BAZI AYET VE MUCİZELER
Bazı Ayet ve Mucizeler
Buhârî, Âişe'den şu haberi nakletmiştir: Peygamberimiz müslümanlara sizin hicret edeceğiniz yer bana gösterildi. Orası toprağı tuzlu ve hurmalık bir yerdir. Peygamberimizin bu sözünden sonra Medine'ye hicret başladı. Derken Ebû Bekir de hicrete hazırlandı. Peygamber efendimiz de ona; "Ağır ol, bakalım! Yakında bana da hicret izni çıkacağim ummaktayım" buyurdu.
Beyhekî İbn-i Abbâs'tan rivayet eder: "Kureyş ileri gelecileri Darün-Nedve denilen yerde toplandı. Peygamberimizin öldürülmesi üzerine ittifaka vardı. Cibril gelip durumu Hazret-i Peygambere haber verdi. O gece şimdiye kadar yatmakta olduğu yatağında yatmamasını emretti. Peygamber efendimize Mekke'yi terk etmesi hakkında izin verdi.
Bu hususta İbn-i Sa'd'in de bir haberi var: İbn-i Abbâs, Ali, Âişe, Süraka bin Caşüm ve Âişe binti Kudame'den... Şöyle demişler. "Peygamber efendimiz hicret etmek için evinden çıktığı zaman, kiralık adamlar kapimn önünde oturuyorlardı. Yerden bir avuç toprak alıp onların başlarına saçtı ve bu sırada Yasin suresinin baş tarafındaki ayetleri okudu. Sonra devam etti. Birisi kapimn önünde bekleşenlere: "Burada niçin bekleşiyorsunuz?" dedi. Onlar da: "Mu ham m e d'in çıkmasını" dediler, O da: "Vallahi Muhammed çoktan çımp yanimzdan geçerek gitti" dedi. Adamlar: "Vallahi biz görmedik" dediler. Bu sırada her biri başlarındaki toprağı silkelemekle meşgul idi. Rasulüllah ise çoktan gitmişti. Yanında Ebû Bekir de bulunduğu halde Sevr dağındaki mağaraya girdiler. Onlar içeri girdikten sonra hemen Örümcek ağim üst üste örüp mağaranın ağzını kapattı. Kureyş çok sıkı bir arama yapıyordu. Nihayet mağaranın kapısı Önüne kadar geldiler. İçlerinden bazısı dedi ki: "Vallahi mağaranın kapısına örümcek ağim öyle bir örmüş ki, bu örümcek, Muhammed doğmadan burada imiş." Onun bu sözü üzerine, hepsi orayı terketti."
Vâkıdî ve Ebû Nuaym Âişe binti Kudame'den şu haberi nakletmiştir: "Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Ben tebdil-i kıyafet eder^" evin arka tarafından çıkarak ayrıldım. Giderken ilk rastladığım adam Ebû Cehil oldu. Allah onun gözüne görmezlik" verdi de l?eni asla göremedi. Yanımdaki Ebû Bekri bile farkedemedi. Biz de ikimiz süratle-yolumuza devam ettik."
Beyhekî, İbn-i Şihab ile Urve bin Zübeyr'den şu haberi nakletmiştir: "Kureyş atlarına ve develerine binerek her tarafı şiddetle kontrol edip Peygamberimizi arıyordu. Her ta^^% habgr salıp Peygamberimizin ve Ebû Bekrin dirisini veya ölüsünü getirenlere yüz deve vadediyordu. Bir ara Sevr dağimn mağarasının kapısına kadar geldiler. Mağaranın üst tarafına da çıktılar. Konuşmalarim Peygamber efendimiz ve Ebû Bekir duyuyordu, Bu sırada Ebû Bekir korkuya kapıldı. Varlığim büyük bir korku ve tasa kapladı. İşte bu sırada Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) kendisine: "Korkma! Allah bizınıle beraberdir!" buyurdu. Ayrıca sevgili ve büyük Peygamberimiz dua buyurdular da bunun üzerine Allah'tan büyük bir sekine inerek, korku ve tasası zail oldu."
Buhârî ve Müslim, Enes'ten rivayet ederler. O şöyle demiştir: "BaAa Ebû Bekir anlattı: Ben Peygamberimizle birlike mağarada saklanırken dedim ki: "Ey Allah'ın rasülü, eğer onlardan biri ayağimn altına bakmış olsa, muhakkak bizi görecek!" Rasulüllah şu karşılığı verdi: "Ey Ebû Bekr! Allah yolunda iki arkadaş ki üçüncüleri Allah'tır. Sen ne zannediyorsun?" [1]
Ebû Nuaym'in, Esma binti Ebû Bekir'den (Ebû Ya'la'nın da benzerini Âişe'den) naklettiği bir habere göre Ebû Bekr; mağaranın kapısına doğru dönmüş bir adam görür: "Ya Rasulallah! Bu adam bizi görecek" der ve endişe eder. Rasulüllah da şu karşılığı verir: "Asla! Şu anda melekler onun gözünü kör etmiştir." Çok geçmez, adam bulunduğu yere küçük abdestini yapmak için oturur, Peygamberimiz de bunun üzerine der ki: "Gördün mü ya Eba Bekir, eğer bu adam bizi görüyor olsa idi, bize karşı bu şekilde yapmazdı."
