63 - BENZER ÂYETLER
5267 Bu konuda Bazı ulema müstakil eser telif etmiştir. Hatırladığıma göre bunların ilki, Kisai'nin eseridir. Sehavi bu eseri nazma çevirmiştir. Kirmânî, aynı sahada eser yazarak «el-Burhan fî Tevcihi Müteşâbihi'l-Kur’ân» adını vermiştir. Ebû Abdillah er-Razi, aynı konuda daha mükemmel bir eser vucuda getirerek «Durretu't-Tenzil ve Gurrettu't-Tevil» adını vermiştir. Ebû Cafer b. Zübeyr de «Milaku't-Tevil» adında, göremediğim bir eser vücuda getirmiştir. Kadı Burhaneddin b. Cemaa «Keşfu'l-Meânî an Müteşâbihi'l-Mesani» adında latif bir eser yazmıştır.
«Esraru't-Tenzil» adlı kitabımdan bir bölüm, «Katfu'l-Ezhar fî Keşfi'l-Esrar» adıyla bu mevzuya tahsis edilmiştir. Bu sahada yazılmış, daha pek çok eser bulunmaktadır.
Âyetler arasındaki benzerlikten maksat;
a- Âyetin muhtelif şekil ve fasıla ile bir sûrede mukaddem, diğer sûrede muahhar olarak gelmesidir. ***** «..Secde ederek kapıdan girin ve 'ya Rabbi bizi affet' deyin..» (Bakara, 58.), ***** «..affet deyin ve secde ederek kapıdan girin.» (Araf, 161.), ***** «..Allah'dan başkası adına kesilen.» (Bakara, 173.), ***** «Allah'dan başkası adına kesilen..» (Enam, 145.) âyetleri buna misaldir.
b- Bir sûrede bir harf ziyadesiyle gelirken, diğer sûrede ziyade olmadan gelmesidir. ***** «..onları uyarmanla..» (Bakara, 6.), ***** «Onları uyarsan da..» (Yâsin, 10.), ***** «..Kanunlar yalnız Allah'ın kanunu olsun..» (Bakara, 193.), ***** «Din tamamen Allah'ın oluncaya kadar..» (Enfâl, 39.) âyetleri buna misaldir.
c- Bir sûrede marife, diğerinde nekre veya bir sûrede müfred, diğerinde cemi veya bir sûrede bir harf, diğerinde iki harf veya bir sûrede idgamlı, diğerinde ise idgamsız olarak gelir. Bu bahis, Münasebet Bölümüyle birbirine yakındır.
Benzer âyetlerin tevcihi ile birlikte misalleri şunlardır: Bakara süresindeki
5278 ***** «muttakiler için yol göstericidir.» (Bakara, 2.) âyeti, Lokman sûresinde ***** «(Bunlar) güzel davrananlara yol gösterici ve rahmet olarak (indirilmiştir).» âyet, 3. şeklinde gelmiştir. Bakara sûresinde Allah, imanı bir bütün olarak zikrettiğinden âyetin ***** kelimesiyle bitmesi uygun düşerken, Lokman süresindeki âyette imanla birlikte rahmet kelimesi bulunduğundan âyetin ***** kelimesiyle bitmesi uygun düşmüştür.
Bakara sûresindeki ***** «Dedik ki: 'Ey A-dem, sen ve eşin cennette oturun. Yeyin..» 35. âyetinde ***** kelimesi vav harfi ile gelmişken, Araf sûresinde bu kelime ***** (âyet 19.) şeklinde gelmiştir. Bakara sûresindeki ***** fiili, ikamet mânasına gelirken, Araf sûresinde bu fiil, mesken edinme mânasındadır. ***** sözü Allah'a nisbet edilince, yiyip-içme ile oturmanın aynı anda olduğuna işaret eden vav harfiyle ikramın ziyadeli-ği, uygun düşmüştür. Bu yüzden Bakara âyeti, Araf âyetinden daha umumi olduğu için ***** «dilediğiniz yerde bol bol..» şeklinde gelmiştir. ***** ile başlayan Araf sûresindeki âyette, yiyip-içme işinin mesken edinme işinden sonra geldiğine işaret etmek üzere ***** şeklinde ifade edilmiştir. Çünkü yiyip içme, mesken edinmeden sonra gelir. Araf sûresindeki ***** ifadesinde Ba-. kara sûresindeki ***** ifadesinin taşıdığı umumi mâna yoktur.
