40. MU'MİN (Gâfir) SÛRESİ
56 ve 57. âyetler hariç Mekke döneminde inmiştir. 85 âyettir. Sûre, adını 28. âyette geçen "mü'min" kelimesinden almıştır. Mü'min inanan kimse demektir. Âyette sözü edilen mü'min, Fir’avun ailesinin; gizlice îman eden ve çevresindekileri hakka yönlendirmeye çalışan bir ferdidir. Ayrıca sûre, Allah'ın sıfatlarından biri olan ve 3. âyette geçen "ğâfir" kelimesinden dolayı "Ğâfîr sûresi" diye de anılmaktadır. "Ğâfir", bağışlayan demektir. Sûrede başlıca, Allah'ın birliğini gösteren bazı delillere yer verilerek kıyametle ilgili tasvirler yapılmaktadır.
Rahmân (ve) rahîm (olan) Allah’ın ismiyle.
40/1. Hâ Mîm.
40/2. Bu Kitap’ın (Kur’ân’ın) indirilişi, azîz (mülkünde ve hükümranlığında gâlip), alîm (yarattıklarını ve işlerini hakkıyla bilen) Allah’tandır.
40/3. (Bu Kitap’ın indirilişi, azîz ve alîm olan, Mü’minlerin) günahı(nı) bağışlayan, tevbeyi kabul eden, azabı şiddetli olan, lütuf sahibi (Allah tarafındandır). O'ndan başka (ibâdet edilmeye lâyık hiç bir) ilâh yoktur. (Son) dönüş (varış), ancak O'nadır. (İtâat edene mükâfat, isyan edene de ceza verilecektir.)
40/4. Allah'ın âyetleri (Kur’ân) hakkında (İslam’ı inkâr eden ve âyetlerimizi yalanlayan) kâfirlerden başkası mücadele etmez. (Resûlüm,) onların (Şam ve Yemen gibi) şehirlerde (ticaret yapmaları) gezip dolaşmaları seni aldatmasın. (Yakında küfür ve isyanlarından dolayı onlar, cezalandırılacaklardır.)
40/5. Onlardan (Mekkeli Müşriklerden) önce Nûh'un kavmi ve onlardan sonra gelen (Âd ve Semûd gibi) topluluklar da (âyetlerimizi) yalanlamış(lar)dı. Her ümmet, kendi peygamberini yakalamak (işkence etmek ve öldürmek) için kastetti (planlar yaptı). (Ehl-i küfür, İslam’ın ortaya koyduğu) hakkı yok etmek için (kendi akıllarına göre) batıl (olan şirk)i ileri sürerek (peygamberler ve hak ile) mücadele etmişlerdi. (Ben şânı yüce Allah,) bu yüzden onları kıskıvrak yakaladım (helâk ettim). (İşte bak, onlara gönderdiğim) azap, nasıl oldu? (Yıkılan ve harap edilen yurt ve eserlerini görüyorsunuz!)
40/6. Böylece Rabbinin, kâfirler hakkındaki, “Şüphesiz onlar, ateş (cehennem) halkıdır." sözü, gerçekleşmiş oldu.
40/7. Arş'ı taşıyan ve onun çevresinde bulunanlar (en yüksek tabaka ve mukarrabînden olan melâike-i kiram), Rablerini hamd ederek tesbih ederler (“sübhânallahi ve bi-hamdiği” derler), O'na îman ederler ve Mü'minler için istiğfar eder (bağışlanmada bulunur ve şöyle der)ler: "Ey Rabbimiz! Senin rahmetin ve ilmin her şeyi kuşatmıştır. O hâlde (günahlarından) tevbe eden ve senin yoluna (İslam dini’ne) uyanları mağfiret eyle (günahlarını affet) ve onları cehennem azâbından koru."
40/8. (Melâike-i kiram duaya devam ederler:) "Ey Rabbimiz! Onları (Mü’minleri) ve atalarından, zevcelerinden ve zürriyetlerinden (çocuk ve torunlarından) iyi (îman sahibi) olanları, kendilerine vaad ettiğin Adn cennetlerine koy. Şüphesiz sen, azîz (sınırsız güç sahibi)sin, hakîm (hüküm ve hikmet sahibi)sin."
40/9. (Melâike-i kiram duaya devam ederler:) "Onları (Mü’minleri) kötülüklerden (cehennem azabına düşürecek fiilleri işlemekten) koru. Sen o gün (Kıyamet’te) kimi kötülüklerden korursan, ona rahmet etmiş olursun. İşte bu (azabın kaldırılışı), en büyük kurtuluştur.