İbn-i Sa'd, İbn-i Merduye, Beyhekî ve Ebû Nuaym Ebû Mus'ab el-Mekki'den şöyle rivayet ederler: "Ben Enes bin Malik'e, Zeyd bin Erkam'a, Mugira bin Şube'ye yetiştim ve onların şu şekilde konuştuklarim duydum: "Peygamberimiz ve arkadaşı mağarada saklanırken, Allah'ın emriyle mağaranın kapısında bir ağaç bitmiş ve onları örtmüş, yine Allah emredip örümcek ağim örmüş ve onları gizlemiş. Yine Allah'ın emriyle iki vahşi güvercin gelip mağaranın ağzında durmuş. Kureyş gençleri de aramayı şiddetle sürdürüp bütün silahlarim kuşanmış vaziyette mağaranın yakınma kadar gelmişler, o kadar ki mağaraya kırk adım yaklaştıklarında içlerinden birini, mağaraya girip kontrol etmesi için göndermişler, bu genç mağaranın kapısına geldiğinde içeri girmeden dönmüş, ilerideki arkadaşları: "Niçin içeri girmeden dönüyorsun?" diyerek ona bağırmışlar. O da şu karşılığı vermiş: "Mağaranın ağzında iki güvercin bulunmakta, eğer içeride kimse olsaydı, bunlar burada bulunmazdı." Hazret-i Peygamber, onların bu konuşmalarim duymuş. Demek ki Allah bizi bu iki güvercin sayesinde düşmanlardan gizledi ve onları def etti, diye düşünüp hamdetmiş. Ayrıca bu güvercinler için hayır duada bulunmuş. Onlar da ehlileşip Harem'e uçmuşlar; biri dişi biri de erkek olduğu için orada yumurtlayıp üremişler."
El-Hılye adlı kitabında, Ebû Nuaym, Ata bin Meysere'nin şöyedediğini nakleder: "Örümceğin, mucizevi bir şekilde ağim örmesi olayı, iki defa olmuştur: Birincisi Davut (aleyhisselâm)ı Talut [2] takip ettiği zaman, ağim örüp onu saklaması, ikincisi de müşriklerin Peygamber efendimizi takip ettikleri zaman, ağim örüp mağaranın kapısını kaplamasıdır."
Buhârî ve Müslim, Ebû Bekir'den rivayet ederler: "Müşrikler bütün aramalarına rağmen bizi bulamadılar. Süraka bin Malik'ten başka arkamızdan yetişen de olmadı. Süraka yetiştiği zaman ben: "Ya rasülallah peşimizden gelen bize yetişmiş durumda" dedim. Efendimiz ise: "Hiç üzülme, Allah bizimle beraberdir!" buyurdu. Bize iyice yaklaştığı zaman Peygamberimiz onun aleyhine dua buyurdu ve: "Allah'ım, nasıl dilersen bizi öylece koru ve onun hakkından gel!" dedi. Süraka'nın atı karnına kadar kumlara saplandı. Yalvarmaya başladı ve: "Ey Muhammed, biliyorum ki bu başıma gelen şüphesiz senin işindir. Ben de gerçekten pişmanım. Ne olur Allah'a dua ediver de beni bu durumdan kurtarsın!" diyordu ve: "Allah'a yemin ederim ki arkamdan gelenleri geri çevirmek içine elimden geleni yapacağım" diye söz veriyordu. Peygamberimiz bunun üzerine duasını yaptı, o da geri dönüp gitti." [3]
Buhârî Sürakadan şöyle rivayet eder: "Ben Peygamberi ve arkadaşim bulmak üzere peşlerine takıldım. Onlara yaklaştığım zaman atım tökezledi ve ben kendimi yerde buldum. Kalkıp tekrar bindim, bu sırada Rasulüllahın Kur'an okumakta olduğunu duydum. Hiç dönüpte bakmıyordu. Ebû Bekir ise sık sık geri bakıyordu. Derken atım bir kere daha tökezledi ve ben yere yuvarlandım. Baktım atımın ön ayaklan iyice kuma gömülmüş, çıkarmaya çalışıyor fakat çıkaramıyor. Nihayet doğrulabildi. Dizlerinden direklenen duman, sanki ta semalara yükseliyordu. Ben Peygambere nida edip eman istedim. Onlar durup beklediler. (Ben atıma atlıyarak onlara yaklaştım ve ondan eman aldım). Çünkü başıma gelenlerden anlamıştım ki, ben asla onlara bir şey yapamıyacağım ve Rasulüllahın davası, pek yakında iyice ortaya çıkacak ve kuvvetlenecektir."
Buhârî der ki: Ben, Ebû Muhammed el-Kufi'nin şöyle dediğini işitmiştim: "Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), hicret etmek istediği zaman, Mekke'de şöyle bir ses duyuldu:
"Ey Kureyş, Sa'd adındaki iki kişi; eğer müslüman olsalar, şüphesiz emniyette olur Muhammedin işi."
