Buna karşılık) onların da beni öldürmelerinden korkuyorum."
28/34. (Ey Rabbim!) "Kardeşim Hârûn'un dili benimkinden daha düzgündür. Onu da benimle beraber, beni doğrulayan bir yardımcı olarak gönder. Çünkü ben, onların (Fir’avun ve kavminin) beni yalanlamalarından korkuyorum."
28/35. (Yüce) Allah: "Seni kardeşin (Hârun’u peygamber göndermek)le takviye edeceğiz (destekleyeceğiz) ve size bir hüccet (burhan, delil) vereceğiz de âyetlerimiz (yed-i beyda ve asâ mu’cizelerimiz) sayesinde size (öldürme gibi bir kötülükle) ulaşamayacaklar. Siz ve size uyan (Mü’min bahtiyar)lar, (Fir’avun ve kavmine) galip gelecek olanlardır" buyurdu.
28/36. (Peygamberim) Mûsa, onlara apaçık olarak delillerimizi (yed-i beyda ve asâ’yı) getirince, onlar (Fir’avun ve adamları:) "Bu, ancak uydurulmuş bir sihirdir. Biz (gelmiş) geçmiş atalarımızdan böyle bir şey(in olduğunu) işitmedik." dediler.
28/37. (Peygamberim) Mûsa: “Rabbim, kendi katından kimin (peygamber kılınacağını, buna kimin ehil olduğunu ve kimin) hidayet getirdiğini (tevhide dayalı hakkı bildirdiğini) ve bu yurdun (dünya hayatının) âkıbetinin kimin (cennet veya cehennem) olacağını en iyi bilir. Muhakkak ki, zâlim (kâfir)ler, (Allah’ın azabından emin olarak) kurtuluşa eremezler." dedi.
28/38. Fir’avun: "Ey ileri gelenler! Sizin benden başka bir ilâhınız olduğunu bilmiyorum (Nâziât, 24). Ey (vezirim) Hâmân! Benim için bir ateş yakıp tuğla pişir (imal et) de bana (yüksek) bir kule (minare gibi rasathane) yap! Belki Mûsa'nın ilâhına çıkar bakarım. Şüphesiz ben onun (Mûsa’nın) mutlaka yalancılardan olduğunu sanıyorum." dedi.
28/39. O (Fir’avun) ve askerleri (kavmi) yeryüzünde haksız yere (imandan yüz çevirerek) büyüklük tasladılar ve gerçekten (öldükten sonra) bize döndürülmeyeceklerini sandılar.
28/40. Biz de onu (Fir’avun’u) ve askerlerini yakaladık ve onları denize attık (orada boğuldular). (Resûlüm,) bak, zâlim (müşrik)lerin sonu nasıl oldu! (Hepsi helâk oldular.)
28/41. Biz onları (Fir’avun ve kavmini, küfür ve isyanları sebebiyle insanları), ateşe (dalâlete ve fesada) çağıran öncüler kıldık. Kıyamet günü de kendilerine (azaplarının kaldırılması konusunda) yardım edilmeyecektir.
28/42. Bu dünyada onları (küfür ve isyanları yüzünden suda boğmak suretiyle) lânete uğrattık (ve gelecek nesillere kötü ibret kıldık). Kıyamet gününde de onlar, (sûreten) çirkinleştirilmiş kimselerden olacaklardır.
28/43. Yemin olsun, ilk nesilleri (Nûh, Hûd, Sâlih ve Lût kavimlerini) yok ettikten sonra (Peygaberim) Mûsa'ya - düşünüp ibret alsınlar diye - insanların kalp gözünü açan deliller (nurlar verdik, onunla hakikatı görür, hak ile bâtılı ayırırlar. Kendilerini dalâletten kurtaran) bir hidayet ve (iman edenler için) bir rahmet olmak üzere Kitab'ı (Tevrat'ı) verdik.
28/44. (Resûlüm, Peygamberim) Mûsa'ya o (risalet/peygamberlikle ilgili)) emri (Nâziât, 16-19) verdiğimiz zaman, sen (vâdinin) batı tarafında değildin. (O hâdiseyi) görenlerden de değildin. (Ancak bütün bunları biz sana bir “gayb” bilgisi olarak bildiriyoruz.)
