9 - ESBÂBU'N-NUZÛL
Bu konuda başta Buhârî'nin hocası Aliyyu'bnu'l-Medenî olmak üzere Bazı ulema, eser vermişlerdir. Aralarında en meşhuru, teferruatlı olması bakımından Vâhidî'nin kitabıdır. Ca'berî, herhangi bir ilâvede bulunmadan senedlerini hazfederek bu eseri ihtisar etmiştir. Şeyhulislâm Ebû'l-Fadl b. Hacer de aynı konuda bir eser yazmış, ancak vefatı dolayısıyla müsvedde halinde kalmıştır. Bu yüzden tamamını elde edemedik. Ben de sebeb-i nüzûl hakkında zengin muhtevalı, özlü aynı konuda benzeri telif edilememiş bir kitab yazdım; adına «Lübâbu'n-Nukûl fi Esbâbi'n-Nuzûl» koydum.
1. Kur’ân'ın Nüzûl Şekli
342 Ca'berî: Kur’ân'nın nüzûlü ikiye ayrılır. Bir kısmı herhangi bir sebebe dayanmaksızın kendiliğinden; diğeri ise bir olay veya bir soru akabinde inmiş olmasıdır. Bu sonuncusu da kendi arasında bazı konulara ayrılır. Bazıları konuyu, tarihi seyir içinde cereyan etmesinden dolayı faydasız olduğuna inanırlar. Bu düşünce hataladır. Bilakis faydaları pek çoktur. Bunları şöyle sıralayabiliriz:
a- Hükmün teşriine götüren sebebler bilinir.
b- Hüküm çıkarmada sebebin husûsiliğini gözönünde tutanlara göre, kendisi ile hüküm tahsis olunur.
c- Âyetin lâfzı genel olabilir, bazı deliller bunu tahsis eder. Şayet sebeb bilinirse, âyetin zâhiri manası dışında tahsis ortaya çıkar. Âyetin genel manasına sebebin girmesi, kesinlik kazandırır. Bunun içtihadla çıkartılması, Kadı Ebû Bekr'in «e t- T a k r i b» adlı eserinde icmaya dayanarak belirttiği gibi, memnûdur. Bunu şâz kabul edene iltifat edilmez, aksi takdirde cevaz verilmiş olur.
d- Âyetin manası daha iyi kavranır. Zorluklar ortadan kalkar. Vâhidî: «Âyetin nüzûlü ve kıssasına vâkıf olmadan tefsirini yapmak mümkün değildir» der. İbn-i Dakiki'l-îd ise: Nüzûl sebebinin bilinmesi, Kur’ân'nın manasını anlamada en kuvvetli yoldur, der. İbn-i Teymiyye de: Sebeb-i nüzûlün bilinmesi, âyeti anla
mada yardımcı olur. Çünki sebebin bilinmesi, müsebbebin bilinmesini sağlar, der.
Mervân İbn-i Hakem ***** «O ettiklerine sevinen, yapmadıkları şeylerle övülmeyi sevenlerin, -onacaklarını- sanma!» (Âli İmrân 188.) âyetinin mânasını kavramada güçlük çekerdi. Şayet, kendisine verilenle sevinen, yapmadığı bir şeyle övülmesini isteyen herkes azab görürse, hepimiz azab görürüz şeklinde mâna verir. Fakat İbn-i Abbâs âyetin ehli kitap hakkında nâzil olduğunu, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) kendilerinden bir konuda bilgi almak istediğinde bildiklerini O'ndan gizledikleri, yanıltıcı bilgiye başvurdukları verdikleri cevabın soruya uygun olduğunu gösterdikleri, bununla Resûlüllah'dan iltifat bekledikleri şeklinde açıklama getirince, Mervan'ın karşılaştığı zorluk çözülmüş oldu. Bu rivâyeti, Buhârî ve Müslim naklederler.
Osman İbn-i Maz'un ve Amr İbn-i Ma'dikereb'in şöyle dedikleri rivâyet edilir: ***** «İnanıp iyi iş yapanlara... önce yediklerinden ötürü bir günah yoktur...» (Mâide, 93.) âyetine göre, içki mübahtır. Eğer bunlar, âyetin sebeb-i nüzûlünü bilselerdi böyle konuşmazlardı. İçki haram edilince Bazıları: Allah yolunda savaşıp ölenler, haram edilen içkiyi içerlerdi. Bunların durumu ne olacaktır? demişlerdi. Âyet, bunun üzerine nâzil olmuştur. Bunu, Ahmed b. Hanbel, Nesâî ve diğerleri rivâyet etmiştir.
***** Adetten kesilen kadınlarınızın -bekleme sürelerin den- şüphe ederseniz bilin ki- onların bekleme süreleri üç aydır...» (Talak, 4.) âyeti de buna ayrı bir misaldir. Ayette geçen şart edatı, bazı fukahayı müşkil duruma sokmuştur. Şöyle ki, Zâhiriye uleması: Ay hâli görmeyen, hayızdan kesilmiş yaşlı kadınlar için iddet yoktur, demişlerdir. Halbuki bunu âyetin sebeb-i nüzûlü açıklamıştır. Bakara sûresinin kadınların iddetleri hakkındaki âyeti inince, Bazı ulema küçük ve ileri yaştaki kadınlann iddeti zikredilmeden kaldı, dediler. Bu âyet bu sözlere açıklama getirmek üzere nâzil olmuştur. Bunu Hâkim, Ubeyy'den rivâyet etmiştir. Böylece âyet, iddetle ilgili olarak hükümleri bilinmiyen kadınlara hitap etmiş; acaba diğerleri gibi olanlar da Bakara sûresinde zikri geçen kadınlar gibi iddete tabi tutulacaklar mıdır, yoksa tutulmayacaklar mıdır? şeklindeki endişeyi kaldırmıştır. Âyetteki, henüz âdetini görmemiş bulunanların iddeti nasıl olacak diye müşküle karşılaştığınızda, işte onlar hakkındaki hüküm budur, demektir.
Gene bir misal de: ***** «...Nereye dönerseniz Allah'ın yüzü -zatı- oradadır...» (Bakara, 115.) âyetidir. Lâfzın ifadesine göre: Namaz kılan kişinin seferde olsun, hazerde'olsun, kıbleye dönme mecburiyeti olmadığını kabul edecek olursak, icmâın hilafına hareket etmiş oluruz. Bu âyetin nüzûl sebebi bilinince bunun, seferde kılınan nafile namazı, ya da ictihadla namaz kılan hakkında olduğu, bu konudaki değişik rivâyetlere rağmen, hata ettiği anlaşılır.