Sesi duyan Kureyş, "Bu iki Sa'd adındaki adamların, kimler olduğunu bilsek elbette gereği ne ise yapardık" dedi. Onlara cevap veren sesin ise: "Ey Evs'in Sa'd adındaki şahsiyeti ve ey Hazreclilerin Sa'd adındaki kişisi! Niye Allah'ın hidayetine engel olmak istersiniz? Haydi hidayet davetçisine itaat ediniz! İcabet ediniz de, yüce Allah'tan firdevs cennetlerini umunuz!" şeklinde karşılık verdiği duyulmuş."
(Bunu bu tarikten İbn-i Asâkir de rivayet etmiştir.)
Beyhekî'nin rivayetine göre de Kureyş, "Kasdedilen iki Sa'd'den biri: Sa'd bin Muaz diğeri de Sa'd bin Übade'dir" demiştir.
Begavi, İbn-i Şahin, İbn-i Seken, İbn-i Mende, Toberânî, sahihtir kaydıyla Hakim, Beyhekî ve Ebû Nuaym; Hizam bin Hişam'dan, bu da babası vasıtası ile dedesinden şöyle nakleder: "Peygamberimiz hicret makSa'dı ile Mekke'den çıktığı zaman yanında Ebû Bekir ve Ebû Bekrin azatlısı Amir bin Füheyre de vardı. Yol kılavuzları ise Abdullah bin Uraykıd idi. Bunlar yolda giderlerken Ümmü Mabed'in çadırı önüne geldiler. Ümmü Mabed, kahraman bir kadındı. Çadırimn yanı başında nöbet tutar, gerektiğinde de yedirir içirirdi. Peygamberimiz kendisinden bir miktar et ve hurma satın almak istedi. O sırada onun yanında bunlar yoktu. Peygamberimiz: çadırın kenarında bağlı bulunan bir dişi kuzu görür ve: "Bu nedir, ey Ümmü Mabed?" der. O da: "Bu zayıflığından dolayı yayılmaya gidemeyen bir kuzudur" der. Peygamberimiz: "Onu sağmama izin verir misin?" diye sorar. O da: "Eğer onda sağılacak süt görüyorsan sağ!" der.
Peygamberimiz bu kuzunun getirilmesini söyler. Getirirler ve kendi eli ile onu sağar. Mübarek eliyle göğsünü mesh eder ve besmele çeker, bu kuzusu hakkında Ümmü Mabed'e de hayır ve bereketler niyaz eder. Kuzu iki bacaklarim ayırır ve sütünü verir. Peygamberimiz derhal kendisine on kişilik bir süt kabı verilmesini ister. Kab getirilir ve doluncaya kadar ona süt sağar. Önce Ümmü Mabed'e verir o da kanmcaya kadar içer, sonra ashabına verir onlar da kanmcaya kadar içerler. Bu sütten en son içen Peygamberimiz olmuştur. Sonra sırayla tekrar içerler ve kaptaki sütü bitirirler, sonra Peygamber efendimiz, bu kab doluncaya kadar ikinci defa kuzuyu sağar. Bu sefer sütü, Ümmü Mabed'e mübarek kudümünün bereket bakiyyesi olarak bırakır. İçtikleri sütün de bedelini öedeyerek oradan ayrılırlar. Çok geçmeden Ümmü Mabed'in kocası Ebû Mabed gelir. O son derece zayıf keçilerini otlatmaktan dönmüştür. Çadırdaki sütü görünce şaşırır ve: "Bu da neyin nesidir? Çadırda henüz yüğürmemiş kuzudan başka sağılacak bir hayvan da bulunmamaktadır" der. Ümmü Mabed: "Vallahi şaşıracak bir şey yoktur. Bize Allah'ın salih kullarından mübarek bir zat uğradı, bu gördüğün onun bereketidir" der. Ebû Mabed, o mübarek zatın kendisine biraz tanıtılmasını ister. Ümmü Mabed de der ki:
"Son derece güzel yüzlü, beyazbenli, gayet güzel yaratılışlı ve denk endamlı. Göbekli değil, küçük başlı ve ince boyunlu da değil. Görünüşünde ve yaratılışında hiç bir kusuru yok! Sesi de tatlı ve güzel. Sakalı sık, kaşları ince, gözleri büyükçe. Konuştuğu zaman bütün varlığim bir güzellik kaplıyor. Konuşmadığı zaman da vekarla dolu bulunuyor. Hasılı ister uzaktan bak, ister yakından, bütün insanların hem en güzeli, hem de en vekarlı ve heybetlisi. Konuşmasında da hiç bir açık vermiyor, yersiz ve manasız hiç bir şey söylemiyor. Gayet açık ve seçik söylüyor. Kelimeler sanki inci taneleri gibi dökülüyor. Boyunu söylemedimse: Ne uzun, ne de kısa; orta boylu biri. Gözleri iri. Ağız ve burnu da son derece güzel mi güzel! Nasıl dilemişse onu öyle yaratmış dest-i ezel. Arkadaşlarimn kendisine bağlılığı ve saygısı da ne kadar güzel."