40/10. Şüphe yok ki, (Allah’ın gönderdiği peygamberi ve âyetlerini inkâr eden) kâfirlere (cehennem muhafızı melekler tarafından) şöyle seslenilir: "Allah'ın (size) gazabı, sizin kendinize (ve birbirinize “Ankebût,25”) olan gazabınızdan daha büyüktür. Çünkü siz, (dünyada) îmana çağırılırdınız da küfrederdiniz. (Şimdi bu acıklı azabı tadın!)
40/11. Onlar (cehennemdekiler) şöyle derler: "Ey Rabbimiz! Bizi iki defa öldürdün (ecelimiz gelinde ve şu anda ateşe atmakla), iki defa da dirilttin (dünyaya getirmekle ve kabirlerimizden diriltmekle). Günahlarımızı itiraf ettik. Şimdi (bu ateşten) bir çıkış yolu var mı?"
40/12. "(İçinde bulunduğunuz) bu (azabın sebebi şudur:) Bir olan Allah’a çağrıldığınız zaman inkâr ettiniz. O'na şirk koşulduğunda (o şirki) tasdik ederdiniz. Artık (hakkınızda verilen bu) hüküm, aliyy ve kebîr (yüce ve büyük) olan Allah'a aittir."
40/13. O (Allah), size (birliğine delâlet eden) âyetlerini gösteren ve sizin (yaşamanız) için gökten rızık (sebebi olan yağmuru) indiren (güneş ve havayı/oksijeni halk eden)dir. Ancak (îman ve tâatle) O'na yönelen, (bunlardan) ibret alır.
40/14. O hâlde (ey Mü’minler,) kâfirlerin hoşuna gitmese de, siz, dini (şirkten arındırıp) yalnız Allah’a hâs kılarak, (ihlasla) O’na ibâdet edin.
40/15. O (Allah), (dünyada kullarına yüce mertebeler veren, Meleklerin göklere ve arşa yükselmelerini irâde buyuran, cennet’te Mü'minlerin “Beydâvî ve Celâleyn”) dereceleri(ni) yükselten, Arş'ın (yatıcısı ve) sahibidir. (Zâlim ile mazlûmun, âbid ile ma’bûdun ve semâ ehli ile yer ehlinin bir araya geldiği) buluşma (Kıyâmet) günü(nün dehşetinden Kur’ân) ile korkutmak için emrinde olan Rûh’u (Cibrîl-i Emîn’i/vahyi) kullarından dilediğine (Muhammed aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm’a) indirir
40/16. O gün onlar, (kabirlerinden) çıkarlar. Onların (yer ve gök ehlinin) hiçbir şeyi (maksadı ve ameli) Allah'a gizli kalmaz. (Dünyada gizli tuttukları da o gün açığa çıkar.) (Her şeye kâdir olan Allah, nida eder ve sorar:) Bugün mülk (her şeye “hâkimiyet”) kimindir? (Yüce Allah, yine kendisi cevap verir:) (Her şeyi irâdesi, kudreti ve hâkimiyeti altında tutan) tek (ve) kahhâr olan Allah'ındır.
40/17. Bugün (Kıyamet’te) herkese (dünya’da hayır veya şer olarak ne kazanmışsa) kazandığının karşılığı (eksiksiz) verilir. Bugün (o gün) asla (Mü’min ve kâfir, hiç kimseye) zulüm (haksızlık) yoktur. Şüphesiz (her şeye kâdir olan) Allah, (bütün yaratıkların) hesabı(nı) çabuk görendir. (Dünya günlerinden bir gündüzün yarısı kadar bir zaman iiçinde hesapları görülür. Onun için herkes, hak ettiğine çabucak kavuşur “Celâleyn”.)
40/18. Onları o yakın gün (Kıyamet)’den (onun dehşetinden ve îman etmeyenlerin ateşe gireceklerinden) inzâr et (uyar ve haber ver). Çünkü (o gün) korku ve keder içinde yutkunurlarken, (sanki) yürekleri ağızlarına gelmiştir. Zâlim (kâfir)lerin ne bir dostu, ne de sözü dinlenir bir şefaatçisi vardır.
40/19. (Yüce Allah,) gözlerin ihânetini (haram kılınan şeylere bakışını) ve göğüslerin (kalplerin) gizlediği (emânet ve hıyânet şeyleri)ni bilir.
40/20. Allah, hak (ve adâlet) ile hükmeder. O’ndan başka taptıkları (ilâhlar) ise, hiçbir hükümde bulunamazlar. Şüphesiz Allah, semi’dir (o hâinlerin sözlerini hakkıyla işitendir), basîrdir (onları hakkıyla görendir).
