55 - ÂYETLERDE HASR VE İHTİSAR
4446 Kasr adı da verilen hasr, hususi bir şekilde, bir şeyin diğerine tahsisidir. Ayrıca, bir hükmü zikredilen bir şey için sabit kılıp, bunun dışındakilerden nefyetmek şeklinde tarifi yapılmıştır.
Hasr; mevsufun sıfata, sıfatın mevsufa kasrı olmak üzere ikiye ayrılır:
a- Kasr-ı hakiki; misal, ***** Zeyd sadece katiptir, cümlesidir. Yani; Zeyd'in bu sıfatı dışında başka bir özelliği yoktur, mânasındadır. Böyle bir hasr çeşidine ender rastlanır. Bir şeyin bütün sıfatlarını ihata etmek, hemen hemen mümkün olmadığından, bunlardan birini sıfat kılıp diğerini tamamen nefyetmek de mümkün değildir. İhata imkânının bulunmayışı, bir kimsenin sadece bir sıfatı olduğu, bunun dışında başka sıfatları bulunmadığı ihtimalini ortadan kaldırır. Bu yüzden Kur’ân-ı Kerim'de, bu nevi kasr mevcut değildir.
b- Mevsufun sıfata kasredildiğinin mecâzi örneği, ***** «Muhammed, sadece bir elçidir..» (Âl-i İmrân, 144.) âyetidir. Yani; Hazret-i Muhammed sadece risaletle görevlendirilmiştir. Onun risalet sahibi olması, Sahâbenin gözünde büyüttüğü, ölümsüzlüğü mânasına gelmez, ölümsüzlük, sadece Allah'a muhsustur.
Sıfatın mevsufa hakiki olarak kasredildiğine misal, ***** «İyi bil ki; Allah'tan başka (gerçek) ilâh yoktur..» (Muhammed, 19.) âyetidir.
Sıfatın mevsufa kasredildiğinin mecâzi örneği, ***** «De ki: Bana vahyolunanda (bu haram dediklerinizi) yiyen kimse için haram edilmiş birşey bulamıyorum. Ancak leş..» (Enam, 145.) âyetidir, önceki bahislerde geçtiği üzere İmâm Şâfiî bu âyetin sebebi nüzûlünde şöyle demiştir: Kâfirler bir taraftan; ölü eti, kan, domuz eti ve üzerine Allah'ın adı anılmadan kesilen hayvanları helal sayarken, diğer taraftan helal olan pekçok şeyleri de, haram saymışlardır. Bu tutumları, dini esaslara ters düştüğünden, kulağı yarılıp salıverilen, putlara adak yapılan develer, putlar adına kesilen erkek koyunlar, yük sarılmayan develerin kesilmesi hakkındaki şüphelerini izale etmek üzere bu âyet nâzil olmuştur. Âyet Kâfirlerin yalanını açığa çıkarmak gayesiyle inmiştir. Cenabı Hak bu âyetle, Kâfirelere hitabederek; sizin helal saydığınız şeyler haramdır, demek istemiştir. Bu durumda âyetin gayesi, hakiki hasr değil, Allah'ın emrine zıd davranışlarını reddetmektedir. Bu â-yetle ilgili geniş bilgi, önceki bahislerde geçmişti.
4452 Kasr, başka bir değerlendirmeye göre üçe ayrılır.
1 – Kasr-ı ifrad, şirk koşanlara yapılan hitaptır; ***** «..O, ancak tek tanrıdır..» (Nahl, 51.) âyeti buna misaldir. Bu âyetle, putlarla Allah'ın uluhi-yette müşterek olduğuna inananlara hitap edilmiştir.
2- Söz söyleyenin isbata çalıştığı hükmün dışında, başka hükme inanan kimseye yapılan hitaptır. ***** «..Benim Rabbim yaşatır, diriltir..» (Bakara, 258.) âyeti buna misaldir. Âyetle, Allah'ın dışında, dirilten ve öldürenin kendisi olduğuna inan Nemrud'a hitabedilmiştir. ***** «..iyi bilin ki asıl beyinsiz olan kendileridir..» (Bakara, 13.) Mü’minlerin sefih olduğuna inanan bazı münafıklara hitap edilmiştir.
***** «..seni insanlara elçi gönderdik..» (Nisâ, 79.) âyetiyle Muhammed (as.)ın peygamberliğinin Araplara ait olduğuna inanan Yahudilere hitabedilmiştir.
3- İki ayrı hususu müsavi gören kimseye yapılan hitaptır. Bu kimse, müsavi saydığı bu sıfatlardan birini, belirli bir kimseye vermediği gibi, bu iki sıfattan birini, aynen bir başkasına da veremez.
