65 - KUR’ÂN'DAN İSTİNBAT EDİLEN İLİMLER
5321 Allahü teâlâ: ***** «..Biz bu Kitap'ta hiçbir şeyi eksik bırakmamışızdır..» (Enam, 38.), ***** «Sana bu kitabı, herşeyi açıklayan ve Müslümanlara yol gösterici, rahmet ve müjdeci olarak indirdik!» (Nahl, 89.) buyurmuştur.
Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir hadisinde: 'İlerde birtakım fitneler doğacaktır' demesi üzerine bazı sahâbe: 'Bundan nasıl kurtulunur?' şeklinde sordukları soruya, Tirmizî ve diğer muhaddislerin rivâyet ettiği, şu cevabı vermiştir: «Allah'ın Kitabına sarılın. Çünkü Onda, sizden önceki ve sonrakilerin karşılaştığı veya karşılaşacağı haberler ile, yaşadığınız zamandakilerin haberlerini bulursunuz.»
Said b. Mansur, İbn-i Mesûd'un şöyle dediğini nakleder: İlim öğrenmek isteyen Kur’ân'a sarılsın. Çünkü Kur’ân'da, geçmiş ve gelecek milletlere ait bilgiler mevcuttur. Beyhaki bu bilgileri, ilimlerin asılları vardır, şeklinde açıklamıştır.
Beyhaki; Hasenu'l-Basri'nin şöyle dediğini rivâyet eder: Allahü teâlâ, yüz dört kitap indirmiştir. Bunlardaki ilmi; Tevrat, İncil, Zebur ve Kur’ân'da toplamıştır. Sonra da bu üç Kitap'taki ilmi, Kur’ân'a yerleştirmiştir.
İmâm Şâfiî hazretleri şöyle buyurur: Ulemanın söylediği her söz, Sünnet-in şerhi, Sünnet de Kur’ân'ın şerhidir. Resûlüllah'ın hüküm ifade eden her sözü, Kur’ân'dan aldığı mânadır.
Burada derim ki; İmâm Şâfiî'nin bu sözünü, «el-Umm» adlı eserinde rivâyet ettiği: Ben ancak, Allah'ın Kitab'ında helal kıldığını helal, haram kıldığını haram kılarım, hadisi teyid etmektedir.
Said b. Cubeyr: Resûlüllah'ın hadisi olarak duyduğum her sözü doğrulayan bir âyeti, Allah'ın Kitab'ında mutlaka bulmuşumdur. İbn-i Mesûd da şöyle der: Size bir hadis naklettiğimde, Kur’ân'dan bunu doğrulayan bir âyeti de gösterebilirim. Bu iki sözü, İbn-i Ebî Hâtim rivâyet etmiştir.
İmâm Şâfiî, aynı eserinde şöyle der: Din mevzuunda, birinize isabet eden bir musibetten kurtuluş yolunu gösteren delil, ancak Allah'ın Kitab'ında bulunur. Bazı hükümler, sadece Sünnette mevcuttur, denilse şöyle cevaplarız:
Hakikatte Kur’ân'dan alınmıştır. Çünkü Kur’ân, Resûle uymamızı ve O'nun sözleriyle amel etmemizi farz kılmıştır.
Şâfiî hazretleri, bir defasında Mekke'de şöyle buyurdu: Bana istediğinizi sorun, Kur’ân'dan size cevap vereyim. Kendisine: İhramlı olan bir kimse, eşek arısını öldürse, ne dersiniz? diye sorulduğunda Besmele okuyarak ***** «Peygamber size ne verdiyse onu alın neyi yasakladıysa ondan sakının..» (Haşr, 7.) âyetiyle cevap verdi.
Bize Sufyan, o Misar b. Kidam, o Kays b. Müslim, o da Tarık b. Şihab-dan, Hazret-i Ömer'in şöyle dediğini rivâyet etmiştir: Hazret-i Ömer, ihramlı olan bir kimseye eşek arısını öldürmesini emretmiştir.
