EL-İTKÂN | İ'RÂBU’L-KUR'ÂN


 

41 - İ'RÂBU’L-KUR'ÂN

3437 Bu mevzuya dair Bazı ulema müstakil eserler yazmıştır. Bunlar; Mekkînin, Havfi'nin, Ebû'l-Bekâ el-Ukberi'nin ve es-Semîn'in eserleridir. Bunlar arasında Havfî'ninki en vazıh, Ebû'l-Beka'nınki en meşhur, es-Semî'ninki geniş ve teferruatlı olması bakımından en değerlisidir. es-Semî'nin bu eserini es-Sefakûsi, telhis ederek yeniden yazmıştır. Ebû Hayyân'ın tefsiri de bu mevzuyu genişçe ele alan misallerle doludur.

Kur'anın irabını öğrenmenin faydası, Kur'anın mânasına kavramaktır. Çünkü İrab, mânayı açıklığa kavuşturur konuşanın maksadını anlamaya yardımcı olur.

Ebû Ubeyde «F e d â i l» adlı eserinde Ömer b. Hattab'ın şöyle dediğini rivâyet eder: Kur'an okumasını öğrendiğiniz gibi lügatini, farzların ve sünnetlerini de öğreniniz.

Yahyâ b. Atik'in şöyle dediğini de rivâyet eder: Yahya b Atik, Hasanu'l-Basri'ye: Ya Ebâ Said, bir kimse Arap dilini öğrense, telaffuzunu en iyi şekilde yapsa, kıraatini düzgünce okusa, ne dersin? deyince, Hasenu'l-Basri iyi olur derim; bu sebeble onu sen de öğren; çünkü bir kimse Kur'an okurken yalnış bir vecihle okursa, bundan dolayı helak olur.

Kur'anı okuyan, ondaki esrarı ortaya çıkarmak isteyen müfessirin, kelimeye, sigasına, mübteda veya haber, fâil veya meful olup olmadığına, cümlenin kuruluşuna veya cevap cümlesi olup olmadığına dikkat eder.

3442 Bunun için şu hususlara riayet etmesi gerekir.

1- Müfessirin yapacağı ilk iş, i'rabına geçmeden önce kelime veya cümlenin mânasını kavramaktır. Çünkü i'rab, mânanın bir parçasıdır. Bu yüzden bazı sûrelerin başında bulunan, Allah'ın, ilmini kendisine sakladığı, müteşabihattan saydığımız huruf-i mukattaanın i'rabı, caiz değildir.

İ'raba geçmeden önce mânayı kavramanın önemi şu misallerde açıkça görülür:

*****«...eğer (ölen) erkek veya kadının mirasçısı, evladı ve ana babası olmayıp...» (Nisâ, 12.) âyetinde geçen ***** kelimesinin mansub okunuşu hakkında Bazı ulema şöyle der: Kelimenin mansub okunması, kendisinden murad edilenin ne olduğuna bağlıdır. Şayet ölen kimsenin adı ise, hâl makamında olur, ***** cümlesi de ***** nin haberidir. Veya sıfatı ise, ***** tam fiildir, ***** nakıs fiil ise, ***** kelimesi onun haberidir. Şayet veresenin ismi ise, muzaf takdir edilir. Yani ***** demektir. Bu durumda kelime yukandaki gibi hâl veya haber olur. Şayet akraba kasdediliyorsa, kelime, mefulun lieclih durumundadır.

***** «ikişerlerden yedi...» (Hicr, 87.) âyetindeki ***** kelimesinden Kur'an murad edildiği düşünülürse, ***** harfi cerri teb'iz mânasını taşır. Veya Fatiha sûresi murad edilirse bu harf, cinsi beyan mânasını taşır.

***** «...ancak onlardan korunmanız başka...» (Âli İmrân, 28.) âyetindeki ***** kelimesi, ittika mânasında ise, masdar, mutteka mânasında ise mefulün bih; ***** kelimesi gibi cemi ise, hâl olur.

***** «Kupkuru siyah bir çöpe çevirdi.» (Ala, 5.) âyetindeki ***** kelimesinden 'kuru siyah' murad edilirse, *****kelimesinin sıfatı; 'koyu yeşillik' murad edilirse ***** kelimesinin hali olur.

3443 İbn-i Hişam şöyle der l'rabda mânayı dikkate almaksızın lâfzın zâhirine riayet eden pek çok i'rab erbabı, hataya düşmüştür. ***** ***** «...senin namazın mı, babalarımızın taptığı şeylerden, yahut mallarımız üzerinde dilediğimizi yapmaktan vazgeçmemizi emrediyor...» (Hûd, 87.) âyeti bu kabildendir. Çünkü ilk bakışta, ***** cümlesinin ***** cümlesine atfı akla gelir. Bu ise doğru değildir. Çünkü Cenab-ı Hak âyette muhatap olanlara, mallarında dilediklerini yapmayı emretmemiştir? Doğru olan, ***** fiilinin mamulü durumundaki ***** ya atfedilmesidir. Bu durumda âyetin mânası 'yapmayı terketmemize' şeklindedir. Yapılan yalnış atfın sebebi, i'rab yapanın ***** ile fiilin tekrar ettiğini görmesi, aralarında atıf harfinin bulunmasıdır.

2- Edebî sanatın gereğine riayet etmesi gerekir, i'rab eden i'rabın sahih yönüne riayet etse bile, edebi sanatın inceliğine dikkat etmezse, hataya düşmüş olur.

 ***** «Semudu koymadı (onları)...» (Necm, 51.) âyetindeki ***** kelimesini bazı i'rab ehlinin mukaddem meful kabul etmesi, bu kabildendir. Halbuki bu i'rab şekli yalnıştır. Çünkü âyetteki nefiy edatı olan ***** nin sadaret hakkı vardır. Mabadı makabline amel etmez, aksine ***** kelimesine matuf olur, veya ***** 'Semudu helak etti' şeklinde takdiri yapılır.

***** «...bugün Allah'ın emrinden koruyacak bir şey yoktur...» (Hud, 43.) ***** «...Bugün size kınama yok...» (Yusuf, 92.) âyetlerindeki ***** nın ismine atfedilmesi doğru değildir. Şayet böyle olsaydı,***** nin ismi mansub ve tenvinli olurdu. Doğru olan, zarfın mahzuf olan bir müteallaka bağlı olmasıdır.

*****«...bakayım elçiler ne ile dönecekler...» (Neml, 35.) âyetinde el-Havfî, ***** nın ***** kelimesine müteallik olduğunu söyler. Bu söz doğru değildir. Çünkü istifham mânasında'olan edatlann sadaret hakkı vardır. Doğru olan, X, harfinin kendisinden sonraki kelimeye müteallik olmasıdır.

***** «Lanetliler, nerede rastlansalar, yakalanır...» (Ahzab, 61.) âyetindeki ***** kelimesini ***** veya l***** fiilinin mamutundan hal mevkiinde olduğu sözü, doğru değildir. Çünkü şart edatının sadaret hakkı vardır. Halbuki doğru olan ***** kelimesinin zem üzere mansub olmasıdır.

3- Kaide dışı bir hataya düşmemek için Arapçayı iyi bilmesi gerekir. Ebû Ubeyde'nin ***** «Nitekim hak uğruna Rabbin seni evinden çıkardığı zaman...» {Enfal, 5.) âyetindeki ***** ı kasem olarak kabul etmesi, bu kabildendir. Bu sözü Mekkî rivâyet etmiş, her hangi bir tenkitte bulunmamıştır. İbn-i'ş-Şecerî, Mekki'nin bu konudaki sükûtunu şiddetle tenkid etmiş, ***** ın kasem vavı mânasında kullanılmayacağını belirtmiştir. Âyetteki Ui mevsulenin Allah'a ıtlakı, mevsulun ***** fiilinin fâili olan açık isimle bağlanması gibi hususlar, ancak şiirde geçerlidir, demiştir.

