20. TÂHÂ SÛRESİ
Rahmân (ve) rahîm (olan) Allah’ın ismiyle.
20/1. Tâ Hâ.
20/2. (Resûlüm,) biz, sana Kur'ân'ı (kâfirlerin dediği gibi) “sıkıntı/zahmet çekesin” diye indirmedik (ancak Allah'ın azabından korkacaklara bir tezkire/öğüt olsun, Mü’minlerin cennet’e, kâfirlerin de cehennem’e gideceklerini haber vermen için indirdik).
20/3. (Resûlüm, biz, sana Kur'ân'ı, ancak (Allah'ın azabından) korkacaklara bir tezkire (öğüt almak üzere indirdik).
20/4. (O Kur’an,) yeri ve yüksek semâvâtı (gökleri yedi kat “Bakara,29”) yaratan tarafından tedricen (peyderpey) indirilmiştir.
20/5. Rahmân (olan Allah), Arş'ı istivâ etmiş (hüküm ve idaresi altına almış)tır (A’râf,54).
20/6. (Yedi kat) göklerdeki, yerdeki, bu ikisi arasındaki ve toprağın altındaki her şey, yalnızca O'nun (mahlûku)dur (hepsini Allah yaratmıştır. Her şey, O’nun bilgisi, tasarrufu ve hakimiyeti altındadır).
20/7. Sen sözü açığa vursan da, (gizlesen de Allah için aynıdır.) Çünkü O (Allah), gizliyi de bilir, ondan daha gizlisini de (bilir).
20/8. (Zâtî ve subûtî sıfatlar sahibi) Allah ki, O’dan başka ilâh yoktur. En güzel isimler (İsrâ,110; Haşr,24; A’râf,180), O'nundur. (Yüce Allah’ın 99 Esmâ-i Hüsnâ’sı vardır “Buhârî, Şurût 18; Tirmizî, Deavât 87; İbn mâce, Dua 10.)
20/9. (Resûlüm, Peygamberim) Mûsa'nın haberi sana ulaştı mı?
20/10. (Hazret-i Mûsa, Medyen’den annesini ziyaret için esas memleketi Mısır’a giderken, yolda ailesi ile fırtınaya tutulmuş, karanlık bir gecede yolu şaşırmış ve davarları dağılmıştı. İşte böyle ateşe ihtiyaç duyulan bir vakitte) hani (o) bir ateş görmüştü de ailesine: "Siz durun (burada bekleyin), ben bir ateş gördüm (oraya gidiyorum). Belki ondan size bir kor (ateş) getiririm, yahut ateşin başında, yol gösterecek birini bulurum." demişti (Kasas,3-42).
20/11. (Hazret-i Mûsa,) ona (ateşe) geldiği vakit, (onu, yeşil bir ağaçta yandığını ve “beyaz ışık” saçtığını gördü. Sonra) kendisine: "Ey Mûsa!" diye seslenildi.
20/12. (Hazret-i Mûsa: “Ya Mûsa diye seslenen kim?” dedi. Cevâben:) "Şüphe yok ki, ben senin Rabbinim. Hemen ayakkabılarını çıkar. Çünkü sen, mukaddes Tuvâ vâdisi'ndesin." (denildi.)
20/13. (Yüce Allah buyurdu:) "Ben seni (peygamber olarak) seçtim. Şimdi vahyolunacak şeyleri dinle."
20/14. "Muhakkak ki ben, (evet) ben (her şeyin yaratıcısı) Allah'ım. Benden başka ilâh yoktur. O hâlde (yalnız) bana ibâdet et (emrettiğim tâatları yap ve istikamet üzere ol). Beni zikretmek (hatırlamak ve anmak) için namaz kıl."
20/15. "(Kıyamet) sâat(i) mutlaka gelecektir. Herkes (hayır ve şer/kötülük olarak) işlediğinin karşılığını (Ahiret’te) görsün diye, nerede ise onu (Kıyametin vaktini gizlediğim gibi geleceğini de) gizleyecektim (veya neredeyse onun vaktini açıklayacaktım, yahut neredeyse onu gerçekleştirecektim “Beydâvî ve Ebu’s-suûd Efendi”. Fakat onun vaktini gizli tutuyorum “Kurtubî”)."
20/16. "O hâlde ona (Kıyamet’e) iman etmeyen ve keyfine (nefsine) uyan (kâfir) kimseler, sakın ondan (Kıyamet’e inanmaktan) seni alıkoymasın. Yoksa helâk olursun!"
20/17. "Şu sağ elindeki nedir, ey Mûsa?"
20/18. (Peygamberim) Mûsa dedi ki: "O benim asâm (değneğim)dir. (Yerden kalkarken ve yürürken) ona dayanırım, onunla davarlarıma (koyunlarıma) (ağaçlardan) yaprak silkelerim. Onda bana mahsus başka ihtiyaçlarım da vardır (onunla başka işlerimi de görürüm)."
20/19. (Yüce) Allah: "Onu (asâyı) yere bırak, ey Mûsa!" buyurdu.
20/20. (Peygamberim Mûsa da) onu (asâyı yere) bıraktı. Bir de ne görsün o, (hızla kayan kocaman) bir yılan olmuş!
20/21. (Yüce) Allah buyurdu: "Tut onu (yılanı). Korkma! Biz, onu ilk hâline (asâya) döndüreceğiz."
20/22. Bir de elini koynuna sok, bir başka mu'cize olarak o, kusursuz bir hâlde (güneş ışığı gibi parlayan bir şekilde) bembeyaz (bir nûr) çıksın.
