20-6
Resul-i Ekrem ( sallâllahü aleyhi ve sellem ) 'in Giyim Hususundaki Edep ve Ahlâkı
Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) hangi elbiseyi bulursa giyerdi. İster izar (baştan ayağa kadar bedeni kaplayan bir elbise) ister rida (kaftan) ister kamis (iç gömlek) veya cübbe olsun veya başkası olsun. (155) Elbiseler içerisinde Hazret-i Peygamber'in hoşuna en fazla giden yeşil elbiseydi. En fazla giydiği elbise de beyaz elbisedir. 'Beyaz elbiseyi dirilerinize giydiriniz ve ölülerinize de kefen yapınız. ' buyurmuştur. (156)
Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) , gerek savaş için gerek savaş dışında ortası pamuk veya yünle doldurulmuş kaftan giyerdi. (157) Hazret-i Peygamber'in altın renkli atlastan bir kaftanı vardı. Onu giyer, beyazla karışan yeşilliğini severdi veya beyaz renginin üzerine gelen kaftanın yeşil rengini severdi. (158) Hazret-i Peygamber'in bütün elbiseleri topuklarından yukarıdaydı. İzan bunun üzerinde olup bacak kısmının ortasına kadar varırdı. (159) Hazret-i Peygamber'in iç gömleği düğmelerle bağlı bulunuyordu. Bazen namazda ve başka yerlerde bu düğmeleri açardı. (160) Hazret-i Peygamber'in zaferanla boyanmış çarşafa benzer ve baştan ayağa kadar vücudunu kapatan bir elbisesi vardı. Çoğu zaman sadece onu giyip halkın önünde namaz kılardı. (161) Bazen de sadece çulumsu bir şal giyerdi. (162) Keçeden mâmul bir elbisesi vardı. Onu giyerdi ve şöyle derdi:'Ben ancak bir kulum. Kulun giydiği gibi giyerim. ' (163)
Sadece cuma gününe mahsus iki elbisesi vardı. Bunlar diğer günlerde giydiği elbiselerden başkaydı. (164) Bazen de sadece bir izar giyerdi. Onun iki tarafını omuzlarının arasına bağlardı. (165)
Bazen de cenaze namazlarında bir tek izar ile halkın önünde namaz kılardı. Bazen evinde bir tek izara bürünerek namaz kılardı. (166) Bu tek izarın iki tarafını ters yönlerden getirip bağlardı ve bu izar aynı zamanda zevceleriyle cinsî ilişki kurduğu zaman sütresi olurdu.
Bazen de geceleyin o izarla namaz kılardı. Namaz kıldığı izarın bir kısmını bedenine sarar, diğer kısmını odada bulunan hanımının üzerine atardı ve bu şekilde namaza devam ederdi. Hazret-i Peygamber'in siyah bir abası vardı, onu (fakir birisine) hibe etti. Hanımı Ümmü Seleme şöyle sordu:
-'Ey Allah'ın Râsûlü! Anam babam sana feda olsun! O siyah abâ ne oldu?'
Hazret-i Peygamber;
-'Onu başkasına giydirdim' diye cevap verdi.
Ümmü Seleme der ki:
-'Senin beyazlığının, onun siyahlığına katılıp vermiş olduğu güzelliği hiç bir yerde görmüş değilim'. (167)
Enes şöyle anlatır: Çoğu zaman Hazret-i Peygamber'i, sırtına geçirmiş ve iki tarafına bağlanmış bir şal içerisinde önümüzde öğle namazını kıldırırken görürdüm. (168) Hazret-i Peygamber, yüzük kullanırdı. Çoğu zaman (saadet hücrelerinden) yüzüğüne bir ip bağlı olduğu halde çıkardı. (169) Parmağındaki yüzük ile yazdırmış olduğu mektupları mühürlerdi. Mektup üzerinde mührün bulunması, itham edilmekten daha hayırlıdır. (170)
Hazret-i Peygamber sarığın altında külâh giydiği gibi, bazen de sarıksız külâh giyerdi. (171) Bazen de külahını başından çıkarır, önünde sütre yapar, öylece namaza kalkardı. Bazen de başında sarığı olmadığı takdirde başına ve alnına mendilimsi bir şey bağlardı. (172)
