KUR'AN-I KERİM MEALİ | RA'D SURESİ


13. RA'D SÛRESİ

Rahmân (ve) rahîm (olan) Allah’ın ismiyle.

13/1. Elif Lâm Mîm Râ. İşte bunlar, Kitâb (Kur’ân’)ın âyetleridir. Sana Rabbinden indirilen (bu Kur’ân,) haktır, fakat insanların çoğu (Kur’ân’ın Allah’tan indirildiğine) îman etmezler.

13/2. Allah O’dur ki, gökleri, gördüğünüz şekilde direksiz yükseltti. Sonra Arş'a istivâ etti (Arş’a hükümran oldu; Arş’ı hükmü ve idâresi altına aldı). Güneşi ve ayı emrine boyun eğdirdi (kullarının menfaatlerine tâbi kıldı). Bunların hepsi belli bir zamana kadar akıp gitmektedir. O (Allah), her işi (hakkıyla) idâre eder/yürütür, âyetleri ayrı ayrı açıklar ki, Rabbinize kavuşacağınıza kesin olarak inanasınız (diye).

13/3. O (Allah) ki, yeri (yayıp) döşedi, onda sâbit dağlar ve ırmaklar meydana getirdi. Orada bütün meyvelerden iki çift (erkek-dişi) yarattı. Geceyi gündüzün üzerine O (Allah) örtüyor. Şüphesiz bütün bunlarda düşünen bir topluluk için (Allah'ın varlığını, iradesini ve kudretini gösteren) deliller (ve ibretler) vardır.

(Bugün bitki fizyolojisi ve fonksiyonlarını inceleyen Botanik bilimi’nin açık bir şekilde ortaya koyduğu gibi, bitkilerde üreme, erkek ve dişi organlar vasıtasıyla gerçekleşmektedir. Bu erkek ve dişi organlar, bazen aynı çiçekte, bazen ayrı çiçeklerde, bazen de hurmada olduğu gibi ayrı ağaçlardaki çiçeklerde olabilmektedir. Kur’ân’ın birdirdiği ve Müslüman ilim adamlarının bildiği bu gerçek, yaklaşık 11-12 asır sonra ancak Batılı bilim insanlarınca keşfedilebilmiştir.)

13/4. Yeryüzünde birbirine komşu (verimli, verimsiz, yumuşak ve sert) toprak parçaları, üzüm bağları, ekinler; bir kökten ve çeşitli köklerden dallanmış hurma ağaçları vardır ki, hepsi bir (ve aynı) su ile sulanır. (Fakat) biz ürünleri (meyveleri,) (çeşitli renk ve tat) bakımından bir kısmını bir kısmına üstün (ve farklı) kılıyoruz. Şüphesiz bunlarda aklını kullanan bir topluluk için (Allah'ın varlığını, iradesini ve kudretini gösteren pek çok) deliller (ve ibretler) vardır.

13/5. (Resûlüm,) eğer şaşacaksan, asıl şaşılacak olan onların, (öldükten sonra dirilmeyi inkâr eden kâfirlerin:) "Biz toprak olduğumuz zaman mı, biz mi yeniden yaratılacağız?" demeleridir. İşte onlar, Rablerini inkâr edenlerdir. İşte onlar, (Kıyamet günü) boyunlarına demir halkalar vurulanlardır. İşte onlar, ateş ehlidirler (cehennemliklerdir). Onlar, orada (cehennemde) ebedî (sonsuz) kalacaklardır.

13/6. (Resûlüm,) bir de senden, iyilik (âfiyet)ten önce kötülüğün (alay ederek azâbın) acele gelmesini istiyorlar. Hâlbuki onlardan önce (diğer ümmetlerde) ibret alınacak (azap ile ilgili) misaller gelip geçmiştir. Şüphesiz Rabbin, insanların (isyan ve) zulümlerine rağmen, mağfiret (günahları bağışlama) sahibidir. (Ancak) şüphesiz Rabbinin azabı da pek şiddetlidir.

13/7. Kâfirler diyorlar ki: "Ona (Peygamber’e) Rabbinden (asâ, el ve deve gibi) bir mu’cize indirilmeli, değil miydi? (Resûlüm,) sen şüphesiz (isyan edenler için Allah’ın azabı olduğunu bildiren) bir korkutucusun. Her topluluk için de bir hidâyet rehberi (Allah’ın razı olduğu yolu gösteren bir Peygamberi) vardır.