28/45. Fakat biz (Peygamberim Mûsa'dan sonra) birçok nesiller (ümmetler/kavimler) yarattık da, onların üzerinden uzun zamanlar geçti. (Gönderdiğim şeriatler bozuldu, insanlar putlara tapar oldu, hakiki ilim de unutuldu.) (Resûlüm,) sen (Hazret-i Şuayb’ın gönderildiği) Medyen halkı (ve iman edenleri) arasında yaşamış (onları dinleyerek bu haberleri onlarden öğrenmiş) değildin ki, (kıssayı anlatan) âyetlerimizi onlara (Mekke halkına) okuyasın. (Hayır,) fakat (peygamber olarak seni) gönderen (ve geçmişlerin haberlerini sana vahyeden) biziz.
28/46. (Resûlüm,) yine biz (kulumuz Mûsa'ya “kitabı kuvvetle tut” diye) nida ettiğimiz (Tevrat ve peygamberliğin verildiği) zaman, Tûr'un yan tarafında da değildin. Fakat sen Rabbinden bir rahmet (resûl) olarak, senden önce kendilerine (âhiretteki azabı bildiren) hiçbir nezîr (peygamber) gelmeyen bir kavmi uyarman (iman ile küfrü, hak ile bâtılı, cennet ile cehennemi bildirmen) için (ve) iyice düşünüp öğüt alsınlar (iman etsinler) diye (seni Kur’an ile gönderdik).
28/47. (Kâfirler,) işledikleri (küfür ve isyanlar) sebebiyle (Kıyamet günü) başlarına bir musibet (azap) gelip de: "Ey Rabbimiz! Bize bir Peygamber gönderseydin de âyetlerine uysaydık ve Mü'minlerden olsaydık." diyecek olmasalardı, (onlara peygamber göndermezdik).
28/48. Onlara katımızdan hak (kitap ve peygamberler) gelince: (Kâfirler,) “Mûsa'ya verilen (asâ, yed-i beyza gibi mu’cize)lerin benzeri niçin buna (Muhammed’e) verilmedi?" dediler. (Fakat) onlar, daha önce (Peygamberim) Mûsa'ya verilen (mu’cize)leri inkâr etmemişler miydi? (Yine) onlar: "İki sihirbaz (Mûsa ve Hârun veya Mûsa ve Muhammed “aleyhimü’s-selâm”) birbirlerine destek oluyor." dediler. "Biz (peygamberlerin) hepsini inkâr ediyoruz." dediler.
28/49. (Resûlüm, kâfirlere) de ki: "Eğer (“o peygamberler sihirbazdır” iddiasında) doğru söyleyenler iseniz, Allah katından, bu ikisinden (Tevrat ve Kur'ân'dan) daha doğru bir kitap getirin de, ben ona uyayım."
28/50. Eğer (o kâfirler, Allah katından kitap getirme konusunda) sana cevap veremezlerse, bil ki, onlar, yalnız kendi nefislerinin arzularına uymaktadırlar. Allah'tan bir hidayet (beyan) olmadan kendi nefsinin arzusuna uyandan (şirk, küfür ve putçuluğa saplanandan) daha sapık kim olabilir? Şüphesiz Allah, zâlim (kâfir)ler topluluğunu (küfürde kaldıkları müddetçe) hidayete erdirmez (İslam dinine kavuşturmaz).
28/51. Yemin olsun, düşünüp öğüt alsınlar (iman edip kurtuluşa ersinler) diye o “söz”ü (“Kur'ân âyetleri”ni emirler, yasaklar, öğütler, va’atler, nasihatler ve ibretler olarak) onlara peş peşe ulaştırdık.
28/52. O kimseler ki, bundan (Kur’an’dan) önce, kendilerine kitap verdik, işte onlar (Ehl-i kitap’tan olup Habeşistan ve Şam’dan gelen 40 kişi “Kurtubî ve Ebu’s-suûd Efendi”), ona (Kur’an’a) iman eder (İslam dinine girer)ler.
28/53. Onlara (Müslüman olan Ehl-i Katab’a Kur'ân) okunduğu zaman: "Ona (Kur’an’ın Allah kelâmı olduğuna) iman ettik, şüphesiz o, Rabbimizden gelen hak (bir kelâm)dır. Şüphesiz biz, bundan önce de (Allah tarafından indirilen bütün kitaplara inandığımız için) Müslümandık." derler.