Hazret-i Peygamber'in bir amâmesi vardı. Ona Sehab adını veriyordu. Amâmesini daha sonra Hazret-i Aliye (radıyallahü anh) hibe etti. Bazen Hazret-i Ali o amâmeyi bağlar, evinden öylece çıkardı. Hazret-i Ali'nin bu amâme ile geldiğini gören Hazret-i Peygamber şöyle demiştir:'Ali, sehab'ın içinde size geliyor. ' (173)
Hazret-i Peygamber elbisesini giyerken önce sağ tarfından giyerdi. (174) 'Hamd, avretimi örttüğüm ve insanlar arasında süs olarak kullandığım bir elbiseyi bana giydiren Allah'a mahsustur. ' (175) Elbisesini çıkardığı zaman sol tarafından başlardı. (176)
Yeni elbise giydiği zaman eski elbisesini bir miskine sadaka verirdi. (177) 'Herhangi bir müslüman eski elbisesini fakir bir müslümana giydirirse Allah'ın hıfzında, himayesinde ve hayrında olur. Bu korunması, o fakir tarafından vermiş olduğu elbise ister diri olarak kullanılsın, ister ölü kullanıldığı müddetçe devam eder. '
Hazret-i Peygamber'in, yüzü tabaklanmış deriden, içi hurma lifinden doldurulmuş bir yatağı vardı. O yatağın uzunluğu iki zirâ idi veya buna yakın idi. Eni ise bir zirâ ve bir karıştı veya buna yakın idi. (178) Hazret-i Peygamber'in altına serilen bir abâsı vardı. Bu abâ Hazret-i Peygamber'in gittiği yere götürülür, iki kat yapılarak Hazret-i Peygamber'in altına serilirdi. (179) Hazret-i Peygamber hasır üzerinde yatardı. Hasır ile teni arasında başka birşey bulunmazdı. (180)
Hayvanlarına, silâh ve ev eşyalarına İsim vermek, Hazret-i Peygamber'in ahlâkındandı. Bayrağının ismi el-İkab idi. Savaşlarda kullandığı kılıcının ismi Zülfikar'dı. (181) Hazret-i Peygamber'in bir kılıcı vardı. Ona el-Mıhzem derdi. Başka bir kılıcı vardı. Ona da er-Resub denirdi. Diğer biri vardı, ona da el-Kabib denirdi. Hazret-i Peygamber'in kılıcının kabzası gümüş ile süslenmişti. Hazret-i Peygamber tabaklanmış deriden yapılmış bir kemer bağlardı. O kemerde gümüşten üç halka bulunmaktaydı. (182) Hazret-i Peygamber'in okuna el-Ketum deniyordu. Okdanlığına el-Kafur denirdi. (183)
Hazret-i Peygamber'in devesinin ismi el-Kusva idi ve bu deveye, bazen el-Abda deniyordu. (184) Hazret-i Peygamber'in katırının ismi Düldül idi. Merkebinin ismi Ya'fur'du. Sütünü içtiği koyunun ismi Ayne idi. Hazret-i Peygamber'in çamurdan yapılmış bir ibriği vardı. Onunla abdest alıyordu ve onunla su içerdi. Ashâbı kirâm daha erginleşmemiş yavrularını (ki bu yavrular serbestçe Hazret-i Peygamber'in huzuru saadetine ve hânei saâdetine girip çıkıyorlardı) o ibrikten su içmek için gönderiyorlardı. Çocuklar ibrikte su buldukları takdirde içer, yüzlerine sürer ve bedenlerini o su ile meshederlerdi. Böyle yapmakla Hazret-i Peygamber'in bereketini ararlardı. (185)
155) Müslim, Buhârî
156) İbn Mâce, Hâkim
157) Buhârî, Müslim
158) Ahmed
159) Ebû Fadl Muhammed b. Tâhir
160) Ebû Dâvud, İbn Mâce, Tirmizî
161) Ebû Dâvud, Tirmizî
162) İbn Mâce, İbn Huzeyme
163) Müslim, Buhârî
164) Taberânî
165) Müslim, Buhârî
166) Irakî'ye göre aslı yoktur,
167) Müslim, (Hazret-i Âişe'den benzerini)
168) Bezzâr ve Ebû Ya'lâ
169) Müslim, Buhârî
170) İbn Adiyy
171) Müslim, Buhârî, (Enes'ten)
172) Buhârî
173) İbn Adiyy, Ebû Şeyh, Ebû Nuaym
174) Tirmizî
175) Tirmizî, İbn Mâce, Hâkim
176) Ebû Şeyh, (İbn Ömer'den)
177) Hâkim, Beyhakî
178) Müslim, Buhârî
179) İbn Sa'd, Tabâkat
180) Müslim, Buhârî
181) Taberânî, (İbn-i Abbâs'tan)
182) İbn Sa'd ve Ebû Şeyh (mürsel olarak)
183) Irâkî aslına rastlamadığına kaydeder.
