FIKIH | KÜRTAJIN DÎNÎ HÜKMÜ

Aradığınız konunun baş harfini aşağıdan seçiniz:

A
B
C
Ç
D
E
F
G
H
I
İ
K
L
M
N
O
Ö
P
R
S
Ş
T
U
Ü
V
Y
Z

Kaynak: https://sorularlaislamiyet.com

KÜRTAJIN DÎNÎ HÜKMÜ:

Konunun iyi anlaşılması için gerekli olan bu noktalara işaret ettikten sonra, fıkhî açıdan kürtaja baktığımızda önce şunu söylemeliyiz: Islâm fıtrat dinidir ve fıtrata yani doğru (tabiî) ve normal olana aykırı olan her şey Islâma da aykırıdır, yani mahzurludur: Mahzuru, aykırılık gücüne göre değişir. Az aykırı olan "mekruh", biraz daha çoğu "tahrimen mekruh", çok aykırı olan da "haram" olur. Bu konuda fitrî olan, kadınla erkeğin bir araya gelmesi, cinsel birleşmeleri, sonuçta da çocuğun dünyaya gelmesidir. Ancâk her kuralın olduğu gibi, bunun da istisnaları olabilir. Yani Islâm fıkhının bu konudaki genel kaidesi: "Fıtrata ve tabiîliğe müdahale edilemeyeceği" esasıdır. Ancak genel bir kural, bütün fertlerine temsil edilemez ve şahıslara, özel durumlarına göre fetvâ verilir. Yani genel geçer kural ayrıdır, fetvâ ayrıdır. Fetvâ kişiye, yere ve zamana göre değişir. Buna göre, Islâm fıkhında "çocuk aldırma" ya da "kürtaj" denen olaya fert düzeyinde bazı hallerde ve belli bir zamana kadar fetvâ verildiğini söyleyerek konuyu şöylece özetleyebiliriz: ·

Konu hakında Kur'ân-ı Kerîm ve Hadîsle açıklık (ibare) yoktur. Ancak bazı âyet-i kerime ve hadîs-i serîflerde işaretler bulâbiliriz. Meselâ: Hac 5 ile, Mü'minûn 12-15 âyetleri hemen hemen aynı noktaya işaret ederler. Biz önce Mü'minûn 12-15. âyetlerinin meâlini verelim, sonra bazı noktalara temas edelim: "Andolsun ki,biz insanı süzülmüş, özlü balçıktan yârattık. Sonra onu "nutfe (menî, sprem) olarak muhkem bir karargâha (rahme) koyduk: Sonra nutfeyi (yapışkan) bir kan pıhtısı haline getirdik. Ardından kan pıhtısını bir çiğnem et yaptık, bu çiğnemi kemiklere çevirdik,kemiklere de et giydirdik. Sonra da onu başka bir varlık yaptık.

Şekil verenlerin en güzeli olan Allah ne yücedir. Sonra siz bunun ardından elbette öleceksiniz."

Bunları açıklar mahiyetteki bir iki hadîs-i şerîfin meali de şöyledir: 1- "Sizden her biriniz kırk gün annesinin karnında tutulur. Sonra bir o kadar da orada yapışkan pıhtı olur. Sonra bir o kadar da orada bir çiğnem et halinde bulunur. Sonra da melek gönderilir ve ona ruh üfler" (Müslim, Kader 1) 2- "...nutfe (menî parçası, sperm)nin üzerinden kırkıki gece geçince Allah ona bir melek gönderir. O da onu şekillendirir, kulağını, gözünü, cildini, etini ve kemiklerini yapar. Sonra da, ey Rabbim, erkek mi olacak dişi mi..." (Müslim, Kader 3) der. Birinci hadîs âyetlerin tam açıklaması gibidir. Buna, yani âyete ve hadise göre:

1- Döllenen menî rahimde kırk gün, irtibatsız olarak kalır.

2- Sonra bir pıhtı olarak rahimle irtibat kurar (alaka). Bu süre de kırk gün kadardır.

3- Sonra bu yapışkan pıhtı (alaka) bir et parçası halini alır, kemikleri belirir, et oluşur. Bu devre üçüncü kırk günün sonuna kadardır.

4- Sonra ilk üçünden farklı bir yaratık, ya da yaratış ortaya çıkar. Bu, cenîne ruhun üflendiği safhadır. (Taberî XVNI/9) Bir başka deyişle canlanmasıdır. Insan, ya ruhla cesedin bütünüdür ki; genel kabul gören görüş budur; ya da sadece ruhtur. (Râzî XXlll/85) Bundan; ceninin üçüncü devre sonundan yani 120 günden önce insan olmadığı anlaşılır. Insan oluş, bu noktadan itibaren başlar (Taberi XVN/11). Hem diğer bir yaratış, hem de, ruhun üflenmesi bunu gösterir.

5- Onbeşinci âyetin işaretiyle, ölüm ancak bu dönemden sonra olabilir. Bu da daha önceki üç dönemde (120 gün) ceninin ölüme elverişli, yani canlı olmadığını gösterir.