20/23. Sana (peygamberliiğine delâlet eden) en büyük mu’cizelerimizden birini (daha) göstermemiz için (bunu verdik “Neml,12”). (Hazret-i Mûsa’ya dokuz mu’cize verilmiştir “İsrâ,101; Mü’minûn,45. âyeti dipnot”.)
20/24. (Şimdi) "Fir’avun’a git (onu, tevhîd dinine da’vet et), çünkü o (kibirde, isyanda ve ilâhlık iddiasında bulunarak “Nâziât,21-24” çok) azdı."
20/25. (Peygamberim) Mûsa, dedi ki: "Rabbim! (Risalet görevimi emrettiğin şekilde korkmadan yapabilmem için) göğsüme (kalbime) genişlik ver."
20/26. (Emretiğin tebliğ) "işimi (görevimi,) bana kolaylaştır."
20/27. "Dilimdeki düğümü çöz.” (Bana akıcı konuşma nasip eyle.)
20/28. (Dilimdeki düğümü çöz ki,) “sözümü (iyice) anlayabilsinler." (Mûsa aleyhisselâm’ın dilinde çok hafif bir tutukluk vardı, o da ağzına aldığı bir kordan olmuştu. Şöyle ki, bir gün Fir'avun onu kucağına aldı, o da sakalından tutup bir tutam kopardı. Fir'avun çok kızdı ve öldürülmesini emretti. Karısı mü’mine Asiye: O bir çocuktur, anlamaz, korla/ateşle yakutu birbirinden ayıramaz, dedi. Bu ikisini önüne koydular, o da koru alıp ağzına koydu “Beydâvî”. Ancak bu tutukluk, peygamberlik sıfatlarına mâni olacak şekilde değildi.)
20/29. (Hazret-i Mûsa: Ya Rabbi!) "Bana ailemden birini vezîr (yardımcı) yap,"
20/30. "Kardeşim Hârûn'u."
20/31. "Onunla arkamı kuvvetlendir (ki, onun görüşüne başvurabileyim)."
20/32. "Onu işime (görevime) ortak kıl (ki, yardımlaşarak tebliğ görevini tam yapabileyim)."
20/33. (Böylece Fir’avun ve halkının şirk ve isyanı karşısında, ya Rabbi,) "seni çok tesbih edelim (seni her türlü noksanlıktan tenzih edelim; sana lâyık olan kemal, cemal ve celâl sıfatlarınla seni analım) diye",
20/34. "Seni (her hâlimizde) çok zikredelim diye."
20/35. "Şüphesiz sen, bizi(m her hâlimizi) hakkıyla görmektesin." (Hazret-i Mûsa, bu şekilde uzun bir talep, dua ve niyazda bulundu).
20/36. (Yüce) Allah, şöyle buyurdu: "İstediğin sana verildi, ey Mûsa!"
20/37. "Yemin olsun ki, biz sana (geçmişte) bir defa daha lütufta (iyilikte) bulunmuştuk."
20/38. "Hani (sen doğduğunda Fir’avun’un seni öldürmesinden korktuğu için) annene vahyedilecek (ilham edilecek) şeyi (şöyle) ilham etmiştik:"
20/39. (Allahü teâlâ, Hazret-i Mûsa’nın annesine şöyle ilham etti:) "Onu (bebek Mûsa'yı bir) sanduka içine koy ve denize (Nil'e) bırak ki, deniz onu kıyıya atsın da kendisini - hem bana düşman, hem de ona düşman olan - birisi (Fir’avun) alsın. Bir de (ey Mûsa) gözümün önünde (ve korumam altında) yetiştirilmen için sana kendimden bir sevgi verdim (ki, bütün insanlar seni sevsinler diye. Bu yüzden seni, Fir’avun ve gören herkes sevdi)”.
20/40. "Hani (Fir’avun ailesi, sarayda sana sütanne arayışına girmişlerdi. Fakat sen hiç birinden emmemiştin. İşte o vakit) kız kardeşin (ablan Meryem,) (Fir’avun ailesine) gidiyor ve "size ona bakacak birini bulayım/göstereyim mi?" diyordu. Derken, (annenin) gözü aydın olsun ve üzülmesin diye seni annene döndürdük. (Annen saraya getirildi. Annen sana, sen annene kavuştun. İleride senin düşmanın olacak birinin/Fir’avun’un koruması altında büyüdün. Sonra) sen (bir İsrâilli’ye karşı kazara, kasdın olmadığı hâlde Mısırlı kıptî) bir adam öldürmüştün. Biz de seni (Medyen topraklarına hicrete izin vererek Fir’avun tarafından kısas edilme/öldürülme) endişe(sin)den kurtarmıştık. (Buna ilâveten azıksız kalma, yaya olarak yolculuk, sevdiklerinden ayrı ve uzak düşme gibi çeşitli belâ ve zorluklarla) seni sıkı bir imtihandan geçirdik. (Bu arada Sina çölünü geçerek Kızıldenizin kuzeyinde bulunan ve Şuayb aleyhisselâm’ın ülkesi olan Medyen’e geldin.) Medyen halkı içinde yıllarca (10 yıl gibi bir süre) kaldın, sonra (peygamber olman için) takdir edilmiş bir zamanda (Tûr'a) geldin, ey Mûsa!" (Kahire-Medyen arası yaklaşık 8 konak/400-500 kilometrelik bir mesafedir.)