1- Hasr'ın Çeşitleri
4456 Hasr sanatı, çeşitli şekillerde yapılır.
a- Nefiy ve istisna edatı ile yapılan hasrdır. Bu hasr nevinde ***** ve ***** veya başka edatlar kullanılır. İstisnada ise, ***** veya başka edatlar kullanılır. ***** «..Allah'tan başka (gerçek) ilâh yoktur..» (Sâffât, 35.), ***** «..Allah'tan başka hiçbir (gerçek) ilâh yoktur..» (Âl-i İmrân, 62.), ***** «..bana emretmiş olduğundan başka bir şey söylemedim..» (Mâide,117.) âyetleri buna misaldir..
Nefy ile istisnanın hasr ifade etmesi, müferrag istisnanın, müstesna minh durumunda olan mukadder kelimeye, nefiy edatının getirilmesiyle olur. Çünkü istisna, bir şeyi hariç tutmak demektir. Bu durumda, kendisinden hariç tutulan şeye ihtiyaç duyulur. Bu ihtiyacın takdiri, sinai değil, mânevi bir takdirle olur. Bu da, hariç tulan şeyin umum mânasından alınması gerektiğinden, mutlaka umum mânada olmalıdır.
***** Zeyd'den başka kimse ayağa kalkmadı, misalinde olduğu gibi müstesna, müstesna minh cinsinden olmalıdır. ***** Hurmadan başka bir şey yemedim, cümlesi bu kabildendir. Birinci cümlenin mânası; Zeyd dışında, hiç kimse kalkmadı, ikinci cümlenin ise, hurma dışında, hiçbir şey yemedim, demektir. Buna ilâve olarak müstesna, müstesna minhin irabına uymak zorundadır. Bütün bunlar yerine getirildikten sonra, kasr gerçekleşir. ***** ile yapılan müstesna zaruri olarak müstesna olduğundan, müstesna minh de menfilik vasfını korumuş olur.
Bu yolla yapılan kasr, aslında, meselenin gerçek yönünden haberi olmayan bir muhataba yapılan kasrdır. Kasr bazan, haberi olan bir muhataba yapılır. Bu durumda, aralarındaki bir münasebetten dolayı, malum olan bir şey, meçhul gibi kabul edilir. ***** «Muhammed ancak bir elçidir..» (Âl-i İmrân, 144.) âyeti buna misaldir. Âyetteki hitab, Resûlüllah'ın risaletini yakından bilen, Sahâbe-i Kirâm'adır. Resûlüllah'ın irtihalini kabul etmemek, risaletini bilmemek durumuna düşmek demektir. Halbuki her resulün irtihali, mukadderdir. İrti-haline inanmayan, risaletine de inanmamış, demektir.
b- ***** ile yapılan kasrdır. Cumhur, bu kelimenin kasr için değil, hasr için kullanıldığı görüşündedir. Bu edatla yapılan, lafızla olduğu kadar, mefhumu ile de yapıldığı söylenir. Aralannda Ebû Hayyân'ın da bulunduğu Bazı ulema, bu edatın kasr ifade ettiğini kabul etmemişlerdi. Kabul edenler, şu delilleri ileri sürmüşlerdir:
aa- ***** kelimesini mensub okuyan kıraata göre ***** «..size leşi...haram kıldı..» (Bakara, 173.) âyeti, bunlardan biridir. Âyetin mânası; Allah size ancak ölü etini haram kıldı, demektir. Âyetin kasr ifade edecek mânasına uygun düşen, ***** kelimesinin merfu okunuşudur. Keza mensub kıraata da uygun düşer. Aslında her iki kıraata göre mâna, aynıdır.
bb- ***** edatındaki ***** müsbet, ***** da menfi mânaya delalet eder. Müsbet mâna ile menfi mânanın ceminden, zaruri olarak kasr meydana gelir. Fakat, ***** edatındaki ***** , ziyade harf kabul edilirse, menfi mânaya gelmeksizin amel etme durumu ortadan kalmış olur.
cc- ***** edatındaki ***** ve ***** harfleri, müştereken tekid ifade ederler. Böylece Sekkaki'ye göre iki tekid bir araya gelerek, hasr ifade ederler. Eğer tekid'in bir araya gelmesi hasr ifade etseydi, ***** cümlesi de, hasr ifade ederdi, şeklinde itiraz edilmiştir. Buna, şu cevabı veririm: Sekkaki'nin bundan kasdı, ardarda gelen iki tekid harfi, ancak kasr ifade eder, şeklindedir.
dd- ***** «De ki: Bilgi, ancak Allah katındadır..» (Ahkaf, 23.), ***** «De ki: Onu, ancak Allah dilerse size getirir..» (Hûd, 33.), ***** «De ki: Onun bilgisi, ancak Rabbimin yanındadır..» (Araf, 187.) âyetleri de, ileri sürülen delillerdendir. Bu âyetlerde mâna; azabı ben değil, ancak Allah getirir, kıyametin.ne zaman kopacağını ben değil, ancak Allah bilir, şeklinde olması ve cevaba uygun düşmesi için, ***** edatının ancak kasr i-fade etmesi gerekir.