6- Devreler arasının "sümme" (sonra) kelimesi ile açılması; devrelerin birbirinden tam anlamıyla farklı olduklarını (Ebu'ssu'ûd VI/126), birbirinden diğerine geçişin bir dönüşüm (tahavvül) olduğunu gösterir. (Râzî XXNI/84) Bu da beşinci maddede anlatılan gerçege işâret eder.

Ruhun yüzyirmi günde üflendiği konusunda ittifak , bulunduğu,için ikinci hadîs; "ceninin kırk günde şekillenmesi değil, bunun melek tarafından yazılması" şeklinde anlaşılmıştır (Dâvûdoğlu X/626).

Işte bütün bunlardan, ötürü, Hz. Ali (r.a.), bu yedi devre geçip ruh üflenmedikçe cenine müdahalenin "ve'd" (çocuğu diri diri gömme, yani öldürme) olmayacağını söyler (Ibnü'I-Cevzi, Zâdü'I-Mesir V/462). Imâm Ebû Hânîfe de bunu delil tutarak; meselâ birisinin yumurta çalması ve yumurtadan onun yanında civciv çıkması halinde, başka başka varlıklar olduğu (halk-ı âher) için, civcivi değil yumurtayı tazmin eder, demiştir (ZaMahşerî NI/27-28). Bütün bu temel gerçeklerden ötürü tüm Islâm fıkıhçıları, döllenmenin üzerinden yüzyirmi gün geçtikten sonra ve de zaruret yokken çocuk aldırmanın (kürtajın) haram olduğunda ittifak etmişlerdir. Yüzyirmi günden, yani canlandıktan sonra çocuğunu aldıran ya da ilaçla, vurma ile vs. düşüren kadın hem bir cana kıyıp cânı olduğundan ötürü günahkârdır, öbür dünyada bunun cezasını çekecektir, hem de dünyada çocuğun Babasına, canlı düşüp sonra ölmüşse, bir tam diyet (kan bedeli), organları belirli olup ölü olarak düşmüşse, bir "gurra" ödemek zorundadır. Birinci halde ayrıca bir de keffaret tutmalıdır. (Diyet; yüz deve, veya bin dinar altın, veya on ,ya da on iki bin dirhem gümüş, yani yaklaşık olarak şu anda (1989) elli milyon (50.000.000: ) TL. Gurra ise, duruma göre bir diyetin yirmide ya da onda biridir). Organların bir kısmının belirmiş olması durumu da aynıdır. Ancak yüzyirmi günden (dört aydan) önce çocuk aldırmanın, ya da ilâç vs. ile düşürmenin câiz olduğunu söyleyenler vardır ). Bazıları ise sadece kırk güne kadar câiz olduğunu söylemişlerdir. (Hindiyye V/356; Bezzâziyye VI/370 (Hindiyye kenarında)) Bazıları da döllenme olduktan sonra, bir özür olmaksızın bunun hiç câiz olmayacağın söylemişlerdir. Hiç câiz olamayacağını söyleyenler hacda ihramlı bir hacı adayının, bir kuş yumurtasını kırmasının av yasağına tecavüz sayıldığını ve bundan ötürü ceza vermesi gerektiğini delil gösterirler (Bk. Kâdihan NI/410 (Hindiyye kenarında) Ancak; yumurta ceninin birinci değil, ikinci kırk gününe benzer. Yumurtanın birinci kırk güne tekabûl eden devresi, kuşun karnında olduğu dönemidir, diyerek bunu itiraz edebilir. O takdirde böyle diyenlere göre de kırk güne kadar düşürme ya da aldırma câiz olmalıdır.). Yani yumurtayı kırma, cana tecavüz sayılmış ve (ihramlıya mahsus olmak üzere) cezayı gerektirmiştir. Öyleyse yumurta durumundaki cenine (embriyona) müdahale de câiz olmamalıdır, derler.

Bütün bunlardan (Hanefi mezhebi için) şöyle bir sonuç çıkarabiliriz: Meni, ana rahmine yerleştikten sonra, ona müdahale fıtrata uygun düşmediği için hoş değildir, anormaldir. Bu anormallik (mekruhluk da diyebiliriz) kırk güne kadar az, kırk günden yüzyirmi güne kadar biraz daha fazladır, ama haram değildir. (Birinciye tenzihen, ikinciye tahrimen mekruh da diyebiliriz) Ama yüzyirmi günden sonra, özürsüz olarak yapılan müdahale kesinlikle haramdır ve bir cana kıyma demektir. Bu konuda kırk güne, bazılarına göre de yüzyirmi güne kadar işin hafif tutulması, hattâ bazı fıkıhçılarca mutlak câizdir, denmesi sanki zayıf iradeli ve dünya zevkine ve rahatına düşkün insanlar için verilmiş bir ruhsattır. Yoksa onlar da bunun evlâ olduğunu söylemiyorlar.