40/21. Onlar, yeryüzünde gezip dolaşmadılar mı ki, kendilerinden öncekilerin (Âd ve Semûd kavimleri gibi) âkıbetlerinin (sonlarının) nasıl (helâk) olduğunu görsünler! Onlar (o topluluklar), kendilerinden (su depoları, kaleleri ve saraylarıyla) daha güçlü ve yeryüzündeki eserleri daha üstündü. Böyle iken Allah, (küfür ve isyan) günahları sebebiyle onları yakaladı (ve cezalandırdı). Onları, Allah'ın azabından koruyacak (engelleyecek) hiç kimse olmadı.
40/22. Bunun sebebi şu idi: Peygamberleri onlara (emirler ve yasaklar konusunda) apaçık mu’cizeler getiriyorlardı da onlar inkâr ediyorlardı. Bu yüzden Allah da onları yakaladı (ve cezalandırdı). Şüphesiz O, kaviyy’dir (sınırsız güçlüdür ve her dilediğini yapar), azabı da çok şiddetlidir.
40/23. Yemin olsun ki, (Peygamberim) Mûsa'yı (dokuz) mu’cizelerimiz ve (bunlardan asâ gibi) apaçık delille gönderdik.
40/24. (Yemin olsun ki, Peygamberim Mûsa'yı dokuz mu’cizelerimiz “İsrâ, 101” ve apaçık delil asâ ile) Fir’avun’a, (başveziri) Hâmân'a ve (İsrâiloğullarının en zengini) Kârun'a (gönderdik). Onlar ise, (Peygamberim Mûsa için) “bu, çok yalancı bir sihirbazdır." dediler.
40/25. (Peygamberim) Mûsa onlara tarafımızdan (peygamber olarak) hakkı (kitap Tevrat’ı) getirince, "Onunla (Mûsa ile) beraber îman edenlerin oğullarını öldürün, kadınlarını sağ bırakın." dediler. Fakat kâfirlerin hilesi (tuzağı), elbette boşa çıkar (bir işe yaramaz).
40/26. Fir’avun (kendisini engelleyen adamlarına) dedi ki: "Bırakın beni, Mûsa'yı öldüreyim. (Böyle dediği hâlde Hazret-i Mûsa’nın peygamber olduğuna inanıyor, fakat adamlarına söyleyemiyor ve ilâhlık saltanatını kaybedeceği için ondan korkuyordu. Adamlarına yiyitliğini gösterebilmek için şöyle dedi: Mûsa) Rabbine dua etsin (bakalım, kendini ölümden kurtarabilecek mi?) Çünkü ben onun (Mûsa’nın), dininizi değiştireceğinden (bana ibâdete son vereceğinden), yahut yeryüzünde fesat (bozgunculuk) çıkaracağından korkuyorum."
40/27. (Peygamberim) Mûsa da, "Ben, (Ahiret’e ve) hesap gününe inanmayan (îmanı reddedici) her kibirliden, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah'a sığınırım" dedi.
40/28. Fir’avun ailesinden, îmanını gizlemekte olan Mü'min bir adam (Kârun’un amca oğlu Hazbîl b. Mîhâîl “Semerkandî”) şöyle dedi: "Rabbim Allah'tır, dediği için bir adamı (Mûsa’yı) öldürecek misiniz? Hâlbuki o, size Rabbinizden apaçık mu’cizeler (yed, asâ gibi deliller) getirdi. Eğer yalancı ise, yalanı kendi aleyhinedir. Eğer doğru söylüyorsa, size va’dettiği (tehdit olarak söylediği) şeylerin bir kısmı (zaten) başınıza gelecektir. Şüphesiz Allah, aşırı giden yalancı kimseyi hidayete (hak olan doğru yola) eriştirmez."
40/29. (Îmanını gizleyen o Mü’min kişi dedi ki:) "Ey kavmim! Bugün yeryüzüne (Mısır topraklarına) hâkim kimseler olarak iktidar ve saltanat sizindir. Fakat (öldürmek istediğiniz Mûsa) başımıza geldiğinde bizi, Allah'ın azabından kim kurtarır?" Fir’avun, "Ben size ancak kendi görüşümü bildiriyorum ve sizi ancak (Mûsa’ya karşı) doğru (bildiğim) yola iletiyorum." dedi.
40/30. (Fir’avun ve arkadaşlarından) îman(ını gizleyen, fakat hakikatı açıkça ilân) eden o kimse dedi ki: Ey kavmim, şüphesiz ben, sizin için hiziplerin günü (geçmiş ümmetlerden peygamberlerini yalanlayanların başına gelen felâketler) gibisinden korkuyorum.