Buhârî, İbn-i Mesûd'un şöyle dediğini rivâyet eder:
Allahü teâlâ, güzel görünmek için, Allah'ın hilkatini değiştirerek dövme yapan ve yaptıran, yüzündeki kılları söken ve göğsünü açan kadınlara lanet olsun! şeklindeki sözünü duyan Benu Esed kabilesinden bir kadın, İbn-i Mesûd'a gelerek: Duyduğuma göre siz; şu ve şu gibi işleri yapanları lanetlemişsiniz, bu doğru mudur? diye sorar. İbn-i Mesûd kadına: Resûlüllah'ın lanetlediği kimseyi ben niye lanetlemeyeyim? Bu lanet, Allah'ın Kitabında mevcuttur, şeklinde cevap verir. Bunun ü-zerine kadın; Kur’ân'ı ben de okudum, senin dediklerine rastlamadım, der. Bunun üzerine İbn-i Mesûd: Eğer dikkatle okusaydın, mutlaka bulurdun. Sen Kur-an'da ***** «Peygamber size neyi verdiyse alın, neyi yasakladıysa ondan sakının..» âyetini hiç duymadın mı? deyince kadın: Evet duydum, şeklinde mukabelede bulununca İbn-i Mesûd; şu halde Resûlüllah, bunu kesinlikle yasaklamıştır, der.
5335 İbn-i Suraka, «Kitabu'l-Îcâz» adlı eserinde, Ebubekr b. Mücahidin şöyle dediğini nakleder: Âlemde ne varsa, hepsi de Allah'ın Kitabında mevcuttur. Kendisine; hanların zikri hangi âyettedir? diye sorulduğunda: ***** «Oturulmayan ve içinde eşyanız bulunan evlere girmenizden dolayı size bir günah yoktur..» (Nur, 29.) âyetini okumuş, iskan edilmeyen evlerin hanlara işaret olduğunu söylemiştir.
İbn-i Berracan şöyle demiştir: Resûlüllah'dan sadır olan her sözün, uzak veya yakın, kendisi veya aslı, Kur’ân'da mevcuttur. Bunu, anlayabilen anlar, göremeyen de göremez. Verdiği her hüküm ve karar böyledir. Bunu herkes içtihadı, ilmi derecesi ve anlayış kabiliyeti ölçüsünde kavrar.
1- Kur’ân İlimleri
İbn-i Ebî'l-Fadl el-Mursi, «Tefsir»inde şöyle der:
Kur’ân, öncekilerin ve sonrakilerin ilmini sinesinde toplamıştır. Öyle ki, bu ilimlerin hakikatini ancak Allah bilebilir. Allah'ın nezdinde alıkoydukları hariç, Resûlüllah da bilebilir. Kur'an'ın lügatı, kelimelerin yazılışı, harflerin mahreci ve adedi, kelimelerin, âyetlerin, sûrelerin, hiziblerin, nısıfların, rubuların, secdelerin sayısını, her on âyette bir talimi, mânalarına inmeden mümasil âyetleri ve müteşâbih kelimelerin tesbiti gibi hususlarla, Kurra adı verilen kimseler uğraşmıştır.
Nahiv uleması; isim, fiil ve harflerin murab ve mebnisini, bunlardan amel eden veya etmeyen üzerinde durmuş, isimler ve ona bağlı mevzularda, fiillerin lazım ve müteaddi gibi çeşitleri, kelimelerin yazılışları gibi meseleleri genişçe ele almışlardır. Hatta bunlardan Bazıları, müşkilini irab etmiş, Bazıları da Kur’ân'ın kelime kelime irabını yapmışlardır.
Bazı müfessirler, kelimeleriyle meşgul olmuş, bir mânaya, iki veya daha çok mânaya gelenlerini tesbit etmiş, bir mânası olan kelimeleri, kendi manasıyla değerlendirip gizli mânalarını açıklığa kavuşturmuş, iki veya daha çok mânaya muhtemel olanlardan birini tercih etmiş, herbiri bu konuda görüş ileri sürmüş kendi görüşüne göre mâna vermişlerdir.
Usul uleması, akli deliller, asli ve nazari şahidlerle meşgul olmuşlar, ***** «Eğer yerde, gökte Allah'tan başka tanrılar olsaydı, ikisi de (yer ve gök) bozulup gitmişti..» (Enbiya, 22.) âyeti gibi pek çok âyetler üzerinde düşünüp, Allah'ın vahdaniyeti, mevcudiyeti, bekası, kıdemi, kudreti, ilmi, ve zatına layık olmayan sıfatlardan tenzihine işaret eden deliller çıkarmış, buna Usulu’d-din İlmi adını vermişlerdir.