20/41. (Ey Mûsa,) "ben seni kendim için (peygamber olarak) seçtim."
20/42. (Ey Mûsa,)"sen ve kardeşin (Hârun), (dokuz çeşit) mu’cizelerim ile (desteklenmiş olarak) gidin ve beni zikirde (ve tebliğde) gevşeklik göstermeyin (nerede ve hangi hâlde olursanız olun, beni unutmayın)."
20/43. (Ey Mûsa ve Hârun) "Fir’avun'a gidin. Çünkü o, (kibir, isyan ve Rablık iddiasında bulunarak çok) azmıştır (Nâziât,21-24; Mü’minûn,46)."
20/44. (Ancak) "ona (Fir’avun’a) yumuşak (ve tatlı) söz söyleyin. Belki, öğüt alır, yahut (Allah’tan) korkar (da vazgeçer)." (Bu âyetteki “belki” ifadesi, Hazret-i Mûsa ve Hârun peygamberlere göre kullanılmıştır. Yoksa yüce Allah, Fir’avun’un da’vasından dönmeyeceğini elbette bilmektedir “Celâleyn”.)
20/45. (Mûsa ve Hârun peygamberler) dediler: "Ey Rabbimiz! Şüphesiz biz, onun (Fir’avun’un) bize kötülük (taşkınlık) yapmasından yahut azgınlıkta bulunmasından korkuyoruz."
20/46. (Allah) buyurdu: "Korkmayın, çünkü ben (şânı yüce Allah,) sizinle beraberim, (her şeyi) işitirim ve görürüm."
20/47. "Ona (Fir’avun’a) gidin ve şöyle deyin: 'Şüphesiz biz Rabbinin peygamberleriyiz. İsrâiloğullarını (serbest bırak ve) bizimle gönder. Onlara işkence etme. Sana (peygamber olduğumuza dair) Rabbinin katından bir (yed ve asâ) mu’cize(si) getirdik. Selâm (ve Allah’ın azâbından kurtuluş), (O’nun gösterdiği) hidayet (hak din) üzere olanlara olsun!"
20/48. (Mûsa ve Hârun peygamberler Fir’avun’a:) "Şüphesiz bize vahyolundu ki, (bizim getirdiğimiz “tevhîd”i) yalanlayanlara ve (iman ve “tevhîd”den) yüz çevirenlere azap olacaktır." (dediler.)
20/49. (Fir’avun:) "Sizin Rabbiniz kim, ey Mûsa?" dedi.
20/50. (Peygamberim Mûsa:) "Rabbimiz, her (şeyi yaratan “Zümer,62” ve her) şeye hilkatini (yaratılış özelliklerini en mükemmel şekilde) veren, sonra onlara (çeşitli nimetler veren, bu nimetlerle hayatlarını nasıl devam ettireceğini ve diğer varlıklardan nasıl faydalanacakları konusunda) yol gösterendir." dedi.
20/51. (Fir’avun, Hazret-i Mûsa’dan aldığı bu mükemmel cevap karşısında konuyu değiştirerek): "(Öyleyse) geçmiş nesillerin hâli ne olacak?" dedi.
20/52. (Peygamberim Mûsa) dedi: "Onlar hakkındaki bilgi, Rabbimin katında bir kitapta (Levh-ı Mahfuz’da yazılı)dır. Rabbim, yanılmaz (O’nu hiçbir şey yanıltamaz) ve (O, hiçbir şeyi) unutmaz."
20/53. "O (Allah) ki, yeryüzünü size beşik yapan, orada size yollar açan ve size gökten su (yağmur) indirendir." Böylece onunla (su ile) (sizin için yerden) çeşitli bitkilerden (muhtelif renklerde ve tatlarda) çiftler (türler/sınıflar) çıkardık (ki, her renk veya tat, kendi arasında bir çift/sınıf meydana getirmektedir.)
20/54. (Yeryüzünde çıkardığımız bitkilerden) hem siz yiyin, hem de hayvanlarınızı otlatın. Şüphesiz bunda akıl sahipleri için (Allah'ın varlığını ve birliğini gösteren) deliller vardır.
20/55. (Ey insanlar!) Sizi (aslınız olan Hazret-i Adem’i) ondan (topraktan) yarattık, (ölümünüzle) yine sizi oraya (toprağa) iâde edeceğiz (kabirlere gömeceğiz) ve sizi bir kere daha oradan (amellerinizin karşılığını görmek/almak üzere kabirlerinizden) çıkaracağız.
20/56. Yemin olsun, biz ona (Fir’avun'a) mu’cizelerimizin hepsini (dokuzunu da “Neml,12”) gösterdik. Fakat o, (bunları) yalanladı ve (Allahü teâlâ’yı “bir”lemeyi) kabul etmedi.
20/57. (Fir’avun) dedi: "Ey Mûsa! Sihrin ile bizi yurdumuz (Mısır’)dan çıkarmak için mi (buraya) geldin?"
20/58. (Fir’avun, peygamberim Mûsa’ya:) "Biz de (sihirbazlarımızla birlikte) mutlaka sana karşı onun (senin sihrin) gibi bir sihir yapacağız. Şimdi sen - ne senin, ne de bizim de caymayacağımız - orta (uygun) bir yerde, seninle bizim aramızda bir buluşma vakti belirle!" (dedi.)
20/59. (Peygamberim Mûsa:) "Buluşma vaktimiz, bayram günü, insanların toplandığı kuşluk vakti (en uygun vakit)dir." dedi.