28/54. İşte onların (Müslümanlığı seçen Hristiyanların), sabretmelerinden, “seyyie”yi (şirki, kötülüğü) hasene ile (imanla, iyilikle) uzaklaştırmalarından ve rızık olarak verdiğimizi (hayır yolunda) harcamalarından dolayı mükâfatları kendilerine iki defa (hem Tevrat’a hem de Kur’an’a iman ettiklerinden “iki kat”) verilecektir.
28/55. (Müslümanlar, kâfirlerden dine ve ahlâka aykırı) boş (onur kırıcı) söz işittikleri vakit, ondan yüz çevirirler ve: "Bizim işlerimiz (dinimiz) bize, sizin işleriniz (cahiliyye inancınız) da size. Selâm size olsun (biz saldırmayacağız, ancak bizden uzak durun). Biz cahilleri istemeyiz. (Çünkü imansızlık, en büyük cehalettir.)" derler. (Bazı âlimler, bu âyetin, kıtal/savaş âyetinden önceki durumu açıkladığını söylemişlerdir “Semerkandî”.)
28/56. (Resûlüm,) şüphesiz sen sevdiğin kimseyi hidayete erdiremezsin (İslam’a kavuşturamazsın. Çünkü iman, küfür olan bir kalbe girmez.) Fakat (kul, iradesini kullanarak küfürden imana yönelirse,) Allah, dilediği kimseyi (iradesini İslam’dan yana kullananı) hidayete (İslam’a) erdirir (o kimse, Müslüman olur. Hidayeti yaratan Allah’tır). O (Allah), hidayete erecekleri (Müslüman olacakları) en iyi bilendir. (Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem, amcası Ebû Tâlib'in îman etmesini çok arzu etmesi üzerine bu âyet nâzil olmuştur “Beydâvî.)
28/57. Onlar (Kureyşliler, Peygamber efendimize: Senin da’vetinin hak olduğunu biliyoruz. Fakat:) "Seninle beraber doğru yola (İslam’a) uyarsak, (Araplar tarafından) kendi yurdumuzdan koparılıp çıkarılırız." dediler. (Resûlüm, onlara de ki:) Biz onları tarafımızdan bir rızık olarak, her şeyin ürünlerinin toplanıp getirildiği, güvenli, (dokunulmaz bir mekân olan) Harem’e (Mekke-i Mükerreme’ye) yerleştirmedik mi? (Araplar arasında meydana gelen öldürme ve baskınlardan o yerde – Harem’de - güven içinde oluyorlar. Böyle olduğu hâlde, nasıl oluyor da iman etmeyi, “Mekke’den sürülme sebebi” olarak gösterebiliyorlar?) Fakat onların çoğu (söylediğimiz şeyin hak olduğunu) bilmezler.
28/58. (Resûlüm,) biz (şânı yüce Allah, gönderdiğim peygamberi yalanladıkları hâlde) refah içinde şımaran (Allah’a isyan eden) nice memleket (ahâlisin)i helâk ettik. İşte onların (harabolmuş) meskenleri! Onlardan sonra oralarda (evlerinde ve yurtlarında) (gelip geçenler tarafından) pek az (bir gün veya daha az) oturuldu. Onlara (esas mülkün sahibi) biz vâris olduk. (Allah’a iman etmeyenler, sanki dünyada sonsuz kalacaklarını zannettiler.)
28/59. (Resûlüm,) Rabbin, ülkelerin ana merkezine (en büyük yerleşim yerine), kendilerine âyetlerimizi okuyan (tebliğ eden) bir peygamber göndermedikçe, (küfür ve isyanlarından dolayı) oraları helâk edici değildir. Zaten biz, halkı zâlim (kâfir) olmadıkça, (intikam ve öç almak için) memleketleri helâk edici değiliz.
28/60. Size (dünyalık olarak) verilen (mal, mülk gibi) her şey, dünya hayatının (kısa ve geçici) metâı (geçim vasıtası) ve süsüdür. Allah'ın katındaki (sevaplar ve cennet) ise, (dünyalıklardan) daha hayırlı ve daha kalıcı (devamlı)dır. Hâlâ (ebedî olanın geçici olandan daha hayırlı olduğunu) anlamayacak mısınız?
28/61. Kendisine (cennet gibi) güzel bir vaatte bulunduğumuz ve o vaat edilen şey (cennet)e kavuşacak olan (Mü’min) kişi, dünya hayatının menfaatlerinden yararlandırdığımız (fakat peygamberimin getirdiği dine iman etmeyen) ve sonra kıyamet günü (cehennem’e) getirilenlerden olan (kâfir) kişi gibi olur mu? (Elbette Mü’min, kâfir gibi değildir. Ahiret’te biri cennet’te, diğeri cehennem’dedir.)