Bir kısım ulema Kur’ân'daki hitaplar üzerinde durmuş, bunların umum veya hususi mânaya geldiklerini görmüş, hakikat ve mecâz gibi kelimelerde mevcut dil ile ilgili hükümler çıkarmış; tahsis, ihbar, nass, zâhir, mücmel muhkem, müteşâbih, emir, nehiy nesih ile kıyas, istishab ve istikra gibi konularda fikir beyan etmişler, buna Usul-i Fıkh adını vermişlerdir.
Bir kısım ulema, inceden inceye tetkik edip düşünerek, âyetlerde mevcut helal, haram gibi çeşitli hükümleri tesbit etmişler, bunlara dair usulü, furuu tesis edip, üzerinde geniş bir şekilde durmuşlar, buna ilm-i furu veya fıkıh adını vermişlerdir.
Bir kısım ulema; önceki asır ve milletlerin kıssalarını araştırmış, onlarla ilgili haberleri nakletmiş, bıraktıkları eserleri ve başlarından geçen olayları derlemiş, dünyanın yaratılışı ve akabinde mevcut olan eşyayı zikretmiş, buna tarih veya kısas adını vermişlerdir.
Diğer Bazıları da; kalpleri titreten, dağları yerinden oynatan hikmet, emsal ve mevize gibi mevzular üzerinde durmuşlar, Kur’ân'da mevcut vaad vaid, tahzir tebşir, mevt mead, neşr haşr, hisab ikab, cennet cehennem gibi mevize çeşitlerini, ceza esaslarını istinbat etmişler, buna, hitabet veya vaaz adını vermişlerdir.
Diğer Bazıları ise; Yusuf (aleyhisselâm)a anlatılan yedi semiz inek kıssası, hapiste karşılaştığı iki kişinin rüyası, güneş, ay ve yıldızların kendisine secde eder görünüşü gibi tabir usulünü istinbat etmişler, buna rüya tabiri adını vermişlerdir. Her rüyanın tabirini Kur’ân'dan çıkarmağa çalışmışlar, eğer bunda bulamadıkları olursa, Kur’ân'ın şarihi olan Sünnete müracaat etmişler, Sünnette de bulamadıklarını, hikem ve emsal kitaplarında aramışlar, bunlarda da bulamadıklarını, halkın ıstılahında ve ***** (Araf, 199.) âyetinin işaret ettiği örf ve âdetlerine müracaat etmişlerdir.
Bir kısmı, miras âyetlerindeki hisseyi ve ilm-i feraiz'in ele aldığı diğer hususları incelemiş, yarım, üçtebir, dörttebir, altıdabir, sekizdebir gibi feraiz hesaplarını, avle ait (varislere ait terekenin taksiminde artakalan mala) meseleleri istinbat etmişler, bundan vasiyet hükümlerini çıkarmışlardır.
Bir kısım ulema da, gece ve gündüzün meydana gelişindeki hikmetlere delalet eden âyetler üzerinde düşünmüş, güneş ve ayın menzilleri ile yıldızlar ve burçlara ait esasları tesbit etmişler, buna mevakıt ilmi (vakit tayini) adını vermişlerdir.
Şair ve edipler, Kur’ân'daki kelimelerin fesahatı, nazmındaki bedi ve belâgatı, mebde ve maktaı, hüsn-i tehallus'u, hitap çeşitlerini, itnab, îcâz ve benzeri hususları dikkatle incelemiş, buradan, meânî, beyan ve bedi ilmini meydana getirmişlerdir.
Kur’ân'daki işari mânalarla uğraşan hakikat erbabı, lâfzındaki mâna ve inceliklere dalmış, bunlara ait fena, beka, huzur, havf, heybet, üns, vahşet, kabz, bast ve benzeri tabirler kullanmışlardır.
Kur’ân, bu ilimler dışında; tıp, cedel, heyet, hendese, cebir ve mukabele, müneccimlik (istikbale ait bilgiler) ve diğer konuları ihtiva etmektedir.
