EL-HASÂİSU'L-KÜBRÂ | HABEŞİSTAN'A HİCRETLE İLGİLİ VUKUA GELENLER

 Beyhekî'nin naklettiği haberde Mâsâ bin Ukbe şöyle anlatmakta­dır: Kureyş işkence ve fitneyi iyice artırınca bir grup müslüman, başlarında Cafer bin Ebû Tâlib olduğu halde Habeşistan'a hicret ettiler. Bu suretle dinlerini korumak, din ve vicdan hürriyetine kavuşmak istemişlerdi. Kureyş bunu haber alınca derhal Amr İbn-i As ile Amâre bin Velîd'i peşlerinden gönderdi ve de bunlara çok sür'atli gitmelerini, yolda yetiştikleri takdirde müslümanları geri çevirmelerini, yetişemez-lerse Habeşistan'dan geri getirmelerini sıkıca tenbih etti. Habeşistan kralimn şahsına ve yanındaki devlet büyüklerine çeşitli ve kıymetli hediyeler de gönderdi. Krala âit hediyeler arasında bir Arap atı ile, çok kıymetli atlastan bir cübbe de vardı. Amr ve Amâre sür'atle yola çıktı ise de müslümanlara yetişemediler. Habeşistan'a vardıklarında, kralın huzuruna kabul edildiler ve hediyelerini takdim ettiler. Kral Amr'i kendi kürsisine oturtup konuşmasına izin verdi. Amr da kirala şunları söyledi: "Efendim, sizin ülkenize bizden bâzı akılsız adamlar sığınmış bulunuyor. Bu adamlar ne sizin dininizdedir, ne de bizim dinimizdedir. Onları bize iade etmeniz, sizin yüce şahsınızdan biricik dileğimizdir..." Oradaki devlet büyükleri de krala, onların iade edilmesini istediler. Kral şu karşılığı verdi: "Ben, bu gelenler ile konuşup onların ne durumda ve ne gibi bir itikâd üzerinde olduklarim anlamadan asla iade etmem!" Amr söze tekrar başlayıp: "Efendim, onların ne halde olduklarım size ben haber vereyim: Onlar, içimizden çıkan bir adamın arkadaşlarıdır, onların ne kadar akılsız ve aykırı kişiler olduğunu şimdi siz de anhyacaksmız: Onlar, Îsâ'nın Allah'ın oğlu olduğuna inanmazlar, sana da secde etmezler, huzuruna çağırdığın zaman, sana secde etmediklerini bizzat göreceksin..." diye konuştu ve kralı müslümanlara karşı tahrik etmeye çalıştı.