184) Taberânî
185)
20-7
Hazret-i Peygamber'in Merhameti ve Hoşgörüsü
Hazret-i Peygamber, insanların en halîmi ve kudretlisi olmakla beraber herkesten daha fazla affetmeyi seven bir zattı. Hatta bir savaşta Hazret-i Peygamber'e altın ve gümüşten gerdanlıklar getirildi. Onları muharip ashâbı kirâm arasında taksim etti. O esnada bedevilerden biri ayağa kalktı ve şöyle haykırdı:
-'Ya Muhammed! Allah'a yemin ederim, eğer Allah sana adaleti emretmişse ben seni adaletle hareket eder görmüyorum!'
Bunun üzerine Hazret-i Peygamber:
-'Sana rahmet olsun! Acaba benden sonra senin hakkında kim adâletli hareket edebilir?'
Bedevî kalkıp giderken Hazret-i Peygamber ashâbı kirâma şöyle demiştir:
-Yavaşça, (korkutmadan) onu çevirip bana getiriniz.
Adam çevrilip Hazret-i Peygamber'in huzuruna getirildi ve Hazret-i Peygamber;
-'Seni çıkışından ötürü affediyorum' demek suretiyle kişinin aleyhinde kabaran gergin havayı dağıttı. (186)
Cabir şöyle rivâyet eder: Hazret-i Peygamber, Hayber (bazı nüshalarda Huneyn) gününde Bilâl'in eteğinde ve kucağında bulunan gümüşleri alıp halka veriyordu. Bu esnada bir kişi öfkelenerek Hazret-i Peygambere şöyle haykırdı:
-'Ey Allah'ın Rasûlü! Adaletli hareket et!'
Hazret-i Peygamber ona
-'Sana rahmet olsun! Ben adalet etmedikten sonra artık adalet eden kimdir? Eğer ben adalet etmezsem sen mahrum olup zarar içerisinde kalmış olursun'. (187)
Bu durum karşısında Hazret-i Ömer (radıyallahü anh) ayağa kalkarak Hazret-i Peygambere
-'Bu kişi münafıktır. Bana izin ver boynunu vurayım' dedi.
Hazret-i Peygamber, Hazret-i Ömer'e şöyle dedi:
-'Senin bu dediğinden Allah'a sığınırım. Böyle yaptığımız takdirde, Muhammed arkadaşlarını öldürüyor diye propaganda yaparlar. ' (188)
Hazret-i Peygamber bir savaşta bulunuyordu. Bu esnada düşmanlar, müslümanların gafletinden istifade ederek casuslarını İslâm ordusunun içerisine saldılar. Hatta bir adam yalın kılıç gelip Hazret-i Peygamber'in başucunda durdu ve Hazret-i Peygamber'e şöyle hitap etti:
-'Seni benden kurtaracak kimdir?'
Hazret-i Peygamber 'Allah!' diye haykırdı. Adamın elinden kılıç yere düştü. Hazret-i Peygamber kılıcı alıp adama şöyle dedi:
-'Seni benden kim kurtaracak?'
Adam; 'Kılıcı alan, en hayırlı bir kimse ol! (beni öldürme) ' diye yalvardı. Hazret-i Peygamber şöyle buyurdu:
-O halde Allah'tan başka ilâh olmadığına ve benim Allah'ın Râsûlü olduğuma şâhitlik et.
-Hayır! Ben bunu demem! Ancak bundan böyle ne seninle savaşır, ne seninle beraber olur, ne de seninle savaşan bir kavimle beraber olurum.
Bu şart ile Hazret-i Peygamber onu serbest bıraktı. O, arkadaşlarına gelip şöyle dedi: 'İnsanların en hayırlısının nezdinden size geliyorum!' (189)
Enes şöyle rivâyet eder: Bir yahûdî kadın, Hazret-i Peygamber'e zehirli bir koyun gövdesi getirdi ki Hazret-i Peygamber ondan yesin. . . Bu hâdise keşfedilince kadın Hazret-i Peygamber'e getirildi. Hazret-i Peygamber kadına 'Neden böyle yaptın?' dedi. Kadın 'Seni öldürmek için!' diye cevap verince Hazret-i Peygamber kadına şöyle dedi:
'Allah seni bu işte muvaffak kılmaz'. Ashâbı kirâm 'Ey Allah'ın Râsûlü! Kadını öldürelim mi?' dedi. Hazret-i Peygamber ise kabul etmedi. (190)
Hazret-i Peygamber'e, yahudilerden bir kişi sihir yaptı. Cebrâil gelip Hazret-i Peygamber'e durumu haber verdi. Hazret-i Peygamber adam gönderip sihir yapılan tarağı (Zervan kuyusundan) çıkarttı. Düğümlerini açınca bedeninde hafiflik hissetti. (191) Bu hadiseyi sihirci yahûdîye ne söyledi ne de yüzüne vurdu.