Bu âyetin i'rabında en makul olan, mecruru ile birlikte mahzuf mübteda-nın haber olmasıdır. Bu durumda âyetin mânası; 'Savaşanların savaşa karşı isteksiz olduklarını gördükten sonra, teşvik için kendilerine bolca ganimet vaadetme durumu, savaşı kerih görmelerine rağmen kendilerini savaşa sevketmen' şeklindedir.

İbn-i Mihran'ın ***** «...Zira inek bize (başka ineklere) benzer geldi..:» (Bakara, 70.) âyetini, mazi fiilinin önündeki ***** yi ziyade kabul ederek, ***** yi şeddeli okuması, buna ayrı bir misaldir. Çünkü böyle bir kaide mevcut değildir. Bu kıraatin aslı ***** şeklindedir. Bakara kelimesindeki bir sayısını ifade eden ***** fiilindeki ***** ya idgam edilmiştir.

4- Uzak ihtimallerden, zayıf vecihlerden, şaz lügatlardan kaçınmalı, yakın, kuvvetli ve fasih mânalara bağlı kalmalıdır, ibarede sadece uzak vecih mevcutsa, bunu nakletmekte mazurdur. İfadeyi açıklığa kavuşturmak maksadiyle bütün vecihleri zikretmesi, oldukça güçtür. Âyetler dışında muhtemel manayı beyan ve talebeyi aydınlatma gayesiyle, bütün vecihierin zikri, yerinde olur. Fakat murad edilen, zann-ı galibe dayanıyorsa, bunu Kur'an âyetlerine tatbik edebilir.

Şayet, zannı galip mevcut değilse, gerçekten uzaklaşmadan muhtemel vecihleri zikreder. Bu yüzden mansub veya mecrur olarak ***** (Zuhruf, 88.) âyetini okuyan, hatadadır. Çünkü birbirine yakın olmamasına rağmen bu kelimeyi önceki âyette geçen ***** kelimesinin lâfzı ve mahalline atfetmiştir. Doğru olan bu kelimenin kasem veya mukadder ***** fiilinin masdarı olmasıdır.

***** «O (yanlış yola sapan)lar kendilerine gelen Kuranı inkâr ettiler...» (Fussilet, 41.) âyetindeki ***** nin haberi ***** «...Onlar uzak bir yerden çağrılıyorlar...» (Fussilet, 44.) âyeti olduğunu söyleyen, hatadadır. Doğru olan, haberin mahzuf olmasıdır.

***** «Sâd. (Öğüt veren) şerefli Kur'ana andolsunki...» (Sâd, 1.) âyetindeki kasemin cevabı, aynı surenin ***** (64.) âyetidir diyen de, hataya düşmüştür. Doğru olan, cevabın mahzuf olmasıdır. Yani 'dururri iddia ettikleri gibi değildir.' veya 'Kuran muciz bir kitabtır.1 veya 'Sen gönderilen elçilerdensin' şeklinde takdiridir.

***** "...tavaf etmesinde bir günah yoktur...» (Bakara, 158.) âyetinde, ***** ve ***** üzerinde vakf etmek, iğra sayılır. Gaib'in iğrası ise zayıftır. Fakat ***** ...***** «De ki, 'Gelin Rabbinizin size (neleri) haram kıldığını okuyayım: O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın..» (Enam, 151.) âyetindeki ***** üzerinde vakf, muhatabın iğrası fasih olduğundan uygundur. ***** «Ey Ehli Beyt Allah sizden kiri gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor.» (Ahzab, 33.) âyetindeki ***** kelimesinin ihtisas üzere mansub olması, uygun değildir, çünkü zamirden sonra ihtisas olarak gelmesi zayıftır. Doğru olan, münada olmasıdır.

 ***** «Sonra iyilik edenlere (nimetlerimizi) tamamlamak.» (Enam, 154.) âyetindeki ***** kelimesinin aslını ***** şeklinde kabul edip, vavı hazfettikten sonra, yerine geçmek üzere zamme ile okumak, hatadır. Bu ancak şiirde caizdir. Doğru olan, ***** şeklinde mübteda takdir etmektir.

 ***** «...eğer sabreder, Allah'dan korkarsanız, onların hilesi size hiçbir zarar vermez...» (Âli İmran, 120.) âyetinde ***** kelimesindeki şeddeli râ'nın merfû okunuşu hatalıdır. Bu ancak ***** ***** 'Kardeşinin yenilmesi senin de yenilmen demektir, mısraında olduğu gibi, sâdece şiire hâs bir özelliktir. Doğru olan, ***** kelimesindeki zammenin bir önceki kelimeye bağlı olarak meczum halinde gelen zamme olduğudur

 *****(Mâide, 6.) âyetinde" en yakına bağlı olarak mecrurdur. elemek yanlıştır. Çünkü cerri en yakın mecrura atfetmek, esasen zayıf ve şazdır. Bu durum pek nadir görülür. Doğru olan, bu kelimeyi aynı âyette geçen, mes üzerine mesh etme mânasını kasdetmek suretiyle ***** kelimesine atfetmekdir.

İbn-i Hişam şöyle den Cümlede öyle durumlar vardır ki bunlardan ancak, tercih edilmemesi gerekenin tercih zarureti ortaya çıkar. ***** «...İşte biz inananları böyle kurtarırız.» (Enbiya, 88.) âyetinde olduğu gibi bu tercihi yapan mazur karşılanır. Bu âyetteki fiilin mazi fiil olduğu söylenir. Fiilin sonu sakin olması, mefulu bihin mevcudiyetine rağmen fâilin yerine masdara ait zamirin gelmesi, bu görüşün zayıf olduğunu gösterir. Ayrıca fiilin muzari, aslının, ikinci nunun sükunu ile ***** olduğu söylenir. Nunun cime idgam edilmeyişi, bu görüşün de zayıflığını ortaya koyar. Bir rivâyete göre de aslının, ikinci nunun fethası, üçüncü harfin şeddesiyle olduğu, ikinci nunun hazfedildiği söylenir. Bunun sadece tâ harfinde caiz olması yüzünden, zayıflığı ortadadır.

5- Lafızda muhtemel olan bütün vecihleri ihtiva edecek şekilde düşünmelidir. ***** «Rabbının yüce adını teşbih et.» (Alâ, 1.) âyetindeki ***** kelimesi, ***** kelimesine sıfat olabildiği gibi, ***** kelimesinin de sıfatı olabilir.

 ***** «...yol göstericidir, onlar ki..:» (Bakara, 2-3.) âyetlerindeki ***** ismi mevsulü, bir önceki kelimeye tabi olabildiği gibi, müstakil olması da caizdir. Bu durumda ***** veya ***** fiillerinin takdiri ile mansub, ***** takdiri ile de merfudur.

6- Bablara göre muhtelif şartlara riayet etmesi gerekir. Bu hususlara dikkat etmezse, bab ve şartları karıştırabilir. Bu yüzden Zemahşerî ***** ***** «İnsanların melikine, inananların ilahına...» (Nas, 2-3.) âyetinde, her iki kelimeyi atf-i beyan kabul etmekle hataya düşmüştür. Halbuki doğrusu, bu iki kelimenin sıfat olmasıdır. Çünkü sıfatlarda isim müştak, atf-ı beyanda ise camid olması şarttır. ***** «Bu mutlaka gerçektir, ateş halkının tartışmasıdır.» (Sâd, 64.) âyetinde ***** kelimesinin, işaret zamirine sıfat olmak üzere mansub okunması yanlıştır. Çünkü ismi işaretin aldığı sıfat, cins ifade eder. ***** almalıdır. Doğru olan bu kelimenin, bedel olarak gelmesidir. ***** «...yola dökülürlerdi, ama nereden bilecekler?» (Yasin, 66.) ***** «...biz onu, yine ilk durumuna sokacağız.» (Tâhâ, 21.) âyetlerindeki her iki kelimenin zarf olarak mansub okunması doğru değildir. Çünkü zarf-i mekânın müphem olması gerekir. Doğru olan; her ikisindede ***** harfinin hazfedilmesidir.

