Aradığınız konunun baş harfini aşağıdan seçiniz:
A |
B |
C |
Ç |
D |
E |
F |
G |
|
H |
I |
İ |
K |
L |
M |
N |
O |
|
Ö |
P |
R |
S |
Ş |
T |
U |
Ü | |
V |
Y |
Z |
Kaynak: https://sorularlaislamiyet.com
KEFFARET Yanlışlıkla veya mecburiyet sonucu işlenen günahın bağışlatılması için şer'i olarak verilen sadaka veya tutulan oruç.
Bazı fiilleri işleyen mükelleflerin; günahlarının örtülmesi için İslam'ın koyduğu bazı yükümlülükler. Kâfirler işledikleri günahlardan dolayı keffaret vermezler. "-Zira keffâret bir ibadettir" (Merginâni, Hidâye, II, 75). Aynı zamanda bunun; bazı fiilleri irtikap eden mü'minler için bir ceza olduğu bilinmektedir. Molla Hüsrev: "Keffâret; ukûbat (ceza) ile ibadet arasında cereyan eder" diyerek, her iki unsurun bir arada olduğuna işaret etmiştir. İslâm fıkhında; 1) Orucu kasden ve taammüden bozmanın keffâreti. 2) Hataen bir mü'mini öldürmenin kefâreti. 3) Zıhâr keffâreti. 4) Hacc ibadeti esnasında, ihramlı iken tıraş olmanın keffâreti. 5) Yemini bozmanın keffâreti diye beş çeşit keffaret vardır.
Ramazan orucunu kasden bozmanın keffareti: Kur'ân-ı Kerim'de "Amellerinizi iptal etmeyiniz" (Muhammed, 47/33) emri verilmiştir. Kesin bir farz olan orucu; meşru bir sebep yokken (kasden) bozmak bir suçtur. Hz. Peygamber (s.a.s) şöyle buyurmuştur: "Kim Ramazan ayında orucunu bozarsa, onun üzerine zıhar yapan kimsenin üzerine lâzım gelen şey (keffâret) gerekir" (İbnu'l Humâm, Fethu'l-Kadir, II, 70). Dolayısıyle kasden orucunu bozan kimse arka arkaya altmış gün oruç tutmak zorunda kalır. Bu onun üzerine farzdır. Ayrıca bozduğu orucu kaza etmek durumundadır. el-Merginani: "Farz oruçların dışındakilerde (Nafile oruçlarda) keffaret yoktur. Çünkü Ramazan ayında tutulan farz orucu bozmak bir suç teşkil eder ve nafile oruçlarla aynı şekilde mütâlâa edilemez" (Merginâni, a.g.e, I, 125).
2) Hata ile bir mü'mini öldürmenin keffâreti: Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurulur: "Bir mü'minin diğer bir mü'mini, yanlışlık eseri olmayarak (kasden) öldürmesi yakışmaz. Kim bir mü'mini yanlışlıkla öldürürse; mü'min bir köle azad etmesi ve (ölenin ailesine teslim edilecek bir diyet vermesi gerekir. Meğer ki onlar (ölenin yakınları) o diyeti sadaka olarak bağışlamış olsunlar. Eğer öldürülen mü'min olmakla beraber, size düşman olan bir kavimden (Dâru'l-Harp ahalisinden) ise o zaman öldürenin bir mü'min köleyi azad etmesi lâzımdır. Şayet kendileriyle aranızda anlaşma olan bir kavimden (Darû'l-Musalaha ahalisinden) ise, o vakit (bunları) bulamazsa Allah tarafından tövbeşinin kabulü için, birbiri ardınca iki ay oruç tutması gerekir. Allah her şeyi bilendir, gerçek hüküm ve hikmet sahibidir" (en-Nisâ, 4/92).