Hazret-i Ali şöyle der: Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) beni, Zübeyr'i ve Mikdad'ı göndermek üzere vazifelendirerek şöyle dedi: 'Hâh' (Mekke, Medine arasında bir yer) bahçesine varıncaya kadar gidiniz. O bahçede hevdecinde bulunan bir kadın vardır. O kadınla beraber bir mektup bulunuyor. Mektubu kadından alıp getirin.
Hazret-i Ali der ki: Biz 'Hâh' bahçesine varıncaya kadar gittik. Kadına mektubu çıkartmasını söyledik. Kadın 'Yanımda mektup yok' dedi. Bunun üzerine kadını tehdit ederek dedik ki: 'Ya mektubu verirsin veya kontrol etmek için elbiselerini teker teker bedeninden soyarız'. Bu tehdit karşısında kadın, saç örgülerinin arasından mektubu çıkardı. Biz mektubu Hazret-i Peygamber'e getirdik. Baktı ki, mektupta Hatib b. Ebî Beltâ Mekkeli müşriklerden bazılarına bir şeyler yazmış. Hazret-i Peygamber'in ne yapacağını onlara haber veriyordu. Bu durum karşısında Hazret-i Peygamber, Hatib'e hitaben 'Bu nedir ya Hatib?' diye sordu. Hatib de şöyle cevap verdi: 'Ya Rasûlüllah! Benim hakkımda acele etme! Ben kavmine sonradan gelip katılmış bir kimseyim. Seninle beraber bulunan muhacirlerin Mekke'de akrabaları vardır. Onların Mekke'de kalmış aile efradını himaye ederler. Bu bakımdan, benim soydan gelen akrabalarım Mekke'de yoktur ki, benim orada kalmış aile efradımı korusun. . . Ben istedim ki, onlara bir iyilik yapayım. O iyiliğimden dolayı orada kalmış yakınlarımı himaye etsinler. Ben mektubu kâfir olduğumdan veya İslâm'dan sonra küfre rıza göstermemden veya dinimden döndüğümden dolayı yazmış değilim'.
Bu söz karşısında Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:
'Hatib doğru söyledi!'
Hazret-i Ömer (radıyallahü anh) 'Ya Rasûlüllah! Bana izin ver de bu münafığın boynunu vurayım!' deyince, Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle dedi:
'Hatib, Bedir savaşına katılmış bir kimsedir! Ey Ömer! Ne biliyorsun, belki Allah Bedir'e katılanlara şöyle demiştir: İstediğinizi yapın! Muhakkak ben sizi affettim. (192)
Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) bir ara ganimet malını taksim etti. Ensar'dan bir kişi 'Bu öyle bir taksimdir ki, bu taksimle Allah'ın cemâli kastedilmiş değildir!' dedi. Onun bu sözü Hazret-i Peygamber'e nakledildi. Hazret-i Peygamber'in yanakları kıpkırmızı kesilerek şöyle buyurdu:
Allah kardeşim Musa'ya rahmet eylesin! Bu zahmetlerden daha fazlasına mübtelâ olmuş ve sabretmiştir. (193)
Sakın sizden herhangi bir kimse, benim ashâbımın herhangi birinden bana birşey getirip söylemesin. Çünkü ben istiyorum ki, göğsüm sapasağlam olduğu halde sizin yanınıza çıkmış olayım. (194)
186) Daha önce geçmişti.