Ebû Mabed, karısına: "Hatun sen ne diyorsun! Bu mübarek zat; vallahi Kureyş'in içinden çıkan ve Peygamber olduğuna dair bize bir çok şeyler söylenen zattır" dedi.
İbn-i Sa'd ve Ebû Nuaym, el-Vakidi tarikiyle Hizam bin Hişam'-dan, o da babası vasıtasıyla Ümmü Mabed'den nakleder: "Peygamber efendimizin mübarek eliyle göğsünü mesh ettiği kuzu Hazret-i Ömer zamanındaki kıtlık zamanında da yanımızda idi. Ortalık kurumuş, hiç bir yerde az veya çok hayvan yiyeceği diye bir şey yoktu. Fakat bu mübarek kuzu, her günün sabahında ve akşamında süt vermeye devam etti. [4]
Eslem kabilesinden Malik bin Evs'ten Ebû Nuaym'ın seukettiği haber ise şu merkezdedir: "Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Ebû Bekir'le birlikte hicrete çıktıkları zaman, Cühfe'de yayılmakta olan bize ait develere rastladılar. "Bu develer kimin?" diye sordular. Cevapta: "Eslem'den bir adamın" denildi. Peygamberimiz Ebû Bekr'e dönerek: "înşaallah selamete erdin!" dedi. Çobana: "Senin adın ne?" buyurdu. Çoban: "Mesud" dedi. Peygamberimiz de Ebû Bekr'e bakıp: "înşaallah saadete erdin" buyurdular." [5]
Ehbarul-Medine adlı kitabında Zübeyr bin el-Bekkar Abdullah bin Hârise'nin oğlu İbrahim'den, o da babasından şöyle nakleder: "Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Gülsüm bin el-Hedm'in evine inip misafir olduğu zaman, o kendi çocuğuna çağırarak "Necih!" demiş. Peygamberimiz de Ebû Bekr'e dönerek: "Zafere ereceksin inşallah" buyurmuş. [6]
Hakim ve Beyhekî, Enes'in şöyle dediğini rivayet ederler: "Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) Medine'ye teşrif ettikleri günden daha güzel ve daha şerefli bir günü, ben asla görmüş değilim!"
İbn-i Sa'd ise Enes'in şöyle dediğini kaydetmiştir: "Bir gün ki, o günde Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Medine'yi şereflendirdiler. O gün, her şey şereflenip nurlanmıştır!"
Beyhekî Abdullah bin Zübeyr'den şöyle nakleder: "Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) Medine'ye teşriflerinde devesi çöktüğü zaman, insanlar: "Bizını eve, bizim eve, ya rasülallah!" diye bağrıştılar. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) efendimiz devesini kaldırdı ve: "Siz ona dokunmayın, o nereye emir aldıysa orada çöker" buyurdular. Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) devesi ilerleyip az ileride tekrar çöktü., Peygamberimiz de: "Burası Mescidimizin minberinin yeridir!" buyurdular." [7] Beyhekî Enes'ten rivayet eder: "Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Medine'ye ayak bastıkları zaman, kadimyla erkeğiyle bütün ensar gelip büyük bir tezahüratla karşıladılar. "Bize buyurun ya rasülallah!" diyerek onu davet ediyorlardı. Rasulüllah ise: "Deveyi serbest bırakın o memurdur, emrolunduğu yere çökecektir" buyuruyordu. Derken deve Ebû Eyyub'un evi önüne çöktü. Neccar oğullarimn kızları da Rasulüllah geldi diye seviniyor, ellerindeki defleri çalıp hep bir ağızdan: "Biz Neccar oğullarimn kızlarıyız! Muhammed'in komşuluğu ne hoş bir komşuluktur!" diyerek şenlik tutuyorlardı.
Yine Beyhekî'nin Âişe'den bir rivayeti var, Âişe demiştir ki: "Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Medine'ye ayak bastığı zaman, kadınlar ve kızlar büyük bir coşku içinde ve hep bir ağızdan:
"Bedr (yani dolunay) veda tepesinin üzerinden üzerimize doğdu. Allah'a şükreden bulundukça bize de şükretmek bir borç oldu!
Ey bize gönderilen Peygamber! Sen, itaat edilen bir emirle geldin!" diyerek şarkılar söylediler."