40/31. (Fir’avun ve arkadaşlarından îmanını gizleyen, fakat hakikatı açıkça ilân eden o kimse dedi ki: Ey kavmim, şüphesiz ben,) Nûh, Âd, Semûd kavim(leri) ve onlardan sonra gelen toplulukların (başına gelen felâketler) gibi (sizin de başınıza gelmesinden korkuyorum). Allah, kullarına asla zulmetmek istemez."
40/32. Ey kavmim, (insanların birbirlerinden yardım istedikleri, ölüm ve feryat diye bağırıp) çağrışma (yaptıkları Kıyamet) gününden sizin için korkuyorum.
40/33. (Ey kavmim, sizin için birbirinizden yardım isteyeceğiniz, ölüm ve feryat diye bağırıp çağrışma yapacağınız,) arkanıza dönüp kaçmaya çalışacağınız ve sizi Allah'tan kurtaracak kimsenin olmayacağı o (Kıyamet) gün(ünden sizin için korkuyorum). Allah, kimi saptırırsa (kim iradesini küfür yolunda kullanırsa, onu saptırır, sapma fiilini yaratır) artık (küfür ve dalâletten dönmedikçe) onu hidayete (hak olan doğru yola) iletecek de yoktur."
40/34. Yemin olsun, (peygamberim Mûsa’dan) önce (Ya’kûb’un oğlu) Yûsuf da size apaçık deliller getirmişti. Onun getirdikleri (âyetler) hakkında da şüphe edip durmuştunuz. Daha sonra o ölünce de, "Allah, ondan sonra aslâ peygamber göndermez." demiştiniz. İşte Allah, aşırı giden (bilmediği bir konuda yanlış hükümler veren ve hakkı kalbine bir türlü kabul ettiremeyen) şüpheci kimseleri böyle saptırır.
40/35. Onlar (peygamberleri yalanlayanlar), kendilerine gelmiş hiçbir delil olmadan, Allah'ın âyetleri hakkında mücadele eden (tartışan kimse)lerdir. Bu (davranış), Allah katında ve îman edenler arasında büyük öfke ve buğza sebep (bir iş)tir. İşte Allah, her mütekebbir cebbâr’ın (zulüm ve isyanla dolu “kibirli zorba”nın) kalbini, (bunlara son vermediği müddetçe ) işte böyle mühürler.
40/36. Fir’avun dedi: Ey (vezirim) Hâmân, bana yüksek bir kule yap, belki ben (Mûsa’nın ilâhına götüren göklerdeki) sebeplere (yollara) ulaşırım.
40/37. (Fir’avun dedi: Ey vezirim Hâmân, bana yüksek bir kule yap, belki ben Mûsa’nın ilâhına götüren) göklerdeki sebeplere (yollara erişirim de) Mûsa'nın ilâhını görürüm. Çünkü ben, onun (Mûsa’nın peygamberlik iddiasında) yalancı olduğuna inanıyorum." Böylece Fir’avun'a yaptığı kötü iş (nefsine ve şeytana tâbi olduğu için) süslü (doğru) gösterildi ve (kendini ilâh ilân ettiğinden) hidayetten (doğru yoldan) saptırıldı. Fir’avun'un hilesi (tuzağı), tamamen boşa çıktı (sonuçsuz kaldı).
(Şeytan, onlara yaptıklarını süslemiş de kendilerini hak yoldan alıkoymuştur “Neml,24”.
Şüphesiz biz, âhirete inanmayanların çirkin – İslam’a aykırı - amellerini, kendilerine – nefis ve şeytanın hilelerine düşmek suretiyle - süslü gösterdik. Nihayet onları güzel gördüler “Neml,4”.
Ehl-i Sünnet âlimleri, bu âyetler arasında bir çelişki olmadığını beyan etmişlerdir. Çünkü nefis ve şeytan, daima kötülüğü emreder, ona teşvik eder. Ancak Allahü teâlâ onların bu teşvik ve vesveselerine karşı hak yolu gösteren peygamberler göndermiş ve insana da irade gücü ile birlikte muhakeme kabiliyeti vermiştir. İnsan iradesini hak/hayır veya bâtıl/kötülük gibi hangi yönde kullanırsa kullansın, Hak teâlâ o fiili yaratmaktadır. Ancak îman ve hayırda rızası vardır, küfür ve kötülükte rızası yoktur. Tek yaratıcı O’dur. Ahiret’te hesap, insanların iradelerini hangi yönde kullanmaları hakkında olacaktır.)
40/38. (Fir’avun hanedanından peygamberim Mûsa’ya) îman eden o kimse dedi ki: "Ey kavmim! Bana uyun ki, sizi hidayet yoluna (hak olan doğru yola) ileteyim."