187) Ebû Şeyh, (İbn Ömer'den)
188) Müslim
189) Müslim,Buhârî
190) Müslim
191) Nesâî
192) Müslim,Buhârî
193) Müslim,Buhârî
194) Ebû Dâvud,Tirmizî
20-8
Hazret-i Peygamber'in Hoşlanmadığı Hususlardaki Hoşgörüsü
Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) , ince derili (hayâ sahibi) zâhir ve bâtını lâtif bir zattı. (195) Öfkeli veya sevinçli olduğu yüzünden anlaşılırdı. (196) Öfkesi şiddetlendiği zaman, sakalını çokça sıvazlardı. (197) Kerih gördüğü birşeyle hiç kimse ile konuşmazdı. Bir ara huzuruna, sırtında sarı bir elbise bulunan bir kimse girdi. O, sarı elbiseyi hoş karşılamadığı halde, adama birşey söylemedi. Adam gittikten sonra, orada bulunan bazı zevata'Keşke bu adama söyleseydiniz! Bu sarı elbiseyi giymeseydi'dedi. (198)
Bir bedevî Hazret-i Peygamber'in hazır bulunduğu bir zaman, mescidde işedi. Ashâbı kirâm adamı kovup atmak isteyince Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) onlara şöyle hitabetti:'Adamın işini yarıda kesmeyin!' Sonra bedevîye dönüp dedi ki:'Bu mescidler pislik ve tuvalet yapmaya uygun değildir'. Başka bir rivâyette 'yaklaştırınız, ürkütmeyiniz'diye gelmiştir. (199)
Bir gün bedevinin biri gelip Hazret-i Peygamber'den birşeyler istedi. Hazret-i Peygamber ona istediğini verdikten sonra bedevîye şöyle sordu:
-'Sana iyilik yaptım mı?' Adam
-'Hayır! Değil iyilik, güzel bir şekilde bile davranmadın!' diye cevap verdi. Bu söz karşısında müslümanlar öfkelendi ve bedeviyi hırpalamak için ayağa kalktılar. Hazret-i Peygamber onlara adama dokunmamaları için işaret etti. Sonra kalkarak hâne-i saâdetine girdi. Bedeviyi hanesine davet etti. Sonra ona birşeyler daha verdi ve dedi ki:
-'Sana iyilik yaptım mı?' Bedevî
-'Evet! Allah sana yakın akraba ve soydan ötürü hayır yönünden mükâfat ihsan etsin!' dedi. Bu duadan sonra Hazret-i Peygamber, bedevîye şöyle dedi:
-Sen deminki sözünü söylediğinde ashâbımın nefsinde sana karşı bir kırgınlık oldu. Eğer istiyorsan, şimdi bana söylediklerini ashâbımın huzurunda söyle ki, onların kalplerinde sana karşı duyulan kin ve buğz silinsin.
Bedevî bu teklifi kabul etti. Sabah (veya akşam) olduğu zaman bedevî geldi. Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) bedevinin geldiğini görünce şöyle dedi:
-'Şu bedevî dün söylediğini söyledi. Fakat biz ona biraz daha fazla verdik. Şimdi bizden razı olduğunu söylüyor. Öyle değil mi?' Bedevî;
-'Evet! Allah sana yakın akraba ve soydan ötürü hayr bakımından mükâfat versin!' dedi. Bu konuşmadan sonra Hazret-i Peygamber şöyle buyurdu:
-'Benimle şu bedevinin misâli, tıpkı devesi ürken bir kişinin misâline benzer. Halk o ürken devenin arkasına tutmak için takılır. Fakat takılan halk, gittikçe deveyi daha da ürkütürler. Fakat deve sahibi onlara 'Benimle devemin arasından çekilin. Çünkü ben devem için daha şefkatliyim ve onun huyunu daha iyi bilirim' diye bağırır. Sonra devenin sahibi deveye doğru yönelip yerden otlar alarak deveye gösterir. Yavaş yavaş deveyi kendisine doğru yaklaştırır. Hatta sonunda deve gelir, onun önünde diz çöker. O da devenin sırtına yükünü bağlayıp biniverir. Eğer ben sizi, bu kişi söylediğini söylediği zaman bıraksaydım, siz de onu öldürseydiniz muhakkak ateşe giderdi. (200)
195) Ebû Şeyh
196) Ebû Şeyh
197) Ebû Dâvud,Tirmizî
198) Müslim,Buhârî
199) Müslim,Buhârî
200) Bezzâr,Ebû Şeyh
20-9
Hazret-i Peygamber'in Cömertliği
Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) insanların en cömerdiydi. (201) Hazret-i Peygamber Ramazan'da esen rüzgâr gibiydi. Hiçbir şeyi yanında tutmazdı. Hazret-i Ali Hazret-i Peygamber'i vasıflandırırken şöyle derdi: 'Vermek bakımından insanların en cömerdi, göğüs bakımından da insanların en genişi. . . Dil yönünden insanların en doğrusu. . . . Sözüne sahip çıkmak yönünden insanların en sadığı. . . Tabiatı insanların en yumuşağı. . . Muaşeretçe insanların en şereflisi idi. İlk olarak gören ondan korkardı. Onunla sohbet eden onu severdi'. (202)
Hazret-i Peygamber'i öven bir zat der ki: 'Ne ondan önce, ne de sonra ona benzer kimseyi görmedim. İslâmiyet'e aykırı olmamak şartıyla kendisinden istenilen şeyi verirdi'.