20/60. Bunun üzerine Fir’avun dönüp gitti, hilesini (kuracak sihirbazlarını) topladı, sonra (belirlenen yere) geldi.
20/61. (Peygamberim) Mûsa, (ellerinde ip ve asâ olan ve hepsi 72 kişi olan) onlara (sihirbazlara) şöyle dedi: "Yazıklar olsun size! Allah'a (birini ortak koşmakla) yalan iftira etmeyin, yoksa sizi azap ile helâk eder. Allah'a iftira eden (Fir’avun ve adamları) mutlaka hüsrana (ziyana) uğramıştır."
20/62. (Hazret-i Mûsa’nın bu sözleri üzerine) onlar (sihirbazlar), işlerini kendi aralarında tartıştılar ve gizli gizli konuştular (eğer Mûsa gâlip gelirse, ona tâbi olacağız).
20/63. (Sihirbazlar, Mûsa ve Hârun peygamberler hakkında Fir’avun’a) şöyle dediler: "Şüphesiz bu ikisi, sihirleri ile sizi yurdunuzdan çıkarmak ve en üstün olan yolunuzu (Fir’avun’un ilâhlık iddiasındaki inancını) ortadan kaldırmak istiyorlar."
20/64. (Sihirbazlar kendi aralarında veya reisleri:) "(Sihirli) hilelerinizi toplayın (birbirinize destek olun ve kimse muhalefet etmesin) sonra saf saf gelin. Bu gün üstün gelen muhakkak başarıya ulaşmış (kazanmış olacak)tır." (dediler.)
20/65. Sihirbazlar: "Ey Mûsa! (Tercihte bulun! Önce asânı) ya sen at, ya da ilk atan biz olalım." dediler.
20/66. (Peygamberim Mûsa:) "Yok, (önce) siz atın!" dedi. (Bunun üzerine onlar, asâlarını attılar. Hazret-i Mûsa:) Bir de ne görsün, onların ipleri ve değnekleri (yaptıkları) sihirlerinden dolayı hızla koşuyor gibi görünüyor(du).
20/67. Bunun üzerine (Peygamberim) Mûsa, içinde bir korku hissetti. (Bu sihrin kendi mu’cizesinin türünden olması bakımından, insanlar buna aldanarak kendine iman etmeyeceklerinden korktu.)
20/68. (Peygamberim Mûsa’ya:) şöyle dedik: "Korkma! Çünkü, üstün gelecek olan kesinlikle sen (olacak)sın."
20/69. (Ya Mûsa!) "Sağ elindeki (asâyı/değneği)ni at ki, onların yaptıklarını yutsun. Şüphesiz onların yaptıkları bir sihirbazlık hilesidir. Sihirbaz ise, (sihri bırakmadığı müddetçe) nereye gitse iflâh olmaz (hakikate erip kurtuluşa eremez)."
20/70. (Peygamberim Mûsa'nın asâsı, sihirbazların ipleriyle değneklerini yutunca,) sihirbazlar, hemen secdeye kapandılar ve: "Hârûn ve Mûsa'nın Rabbine iman ettik." dediler.
20/71. (Bu durum karşısında Fir’avun:) "Demek, ben size izin vermeden önce ona (Mûsa'ya) inandınız, öyle mi? Şüphe yok ki, o, size sihiri öğreten büyüğünüzdür. (O’nunla anlaşmış görünüyorsunuz.) Şimdi yemin olsun, ben de sizin ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama keseceğim ve mutlaka sizi hurma dallarına asacağım. Hangimizin (benim mi, yoksa Mûsa’nın rabbinin mi) azabı daha şiddetli ve daha sürekliymiş, mutlaka göreceksiniz." dedi.
20/72. (Sihirbazlar, Fir’avun’a şöyle) dediler: "Bize gelen (ve Mûsa’nın doğruluğunu gösteren) apaçık mu’cizelere ve bizi yaratan (Allah’)a (karşı) seni asla tercih edemeyiz. Artık sen vereceğin hükmü ver. Sen ancak bu dünya hayatında hüküm verir (istediğini yapar)sın." (Fakat Ahiret ise, daha hayırlı ve daha süreklidir “A’lâ,17”.)
20/73. (Sihirbazlar:) "Şüphesiz ki biz, günahlarımızı ve bize zorla yaptırdığın sihri affetmesi için, (her şeyi yaratan) Rabbimize iman ettik. (Yüceler yücesi) Allah('ın vereceği mükâfat), en hayırlı ve en kalıcıdır." (dediler.)
20/74. Şüphesiz, kim (Fir’avun gibi) Rabbine mücrim (küfür ve isyan üzere kâfir) olarak gelirse, kesinlikle ona cehennem vardır. Orada ne ölür, ne de (rahat bir hayat) yaşar.
20/75. Kim de O'na (rabbine) (namaz, oruç, zekât ve cihad gibi) salih ameller işlemiş bir Mü'min olarak gelirse, işte onlar için de (cennet’te) yüksek dereceler vardır:
20/76. (Kim rabbine, namaz, oruç, zekât ve cihad gibi salih ameller işlemiş bir Mü'min olarak gelirse, işte onlar için ağaçları) altından ırmaklar akan, içinde ebediyyen (sonsuz) kalacakları Adn cennetleri vardır. İşte bu, (günahlardan) temizlenenlerin mükâfatıdır.