Tıp ilminin gayesi, sağlığın korunması, kuvvetin sağlanmasıdır. Bu durum birbirine zıt olan azaların işleyişindeki uyumu sağlamakla mümkün olur. Allahü teâlâ: ***** «..bu ikisinin arasında dengeli olur..» (Furkan, 67.) âyetinde bunları bir arada toplamıştır. Biliyoruz ki Kur’ân'da, hastalıktan sonra sıhhata kavuşmayı, bedendeki bir rahatsızlıktan sonra şifa bulmayı ifade eden ***** «Renkleri çeşit çeşit bir içecek çıkar ki, onda insanlara şifa vardır..» (Nahl, 69.) âyeti bulunmakta, buna ilâveten kalbi hastalıkların şifasını sağlayan âyetler de yer almaktadır.
Pek çok sûrede yer alan heyet ilmi ile ilgili âyetlerde, yer ve göklerin yaratılışı,.
Hendese ilmine, ***** «Bir gölgeye gidin ki üç dallı-dır..» (Mürselat, 30.) âyetinde işaret vardır.
Cedel ilmi, âyetlerin ihtiva ettiği deliller, mukaddime ve neticeler, tasdik ve tekzip gibi diğer hususlarla uğraşır. Hazret-i İbrahim'in Nemrud ve kavmi ile münazarası bu ilimde önemli bir yer işgal etmektedir.
Cebir ve mukabele ilmi, zayıf bir ihtimalle denildiğine göre, bazı sûre başlarında bulunan harflerden hareketle, önceki milletlerin beka müddeti, yıllar ve günleri, İslam ümmetinin beka müddeti, dünyanın geçmiş ve gelecekteki ömrü ile meşgul olan ilimdir.
Kur’ân'da, günlük hayatta zaruri olan bazı sanatların aslı ve âyetlerin isimleri mevcuttur. Mesela; ***** «Ağaç yapraklarıyla vücutlarını örtmeye başladılar..» (Araf, 22.) âyetinde terzilik,
***** «Bana demir kütükleri getirin..» (Kehf, 96.) ve ***** «Ona demiri yumuşattık..» (Sebe, 10.) âyetlerinde demircilik,
***** «Gözetimimizde gemiyi yap..» (Hûd, 37.) âyetinde marangozluk,
***** «..ipliğini çözen kadın..» (Nahl, 92.) âyetinde ipekçilik,
***** «..bir ev edinen örümceğe benzer» (Ankebût, 41.) âyetinde dokumacılık,
***** «Ektiğinizi gördünüz mü?» (Vakıa, 63.) âyetinde çiftçilik, ***** «Her bina ustasını ve dalgıcı.» (Sad, 37.), ***** «..giyeceğiniz süs-ler çıkarırsınız..» (Nahl, 14.) âyetlerinde dalgıçlık, *****
«Musa kavmi, kendisinden sonra ziynet takımlarından yapılmış bir buzağı heykelini...» (Araf, 148.) âyetinde kuyumculuk,
***** «o, sırçadan yapılmış cilalı şeffaf bir..» (Neml, 44.),
***** «..lamba cam içindedir..» (Nur, 35.) âyetinde züccaciyecilik,
***** «..Ey Ha-man, haydi benim için çamurun üzerinde ateş yak..» (Kasas, 38.) âyetinde çömlekçilik,
***** «Ama o gemi de..» (Kehf, 79.) âyetinde denizcilik,
***** «Kalem ile öğretti..» (Alak, 4.) âyetinde kitabet,
***** «Başımın üstünde ekmek taşıyorum..» (Yûsuf, 36.) âyetinde fırıncılık,
***** «Kızarmış buzağı..» (Hûd, 69.) âyetinde aşçılık,
***** «Elbiseni temizle..» (Müddessir, 4.) âyetinde temizleyicilik,
***** «..henüz canları çıkmadan kesmeniz hariç..» (Mâide, 3.) âyetinde kasaplık,
***** «Allah'ın boyası..» (Bakara, 138.) âyeti ile
***** «..beyaz ve kırmızı yollar..» (Fâtır, 27.) âyetinde boyacılık,
***** «Dağlardan ustalıkla evler yontuyorsunuz.» (Şuarâ, 149.) âyetinde taşçılık,
***** «Attığın zaman sen atmadın..» (Enfâl, 17.) âyeti ile ***** «Onlara karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet hazırlayın..» (Enfâl, 60.) âyetinde atıcılıkla ilgili işaretler bulunmaktadır.