 ***** «Ben onlara; benim ve sizin Rabbiniz olan Allah'a kulluk edin, diye senin bana emretmiş olduğundan başka bir şey söylemedim..» (Maide, 117.) âyetindeki ***** masdariye ile sıla cümlesini zamire atf-ı beyan yapmak, doğru değildir. Çünkü, zamirin sıfatında olduğu gibi. Atfı beyanın zamir üzerine atfı mümtenidir. Bu hususu İbn-i Hişam, «e l - M u ğ n î» adlı eserinde zikretmiş, bunun 2. hususa da dahil edilmesi mümkündür, demiştir.

7- Her terkibde, benzeri terkiblere riayet etmesi gerekir. Aksi halde, cümleyi bir mânada alır, benzeri diğer bir cümlede bunun aksi olan başka bir mâna kullandığına şahid olur. Bu bakımdan Zemahşerî, ismin isme atfı evlâ olduğundan ***** «...diriden de ölüyü çıkarır...» (Enam, 95.) âyetini ***** «...taneyi ve çekirdeği yaran...» âyetine atfettiği halde ***** ***** «...ölüden diriyi çıkarır...» âyetine affetmemekle, hataya düşmüştür. Fakat ***** «...(Allah) ölüden, diri çıkarır, diriden de ölü çıkarır...» (Rum, 19.) âyetine atıfla matufun fiil olarak gelmesi, yukarıda yapılan atfın aksini gösterir. Bu yüzden ***** «işte o kitap, kendisinde hiç şüphe yoktur. (Bakara, 2.) âyetinde, ***** yi ***** kelimesinin haberi kabul edip ***** kelimesinde vakf eden de, hatalıdır. ***** ***** «Şüphe yok ki, bu kitabın indirilişi alemlerin Rabbı tarafındandır.» (Secde, 2.) âyeti bunun aksini gösterir.

***** «Fakat kim sabreder, affederse, şüphesiz bu, çok önemli işlerden biridir.» (Şûra, 43.) âyetinde ***** yi rabıt kabul eden, sabreden ve bağışlayanı mübalağa olarak azimli işlerden sayan, hataya düşmüştür. Bu âyette doğru olan; işaret zamirinin sabır ve gufran kelimelerine dönmesidir.***** «...Ama sabreder korunursanız, işte bunlar, yapmaya değerli işlerdendir.» (Âl-i İmrân, 186.) âyeti bunun delilidir. Çünkü Cenab-ı Hak ***** yerine ***** buyurrnamıştır.

***** «...Rabbin onların yaptıklarından habersiz değildir.» (Enam, 132.) âyetinde, mecrur kelimeyi merfu mahallinde kabul etmek, doğru değildir. Doğrusu, mansub mahallinde olmasıdır. Çünkü Kur'anı Kerimde ***** ile mecrur olarak gelen haber, ancak, nasb rnahallinde olur.

***** «Andolsun onlara, "Kendilerini kim yarattı?" diye sorsan "Allah" derler.» (Zuhruf, 87.) âyetinde ***** kelimesinin mübteda olduğunu söyleyen hatalıdır. Doğrusu, ***** «...diyecekler ki: "Onları çok üstün çok bilen (Allah) yarattı."» (Zuhruf, 9.) âyetinin delaletiyle, fâil olarak gelmesidir.

İ'rabında iki vecih bulunan bir âyette, diğer bir kıraat bunlardan birini destekliyorsa, desteklenen i'rab vechinin tercih edilmesi gerekir. ***** ***** «...Asıl iyilik, o (kimsenin iyiliği)dir ki, Allah'a îman...» (Bakara, 177.) âyeti buna misaldir." Bu âyetin ***** "asıl iyilik odur ki" ve ***** "asıl iyilik o iyiliktir ki" şeklide iki takdiri yapılmıştır.***** kıraati, birinci takdiri teyid eder.

Bir âyette, bazan muhtemel vecihlerden herbirini tercih ettirecek bir husus bulunabilir. Bu durumda, aralarında en uygun olanı tercih edilir.

***** «...şimdi sen, seninle bizim aramızda bir buluşma zamanı ve yeri tayin et...» (Tâhâ, 58.) âyetindeki ***** kelimesinin ***** ***** «...ne senin, ne de bizim caymıyacağımız uygun yerde olsun.» (Tâhâ, 58-59.) âyetinin delaletiyle masdar olması, ***** «...süs günü...» (Tâhâ, 59.) âyetinin delaletiyle zaman ifade etmesi, ***** «...uygun bir yerde...» (Tâhâ, 59.) âyetinin delaletiyle, mekân ifade etmesi muhtemeldir. ***** 'ondan caymıyacağımız' fiilinde zarf olarak değil de ***** 'yerde' kelimesinden bedel olarak i'rab edilirse, bu vechin kesinlik kazandığı ortaya çıkar.

8- Kelimenin yazılışına riayet etmesi gerekir. Bundan dolayı ***** «...adına 'selsebil' (denir)...» (İnsan, 18.) âyetini emir cümlesi, yani ***** 'Oraya ulaştıran bir yolu sor' şeklinde kabul eden, hataya düşmüş­tür. Şayet böyle olsaydı, her iki kelime ayn yazılırdı.

***** «...bunlar iki büyücü...» (Tâhâ, 63.) âyetinde ***** okuyan kıraata göre kıssa'ya dönen ***** zamiri ***** in ismi, ***** da ikinci mübteda, ***** de ikinci mübtedanın haberidir. Böylece cümleyi ***** nin haberidir diyen, hataya düşmüştür. Çünkü âyette ***** ayrı, ***** ise bitişik yazılmıştır.

***** «...Kâfir olarak ölenlere tevbe yoktur...» (Nisa, 18.) âyetindeki ***** yı ibtida, ***** yi mübteda, bundan sonraki cümleyi de haberi kabul eden hataya düşmüştür. Çünkü âyetin yazılışı ***** şeklinde ayrıdır.

***** «...en çok karşı geleni...» (Meryem, 69.) âyetindeki ***** 'onlar en çok karşı gelenler.' terkibini mübteda - haber, ***** kelimesini de izafetten ayn düşünen, hatadadır. Çünkü âyetin yazılışı ***** şeklinde bitişiktir.

***** «Kendileri onlara bir şey ölçtükleri veya tarttıkları zaman eksik yaparlar...» (Mutaffifîn, 3.) âyetindeki ***** zamirini cemîlik vavını tekit eden merfu zamir olarak kabul eden, hatalıdır. Çünkü her iki zamirden önce yer alan vav, elifsiz olarak gelmiştir. Doğru olan, bu zamirlerin meful olmasıdır.

9- Hem isim, nemde fiil kabul edilebilecek kelimelerde, dikkatli olması gerekir. Bu bakımdan ***** «...kaldıkları süreyi daha iyi hesabedeceğini bilelim.» (Kehf, 12.) âyetinde ***** kelimesini ismi tafdil kabul ederek ***** kelimesini temyiz olmak üzere mansûb okuyan, hataya düşmüştür. Çünkü ***** kelimesi, sayan değil, sayılandır. ***** veznindeki ismi tafdilden sonra gelen mansub olan temyizin şartı, mânada fâil olmasıdır. Doğru olan ***** «...her şeyi bir bir saymıştır.» (Cin, 28.) âyetinde olduğu gibi,***** nın fiil, ***** nın da meful olmasıdır.