***** «Kim zulme uğradıktan, sonra kendini savunursa böyle hareket edenlerin aleyhine yol yoktur..» (Şûra, 41-42.), ***** «Ancak şu kimselerin kınanmasına yol vardır ki, zengin oldukları halde senden izin isterler.» (Tevbe, 91-93.), ***** «Onlara bir âyet getirmediğin zaman, "sen bir tane yapsaydın ya" derler. De ki: Ben ancak Rabbimden bana vahyolu-nana uyuyorum..» (Araf, 203.), ***** «..yok eğer aldırış etmezlerse sana düşen yalnız duyurmaktır..» (Âl-i İmrân, 20.) âyetleri de bu kabiledendir. Bu ve benzeri âyetlerin mânası, ancak kasr ifade etmekle doğru olarak anlaşılabilir.
***** «..ancak sağduyu sahipleri öğüt alır..» (Ra'd, 19.) âyetinde olduğu gibi, ***** edatının kullanıldığı mâna, tariz ifade etmesidir.
c- Hemzenin fethası ile okunan ***** edatı, Zemahşerî ve Beydavi'ye göre hasr edatıdır. ***** «De ki: İlahınızın tek tanrı olduğu bana vahyediliyor..» (Enbiya, 108.) âyetinde bu iki müfessir, şu tefsirde bulunurlar: ***** edatı, ya bir hükmün bir şeye kasrı, ya da bir şeyin bir hükme kasrı için kullanılır. ***** Ancak Zeyd ayaktadır ve ***** Ayağa kalkacak olan ancak Zeyd'dir, cümleleri buna misaldir.
Yukarıdaki âyette bu iki kasr şekli, bir arada bulunmaktadır. Çünkü âyetin ***** cümlesi, ***** cümlesine, ***** cümlesi de ***** cümlesine denk düşmektedir. Âyette her iki edatın birlikte bulunması, Resûlul-lah'a gelen vahyin, vahdaniyetin sadece Allah'a aid olduğunu göstermek içindir.
4464 et-Tennuhi, «el-Aksa'l-Karib» adlı eserinde ***** edatının hasr ifade ettiğini belirterek şöyle der:
Hemzenin kesri ile okunan ***** edatı, hasr ifade ettiği gibi, hemzenin fethi ile okunan ***** edatı da gene hasr ifade eder. Çünkü fetha ile okunan bu edat, kesre ile okunanın benzeridir. Aslında sâbit olan durum buna mani olan bir sebep olmadıkça benzeri için de sâbit olur. Fakat, benzeri için ileri sürülen durum aslında mevcut değildir.
Ebû Hayyân, Zemahşerînin, vahyin vahdaniyete inhisar ettiği şeklindeki görüşünü reddetmiştir. Ben buna, vahyin vahdaniyete hasrı, makam itibariyle mecâzi hasr olduğu şeklinde cevap vermek isterim.
d- İlmi beyan ulemasının ittifaken zikrettiğine göre ***** veya ***** edatı ile yapılan atf da, kasr ifade eder. Fakat Şeyh Behauddin, «Arusu'l-Efrah» adlı eserinde bu görüşü kabul etmeyerek şöyle demiştir: ***** edatı ile yapılan atıftaki kasr, nefiy ve isbatı gösterir. ***** Zeyd şairdir, katip değildir. cümlesinde, Zeyd'e ait olan üçüncü bir sıfatın nefyi cihetine gidilmemiştir. Halbuki kasr, hakiki veya mecâzi olarak, müsbet mâna dışındaki bütün sıfatları nefyederek yapılır. Bu durumda kasr, muhatabın kabul ettiği mânadaki sıfatın nefyine mahsus değildir.
***** edatı ile yapılan atıf ise, ***** edatı ile yapılan atıftaki kasr'dan daha zayıftır. Çünkü ***** edatındaki menfilik ve müsbetlik, sürekli değildir.
e- Mamulun, amiline tekaddümü de kasr ifade eden ***** «Yalnız Sana kulluk eder..» (Fatiha, 4.), ***** «..elbette Allah'ın (huzuruna) çıkarılacaksınız..» (Âl-i İmrân, 158.) âyetleri buna misaldir. Aşağıda genişçe ele alınacağı üzere, bazı beyan uleması, buna muhaliftir.