Bakara sûresindeki; ***** «Öyle bir günden korkun ki, o gün hiç kimse kimsenin yerine bir şey ödeyemez. Kimseden şefaat da kabul edilmiyeceği gibi, fidye de a-lınmaz..» 48. âyet ile aynı sûredeki ***** «..şu günden sakının ki, kimse kimseden yana bir şey ödeyemez, kimseden bir fidye kabul edilmez..» 123. âyeti buna misaldir. Bu iki âyette adl kelimesi, önce takdim sonra tehir etmiş, şefaat kelimesi birinci âyette kabul kelimesiyle, ikincisinde ise menfaat kelimesiyle ifade edilmiştir. Bundaki hikmet, şöyle açıklanabilir: Birinci âyetteki ***** da bulunan zamir, birinci nefis kelimesine, ikinci âyetteki aynı zamir, ikinci nefis kelimesine racidir. Birinci âyette açıklandığı üzere, başkasına şefaat eden ve mükafaat veren nefsin şefaati kabul olunmayacak, ondan bir bağış alınmayacaktır. Bu âyetteki şefaat kelimesi öne geçmiştir. Çünkü şefaat edenin şefaatı, bağışlamadan öncedir. İkinci âyette beyan edildiği üzere nefis, nefis olarak kendi kendine bağışlamada bulunamadığı gibi, başkasının şefaatı da kendisine fayda vermez. Bu ikinci âyette bağışlama, şefaattan önce gelmiştir. Çünkü şefaata ihtiyaç, bağışlama reddedildiğinde duyulur. Bu yüzden birinci âyette; şefaatın kabul edilme-yeceği, ikinci âyette ise şefaatın fayda vermeyeceği ifade edilmiştir. Şefaat ancak, şefaatçıdan kabul edilir, fayda ise ancak şefaat edilene dokunur.
Bakara sûresindeki, *****
«Sizi Firavun ailesinden de kurtarmıştık ki (onlar), size azabın en kötüsünü reva görüyor, oğullarınızı boğazlıyor..» 49. âyeti ile İbrahim sûresinde ***** (âyet, 6.) şeklinde vav ile gelen âyet, benzer âyetlere ayrı bir misaldir. Birinci âyetteki hitap Yahudileredir. Bu âyetle Allah ikramda bulunarak, karşılaştıkları sıkıntıları kendilerine sayıp dökmemiştir. İkinci âyetteki hitap, Musa (aleyhisselâm)ın sözü olduğundan, kavminin karşılaştığı bütün mihnetleri sıralamıştır. Bu âyetin benzeri, Araf sûresinde ***** (âyet, 141.) fiili ile gelmiştir. Âyetin bu şekli, tefennün adı verilen değişik kelimeler kullanarak yapılan bir sanat nevidir.
Bakara sûresindeki ***** «Onlara: 'Şu şehre girin..' dedik.» (58.) âyeti, Araf sûresinde değişik lafızla ***** «Onlara: 'Şu şehirde oturun...' denildi.» (âyet, 161.) şeklinde gelmiştir. Bu benzerlikteki incelik, Bakara âyetinin Yahudilere ***** «Ey İsrailoğulları, nimetimi hatırlayın..» (47.) âyetinde olduğu gibi, verilen nimetleri hatırlatma kabilinden, söz Allah'a nisbet edilmiş, nimetin tamamı verildiğinden ***** kelimesinin zikri, ***** âyetinin takdim etmesiyle cemi kesret olan ***** kelimesinin zikri, şehre girmeleri ile iyilikte bulunmanın bir arada olduğunu gösteren vav harfinin ***** şeklinde fiilden önce gelmesi, yeme işinin şehre girişten hemen sonra olacağından ***** fiiline fa harfinin dahil olması uygun düşmüştür. Araf sûresinde Yahudilerin sözü olan ***** «..Bunların nasıl tanrıları varsa bize de öyle bir tanrı yap..» (138.) âyeti, buzağıyı ilâh edinme istekleri yüzünden tevbihle başlamış, bu bakımdan âyetin ***** şeklinde gelmesi ***** kelimesinin âyette yer almasıyla uygun düşmüştür. Şehre girip iskan etmek, yiyip-içmeyi de içine aldığından âyetin ***** şeklinde vav harfi ile gelmesi, hatalarını bağışlamanın öne geçmesi ve ***** fiilinin Araf 161. âyette vavsız gelmesiyle uygun düşmüştür.