Hakim, Beyhekî, Suhayb'ten şöyle naklederler: "Rasulüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Sizin hicret edeceğiniz yer bana gösterildi: tki taşlık arasında toprağı tuzlu bir yerdir. Burasının ya Hecer, ya da Yesrib (Medine) olması gerekiyor." Sonra gördük ki Peygamber efendimiz hicret etmek üzere Medine'ye çıktılar. Yanında Ebû Bekir de vardı. Ben de onunla birlikte çıkmayı düşünüyordum. Fakat Kureyş'ten iki genç bana engel oldular. O gece ben, sabaha kadar uyuyamamıştım. Oturmak ne kelime, hep ayakta döndüm durdum. Beni haps edenler: "Onun karın ağrısı tuttu, hasta haliyle kaçıp yola çıkamaz ya!" deyip uyumaya başladılar. Ben fırsatı ganimet bilerek, yola çıktım. Fakat ikisi arkamdan yetişti. Beni yakalayıp geri götürmek istediler. Ben kendilerine dedim ki: "Size okkalarca altın versem beni serbest bırakır mısınız?" Onlar da razı oldular. Dedim ki: "Gidiniz evimin kapı eşiğinin altim kazınız. Okkalarca altın oradadır. Çıkarıp alimz!" Onlar hilaf söylemediğime kani oldukları (bir müslümandan asla yalan beklemedikleri) için, geri döndüler. Eşik altim kazıp altınları aldılar. Ben ise yoluma devam edip Kubada Rasulüllah efendimize yetiştim. Orada beni görünce: "Ey Yahya'nın babası (Suheyb) şüphesiz alış-verişte kârlı çıktın!" buyurdu ve bunu üç defa tekrarladı. Ben de dedim ki: "Ey Allah'ın rasülü hiç bir kimse beni görüp benden sana haber getirmediğine göre, şüphesiz o muameleyi size Cebrâîl haber vermiştir."
(Denilir ki: Aşağıda ki ayeti celile, Süheyb-i Rumi'nin bu muamelesi hakkında inmiştir:
"İnsanlardan öylesi var ki, Allah'ın rızasını kazanma yolunda canim satar! Allah da kullarına çok esirger (acır)."[8]
Yahudilerin Medine'de Peygamberimizle Olan Münasebetleri, Ona Sorular Yöneltip Doğruluğunu Tasdik Etmeleri
İbn-i Sa'd, Tirmizi, sahihtir kaydıyla Hakim, İbn-i Mace ve Beyhekî, Abdullah bin Selâm'dan rivayet ederler. O demiştir ki: "Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Medine'ye teşrif buyurdukları zaman, bütün insanlar koşuşup çok büyük bir tezahürat gösterdiler, insanlar arasında ben de vardım, gidip Peygamberin yüzünü görmek istedim. Gördüm ve kesinlikle bildim ki, O yüz bir yalancı yüzü değildi. Orada kendisinden ilk duyduğum sözlerde şunlar olmuştu:
"Ey insanlar! Açları doyurunuz, cömert olunuz! Selamlaşmayı yayimz! Özellikle akrabaya sahip çıkıp onları iyi gözetiniz! Geceleri herkes uykuda iken, ihlas ve aşk ile nafile namazları kıhnz! Büyük bir sürür ve esenlik içinde Rabbinizin cennetine giriniz!"
Buhârînin Enes'ten olan rivayeti ise şöyledir: "Abdullah bin Selâm, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) efendimizin Medine'ye gelişini duyunca, koşup gelmiş ve ona üç şey sormuştur. Demiştir ki: "Ben sana üç şey soracağım, bunları Peygamber olandan başkası bilemez!
Bir: Kıyamet alametlerinden ilki nedir?
İki: Cennete gidenlerin yiyeceği ilk cennet taamı nedir?
Üç: Doğan çocuğun anasına veya babasına çekmesinin sebebi nedir?"
Peygamberimiz de buyurdu ki: "Az önce bunların cevabım bana Cebrâîl getirmişti. Şöyle ki: îlk kıyamet alameti; doğudan çıkıp batıya doğru yayılacak olan bir ateştir. Cennetliklerin yiyeceği ilk taam ise balık ciğeridir. Çocuğun babasına veya annesine çekmesi ise, bunlardan hangisinin menisinin öne geçmesine bağlı bir şeydir. Eğer babasının menisi öne geçmişse babasına, anasının menisi öne geçmişse anasına çeker."
Abdullah bin Selâm derhal: "Allah'tan başka ilah olmadığına, Muhammed'in de Allah'ın rasülü olduğuna" şehadet getirerek rmislü-man oldu ve dedi ki: "Ey Allah'ın rasülü, yahudiler iftiracı insanlardır. Eğer onlara hakkımda bir peyler sorup cevabim da almadan benim müslüman olduğumu söyleyecek olursanız, benim hakkımda da çok iftiralar edeceklerdir. Fakat siz müslüman olduğumu söylemeden benim hakkımda ne diyeceklerini onlara sorunuz, cevaplarim da alimz. Sonra benim müslüman olduğumu onlara açıklarsınız."
Bunun üzerine Peygamberimiz yahudileri çağırıp Abdullah hakkında sordu. Onlar da: "Abdullah, en hayırlımızdır ve en hayırlımızın oğludur, efendimizdir vede efendimizin oğludur!" dediler. Peygamberimiz: "Peki Abdullah'ın müslüman olduğunu söylesem, onun hakkında yine bu sözlerinizi söyler misiniz?" dedi. Onlar: "Haşa Allah korusun" dediler. İşte bu sırada Abdullah bin Selâm ortaya çıkıp: "Ben Allah'tan başka ilah olmadığına, Muhammedin de Allah'ın elçisi olduğuna şehadet ederim!" diyerek müslüman olduğunu kendisi açıkladı. Bu durum karşısında küplere binen yahudiler: "Vallahi sen, en şerlimiz ve en şerlimizin oğlusun!" dediler ve daha sövüp saydılar. Abdullah da Peygamberimize: "İşte ey Allah'ın rasülü, benim de korktuğum bu idi" dedi."