f- Fasıl zamiri de kasr ifade eder. Veli ancak Allah'tır, mânasındaki ***** «..işte Allah (asıl) dost O'dur.» (Şûra, 9.), ***** «..umduklarına erenler işte onlardır..» (Bakara, 5.), ***** «İşte (İsa hakkındaki) gerçek kıssa budur..» (Âl-i İmrân, 62.), ***** «Sana buğzeden, zürriyetsiz olan (asıl) odur.» (Kevser, 3.) âyetleri bu kabildendir. Beyan uleması bunun hasr ifade ettiğini, müsnedün ileyh bahsinde zikretmişlerdir. Suheyli fasıl zamirinin, uluhiyetin Allah'dan başkasına nisbet edildiği durumlarda getirildiği, nisbet edilmediği durumlarda getirilmediğine delil olarak ileri sürer. ***** «Güldüren de Odur, ağlatan da odur.» (Necm, 43.), ***** «O helak etti önce gelen Âd'ı.» (Necm, 50.) âyetlerinin ise, nisbet edilmediği durumlarda getirilmediğine nisbettir. Çünkü bu âyetlerde helak etme işini Allah'tan gayrisine nisbet iddiası mevcut değildir. Bunlar dışındaki âyetlerde ise Allah'ın gayrisine nisbet iddiası mevcut olduğundan, fasıl zamiri getirilmiştir. Şey Behauddin, «Arusu'l-Efrah» adlı eserinde şöyle der: Fasl zamirinin hasr ifade ettiğini, ***** «..Sen beni vefat ettirince onları gözetleyen Sen oldun..» (Mâide, 117.) âyetinden çıkardım. Şayet âyette hasr olmasaydı, mâna doğru olmazdı. Çünkü Allah'ın kulları üzerindeki murakabesi, daimidir. Allah'ın Hazret-i İsa'yı katına çekmesinden sonra, Allah'dan başka kulları murakabe edecek kimse kalmaz.
***** «Ateş halkıyla cennet halkı bir olmaz. Kurtulanlar, ancak cennet halkıdır.» (Haşr, 20.) âyeti de bu kabildendir. Âyetteki fasıl zamiri, cennet ehli ile cehennem ehlinin eşit olmadığını beyan etmek için zikredilmiştir. Bu husus, fasıl zamirinin, ancak cennet ehlinin kurtulanlardan olduğunu tahsis etmesiyle, âyete uygun bir mâna kazandırır.
g- Şeyh Abdulkahir Cürcani'nin ifadesine göre, müsnedün ileyhin takdimi de kasr ifade eder. Fiili haberin tahsisini göstermek için, müsnedün ilehy tekad-düm eder. Şeyh Abdulkahir, müsnedün ileyh'in takdimindeki esasları şu şekilde açıklar.
aa- Müsnedün ileyh marife, müsned de müsbet mânada olur. ***** Ben kalktım, ***** Senin ihtiyaçlarını ben gördüm!, cümlesinde görüldüğü gibi, tahsis ifade eder. Müsnedün ileyh'in takdiminden kasrı ifrad kasde-dilirse, ***** kelimesiyle, şayet kasrı kalb kastedilirse ***** kelimesiyle tekid edilir. ***** «..Hediyelerinizle siz sevinirsiniz..» (Neml, 36.) âyeti bu kabildendir. Âyetin başında bulunan ***** «..Beni mal ile mi kandırmak istiyorsunuz..» cümlesi ile, âyette idrab mânası taşıyan ***** lâfzından ***** sadece siz, başkası değil, şeklindeki ifadenin murad edildiği anlaşılır. Bu âyette kasdedilen mâna, hediye getirenlerin, getirdikleri hediyelerden dolayı sevindiklerini göstermek değil, Süleyman (aleyhisselâm)ın, getirilen hediyelerden sevinmediğini ifade etmektir. Bu görüşü «Arusu'l-Efrah» müellifi ileri sürmüş, ***** «..sen onları bilmezsin, onları biz biliriz..» (Tev-be, 101.) âyetini buna ayrı bir misal getirmiş, âyetin: Onları siz değil, ancak biz biliriz, mânasında olduğunu söylemiştir.
Bazı hallerde müsnedün ileyh tahsis değil, tekid ve takviye mânasında kullanılır. Şeyh Behauddin'e göre bu durum ancak, ifade şekli ve sözün gelişinden çıkarılır.
bb- Müsnedün ileyh marife, müsnedin menfi olmasıdır. ***** Sen yalan söyleme! cümlesi buna misaldir. Bu ifade yalanı nefyetmede, ***** yalan söyleme, ve ***** yalan söyleme sen! ifadelerinden daha beliğdir. ***** «..onlar birbirlerine de soramazlar.» (Kasas, 66.) âyetinde olduğu gibi, bazan da tahsis ifade eder.
cc- Müsnedün ileyhin müsbet nekre olmasıdır. ***** Bir adam geldi bana, cümlesi buna misaldir. Müsnedün ileyh'in tekaddümü ya cins, ya da sayı kasdedilerek, tahsis ifade eder. Buna göre cümle, gelen kadın değil erkek, veya iki kişi değil sadece bir kişi, mânasındadır.
dd- Müsnedün ileyh'in önüne nefiy edatının gelmesi de tahsis ifade eder. ***** Ben söylemedim bunu, cümlesi buna misaldir. Yani; bir başkası söylemiş olabilir, ancak ben söylemedim, demektir. ***** «..Senin bize karşı bir üstünlüğün yoktur..» (Hûd, 91.) âyeti, bize aziz olan sen değil, kavmindir, mânasındadır. Bu yüzden müteakip âyet *****«..Size göre kabilem Allah'tan daha mı üstün ki?..» (Hûd, 92.) şeklindedir. '
Bunlar, Şeyh Abdulkahir'in özetle sunduğumuz görüşleridir. Sekkaki bu görüşe katılmıştır. «Şerhu Elfiyeti'l-Meani» adlı eserimizde, ilâve ettiğimiz bazı şartlarla geniş bir biçimde anlattık.