Bir kişi Hazret-i Peygamber'e gelip istedi. Hazret-i Peygamber iki dağın arasını dolduracak kadar ona koyun verdi. Kişi kavmine dönüp gelince onlara şöyle dedi: İslâm olunuz! Çünkü Muhammed, fakirlikten korkmayan bir kişinin cömertliğiyle veriyor. Hazret-i Peygamber'den birşey istensin de Hazret-i Peygamber de hayır desin!' (203)
Hazret-i Peygamber'e bir ara doksan bin dirhem ganimet getirildi. Onu bir hasırın üzerine döktü, sonra kalkıp fakir ve fukaraya taksim etti. Her gelip isteyeni boş çevirmedi. Ta ki, doksan bini bitirinceye kadar. . . Bir kişi gelip Hazret-i Peygamber'den birşeyler istedi. O da şöyle dedi: 'Benim nezdimde birşeyler yok! Fakat git benim namıma borç et! Eğer birşeyler gelirse onu öderiz!' Bu durum karşısında Hazret-i Ömer 'Senin güç yetiremediğini Allah sana yüklememiştir' dedi. Bu söz karşısında Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) bozuldu ve gelen kişi (Hazret-i Peygamber'e) şöyle dedi: 'Ey Allah'ın Râsûlü! Allah yolunda infak et! Arşın sahibi olan Allahü teâlâ'nın seni fakir bırakacağından korkma!' Bu söz üzerine tebessüm etti ve yüzünde sevgi alâmetleri belirdi. (204)
Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) Huneyn savaşından dönerken bedeviler gelip mal istediler. Hatta Hazret-i Peygamberi bir ağaca sığınmaya mecbur ettiler. Arkadan Hazret-i Peygamber'in abası çıkarıldı. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber durdu ve şöyle dedi:Benim abamı veriniz! Eğer elimde bu ağaçlar kadar mal olsaydı muhakkak sizin aranızda taksim ederdim. Sonra beni cimri olarak görmez, yalancı ve korkak olarak müşahede etmezdiniz. (205)
201) Müslim,Buhârî
202) Tirmizî
203) Müslim,Buhârî
204) Buhârî
205) Buhârî
20-10
Hazret-i Peygamber'in Şecaati
Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) insanların en kahramanı ve en şeciî idi. (206) Hazret-i Ali der ki: Bedir gününde biz Hazret-i Peygamber'e sığınıyorduk. O düşmana en yakınımız idi. (207) Bedir gününde kahramanlık bakımından en şiddetlimizdi.
Yine Hazret-i Ali şöyle demiştir: Savaş şiddetlendiği ve ordular karşı karşıya geldiği zaman, biz Hazret-i Peygamber'e sığınıyorduk. Bizden hiç kimse Hazret-i Peygamber'den daha fazla düşmana yakın olmazdı. (208)
Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) az konuşur, az muhavere ederdi. Ashâbı kirâma harbe hazırlanmak emrini verdiği zaman, kendisi de hazırlanıyordu. Kahramanlık bakımından insanların en şiddetlisiydi. (209) Kahraman o kimseydi ki, harpte Hazret-i Peygamber'e yakınlaşıyordu. Çünkü Hazret-i Peygamber düşmana yakındı. (210)
İmrân b. Husayn der ki: 'Hazret-i Peygamber düşmanın herhangi bir kitlesine rastladığında mutlaka ilk darbeyi düşmana vuran kendisi olurdu'. (211) Hazret-i Peygamber çok kuvvetliydi. Müşrikler, (Huneyn'de) onun etrafını sardığı zaman katırından indi ve onlara şöyle haykırdı:
Ben Allah'ın peygamberiyim. Yalan yok! Ben Abdülmuttalib'in oğluyum. (212)
206) Dârimî
207) Ebû Şeyh
208) Nesâî
209) Ebû Şeyh
210) Müslim
211) Ebû Şeyh
212) Ebû Şeyh
20-11
Hazret-i Peygamber'in Tevâzuu
Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) yüce mertebesinde tevâzu yönünden insanların en ileride olanıydı (213) İbn Amr der ki: Hazret-i Peygamber'in, kızıl bir devenin sırtında cemrelere taş attığını, önünden herhangi bir kimsenin dövülüp kovulmadığını ve 'yol açınız, yol açınız denilmediğini gördüm. (214)
Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) palanlı merkebin sırtına bir çul atarak binerdi. (210) Bununla beraber başkasını terkisine alırdi. Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) hastaları ziyaret eder, cenazelerin arkasında gider, kölelerin dâvetine icabet ederdi. (216) Ayakkabısını bizzat tamir ederdi. Elbisesini yamardı. Eşlerine ev işlerinde yardım ederdi. (217)