Konu ile ilgili başka bir misal de: ***** (Safa ile Merve Allah'ın nişanlarındandır..) (Bakara, 158) âyetidir. Âyetin zâhiri mânası, sa'yin farz olmasını gerektirmez. Bazıları buna dayanarak, sa'yin farz olmadığı görüşünü ileri sürmüşlerdir. Hazret-i Âişe, âyeti bu şekilde anlayan Urve'ye sebeb-i nüzûlünü hatırlatarak cevap vermiştir. Gerçekte Sahâbe-i Kirâm sa'yin cahiliye adetlerinden olduğunu kabul ederek günaha girdiklerini sanmışlardı. Âyet bunun üzerine nâzil olmuştu.
Şu misal de, sebeb-i nüzûl bilinince, hasr tevehhümünün kalktığını gösterir. Şafiî hazretleri:***** (De ki: Bana vahyolunanda... haram edilmiş bir şey bulamıyorum...) (En'am, 145) âyetine şu mânayı vermiştir: Kâfirler, Allah'ın haram kıldıklarını helâl, helâl kıldıklarını haram kabul ederek Allah'ın koyduğu sınırları aşmışlardı. Âyet, iddialarının zıddına nâzil olmuştur. Çünkü Allah, şöyle demek istemiştir: Helâl, ancak haram kıldıklarınız;haram ise, helâl kıldıklarınızdır. Bu tıpkı; bugün tatlı yeme, diyen kişiye karşı, bugün tatlıdan başka bir şey yemem, demek gibidir. Âyetteki gaye, Allah'ın emrine karşı geldiklerini göstermektir; nefiy değildir, hakikati belirtmektir. Allahu Teâlâ sanki şöyle buyurmuştur: Sizin helâl kıldığınız ölü eti, kan, domuz eti ve Allah'tan başkası adına kesilen hayvanlar dışında haram yoktur. Cenabı Hak bu âyetiyle sayılanların dışında her şeyin helâl olduğunu kasdetmiyor. Çünkü maksat, helâl olanların değil, haramın isbat edilmesidir.
İmâm-ı Harameyn: Bu cevap gayet güzel bir cevaptır. Eğer Şâfiî bu açıklamayı getirmeseydi, İmâm Mâlik'in haram kılınan şeyleri, âyette zikredildiği gibi hasretmesine, muhalefet edemiyecektik, der.
Bu konuda son misalimiz de; âyetin kimin hakkında indiğini bilmek, mübhemi belirlemekle ilgilidir. Mervân Hazret-i Âişe'nin kendisine, sebebi nüzûlünü açıklayıncaya kadar***** (...yazıklar olsun size...) (Ahkâf, 17.) âyetinin ebeveynine karşı gelen AbdurRahmân b. Ebî Bekr hakkında nâzil olduğunu zannediyordu.
2. Sebebi Nüzûlde Lâfzın Umumî Oluşu
353 Usûl ulemâsı âyetlerde önemli olan, lâfzın umûmiliği mi, yoksa sebebin hususiliği midir konusunda ihtilaf etmişlerdir. Bize göre en doğru olan, lâfzın umumiliğidir. Çünkü bir çok âyetler belli sebepler için inmiştir. Halbuki usûl uleması nüzûl sebepleri dışına çıkarak, âyetlerin umûmi mana ifade ettiklerinde ittifak etmişlerdir. Meselâ: Zihar âyeti Seleme b. Sahr; lian âyeti Hilâl b. Umeyye, kazif âyeti Hazret-i Âişe'ye iftira edenler hakkında nâzil olmuştur, sonra umuma teşmil edilmiştir. Lâfzın umumîliğini dikkate almayanlar, bu ve benzeri âyetler bir başka delilden dolayı hususilikten çıkıp, umumi mânaya hamledilmişlerdir, derler. Nitekim bazı âyetler hakkında bir delil bulunmasından dolayı, iniş sebeblerine ittifakla bağlı kalmışlardır. Zemahşerî, Hümeze sûresinde birinci âyetin sebeb-i nüzûlünü verdikten sonra: «Âyette belirtilen o çirkin işi işleyen herkese şâmil olduğudur. Ta'riz yoluyla hükmünü icra ettiği için sebebin hususi, cezanın ise umûmî olması câizdir,» demiştir.
Bu konuda şunu ilâve ederim: Lâfzın umûmi mânada olmasının delillerinden biri, sahâbe ve diğerlerinin bazı olaylarda hususi sebeblere mebni inen âyetleri umumi mânada delil olarak kullandıkları görülmüştür. İbn-i Cerîr: Muhammed b. Ebî Ma'şer'den, o da Ebû Ma'şer Necih'den rivâyet ettiğine göre; Ebû Ma'şer'in-Necih: Saîd el-Makburi ile Muhammed b. Ka'bi'l-Kurazi konuşurken Said'in: Allah'ın indirdiği bazı Kitab'larda; Allah'ın öyle kulları vardır ki, dilleri baldan daha tatlı, kalpleri sabır otundan daha acı, giydikleri elbise koyun tüyünden daha yumuşaktır. Bunlar dünyayı âhirete tercih etmişlerdir, dediğini duydum diye ilâve eder. Bunun üzerine Muhammed b. Ka'b: Bu söz Kur’ân-ı Kerim'de: ***** (İnsanlardan öylesi var ki, dünya hayatına dair sözü, hoşuna gider...) (Bakara, 204.) âyetinde mevcuttur, demiştir. Saîd bu âyetin kimin hakkında nâzil olduğunu biliyor musun diye sorduğunda Muhammed b. Ka'b; âyet bir kimse hakkında nâzil oldu, sonra mânası umuma teşmil edildi, demiştir.
İbn-i Abbâs: ***** (O ettiklerine sevinenlerin -onacaklarını sanma..) Âl-i İmran, 188.) âyetinin umûmiliğini dikkate almadan,ehl-i kitabın bir kıssası hakkında inmiş olmasından dolayı âyetin mânasını hasretmiştir, diye sorarsan buna şu cevabı veririm: Bu âyetin iniş sebebinden daha umumi olduğunu İbn-i Abbâs biliyordu; fakat o, lafızla muradın hususi olduğunu açıklamıştır. Bunun bir benzeri Resûlüllah'ın ***** (...imanlarına zulmü (şirki) karıştırmayanlar...) (En'am, 82.) âyetinde geçen «Zulüm» kelimesini ***** (...çünkü şirk, büyük bir zulümdür...) (Lokman, 13.) âyetini dikkate alarak «Şirk»le tefsir etmesidir. Halbuki Ashâbı Kirâm zulmü mutlak mânada kabul ederek bu âyeti umumi mânada almışlardı.