Kral Necaşî, Cafer ve arkadaşlarimn getirilmesini istedi. Onlar da geldiler, huzura girip selam vermek suretiyle saygılarim bildirdiler ve fakat secde etmediler. Amr ve Amâre derhal: "Biz size haber vermedik mi? İşte görüyorsunuz, krala secde etmiyorlar" diyerek kralı ve diğer devlet adamlarim tahrike çalıştılar... Kral söze başlayıp: "Ey bana iltica edenler! Sizin kavminizden diğer insanların bana secde ettikleri gibi, siz niçin secde etmiyorsunuz?" diye sordu ve Îsâ hakkında ne dediklerini, nasıl bir itikad ve din üzerinde bulunduklarim Öğrenmek istediğini belirtti. Önce şu soruyu yöneltti: "Bana söyleyiniz, siz nasranî misiniz?" Müslümanlar da bu soruya "hayır" karşılığim verdiler. Kral: "Sizler yâhûdî inisiniz?" diye sordu. Müslümanlar da "hayır" dediler. Kral bu sefer de: "O halde sizin dininiz nedir?" diye sordu. Müslüman­lar da: "Bizını dinimiz İslâmdır" diyerek cevapladılar. Kral: "İslâm nedir?" dedi. Müslümanlar da: "İslâm: Allah'ın birliğine inanıp yalnız O'na kulluk etmek, O'na hiç bir şeyi asla ortak koşmamak, O'ndan başka hiç bir varlığa asla tapmamaktır" dediler. Kral: "Bunları size kim haber verdi?" diye sordu. Müslümanlar: "Bunları bize bizını içimizden çıkan, soyunu ve ahlakim çok iyi tanıdığimz Muhammed haber verdi. Allah O'nu bize içimizden seçerek Peygamber olarak gönderdi. Bizden önceki ümmetlere bâzı seçkin ve üstün ahlaklı zatları gönderdiği gibi... O bize; ana ve babaya iyilik etmeyi, dâima doğruyu söylemeyi, yalandan şiddetle kaçınmayı, sözünde durmayı, emanete riâyet etmeyi emretti. Putlara tapmayı ise şiddetle yasakladı. Yalnız Allah'a ibadet etmemizi, hiç bir şeyi O'na şerîk koşmamamızı açıkça ve kesinlikle emretti. Bizler de O'nu, bütün bunlarda tasdik ettik, O'na itaat ettik, Allah'ın kelamim ve dinini tanıdık ve O'nun bize teblîg ettiği esasların Allah tarafından olduğuna tanık olduk. Bizler İşte böyle bir yolu takib edince, kavmimiz de bize amansız düşman kesildi. O gerçek Peygamber'e de düşman kesildiler, O'nu yalanladılar, O'nu öldürmek istediler; bizleri de tekrar putperestliğe döndürmek istediler. Bizler de dimimizle, kanımızla kavmimizden ayrılıp sizin ülkenize ve adaletinize sığındık" diye karşılık verip kendilerini savundular.

Bu sırada kralın: "Vallahi bütün bunlar; Mûsa'nın dini hangi kaynaktan çıkmış ise, ancak o kaynaktan çıkmıştır!" diye konuştuğu duyuldu... Müslümanların temsilcisi Cafer dedi ki: "Size karşı secde etmeyip selam vermemize gelince: Peygamberimiz bize haber verdi ki: Cennet ehlinin birbirine olan duası selâmdır ve bunu bize Peygamberi­miz emretmiştir. Bu sebeble biz de sizi selam ile karşıladık. Birbirimizi de selam ile karşılayıp dualaştığımız gibi... Îsâ hakkındaki inancımıza gelince: Îsâ Allah'ın kulu ve resulüdür, tarafından bir rûh olup Meryem'e ilkâ eylediği kelimesidir... Tertemiz ve bakire olan Meryem'in oğludur."

Bu sırada kral yere eğilip eliyle bir çöp aldı ve şöyle dedi: "Vallahi Meryem oğlu Îsâşu çöp kadar bundan fazlasını söylemiş değildir." Oradaki devlet büyükleri söze karışıp: "Ey kral, eğer sen bu adamı dinleyecek olursan, vallahi seni dininden edecek!" dediler. Kral da şu karşılığı verdi: "İnandığım Allah'a kasem ederim ki, ben, Îsâ hakkında ebediyen bundan başkasını söylemem!" Bundan sonra kral, söz ve davranışlarından hoşlanmadığı Amr İbn-i As'a işaret ederek: "Şu adamın hediyelerini geri veriniz! Vallahi bana bir dağ kadar altim rüşvet verseler dâhi, ben bu adamları, onlara teslim etmem için onu kabul etmem!" diye haykırdı. Sonra Cafer'e ve arkadaşlarına dönerek: "Haydi gidiniz, ülkemde sakin olunuz! Huzur ve emniyet içinde yaşayimz, ihtiyaçlarimz da karşılanacaktır" dedi. Daha sonra umûma hitap edecek: "Ülkemize sığınan bu adamlara, her kim ezâ verici bir nazarla bakacak olursa, bilsin ki bana isyan etmiş sayılır."