10- Aslın veya gerekli bir sebep olmaksızın zâhirin dışına çıkmaması gerekir. Bu yüzden Mekkî'nin ***** «..insanlara gösteriş için malını verip Allah'a ve âhiret gününe inanmayan adam gibi, başa kakmak ve eziyet etmekle sadakalarınızı boşa çıkarmayın.» (Bakara, 264.) âyetindeki ***** ı masdara sıfat kabul etmesi yani ***** şeklinde takdirde bulunması, hatalıdır. Doğru olan; bunun vavdan hâl olmasıdır. Yani ***** «O kimseye benzeyerek sadakanızı boşa çıkarmayın.» şeklinde olmasıdır. Bu durumda cümlede hazif yoktur.

11 - Ası ve ziyadeli kelimeleri ayırması gerekir. ***** «...ancak kadınlar vazgeçer yahut nikah bağı elinde olan erkek vazgeçerse başka...» (Bakara, 237.) âyetindeki ***** fiilinin vavı, cemi müzekkerlik zamiri olduğu zannına götürebilir. Bu durumda nunun tesbitini zorlaştırır. Halbuki, bu yanlıştır. Doğrusu bu vav, kelimenin aslında mevcut olan lâme'l-fiildir, nun ise nun-i nisvedir. Kendisiyle birlikte fiil, mebni olup, vezin ***** dir. ***** âyetinde ise vav, fiilin aslından değil, cemi müzekker vavıdır.

12- Kur'an-i Kerim'de ziyade kelime olduğunu söylemekten kaçınması gerekir. Çünkü ziyade kelimeden, lüzumsuz kelime olduğu anlaşılabilir. Allah'ın Kitabı bundan münezzehtir. Bu yüzden bazı müfessirler bu tabirden sakınarak yerine tekid, sıla ve mukham (siyaka uymayan ziyade lafız) gibi tabirler kullanır. İbn-i Haşşâb şöyle der. Ekseriyet, Kur'anın Arapça ve Arapların bildiği bir dille nâzil olmasından dolayı, ziyade kelime bulunduğunu söylemenin caiz olduğu görüşündedir. Zira ziyadelik Arapçada, hazfın karşılığında kullandır. Hazif; ifadede ihtisar ve hafiflik, ziyade ise tekid demektir. Bazı ulema da bundan kaçınarak: Ziyadeliğe hamledilen bu harflerin belirli faide ve mânaları vardır, ziyadeliğine hükmedemeyiz, derler.

3477 İbn-i Haşşâb şu açıklamada bulunur. Ziyadeden, ihtiyaç olmayan bir mânanın varlığı murad ediliyorsa, bu doğru değildir, böyle bir tevile gitmek abestir. Böyle bir şey olmayacağına göre, ziyade kelimeye olan ihtiyaç, kesinlik kazanır. Fakat bu ihtiyaç, gayelere göre değişir. Bazılarının ziyade saydığı kelimeye duyulan ihtiyaç, kelimenin mezid şekle sokülmasındaki ihtiyaç gibi değildir.

3479 Buna şu ilâvede bulunmak isterim: Fesahat ve belâgat açısından ziyade kelimeye duyulan ihtiyaçla, mezid kelimeye duyulan ihtiyaç aynıdır. Şayet ziyade kabul edilen kelime terkedilirse cümle, maksud olan mânayı ifade etmekle birlikte, edebî güzelliğini kaybedeceğinde şüphe yoktur. Bunu, üstün kalem sahiplerinin eserlerini okuyan, kullandığı ifadenin yerini bilen, kelimenin zevkine eren ilm-i Beyan ehli bilir. Bu zevkten uzak nahiv uleması, bu inceliği kavrayamaz.

1 - Mâna - İrab Münasebeti

Bu konuda şu görüşler ileri sürülür:

a- Aynı kelimede, mâna ve irab birbirine ters düşebilir. Meselâ bir cümlede mâna belirli bir durum gerektirirken, irab buna engel olduğu gibi, iraba bağlı kalmak da, mânanın sıhhatına engel olur. Bu durumda mâna sıhhatini sağlamak için, irabın teviline gidilir. ***** «O (Allah) onu tekrar döndürmeğe kadirdir. Gizlilerin (ortaya dökülüp) yoklanacağı gün.» (Tank, 8-9.) âyeti buna misaldin Âyetteki ***** zarfı, mâna yönünden masdar olan ***** kelimesine bağlı olması gerekir. Bu da ***** 'O günde Allah onu tekrar döndürülüp yaratmaya kadirdir.' demektir. Fakat, masdarla mamulü arasını ayırmak caiz olmadığından, irab buna engel olur. Bu yüzden masdarın delaletiyle amil durumunda olan bir fiil takdir edilir.***** ***** «Allah'ın (size) kızması, sizin kendi kendinize kızmanızdan daha büyüktür.» (Gâfir, 10.) âyeti de bu kabildendir. Mâna, ***** in masdar olan ***** kelimesine bağlanmasını gerektirir, irab ise, aynı sebepten dolayı buna mani olur. Bu durumda yukarıdaki gibi, masdarın delaletiyle bir fiil takdir edilir.

3481 b- Müfessirler arasında: Bu 'mâna yönünden tefsir', bu da 'irab yönünden tefsir' şeklinde ifade kullanılır. Bu iki ifade arasındaki fark şudur: İrabla tefsirde nahiv kaideleri dikkate alınır, mâna tefsirinde ise bu kaidelere uyulmaz.

c- Ebû Ubeyd «F e d â i l u' l - K u r' a n» adlı eserinde şöyle der Bize Ebû Muaviye, o Hişam b. Urve, o da babasının şöyle dediğini rivâyet eden Hazret-i Âişe'ye: ***** «Bunlar iki büyücü, başka bir şey değil...» (Tahâ, 63.) *****«...o namazı kılanlar, zekâtı verenler...» (Nisa, 162.) ***** «...inananlar, Yahudiler, sabiiler...» (Maide, 69.) âyetlerinin yazılışındaki hatayı sordu. O da şu cevabı verdi: Bu, kâtiblerin hatasıdır, Kur'an-ı yazarken hata etmişlerdir. Bu isnad, Buharî ve Müslimin şartlarına göre sahihtir.

Ebû Ubeyd, başka bir tarikle şu nakilde bulunun Bize Haccâc, ona Harun b. Musa, ona Zubeyr b. Hirrit o da lkrime'den rivâyetle şöyle dediğini nakleder. Mushaflar yazılınca, Hazret-i osman'a arzedildi, içinde bazı harf hataları bulundu. Bunun üzerine Hazret-i Osman: Kur'an harflerini değiştirmeyin. Çünkü Araplar, gelecekte bunları dillerine göre değiştirecek, (bir rivâyete göre de) irab edeceklerdir, cevabını verir. Şayet katip Sakif kabilesinden, imla ettiren de, Huzeyl kabilesinden olsaydı, Mushaf'da bu hatalı harfler bulunmazdı, der. Bu rivâyeti İbnu'l-Enbari «K i t a b u' r - R e d d i  l â M e n H a l e f e M u s h a f e O s m a n» adlı eserinde, İbn-i Eşte ise «K i t a b u' l - M e s a h i f»in de nakletmiş!erdir.

3484 İbnu'l-Enbari; Abdu'l-Âla b. Abdillah b. Amir tarikiyle, İbn-i Eşte de Yahya b. Yamer tarikiyle benzeri bir rivâyette bulunmuşlardır.

İbnu'l-Enbari, Ebû Bişr tarikiyle Said b. Cubeyr'in ***** 'namazı kılanlar' âyetini okuyup: 'bu, katibin hatasıdır' dediğini rivâyet eder.

Bu rivâyetlerde bazı müşkiller vardır. Bunlar

1- Arapçayı en fasih konuşan, ashab-ı kiramın Kur'anı Kerim'de hata etmesi şöyle dursun, kendi dillerinde hata ettikleri nasıl düşünülür?

2- Kur'anı Kerim'i Resulullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan, nâzil olduğu gibi öğrenen, O'nu ezberleyen, O'nu aynen koruyan ve üzerinde titizlikle duran sahâbe-i kiramın Kur'anda hata ettikleri nasıl söylenir?