İbn-i Abbâs'dan, umuma itibar ettiğine dair öncekinden farklı bir rivâyet vardır. Bu rivâyetinde o, hırsızlık yapan bir kadın hakkında nâzil olan Mâide sûresinin 38. âyetini umumi mânada almıştır. İbn-i Ebî Hâtim, Aliyy'ubnu Huseynden, o Muhammed b. Ebî Hammad'dan, o Ebû Sumeyle b. Abdilmu'min'den, o da Necdetu'l-Hanefî'den şunu rivâyet etmiştir: İbn-i Abbâs'dan ***** ***** (Hırsızlık eden erkek ve kadının .... ellerini kesin...) (Mâide, 38.) âyeti hususi midir, yoksa umumi mânada mıdır? diye sormuştum. Bana cevap olarak umumidir, demişti.
356 İbn-i Teymiyye bu konuda şu açıklamada bulunur: Tâbir olarak çoğunlukla kullanılan söz: ***** «Bu âyet şu konuda indi.» şeklinde ifade edilir. Buna misal; Sâbit b. Kays'ın zevcesi hakkında nâzil olan zıhar âyeti; Câbir b. Abdullah hakkında nâzil olan kelâle âyeti; Beni Kurayza ve Nadir hakkında nâzil olan: ***** (Aralarında... hükmet...) (Mâide, 49.)âyetidir.
Bu tabirin bir benzeri de, Mekke'deki müşrikler, yahut Yahudi ve Hiristiyanlar veya Mü'minlerden bir kısmı hakkında kullanılmak üzere: » ***** ***** «Bu hüküm, Mekke müşriklerinden bir grup hakkında inmiştir, veya Yahudi ve Hiristiyanlardan bir grup hakkında, veya Mü'minlerden bir cemaat hakkında inmiştir.» tabirini getirmeleridir. Bu ifadeyi kullananlar âyetteki hükmün sadece bunlara ait olduğunu kastetmezler. Çünkü bunu kesinlikle ne bir Müslüman, ne aklı başında olan bir kimse söyler.
Ulema her ne kadar belirli sebeb için inen âyetin umumiliği hakkında, nüzûl sebebine tahsis edilip edilmeyeceğini tartışmışlarsa da , hiçbiri Kur’ân ve Sünnetin umumiliği belirli kişiye tahsis edilir, dememişlerdir. Bu konuda söylenebilecek tek söz, âyetin şahsın kişiliğine ait olması, benzerlerine teşmil edilmesidir. Âyetteki umumilik, lâfza göre değildir. Belirli bir sebebi olan âyet, emir veya nehiy ifade ediyorsa bu, hakkında âyet inen kişi ile onun durumunda olan kişileri içine alır. Şayet, âyetin medih veya zemme işaret eden yönü varsa, bu da hakkında âyet inen kişi ile, onun durumunda olan kişileri içine alır.
3- Tahsisi Mânada İnen Âyetler
357 Buraya kadar, lâfzında umumilik taşıyan âyetlerle ilgili meseleler hakkında bilgi verdik. Ancak, lâfzında umumilik olmayıp belirli bir konuda inen âyetler, kesinlikle indiği kimseye tahsis edilir. Mesela; ***** (Ondan uzak tutulur; en çok korunan. O ki malını vererek arınır.) (Leyl, 17. ve 18.) âyetleri icmâen Ebûbekr'is-Sıddîk hakkında inmiştir. Fahruddin Razi bu âyetle, ***** (...Allah'a göre sizin en değerliniz en çok korunanızdır...) (Hucurât, 13.) âyetine dayanarak, Hazret-i Ebûbekr'in Resûlüllahdan (sallallahü aleyhi ve sellem) sonra, insanların faziletlisi olduğunu ileri sürer.
Hazret-i Ebûbekr hakkında inen bu âyetin umumi mânada olduğunu zanneden Bazı ulema, bu husustaki genel kaideye uyarak, Hazret-i Ebûbekr gibi amel eden herkese bunu teşmil etmekle, vehme düşmüşlerdir. Bu, doğru değildir. Çünkü bu âyette umumilik siğası yoktur. Lâm-ı ta'rifin umumiliği ancak, ismi-i mevsul veya cemi sigasında ma'rife olursa gerçekleşir. Bazıları buna, buradaki belirlilik vasfı (ahd) bulunmaksızın, müfred olmasını da ilâve ederler. Leyl sûresinin 17. âyetindeki «el-etkâ» kelimesinde mevcut lâm-ı ta'rif, ism-i mevsul değildir. Çünkü ismi mevsul mânasında olan elif lâm'a ism-i tafdil, icmâen sıla cümlesi olamaz. el-Etkâ kelimesi cemi değil, müfrettir. Bu kelimenin bir başkasından temyizi, müşareketin kaldırılması bakımından ism-i tafdîl sigasıyle gelmesi, özellikle ahd'in mevcut olduğunu gösterir. Böylece âyetteki umumilik iddiası kalkar, âyetin Hazret-i Ebûbekr hakkında nâzil olduğu kesinlik kazanır.
4- Sebebin Hususi Lâfzın Umumiliği
358 Daha önce söylediğimiz gibi, sebebin hususilik şekli, lâfzın umumiliğine kesinlikle dahildir. Bazı âyetler, belli sebeplere bağlı olarak iner. Bu âyetler, Kur’ân'ın nazmına ve siyakın güzelliğine uyarak, umumi mânaya kesinlikle dahil olması bakımından, sebebin şekline yakın olur. Nitekim, es-Subkî bunu sebebe bağlı olanlarla, bunun dışında kalanlar arasında bir derece kabul eder. Bunun misali; ***** Kendilerine kitaptan bir pay verilenleri görmedin mi? (Baksana onlar) gayb habercilerine ve Tâgûtî düzenlere inanırlar… (Nisa, 51.) âyetidir. Bu âyet, Yahudi ulemasından Ka'b b. Eşref ve benzerlerine işaret etmektedir. Bunlar Mekke'ye gelirlerken Bedir'de katlolunan müşrik ölülerini görmüşler; bunun üzerine öc almak ve Resûlüllah'a karşı savaş açmak için müşrikleri harbe kışkırtmışlardı. Müşrikler, Yahudi heyetine: Muhammed ve Eshâbı mı doğru yoldadır, yoksa biz mi? diye bir soru sordular. Yahudiler, kitaplarında Hazret-i Peygambere ait vasıfları çok iyi bilirlerdi. Hem bu bilgilerini saklamayacaklarına dair kendilerinden kesin söz de alınmıştı. Buna rağmen müşriklere şöyle cevab verdiler: Doğru olan sizin yolunuzdur.