Beyhekî Abdullah bin Selâm'dan şöyle nakleder: "Ben, Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) zuhurunu duyunca onun sıfatı, ismi, şekil ve heybeti ve kendisinin zuhuru hakkında söyleyip durduğumuz şeylerin onda olup olmadığı hakkında yeterli bilgiyi edindim. Fakat bunu gizli tuttum. O'nun Medine'ye gelişini ben, bir adamdan duyduğum zaman hurma ağacimn tepesinde idim. Halam da ağacın altında idi. Ben haberi duyunca sevinçle ve yüksek sesle "Allahü Ekber" diyerek tekbir getirdim. Halam bundan memnun olmamış olacak ki: "Eğer Mûsa gelmiş olsa idi her halde bundan daha fazla bağıracak değildin!" dedi. Dedim ki; "Halaciğım bu gelen zat, Mûsa'nın Peygamber kardeşidir. Mûsa ne ile gönderilmiş ise, o da onunla gönderilmiştir." Halam da bana: "Sakın bu zat ahir zamanda geleceği bizlere haber verilmiş olan zat olmasın?" dedi. Ben de: "Evet İşte odur" dedim. Sonra kalkıp Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına gittim ve müslüman oldum. (Aramızda da, o konuşmalar geçti)."
İbn-i İshak, Beyhekî ve Ebû Nuaym, Safiyye binti Huyey'den nakleder. O şöyle demiştir: "Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) Medine'ye teşriflerinden sonra babam ve amcam Ebû Yasir bin Ahtab onun yanına gidip geldiler. Aralarında konuşurlarken amcam babama diyordu ki: "Yani o, o mudur?" Babam: "Evet, o, o'dur" diye karşılık veriyordu. Amcam: "Yani şimdi sen onu, sıfatıyla ve zatıyla tanıyarak: "O'dur mu diyorsun?" dedi. Babam da: "Evet vallahi o, o'dur" dedi. Amcam: "O halde O'na tabi olmak hususunda düşüncen nedir?" diye sordu. Babam: "Tabi olmak meselesi, ayrı bir iştir. Ben vallahi ebediyyen ona düşman olacağını!" diyerek karşılık verdi."
Ahmed, Beyhekî ve Ebû Nuaym îbnu Abbâs'tan naklederler: Yahudilerden bir grup gelip Peygamber efendimize bazı sorular yöneltti. Bunlar dediler ki: "Sana soracağımız şu şeylere cevap vermeni istiyoruz ki, bunları Peygamber olandan başkası bilemez:
Bir: İsrâ'il'in (yani Yakub'un) kendisine haram kıldığı şey ne idi?
İki: Doğan çocuğun erkek veya kadın olmasının sebebi nedir?
Üç: Bir Peygamberin kavmi içindeki durumu nasıldır?"
Peygamberimiz de buyurdu ki: "Allah aşkına sizler doğru söyleyiniz; İsrâ'ilin şiddetle hasta olup ta: "Allah'ım bu hastalıktan iyi olursam en sevdiğim yiyecek ve içecek olan, deve sütü ile deve eti bana haram olsun!" diye nezrettiğini (adadığim) biliyorsunuz, değil mi?" buyurdu. Onlar da: "Evet" dediler. Peygamberimiz tekrar: "Allah aşkına doğru söyleyiniz; "kadımın menisi ile erkeğin menisinden hangisi öne geçip üstün gelirse, çocuğun ona çekeceğini" pekala sizler de biliyorsunuz, değil mi?" buyurdu. Onlar da: "Evet" dediler. Yine Peygamberimiz üçüncü olarak da: "Peki Peygamberin gözlerinin uyuyupta kalbinin uyumadığim da biliyorsunuz değil mi?" buyurdu. Onlar da: "Evet" dediler."