Hazret-i Peygamber'in ashâbı, Hazret-i Peygamber meclise geldiği zaman, önünde ayağa kalkmazlardı. Çünkü Hazret-i Peygamber'in böyle yapmalarından taciz olduğunu bilirlerdi. (218) Hazret-i Peygamber çocukların yanından geçerken onlara selâm verirdi. (219) Bir ara huzuruna bir adam getirildi. Adam Hazret-i Peygambe'in heybetinden tirtir titremeye başladı. Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) adama şöyle dedi: 'Korkma! Ben kral değilim. Ben Kureyş soyundan gelen ve kurutulmuş et yiyen bir kadının oğluyum. . . ' (220)
Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) , arkadaşlarının arasına katılarak oturuyordu. Sanki onlardan biriydi. Hatta yabancı bir kimse geldiğinde onlardan hangisinin Hazret-i Peygamber olduğunu bilemezdi ve Hazret-i Peygamber'i tanımak için sormaya mecbur kalırdı. Ashâb, gelen yabancıların Hazret-i Peygamber'i tanıyabilmesini sağlamak için Hazret-i Peygamber'e özel bir oturma yeri yapmayı düşündüler. Hazret-i Peygamber için çamurdan bir seki yaptılar ve Hazret-i Peygamber bundan böyle o sekinin üzerinde oturdu. (221)
Aişe validemiz 'Allah benim canımı sana feda etsin! Yaslanarak ye! Çünkü yaslanarak yersen senin için daha kolay olur' deyince, bu ısrarına bir karşılık olarak Hazret-i Peygamber, alnı yere değercesine mübarek başını eğdi ve sonra şöyle dedi;Hayır, ben kölenin yediği gibi yer ve kölenin oturduğu gibi otururum. (222)
Hazret-i Peygamber masa üzerinde ve sükürrüce (denilen iştah açıcı maddelerin konulduğu küçücük kap) ta yemezdi ve bu durumu Allah'ın huzuruna gidinceye kadar devam etti. (223) Gerek ashâbından, gerek başkalarından kendisini çağıran herkese 'buyurun' diye cevap verirdi. (224) Hazret-i Peygamber, halkla beraber oturduğu zaman, eğer onlar âhiret hakkında konuşurlarsa, onlarla beraber aynı konuda konuşurdu. Eğer yemek ve içmek hakkında konuşurlarsa, aynı konuda kendilerine katılırdı. Eğer dünya hakkında konuşulursa, onlara karşı şefkat ve tevâzu olsun diye aynı konuda konuşmalarına iştirâk ederdi. (225)
Ashâbı kirâm, Hazret-i Peygamber'in huzurunda bazen şiir okurdu. Hazret-i Peygamber de kendilerini dinlerdi. Cahiliyye olaylarından bir şeyler anlatıp gülerlerdi. Onlar güldüğü zaman Hazret-i Peygamber de tebessüm ederdi. Hazret-i Peygamber ancak onları haram işlemekten menederdi. (226)
213) Ebul Hasan b. Dahhâk
214) Tirmizî, Nesâî, İbn Mâce
215) Müslim, Buhârî
216) Tirmizî, Hâkim
217) Müsned
218) Tirmizî
219) Müslim, Buhârî
220) Hâkim
221) Ebû Dâvud, Nesâî
222) Ebû Şeyh
223) Buhârî
224) Ebû Nuaym
225) Tirmizî
226) Müslim
20-12
Hazret-i Peygamber'in Şemaili
Hazret-i Peygamber'in fazlasıyla uzun ve pek de kısa boylu olmaması onun şerefli sıfatlarındandır. Hazret-i Peygamber, tek başına yürüdüğü zaman orta boyluluğa nisbet edilirdi. Bununla beraber, bir kimse uzun boylu sayıldığı halde, Hazret-i Peygamber ile yürüdüğünde mutlaka Hazret-i Peygamber ondan uzun görünürdü. Bazen iki uzun boylu kişi, kollarına girerdi ve Hazret-i Peygamber kendilerinden daha uzun görünürdü. Onlar Hazret-i Peygamber'den ayrıldıkları zaman, kendilerine 'uzun boylu' denirdi ve Hazret-i Peygamber de 'orta boylu' diye vasfedilirdi. Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:
Hayrın tamamı orta boyluluktadır. (227)
227) Ebû Nuaym
20-13
Hazret-i Peygamber'in Rengi
Mübârek rengi beyazdı. Tam esmer değildi ve beyazlığı da pek fazla değildi. Rengine ne sarılık, ne kırmızılık ve ne de herhangi bir renk katılmıştı. Çünkü hadîste geçen 'el-Ezher' kelimesi bu mânâyı ifade eder.