3- Bütün sahâbenin, Kur'anın okunuş ve yazılışında aynı hatada birleştikleri nasıl düşünülebilir?

4- Böyle bir hatanın farkına varmamaları, bu hatadan dönmemeleri, nasıl söylenebilir?

5- Hazret-i Osman'ın görülen hatayı düzeltmek isteyenlere mâni olduğu, nasıl söylenebilir?

6- Seleften halefe tevatüren rivâyet edildiği halde, hatalı kıraatin sürüp gittiği, nasıl söylenebilir?

Bütün bunlar ashabı kiram için aklen, şer'an ve örfen muhaldir. Ulema buna üç şekilde cevap vermiştir:

a- Yukarıda, İkirime'den yapılan rivâyette, Hazret-i Osman'a izafe edilen sözler, doğru değildir. Bu rivâyetin senedi, zayıf, muztarib ve munkatı'dır. Hazret-i Osman, kendisine uyulan bir imam olarak tayin edilmişti. O nasıl olur da, Kur'anda gördüğü bir hatayı düzeltmek üzere, Arapların dil maharetine terkedebilir? Kur'anın cem'ini ve yazma işini üzerine alan seçkin kimseler bu hatayı düzeltmemişse, başkaları bunu nasıl düzeltebilir? Aynca bir tek mushaf değil, belli sayıda mushaflar yazılmıştır. Şayet bu mushaflarda hata vaki olduğu söylense bile, hepsinin aynı hataya düşmeleri, uzak bir ihtimal olur. Şayet mushaflardan bazlarında hata vaki olduğu söylense bile bu, diğerlerinin hatasız olduğunu itiraf etmektir, Hazret-i Osman'ın istinsah ettirdiği mushafların bir kısmı hatalı, bir kısmı da hatasız diyen bir sahâbe yoktur. Kıraat vecihleri dışında mushaflarda hiçbir ihtilaf da mevcut değildir. Kıraatlar ise, hata cinsinden sayılmaz.

b- İkrime'den yapılan rivâyetin sıhhati kabul edilecek olursa, bunun ***** ve benzeri kelimelerde olduğu gibi, hazif, işaret ve remz olduğuna hamledilir.

c- Ebû Bişr tarikiyle yapılan rivâyette, okunuşu yazılışına uymayan bazı kelimeler, tevil edilmiştir. Mesela ***** (Tevbe, 47.) ***** (Neml, 21.) âyetlerinde ***** dan sonra elif, ***** «bu zalimlerin cezasıdır.» (Mâide, 29.) âyetinde vavla birlikte elif, ***** (Zâriyat, 47.) âyetinde iki ye harfinin yazılışı, bu kabildendir. Şayet kelimeler yazıldığı gibi okunsaydı, hata sayılırdı. İbn-i Eşte, «K i t a b u' l - M e s a h i f» adlı eserinde, bu ve önceki cevaplara yer vermiştir.

3487 İbnu'l-Enbari, «K i t a b u' r - R a d d i â l â M e n H a l e f e M u s h a f e O s m a n e» adlı eserinde bu konuda Hazret-i Osman'dan rivâyet edilen haber hakkında şöyle der: Bu haber hüccet (delil) olamaz. Zira muttasıl değil, munkatı'dır. Zamanında Müslümanların İmâmı ve önderi, devletin reisi olan, imam mushafı ortaya koyan, Hazret-i Osman'ın, bu mushafta bazı hataları görmesi, yanlış yazıldığı halde bunları düzeltmemesi, akıl ve mantığa sığacak bir şey değildir. Asla Yemin ederim ki, akıl ve insaf sahibi bir kimse, Hazret-i Osman hakkında böyle bir vehme kapılamaz, Kur'anda mevcut hatanın sonradan gelenlerce düzeltilmek üzere geciktirdiğine, inanamaz. Hazret-i Osman'ın 'Mushafta bazı hatalar gördüm' sözünden, yazısında bazı hatalar gördüm. Şeklinde murad ettiğini, şayet bunu dilimize uygularsak yazıdaki hata, irabı bozacak, kelimeleri tahrif edecek derecede hata sayılmadığını iddia eden, görüşünde haklı ve isabetli değildir. Çünkü yazı, telaffuza bağlıdır. Yazıda hata eden, telaffuzda da hata eder. Hazret-i Osman'ın Kur'anın yazılışı ve okunuşunda ifsad derecesindeki hataları tehir etmesi, imkânsızdır. Bilindiği gibi o, Kur'anı devamlı okur beldelere gönderilen mushaflardaki yazı şekline uyar, âyetlerdeki mânayı yeterince kavrardı.

Ebû Ubeyd'in rivâyet ettiği de bunu doğrular. Ebû Ubeyd, bize AbdurRahmân b. Mekkî, ona Abdullah b. Mübarek, bize Yemen şeyhi Ebû Vail, ona Hazret-i Osman'ın mevlası Hani el-Berberi rivâyet ederek şöyle der: Hazret-i Osman'ın yanında bulunduğum bir sırada, sahâbe mushafları karşılaştırıyordu. Bu arada Hazret-i Osman beni, üzerinde ***** (Bakara, 259.) ***** «yaratmak değiştirilemez.» (Rum, 30.) ***** «Kâfirleri bırak» (Tarık, 17.) âyetleri yazılı bulunan koyunun kürek kemiği ile, Ubey b. Kab'a gönderdi. Kendisine bu âyetleri gösterdiğimde kalemi istedi,***** kelimesindeki J harflerinden birini silerek ***** «Allah'ın yaratması değiştirilemez.» ***** kelimesini silerek ***** şeklinde yazdı, ***** kelimesinin sonuna da *****, ilâve etti.

İbnu'l-Enbari şöyle der. Yazılan mushaflar kendisine arzedilen müstensihler arasında vuku bulan ihtilafı kaldırmak için kendisine müracaat edilen, onlardan doğru olanı ortaya koymayı isteyen Hazret-i Osman'ın, hatayı görüp de buna göz yumduğu, nasıl iddia edilebilir?

Buna, İbn-i Eşte'nin «K i t a b u' l - M e s a h i f»teki şu rivâyetini de ilâve etmek isterim: Bize el-Hasan b. Osman, ona Rabi b. Bedr, ona da Sevvâr b. Şebîb rivâyet ederek şöyle dedi: Abdullah b. Zubeyr'e mushaflar hakkında soru sordum. Bana şöyle cevap verdi. Bir kimse Hazret-i Ömer'e giderek ya emire'l-mü'minîn, bazı kimseler Kur'an hakkında ihtilafa düştüler dedi. Hazret-i Ömer o sırada Kur'anı, tek bir kıraat üzere toplama hazırlığı içinde iken ölümüne sebep olan bıçaklama olayı cereyan etti. Aynı şahıs, Hazret-i Osman'ın hilafeti sırasında, bu durumu kendilerine arz etti. Hazret-i Osman da mushafların cem'ine başladı. Beni, sahifelerle birlikte Hazret-i Âişe'ye gönderdi. Bunları kendisine arzederek tahkikini yaptık. Sonra geri kalanları da aynı şekilde Hazret-i Âişe'ye göstererek karşılaştırdık. Bu da gösteriyor ki sahâbe, Kur'anın cem'inde büyük bir titizlik göstermiş, vahyi aynen zaptetmişler, tashih ve ıslaha muhtaç olacak durumda bırakmamışlardır.