28/62. (Her şeye kâdir olan yüce Allah:) O (Kıyamet) gün(ün)de onlara (müşriklere) seslenerek: "Hani benim - var olduğunu iddia ettiğiniz – ortaklarım, nerede?” diyecektir.
28/63. (Cehennem’e gideceklere dair) üzerlerine söz (azap) hak olanlar (“A’râf, 18; Hûd, 119”): "Ey Rabbimiz! İşte şunlar bizim azdırdıklarımız (İslam’dan ayırdıklarımız)dır. Kendimiz azdığımız (İslam’a karşı geldiğimiz) gibi onları da azdırdık (küfür ve dalâlete düşürdük). Şimdi de onlardan (onların küfürlerinden) uzaklaşıp sana (senin merhametine) döndük. Zaten (hakikatte) onlar bize tapmıyorlardı (put edindikleri heva, heves ve şehvetlerine tapıyorlardı) diyeceklerdir.
28/64. Onlara (Allah’ı bırakıp putları, Fir’avun ve Nemrut gibi insanları ilâh edinenlere): "Haydi (ilâh edindiğiniz) ortaklarınızı çağırın!" denir. Onlar da (yardıma) çağırırlar, fakat ortakları (şaşkınlık ve âcizlikten) onlara cevap veremezler. (Uğrayacakları) azabı görürler. Keşke onlar (dünyada iken peygamberlerine itâat edip) hidayete kavuşsalardı.
28/65. O (Kıyamet) gün(ü Allah,) onlara nida ederek (seslenerek): "(Gönderdiğim) peygamberlere (getirdiği âyetler ve şeri’at konusunda) ne cevap verdiniz (kabul mü, yoksa red mi ettiniz)? diyecektir.
28/66. Artık o (Kıyamet) gün(ü) onlara (kâfirlere peygamberler tarafından bir yardım gelip kurtulmalarını sağlayacak) bütün haber (kapıları yüz)ler(ine) kapanmış (ve umutları kalmamış)tır. Artık onlar, (bir mazeret ve delil ileri sürerek) birbirlerine (azaptan kurtulma çaralerini) de soramazlar.
28/67. Fakat (küfür ve günahlarından) tevbe edip îman eden ve (namaz, oruç, hac, zekât gibi) salih amel işleyen (Mü’min) kimsenin (Allah’ın va’di gereği “Tegâbün, 9”; Ra’d, 29”) kurtuluşa erenlerden olması kesindir/umulur. (Bu âyette geçen “asâ” kelimesi, Allah için kesinlik, kul için umut ifade eder “Beydâvî ve Celâleyn”.)
28/68. (Resûlüm,) Rabbin, (mutlak ve sınırsız irade sahibi olarak) dilediğini yaratır ve (dilediğini) seçer. (O’nun iradesini ve yaratmasını sınırlandıracak bir varlık yoktur.) Onların (mahlûkatın) ise seçim hakkı yoktur. Allah, onların (Müşriklerin) ortak koştuklarından münezzehtir (uzaktır ve yücedir).
(Bu âyet, Müşriklerin ileri gelenlerinden Velid b. Muğire: “Bu Kur'ân, iki şehrin - Mekke ve Taif’in - birinden büyük ve itibarlı bir adama indirilmeli değil miydi? / Zuhruf, 31” demesi üzerine inmiştir “Medarik”.)
28/69. (Resûlüm,) Rabbin, onların (müşriklerin) (Peygambere düşmanlık ve kin gibi) sinelerinin gizlediğini ve (dilleriye) açığa vurdukları (aşağılamaları)nı (hepsini) bilir.
28/70. O, Allah'tır. O'ndan başka (yaratan ve rızık veren) ilâh yoktur. Hamd, önünde (dünyada) ve sonunda (Ahiret’te) O'na mahsustur. (Her şeyde geçerli) hüküm, yalnız O'nundur (Allah’a âittir. Tâat ehline sevap ve mağfiretle, ma’sıyet ehline ceza ve azap vermekle hükmeder). (Öldükten sonra hesap vermek üzere dirilecek ve) ancak (Ahiret’te) O'na döndürüleceksiniz.