13/8. (Yüce) Allah, her dişinin neyi yüklendiğini (neye gebe olduğunu: “Erkek mi, dişi mi; tek mi, birden fazla mı?” olduğunu) ve rahimlerin neyi eksilttiği, neyi ziyade kıldığı şeyi (gebelik müddetinin 9 ay 10 gün mü; en fazla: 4 yıl mı “Şâfiîlerde”; 5 yıl mı “Mâlikîlerde” veya 2 yıl mı? “Hanefîlerde” olacağını) bilir. Her şey, O'nun katında (takdir edilen zaman, mekân, sayı ve şekil bakımından) bir ölçü iledir. (Her şey, O’nun bilgisi altında saniyesi gecikmeden takdir edildiği zaman, mekân, sayı ve şekil bakımından gerçekleşir “Kamer,49”.)

13/9. (Allah), (yarattığı şeylerden görünmeyen) gaybı da (görünen) şehâdeti de bilendir, (hiçbir şey ilminin dışında kalmayan) büyüktür, (kudretiyle her şeyden) yücedir (her şey, O'ndan aşağıdadır. Onun üzerinde başka üstün bir varlık yoktur “Medârik”).

13/10. Sizden (içinde) sözü gizleyen ile açığa vuran, gece (karanlığında) gizlenen ile gündüz ortaya çıkan, (yüce Allah’ın ilminde) eşittir (birdir).

13/11. Onun (insanın) önünden ve arkasından takip eden (melek)ler vardır. Allah'ın emriyle onu (Mü’min’i tâatlerinde - zararlı yaratıklardan - korudukları gibi, ölüm hâlinde, kabir ve Kıyamet’te de “Semerkandî”) korurlar (“En’âm,61”). Şüphesiz ki, bir kavim (millet/topluluk) kendi hâllerini (îman, itâat ve şükrü terkederek ma’siyetle, günahlarla) değiştirmedikçe, Allah, onların durumunu (güzel hâllerini ve onlara verdiği nimetlerini) değiştirmez. Allah, bir kavme kötülük (azap veya helâk) diledi mi, artık o geri çevrilemez. Onlar için Allah'tan başka hiçbir yardımcı da yoktur.

13/12. (Allah) ki, korku ve ümit vermek için size şimşeği gösterendir, (yağmur yüklü) ağır bulutları meydana getirendir.

13/13. Gök gürlemesi (ve onu işitenler), O'nu (Allah’ı) hamd ederek tesbih eder(ler). Melekler de O'nun korkusundan (tesbih ederler). (Allah), yıldırımlar gönderir de onlarla dilediğini çarpar. O (Ahireti yalanlaya)nlar ise, Allah hakkında mücadele edip duruyorlar. Hâlbuki O (Allah), azabı çok şiddetli olandır.

13/14. Hak (olan, el açıp yalvarmaya lâyık) dua, ancak O'na (Allah’a yapılan)dır. O'ndan başka (el açıp) yalvardıkları ise, onların isteklerini hiçbir şekilde karşılayamazlar. Onlar ancak, ağzına gelsin diye suya doğru iki avucunu açan kimse gibidir. Hâlbuki (suyu ağzına götürmedikçe) su, onun ağzına girecek değildir. Kâfirlerin duası da (ibâdetleri de) ancak (küfür ve) dalâlet içindedir (bâtıldır, putları onlara asla fayda sağlamayacaktır).

13/15. Göklerde ve yerde olanların hepsi, isteyerek (Melekler ve Mü’minler, bolluk ve darlıktave istemiyerek (Kâfirler ve Münafıklar, sıkıntıda) kendileri de gölgeleri de (uzayıp kısalarak, sağa sola dönerek) sabah akşam, sadece Allah'a secde ederler (her şey, kulluk, itâat ve boyun eğmeye mecburdur).

13/16. (Resûlüm) de ki: "Göklerin ve yerin Rabbi kimdir?" (diye sor. Cevap beklemeden:) "Allah'tır" de. (Resûlüm) de ki: "O'nu (sizi ve her şeyi yaratan yüce Allah’ı) bırakıp da kendilerine (bile) bir faydası ve zararı olmayan dostlar (putları mabutlar) mı edindiniz?" De ki: "A’ma (görmeyen) ile gören bir olur mu? Yahut karanlıklarla nûr (Müşrikle, Mü’min) bir olur mu? Yoksa Allah'a, O'nun yarattığı gibi yaratan ortaklar buldular da bu yaratma ile Allah'ın yaratması onlara göre birbirine mi benzedi?" (Resûlüm) de ki: "Her şeyin yaratıcısı Allah'tır. O (Allah), birdir, kahhârdır (her şeye gâlip olan hâkimiyet sahibidir)."