h- Müsned'in takdimi kasr ifade eder. İbnu'l-Esir, İbn-i'n-Nefis gibi Bazı Ulemaya göre haberin mübtedaya takdimi tahsis ifade eder. lzziddün Abdulhamid, «el-Feleku'd-Dair» adlı eserinde bu görüşü reddederek; beyan ulemasından hiçbiri söylememiştir, der. Sekkaki'ye göre, cümlede sonradan gelmesi gereken kelimenin öne geçmesi kasr ifade eder. ***** Temimliyim ben, cümlesi buna misaldir.
ı- Müsnedün ileyh'in zikri, hasr ifade eder. Sekkaki ise bunun tahsis ifade ettiği görüşündedir. «el-İzah» müellifi Ebû Ali el-Farisi Sekkaki'ye bu hususta katılmıştır. Zemahşerî ise: ***** «Allah dilediğine rızkı açar..» (Ra'd,
26.), ***** «Allah sözün en güzelini indirdi..» (Zümer, 23.), ***** «Allah, gerçeği söyler ve O, doğru yola iletir.» (Ahzab, 4.) âyetinde olduğu gibi müsnedin zikri tahsis ifade ettiğini açıklar. Zemahşerî bu sözüyle müsnedin takdimini murad etmiş olabilir. Bu durumda yukarıdaki â-yetler bu kısma değil, müsnedün ileyhin takdimine ait misaller olur.
k- Hem müsned, hem de müsnedün ileyh'in marife olması, hasr ifade e-der. Fahruddin Razi «Nihayetu'l-Îcâz» adlı eserinde, müsned ve müsnedün ileyh'in marife olması, hakikat veya mübalağa yönüyle hasr ifade ettiğini söyler, ***** giden Zeyd'dir, cümlesini buna misal getirir. Zemlekani, «Esraru't-Tenzil» adlı eserinde ***** hamd Allah'adır, (Fatiha, 1-4.) âyetleri buna misal göstererek ***** Ancak Sana kulluk ederiz, cümlesinde olduğu gibi, bu âyet de hasr ifade eder, demiştir. Yani âyetin mânası, hamd başkasına değil, sadece Allah'a mahsustur, demektir.
l- Bazı «et-Telhis» şarihleri arasında yapılan nakillerden anlaşıldığına göre ***** Zeyd'in kendisi geldi, cümlesindeki tekidi manevi olan ***** kelimesi hasr ifade eder.
m- Aynı şarihlerin naklettiğine göre ***** emin ol ki Zeyd ayaktadır, cümlesinde hasr vardır.
n- et-Tibî, «et-Tibyan fi Meani ve'l-Beyan» adlı eserinde zikrettiğine göre, Zeyd ayakta mı, yoksa oturuyor mu? sorusuna cevap olarak verilen ayaktadır sözü, hasr ifade eden sözdür.
o- Kelimenin bazı harflerindeki yer değişikliği, hasr ifade eder. Keşşafın ifadesine göre ***** «Tâguta tapmaktan tevbe edenler..» (Zümer, 17.) âyetinde, hasr mevcuttur. Âyette ihtisas ifade eden yer değişikliği, ***** kelimesine nisbetledir. Çünkü bu kelimenin vezni, ***** ve ***** gibi, tugyanı gösteren ***** veznidir. Bu vezinde ***** harfi ***** harfiyle yer değiştirmişse de, veznin aslı ***** şeklindedir. ***** vezninde masdarla tesmiye edilmesinde mübalağa olduğu gibi, sigasında da mübalağa vardır. ***** kelimesindeki harflerin yer değiştirmesi, Tağut'un (insan ve cin şeytanlarından) başka bir şey olmadığından, ihtisas içindir.
2- Hasr ve İhtisasa Ait Bazı Özellikler
4477 Beyan uleması mamulün takdiminin hasr ifade ettiğini neredeyse bir kaide haline getireceklerdi. Takdim edilen mamul, meful, zarf veya mecrur olabilir. Bu bakımdan ***** âyetine, Senden başkasına kullukta bulunmayız ve yine Senden başkasından yardım talebinde bulunmayız, ***** «Allah'ın huzuruna çıkarılacaksınız.» (Âl-i İmrân, 158.) âyetine, ancak Sana, Senden başkasına değil, şeklinde mâna verildiği söylenmiştir.
***** «..insanlara şahit olasınız, Peygamber de size şahit olsun diye..» (Bakara, 143.) âyetinde birinci şeha-det kelimesindeki sıla ***** tehir etmiş, ikincisinde ise, ***** tekaddüm etmiştir. Bunun hikmeti, birincisinde Müslümanların bütün insanlara şehadeti, i-kincisinde ise Resûlüllah'ın sadece Müslümanlara şahid olduğu ifade edilmektedir.