3489 Ayrıca İbn-i Eşte şöyle der Bize Muhammed b. Yakub, ona Ebû Dâvud Süleyman b. Eş'as, ona Ahmed b. Mes'ade, ona İsmail, ona Haris b. AbdirRahmân, ona da Abdu'l-Elâ b. Abdillah b. Amir rivâyet ederek, şöyle demiştin Mushaf'ın cem'i tamamlandığında Hazret-i Osman'a arzedildi. Hazret-i Osman elindeki nüshaya bakarak: Aman ne güzel, ne hoş yapmışsınız! Küçük bir yanlışlık gördüm ki bunu ilerde düzeltiriz, şeklinde mukabelede bulundu. Bu rivâyette, herhangi bir güçlük yoktur, yukarıda geçeni açıklığa kavuşturmaktadır. Bundan da anlaşılıyor ki, mushaflar yazılır yazılmaz kendisine sunulunca Kureyş lehçesi dışında yazılan ***** ve ***** kelimelerini görmüş, bunları ilerde bu lehçeye göre düzeltileciğini vaadetmiştir. Sonra da bu vaadi yerine getirerek. Mushafta herhangi bir hatalı kelime bırakmamıştır. Bu rivâyetleri nakleden, Hazret-i Osman'ın sözünü tam olarak anlamadan, muhtemelen yanlış bir şekilde aktarmıştır. Bu durum, görülen zorluklara sebep olmuştur. Bu konuda verilen en uygun ve kuvvetli cevap, budur.

Yukarıda «verilen bu cevaplar Hazret-i Aişe'den rivâyet edilen hadislerle uzaktan - Yakından bir ilgisi yoktur. Bu hadisin zayıf olduğu iddiası doğru değildir, görüldüğü gibi rivâyet senedi, sahihtir. Remz, hazif ve işaret şeklinde verilen cevap da, yerinde değildir. Çünkü Urve'nin mezkur harfler hakkında sorusu, mevzu ile alakalı değildir. Buna İbn-i Eşte cevap vermiş, «Ş e r h u' r - R â i y e» adlı eserinde İbn-i Cubara bu görüşe katılarak Hazret-i Aişe'nin 'hata ettiler' sözü, sahâbenin üzerinde ittifak ettiği ahruf's-Seb'adan evla olanı seçmede hata ettiler mânasındadır, yoksa bu harflerle yazdıkları kelimelerdeki hata, bağışlanmayacak derecede değildir. Bunun delili; aradan zaman geçse bile bağışlanmayacak derecede olan hatalar, icmaen merdûd olmuştur.

Said b. Cubeyr, 'katibin hatasıdır' sözüyle, kıraat ve lügat hatasını kasdeder. Yani; yazanın lehçesi ve kıraati budur, burada başka bir kıraat da vardır demektir.

3491 İbn-i Cubara, İbrahim en-Nehaî’nin şöyle dediğini rivâyet eder ***** 'Bunlar ancak iki sihirbazdır' âyetinin ***** 'Bunlar iki büyü­cü, başka bir şey değil,' şeklinde yazılması, arasında bir fark yoktur. Muhtemelen katibler ***** harfi yerine elif, ***** âyetinde ise .*****yerine ***** koymuşlardır. İbn-i Eşte şöyle der Bu; ***** ve***** kelimelerinde olduğu gibi, bir harfi diğer harfin yerine ibdal etmektir.

Buna şu cevabı vermek isterim: Verilen bu cevap, yazının aksine kıraatin ***** ile olması halinde uygun olur. Fakat kıraat, yazıya uygunsa, cevap yerinde değildir. Dil uleması bu harfler üzerinde durmuş, en güzel bir şekilde tevcihatta bulunmuşlardır.

***** 'Bunlar iki büyücü başka bir şey değil.' âyetinde değişik vecihler vardın

a- Âyetin bu şekilde yazılışı, irabın üç halinde tesniye kelimeleri elifle yazan lügata göredir. Bu, Kinane kabilesinin meşhur lügatidir. Bunun, haris lügati olduğu da söylenir.

b- ***** nin ismi, mahzuf şân zamiridir. Cümle, mübteda haber olarak, ***** nin haberidir.

c- Bu da, görüşün aynısıdır. Ancak ***** kelimesi, mahzuf mübtedanın haberidir. Takdiri: ***** 'o ikisinin sihirbazları' şeklindedir.

d- Âyetteki ***** mânasındadır.

e- Âyetteki ***** kıssaya dönen zamir olarak ***** nin ismi, ***** 'bu iki sihirbaz' ise, mübteda ve haberdir, ***** nin ayn, ***** nın ***** ile bitişik yazılmış olması sonucu ortaya çıkan durumun reddedildiği, yukarıda geçmişti.

Bu konuda başka bir izah şekli aklıma geldi. ***** 'zincirler' (İnsan, 4.) âyetine uyarak ***** kelimesi tenvinli, ***** (Neml, 22.) âyetine uyarak ***** kelimesi esre okunduğu gibi, ***** kelimesi de ***** 'o iki sihirbaz istiyorlar.' âyetine uyarak, elifle okunmuştur.

***** «namaz kılanlar...» âyetinde de değişik vecihler vardın

a- ***** fiilinin takdiriyle medih olmak üzere mansubdur. Zira bu takdir, daha uygundur.

b- *****«Sana indirilene inanıyorlar» âyetindeki mecrur olan ***** ya matuftur. Yani ***** 'Namaz kılanlara inanırlar.' demektir. İnananların, enbiya veya melaike olduğu söylenir. Bu durumda takdir: ***** 'Namaz kılanların dinine inanırlar.' şeklinde olur, bunlardan da Müslümanlar anlaşılır. Ayrıca, ***** 'Namaz kılanların duasına icabet olunacağı' takdiri yapılabileceği de söylenir.

c- ***** kelimesi, ***** kelimesine matuftur, yani: ***** demektir. ***** kelimesi hazfedilmiş, muzafun ileyh olan ***** kelimesi yerine ikame edilmiştir.

d- ***** kelimesindeki ***** a matuftur.

e- ***** kelimesindeki ***** a matuftur.

f-***** kelimesindeki zamire matuftur.

Bu vecihleri Ebû'l-Bekâ el-Ukberî zikretmiştir.

***** 'Sabiîler...' kelimesinde bazı vecihler vardır.

a- Haberi mahzuf olan mübtedadır. ***** 'Sabiîler de böyledir.' şeklindedir.

b- ismiyle birlikte, ***** nin mahalline matuftur, çünkü ***** ve isminin mahalli, mübteda olarak merfudur.

c- ***** fiilinin fâiline matuftur.

d- Âyetteki ***** kelimesi ***** mânasındadır, ***** 'îman edenler' ve bundan sonraki cümle, merfu makamındadır. ***** 'Sabiîler' kelimesi de buna matuftur.

e- Kelimenin cem'i olan siygası, müfred yerinde tutularak, sonundaki nun'un İrab harfi olduğu kabul edilmiştir.

3496 Yukarıda geçen Hazret-i Âişe'den yapılan rivâyetlere benzer, bazı rivâyetler, de vardır. Bunları Ahmed b. Hanbel «M u s n e d»inde İbn-i Eşte «K i t a b u' l - M e s a h i f»inde, İsmail el-Mekkî tarikiyle, Beni Cumah'ın mevlası Ebû Halefden şöyle rivâyet etmiştir: Ebû Halef Ubeyd b. Umeyr'le birlikte Hazret-i Âişe'ye geldi ve ona Kur'andaki bir âyeti Resulullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ın nasıl okuduğunu size sormak istiyorum, dedi. Hazret-i Âişe bunun hangi âyet olduğunu sorunca ***** ***** «Verdiklerini, Rablerinin huzuruna dönecekler diye kalbleri korku ile ürpererek verirler.» veya ***** (Mu'minûn, 60.) âyetidir, dedi. Hazret-i Aişe'nin: Bu iki âyetten hangisi hoşunuza gidiyor? sorusuna: Yemin ederim ki bunlardan biri, bana dünyada mevcut olan bütün şeylerden daha sevimlidir, dedim. Bunun üzerine Hazret-i Âişe: Peki bu hangisidir diye sordu: Ben de: ***** şeklinde . olanı dedim. Bu sözüme karşılık Hazret-i Âişe: Şahedet ederim ki âyet böyle nâzil olmuş, Resulullah (sallallahü aleyhi ve sellem) de böyle okumuştur. Fakat kelimenin bir hecesi değiştirilmiştir, dedi.