Kitaplarında geçen Hazret-i Peygamber hakkındaki bu haber, uhdelerinde bir emanetti. Peygambere (sallallahü aleyhi ve sellem) karşı hasetlerinden ötürü kâfirlere, doğru yolda olan sizlersiniz, demekle, verdikleri sözü yerine getirmemişlerdir. Yukarıda misal olarak verilen Nisa sûresinin 51. âyeti emir ifade eden vaîd sözü karşılığında Kitab'larında vasfedildiği gibi, Resûlüllah'ın afatını beyan eden emanetin edasını da ihtiva eder.
Bu da emaneti eda bakımından aynı sûrenin ***** ***** (Allah size emanetleri ehline vermenizi emreder...) (58.) âyetiyle münasip düşmektedir. Bu âyet, her emaneti içine alan umumi mânadadır. Önceki âyet ise, belirli bir emanet için hususi mânadadır, işte bu emanet yukarıda zikredildiği gibi, Resûlüllah'ın sıfatıdır. Burada umumi olan ikinci âyet, hususi mânada olan birinci âyetten Mushaf'taki sırası bakımından sonra gelmektedir. Fakat nüzûl bakımından, biri diğerinden daha sonra inmiştir. İki âyet arasındaki münasebet, hususi olanın umumi olana, dahil olmasını gerektirir. Bu yüzden İbn-i Arabi, Tefsir'inde: Âyetin işaret etmek istediği mâna, ehli kitabın, Peygamber'in sıfatını gizlemeleri, müşrikler daha doğru yoldadır, demelerinin, bir hıyanetlik olduğunu haber vermesidir. Böylece söz, bütün emanetlerin zikrine müncer olmuştur, der.
359 Bazı ulema şöyle demiştir: Her iki âyetin nüzûlü arasında altı senelik bir zaman geçtiği vârid olmamıştır. Çünkü zaman, âyetler arasındaki münasebetler için değil, sebebi nüzûl için şarttır. Münasebetten kasıt, âyetin uygun olan yerine konmasıdır. Halbuki âyetler belli sebeblere göre iner. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) de bunları, Allah'ın kendisine bildirdiği belli yerlere konmasını emrederdi
Vâhidî «Esbâbu'n-Nuzû l»ünde şöyle der: Âyetlerin sebebi nüzûlü hakkında söylenecek söz; ancak duymaya ve rivâyete dayanırsa doğrudur. Bu da vahye şahid olan, sebebleri bilen, bu ilme ehil olandan duymak ve nakletmekle gerçekleşir. Muhammed b. Sîrîn: Ubeyde'ye bir âyetin sebebi nüzûlünden sordum. Bana: Allah'dan kork, gerçeği söyle. Âyetlerin kimin hakkında indiğini bilenler kalmadı, demiştir.
Bir başkası da şöyle der: Âyetin sebebini bilmek, Ashâb-ı Kirâma ait bir durumdur. Onlar bunu, cereyan eden olaylarla bilirlerdi. Hatta, Bazıları bilmiyorsa: Bu âyet şu hususta indiğini sanırım, derlerdi. Nitekim Kütübü Sitte imamları, Abdullah b. Zübeyr'in şöyle dediğini nakletmişlerdir: Zübeyr, ensardan biri ile taşlı bir arazide bulunan su kanalı • hakkında aralarında anlaşmazlık çıkınca, Resûlüllah'a müracaat ederler. Resûlüllah onlara: Ya Zübeyr, önce sula, sonra da suyu komşuna salıver, buyurdu. Bunun üzerine Ensârî: Ya Resûlallah, bu öncelik onun, sizin halanızın oğlu olmasından mı ileri geliyor, deyince Resûlüllah'ın rengi değişti. Zübeyr: ***** (Hayır, Rabbin hakkı için onlar aralarında çıkan çekişmeli işlerde seni hakem yapmadıkça... îman etmiş olamazlar.) (Nisa, 65.) âyetinin bu olay üzerine indiğini sanırım, demiştir.
362 Hâkim, «U l û m i' l - H a d i s»inde: Kur’ânın nüzûlüne şahit olan bir sahabî, şu âyet şu konuda nâzil oldu, derse onun bu sözü «musned» hadis olarak kabul edilir, der. İbn-i Salâh ve diğer muhaddisin bu yoldan hareket ederek, Müslim'in Câbir'den rivâyet ettiği şu haberi örnek gösterirler. Yahudiler erkek karısına arkadan yaklaşırsa, doğacak çocuk şaşı olur, derlerdi. Bunun üzerine: ***** (Kadınlarınız, ekin tarlanızdır...) (Bakara, 223.) âyeti nâzil olmuştur.
İbn-i Teymiyye: ***** «Bu âyet şu konuda indi.» sözüyle, bazen âyetin sebebi nüzûlü, sebeb yoksa bu âyetin mânasına dahil olan tefsiri kastedilir. Bu aynen, bu âyetten şu kastedilir, sözü gibidir. Ulema Sahâbe'nin: ***** «Bu âyet şu konuda nâzil oldu,» sözüyle ilgili olarak bunun, gerçekten sebeb-i nuzûlü zikredilen gibi «musned» hadis yerine geçer mi, yoksa musned hadis olmayan tefsiri bir mâna mıdır, diye ithitilaf etmiştir. Buhârî, Sahâbe kavlinini musned kabul eder. Diğerleri, Buhârî'nin bu görüşüne katılmazlar. Ahmed b. Hanbel ve diğerlerinin Musnedi gibi, çoğu Müsnedler, bu ıstılâhı benimsemişlerdir. Şu kadar var ki, olayın akabinde, âyetin nâzil olduğu bir sebeb zikredilirse, bütün hadîs uleması bunu, Musnedlerine almışlardır.
364 Zerkeşî «e l - B u r h â n»ında şöyle der: Sahâbe ve Tâbiûn âdetlerinde görüldüğü gibi aralarından biri: ... ***** «şu âyet bu konuda inmiştir» dediğinde, bu sözüyle âyetin sebeb-i nüzûlünü değil, ihtiva ettiği hükmü kastederler. Bu da, vâki olanı nakletmek değil, hükmün doğruluğunu, âyetle demlendirmektedir.