Amr ile Amare Habeşistan'a giderken yolda araları açılmış ve birbirine iyice kızmışlardı. Habeşistan'a varınca ister istemez araların­daki anlaşmazlığı bırakıp esas gayelerini gerçekleştirmeye çalıştılar... Fakat bu da mümkin olmadı. Bu sefer daha da araları açılıp birbirine iyice kızdılar... Amr, Amâre'ye bir hile düşündü: Dedi ki: "Ey Amâre, sen gerçekten güzel bir adamsın... Kral çıktığı zaman, kralın karısına git, bu hususta onunla konuş, -işimizin görülmesi için kendisinin yardımim rica et." Amâre de buna inandı. Kralın karışma haber gönderip onunla konuşmak istedi. Ricası kabul edildi ve konuşmak üzere kralın karısının huzuruna çıkarıldı. Amr da kralın yanına gidip: "Efendim, arkadaşım Amâre kadınlara düşkün bir adamdır. Burada da zât-ı âlinizin karısı ile ilişki kurmak istemiş ve karimzın yanına gitmiştir. İsterseniz haberi derhal tetkik ettirebilirsi- niz" diyerek kralı tahrik etti. Kral derhal adam gönderdi, Amâre'nin orada olduğunu görüp getirdiler. Kral, onun ihliline (erkeklik uzvunun deliğine) pompa ile hava vererek cezalandırılmasını ve bu şekilde sürgün adasına gönderilmesini emretti. Onlar da öyle yaptılar. Böylece Amâre cezalandırılıp adaya sürüldü ve orada helak olup gitti.

Amr da Mekke'ye hiç bir netice elde edemeden ve üstelik arkadaşim da zayi etmiş olarak döndü. Dönüş esnasında da yolunu kaybederek, anasından doğduğuna pişman olacak derecede sıkıntı ve ıztıraplar çekti. Eli boş olarak avdet eyledi." (Bu mealdeki haberler, arada kesinti olmaksızıİbn-i Mes'ud'dan, Ebû Mûsa'dan ve Ümmü Seleme'den dahi rivayet edilmiştir).[1]

El-Sahife Hakkında Vukua Gelen Fevkalâdelik

Beyhekî ve Ebû Nuaym Mûsâ bin Ukbe tarikiyle El-Zührî'den rivayet eder. O demiştir ki: Müşrikler müslümanlara karşı olan eza ve işkencelerini iyice şiddetlendirdiler, müslümanlar da çok zor durumda kaldılar... Bazıları Habeşistan'a hicret edince, belâ bütün ağırlığı ile üzerlerine çullandı. Zira Kureyş, oraya göçen müslümanlara izzet ve ikram edilmesini bir türlü hazmedemiyordu... ve kesinkes Resûlüllah'ı öldürmeye karar verdiler. Ebû Tâlib bu durumu öğrenince Abdü'l-Muttalib oğullarım topladı ve onlara, Resûlüllah'ı kendi mahallelerine alıp iyi korumalarim, ne pahasına mal olursa olsun, Resûlüllah'ı müdâfa etmelerini sıkıca tenbih etti. Abdü'l-Muttalib Oğulları da bunun üzerinde ittifak edip, müslümanı ve kâfiri tam bir birlik oldular. Kureyş bu ittifak ve birliğöğrenince kendi aralarında toplanıp yeni bir karar aldılar. Bu karara göre Abdü'l-Muttalib Oğullarına boykot ilân edilecek, alım satım da dahil, onlarla her nevi ilgi kesilecek, onlardan hiç biri kendi mahallelerine sokulmayacaktı. ve bu durum, Resûlüllah alenen öldürülmek üzere kendilerine teslim edilinceye kadar devam edecekti.

Kureyş aldığı bu kararı bir sahîfe üzerine yazarak, yeminler ve ahidler ile de te'yid ederek, Kabe'nin içine astı. ve bu sahifede, ebediyen onlarla sulha yanaşmıyacakları kaydim da koydu... Bu andan itibaren de boykot başlamış oldu. Hâşim oğulları üç sene muhasarada kaldı, çok şiddetli sıkıntı ve açlık çektiler. Basit bir ihtiyaçlarim te'ınin için sokağa bile çıkamadılar...