13/17. (Allah), gökten (buluttan) su indirdi de vâdiler, kendi (suları) miktarınca sel olup aktı. Bu sel, üste çıkan köpüğü yüklenip götürdü. (Takılık) süs veya eşya yapmak için ateş yakarak erittikleri şeylerde (altın, gümüş demir gibi madenlerde) de onun (sudaki) gibi köpük (posa) olur. İşte Allah, hak ile bâtıla böyle misal verir. (Burada) köpük (bâtılı, hevâ ve hevesi, şeytânî arzuları temsil etmektedir), sönüp gider (kimseye faydası olmaz). İnsanlara faydalı olan (su) ise, yeryüzünde kalır (ondan her canlı istifade eder). İşte Allah, (düşünüp ibret almanız için) böyle misaller veriyor.

(Cumhûr demiştir ki: Bu bir temsildir. Allah bunu Kur'ân ve kalpler ile hak ve bâtıl için örnek olarak vermiştir. Burada su, Kur'ân'dır. Kalplere/gönüllere hayat vermek için inmiştir. Âyette geçen, vâdiler, gönüller; miktarınca da, “gönülün genişliği ve darlığı” anlamındadır.

Altın ve gümüşten yapılan süs, takı ve değerli eşyalar, “temiz ve güzel ahlâk” için; demir, bakır ve kurşun gibi şeylerden yapılanlar ise, “ihlâs ve samimiyetle yapılan ve kişiyi kurtuluşa hazırlayan ameller” için örnek gösterilmiştir. Çünkü iyi ve salih ameller, sevabı çağırır, azâbı ise, uzaklaştırır.

Köpük denilen şey de “riya ve gösteriş” demektir; bir sakatlıktır; yorgunluk, atâlet ve tembelliktir “Medârik”.)

13/18. (İbâdet ve tâat ile) Rablerinin emrine uyanlar için (Ahiret’te) mükâfatın en güzeli (cennet) vardır. Ona (Allah’a isyan edip) emrini dinlemeyen (kâfir)ler ise, yeryüzünde olan her şey ve onun yanında bir katı daha kendilerinin olsa, (Allah’ın azabından kurtulmak için) hepsini kurtuluş fidyesi olarak verirlerdi. (Fakat Kıyamet günü bunların hiçbiri kabul edilmez.) İşte onlar var ya, hesabın en kötüsü onlaradır. Varacakları yer de cehennem (ateşi)dir. O ne kötü, yataktır (yerdir)!

13/19. (Resûlüm,) Rabbinden sana indirilen (Kur’ân âyetleri’n)in hak olduğunu bilen (ve îman eden) kimse (Hazret-i Hamza), (Kur’ân’ın hak olduğunu) göremeyen (kalbini îman nûruna kapatan) kör kimse (Ebû Cehil) gibi olur mu? (Bunu) ancak akıl sahipleri (aklını doğru çalıştıranlar, hidayet ile dalâletin ve îman ile küfrün aynı olmadığını) anlar.

13/20. Onlar ki, Allah'a (ruhlar âleminde ezelde) verdikleri sözü yerine getiren ve misâkı (verdikleri bu sözü,) (îman ederek ve farzları yerine getirmek sûretiyle) bozmayanlardır.

13/21. Onlar ki, Allah'ın riâyet edilmesini emrettiği (akrabayı ziyaret, Mü’minlerle dostluk ve bütün peygamberlere îman gibi) haklara riâyet eden, Rablerinin (emirlerine karşı gelmek ve haram işleyerek âsi olmaktan) korkanlar ve (hesaba çekilmeden önce kendilerini hesaba çekerek Ahiret’te) kötü hesap (ile karşılaşmak)tan endişe edenlerdir.