40/39. "Ey kavmim! Şüphesiz bu dünya hayatı, ancak bir metâ’ (kısa bir yararlanma)dır. Şüphesiz Ahiret ise, ebedî (sonsuz) kalınacak yurttur."
40/40. “Kim (bu dünyada) bir kötülük yaparsa, ancak misli ile (onun kadar) ceza görür. Kadın veya erkek, kim, Mü'min olarak (namaz, oruç, zekât, Allah yolunda cihad ve yüce Allah’ı zikir gibi) salih bir amel işlerse, işte onlar, cennete girecek ve orada (Allah’ın lütuf ve merhametiyle) hesapsız (bol ve sınırsız) olarak rızıklandırılacaklardır”.
40/41. "Ey kavmim! Bu hâl nedir? Ben sizi kurtuluş (olan tevhîd ve itâat)a çağırıyorum, siz ise beni ateşe (şirk ve isyana) çağırıyorsunuz."
40/42. (Ey Münkirler!) "Siz beni Allah'ı inkâr etmeye ve hakkında hiçbir bilgim olmayan şeyleri (putları) O'na ortak koşmaya çağırıyorsunuz. Ben ise sizi, azîz (sınırsız güç sahibi), gaffâr (günahları çok bağışlayıcı) olan (Allah)a çağırıyorum."
40/43. (Ey Münkirler!) "Şüphe yok ki, sizin beni (tapmaya) çağırdığınız şeyin dünyada ve Ahiret’te hiçbir da’vet (konusunda hakkı, kudreti ve yetkisi) yoktur. Şüphesiz dönüşümüz Allah'adır (Ahiret’te O’na hesap vereceğiz). Şüphesiz, (şirk, zulüm ve isyanda bulunarak) aşırı gidenler (diye damgalananlar), ateşe gireceklerin ta kendileridir."
40/44. (Ey Münkirler!) "Size söylediklerimi yakında (azabı görünce) hatırlayacaksınız. Ben işimi Allah'a ısmarlıyor (havale ediyor)um. Şüphesiz Allah, kullarını (bütün yaptıklarını) hakkıyla görendir."
40/45. Allah, onların (Fir’avun taraftarlarının hazırladıkları) hilelerinin kötülüklerinden onu (Mûsa’yı) korudu. Fir’avun ailesini (ve taraftarlarını), azâbın en kötüsü (olan suda boğmak ile) kuşattı.
40/46. (Peygamberlerini yalanlayanlarının girecekleri) o ateş ki, onlar, sabah - akşam ona arzolunacaklar (ateşle azâbedilecekler). (Bu âyet, kabir azabının delilidir “Beydâvî, Medârik, Kurtubî, Semerkandî…”) Kıyametin kopacağı günde de, "Fir’avun ailesini (ve taraftarlarını) (cehennem) azabın(ın) en şiddetlisine sokun" (denilecektir).
40/47. (Resûlüm,) hatırla, o vakit onlar (kâfirler), ateşin içinde birbirleriyle atışır (tartışır)larken, zayıf olanlar, büyüklük taslayanlara (önderlere), "(Dünyada) biz size tâbi olmuş (peşinizden giderek inanç ve fikirlerinizi kabul etmiş) idik. Şimdi ateşin birazını bizden savabilir (üzerimizden alabilir) misiniz?" derler.
40/48. (Buna karşı) büyüklük taslayanlar (önderler), şöyle derler: "(Gördüğünüz gibi) biz hepimiz ateşin içindeyiz. Şüphesiz Allah, kullar arasında (çâre yok) geçekten hükmünü verdi." (Şu anda bizim hiçbir yetki ve kudretimiz yoktur. Hiç kimse, birine yardım edecek durumda değildir.)
40/49. Ateşte olanlar, cehennem bekçilerine, "Rabbinize dua edin (yalvarın) da bir gün (olsun) bizden azabı hafifletsin." derler.
40/50. (Buna karşı cehennem bekçileri) derler ki: "Size (dünyada iken) peygamberleriniz açık mu’cizeler getirmemiş miydi?" Onlar, "Evet, (getirmişti)" derler. (Bekçiler), "O hâlde kendiniz yalvarın" derler. Şüphesiz kâfirlerin duası boşunadır (asla kabul olmaz. Çünkü dünyada iken O’nu Allah olarak tanımadılar, peygamberlerini yalanladılar ve hayatları boyunca O’na isyan ettiler.)
40/51. Şüphesiz ki, biz (şanı yüce Allah), (gönderdiğimiz) peygamberlerimize ve îman edenlere dünya hayatında ve şahitlerin (Meleklerin, Peygamberlerin ve Mü’minlerin “Beydâvî) şahitlik edecekleri (Kıyamet) gün(ün)de mutlaka yardım ederiz.