İbnu'l-Hacip bu görüşe muhalefet ederek «Şerhu'l-Mufassal» adlı eserinde şöyle der: Mamulün tekaddümüyle ihtisas meydana geleceğine i-nanan ulemanın görüşü, bir vehimden ibarettir.
Bu görüşünü ***** «..öyleyse sen de dini yalnız kendisine halis kılarak Allaha kulluk et.» (Zümer, 2.) âyetinden sonra aynı sûrede bulunan ***** «Hayır, yalnız Allah'a kulluk et..» (Zümer, 66.) âyetiyle delil-lendirir. Onun bu deliline şu cevap verilmiştir.
***** «..dini yalnız kendisine halis kılarak..» âyetinde hasr edatı bulunmakla beraber, hasrın mevcudiyetine bir mâni yoktur. Nitekim ***** «Rabbinize kulluk edin!.» (Hac, 77.) âyetinde hasr'ın mevcut olduğu görülür. Oysa ***** «Hayır, yalnız Allah'a kulluk et.» âyetinin ***** «Ortak koşarsan amelin boşa çıkar.» (Zümer, 65.) âyetinden sonra hasr edatı ile gelmesi, ihtisasın mevcudiyetini gösteren en kuvvetli delildir. Şayet âyet ihtisas ifade etmeseydi, ***** Allah'a kulluk et, mânasında bulunsaydı, ***** âyetine, idrab ifade eden ***** edatı gelmezdi.
4479 Ebû Hayyân ***** «..Allah'tan başkasına kulluk etmemi mi istiyorsunuz?..» (Zümer, 64.) âyeti gibi âyetlerde ihtisas olduğu iddiasında bulunanlara karşı çıkar. Ebû Hayyân'ın bu görüşüne şu cevap verilmiştir: Allah'a şirk koşan Allah'a ibadet etmemiş olacağından, şirk koşma durumu, ibadeti Allah'ın dışındakilere tahsis etme durumuna düşmüş olacaktır.
«el-Feleku'd-Dâir» müellifi, mamulün tekaddümünden dolayı meydana gelen ihtisası ***** «Hepsine yol gösterdik. Nitekim daha önce Nuh'a da yol göstermiştik..» (Enam, 84.) âyetini misal göstererek reddeder. İleri sürülen bu görüş, bu konuda en kuvvetli delildir. «el-Fe leku'd-Dâir» müellifi, mamulün tekaddümü ile ihtisas'ın lüzumunu iddiadan ziyade, çoğunlukla böyle olabileceğini ifade etse bile, olmaması da muhtemeldir.
Şeyh Behauddin şöyle der: ***** «..Allah-dan başkasına mı yalvarırsınız? Doğru iseniz söyleyin.. Hayır, yalnız O'na yalvarırsınız..» (Enam, 40-41.) âyetlerinde ihtisas'ın mevcudiyeti ile ademi mevcudiyeti bir arada bulunmaktadır. Birinci âyette ihtisas mevcut değilken, i-kincisinde ise kesin olarak bulunmaktadır.
4482 Behauddin'in babası Takiyyuddin. «Kitabu'l-lktinas fi' farki beyne'l-Hasrı ve'l-İhtisas» adlı esrinde şöyle der:
Ulema arasında şöhret bulan görüşe göre mamulün tekaddümü ihtisas ifade ederken, Bazı ulema bunu kabul etmeyerek bu tekaddümün öneme binaen yapıldığını söylemişlerdir. Sibeveyh «el-Kitab»ında nahiv uleması, önemli gördükleri mamulleri, önemine binaen tekaddüm ettirirken beyan uleması bu tekaddümün ihtisas ifade ettiği görüşündedir.
Ekseri ulema ihtisas'ın, hasr ile aynı değerde olduğunu kabul eder. Halbuki bu doğru değildir. Çünkü ihtisas ve hasr, biribirinden farklıdır. Beyan uleması dışındakiler hasrı, ihtisasla ifade etmişlerdir. Hasr'la ihtisas arasındaki fark şudur:
Hasr. mezkur olmayanı nefy, olanı da isbat eder.
İhtisas ise, bir şeyin özelliğinden dolayı, bunu tahsis etmektir.
Şöyle ki ihtisas, mahsusun iftial babında kullanılışıdır. Mahsus ise, iki ayrı şeyden mürekkepdir.