13/22. Onlar ki, (sırf) Rablerinin rızasına ermek için (ibâdetlere, her zorluk ve sıkıntıya karşı) sabreden, namazı (emredildiği şekilde) dosdoğru kılan, kendilerine verdiğimiz rızıktan gizli olarak ve açıktan Allah için (dinin emrettiği yerlerde) harcayan ve kötülüğü iyilikle (sâlih amellerle savmak veya kötülüğün ardından iyilik yapmak suretiyle “Hûd,114”) ortadan kaldıranlardır. İşte bunlar için, (dünya) yurdunun sonucu, (cennet) vardır.

13/23. (İşte sabreden, namazını kılan, malını hayırda harcayan, kötülüğü iyilikle karşılayan Mü’minler için, dünya yurdunun sonucu olarak) Adn cennetleri (vardır.) Atalar (ana ve babalar)ından, zevcelerinden ve çocuk (ve torun)larından “Tûr,21” sâlih (îman sahibi) olanlarla beraber oraya girerlerMelekler de her bir kapıdan yanlarına varırlar (ve şöyle derler:)

13/24. (Melekler, Mü’minler’e:) "(Dünyada ibâdetlere ve her türlü sıkıntıya) sabretmenize karşılık, selâm sizlere! Dünya yurdunun sonucu (olan cennet,) ne güzeldir! (derler.)

13/25. (Ruhlar âleminde ezelde) Allah'ın ahdini (O’nu “bir” bileceklerine ve O’na tâatte bulunacaklarına dâir verdikleri sözlerini) misaklarından (verdikleri sözleri kuvvetlendirdikten) sonra bozanlar, Allah'ın korunmasını emrettiği şeyleri (akrabalık bağlarını) koparanlar ve yeryüzünde (küfür ve zulüm yoluyla) fesat çıkaranlar var ya, işte lânet (Allah’ın rahmetinden uzak olma) onlar içindir. (Ahiret’te kalacakları yer olan) yurdun kötüsü (cehennem) de onlaradır.

13/26. Allah, rızkı, dilediğine genişletir (bollaştırır, çoğaltır) ve (dilediğine) kısar (daraltır, azaltır). Onlar (îman etmeyenler), dünya hayatı ile sevinmektedirler. Hâlbuki (o kâfirler,) dünya hayatı(nın mal, rütbe, makam ve yetkileriyle şımarır ve Allah’a isyan ederler. Bilmezler ki, dünya hayatı,) Ahiret (nimetleri) yanında (acelece hazırlanan) bir yol azığı (çok az bir şey; az bir faydalanma)dır.

13/27. Kâfir olanlar diyorlar ki: "Ona (Peygamberim Muhammed aleyhisselâm’a) Rabbinden (asâ, yed/el ve deve gibi) bir mu’cize indirilmeli, değil miydi?" (Resûlüm,) de ki: "Şüphesiz Allah, dilediğini (iradesini küfür yolunda kullananı) saptırır, kendisine yöneleni (îman ve itâat edeni) de hidayete (râzı olduğu yola) eriştirir."

13/28. Onlar ki, (küfürden uzaklaşıp Allah’a yönelenler) îman edenlerdir ve kalpleri Allah'ın zikriyle huzura kavuşanlardır (Enfâl,2). Biliniz ki, kalpler, ancak Allah'ı zikretmekle (Kur’ân okuyarak ve hükümlerine uyarak, namaz, hamd, şükür, tesbih ve tenzih gibi tâatlerde bulunarak elde edilen tezkiye ve yakîn sayesinde) huzur bulur.

13/29. Îman eden ve (namaz, oruç, hac, zekât gibi) salih amel işleyenlere ne mutlu! (Ahiret’te) varılacak güzel yurt (cennet ve orada kavuşulacak nimet ve ihsanlar) da (onlar içindir).

13/30. (Resûlüm!) Böylece seni - kendilerinden önce nice ümmetlerin geçmiş olduğu - bir ümmete Peygamber gönderdik ki, sana vahyettiğimiz (âyetlerimiz)i onlara okuyasın. Hâlbuki onlar, Rahmân'ı (ve senin peygamberliğini) inkâr ediyorlar. (Resûlüm!) de ki: "O, benim Rabbimdir. O'ndan başka hiçbir ilâh yoktur. Ben, (size karşı bana yardım etmesi için) yalnız O'na (Allah’a) tevekkül ettim. Tevbem (ve dönüşüm) de ancak O'nadır."