Kur’ân'da ayrıca; âlet isimleri, yiyecek içecek ve nikah çeşitleri, kâinatta olmuş-olacak bütün şeylerin tahakkuku, ***** «Bu kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmamışızdır..» (Enam, 38.) âyetinde ifade edilmiştir. Mürsi'nin sözleri, özetle bu kadardır.
İbn-i Suraka şöyle der: Kur’ân'da Allah'ın zikrettiği îcâz vecihlerinden bazısı da; sayıların hesabı, toplanması, bölmesi, çarpması, muvafakat, telif, münasebet, tansif ve mudaafe'dir. Hesap ilmiyle uğraşanlar, Resûlüllah'ın sözünde sadık olduğunu, Kur’ân'ı kendisinin uydurmadığını, bunlarla anlarlar. Zira Resûl-i Ekrem, ne felsefeciler arasına girmiş, ne hesap, ne de hendese bilenlerle karşılaşmıştır.
5382 Râgıb lsfahanî şöyle der: Allahü teâlâ, bütün peygamberlerin nübüvvetini, Peygamberimizin nübüvvetiyle hitama erdirdiği, şeriatlarını Peygamberimizin şeriatıyla kısmen nesh, kısmen de tamamladığı gibi, önceki kitapların muhassalası olan Kur’ân'ı da Resûlüne indirmiştir. Allahü teâlâ ***** «..tertemiz sayfalar okuyan bir elçidir. O sahifelerde doğru yazılmış hükümler vardır.» (Beyyine, 2-3.) âyetiyle haber vermiştir. Hacminin küçüklüğüne rağmen, ihtiva ettiği çok geniş mânalarla bu Kitab'ı bir mucize olarak indirmiş, bunları kavramaktan aciz kalmıştır. Nitekim; ***** «Yeryüzünde bulunan ağaçlar kalem olsa, denizler de (mürekkep olsa) arkasından yedi deniz de ona yardım etse, Allah'ın kelimeleri tükenmez..» (Lokman, 27.) âyeti bunu ifade etmektedir. Beşer aklı bunları kavramaktan aciz olmakla beraber, Kur’ân'ın nurundan ve işaret ettiği şeylerden faydalanacak güçtedir. Bu husus, aşağıdaki şiirde şöyle dile getirilmiştir:
Kur’ân ay gibidir, onu açıp baktığında (okuyup anladığında), gözlerine doğruyu gösteren bir nur bahşettiğini, görürsün;
Kur’ân göğün ortasındaki güneş gibidir, ışığıyle yeryüzünün doğusunu ve batısını aydınlatır.
Ebû Nuaym ve Bazı ulema, AbdurRahmân b. Ziyad b. Enam'ın şöyle dediğini rivâyet ederler: Hazret-i Musa'ya bir gün şöyle denilmiştir: Semavi kitaplar içinde Ahmed'in (sallallahü aleyhi ve sellem) Kitab'ı, dövüldükçe yağı çıkan bir kabtaki süde benzer.
Kadı Ebubekr b. Arabi, «Kanunu't-Tevil» adlı kitabında şöyle der:
Kur’ân'daki ilimler elli, dört yüz, yedi bin ve yetmiş bin ilimdir. Bunlar, Kur' an'daki kelime sayısına göre, her kelimenin zâhir, batın, hadd ve matla' gibi dört ile çarpılması sonucu elde edilen sayıdır. Bu sayıya, terkip halindeki kelimelerle atıflar, dahil değildir. Kur’ân'daki ilimler, sayılamayacak kadar çoktur, gerçek sayılarını ancak Allah bilir.
Kur’ân ilimleri üç ana konuda toplanır. Bunlar; Tevhid, Tezkir, Ahkâmdır.
Mahlûkata ait bilgiler, Allah'ın isim, sıfat ve efali ile ilgili bilgiler, Tevhid'e dahil olan bilgilerdir.