Birincisi; iki veya ikiden fazla şeyin umumilikte müşterekliğini ifade ederken ikincisi; birini diğerinden ayıran bir mananın diğerine izafe edilmesidir. ***** terkibi buna misaldir. Bu terkipde dövme fiili, mutlak mânadaki dövmeden daha hususidir. ***** cümlesinde ise durum farklıdır. Bu cümledeki dövme fiili, belli bir şahsa ait olduğundan, umumi mânada dövme fiilini gerçekleştirdiği anlaşılır. Bu durumda gerçekleşen dövme fiili, döven ile dövülenin birbirine izafesinden dolayı, hususidir. Dövmenin mutlak oluşu, dövenin fiili, dövülene vaki olmasından meydana gelen bu üç mâna, mütekellim tarafından aynı manada kullanılabileceği gibi, birinin diğerine tercihi şeklinde de kulla-nılabilir. Bu durum mütekellimin söze başladığı kelimeyle anlaşılır. Çünkü mü-tekellimin önceden kullandığı kelime, sonradan kullandığı kelimeye nazaran ö-nem taşıdığını ve tercihinin bu olduğunu gösterir. İfade ***** Sadece Zeyd'i dövdüm, şeklinde olursa, dövmenin özellikle Zeyd'e tahsis edildiği bilinir. Şüphe yok ki; hususilik ve umumilikten meydana gelen her terkibin iki yönü vardır. Birinde umumi yön kasdedilirken, diğerinde hususi yön kastedilir. İşte bu ikincisi, ihtisastır. Mütekellime göre önemli olan da budur. Bu durumda mütekellim, müsbet veya menfilikte bir başkasını kastetmeden, herhangi bir tarizde bulunmadan muhataba meramını anlatmış olur. Hasr'da. ihtisasa nazaran ziyade bir mâna mevcuttur. Bu mâna. hasredilenin dışında kalanı nefyeder. Bu durum, ***** «ancak Sana kulluk ederiz.» âyetinde açıkça görülür. Bu âyeti okuyanın, Allah'ın gayrısına ibadet etmeyen bir kimse olduğu bir gerçektir. Bu bakımdan diğer âyetlerde kasrın bulunması zaruri değildir. Zira ***** «Allah'ın dininden başkasını mı arıyorlar?..» (Âl-i İmrân, 83.) âyetinin mânası, ***** Ancak Allah'ın dininden başkasını arıyorlar, şeklinde olsaydı, önünde hemzei inkâriyye bulunsaydı, hasr sadece Allah'ın dini dışındaki arzularına bağlı kalmaz, inkâr edilene de şamil olurdu. Fakat âyetten murad edilen mâna bu değildir, ***** «Allah'tan başka uydurma tanrılar mı istiyorsunuz?.» (Sâffât, 86.) âyeti de bu kabildendir. Âyette kasr olmaksızın müşriklerin Allah'ın dışında ilâh edinme istekleridir.
Zemahşerî ***** «..Ahirete de kesinlikle îman ederler..» (Bakara, 4.) âyetinin tefsirinde ahiret kelimesinin tekaddüm etmesi, ***** kelimesinin de ***** zamirine bina edilmesi, ehli kitaba ve ahiretle ilgili hakikat dışı görüşlerine tarizdir. Onların bu sözleri, inanarak sadır olmuş değildir. Bu konudaki yakini inanç, sana ve senden önceki peygamberlere indirilen ilahi emirlere inananların inancıdır. Zemahşerî'nin bu sözü, son derece makuldür. Buna rağmen Bir kısım ulema, bu görüşüne karşı çıkarak şöyle demişlerdir: Ahiret kelimesinin tekaddüm etmesi, Ehli Kitab'ın ahiret hakkındaki inançlarının yanlışlarla dolu olmasındandır. Zemahşerî'nin bu görüşüne itirazda bulunanlar mamulün takdiminin kasr ifade etmesine bağlarlar; halbuki gerçek böyle değildir. Zemahşerî'ye karşı çıkanlar, ***** zamirinin tekaddümü, Ehli Kitab'a mahsus kasr i-fade ettiği görüşündedirler. Ehli Kitabın ahiret inancı, ***** «..Dediler ki bize asla ateş dokunmaz..» (Bakara, 80.) âyetinde ifade ettikleri gibi, ahiret inancını tahrif etmeleridir. İtirazcının bu şekildeki düşüncesi, hasırda ısrarla durduğunu gösterir. Bu anlayışın sebebi de, Müslümanlar sadece ahirete inanır, Ehli kitap ise hem ahirete inanırlar, hem de bu inançlanna bir takım yanlış şeyler katarlar. Muterizin tekaddümün mutlaka hasr ifade ettiğini kabul etmesi onu bu olumsuz görüşe sevketmiştir. Bu görüşün doğruluğu kabul edilmez; doğru görüş şöyle olmalıdır:
a- ***** Sadece Zeyd kalktı, cümlesinde olduğu gibi, ***** ve ***** ile yapılan hasr'dır. Bu cümlede Zeyd dışındakilerin ayağa kalkması açıkça nefye-dilirken, Zeyd'in ayağa kalkması gerekli olmaktadır. Bunu; mantuk kadar, mefhum mânanın da ifade ettiği söylenir. Bu görüş doğrudur, ancak mantuk mâna, mefhum mânadan daha kuvvetlidir. Çünkü, ihraç mânasında olan ***** edatı, istisna için kullanılır. Bu edatın ihraç mânasına gelmesi, mefhum mâna ile değil, mantuk mâna iledir. Fakat ayağa kalkmayı, kalkmamaktan hariç tutmak aynı şey değildir bilakis ifadenin gereğidir. Bu yüzden hasrın mefhum mânada olduğunu tercih ettik. Bazı ulema bu iki mânayı birbirine karıştırmış, hasrın mantuk mânada olduğu söylenmiştir.