3) Zıhar Keffareti: Cahiliyye döneminde Araplar arasında yaygın olan âdetlerden birisi de şuydu: Bir erkek karısını boşamak istediği zaman ona; "-Sen bana annemin sırtı gibisin" derdi. Bu sözle boşamanın gerçekleşmesi örf halini almıştı. Sahabe'den Evs b. Sâmit (r.a) eşi Havle binti Sa'lebe'ye kızarak: "-Sen bana annemin sırtı gibi ol" der ve evi terkeder. Havle binti Sa'lebe (r.an.) Rasûlüllah(s.a.s)'a başvurarak "İhtiyarlığını, fakirliğini, çocuklarına bakacak bir durumu olmadığını" bildirerek buna bir çare bulunmasını ister. Bu arada Cenab-ı Hakk'a yalvarmayı da ihmal etmez. Bunun üzerine Zıhar ile ilgili aşağıdaki âyet-i kerimeler inmiştir:
"(Habibim) Zevce hakkında seninle (çare bulunması için) direşip duran ve Allah'a da yalvarmakta olan (kadın) ın sözünü (umulduğu vech ile) dinlemiştir. Allah sizin konuşmanızı (zaten) işitiyordu. Çünkü Allah hakkı ile işitici, kemaliyle görücüdür. İçinizden zıhar yapagelenlerin (hanımları) onların anneleri değildir. Anneleri kendilerini doğurandan başkası değildir. Şüphe yok ki onlar, herhalde çirkin ve yalan bir söz söylüyorlar. Muhakkak ki Allah çok bağışlayıcı, çok yarlığayıcıdır. Kadınlarından zıhar ile ayrılmak isteyip de, sonra dediklerini geri alacaklar (için) birbirleriyle temas etmeden önce, bir köle azad etmeleri lâzımdır. İşte size bununla öğüt veriliyor. Allah ne yaparsanız hakkı ile haberdardır. Fakat kim (bunu, köleyi) bulamazsa; birbiriyle temas etmeden önce fasılasız iki ay oruç (tutsun). Buna da güç yetiremezse, altmış yoksulu (doyursun). Bu (hafifletme) Allah'a ve Rasûlüne iman (da sebat) etmekte olduğunuz içindir. Bu (hükümler) Allah'ın (tayin ettiği) hudutlardır. (Bunları kabul etmeyen) kâfirler için ise, elem verici bir azab vardır" (el-Mücâdele, 58/1-4). İslâm hukukçularına göre; "Zıhar'dan vazgeçmek isteyen kimse; azad etmek için köle bulamazsa, hiç ara vermeden iki ay oruç tutar. Eğer sağlık durumu buna elverişli değilse; altmış miskini ve fakiri doyurur. Bu sıranın gözetilmesi zorunludur (İbnü'l-Hümâm, a.g.e., III, 233).
4) Hac ve umre ibadeti sırasında, ihramlı iken işlenen cinayetlerin keffâreti: Hem hacc, hem umre ibadetinin sadece Allahü Teala'nın rızası için edâ edilmesi esastır. Mükellef; niyet ederek ve telbiye yaparak ihrama girmek durumundadır. İhram'a bürünen kimse, bazı hususlara riâyet etmek zorundadır. İhramlının sakınması gereken şeyler âyet ve hadislerle belirlenmiştir. Meselâ; İhrama giren mükellef; herhangi bir zaruret olmadan başını tıraş ederse, başka bir ceza değil, doğrudan doğruya kurban kesmesi gerekir. Zaruret hali bulununca ihramlıya bazı kolaylıklar getirilmiştir. Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurulur: "Artık içinizden kim hasta olur veya başından bir eziyeti bulunursa; ona oruçtan ya sadakadan ya kurbandan (birisiyle) fidye vacip olur" (el-Bakara, 2/196). Dolayısıyla dilerse üç gün oruç tutar dilerse altı fakire üç sa' (yaklaşık 10 kg) buğdayı sadaka olarak verir.
5) Yemini bozmanın keffâreti: Kur'ân-ı Kerim'de: "(Yeminin) Keffâreti ailenize yedirmekte olduğunuzun orta (derece) sinden, on yoksulu doyurmak, ya onları giydirmek, yahud bir köle azad etmektir. Fakat kim (bunları) bulamazsa, üç gün oruç tutması lâzımdır. İşte bu, and (yemin) ettiğiniz vakit (onları bozmanın) keffâretidir. Yeminlerinizi muhafaza ediniz. Allah âyetlerini size böylece açıklıyor. Ta ki şükredesiniz" (el-Mâide, 5/89) buyurulmuştur. Rasûl-i ekrem (s.a.s)'in döneminde, yemin keffareti için yoksula ne kadar verildiğini izah için, İmâmu Buhâri "Kitabu'l Keffâret" adı altında, ayrı bir bölüm ayırmıştır. Keffâretlerde illet kesin olarak belli değildir. Bu yüzden kıyas yoluyla, hükmü benzer olaylara uygulamak imkanı bulunmaz, keffaretler kitap ve sünnetteki sıra gözetilerek yerine getirilir (Buhârî, Sahih, VII, 235-240).