Kureyş dışarıdan gelen malları bile tekeline almıştıDışarıdan gelen mallara derhal el koyuyor, her hangi bir şeyin Abdü'l-Muttalib Oğullarına intikal etmesine imkan bırakmıyordu... Boykot, şiddetinde hiç bir şey kaybetmeden üçüncü senesine girdi. Bu sırada Abdü Menâf Oğulları ile Kusay Oğullarından bâzı kimseler ve Kureyş'ten bâzı şahsiyetler; vicdanları sızlıyarak bu derece şiddetli bir boykotun tatbikinden memnun olmadıklarim, bunun hakkaniyet ve akrabalık duygularıyle bağdaşmadığım müzâkere edip kaldırılmasına çalışmak üzere karara vardılar... Bunlar, anneleri tarafından da Hâşim Oğulları ile yakınlığı bulunan kimselerdi. Bu sırada Yüce Allah; onların sahîfesine güveyi musallat kılmıştır. Sahîfe içindeki iyi ve güzel olan bütün kelimeleri, güve yemiştir. Kureyş'in, sözünü te'yid maksadiyle kullandığı yemin ve ahid kısmında geçen Allah'a âit isınılerden de bir eser kalmamıştır. Sahîfe üzerinde sâdece Kureyş'in zulüm ve gadrini ifâde eden kötü kelimeler kalmıştı. Yüce Allah; ayrıca Resûlü'nü de durumdan haberdar etmişti. Resulüllah'da bunu amcası Ebû Tâlib'e anlattı. Ebû Tâlib heyecanim tutamadı ve: "Parlayan yıldızlara yemin olsun ki, O bana hiç yalan söylememiştir!" demekten kendini alamadı. ve yanına Abdü'l-Muttalib Oğullarından bâzılarim alarak Mescid-i Harâm'a gitti. Orası Kureyş'le dolu idi. Kureyş Ebû Tâlib'in bâzı adamlarla birlikte gelmekte olduğunu görünce yadırgadı ve onların gelişini, çektikleri belanışiddetiyle pesettikleri şeklinde yorumlayıp, Resulüllah'ı alenen öldürülmek üzere teslim edecekleri zannına kapıldı. Ebû Tâlib ise gelir gelmez söze başlayıp: "Ey Kureyş, aranızda hiç beklemediğiniz bâzı şeyler olmuş! Üzerine yemin ve ahidlerde bulunduğunuz o sahîfeyi getiriniz, umuyorum ki aramızda bir anlaşma olacaktır. (Ebû Tâlib'in böyle söylemesi, sahifeye Önce Kureyş'in bakmaması maksadim güdüyordu.) Kureyş önce hayret içinde kaldı ve sahîfeyi gidip Kabe'nin içinden getirdiler. Kureyş, artık Resûlüllah'ın kendilerine teslim edileceğine kesin güzeyle bakıyordu. Sahîfeyi önlerine koydular.

Ebû Talib dedi ki: "Ey Kureyş, ben size insaflı ve adaletli bir şeyi kabul ettirmek üzere geldim. Kardeşimin oğlu Muhammed bana haber verdi ki, Allah sizin önünüzde duran şu sahîfenizden beridir! ve bu sahifede Allah'a âit ne kadar isını ve kelime varsa Yüce Alîah onları görünmez kudretiyle mahvedip gidermiştir; sâdece sizin zalimliğinize delâlet eden kelimeleri bırakmıştır. Şimdi sahifeyi açıp durumu görebilirsiniz. Ki kardeşimin oğlu şimdiye kadar verdiği hiçbir haberde yalancı çıkmamıştır, bunda da çıkmayacaktır. Şayet yalan olduğu görülecek olursa, alenen öldürülmek üzere O'nu size teslim etmeğe hazırız! Eğer doğru söylediği görülecek olursa, içimizden son nefer ölünceye kadar O'nu size teslim etmiyeceğizL."