Vaad ve vaid, cennet ve cehennem, zâhir ve batının temizlenmesi, Tezkirin konularındandır.
Bütün mükellefiyetler, faydalı ve zararlı şeylerin beyanı, emir, nehiy ve menduplar, Ahkâm'ın konularındandır.
Fatiha sûresinde her üç ilim toplandığından, Ummu'l-Kur’ân adını almıştır.
İhlas sûresine de, bu üç ilimden biri olan Tevhid'i ihtiva ettiğinden, Kur’ân'ın üçte biri denilmiştir.
İbn-i Cerîr şöyle der: Kur’ân, şu üç ilmi ihtiva eder; bunlar: Tevhid, Ahbar ve Dini bilgilerdir. Tevhid'in tamamını ihtiva ettiğinden İhlas sûresine, Kur’ân'ın üçtebiri denilmiştir.
Şeyzele şöyle der: Gerçek şudur ki; İbn-i Cerîr'in bu üç husus, sadece bunları değil, bunlann daha fazlasını ihtiva etmektedir. Çünkü Kur’ân'ın ilimleri, idrak edilemeyecek ve sayılamayacak kadar çoktur.
Ali b. İsa şöyle der: Kur’ân, şu otuz mevzuu ihtiva eder; bunlar ilam, teşbih, emir, nehiy, vaad, vaid, cennet, cehennemin vasfı, Allah'ın isim ve sıfatları, nimetlerine şükrü, muhaliflere delil getirmeyi, mülhidlere cevap vermeyi öğretmek, rağbet, korku, hayır, şer, güzel, çirkin hikmetin vasfı ve marifetin faziletini beyan etmek, iyileri övmek, kötüleri zemmetmektir.
Bu konuda şunu ilâve etmek isterim: Kur’ân, her şeyi ihtiva eden bir Ki-tap'tır. Çeşitli ilimlerin aslı olan her bab ve her meseleye, Kur’ân'da işaret e-den deliller vardır. Kur’ân'da ayrıca; canlı-cansız bütün mahlûkatın çeşitli yönleri, yer ve göklerin melekutu, arş-ı âlâ ve yerin dibinde olanlar, kâinatın yaratılışı, meşhur peygamber ve meleklerin isimleri, geçmiş milletlerle ilgili haberler arasında, Hazret-i Adem'in cennetten çıkarılışı sırasında lblis'le olan kıssası, Abdul-haris adını verdiği oğlu, Hazret-i İdris'in yüce bir mevkiye yükseltilmesi, Nuh tufanı, Ad kavminin iki kıssası, Semud kavmi ve deve kıssası, Hazret-i Yûnus kıssası, Ey-ke ve Medyen halkının Hazret-i Şuayb'le olan kıssası, Hazret-i Lut kavmi, Tubba'ın kavmi, Ress halkı, Hazret-i İbrahim kavmi ve Nemrud'la mücadelesi, oğlu İsmail'i annesiyle birlikte Mekke'de bırakması, Kabe'nin inşası, Hazret-i İbrahim'in oğlunu kurban etmesi, Hazret-i Yusuf ve kardeşlerinin kıssası, Hazret-i Musa'nın doğumu, nehre atılışı, Kıbtı'yi öldürüşü, Medyen'e gidişi, Hazret-i Şuayb'ın kızıyla evlenişi, Tur'da Allah'la konuşması, Firavn'a gelişi, Mısır'dan çıkışı, düşmanı boğuşu, kavminin buzağıya tapması, Bakara ve Hızır'la olan kıssası, Hazret-i Musa'nın zalimlere savaşı, Çin'e kaçan kavmin, Talut'un, Hazret-i Davud'un Calut'la olan kıssası, Hazret-i Süleyman ve Saba melikesinin kıssası, Taun'dan kaçanların, öldükten sonra tekrar dirilenle-rin kıssası, Zülkarneyn kıssası, Doğuya ve Batıya gidişi, Seddi bina edişi, Hazret-i Eyyub kıssası, Zülkifl kıssası, Hazret-i İlyas kıssası, Hazret-i Meryem ve doğum kıssası, Hazret-i İsa'nın risaleti ve göğe çekiliş kıssası, Hazret-i Zekeriyya ve oğlu Yahya'nın kıssası, Eshâb-ı Kehf kıssası, Ashâb-ı Rakim kıssası, Buht-ı Nasr kıssası, biri cennetlik olan iki kişinin kıssası, cennet ehlinin kıssası, Âl-i Yâsin'den inananın kıssası, Eshâb-ı Fil kıssası, gibi kıssalar mevcuttur.