Burada şu hususu ilâve etmek isterim: Âyetin olayın vukû bulduğu sırada inmediği, esbab-ı nüzûl kitaplarında mevcut ise, Vâhidî'nin Fil sûresine, nüzûl sebebi olarak Habeş ordusunun Kabe'ye hücumunu göstermesi, gerçeğe aykırı düşer. Çünkü bu olay, hiçbir şekilde, sûrenin nüzûlüne sebeb değildir; aksine o, Nûh, Âd, Semûd kavimleri ile Kabe'nin bina edilişi gibi, geçmiş olayların naklîdir. Keza; ***** «...Allah İbrahim'i (a.s)ı dost edindi.» (Nisa. 125.) âyetinde, Allahu Tealânın Hazret-i ibrahim'i dost edinmesi, açıkça görüldüğü gibi, bu âyetin nüzûlüne sebeb değildir.
Tenbih
Şurası da gözden kaçmamalıdır ki yukarıda geçen Sahâbî sözünün «musned» kabul edildiği gibi, Tâbiûn sözü de merfû rivâyet kabul edilmektedir. Ancak bu haber «mursel» haberdir. Şayet sened sahih olur, haber Mucahid, İkrime ve Saîd b. Cübeyr gibi müfessirler tarafından nakledilir, ya da diğer bir mürsel haberle desteklenirse, kabul edilir.
5- Sebebi Nüzûlü Birden Fazla Olan Âyetlerde Takip Edilecek Usul
367 Müfessirler çoğu zaman, bir âyetin nüzûlü için birden fazla sebeb zikrederler. Buna güvenmenin şekli, mevcut ibareye bakmaktır.
a- Şayet bir müfessir sebeb-i nüzûlü ***** «şu konuda indi» ibaresiyle, diğeri de başka bir şey ilâve ederek aynı ibareyi kullanırsa, yukarıda geçtiği bundan, âyetin nüzûl sebebi değil, tefsiri murad edilir. İleride 78. Bölüm'de görüleceği gibi, âyetin lâfzı nüzûl sebebi ile tefsirini içine alıyorsa, iki müfessirin sözü arasında çelişki yoktur.
b- Şayet müfessirlerden biri: ***** «şu konuda nâzil oldu» der, diğeri de onun ileri sürdüğü sebebin aksine açık bir sebeb ileri sürerse, itimada şayan olan bu ikincisidir; diğerinin sözü ise istinbattır. Bunun bir örneğini Buhârî, İbn-i Ömer'den rivâyet etmiş (Bakara, 223.): ***** âyetini kadınlara arkadan yaklaşma konusunda nâzil oldu, demiştir. Yukarıda geçtiği gibi Câbir, bunun hilâfına, âyetin nüzûl sebebini açıkça belirtmişti. İtimada şayan olan Câbir'in rivâyetidir. Çünkü O'nun rivâyeti nakil, İbn-i Ömer'inki ise istinbattır. İbn-i Abbâs, İbn-i Ömer'in sözünde şüpheye düşmüş, Ebû Dâvud ve Hâkim'in rivâyetleri gibi Câbir'in haberine benzer bir rivâyette bulunmuştur.
c- Şayet müfessirlerden biri bir sebeb, diğeri başka bir sebeb zikreder; birinin isnadı sahih diğerinin isnadı sahih olmazsa, sahih senedli olana itibar edilir. Bunun misali, Buhârî ve Müslim ile diğerlerinin Cundeb'den yaptıkları rivâyettir. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) rahatsızlığından ötürü bir veya iki gece ibadete kalkamayınca, bir kadın gelerek: Ya Muhammed, galiba şeytanın seni reddetti, dedi. Bunun üzerine: ***** «Kuşluk vaktine andolsun, durgunlaştığı zaman geceye andolsun ki, Rabbin seni bırakmadı ve sana darılmadı.» (Duhâ, 1-3) âyetleri nâzil oldu.
369 Taberânî ve İbn-i Ebî Şeybe, Hafs b. Meysere'den, o annesinden, annesi de annesinden rivâyet ettiğine göre kadın, Resûlüllah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) hizmetinde idi. Resûlüllah'ın evine bir köpek yavrusu girmiş, divanın altına sığınıp orada ölmüştü. Bu arada, ardı ardına dört gün Resûlüllah'a vahiy gelmedi. Resûlüllah Havle'ye: Evimde ne var ki, Cebrâil bana gelmez oldu? diye sorunca kadın, kendi kendine: Acaba evi derleyip toplayıp süpürsem mi? diye sordu. Süpürge ile divanın altını temizlerken ölü yavruyu çıkarttı. O sırada Resûlüllah titreyerek geldi; vahy inerken O'nu titreme alırdı. Duhâ sûresinin ilk beş âyeti nâzil oldu.
İbn-i Hacer «Buhârî Şerh»inde: Cebrâil aleyhisselâm'ın köpek yavrusu sebebiyle gecikmesi olayı meşhurdur. Fakat, bunu âyette nüzûl sebebi olarak göstermek garibdir, isnadında bilinmiyen râviler vardır, itimada şayan olan, Buhârî metnindeki geçen şeklidir.
Bununla ilgili diğer bir misal de, İbn-i Cerîr ve İbn-i Ebî Hâtim'in Ali b. Ebî Talha tarikiyle İbn-i Abbâs'dan yaptıkları şu rivâyetleri: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Medine'ye hicret ettiğinde Cenâb-ı Hak O'na Beytu'l-Makdis'i kıble edinmesini emretti. Bunu duyan Yahudiler sevindiler. Resûlüllah on ayı aşan bir zaman ibadetlerinde Beytu'l-Makdis'e yöneldi. Ancak içinden Hazret-i İbrahim'in kıblesini istiyor, gözlerini göğe dikerek Allah'a duada bulunuyordu. Bu duası sonunda
Allahu Teâlâ: ***** «...yüzünüzü o yana çevirin ki...» (Bakara, 150.) âyetini inzal buyurdu. Yahudiler âyetin nüzûlünü duyunca endişelendiler: Onlar, yöneldikleri kıblelerini niye değiştirdiler? deyince, Allahu Tealâ aynı sûrenin ***** «Doğu da batı da Allah'ındır. Nereye dönerseniz Allah'ın yüzü (zatı) oradadır.» (Bakara, 115.) âyetini indirdi.
372 Hâkim ve diğerleri, İbn-i Ömer'in şöyle dediğini rivâyet ederler: Bakara sûresinin 115. âyeti nâfile namazlarında bindiğin vasıta hangi yöne yönelmişse o tarafa doğru namaz kılman için inmiştir.