13/31. (Zamanın kâfirleri şöyle demişlerdi: “Eğer peygambersen, Mekke'nin etrafını çevreleyen dağları bizlerden uzaklaştır, yerlerini bizim için nehirlere ve kaynak sularına çevir ki, ağaç dikip zirâat yapalım. Ayrıca bizim için ölmüş atalarımızı dirilt de senin peygamber olduğuna dâir bizimle konuşsunlar.” demeleri üzerine bu âyet nâzil olmuştur “Celâleyn”. Kur’ân ile bunların yapılmasını talep etmişlerdi.)

Bir Kur’ân ki, eğer onunla dağlar yürütülse veya onunla yeryüzü parçalansa yahut onunla ölüler (diriltilip) konuşturulsa (o kâfirler, yine Kur’ân’a îman etmezler “En’âm,111”.) Fakat bütün emir (işler,) yalnız Allah'a âittir. (O’nun dilemesi, kudreti ve yaratmasına bağlıdır. Çünkü Allah, onların istedikleri mu'cizeleri onlara göstermeye elbette kâdirdir. Sahâbe-i kiram’dan bazısı, Müşriklerin îman etmelerini ümit ederek, Hazret-i Peygamber’den ileri sürülen mu’cizelerin izharını arzu edince, âyetin şu kısmı nâzil oldu “Celâleyn”:) Îman edenler, hâlâ bilmediler mi ki, Allah dileseydi (hiçbir mu’cizeye gerek kalmadan) bütün insanları hidayete erdirirdi. (Hepsi îman ederlerdi. Fakat onlara iradelerini serbest kullanmaları yönünde yetki vermiştir. Kâfirlerin, iradelerini küfür yönünde kullanacaklarını yüce Allah, ezelî ilmi ile bilmektedir. İnsanlar, iradelerini serbestçe kullanabildikleri için de sorumlu olmaktadırlar.) Allah’ın va’di (ölüm veya Kıyamet) gelinceye kadar, o kâfirlere, kendi yaptıkları (işledikleri küfür) yüzünden ya ansızın başlarına büyük bir musîbet (belâ) gelmeye devam edecek veya (o musîbet,) yurdlarının yakınına inecektir. Allah, va’dinden (sözünden) asla dönmez.

13/32. Yemin olsun, senden önce de nice peygamberler (tıpkı senin gibi) alaya alındı. Ben de (şânı yüce Allah,) o küfredenlere bir süre (mühlet) verdim, sonra da onları (azabımla) yakaladım (ve helâk ettim). Benim azabım, nasıl (dehşetli) olmuştu? (Seninle alay edenlere de böyle yapacağım. Bu âyetle Peygamber aleyhisselâm, teselli edilmektedir “Medârik”.)

13/33. Herkesin (hayır ve şer olarak) kazandığını görüp gözeten (Allah, hiç böyle olmayan gibi olabilir) mi? (Hiç yaratan, yaratmayan - ortak koştuğunuz o putlar - gibi olur mu “Nahl,17”? Fakat o putlara tapmaya devam ediyorsunuz. Her şeyi yaratan, rızkını veren görüp gözeten bir Allah’a ortak koşulur mu?) Hâlbuki onlar, Allah'a ortaklar koştular. (Resûlüm) de ki: "Onların (o ortaklar, kimlermiş?) isimlerini açıklayın. Yoksa siz (bununla) O'na yeryüzünde bilmediği bir şeyi mi haber vermiş olacaksınız, yoksa (kendinizi aldatarak) boş söz mü etmiş olacaksınız?" Hayır, küfredenlere hileleri (iradelerini isyanda kullandıkları için küfürleri ve İslam’a kurdukları tuzakları kendilerine) güzel gösterildi ve onlar (bu sebeple hak/doğru) yoldan saptırıldılar. (O kâfirler, insanları İslam dininden çevirdiler “Beydâvî ve Semerkandî”.) Allah, kimi (küfrü sebebiyle) saptırırsa, artık onu (o küfrü ile) doğru yola iletecek yoktur.

13/34. Onlara (kâfirlere) dünya hayatında (öldürülme, esaret, hastalık ve musibet gibi) bir azap vardır. (Mü’minler için bunlar, günahlarına keffâret olur “Zâdu’l-Mesîr”. Kâfirlerin) Ahiret azabı ise, (dünyadakinden) daha şiddetlidir. Onları Allah’(ın azabın)dan koruyacak da yoktur.