Kureyş, Ebû Tâlib'e verdiği cevapta: "Evet, buna razı olduk"_dedi ve sahîfeyi açtı. Gerçekten Peygamberin (sallallahü aleyhi ve sellem) sâdık ve masdûk olduğu görüldü. Durum, aynen O'nun haber verdiği gibidir... Zulüm ve haksızlığı ifâde eden kelimelerden başka hiç bir kelime bırakmadan hepsini güve yiyip delik deşik etmiştir. Ahidnâme denilecek bir tek sağlam madde bırakmamıştır.

Durumu kendi gözleriyle gören Kureyşşaşkına döndü. Büyük bir şaşkınlık içinde dediler ki: "Vallahi bu, sizin arkadaşimzın sihrinden ibarettir!" Abdü'I-Muttalib Oğulları da dediler ki: "Ya'lân söylemeğe, sihir ve büyü yapmağa yakışan ve yakın olanlar; bizden başkaları olabilir! Eğer sizin işinizde, aldığimz boykot kararında sihirler ve yalanlar olmasaydı; sahîfeniz durduğu yerde bozulup gitmezdi. Belli ki, Yüce Allah sizin sahîfenizde güzel ve iyi olan ne varsa onları giderip, çirkin ve kötü ne varsa onları bırakıp sizin yüzünüze çalmıştır. Durum ortadadır. Hangimizin sihir ve yalana layık olduğunu göstermektedir! Hani, yeminler ve ahidlerle madde madde yazıp1 Kabe'nin içine astığimz sahîfeniz ne oldu?"

İşte bu sırada, vicdanları sızlıyarak boykotun kaldırılması için çalışacaklarına dair sözleşen Abdü Menaf ve Kusayy oğullarına mensup kişiler, söze karışıp: "Bizler şahsen bu sahifeden el çekiyoruz! Onunla hiçbir ilgimiz yoktur! Şu andan itibaren onun kaldırılmasını istiyoruz!" dediler. Sahîfenin hükümsüz sayılması üzerine de Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ve arkadaşları muhasaradan çıkıp Mekke halkı ile haşir neşir oldular."

İbn-i Sa'd der ki: Bana Muhammed bin Ömer'in haber verdiğine göre, Kureyşten yaşlı bir zât'a dayanan bir haberde şöyle denilmiştir: "Kureyş'in yazıp Kabe'nin içine astığı sahifeyi, üçüncü senede güve yedi. Allah durumdan elçisini haberdar etti. Sahifede zulüm ve cevr nâmına yazılmış neler varsa, bütün bunları güve yemiş-, Allah'ın zikri sadedinde neler yazılmış ise bunları yemeyip bırakmış... Kureyş neticeyi görünce yaptığına pişman olup başım eğdi, sahifeyi hükümsüz saydı. Peygamber ve arkadaşları da muhasara ve hapisten kurtuldu..."

Yine İbn-i Sa'd'ıİbn-i Abbâs'tan sevkettiği bir rivayette şu farklar bulunmaktadır: Kureyş'in boykot kararim almasının sebebi: Habeşistan'a göçen müslümanlara Necâşi'nin iyi muamele etmesini hazmedememesi idi.

şim oğulları ile her nevi alakanın kesilmesini ihtiva eden sahîfeyi Abder'li İkrime'nin oğlu Mansûr yazmıştı ve yazdıktan sonra da eli çolak olmuştu. Müslümanlar hacc mevsınıinin dışındaki muhasa çıkarılıyorlardı. Üç sene sonra sahifedeki zulüm ve çevri ifâde eden kelimeleri güve yemiş, Kureyş de bunun üzerine boykotu kaldırmıştı.)

(Diğer bir rivayette ise: "Kureyş'in besmele yerine okuyup-yazdığı "bismikâllahümme=ancak senin adınla ey Allah'ım" cümlesinden başka, bütün kelimeler güve tarafından yenilmişti" denilmektedir.)[2]