40/52. O gün (Kıyamet’te) zâlim (kâfir)lere, ma’zeretleri (özür dilemeleri) fayda vermez. Lâ’net (ilâhi rahmetten uzak kalma), onlaradır, kötü yurt (cehennemde azap) da onlaradır.
40/53. Yemin olsun ki, (Peygamberim) Mûsa'ya hidayet (kaynağı olan Tevrat’ı, şeriat ve mu’cizeler)i verdik ve (kedisinden sonra) İsrâîl oğullarını o kitaba (Tevrat’a) mirasçı kıldık.
40/54. (O Tevrat,) akıl sahipleri için bir öğüt ve (hakkı açıklama ve müstakîm yolu göstermede) bir rehberdir.
40/55. (Resûlüm! Müşriklerin ezalarına) sabret. Allah'ın (Mü’minlere zafer) va'di şüphesiz haktır. Günahın (“Feth,2” ümmetinin günahı) için istiğfar et (bağışlanma iste ki, ümmetine bir sünnet olarak kalsın). Akşam-sabah Rabbini hamd ederek tesbih et (emredildiğin şekilde namazını kıl “Semerkandî”. Beş vakit namaz, sonra farz kılınmıştır “Beydâvî”).
40/56. Allah'ın âyetleri hakkında, kendilerine gelmiş bir delil olmadan mücadele eden (kâfir)ler var. Onların kalplerinde ancak bir kibir (büyüklük taslama ve boyun eğmeme) vardır. Onlar, ona (o büyüklüğe) asla ulaşamazlar. Sen (onların şerrinden) Allah'a sığın. Şüphesiz O (Allah), semî’dir (Yahûdilerin bütün dediklerini hakkıyla işitendir), basîrdir (onların içinde bulundukları her şeyi hakkıyla görendir).
40/57. (Ey Münkirler, şunu iyi bilin ki,) elbette göklerin ve yerin yaratılması, (öldükten sonra) insanların (tekrar) yaratılmasından (diriltilmesinden) daha büyüktür. Fakat insanların çoğu (nefislerine uydukları ve aşırı gaflet oldukları için bunu anlamaz ve) bilmezler.
40/58. (Hakkı) görmeyen (kâfir) ile (hakkı) gören (Mü’min), îman edip (namaz, oruç, zekât, cihad ve zikir gibi) salih ameller işleyenler ile kötülük yapan (mutî’ ile âsî, sâlih ile müfsid, müsî’ ile muhsin) bir olmaz. (Kırâat imamlarının “muhâtab” ve “gâib” okuyuşlarına göre) pek az düşünüyorsunuz (veya pek az düşünüyorlar).
40/59. Sâat (Kıyamet günü) mutlaka gelecektir, bunda hiç şüphe yoktur. Fakat insanların çoğu (nefis ve şeytanın tuzağına düştükleri için) buna inanmazlar.
40/60. Rabbiniz şöyle buyurdu: "Bana dua (ibâdet) edin (ki,) size icabet edeyim (sevap vereyim). (Dua, ibâdetin kendisidir/özüdür “Tirmizî, Deavât 1”.) Bana kulluk (ibâdet) etmekten kibirlenip yüz çevirenler, aşağılanmış olarak cehenneme gireceklerdir."
40/61. (Yüce) Allah O’dur ki, sizin için geceyi içinde istirahat etmeniz için (karanlık) ve gündüzü de (rızık başta olmak üzere hayatla ilgili bütün ihtiyaçlarınızı karşılamanız ve) görmeniz için (aydınlık) yaptı. Şüphesiz Allah, insanlara karşı sonsuz iyilik (ve ihsan) sahibidir, fakat insanların çoğu (nimet vereni tanımadıkları ve kadrini bilmedikleri için) şükretmez (ve îman etmez)ler.
40/62. İşte Allah, Rabbinizdir (ve) her şeyin yaratıcısıdır. O'ndan başka hiçbir ilâh yoktur. O hâlde nasıl oluyor da (O’na ibâdetten) döndürülüyor (ve başkalarına ibâdet ediyor)sunuz?
40/63. Allah'ın âyet (ve mu’cize)lerini bilerek (inatla) inkâr edenler, işte böyle (nefis ve şeytan’a uydukları ve İslam’ı reddettiklerinden dolayı “hak”tan) döndürülürler.
40/64. (Ey insanlar, Rabbiniz) Allah, sizin için yeryüzünü karar kılma yeri (mesken) ve semâyı (göğü de üstünüzde kubbemsi) binâ yapandır. Size şekil verip de şekillerinizi güzel kılan ve sizi temiz (ve lezzetli) şeylerle rızıklandırandır. İşte Allah, Rabbinizdir. Âlemlerin Rabbi Allah da ne yücedir!