13/35. Müttakîlere (Allah'a karşı gelmekten korkan “takva sahipleri”ne) va'dolunan cennetin sıfatı (özelliği şöyledir): Onun (ağaçları) altından ırmaklar akar, yemişleri ve gölgeleri devamlıdır. İşte bu, (şirk ve günahlara bulaşmaktan korkan) takva sahiplerinin sonudur. (Allah’a ve peygambere isyan eden) kâfirlerin sonu ise, ateştir.

13/36. (Resûlüm,) kendilerine kitap verdiğimiz (Ehl-i Kitap’tan Müslüman olan) kimseler, sana indirilen (bu Kur'ân) ile sevinirler. Fakat (senin aleyhinde olan) gruplardan onun bir kısmını (Müşriklerin “Rahmân'ın zikredilmesini, Yahûdilerin de İsrâîl oğulları haberleri dışında kalan âyetleri) inkâr edenler de vardır. (Resûlüm) de ki: "Ben ancak Allah'a kulluk etmek ve O'na ortak koşmamakla emrolundum. Ben yalnız O'na (Allah’ın birliğine) çağırıyorum ve dönüşüm de yalnız O'nadır."

13/37. Böylece biz onu (Kur'ân'ı) Arapça bir hüküm (çeşitli alanlarda hüküm veren bir kitap) olarak indirdik. (Resûlüm,) yemin olsun sana (önceki dinlerin neshedildiğine dâir vahiy ile) gelen bu ilimden sonra, eğer sen, onların (kâfirlerin atalarının dinine ve değiştirilen kıblelerine dönme ile ilgili davet konusunda) heva ve heveslerine uyarsan, Allah tarafından senin için ne bir dost vardır, ne de bir koruyucu. (Bu hitap, Peygamber aleyhisselâm üzerinden bütün sahâbe-i kiram’a ve ümmet’edir.)

13/38. Yemin olsun, senden önce de peygamberler gönderdik. Onlara da eşler ve çocuklar verdik. Allah'ın izni (ve yaratması) olmadan hiçbir peygamber, bir mu’cize getiremez. Her ecelin (va’denin) bir yazısı vardır. (Kâfirler, Hazret-i Peygamber’den ısrarla bazı mu’cizeler istiyorlardı. Fakat istenen mu’cizelerin de bir vakti vardır. Yüce Allah, bu vakitleri Levh-ı Mahfûz’da yazıp tespit etmiştir “Burûc,21-22; En’âm,59; Kâf,4; Hadîd,22; Neml,75; Yâsîn,12”.)

13/39. Allah, (Levh-ı Mahfûz’dan) dilediğini siler, (dilediğini de) sâbit kılar (yerinde bırakır). Ümmü’l-Kitâb (Ana kitap/Levh-ı Mahfûz. bk. Zuhruf,4) O'nun katındadır.

(Müfessirler, bu âyetin tefsiri ile ilgili olarak şu açıklamaları yapmışlardır:

Celâleyn: (Peygamberlerle ilgili) dilediği (Tevrat ve İncil gibi kitaplardaki) ahkâmı değiştirir.

Beydâvî: “Nesh”edilmesi doğru olanı nesheder/yürürlükten kaldırır.

Medârik: Hafaza meleklerinin defterinden dilediğini yok eder ve başkasını/dilemediklerini de sâbit bırakır. Veya tevbe edenlerin küfürlerini silip yok eder ve îmanlarını onun yerine geçirip sabit bırakır. Yahut süresi/ecel zamanı yaklaşanı öldürür veya eceli gelmemiş olanı da eceli vaktine kadar sabit bırakır.

Ebu’s-Suûd Efendi: Bir nesli siler ve diğerlerini sabit bırakır. Yahut cismanî âlemden bozulanları siler ve kâinatı sabit bırakır.

İbn Abbâs radıyallahü anh: Bir kişinin şakîliği/şakâveti/cehennemlik olduğu, sa’îdliği/saâdeti/cennetlik olduğu, hayatı ve ölümü değişmez/silinmez “Semerkandî”.