Tirmizî, Âmir b. Rabîa'dan rivâyet ederek, zayıflıkla nitelediği bir hadisinde şöyle der: Karanlık bir gecede yolculuk yapıyorduk. Kıblenin ne tarafta olduğunu bilemeyince, her birimiz bulunduğu yönde namazını kılmıştı. Sabah olunca bunu Resûlüllah'a anlattık. Âyet bunun üzerine nâzil oldu.
Dârekutni, hadisin benzerini zayıf bir senedle Câbir'den rivâyet etmiştir.
İbn-i Cerîr, Mücahid'in şöyle dediğini rivâyet eder:
(Mü'min, 60.) âyeti nâzil olunca, nereye dönerek dua edelim, dediler. Âyet bunun üzerine nâzil oldu. Bu haber mürseldir.
İbn-i Cerîr Katâde'den yaptığı bir diğer rivâyette şöyle dediğini nakleder: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir din kardeşiniz vefat etmiştir, onun için namaz kılınız, dedi. O zat, kıbleye doğru namaz kılmazdı, cevabını verdiklerinde bu âyet nâzil oldu. Bu haber mu'daldır, gerçekten garibdir.
İşte görüldüğü gibi, bir âyet hakkında beş farklı sebeb ileri sürülmüştür. Bunların en zayıf olanı mu'dal olması bakımından sonuncusudur. Mürsel olduğu için, sondan ikincisi râvilerinin zayıflığından dolayı üçüncüsüdür. İkinci rivâyet sahihtir. Fakat sebebi açıklanmadan: «Şu konuda indirildi» ifadesini kullanmıştır. Birinci rivâyetin isnadı sahih olduğu gibi, âyetin nüzûl sebebini açıkça belirttiği için itimada şayandır.
Bir başka misal de şudur:
377 İbn-i Merdeveyh, İbn-i Ebî Hâtim ve İbn-i İshak tarikiyle Muhammed b. Ebî Muhammed, o İkrime ve Saîd'den, İbn-i Abbâs'ın şöyle dediğini rivâyet eder: Umeyye b. Halef, Ebû Cehl b. Hişam ve bazı Kureyşliler Resûlüllah'a gelerek şöyle dediler: Ya Muhammed, gel sen bizim ilahlarımıza müsamaha göster, senin dinine girelim, dediler. Nebi (sallallahü aleyhi ve sellem) kavminin Müslüman olmasını candan istediğinden kendilerine yumuşak davrandı. Allahu Tealâ bunun üzerine ***** «Az daha onlar seni, sana vahyettiğimizden ayırarak ...fitneye düşüreceklerdi.» (İsrâ, 73.) ve müteakip âyetlerini indirdi.
İbn-i Merdeveyh, Avfî tarikiyle İbn-i Abbâs'ın şöyle dediğini rivâyet eder; Sakîf kabilesi Nebî'ye (sallallahü aleyhi ve sellem): ilahlarımızın hidayet bulması için, bize bir sene bir müddet ver. Eğer ilahlarımıza verilen hidayeti elde edersek onu korur, sonra Müslüman oluruz, dediler. Resûlüllah onlara istedikleri müddeti vermeye meyledince, isrâ sûresinin yukarıdaki âyetleri nâzil oldu. Bu rivâyete göre, âyetlerin Medine'de nâzil olması gerekir, İsnadı da zayıftır. Birinci rivâyete bakılırsa Mekke'de inmesi gerekir; isnadı ise hasendir. İsnadı hasen olan bu rivâyet, Ebû’ş-Şeyh'in Saîd b. Cübeyr'den yaptığı bir rivâyetle, sahih derecesine yükselmiştir. Böyle olması itimada şayandır.
d- Âyette birden fazla nüzûl sebebi zikredildiğinde dikkate alınan bir diğer husus şudur: Şayet her iki sened sıhhat bakımından eşit olursa, iki senedden birinin ravisi olayı bizzat görmüş veya tercihi gerektiren bir yönü varsa, bu tercih edilir. Buna misal; Buhârî'nin İbn-i Mesûd'dan yaptığı şu rivâyettir: Resûlüllah'la beraber elinde hurma dalı olduğu halde Medine'de yürürken, birkaç Yahudinin bulunduğu bir yerden geçiyorduk. Aralarından biri Nebi'ye (sallallahü aleyhi ve sellem): Bize rûhun ne olduğunu söyle, dediler. Resûlüllah bir saat kadar bekledikten sonra, başını kaldırdı. O'na vahiy geleceğini anladım. Vahiy gelince ruh hakkında inen: ***** «Sana ruhtan sorarlar. De ki: 'Ruh, Rabbi'min emrindendir. Size ilimden pek az bir şey verilmiştir. (İsrâ, 85.) âyetini okudu.
380 Tirmizî, İbn-i Abbâs'dan sahih olarak yaptığı bir rivâyette, İbn-i Abbâs'ın şöyle dediğini naklederler; Kureyşliler, Yahudilere: Bize bir şey söyleyin ki bunu Muhammed'e (sallallahü aleyhi ve sellem) soralım, dediler. Onlar da rûhun ne olduğunu sorun, karşılığını verdiler. Soruyu sorduklarında rûh âyeti nâzil oldu. Bu rivâyet, âyetin Mekke'de nâzil olmasını gerektirir. Halbuki birinci rivâyet, bunun hilafınadır. Buhârî'nin rivâyeti, diğerlerinden daha sahih olması, İbn-i Mesûd'un olayı bizzat yaşamasından dolayı, birinci rivâyet diğerlerine tercih edilir.
e- Âyetin yukarıdaki âyetlerde olduğu gibi olaylar sırasında zaman bakımından uzaklığı bilinmemesi halinde, mezkur iki veya daha fazla sebebden dolayı inmiş olması mümkündür. Nüzûl sebebi, buna hamledilir.
Buna misal; Buhârî'nin İkrime tarikiyle İbn-i Abbâs'dan yaptığı şu rivâyettir. Hilâl b. Umeyye, Resûl'ün (sallallahü aleyhi ve sellem) yanında zevcesini, Şureyk b. Sehmâ ile zinada bulunmakla suçladı. Resûlüllah: Ya isbat edersin, ya da iftira (kazif) cezasını yersin, buyurunca şöyle dedi: Ya Resûlallah, birimiz zevcesini bir başka erkekle görürse, buna delil mi arayacak? diye sormuştu. Bunun üzerine ***** ***** «eşlerine zina suçu atanlar..» âyetinden ***** «..eğer kocası doğrulardan ise...» âyetine kadarki âyetleri nâzil oldu (Nur, 6-9)
Buhârî ve Müslim, Sehl b. Sa'd'ın şöyle dediğini rivâyet ederler Uveymir, Asım b. Adiyy'e geldi ve şöyle dedi; Resûlüllah'a sor bakalım, bir erkek başka bir erkeği zevcesiyle birlikte görüp öldürürse, öldüren katledilir mi, yoksa ne yapılır? dedi. Asım, soruyu sorunca Resûlüllah soru sahibini kınadı. Asım bunu, Uveymir'e bildirdi. Uveymir; yemin ederim bizzat gidip Resûlüllah'a kendim soracağım, diyerek ayrıldı. Resûlüllah'a geldiğinde kendisine: Senin ve ailen hakkında âyet nâzil oldu, buyurdu.