40/65. O (Allah), hayy’dır (diridir). O'ndan başka hiçbir ilâh yoktur. O hâlde dini yalnız O’na hâs kılarak (şirk ve riyadan uzaklaştırarak ihlasla) O'na (Allah’a) ibâdet edin. Hamd, âlemlerin Rabbine mahsustur.
40/66. (Resûlüm) de ki: "Rabbimden bana apaçık deliller (Kur’ân) gelince, Allah'ı bırakıp da sizin taptıklarınıza kulluk etmem bana yasaklandı ve bana, âlemlerin Rabbine (dini şirk ve riyadan temizleyerek ve itâat ederek) teslim olmam emredildi."
40/67. O (Allah), sizi (atanız Âdem aleyhisselâm’ı) topraktan, sonra nutfe (meni/sperm)den, sonra alâka (embriyo/döllenmiş yumurta)dan yarattı. Sonra sizi (ana rahminden) çocuk olarak çıkarıyor. Sonra güçlü (olgunluk) çağınıza ulaşmanız, sonra da ihtiyarlamanız için sizi yaşatıyor. (Bu arada) içinizden önceden (gençlik ve ihtiyarlık çağına ulaşmadan ) ölenler de vardır. Allah, belli bir vakte (“ecel”e ya da Kıyamet’e) erişesiniz ve (bunlar üzerinde durup) düşünesiniz (sonunda da îmana gelirsiniz) diye (bunları size bildiriyor).
40/68. O (Allah), hem dirilten (yaşama imkânı veren), hem de öldürendir. Bir şeye hükmettiğinde (bir şeyin yaratılmasını dilediğinde), ona sadece "ol" der, o da oluverir.
40/69. (Resûlüm,) Allah'ın âyetleri (Kur’ân’ın Allah tarafından indirilmesi) hakkında mücadele edenleri (inkâr edenleri) görmedin mi? Nasıl (nefis ve şeytana uyarak “hak”tan) döndürülüyorlar?
40/70. (Çünkü) onlar, kitabı (Kur'ân'ı) ve resüllerimizle gönderdiğimiz (tevhidi, emir ve nehiler)i yalanlayanlardır. Fakat onlar yakında (öldükten sonra dirilmenin hak olduğunu görecek ve) bileceklerdir.
40/71. (Kâfirler) o zaman (Kıyamet’te) boyunlarında demir halkalar ve zincirlerle (cehennem’e) sürüklenirler.
40/72. (Kâfirler, Kıyamet’te boyunlarında demir halkalar ve zincirler olduğu hâlde önce) Hamîm’de (cehennem ateşiyle kaynatılmış “sıcak su” içinde sürüklenirler “Râzî”). Sonra da ateşte yakılırlar.
40/73. Sonra onlara (cehennem’de olanlara): "(Allah’ı brakıp da) şirk koştuğunuz şeyler (putlar ve ilâh gibi taptığınız kişiler şimdi) nerede?” denilir.
40/74. (Sonra cehennem’de olanlara:) Allah’tan başka (taptıklarınız o putlar ve ilâh yerine koyduğunuz o kişiler, şimdi nerede?” denilir.) Onlar da: “Bizden (uzaklaşıp) kayboldular. Hayır, biz önceleri (dünyada Hak olan ve bize fayda verecek) hiçbir şeye tapmıyorduk, (şimdi iyice anladık ki, meğer taptıklarımızın hepsi boş ve bâtılmış)" derler. İşte Allah, (gönderdiğimiz peygamberleri inkâr eden ve isyanda bulunan) kâfirleri (Ahiret’te de) böyle saptırır (yalnız bırakır. Onlar orada fayda görecek bir şey bulamazlar).
40/75. (Cehennem’e sevkedilen kâfirlere denilir:) Bu (azap), sizin yeryüzünde (şirk ve isyanda ileri giderek ve Ahiret’i inkâr konusunda sevinç çığlıkları atarak) haksız yere şımarmanızdan ve (“Hak” karşısında) böbürlenme (kibirlilik gösterme)nizden ötürüdür.
40/76. Onlara (kâfirlere): "Ebedî (sonsuz/daimî) kalmak üzere cehennem kapılarından (yedi kapısından içeri) girin. Büyüklük taslayan (hak olan İslam’ı kabule yanaşmayan)ların yeri (sığınağı), ne kötüdür!" (denir).