Taberi, «T e f s i r»inde, Said b. Mansûr da «S ü n e n»inde, Said b. Cübeyr tarikiyle, ***** «Ey îman edenler, kendi evlerinizden başka evlere, izin alıp halkına selam vermeden girmeyin...» (Nur, 27.) âyeti hakkında İbn-i Abbâs'ın şöyle elediğini rivâyet ederler: Bu, katibin yaptığı bir hatadır. Âyet: ***** 'izin alıp selâm vermeden' şeklindedir. İbn-i Ebî Hâtim aynı rivâyeti 'tahminime göre bu katiplerin hatasıdır' şeklinde farklı bir ifadeyle nakletmiştir.

İbnu'l-Enbari, İkrime tarikiyle İbn-i Abbâs'dan şu rivâyette bulunur: İbn-i Abbâs: ***** «inananlar bilmediler mi ki, Allah dileseydi bütün insanları hidayete erdirirdi.» (Ra'd, 31.) âyetini bu şekilde okuyunca kendisine, Mushafta, ***** "bilmediler mi" şeklinde yazılıdır diye soruldu. O da: Zannedersem bunu yazan katib, uykulu iken yazmış olabilir, cevabım verdi.

Said b. Mansûr Said b. Cübeyr tarikiyle İbn-i Abbâs'ın ***** «Rabbin hükmetti...» (İsra, 23.) âyeti hakkında şöyle dediğini rivâyet eder: Bu âyet ***** şeklindedir, vav harfi sad harfiyle birleşmiştir. İbn-i Eşte bu rivâyeti: "katip mürekkebi hokkadan çokça çektiğinden, yazıda vav harfi sad harfine birleşmiştir" şeklindeki ifadeyle nakletmiştir.

Said b. Mansûr, Dahhak tarikiyle İbn-i Abbâs'dan naklettiği bir rivâyette İbn-i Abbâs âyeti ***** şeklinde okumuş, ***** "Rabbin emretti" diye tefsir etmiş, bunlar iki vavdır, birisi sad harfine bitiştirildi, demiştir.

Said b. Mansûr, başka bir tarikle Dahhâk'dan yaptığı rivâyette kendisine: Şu âyetteki harfi nasıl okursun? diye sorulunca ***** şeklinde okurum dedi. Kendisine soru tevcih eden kimse de: Ne biz, ne de İbn-i Abbâs âyeti, böyle okumuyoruz şekli ***** dir. Âyet böyle okunuyor ve yazılıyordu. Katibiniz kalemini hokkaya çokça batırdığından kalem bol mürekkeb aldı. Bu yüzden yazı esnasında vav harfi sad harfine bitişti, diyerek ***** «..sizden önce kitap verilenlere de, size de "Allah dan korkun" diye tavsiye ettik.» (Nisâ, 131.) âyetini okudu. Şayet âyet ***** fiiliyle emretti şeklinde olsaydı, Allah'ın emrini kimse reddedemezdi. Fakat bu, Allah'ın kullarına yaptığı bir vasiyettir, demiştir.

Said b. Mansûr ve diğer sünen sahiplerinin Amr b. Dinar tarikiyle İkrime' nin, İbn-i Abbâs'dan yaptığı rivâyette İbn-i Abbâs ***** ***** (Enbiya 48.) âyetinin başındaki vav harfini alıp ***** (Âl-i imrân, 173.) âyetindeki ***** ismi mevsulünün başına koyunuz, demiştir.

3503 İbn-i Ebî Hâtim, Zübeyr b. Himit tarikiyle İkrime'nin, İbn-i Abbâs'dan şöyle dediğini rivâyet eder: Bu vavı alın, ***** «Arşı taşıyanlar ve onun çevresinde bulunanlar..» (Gâfir, 7.) âyetindeki ***** nin önüne koyun İbn-i Eşte ve İbn-i Ebî Hâtim Ata tarikiyle, İbn-i Abbâs'ın ***** (Nur, 35.) âyetinde şöyle dediğini rivâyet ederler Âyetin bu şekilde yazılış, katibin hatasıdır. Allahu Tealânın nuru, kandilin nuruna benzetilmekten daha yücedir. Bu ancak, ***** "Mü'minin nuru penceresiz oyuğa benzer" şekliyle mümkün olabilir.

İbn-i Eşte bu rivâyetlerin hepsine şu cevabı verin Katipler ehrufu's-Seba'dan, sahâbenin üzerinde ittifak ettiği harflerden en layık olanı seçmede hata ettiler. Yoksa bu, Kur'an'a hariçten ilâve edilen bir hata değildir. Hazret-i Aişe'nin "hecelerdeki harfin" sözü ise, katibe, ehrufu's-Seb'a'dan olan harflerin dışında başka harflerin yazdırılması mânasındadır. Aynı şekilde İbn-i Abbâs'ın 'onu uykulu iken yazmış olabilir' sözü, 'daha uygun olan vechi düşünmeden yazdı', mânasındadır. Diğerleri de böyledir.

İbnu'l-Enbari, ehrufu's-Seb'a'nın kıraatta sabit olmasından dolayı, nakledilen rivâyetlerin, İbn-i Abbâs ve diğer sahâbeden gelen rivâyetleri muarız ve zayıf olduğuna kanidir. İbn-i Eşte'nin verdiği ilk cevap, bunların en uygun ve en sağlamıdır. .

İbn-i Eşte şöyle der: Bize, Ebû'l-Abbâs Muhammed b. Yakûb, ona Ebû Dâvud, ona İbnu'l-Esved, ona Yahyâ b. Adem, o AbdurRahmân b. Ebî Zinad, o babasından, o da Harice b. Zeyd'den rivâyet ederek şöyle dediğini nakleden Harice b. Zeyd'e: Ya Ebâ Said: ***** «Sekiz çift (hayvan): Koyundan ikişer ikişer, keçiden ikişer ikişer, deveden ikişer ikişer, sığırdan ikişer ikişer».»(Enâm, 143.) âyetini bu şekilde okuduğunu sanarak mı böyle okudun denilince o da: Cenabı Hak: ***** «ondan iki çifti, erkeği ve dişiyi var etti.» (Kıyame, 39.) buyurmuştur. Âyette zikredilen kadın ve erkekten her biri eşdir. Erkek ayrı bir eş, kadın ayrı bir eşdir, cevabını vermiştir.

İbn-i Eşte: Bu haber, Arapların mâna bakımından harflerin en zengin, lisana en kolay, aslına en yakîn olanı seçtikleri gibi, mushafları yazanların da Araplarca en meşhur harfleri seçtiklerini gösterin Aynca diğer harflerle yapılan kıraat, bunlarca bilinmekteydi. Benzeri hususlar da aynen böyleydi.

2- Üç Şekilde İrab Edilen Âyetler

3509 Ahmed b. Yusûf b. Mâlik er-Ruaynî'nin «T u h f e t u' l - A k r â n f î M â K u r i h e b i' t -T e s l i s i M i n H u r û f i'l- K u r' a n»adlı kıymetli eserinde, bazı âyetlerin mebni veya murab olmaları bakımından, üç şekilde okunduklarını gördüm. Bu eserden naklettiğim misaller şunlardır.

***** (Fâtiha, 1.) âyeti, müpteda olmak üzere merfu, masdar olmak üzere mensup harekede lâm'a uyarak dal harfinin kesresiyle okunur.

***** «Alemlerin Rabbi » (Fatiha, 2.) âyeti, sıfat olarak mecrur, ön­ceki âyetten ayırıp, mübteda takdir ederek merfu, gizli fiil veya nida edatı takdir ederek mansub okunur.