Araf sûresindeki ***** «..Musa kavminden bir topluluk da var ki gerçeğe götürürler..» âyetinde Yahudilerden hidayete eren bazı kimselerin bulunması, aynı sûredeki ***** (162.) âyetinde işaret edilen bazı kimselerin zulümde bulunması ile uygun düşmüştür. Bakara sûresindeki âyette aynı durum bulunmadığından, Araf sûresinde yer alan ifadeler terkedilmiştir. Bakara sûresindeki âyette zulümle vasıflananlara musibet indirildiği, musibetin gönderilişi, tesir bakımından indirilişinden daha şiddetli olduğu tasrih edildiğinden, zulümde bulunmayanların selamete ulaşacaklarına işaret vardır. Bu yüzden Bakara 47. âyetindeki nimetin yanında, selamete erenlerin de zikredilmesi, Bakara 59. âyetin ***** ile bitmesi, birbirine uygun düşmüştür. Âyette geçen fasık, zalim olmayabilir, fakat her zalim fasıktır. Bu bakımdan her iki kelime, âyetin siyakına uygun gelmiştir.
Bakara sûresindeki ***** (60.) âyeti ile Araf sûresindeki ***** 160. âyeti de bu kabildendir. Suyun fışkırması, çokluğunu göstermesi bakımından daha beliğdir. Bu yüzden, verilen nimetlerin zikri suyun bolca fışkırması tabiri uygun düşmüştür.
Bakara sûresindeki ***** «Bir de dediler ki: 'Sayılı bir kaç gün dışında bize asla ateş dokunmaz..» (80.) âyeti Âli İmrân, sûresindeki ***** «..sayılı birkaç günden başka..» (24.) âyeti de bu kabildendir. Bu iki âyet hakkında İbn-i Cemaa şöyle der: Âyette bu sözü söyleyenler, Yahudilerden iki ayrı gruptur. Bir grup: 'Biz dünya günleri sayısı olan yedi gün cehennemde kalacağız' derken, diğer grup da: 'Atalarımızın buzağıya taptığı günler sayısı olan kırk gün azab göreceğiz', demişlerdir. Bakara sûresindeki âyet, ikinci gruptakilerin kastettiği mânayı taşıdığından cemi kesret sigasıyle, Âl-i İmrân süresindeki âyet ise, birinci gruptakilerin kastettiği mânayı taşıdığından cemi kıllet sigasıyle gelmesi uygun düşmüştür.
Fahruddin Razi şöyle der: Şu âyetlerdeki benzerlik, tefennünden sayılır: ***** «..Asıl doğru yol Allah'ın yoludur..» (Bakara, 120.), ***** «hidayet Allah'ın hidayetidir» (Âl-i İmrân, 73.) Bakara sûresindeki hidayet kelimesinden murad, kıblenin tahvili, Âl-i İmrân'dakinde ise ***** ile başladığından, İslam dini murad edilmiştir. Bunun mânası; Allah katında makbul olan din, İslam dinidir demektir.
***** «'Rabbim, burasını güvenli bir şehir yap'.» (Bakara, 126.) âyeti ile ***** «'Rabbim, bu şehri güvenli kıl'.» (İbrahim. 35.) âyetinde de tefennün vardır. Birinci âyette Hazret-i İbrahim, karısı Hacer oğlu İsmail'i henüz şehir haline gelmeyen vadide bıraktığı sırada buranın şehir olmasını dua etmiştir. İkinci âyette ise, çıktığı seferden döndükten sonra, vadinin bir şehir haline geldiğini gördüğünden, buranın emin bir belde olmasını dilemiştir.