20/77. (Fir’avun'un îmanı reddetmesi üzerine) yemin olsun biz (Peygamberim) Mûsa'ya: "Kullarımı (İsrâiloğullarını) geceleyin (Mısır topraklarından çıkarıp) yürüt. (Asânla suya) vur, denizde onlar için kuru bir yol aç. (Fir’avun’un sana) yetişmesinden korkma! (Boğulmaktan da) endişe etme!" diye vahyettik.
20/78. Bunun üzerine Fir’avun, (700 bin kişilik) ordusuyla birlikte onların (Hazret-i Mûsa ve İsrâiloğullarının) peşine düştü. Fakat deniz (dalgaları) onları (Fir’avun ve ordusunu) kaplayıp kuşattı (hepsi birden boğulup helâk oldu).
20/79. (İlâhlık iddia eden) Fir’avun, (kendine taptırmakla) halkını (haktan ve Allah’ı “bir”lemekten) saptırdı, onlara (doğru yol olan) hidayeti göstermedi.
20/80. (Allah, şöyle buyurdu:) "Ey İsrâiloğulları! Sizi düşmanınız (olan Fir’avun’)dan kurtardık, (Peygamberim Mûsa’ya Tevrat’ı indirmek için) size Tûr'un sağ tarafını (oraya gelmenizi) va'dettik ve size kudret helvası ile bıldırcın eti indirdik."
20/81. (Ey İsrâiloğulları!) "Size (ihsan ettiğimiz) rızıkların temizlerinden (ve helâl olanlarından) yiyin. Bu hususta (nimetin şükrünü ihmal ederek, israf ederek ve dinin hududunu aşarak) aşırı gitmeyin, yoksa üzerinize gazabım iner (azabım vacip olur). Gazabım da kimin üzerine inerse, o muhakkak helâk olmuştur."
20/82. (Azabım olmakla beraber) "şüphe yok ki, ben, (şirkten) tevbe edip iman eden ve (dinin emrettiği şekilde) salih ameller işleyen, sonra da (peygamberimin gösterdiği) hidayet üzere olan kimse için elbette çok affediciyim."
20/83. (Hazret-i Mûsa, Tûr'a varınca, yüce Allah:) "Seni, acele ile kavminden uzaklaştıran nedir, ey Mûsa?" (dedik.) (Mûsa aleyhisselâm, Tevrat’ı almak için Tûr’a giderken beraberinde halkının arasından seçtiği 70 kadar temsilci vardı. Fakat bir an önce Rabbi ile konuşma arzusu ile o temsilcileri/arkadaşlarını arkada bırakarak yürüyüşünü sür’atlendirmişti “Semerkandî”. Yüce Allah bu acelenin sebebini bildiği hâlde, peygamberini bu âyetle – halkını, hangi sebeple olursa olsun, ihmal edemeyeceği yönünde - uyarmış oldu “Beydâvî”.)
20/84. (Peygamberim) Mûsa, şöyle dedi: "Onlar, işte onlar da benim arkamda (geliyorlar). Rabbim! Sen (benden daha çok) râzı/hoşnut olasın diye, acele ederek sana geldim."
20/85. (Yüce) Allah: "Şüphesiz, biz senden sonra kavmini (Peygamberim Hârun ile kalan İsrâiloğullarını) imtihan ettik. (Fakat kâfir/münâfık) Sâmirî onları (buzağıya taptırmakla hak yoldan) saptırdı." buyurdu. (Hârun aleyhisselâm’ın ikazlarını dikkate almadılar ve buzağıya ilâh diye taptılar.)
20/86. Bunun üzerine (Peygamberim) Mûsa, (kırk günü tamamladıktan ve Tevrat'ı aldıktan sonra) öfke dolu ve üzgün bir hâlde halkına döndü. "Ey kavmim! Rabbiniz, size (içinde nûr ve hidayet olan Tevrat’ı indireceğine dair) güzel bir vaatte bulunmadı mı? (Ayrılışımın üzerinden) uzun zaman mı geçti, yoksa üzerinize Rabbinizden bir gazap inmesini mi istediniz de (imanda sebat edeceğinize dair) bana verdiğiniz sözden döndünüz (ve buzağıya taptınız)?" dedi.
20/87. (Kavmi) şöyle dediler: "(Ya Mûsa,) sana verdiğimiz sözden kendi isteğimizle dönmedik. Fakat biz (Mısır’dan çıkarken) o kavmin (Mısır halkının) zinetinden birtakım ağırlıklar yüklenmiş (bayram/düğün gerekçesiyle onları Fir’avun kavminden emanet/ödünç almış)tık. İşte onları (Sâmirî’nin talimatına uyarak ateş yanan bir çukura) attık. Sâmirî de (kendinde olanları) aynı şekilde (ateşe) attı (mücevheratın/altınların hepsi erimiş oldu)."
20/88. Böylece (Sâmirî,) onlar için böğürmesi olan (ses çıkaran) bir buzağı heykeli ortaya çıkardı. (Münafık Sâmirî ve adamları:) "Bu sizin de ilâhınızdır, Mûsa'nın da ilâhıdır. Fakat (Mûsa, ilâhını burada) unuttu (da onu Tûr'da aramaya gitti)" dediler.
20/89. Onlar (İsrâiloğulları,) onun (heykel buzağının) kendilerine bir sözle karşılıkta bulunacak, bir zarar ve bir fayda verecek güçte olmadığını görmüyorlar mı? (Böyle bir şey, nasıl ilâh kabul edilebilir?)