***** «Rahmân ve Rahimdir» (Fatiha, 3.) âyeti, aynı şekilde üç türlü İrab edilir.

***** «on iki pınar» (Bakara, 60.) âyeti, Temim Lügatına göre, Şîn harfinin sükûnu, Hîcâz Lügatına göre kesresi, başka lügata göre de fethasiyle okunur.

***** «kişi ile kalbi arası» (Enfal, 24.) âyeti, değişik lügatlarde Mim harfinin üstün, esre ve ötresiyle üç şekilde okunur.

***** «o Kâfir kişi şaşırıp kaldı» (Bakarâ,258.) âyeti, cumhurun kıraatında meçhul, bir kıraata göre de ***** vezninde malum olarak okunur.

***** «birbirinden türeyen bir nesildir.» (Âli İmran, 34.) âyetindeki ***** harfinin üstün, esre ve ötresiyle üç şekilde okunur.

***** « ..adına birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah'tan ve akrabalık (bağlarını kırmak)tan sakının..» (Nisa, 1.) âyetindeki ***** kelimesi, Lâfza-i Celâl'e atfen mansub, ***** zamirine atfen mecrur, haberi mahzuf mübteda olmak üzere merfu okunur. Yani; ***** 'Kendi hakkınızda akrabalarınıza karşı uyanık ve ihti­yatlı olmanız gereklidir.' şeklindedir.

***** «inananlardan özürsüz olarak yerlerinde oturanlar ile, mallarıyla canlarıyla Allah yolunda cihad edenler bir olmaz.» (Nisa, 95.) âyetindeki ***** kelimesi ***** kelimesinin sıfatı olarak merfu, ***** kelimesinin sıfatı olarak mecrur, istisna olmak üzere mansub okunur.

***** «...başınızı meshedin, ayaklarınızı yıkayın...» (Maide, 6.) âyetindeki ***** kelimesi, ***** kelimesine atfen mansub, yakınına yeya uzağına atfen mecrur, makablinin delaletiyle haberi mahzuf mübteda olmak üzere merfu okunur.

***** «...öldürdüğünün dengi olan bir hayvan cezası vardır ki...» (Maide, 95.) âyetindeki ***** kelimesi, ***** kelimesine muzafun ileyh olarak mecrur, ***** kelimesine sıfat olarak tenvinle merfu, ***** kelimesinin mefulü olmak üzere mansub okunur.

***** «..vallahi Rabbimiz biz şirk koşanlardan değildik..» (Enam, 23.) âyetindeki ***** kelimesi sıfat veya bedel olarak mecrur, nida veya ***** fiilinin takdiri ile mensup, Lâfzatullah'ın da rafi ile müpteda haber olarak merfu okunur.

***** «seni ve senin ilahlarını terkedecek» (Araf, 127.) âyetin deki ***** fiili merfu, mansub ve tahfif için meczûm okunur.

***** «...siz de ortaklarınızla beraber toplanıp yapacağınız işi (iyice) kararlaştırın...» (Yunus, 71.) âyetindeki ***** kelimesi, mefulü maah veya matuf veyahut ***** fiilini takdir ederek mansub, ***** fiiline bitişen zamire atfen veya haberi mahzuf mübteda olmak üzere merfu, ***** kelimesindeki zamire atfen mecrur okunur.

***** «Göklerde ve yerde nice âyet(ler) varki onların yanından yüzlerini çevirerek geçerler.» (Yusuf, 105.) âyetindeki ***** kelimesi, makabline atfen mecrur, iştigal olmak üzere mansub, kendisinden sonra gelen habere de mübteda olmak üzere merfu okunur.

***** «Dediler ki: 'Sana verdiğimiz sözden kendi başımıza caymadık...» (Tâhâ, 87.) âyetindeki ***** kelimesinin ***** harfi zamme, fetha ve kesre ile üç şekilde okunur.

***** «Helak ettiğimiz bir ülkeye artık (dünya hayatı) haramdır.» (Enbiya, 95.) âyetindeki***** kelimesi, mazi sigasıyle ***** nın fethi, kesri ve zammiyle, ismi fâil sigasında ise ***** nın fethasıyla birlikte ***** nın kesri ve sükunu, ***** kesri ile birlikte ***** nın sükunu ile okunur. ***** şekli de elifle birlikte ***** nın fethasiyle okunur. Bunların hepsi, kıraati Seb'a'dandır.

***** «Cam sanki inciden bir yıldız.» (Nur, 35.) âyetindeki ***** kelimesinin ***** harfi, zamme, fetha ve kesre ile üç şekilde okunur.

***** (Yasin, 1.) âyetindeki ***** meşhur kıraata göre sakin, şâz kıraata göre tahfif için mansub, iltikai's-sakineyn'den dolayı meksur, münada olmak üzere de mazmum okunur.

***** «bütün araştıranlar için müsavi.» (Fussilet, 10.) âyetindeki ***** kelimesi, hâl olarak mansub, ***** takdiriyle şâz olarak merfu, ***** kelimesine hamledilerek mecrur okunur.

***** «zaman kurtuluş zamanı değildi.» (Sâd, 3.) âyetinde ***** kelimesi, zamme, fetha ve kesre ile üç şekilde okunur.

***** «kıyametin ne zaman kocağı ilmi ona aittir. Resûlün, (kıyamet günü) 'Ya Rab, bunlar inanmayan bir kavimdi' demesini de (Allah biliyor).» (Zuhruf, 85 ve 88.) âyetindeki ***** kelimesi masdar olarak mansub, tevcihi daha önce geçtiği üzere mecrur, ***** âyetine atfen şâz olarak merfu okunur.

***** (Kâf, 1.)ın meşhur kıraata göre okunuşu sükun iledir, önceden geçtiği gibi şaz olarak meftuh veya meksur okunur.

***** (Zariyat, 7.) âyeti, bu kelimede yedi kıraat mevcuttur.***** ve ***** harflerinin zammı, fethi ve kesresiyle, ***** nın zammı, ***** nın sükunu, ve zammesi ile, *****nın fethi ve kesri ile, ***** nın sükunu ve kesri ile ve ***** nın zammı ile okunur.

***** «Yapraklı taneler ve hoş kokulu bitkiler var. (Rahmân, 12.) âyetindeki her üç kelime, merfu, mansub ve mecrur olarak okunur.

***** «İri gözlü huriler, saklı inciler gibi.» (Vakıa, 22-23.) âyetindeki ***** kelimeleri merfu, mecrur ve ***** 'evlendirilirler' fiilinin takdiriyle mansub okunur.

Bazı ulema, Kur'anda mansubatla ilgili pek çok kelime bulunduğu halde, aralarında mefulü maah olmadığını söyler. Kur'anın çeşitle âyetlerinde, mef'ulü maah olarak İrab edilen kelimeler vardır. Bunlar:

a- ***** «...sizin ortaklarınızla beraber toplanıp yapacağınız işi (iyice) kararlaştırın da...» (Yunus, 71.) âyeti bu misallerin en meşhurudur. Yani ***** '...siz ve ortaklarınız toplanıp işinizi kararlaştırın...' şeklindedir. Bu misali, onlardan bir kısmı zikretmiştir.

b- ***** «...kendinizi ve çoluk çocuğunuzu ateşten koruyun...» (Tahrim, 6.) âyetinde Kirmânî, «G a r a i b» adlı tefsirinde ***** 'ehlinizle beraber' şeklinde mefulü maah olduğunu zikreder.

c- ***** «Kitap ehlinden ve puta tapanlardan (Hakkı) tanımayanlar, kendilerine açık delil gelinceye kadar (bulundukları halden) ayrılacak değillerdi.» (Beyyine, 1.) âyetinde Kirmani, ***** kelimesinin ***** veya ***** fiilindeki ***** dan mefulü maah olması muhtemeldir, der.