Bu iki rivâyetin arası şöyle cemedilir. Olay ilk önce Hilâl'in başına gelmiştir. Uveymir'in Resûlüllah'a gidip konuşması da, aynı zamana tesadüf eder. Bu yüzden âyet, her ikisi hakkında nâzil olmuştur. Nevevî, bu görüşü benimser. Ondan önce Hatîbu'l-Bağdadî de aynı görüşü benimsemiş, belki de her iki Sahâbenin karşılaştığı olay, aynı anda olmuştur, demiştir.
383 Bezzâr, Huzeyfe'nin şöyle dediğini rivâyet eder: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Ebû Bekr'e: Ummi Rûman'ın yanında bir başka erkek görecek olsaydın, ona ne yapardın? diye sormuş, cevaben: Ona kötülük düşünürüm, demişti. Aynı soruyu Hazret-i Ömer'e yöneltince: Allah bu kadar aciz olana lanet etsin. Çünkü o, gerçekten habistir, cevabını almıştır. Âyet, bundan dolayı nâzil olmuştur.
İbn-i Hacer: Sebeblerin sayıca artmasında, bir beis yoktur, der.
f- Şayet iki senedi uzlaştırmak mümkün olmazsa, nüzûlün tekrarına hamledilir. Bunun misali; Buhârî ve Müslim'in, Müseyyeb'den yaptıkları şu rivâyettir. Museyyeb şöyle der: Ebû Talib, ölüm halindeyken Resûlüllah ziyaretine gitmişti. Ebû Talib'in yanında Ebû Cehil, Abdullah b. Ebî Umeyye bulunuyordu. Resûlüllah amcasına Amcacığım, «LÂ İLÂHE İLLALLAH» de ki, bunu Allah katında senin için bir delil yapayım, der. Bu sözü işiten Ebû Cehil ve Abdullah: Ya Ebâ Talib, Abdulmuttalibin dininden yüz mü çevireceksin, dediler. Bu sözü ona, Abdulmuttalib'in dinindenim, deyinceye kadar tekrarladılar. Bunun üzerine Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem): Yasaklanmadığım müddetçe senin için istiğfarda bulunacağım, dedi. Bunun üzerine: ***** «Akraba bile olsalar...müşrikler için mağfiret dilemek; ne Peygamberin ne de Mü’minlerin yapacağı iş değildir.» (Tevbe, 113.) âyeti nâzil oldu.
Tirmizî, hasen bir senedle Hazret-i Ali'den şöyle dediğini rivâyet eder: Bir kimsenin müşrik olan ebeveyni için istiğfarda bulunduğunu işittim. Ona: Müşrik olan ebeveynine istiğfarda mı bulunuyorsun? diye sorduğumda cevaben: Hazret-i İbrahim müşrik olan babasına istiğfar etmemiş miydi? der. Bu sözü Resûlüllaha nakledince, âyet nâzil oldu.
Hâkim ve diğerleri, İbn-i Mes'ud'un şöyle dediğini rivâyet ederler. Resûlüllah bir gün kabristana uğramıştı. Kabirlerden birinin yanında oturdu. Uzun bir duadan sonra ağladı. Yanında oturduğum kabir, annemin kabridir. Ona dua etmek için Rabbimden izin istedim, fakat Rabbim izin vermedi, deyince: ***** ***** «..müşrikler için mağfiret dilemek, ne peygamberin ne de müminlerin yapacağı bir iş değildir..» (Tevbe, 113.) âyeti nâzil oldu. Bu zikredilen hadisler arasını, âyetin nüzûlünü gerektiren olayın tekerrür etmesiyle uzlaştırabiliriz.
Bu konudaki başka bir misal de,.Beyhakî ve Bezzâr'ın Ebû Hüreyre'den rivâyet ettikleri şu hadisdir Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) işkence yapılarak şehid edilen Hazret-iHamza'nın başucunda durdu, senin yerine onlardan yetmiş kişiye işkence yaparak intikamını alacağım, buyurunca Cebrâil Nahl sûresinin ***** «Eğer bir topluluğa azab edecekseniz, size yapılan azabın eşiyle azabedin...» son üç âyetiyle indi.
389 Tirmizî ve Hâkim, Ubeyy'ubnu Ka'b'ın şöyle dediğini rivâyet ederler Uhud savaşında Ensâr'dan 64, Muhacirinden Hazret-i Hamza dahil, 6 kişi işkence ile öldürülünce Ensâr; Elimize bir gün fırsat geçerse, onların hepsini ok yağmuruna tutacağız, demişlerdi. Mekke'nin fethi günü gelince Allahu Taâla, Tevbe sûresinin âyetlerini indirdi.
Buradan anlaşılıyor ki âyetlerin nüzûlü, Mekke fethinde gerçekleşmiştir. Halbuki, bir önceki hadisde âyetin Uhud'da nâzil olduğu söylenmiştir.
İbnu'l-Hassar: Âyetler, hicretten önce Mekke'de, Nahl sûresiyle birlikte inmiştir. Allahü teâlâ kullarına hatırlatma bakımından, âyetleri ikinci defa Uhud'da, son olarak Mekke fethinde indirmiştir. İbn-i Kesir, rûh âyetini de bu kabilden saymıştır, der.
6- Nüzûl Sebeblerinde Kullanılan Tabirler
391 Bazan iki rivâyetten birinde:***** (okudu) sözü bulunabilir. Bu durumda râvi, âyetin indiğini kastederek: ***** (nâzil oldu) tabirini kullanır. Bunun misali; Tirmizî'nin sahih senedle İbn-i Abbâs'dan rivâyet ettiği şu haberdin İbn-i Abbâs şöyle der: Bir Yahudi Hazret-i Peygamber'e gelerek; Allah gökleri şöyle, yeryüzünü şöyle, dağları şöyle, diğer mahlûkatı da şöyle yaratsaydı ne olurdu? Buna ne dersin Ya Ebâ'l-Kâsım? diye sordu. Bunun üzerine ***** «Allah'ı gereği gibi takdir edemediler.» (En'am, 91.) âyeti nâzil oldu. Buhârî'deki hadis: Resûlüllah okudu, lâfzı ile zikredilmektedir. Doğru olan da budur, çünkü âyet Mekki'dir.