b- ***** ile yapılan hasr'dır. Bu ikincisi, müsbet olma yönü daha açık olmakla beraber, yukarıda açıkladığımız birinci şıkka yakın mânadadır. ***** Sadece Zeyd kalktı, denildiğinde Zeyd'in ayağa kalkması, mantuk mânada müsbet olurken, Zeyd dışındakilerin ayağa kalkmaması, mefhum mânada olur.
c- Mamul'un tekaddüm etmesiyle ifade edilen kasr'dır. Bu kasr yukarıda geçen iki kasr nevinde takdir edilen mânaların doğruluğu kabul edilse bile, bunlara benzemez. Bilakis bu nevi kasr, iki ayrı cümle kuvvetindedir. Bu cümlelerden birisi, müsbet veya menfi hükmünde olsun, mantuk'dur. Diğer cümle i-se, tekaddümden anlaşılan hükümdür. Hasr, mefhum mânanın delaleti olmaksızın, sadece mantuk mânanın nefyini gerektirir. Çünkü mefhum mânanın, ikinci bir mefhum mânası yoktur.
***** Senden başkasına ikram etmem, cümlesi tariz ifade e-der. Yani, senin dışındakiler başkalarına yardım ederler, ama senin başkalarına yardım etmen gerekmez!, demektir. ***** «Zina eden erkek, zina eden kadından başkasıyla evlenemez.» (Nur, 3.) âyeti bu kabildendir. Bu âyet, iffetli bir erkeğin ancak, zina etmemiş olan bir kadınla evleneceğini ifade eder. Âyet, iffetli bir erkeğin, zâniye ile nikahlanacağından söz etmemiştir. Allahü teâlâ aynı âyette; ***** «Zina eden kadın da zina eden veya puta tapan adamdan başkasıyla evlenemez.» buyurmuştur. Bu âyette ise, âyetin birinci kısmında sukut edilen hususu beyan etmiştir.
***** «..Mü’minler ahirete kesinlikle inanırlar..» (Bakara, 4.) âyeti, ***** ahirete inanırlar, şeklinde olsaydı, Ehli Kitab'ın ahirete i-manını, âyetin mantuk manasıyla ifade ederdi. Oysa Ehli Kitab'ın, ahiretten başka şeye inanmadıklarını iddia edenlere göre inançları, mânaya bağlı kalmış olurdu. Halbuki âyetin maksudu aslında bu değildir. Asıl gaye, onların âhirete kuvvetle inandıklarıdır. Şöyleki onlara göre âhiretin dışında birşeye inanmak, batıla inanmak gibidir. Bu mâna, mecâzi bir kasr'dır. Bu mecâzi kasr, âhirete inananlar, başkasına inanmazlar şeklindeki ifade derecesinde değildir. Bunu iyice kavramak onlar, ancak âhirete inanırlar şeklindeki takdirden sakınmak gerekir. Bu durum anlaşılınca, âyetteki ***** zamirinin tekaddümüyle Ehl-i Kitab dışındakilerin bu inançta olmadığı anlaşılmış olur. Şayet Ehl-i Kitap ancak ahirete inanırlar şeklinde bir takdir yapılırsa, âyetin üzerinde önemle durulan mânası, menfi mâna olurdu. Bu da, âyetin mefhum mânasına bağlı kalındığını gösterirdi. Bu mâna, itiraz edenin iddiasında olduğu gibi, Ehl-i Kitap dışındakilerin, âhiretten başka bir şeye inandığını ifade ederdi. Neticede, Ehl-i Kitap dışındakilerin âhirete inanmadıkları anlaşılırdı. Şüphesiz âyetten murad edilen mâna bu değildir. Âyetin asıl muradı, Ehl-i Kitap dışındakilerin, âhirete inanmadıklarını belirtmektir. Bu yüzden mefhum mânayı korumak üzere âyetteki asıl gayenin, âhirete inanç olduğunu, mefhum mânanın hasr ifade etmeyeceğini göstermeye çalıştık. Esasen mutlak mânadaki hasr, ***** ve ***** gibi edatlarla yapılan, hasr gibi olamaz. Bu hasr ancak, mantuk mânadan istifade ile yapılan, mefhum mânadaki hasr'a delalet eder. Mantuk ve mefhum mâna, birbirine bağlı değildir ki mefhum mâna, âhirete imanın nefyini ifade etmiş olsun. Bilakis bu, Ehl-i Kitap dışındakilerden, mutlak imanın nefyini ifade eder. Bütün bu izahat, hasr'ın varlığına karşı çıkarak, bunun bir ihtisas olduğunu, aralarında bir fark bulunduğunu söylemek isteriz. Subki'den yaptığımız nakil budur.