20/90. Yemin olsun, (Peygamberim) Hârûn onlara daha önce şöyle demişti: "Ey kavmim! Siz bununla (heykel buzağı ile) ancak imtihan edildiniz. Muhakkak sizin Rabbiniz (her şeyi yaratan ve her canlıya rızık veren) Rahmân (olan Allah’)dır. Onun için bana tâbi olun ve emrime itâat edin."
20/91. Onlar (İsrâiloğulları) da: "(Hazret-i) Mûsa bize dönünceye kadar buzağıya ibâdet etmeye devam edeceğiz." dediler.
20/92. (Peygamberim Mûsa Tûr'dan dönünce şöyle) dedi: Ey Hârûn, (Allah’a ibadeti bırakıp buzağıya tapmakla) dalâlete düştüklerini (hak yoldan saptıklarını) görünce, seni ne men etti (sen niye onlara mâni olmadın)?
20/93 (Ey Hârûn, kavmin Allah’a ibadeti bırakıp buzağıya taptıklarını görünce,) neden bana tâbi olmadın? (Onlarla savaşmadın veya arkamdan gelip bana yetişmedin?) (Heykele tapanların arasında kalmakla) emrime karşı mı geldin? (dedi.)
20/94. (Hazret-i Hârûn:) "Ey anamın oğlu! Saçımı sakalımı tutma! Şüphesiz ben, ‘İsrâiloğullarının arasını açtın, sözüme uymadın’ demenden korktum." dedi.
20/95. (Peygamberim Mûsa:) "Ya senin derdin neydi, ey (münafık) Sâmirî?" dedi.
20/96. (Sâmirî, şöyle) dedi: "Ben onların görmediği şeyi gördüm (bilmediklerini bildim). Resûlün (Hazret-i Cebrâil’in) (atının) izinden bir avuç (toprak) aldım, onu (mücevherlerden yapılmış buzağı heykelinin ağızına) attım. (Ben onu, kendisinde can olmayan hangi şeye atsam, onda bir canlılık meydana geldiğini gördüm “Celâleyn”.) Böyle yapmayı bana nefsim güzel gösterdi. (Onun için buzağının onların ilâhı olması fikrine kapıldım)"
20/97. (Peygamberim Mûsa, münafık Sâmirî’ye:) "Defol, git!” dedi. Artık sen hayatın boyunca (aramızda olamayacaksın ve) "Bana dokunmak yok!" diyeceksin. (Biri ona veya o birine dokunduğu zaman hastalanıyordu. Yapa-yalnız çöllerde sefil bir vaziyette dolaşır oldu.) Senin için, asla kaçamayacağın (veya ondan vazgeçilmeyecek Ahiret’te çok büyük) bir ceza daha var. Hele şu tapmakta durduğun (heykel) ilâhına bak! Biz onu elbette (ateşte) yakacağız ve onu muhakkak (pram-parça edip) denize savuracağız.
20/98. (Hazret-i Mûsa, münafık Sâmirî fitnesini ortadan kaldırınca, kavmine:) Sizin ilâhınız ancak kendisinden başka hiçbir ilâh bulunmayan Allah'tır. O, ilmiyle her şeyi kuşatmıştır. (dedi.)
20/99. (Resûlüm,) böylece sana geçmişin haberlerinden bir kısmını anlatıyoruz. Şüphe yok ki, sana katımızdan bir zikir (Kur'ân) verdik (Zuhruf,44).
20/100. Kim ondan (Kur’an-ı Kerim’den) yüz çevirir (ahkâmı indiği döneme âit der)se, şüphesiz ki, o, Kıyamet gününde (ağır) bir günah yükü yüklenecektir. (Küfrüne karşılık, sonsuz ceza görecektir “Beydâvî”.)
20/101. (Kur’an’a tam iman etmeyen kâfirler, o küfür günah yükünün karşılığı olarak) orada (cehennem’de) ebediyyen/sonsuz kalacaklardır. Bu, onlar için Kıyâmet gününde ne kötü bir yüktür!
20/102. O (Kıyamet) gün(ü) Sûr’a üflenir ve (dine göre suç işleyen) Mücrimleri, o günde gözleri (korkudan) gömgök kesilmiş (veya kör) olarak haşrederiz.
20/103. (Kıyâmet’in dehşetinden dolayı kâfirler) kendi aralarında gizlice (seslerini kısarak), "(dünyâda) ancak on gün kaldınız." derler.
20/104. Onların (kâfirlerin) dedikleri (gibi değildir. Onların dünyada kalış süresi)ni en iyi biz biliriz. Onların en akıllı olanı ise: "Siz yalnız bir gün kaldınız." der.
20/105. (Resûlüm,) sana dağların (Kıyamet günündeki) hâlini soruyorlar. De ki: "Rabbim onları (toz gibi) ufalayıp (rüzgârla) savuracaktır."
20/106. “Böylece (yüce Allah) onların (dağ ve tepelerin) yerlerini dümdüz (ve bitkisi olmayan) boş bir alan hâlinde bırakacaktır (Yeryüzü dümdüz olacaktır)."
20/107. (Resûlüm,) "orada (yeryüzünde) hiçbir eğrilik (iniş, çukur) ve hiçbir tümsek/yokuş (vâdi ve tepe) göremeyeceksin."
20/108. O gün (insanlar, kabirlerinden kalkar ve) davetçiye (Hazret-i İsrâfil'in “Haydi Rahman’a arz olunmaya gidiniz.” seslenişine) tâbi olurlar. Ona (İsrâfil aleyhisselâm’ın davetine) karşı itiraz yoktur. (Bunun üzerine herkes mahşer yerinde toplanır.) Rahmân'ın huzurunda (azametinden dolayı) sesler kısılmıştır. Artık fısıltıdan başka bir şey işitemezsin.