Buhârî ve Müslim yine İbn-i Mesud'dan rivayet ederler: "Bir gün ben, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ile birlikte Medine yollarimn birinde yürüyordum. Bir grup yahudiye rastladık. Bazıları: "O'na ruhtan soru açimz" dedi. Bazıları da: "O'na bir şey sormayimz, belki verdiği cevap hoşunuza gitmez" dedi. Onlar yine de sordular: "Ruh nedir" dediler. Peygamberimiz biraz sükut etti. Bu sırada kendisine vahiy geldiği belli idi. Bu hal geçtikten sonra, nazil olan şu ayeti okudu: "Ve sana ruhtan sorarlar. de ki: ruh Rabbimin emrindendir." [9] Ebû Nuaym der ki:
"Özet olarak denilir ki: Önceki kitaplarda bildirilmiştir ki, Muhammed'in Peygamberlik alametlerinden birisi de, kendisine ruhtan sorulduğu zaman O'nun; bunun ilmini Allah'a havale etmesidir: "Ruhun hakikat ve mahiyetini, ancak Allah'ın bileceğini bildirmesidir." Bu gerçekten de böyledir. Ruhun hakikat ve mahiyetini, O'nu yaratandan başkası bilemez. Nitekim Peygamber efendimiz de bu hususta; felsefeci ve mantıkçıların daldığı, sezgi ve tahmin yoluyla konuştukları şeylere hiç dalmamıştır. İşte yahudiler Peygamberimizi bu bakımdan imtihan etmek istemişlerdi. Peygamberimiz de bu hususta, aynen onların kitaplarında olduğu gibi, daha önceden onlara bildirildiği gibi konuştu."
İbn-i İshak ve Beyhekî Ebû Hureyre'den naklederler: "Bir gün Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) İbn-i Sûra adındaki yahudiye: "Allah aşkına doğru söyle! Sizin kitabimz Tevrat'ta, evli olduğu halde zina edenin cezasının recm edilmek suretiyle ölüm olduğunu, biliyorsun değil mi?" dedi, İbn-i Sûra, "Evet ey Eba-l Kasını! Nitekim onlar, senin hak Peygamber olduğunu da biliyorlar. Fakat sana olan hased ve düşmanlıkları sebebiyle sana tabi olmuyorlar" diye karşılık verdi."
Müslim Sevban'dan rivayet ediyor. O demiş ki: "Ben Peygamberin (sallallahü aleyhi ve sellem) yanında idim. Yahudi hahamlarından biri gelip sordu: "Arz başka bir arza tebdil olunduğu zaman, insanlar nerede olacaklar?" Rasulüllah şöyle buyurdu: "Sırat köprüsünün beri tarafında, büyük bir karanlık içinde bulunacaklar." O yine sordu: "Sırattan en evvel kim geçecek?" Peygamberimiz: "İslâm uğruna hicret edenlerin fakirleri!" O yine sordu: "Cennete girdikleri zaman ilk yiyecekleri nedir?" Rasulüllah: "Balık ciğeridir" buyurdu. O yine sordu ve: "Bundan sonra ne yiyecekler" dedi. Rasulüllah: "Sığır eti" buyurdu. O tekrar sordu ve: "Peki üzerine ne içecekler?" dedi. Rasulüllah da: "Selsebil adındaki cennet çeşmesinden'1 buyurdu. Bunun üzerine o: "Doğru söyledin" diyerek tasdikte bulundu. Sonra şunları söyledi: "Ben sana, bir Peygamberden başkasının bilemeyeceği bazı şeyleri sormak için gelmiştim. Şimdi bir de çocuk hakkında bir sorum olacak." Rasulüllah da dedi ki: "Erkeğin &uyu kaim ve beyazdır, kadımın suyu da ince ve sarıdır. Hangisi üstün gelirse çocuk ona çeker. Bu da şüphesiz Allah'ın izni ve yaratması ile olur." Yahudi bu cevabı aldıktan sonra: "Evet gerçekten, doğru söyledin ve sen gerçekten bir Peygambersin" diyerek oradan ayrıldı. Peygamber efendimiz de buyurdular ki: "Bu adam bana sorduğu şeyleri sorduğu zaman, bu hususta benim bir bilgim yoktu. Fakat Allah'ın bildirmesi ile onların cevabim verdim."
Beyhekî el-Kelbi tarikiyle Ebû Salih'ten, o da İbn-i Abbâs'tan rivayet eder: "Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) efendimiz yahudilere hitaben buyurdu ki: "Eğer sizler cennetin yalnız yahudilere ait olduğu hakkındaki sözünüzde gerçek iseniz, "Allah'ım bize derhal ölüm ver!" diyerek ölümü temenni etmelisiniz! Eğer içinizden her hangi biri ölümü temenni edecek olursa, bulunduğu yerden ayrılmadan ölecektir!" Onlar da bundan korktular ve ölümü asla temenni etmediler ve bu hususta, yani onların ölümü asla temenni etmeyeceklerine dair ayet nazil oldu."[10]
Peygamberimizin Bir Mucizesi Olarak Medine'den veba, Sıtma ve Taun Hastalıklarimn Kalkması Zübeyr bin Bekkar Ahbarü'l-Medine adlı eserinde der ki: Bana Muhammed bin Hasan Muhammed bin Talhadan, o Mûsa bin Muhammed bin İbrahim'den, o da babası Hâris'ten nakleder. O demiştir ki: "Hicretten sonra Peygamberimizin ashabı Medine'de müthiş bir sıtma hastalığına yakalandılar. [11] Bu sırada adamın biri Medine'ye gelip daha önce hicret etmiş bir kadınla evlendi. Bunun üzerine Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) minbere çıkıp kısa ve özlü bir hutbe irad eyledi. Buyurdu ki:
"Ey insanlar! işler ancak niyetlere göredir! (Burasını üç defa tekrarladı). Her kimin hicreti Allah'a ve Rasülüne ise, İşte onun hicreti Allah'a ve rasülüne olarak kabul edilir. Her kimin hicreti de elde etmek istediği bir dünyalık içinse, yahut evlenmek istediği bir kadın içinse; İşte onun hicreti de niyet ettiği bu şey için sayılır ve ona hicret sevabı yoktur."
Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) böyle bir tebligatı yaptıktan sonra, ayrıca vebanın Medine'den intikali için de dua etti ve: "Allah'ım, Medine'deki vebayı üzerimizden al ve başka yere naklet!" diye üç defa tekrarladı. Ertesi günün sabahında şu açıklamayı yaptı: "Bu gece sıtma hastalığı bana bir kara karı suretinde getirildi ve bana soruldu: "İşte humma hastalığı budur, bunu nereye nakledelim?" diye. Ben de sorana: "Siz onu Gadirhuma naklediniz" dedim." (Bunun, temsili olarak rüyada görüldüğü anlaşılıyor.)
Buhârî ve Müslim'in Âişe'den rivayeti şöyledir: "Peygamberin (sallallahü aleyhi ve sellem) hicret ettikleri zaman Medine, vebası en çok olan bir yer idi. Peygamberimiz dua buyurup: "Ey Allah'ım Medine'yi bize, Mekke kadar hatta ondan da fazla sevimli eyle! Sa'ımızı müd'dümüzü (ölçeğimizi şiniğimizi) bereketli eyle! Medine'yi bizim için sıhhat yurdu eyle ve ondaki sıtma hastalığim, Cühfe'ye nakleyle!" dedi.
Buhârî İbn-i Ömer'den şöyle nakleder: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Ben, bir kadın gördüm, siyahtı ve saçları darmadağın idi. Medine'den çıkıp gitti. Ta Mehyea'ya indi. Ben bunu, Medine'deki veba hastalığimn Mehyea'ya yani Cühfe'ye intikal ettiği şeklinde te'vil eyledim."
Buhârî ve Müslim Ebû Hureyre'den rivayet ederler. Rasulüllah şöyle buyurdular: "Allah'ın bazı melekleri vardır ki, Medine yollarim tutmuştur da Medine'ye veba hastalığimn girmesine engel olurlar. Aynı zamanda Deccal'in girmesini de önlerler."
Bazı alimler dediler ki: Peygamberimizin duası üzerine Medine'den veba hastalığimn başka yere intikal etmiş olması, Peygamberimiz için bir mucizedir. Zira tabipler şimdiye kadar ne derece çalışmışlarsa da, veba hastalığimn bir başka yere nakledilmesine muktedir olamamışlardır."[12]
Medine'ye Bereket İnmesindeki Fevkalâdelik
Buhârî ve Müslim Abdullah bin Zeyd'den rivayet eder. O demiştir ki: "Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: İbrahim (aleyhisselâm) Mekke'yi Harem-i Şerif kılıp bereketi içinde dua etmişti. Ben de Medine'yi Harem-i Şerif kılıp bereketlenmesi için dua ettim: Ölçeğine şiniğine bereketler diledim!"
Buhârî'nin Tarih'inde Abdullah bin Abbâs'tan rivayeti şöyledir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Ey Allah'ım, Mekke ehli için olduğu gibi Medine ehli için de sana dua ediyorum!" Abdullah der ki: "Biz bunu, Medine'nin Ölçeğine ve şiniğine gelen bereketten anlardık. Bunlar bize yeter de artardı."[13]
Ahbarül Medine'de Zübeyr bin Bekkar, İsmail bin Numan'dan şöyle nakleder: "Medine yakınlarında otlatılmakta bulunan bir koyun sürüsü vardı. Rasulüllah efendimiz bu sürünün bereketlenmesi için de dua buyurmuştur: "Allah'ım, bu koyuncağızlan; doymaları için yiyeceği miktarın yarısı kadar yemekle doyuma ve berekete erdir!" şeklinde niyazda bulunmuştur."
Taberânî Mucemi Kebir'inde ravileri sika olan bir senedle Şemus binti Numan'dan şöyle rivayet eder: "Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Medine'ye teşriflerinden sonra Mescidi yaparken ben kendisinin eğile büküle taş taşıdığım gözümle gördüm. Nihayet Mescidin inşasını bitirdi ve: "Bu Mescidin kıblesini Cebrâîl göstermiştir" buyurdu.
Zübeyr bin Bekkar'ın Ebû Hureyre'den sevk ettiği bir haberde ise şöyle denilmektedir: "Benim şu Mescidim, ta Sana'ya kadar uzanmış bulunsa, yine benim Mescidim sayılır!"
El-Zerkeşi, Ahkamü'l-Mescid adlı kitabında der kî: "Bu rivayet eğer sahih ise, Peygamber efendimizin Peygamberlik alametlerinden biri sayılır."[14]
------------------------
[8] Bakara suresi, 207
[9] İsrâ' suresi, 85
[13] İsrâ' suresi, 101