Ancak işin bir diğer önemli yönü daha vardır: Kırk, ya da yüzyirmi güne kadar kürtajın dinen mahzurlu olmadığını söyleyenlerin görüşü kabul edilse dahî, mazeret olmadan bir kadının avretini başka erkeklere hattâ kadınlara göstermesinin haram olduğu naslarla sabit bir gerçektir; dolayısıyla bu konudâ ittifak vardır. Yani, şu anda hamile kalmış ve çocuk istemeyen kadının önüne iki yol çıkar : a-Ya bir doktorun, ebenin vs. tıbbî müdahelesini istemek (kürtaj), b- Ya da çeşitli ilkel metodlar yahut ilaç yardımıyla bunu kendisinin veya kocanın yapması... Birinci yola girmesi halinde avretini, zaruret olmaksızın (zaruret yani bir özür var ise mesele yok).açmakla bir haram işleyecektir ki, bu yine ittifakla câiz değildir. Ikinci yola girmekle, tıbbın tesbitlerine göre çok büyük bir ihtimalle sağlığını tehlikeye atacak ve bundan, öncelikle anne zarar görecektir.

Başarılamaması halinde de sakat ve yetenekleri körelmis çocukların doğmasına sebep olacak; böylece hem ömür boyu vicdân azabı çekilecek; hem de aile ve toplum olarak maddi, manevi zararlar görülecektir. Adil tıbbi İslamın hakem kabul ettiğini ve onun mahzurlu dediğine mahzurlu dediği düşünürsek, bu uygulamanın da en azından mekruh olduğu anlaşılır.

Dolayısıyla tabiî sonuç olarak yine, mazeret olmadan cenini aldırmanın ya da düşürmenin en azından mekruh olduğunu söyleyenlerin görüşüne gelmiş oluyoruz. Öyleyse bu mazeretler nelerdir? Yani hangi sebeplerle; hamile kalan bir kadın, bir kadın doktora, hamileliğinden itibaren kırk, ya da işi en geniş tutanlarca yüzyirmi gün içerisinde kürtaj yaptırabilir? Hanefiler, bu özürlerin şunlar olduğunu söyler:

1- Emzirmekte olduğu çocuğun sütüne zarar vermesi ve babanın bir süt anne bulacak güçte de olmaması (Kâdihan NI/428).

2- Ortamın bozuk olup, Islâmî terbiyenin mümkün olmaması (Hindiyye Cevâhiru'I-ahlatî adlı kitaba atfen şu hükmü verir: "Saç, tırnak ve benzeri organları belirdikten sonra çocuk düşürmek için ilâç kullanmak câiz değildir. Organları belli değilse câizdir. Ama zamanımızda her halûkârda câizdir ve fetvâ da buna göredir. Devamla "organların belli olması ise ancak yüzyirmi günden sonra olur" denir ki, bundan ruhun üflenmesi kastedilmiş olmalıdır. Yoksa, organların bu dönemden önce de belirecegi müşahede ile sabittir (bk. Fethu'I-Kadîr N/495'den Mevsû'atü'I-fıkhu'I-Islâmi NI/159).).

3- Kadın hastâ olup, âdil tıp tarafından hamileliği sebebiyle hastalığının artacağını, ya da olmayan bir hastalık ortaya çıkacağının söylenmesi.

Görüldüğü gibi fakirlik ve rızık meselesi bu konuda doğrudan bir sebep olarak kabul edilmemiştir. Çünkü, bu Allah'ın (c.c.) her canlının rızkını vereceği, yani O'nun "Rezzâk" olduğu inancına zıttır. Ancak fakirliğin sebep olacağı ahlakî bozuklukları da sebep görenler vardır.

Diğer Mezheplerde Durum:

En ihtiyatli, ya da doğruya en yakın görüşü, -eğer. telfik anlamı içermiyorsa- bazan, diğer mezheplerin görüşlerini öğrenmekle daha rahat anlayabiliriz. Onun için:

Mâlikîlerde, döllenme olduktan sonra, kırk günden önce de olsa cenini aldırma ya da düşürme câiz değildir. (Şerhu'd-Dırdîr alâ-metni Halîl (Dusûki hâsiyesi ile birlikte), Mısır 1345; N/266)

Şâfiîler ve özellikle Gazalî de aynı görüştedir. Ancak mahzur ilk kırk gün içinde az, ikinci de daha fazla üçüncü, de harama yakın; daha sonra ise ittifakla haramdır . (Gazalî, ihyâ N/53)

Hanbelîlerde, sadece ilk kırk günde helâl bir yöntemle nutfeyi düşürmek câizdir (er-Ravdu'I-murbi' N/316. el-Matba'atû's-selefiyye 1380: 6.8.). Ancak mutemed görüşe göre, bu konuda bu mezhebin görüşü de Hanefiler gibidir; döllenmeden itibaren 120 gün içinde, yani ruh üflenmeden önce cenini düşürmek câizdir. Ondan sonra kesinlikle haramdır (el-Merdâvî, el-insaf I/386; ibn Kudâme, el-Mugnî VN/816; el-Zuhaylî, el-Fıkhu'I-islâmî NI/232 vd.).