Buna bir diğer misal, Buhârî'nin Enes'den rivâyetidir. Enes şöyle der. Abdullah b. Selâm Resûlüllah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) geldiğini duyunca yanına koşar ve: Sana peygamberden başkasının bilemiyeceği üç soru sormak istiyorum, der. Bunlar; kıyametin ilk alâmeti nedir? Cennet ehlinin yiyeceği ilk yemek hangisidir? Doğan çocuk annesine mi, yoksa babasına mı çeker? sorulandır. Resûlüllah; Bunları bana Cebrâil az önce haber verdi, deyince Abdullah: Gerçekten Cebrâil mi haber verdi, diye sorar. Resûlüllah: Evet, buyurur. Abdullah: Cebrâil Yahudilerin düşmanı bir melektir, deyince Resûlüllah: ***** «...senin kalbine Kur'ân'ı indirdiği için, kim Cebrâîl'e düşman olursa...» (Bakara, 97.) âyetini okudu.
İbn-i Hacer, «Buhârî Şerh»inde bu hadisle ilgili şu açıklamayı getirir: Hadisin mânasına bakılırsa Resûlüllah âyeti, Yahudinin sözüne cevap olarak okumuştur. Bu da, âyetin o anda nâzil olmadığını gösterir. Doğru olan da budur. Âyetin, Abdullah b. Selâm'ın kıssası dışında bir kıssadan dolayı indiği de söylenebilir.
7- Birden Fazla Âyetin Bir Sebebi Olması
393 Önceden geçenlerin aksine, müteaddit âyetlerin nüzûlüne tek bir sebeb zikredilebilir. Bunda bir zorluk yoktur. Çünkü bir olayda, değişik sûrelerden çeşitli âyetler iner. Bunun misali; Tirmizî ve Hâkim'in Ümmü Seleme'den yaptıkları şu rivâyettir. Ümmü Seleme: Ya Resûlallah, hicretle ilgili olarak Allahü teâlâ'nın kadınlardan söz ettiğini hiç duymadım, diye yakınmıştı. Bunun üzerine ***** ***** «Rab'leri onlara karşılık verdi: 'Ben, hiçbir çalışanın işini zayi etmiyeceğim...» (Âli imran,195.) âyeti nâzil oldu.
Hâkim, Ümmü Seleme'den yaptığı bir başka rivâyettinde Ümmü Selemenin şöyle dediğini nakleder: Ya Resûlallah, erkeklerden söz ediyorsunda kadınları hiç katmıyorsun? diye sormuştu. Bunun üzerine: «Müslüman erkek ve kadınlar...(Ahzab, 35.) âyeti ile: ***** «...'Ben, sizden erkek kadın, hiçbir çalışanın işini zayi etmiyeceğim...» (Âli İmrân, 195) âyetleri nâzil oldu.
Gene Hâkim, Ummu Seleme'den yaptığı bir rivâyette Ümmü Seleme'nin şöyle dediğini nakleder: Erkekler savaşıyor da, kadınlar niye savaşmasınlar? Halbuki mirasın yarısı bizimdir, deyince: ***** «Allah'ın, sizi birbirinizden üstün kıldığı şeyleri arzu etmeyin...» (Nisâ, 32.) âyeti ile: ***** «Müslüman erkek ve kadınlar.» (Ahzâb, 35.) âyeti nâzil olmuştur.
Buna bir başka misal de, Buhârî'nin Zeyd b. Sabit' ten rivâyet ettiği şu hadisdir. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Zeyd'e ***** «Mü'minlerden yerlerinde oturanlar ile mallarıyla canlarıyla cihad edenler bir olmaz...» (Nisâ, 95.) âyetini yazdırıyordu. Bu sırada âmâ olan İbn-i Ümmî Mektûm çıkageldi ve şöyle dedi: Ya Resûlallah, cihada gücüm yetseydi gerçekten cihad etmek isterdim. Bunun üzerine ***** «özürsüz olarak..» (Nisâ,. 95.) âyetin bu kısmı nâzil oldu.
İbn-i Ebî Hâtim, Zeyd b. Sâbit'ten şöyle dediğini rivâyet eden Resûlüllahın (sallallahü aleyhi ve sellem) vahiy katipliğini yapıyordum. Kalemi kulağımın üzerine koyduğum sırada Resûlüllah kıtal'le emrolundu. Bunun üzerine inen âyetin mânasını düşünmeye başladı. O sırada bir âma çıkageldi; âyeti duyunca: Ya Resûlallah, ben amayım, savaşa nasıl katılabilirim? dedi. Bu söz üzerine: *****
*****
«Zayıflara, hastalara, harcayacak birşey bulamayanlara...bir günah yoktur...» (Tevbe, 91.) âyeti nâzil oldu.
398 Bir misal de, İbn-i Cerîr'in İbn-i Abbâs'tan yaptığı rivâyetidir. İbn-i Abbâs şöyle der: Resûlüllah bir evin gölgesinde otururken şöyle dedi: «Biraz sonra yanınıza şeytanca bakan biri gelecek, der demez mavi gözlü bir kimse çıkageldi. Resûlüllah onu yanına çağırdı; sen ve arkadaşların beni niye kötülüyorsunuz? diye sordu. Gelen kişi koşarak geri döndü, arkadaşlarını alıp geldi. Hep birden yemin ederek: «Biz seni asla kötülemedik,» dediler. Resûlüllah da onları bağışladı ve: ***** «Söylemediler diye Allah'a yemin ediyorlar...» (Tevbe, 74.) âyeti nâzil oldu. Hâkim ve Ahmed b. Hanbel aynı ibareyle haberi naklederek sonuna ***** "Allah onların hepsini dirilttiği gün, dünyada size yemin ettikleri gibi ona da yemin edecekler..» (Mücadele, 18.) âyetini ilâve etmişlerdir.
Nüzûl sebebleri hakkında size yaptığımız açıklamaları bütünüyle anlayarak iyi değerlendirin. Çünkü ben bunları, ulemanın eserlerini ve çeşitli sözlerini araştırmak suretiyle fikrimi kullanarak ortaya koydum. Verdiğim bu bilgilerde, beni geçen olmamıştır.