Kur’ân'da ayrıca; Hazret-i İbrahim'in Resûlüllah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) duası, Hazret-i İsa'nın müjdesi, Resûlüllah'ın biset ve hicreti, gazvelerinden olan Bakara sûresindeki Benu Hadrami seriyyesi, Enfal sûresinde Bedr gazvesi, Âl-i İmrân sûresinde Uhud gazvesi ve Küçük Bedr savaşı, Ahzab sûresinde Hendek muharebesi, Fetih sûresinde Hudeybiye barışı, Haşr sûresinde Benu Nadir gazvesi, Tevbe sûresinde Huneyn ve Tebük gazveleri, Mâide sûresinde Haccetu'l-Veda, Zey-neb binti Cahş'ın nikahı, Resûlün seriyyeden alıkonuşu, ezvac-ı mutahharanın Resûlüllah'a karşı müşterek tavır almaları, İfk kıssası, İsra kıssası İnşikak-ı Kamer olayı, Yahudilerin Resûle sihir yapmaları gibi, Resûlüllah'la ilgili haberler mevcuttur.
Kur’ân'da ayrıca; insanın yaratılışından ölümüne kadarki safhalar, ölümün keyfiyeti, ruhun kabzı ve semaya yükselişi, Mü’min kadına cennet kapısının açılıp Kâfir kadına kapanması, kabir suali ve azabı, ruhların karar kıldığı yer, büyük kıyamet alâmetlerinden olan Hazret-i İsa'nın inişi, Yecüc ve Mecüc'ün, Dâbbe-nin ve dumanın çıkışı, Kur’ân'ın yükselişi, yeryüzünün yok oluşu, güneşin batıdan doğuşu, tevbe kapısının kapanışı, üç nefha sonunda yeniden diriliş, haşr ve neşir, kıyametin korkunç halleri, güneşin şiddetli sıcaklığı, arşın gölgesi, mizan, havz-ı kevser, sırat, hesap günü ve kurtulanlar, uzuvların şehadeti, amel defterinin sağ ve sol ele verilişi veya arkadan verilişi, şefaat, makâm-ı mah-mud, cennet ve kapıları, içindeki nehirler, ağaçlar, meyveler, ziynet eşyaları, kaplar, cennetteki dereceler, Allah'ın ruyeti, cehennem kapıları, içindeki vadiler, azab ve işkence çeşitleri, zakkum ve irinli suların zikri de yer almaktadır.
Kur’ân'da; hadisde varid olan Allah'ın esma-i hüsnası, mutlak isimlerden bin ismin zikri, Resûlüllah'ın bütün isimlerinin zikri yer almaktadır. Ayrıca; imanın yetmiş küsur şubesi ile üç yüz on beş kadar İslami hükümler mevcuttur. Küçük ve büyük günah nevileri, Resûlüllah'dan varid olan her hadisi tasdik e-den âyetler ile, şerhi ciltler dolusu olacak bilgiler de Kur’ân'da yer almaktadır.
Bir kısım ulema, Ahkâmu'l-Kur’ân'la ilgili müstakil eser telif etmiştir. Kadı İsmail, Ebû Bekr b. Ala, Ebû Bekr'r-Razi, Keyelhirasi, Ebû Bekr b. Arabi, Abdul-munim b. Furs, İbn-i Nuveyz Mendad, bunlardandır. Bazı ulema, tasavvufla ilgili eserler yazmıştır.
İbn-i Berracan, hadislerle takviye ederek bu mevzuyu içine alan müstakil bir eser yazmıştır.
Bu sahada ben de bir kitap yazdım, «el-İklil fî İstinbati't-Tenzil» adını verdim. Kitabımda; fıkhi, usuli, itikadi ve bunlar dışında bazı meseleleri ele aldım. Kitabım bu sahada, oldukça faydalı bilgiler ihtiva etmektedir. Bunlara vakıf olmak isteyen, müracaat edebilir.