"Allah dilediğini siler ve bırakır. Ana kitab ise O'nun nezdindedir" âyetini Hazret-i İbn Abbâs, şöyle açıklar:

Resûlüllah “sallallahü aleyhi ve sellem”den: "Allah'ın ömrünü ve ecelini uzatmasını, rızkını genişletmesini seven/isteyen bir kimse, Allah'tan korksun ve akrabalık bağını gözetsin.” (Buhârî, Edeb 12) şeklindeki hadisi rivâyet ettiği zaman, İbn Abbâs'a: “Ömür ve ecelde nasıl artış yapılır?” diye bir soru sorulmuştur. O da şu cevabı vermiştir:

Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

"Yüce Allah, sizi – insanların babası Adem aleyhisselam’ın yaratıldığı ilk madde itibariyle – topraktan/çamurdan yaratandır, sonra bir ecel takdir edendir. O'nun katında belirlenmiş bir ecel/ecel-i müsemmâ” daha vardır “En'âm,2”.

Birinci ecel, kulun annesinin kendisini doğurduğu andan öleceği vakte kadardır.

İkinci ecel/ecel-i müsemmâ ise, kişinin vefatından itibaren Berzah/Kabir hayatı ile yüce Allah'ın huzuruna çıkacağı zamana kadarki süreyi kapsar. Bunu Allah'tan başka kimse bilmez. İşte kul, Rabbinden korkar ve akrabalık bağını gözetirse, yüce Allah, Berzah'taki ecelinden birinci/dünyadaki ömrünün eceline dilediği kadarını ilave eder. Bu kişi, şayet isyan eder ve akrabalık bağını koparacak olursa, Allah da dünyadaki ömründen bunu dilediği kadarıyla eksiltir ve Berzah'taki eceline ilave eder.

Eğer yüce Allah'ın ezelî ilmindeki ecel, kesinleşirse, artık onda bir artış veya eksilme söz konusu değildir. Çünkü Allahü teâlâ:

"Her ümmetin bir eceli vardır. Artık o ecel geldiği zaman, onlar onu, ne bir an geri bırakabilirler, ne de ileri alabilirler. A'raf,34” diye buyurmuştur “Kurtubî”.)

13/40. Onlara (kâfirlere) va'dettiğimiz (azap emrimiz)in bir kısmını sana (hayatında) göstersek, (yahut onlara azap göndermeden) senin ruhunu alsak da, sana düşen (şu anda peygamber olarak görevin) ancak tebliğdir. Hesap görmek (onlara ceza vermek) ise, bize aittir. (Bu âyet, cihad farz olmadan önce inen âyetlerdendir.)

13/41. Onlar (kâfirler), görmediler mi ki, biz arza (küfredenlerin topraklarına) (Müslüman ordularını göndererek, nusretimizle/yardımımızla) geliyoruz da onu (o toprakları fetihlerle) etrafından eksiltip duruyoruz. (O kâfirler, kendi topraklarının Peygamberim “aleyhisselâm” ve ona tabi olan Müslümanlar tarafından fethedilmek suretiyle azalmakta olduğunu görmediler mi?) Allah, (yaratıkları hakkında dilediği şekilde) hükmeder. (O, İslam’ın yükseleceğine (Müslümanlara yardım edeceğine “Rûm,47”), küfrün ise gerileyeceğine hükmetmiştir “Beydâvî”. Sayı, her zaman üstünlük manasına gelmez.) O'nun hükmünü bozacak (reddedecek) bir kimse yoktur. O, (dünyada onları cezalandırdıktan sonra, Ahiret’te herkesin) hesabı(nı) çabuk görendir.

13/42. (Resûlüm,) onlardan (sana tuzak kuran kâfirlerden) önceki (ümmet)ler de (peygamberlerine) tuzak kurmuş (hile yapmış)lardı. Bütün tuzak (kuran)lar(a verilecek cezalar ve onların hilelerini tesirsiz kılma) Allah'a aittir. (Resûlüm, sen üzülme, Allah, onların yaptıklarını görmektedir.) O, her nefsin kazandığını (yaptığını) bilir (ve onun cezasını/karşılığını hazırlar). Kâfirler de bu (dünya) yurdun(un) sonunun (Ahiret’teki güzel ve mutlu âkıbet olan “cennet”in) kime (kâfirlere mi, yoksa Mü’minlere mi,) ait olduğunu (ayân beyân görecek ve) bileceklerdir.

13/43. O küfredenler, "Sen peygamber değilsin." derler. (Resûlüm,) de ki: "Benimle sizin aranızda şahit olarak Allah ve bir de (Abdullah b. Selâm, Selmân Fârisî ve Temîm Dârî “radıyallahü anhüm” gibi) yanında Kitap İlmi bulunan (Yahûdi ve HHristiyanlardan Müslüman olan)lar, yeter.