40/77. (Resûlüm,) sen (kâfirlerin eziyetlerine) sabret! Şüphesiz Allah'ın (kâfirlere azap edeceğine dair) va’di haktır. Onları tehdit ettiğimiz (öldürme ve esir etme gibi) azâbın bir kısmını sana göstersek de (veya göstermeden önce) seni vefât ettirsek de, sonunda onlar, bize döndürülecekler (ve Kıyamet’te onlara hak ettikleri azap verilecek)dir.
40/78. (Resûlüm,) yemin olsun, biz senden önce de peygamberler gönderdik. Onlardan bazısını sana anlattık (bildirdik), bazısını da anlatmadık. (Hadis-i şeriflerde açıklandı: 124 bin, diğer bir rivâyette - 4 bini Beni İsrâil’e olmak üzere - 8 bin peygamber gönderilmiştir. Bunlardan 313’ü resûldür. Umdetül Kârî, Ehâdîsü’l-Enbiyâ, Mukaddime) Hiçbir peygamber, Allah'ın izni olmadan bir âyet (mu’cize) getiremez (Mu’cizeyi yaratan Allahü teâlâ’dır). Allah'ın (azap) emri gelince de hak (ve adalet)le hükmolunur (gerçekleşir ve hiç kimseye zulüm yapılmaz). İşte o zaman bâtlı seçen (zâlim)ler, hüsrana uğrarlar (azap ve ziyanları ortaya çıkmış olur. Çünkü kâfirler, zaten hüsrandadır “Celâleyn”).
40/79. (Yüce) Allah, bir kısmına binesiniz, bir kısmının da etini yiyesiniz (ve onlardan süt, yün, güç, deri, yumurta ve gübre olarak da çeşitli şekillerde yararlanasınız) diye sizin için (inek, koyun, at ve deve gibi) hayvanları yaratandır (bk. Nahl, 5-8).
40/80. Onlarda (hayvan türlerinde) sizin için (“binme” ve “etini yeme” ile birlikte yününü, sütünü, güçünü, derisini ve gübresini kullanma gibi) daha birçok faydalar da vardır. Kalplerinizde (tasarladığınız) bir ihtiyaca (arzuya) kavuşmak için onlara binersiniz. Hem onların üzerinde (karada), hem de gemiler üzerinde (denizlerde) taşınırsınız.
40/81. (Her şeye kâdir olan Allah,) size âyetlerini (nihayetsiz kudretini ve sınırsız rahmetini) gösteriyor. Artık Allah'ın (birlik ve azametini gösteren) âyet (ve nimet)lerinden hangisini inkâr edebilirsiniz?
40/82. Onlar (o kâfirler,) yeryüzünde dolaşıp, kendilerinden önce gelenlerin (küfür ve isyanda bulundukları için) sonlarının nasıl (helâk)) olduğuna bakmadılar (harap olmuş eserlerini görmediler ve atalarından duymadılar) mı? Onlar (o isyan eden kavim ve topluluklar), kendilerinden (sayı olarak) daha çok, daha güçlü ve onların yeryüzündeki eserleri (köşk, saray, su yolları ve benzerleri) daha üstündü. Fakat (îmansız olarak) kazandıkları (inşa ettikleri o muhteşem) şeyler (yapı ve imarlar), onlara (azabı engelleme bakımından) bir fayda sağlamadı.
40/83. Peygamberleri onlara (o isyan eden kavim ve topluluklara) apaçık deliller getirdiği zaman, onlar, kendilerinin sahip olduğu (ticaret ve sanatla ilgili) ilme güvendiler. (Üstelik Peygamberlerin sunduğu mu’cize ve âyetlerle alay ettiler). Sonunda alaya aldıkları şey (öldükten sonra dirilmeyi inkâr etmenin bir sonucu olan azap), kendilerini kuşatıverdi.
40/84. (Kâfirler şiddetli) azabımızı (dünyada veya kabirde “Mâturîdî”) gördükleri zaman, " Allah'(ın (bir olduğun)a îman ettik, O'na ortak koşmakta olduğumuz şeyleri (putları) inkâr ettik." dediler (derler).
40/85. Fakat (kâfirler) azâbımızı gördükleri zaman (Allah’ın birliğine) îman etmeleri, kendilerine fayda vermedi (vermez. Çünkü îman etme, “gaybî”dir. Allah’a, meklerine, Ahiret gününe îman gibi, hepsi gaybîdir, bunlara görmeden inanılır). Bu, Allah'ın geçmiş kulları arasında sürüp gelen “sünnetüllah”ıdır (kanunudur). (O “sünnetüllah” da şudur: Azap indiğinde îman fayda vermez ve peygamberleri inkâr edenler, muhakkak azap ile cezalandırılır.) İşte o zaman kâfirler, hüsrana (ziyana) uğrayacaklardır