2- Kur’ân'da Ahkâm Âyetleri
Gazzali ve diğer Bazı ulema şöyle der: Kur’ân'daki ahkâm âyetlerinin sayısı, beş yüzdür. Bazıları bu sayıyı, yüz elli olarak gösterirler. Bu rakamı verenlerin gayesi, Kur’ân'da açıkça zikredilen âyetler olsa gerektir. Çünkü kıssa, emsal ve benzeri âyetlerden hüküm istinbat etmek de mümkündür.
İzzeddin b. Abdisselam, «el-İmâm fî Edilleti'l-Ahkâm» adlı eserinde şöyle der:
Âyetlerin büyük bir kısmı, güzel ahlâk ve âdabı ihtiva eden hükümler taşımaktadır.
Bir kısmında bu hükümler açıkça belirtilmiştir. Bunların bir kısmı istinbat yoluyla çıkarılır. İstinbat; ya bir başka âyete müracaat etmeksizin yapılır, ***** «Karısı da odun hammalı..» (Tebbet, 3.) âyetinden Kâfirlerin nikahındaki sıhhatin istinbatı, ***** «Artık şimdi yaklaşın... beyaz iplikten ayrılıncaya kadar.» (Bakara, 187.) âyetinden, cünüb bir kimsenin tuttuğu orucun sıhhatının istinbatı buna misaldir. Ya da; bir başka âyete müracaat edilerek yapılır. ***** «Onun ayrılması da iki yıl içinde olmuştur.» (Lokman, 14.) âyetinden hamilelik müddetinin en az altı ay olduğunun isbatı buna misaldir.
Müellif şunları da ilâve eder: Ahkâm âyetleri bazen fiilin inşai (emir) sigasından anlaşılır ki, bu açık olarak anlaşılanıdır. ***** «Namazı kılın..» (Bakara 43.) âyet.
Bazen de ***** «Size helal kılındı..» (Bakara, 187.), ***** «Leş..size haram edildi.» (Mâide, 3.), ***** «Size oruç farz kılındı..» (Bakara, 183.) âyetlerinde olduğu gibi, haber cümlesinden anlaşılır.
Bazen de Şariin bir işi beğenmesi; veyahut onu yapandan razı olması; ayrıca bir işi sevmemesi veyahut yapanı sevmemesi tarzındaki açıklama; emir veya yasaklama mânasına gelir.
Allah'ın terkini emrettiği, zemmettiği, fâilini zemmettiği veya azarladığı, lanetlediği, sevmediği fiil, fâilini sevmediği, razı olmadığı, fâilini bundan alıkoyduğu, fâilini hayvana veya şeytanlara benzettiği, hidayetten veya kabulden men edici bulduğu, kötülük veya kerahetle vasfettiği, enbiyanın sakındığı veya buğzettiği, felahın nefyine sebeb olan her fiil, (...) Allah'ın yapılmasını menettiği fiillere delildir. Bunlar, kerahetten ziyade tahrimi gerektiren fiillerdir.
Mübah olan fiiller, âyette helal kılındı şeklindeki lafızlardan, günah, beis, sıkıntı, muahezenin nefyi şeklindeki lafızlardan, mal-mülkle ilgili olan izin, bağış ve memnuniyeti tasvip şeklindeki lafızlardan, haramlığı sükût edilen lafızlardan, Allah'ın kulları için yarattığı şeyleri haram kılanı reddeden lafızlardan, önceki milletlerin zemmedilmeyen fiillerini reddeden lafızlardan çıkarılır. Şayet bu fiiller, medih şeklinde ise, vücup veya mübahlığı gösterir. Şeyh İzzeddin'in sözü burada bitmiştir.
Bazı ulema şöyle der: Sükut ifade eden âyetlerden de deliller çıkarılır.
Diğer Bir kısım ulema ise; Allah insanı on sekiz âyette zikrederek mahluk olduğunu söylemiş, fakat Kur’ân'ı elli dört âyette zikrettiği halde, mahluk olduğunu söylememiştir. ***** âyetinde insanın mahluk olduğu belirtildiği halde Kur’ân için böyle bir ifade kullanılmamıştır.