28/71. (Resûlüm,) de ki: “Söyleyin bakalım: Allah, üzerinize geceyi kıyamete kadar aralıksız devam ettirse, Allah'tan başka size ışık getirecek ilâh kimdir (böyle bir ilâh var mıdır?) Hâlâ (hakkı) işitmeyecek (ve küfürden dönmeyecek) misiniz?"
28/72. (Resûlüm,) de ki: “Söyleyin bakalım: Allah, üzerinize gündüzü kıyamete kadar sürekli kılsa, Allah'tan başka size dinleneceğiniz geceyi getirecek ilâh kimdir (böyle bir ilâh var mıdır?) Hâlâ (hakkı) görmeyecek (ve küfürden dönüp iman etmeyecek) misiniz?"
28/73. Allah, rahmeti (fazlı ve ihsan ettiği nimeti)nden dolayı geceyi dinlenesiniz, gündüzü de, (çalışıp rızkınızı) lütfundan arayasınız ve (verdiği nimetlerine) şükredesiniz diye sizin için yarattı.
28/74. (Her şeye kâdir olan yüce Allah:) O (Kıyamet) gün(ün)de onlara (müşriklere) seslenerek: "Hani benim - var olduğunu iddia ettiğiniz – ortaklarım, nerede?” diyecektir.
28/75. (Kıyamet günü) her ümmetten bir şahit (o ümmetin peygamberini) çıkarırız (O Peygamber, ne yaptılarsa onlara karşı sahidlik edecektir.) ve (o kâfir ümmetlere/insanlara deriz ki: Peygamberi ve onun getirdiği dini kabul etmemenize dair) "Kesin delilinizi getirin." deriz. Onlar da (o zaman) “hak”ın (ulûhiyyetin/ilâhlığın ancak) Allah'a ait olduğunu (yakinen anlar ve) bilirler. (Dünyada Allah'ın dinini bırakıp insanların) uydurdukları (din/İslam karşıtı) ortaklar (putlar, Fir’avun ve Nemrut gibi ilâh edindikleri kişiler), kendilerini terkeder, kaybolup giderler.
28/76. Şüphesiz (zenginliğiyle böbürlenen, şımaran) Kârun (Ankebût, 39; Mümin, 23-24), (peygamberim) Mûsa'nın kavmindendi (Mûsa’nın amca oğlu idi). O, onlara (İsrâil oğullarına) karşı azgınlık etti (kibirlendi). Biz ona, öyle hazineler verdik ki, onun anahtarlarını (taşımak) güçlü bir topluluğa ağır geliyordu. (Hazinenin anahtarlarını 60 katır taşırdı “Medârik”.) Hani, (Mü’min) kavmi ona: "(Bütün nimetlerin ve zenginliğin Allah’ın yaratması ve ihsanı olduğunu unutarak) sevinme (şımarma)! Çünkü Allah, (zenginliği kendinden bilerek) şımaranları sevmez." demişti.
28/77. (Mü’min halkın Kârun’a nasihatı devam ediyor:) "Allah'ın sana verdiği (mal ve mülk gibi) şeylerde (fakirlere yardımda bulunarak) ahiret yurdunu (ve Allah’ın rızasını) ara. (Malını hayırlı işlerde harca.) Dünya (malların)dan da (Ahiret’i kazanmak için yeteri kadar) nasibini (almayı) unutma. (Bu imkânlardan israf etmeden belli miktarda kendin de yararlan.) Allah'ın sana iyilik yaptığı (ihsanda bulunduğu) gibi, sen de (fakir ve muhtaçlara) iyilik yap (yardımda bulun). (Fakat) yeryüzünde fesat çıkarma (bozgunculuk yapma). Çünkü Allah, fesatçıları sevmez."
28/78. Kârun: "Bunlar bana bendeki bilgi (ve kabiliyet)den dolayı verilmiştir." dedi. O, Allah'ın kendinden önceki nesillerden, ondan daha kuvvetli ve daha çok mal biriktirmiş (Nemrut gibi) kimseleri helâk etmiş olduğunu bilmiyor muydu? Mücrimlere işledikleri günahları sorulmaz. (Çünkü Allah, hepsini bilmektedir. Böylece onlar, hesapsız olarak Cehennem’e gireceklerdir “Celâleyn”.)
28/79. Kârun, zineti içinde (ihtişamlı bir şekilde) kavminin karşısına çıktı. (Ahireti unutup sadece) dünya hayatını arzu edenler: "Keşke Kârun'a verilen (servet ve zenginliğ)in bir benzeri bizde de olsaydı. Şüphesiz o, (dünyalık bakımından) büyük bir nasip sahibidir." dediler.