***** «'Allah'a, bize indirilene inanırız' deyin..» (Bakara, 136.) âyeti ile ***** «De ki: 'Allah'a, bize indirilene...inandık.'» (Âl-i İmrân, 84.) âyetinde de tefennün vardır. Birinci âyet, Müslümanlara, ikinci âyette de Nebi'ye hitap etmektedir. ***** harfi cerri, bir şeyin her yönden son bulmasını, ***** ise sadece bir yönden son bulmasını gösterir. Bu, mâna bakımından bir ulviyettir. Kur’ân ve Onu tebliğ eden Resûl, Müslümanların her işinde rehber olmuştur. Fakat Kur’ân, özellikle Nebi (sallallahü aleyhi ve sellem)e ulvi bir cihetten rehber olmuştur. Bu yüzden Resûl'e hitap ederken âyetin ***** ile gelmesi uygun düşmüştür. Resûlüllah'a gelen hitapta ekseriya ***** Müslümanlara ise ***** harfi cerri kullanılmıştır.
***** «..Bunlar Allah'ın sınırlarıdır. Bunlara yaklaşmayın..» (Bakara, 187.) âyeti ile ***** (Bakara, 229.) âyeti de bu kabildendir.
Birinci âyet, bazı nehiyler akabinde geldiğinden, bu nehiylere yaklaşmanın yasaklanması uygun düşmüştür. İkinci âyet ise, bazı emirlerden sonra geldiğinden, bunlara uymak şartıyla yerine getirilmesi uygun düşmüştür.
***** «Sana kitabı indirdi..» (Âl-i İmrân, 3.) âyeti ile, aynı âyetin devamı olan ***** «..Tevrat ve İncil'i indirmişti..» âyeti, buna ayrı bir misaldir. Birinci âyette Kur’ân, âyet âyet nâzil olduğundan, Tevrat ve İncil'in aksine, tekrarı ifade eden ***** fiiliyle gelmesi uygun düşmüştür. Tevrat ve İncil, Kur’ân'a nazaran bir defada toptan nâzil olan Kitaplardır.
***** «..Fakirlik korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin.» (Enam, 151.) âyeti ile ***** açlık korkusuyla (İsrâ, 31.) âyeti bu kabildendir. Birinci âyette hitap, gerçek fakirleredir. Fakirliğinizden dolayı onları öldürmeyiniz, mânasındadır. Âyetin akabinde ***** (sizi biz rızıklandırırız), yani fakirliğinizi giderecek miktarda rızkı biz veririz ifadesi ile ***** yani, hepinizi biz rızıklandırırız, ifadesi uygun düşmüştür. İkinci âyetteki hitap; çocuklar yüzünden hasıl olacak fakirlik korkusundan dolayı, zenginleredir. Bu mânadan dolayı â-yetin ***** «Onları da sizi de biz besliyoruz.» (İsrâ, 31.) şeklinde gelmesi uygun düşmüştür.
***** «..Allah'a sığın çünkü O işitendir, bilendir.» (Araf, 200.) âyeti ile ***** «Allah'a sığın çünkü O, işitendir, bilendir.» (Fussilet, 36.) âyetinde benzerlik vardır. İbn-i Cemaa bu konuda şöyle der: Araf âyeti önce, Fussilet âyeti sonra nâzil olmuştur. Sonradan nâzil olanın harfi tarif ile gelmesi uygun düşmüştür. Buna göre âyetin mânası; şeytanın aldatması sırasında, işiten ve herşeyi bilen Allah'ın, ikinci âyettekinin aynısı olduğu şeklindedir.
***** «Münafık erkekler ve münafık kadınlar birbirlerinin dostlarıdır..» (Tevbe, 67.) âyeti ile Mü’minler hakkında ***** «..birbirinin dostudurlar..» (Tevbe, 71.) âyeti, Kâfirler hakkında da ***** «Kâfirler birbirinin dostudur..» âyeti buna ayrı bir misaldir. Çünkü münafıklar, belirli bir din ve şeriat üzere birbirlerine yardımcı olmazlar. Bunların Bazıları Yahudi, Bazıları da müşriktir. Âyetteki ***** sözü, şüphe ve nifakta onlara işaret eder. Mü’minler ise İslam dini üzere arala-rında yardımlaşırken, münafıkların hilafına küfrünü ilan eden Kâfirler de birbirlerine destek olur ve yardım ederler. Onların bu yönü ***** «Sen onları toplu sanırsın, oysa onların kalpleri dağınıktır.» (Haşr, 14.) âyetinde ifade edilmiştir.
Yukarıdan beri verilen misaller, bu mevzuu aydınlatan misallerdir. Bunların bir kısmı Takdim-Tehir, bir kısmı Fevasıl, bir kısmı da diğer bölümlerde geçmiştir.