20/109. O (Kıyamet) gün(ü), Rahmân (olan Allah’)ın (şefâat etmesine) izin verdiği ve (dünyada ihlâsla “lâ ilâhe illâllah”) sözünden razı olduğu kimseden başkasının şefaati fayda vermez.
20/110. O (Allah), onların önlerindeki ve arkalarındaki (Ahiret’teki ve dünyadaki hâlleri)ni bilir. Onların bilgisi ise, Rahmân’ı(n ilmini) kuşatamaz (idrak edemez).
20/111. (Kıyamet günü) bütün yüzler, o Hayy (diri ve varlığı her an dâim olan) ve Kayyûm (yarattığı bütün varlıkları idâre eden, ayakta tutan ve koruyan) (Allah')a boyun eğmiştir. Zulüm (ederek günah) yüklenen, mutlaka hüsrana uğramıştır (ceza görecektir).
20/112. Kim de (Resûlüllah’a tâbi) mü’min olarak (İslam’ın emrettiği ve uygun gördüğü namaz, cihad, sıla-i rahîm ve sadaka gibi) salih ameller işlerse, o, ne zulümden (günahlarının artırılmasından), ne de hasızlığa uğratılmaktan (sevaplarının eksiltilmesinden) korkar (zulme ve haksızlığa uğramaktan korkmaz).
20/113. (Resûlüm,) böylece biz onu (o Kitab’ı), Arapça bir Kur'ân olarak indirdik. Onda her çeşit tehdidi (azapla ilgili konuları) tekrar tekrar açıkladık ki, (Allah'ın azabından) korkarlar veya (kıssalar) onlara bir ibret olur (da isyan etmezler ve itâate yönelirler) diye.
20/114. (Kâinatın/evrenin) hakiki Melik(i, sahibi ve idarecisi) olan Allah, (bütün noksanlıklardan beridir, uzaktır. O,) yücedir. Sana vahyedilmesi (sırasında) tamamlanmadan (Cibrîl-i Emîn tebliğini bitirmeden) önce Kur'ân'ı (okumakta, tekrarlamakta) acele etme. "Rabbim! İlmimi arttır" de.
20/115. Yemin olsun, biz bundan önce (Hazret-i) Âdem'e (cennet’teki bir ağacın meyvesinden yeme, diye) emrettik. O, (bu tâlimatı) unutuverdi. Biz onda bir azîm (dikkat ve kararlılık) bulmadık.
20/116. Hani (bir zamanlar) Meleklere: "Âdem’e (saygı için) secde edin!" demiştik de, Melekler hemen secde etmişlerdi. Fakat (Melekler arasında bulunan ve cin tâifesinden olan) İblis müstesna. O, diretti (“ben ondan hayırlıyım” (A’râf,12) diyerek, secde etmekten kaçındı).
20/117. Biz de şöyle dedik: "Ey Âdem! Şüphesiz bu (İblis), sen ve zevcen (eşin) için bir düşmandır. Sakın sizi cennetten çıkarmasın, sonra (yeryüzüne inerek geçimini temin hususunda) bedbaht (yorulduğundan ve sıkıntıya düştüğünden dolayı mutsuz) olursun."
20/118. "Şüphesiz senin için orada (cennette) aç kalmak ve çıplak kalmak yoktur."
20/119. "Şüphesiz sen orada (cennette) ne susuzluk çekersin, ne de güneşin sıcaklığını hissedersin." (Cennet’te güneş yoktur “Celâleyn”.)
20/120. Nihayet şeytan ona (Hazret-i Âdem’e) vesvese verip şöyle dedi: "Ey Âdem! Sana ebedîlik/ölümsüzlük ağacını (ondan kim yerse, sonsuz yaşar) ve tükenmez bir mülkü (yok olmayacak bir saltanatı) göstereyim mi?"
20/121. Bunun üzerine onlar (Hazret-i Âdem ve zevcesi Havva), (İblis’in telkinlerine kanarak) o ağacın meyvesinden yediler ve derhal ayıp yerleri açılıverdi (göründü). Üstlerini cennet yaprağıyla örtmeye başladılar. (Yasak ağaçtan yemek suretiyle) (Hazret-i) Âdem, Rabbine isyan etti (hata/zelle işledi) de şaşırıp kaldı. (Her ikisi derhal tevbe ve istiğfarda bulundular “Bakara,37 ve A’râf,23”.)
20/122. Sonra Rabbi onu (Hazret-i Âdem’i) (peygamber olarak) seçti, tevbesini kabul etti ve ona hidayeti (tevbede sebat etme ve günahlardan korunma yolunu) gösterdi.