28/80. (Fakat Ahiret hâlleriyle ilgili) kendilerine ilim verilmiş (ve Ahiret’i dünyaya tercih etmiş) olanlar, (sadece dünyalık isteyenlere): "Yazıklar olsun size! Îman edip de (peygamberin bildirdiği şekilde) amel-i sâlih (şeriate uygun iyi işler) yapanlara, Allah'ın vereceği mükâfat (cennet), (dünyalıktan) daha hayırlıdır. Ona da ancak (itâat etmeye ve günahtan kaçınmaya) sabredenler kavuşturulur." dediler.
28/81. Sonunda (kibirlenen ve Allah’a isyan eden) onu (Kârun’u) ve sarayını (herkese ibret olması için) yerin dibine geçirdik. Allah'a karşı ona yardım edecek bir cemâat da yoktu. Kendini (savunup) kurtarabileceklerden de değildi!
28/82. Daha dün onun (Kârun) yerinde (çok zengin) olmayı arzu edenler: "Vay! Demek ki, Allah, kullarından dilediği kimselere rızkı bol verir ve (dilediğine) kısarmış. Eğer Allah, (dünyalık istediğimizde) bize lütufta bulunmuş olmasaydı, mutlaka bizi de yerin dibine geçirirdi. Vay! Demek ki, (nimetin ve zenginliğin Allah’tan geldiğini inkâr eden Kârun gibi) kâfirler, iflâh olmazmış." demeye başladılar.
28/83. İşte ahiret (cennet) yurdu! Biz, onu yeryüzünde (azgınlık yaparak) büyüklük taslamayan ve (günah işleyerek) fesat çıkarmayanlara veririz. Akıbet (mutlu son), takva sahiplerinindir (haramlardan sakınan ve ibadetlerini zamanında yapanlarındır).
28/84. Kim bir hasene (dine uygun bir iyilik) getirirse, ona bundan daha hayırlısı (niyetine göre on katı) vardır. Kim de bir seyyie (dinin yasakladığı bir kötülük) getirirse (yaparsa), kötülük işleyenler, ancak yaptıklarıyla (misliyle) ceza görürler.
28/85. (Resûlüm,) Kur'ân'ı (okumayı, tebliğ etmeyi ve ona uymayı)) sana farz kılan Allah, şüphesiz seni dönülecek yere (Mekke’ye) döndürecektir. (Bu âyette Mekke’nin fethedileceğinin müjdesi veya şefâat makamı olan Makâm’ı Mahmûd’un verileceğine dair işaret vardır.) De ki: "Rabbim hidayetle geleni (sevap ve yardımı hak edeni) ve apaçık bir dalâlet (sapkınlık) içinde olanı (azabı ve zilleti hak edeni) en iyi bilir."
28/86. (Resûlüm,) sen, bu kitabın (Kur’an’ın) sana vahyedileceğini ummuyordun. Ancak o, Rabbinden bir rahmet olarak sana verildi (vahyedildi). O hâlde kâfirler (seni babalarının bâtıl inançlarına/dinlerin)e (çağırdıklarında) sakın (onlara destek olma ve) arka çıkma.
28/87. (Resûlüm,) Allah'ın âyetleri sana indirildikten sonra, sakın seni onlardan çevirmesinler. (İnsanları) Rabbine (“tevhid”e ve ibâdet etmeye) da’vet et ve sakın müşriklerden (Allah'a ortak koşanlardan) olma! (Ayet’teki hitap, Peygamberimizin şahsında bütün ümmetedir. Çünkü peygamberler, ismet sıfatı sayesinde haram ve küfür işlemekten korunmuşlardır “Medârik”.)
28/88. (Resûlüm,) sen Allah ile beraber başka bir ilâha ibâdet etme. O'ndan başka hiçbir ilâh yoktur. O'nun zâtından başka her şey yok olacaktır. (Mutlak geçerli) hüküm, yalnızca O'nundur. Siz ancak (kabirlerinizden kalkıp hesap vermek üzere) O'na (Allah’a) döndürüleceksiniz. (Ayet’teki hitap, Peygamberimizin şahsında bütün ümmetedir. Çünkü peygamberler, ismet sıfatı sayesinde haram ve küfür işlemekten korunmuşlardır “Medârik”.)