20/123. (Yüce) Allah, şöyle buyurdu: "(Ey Hazret-i Âdem ve Hazret-i Havva) birbirinize düşman olarak hepiniz oradan (cennet’ten) inin (çıkın). (Buradaki “birbirinize düşman” ve “hepiniz” ifadeleri, Hazret-i Âdem ve Hazret-i Havva’nın şahsında bütün zürriyyetini kapsamaktadır. Çünkü zürriyyetinden kâfir, münafık olanlar olabileceği gibi, Müslümanlar arasında nefis ve şeytana uyarak birbirine düşman olanların çıkabileceği beyan edilmektedir.) Eğer tarafımdan size bir hidayet (resûl ve kitap) gelir de, kim benim hidayetime (dinime/şeriatime), uyarsa, artık o, (dünyada şeriatime uyduğu müddetçe) dalâlete düşmez/sapıtmaz ve (Ahiret’te de) hüsrana uğramaz." (O, dünyada hak yol üzerinde olduğu gibi, Ahiret’te de cennet’tedir. )
20/124. "Her kim de benim zikrimden (Kur'ân’dan, Resûlümden ve Resûlümün bildirdiği İslam’dan) yüz çevirirse, mutlaka ona dar bir geçim (kabir azabı “Semerkandî ve Begavî; Bezzâr, H.No.9407”) vardır. Kıyamet günü onu (beden gözü) kör olarak haşrederiz “İsrâ,72." (Nitekim o, dünyada kalp gözünü İslam’a karşı kapatıp iman etmemişti.)
20/125. O da şöyle der: "Rabbim! (Dünyada) gören bir kimse olduğum hâlde, niçin beni (bu Kıyamet gününde) kör olarak haşrettin?"
20/126. (Yüce) Allah buyurur: "Evet, öyle. Âyetlerimiz sana geldiği zaman, sen onları unuttun (onlara “ahkâmı çağdışı” diyerek, yüz çevirdin). Aynı şekilde bugün de sen (azapta) unutuluyorsun (rahmet ve şefâatten mahrum bırakılıyorsun.)"
20/127. (Dünyanın zevklerine dalarak ömrünü) israf eden/haddi aşan ve Rabbi'nin (ahkâm, cihad, kader, kudret, yaratma ve hükümranlık ile ilgili) âyetlerine (tam) iman etmeyen (Allah’ın insanlar ile kâinat/evren üzerindeki mutlak hakimiyet, yaratma ve tasarrufunu kabul etmeyen)leri, işte böyle cezalandırırız. Şüphesiz Ahiret azabı (dünya ve kabir azaplarına nazaran) çok şiddetli ve sonsuz kalıcıdır.
20/128. Biz (şanı yüce Allah,) onlardan önce nice nesilleri (peygamberlerini yalanladıkları için) helâk ettik. Bu, onları (İslam’a inanmayan kâfirleri) (Allah’a inanma ve “bir”leme konusunda) yola getirmedi mi? Halbuki kendileri de onların yurtlarında (memleketlerinde) yürüyüp duruyor (zaman zaman oradan geçiyor)lar. Bunda akıl sahipleri için elbette ibretler vardır.
20/129. Eğer Rabbin tarafından (azabın ertelenmesiyle ilgili) daha önce geçmiş bir hüküm (takdir) ve belirlenmiş bir süre (Ahiret’e bırakılması va’di) olmasaydı, (onların da dünyada hemen helâk edilmeleri) kaçınılmaz olurdu.
20/130. (Resûlüm,) o hâlde, onların (kâfirlerin) söylediklerine (seni yalanlamalarına) sabret (bu hüküm, cihad âyetiyle neshedilmiştir “Celâleyn”) ve güneşin doğuşundan önce (fecir/sabah namazını kılarak) ve batışından önce (ikindi namazını kılarak) Rabbini hamd ile tesbih et. Gece vakitlerinde (akşam ve yatsı namazlarını kılarak) ve gündüzün etrafında/uçlarında (öğle namazını kılarak) da tesbih et ki (Celâleyn), (sana verilecek sevap ile) hoşnut olasın (Meryem,55).
20/131. (Resûlüm,) onlardan (kâfirlerden) bir kısmına, kendilerini denemek (veya Ahiret’teki azaplarını artırmak) için dünya hayatının süsü olarak verdiğimiz şeylere (mal, rutbe, makam ve mevkie) sakın gözün takılı kalmasın (Hıcr,88). (Dünya geçicidir. Cennet’te) Rabbinin rızkı daha hayırlı ve daha süreklidir.
20/132. (Resûlüm,) ailene (ve ümmetine) namazı emret ve kendin de ona devam et. Biz senden rızık istemiyoruz. (Senin ve başkasının rızkını senin üzerine yüklemiyoruz. Aksine) sana da rızkı biz veriyoruz. Âkıbet (güzel sonuç), takva (sahibi olmak) iledir. (Bütün bunlar, peygamber aleyhisselâm’ın şahsında ümmetine tebliğdir.)
20/133. (İslam’a inanmayanlar, Resûlüllah hakkında:) "Doğru söylediğine dair bize Rabbinden açık bir delil (bir mu’cize) getirmeli, değil miydi?" dediler. Onlara önceki kitaplarda (Tevrat ve İncil’de) bulunan (Muhammed aleyhisselâm’ın son peygamber olarak geleceği ve sıfatlarıyla ilgili) delil (beyan) onlara gelmedi mi?
20/134. Eğer biz onları (seni yalanlayıp İslam’i reddedenleri) ondan (Kur'ân'dan) önce bir azap ile helâk etseydik, mutlaka: "Ey Rabbimiz! Keşke bize bir peygamber gönderseydin de böyle alçak ve rezil olmadan önce senin âyetlerine uysaydık." derlerdi.
20/135. (Resûlüm, İslam’ı kabul etmeyenlere) de ki: "Herbirimiz gözetliyoruz/bekliyoruz, siz de bekleyin. Yakında doğru/düzgün (Allah’ın razı olduğu müstakîm) yolun sahipleri kimdir ve kimin (dalâleti terkedip) hidayete kavuştuğunu bilecek (görecek)siniz!