Amcası Ebû Tâlib, kendisini vasıflandırırken şöyle dedi: 'Beyazdır. Onun yüzüyle yağmur istenir. Yetimlerin sığınağı ve dul kadınların kalesidir'. Bazıları da Hazret-i Peygamber'i şöyle vasıflandırıyordu: 'Beyazlığına hafifçe kırmızılık karışmıştır'. Dediler ki: 'Ancak Hazret-i Peygamber'in, güneş ve rüzgâr gören yüzü ve boynu gibi âzalarının beyazlığına hafif kırmızılık karışmıştı. Kırmızının karışmadığı duru ve saf bulunan kısımlar ise, elbise altında, güneş ve rüzgâr görmeyen yerlerdi'. (228)
Hazret-i Peygamber'in mübarek yüzündeki ter, inci gibiydi. En güzel kokan miskten daha güzel kokuluydu.
228) Beyhakî
20-14
Hazret-i Peygamber'in Saçı
Mübârek saçı güzel ve taranmıştı. Ne kıvırcıktı ve ne de tamamen düzdü. Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) , saçını taradığı zaman kum taneleri gibi tarağın önünden akardı. Denildi ki: 'Hazret-i Peygamber'in saçları omuzlarına kadar inerdi'. Rivâyetlerin çoğunda 'Kulaklarının memesine kadar' indiği vârid olmuştur. Hazret-i Peygamber bazen saçını dört örgü yapar, her kulağını iki örgü arasına alırdı. Bazen saçını kulaklarının üzerine kıvırır, uçları saçların arasında pırıl pırıl parlayarak görünürdü.
Mübârek başında ve sakalında onyedi beyaz kıl vardı. Ondan fazlası yoktu. (229) Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) , yüz bakımından insan güzeli ve insanların en nûrlusuydu. Onu her vasfeden mutlaka kendisini 'ayın ondördü'ne benzetmiştir. Derisinin pürüzsüzlüğünden ötürü kızması da sevinmesi de yüzünden anlaşılırdı. Ashâbı kirâm derlerdi ki: 'Hazret-i Peygamber, arkadaşı Ebû Bekir'in vasfettiği gibidir'. Nitekim Ebû Bekir kendisini şöyle vasıflandırmıştır: 'Emindir, seçilmiştir. Hayra dâvet eder. Tıpkı kendisinde karanlığın kalmadığı ondördündeki ay gibi parlar'.
Hazret-i Peygamber'in alnı oldukça geniş, kaşları kavisliydi ve tamdı. Kaşlarının arasında açıklık vardı. Sanki iki kaşın arası saf gümüş gibiydi. Efendimizin iki gözü oldukça büyüktü. Göz bebeği simsiyahtı. İki gözünde de kırmızılık vardı. Kirpikleri oldukça uzun ve çokluğundan dolayı nerdeyse karışır bir vaziyette idiler. Mübarek burnu dümdüzdü. Dişleri hafif aralıklıydı. Gülerek ağzını açtığı zaman şimşeğin parladığı zamanda olduğu gibi olurdu. Dudakları bakımından Allah'ın en güzel kuluydu. Ağız yönünden insanların en lâtifi idi. Yanakları, elmacık kemikleri yüksek olmaksızın çekikti. Yüzü ne uzun ve ne de yuvarlıktı. İkisinin arasındaydı. Mübarek sakalı gürdü. Mübarek sakalını uzatırdı. Bıyıklarından (uzayınca) alırdı. Boynu bakımından insanların en güzeliydi. Boynu ne fazla uzun ne de fazla kısa idi. Güneş ve rüzgâr gören boyun kısmı, sanki gümüşten yapılmış ve altın ile süslenmiş bir ibrik gibiydi. Gümüşün beyazlığında ve altının kırmızılığında pırıl pırıl parlıyordu.
Hazret-i Peygamber'in göğsü oldukça genişti. Bir kısmının eti diğer kısmının etini geçmezdi. Düzlükte ayna, beyazlıkta ayın ondördü gibiydi. Göğsün üst kısmı ile göbeği, tüylerle bitişikti. Bunlardan başka ne göğsünde, ne de karnında herhangi bir tüy yoktu. Göbeğinde üç kat vardı. Bağladığı izar onların birini örter, diğer ikisi dışarda kalırdı. Omuzlarının arası geniş ve tüylüydü. Omuz, dirsek, kalça ve mafsal kemiklerinin başı oldukça büyüktü. Mübarek sırtı genişti. İki omuzunun arasında nübüvvet mührü vardı. Bu mühür sağ omuza daha yakındı. O mührün içerisinde siyah bir ben vardı. Sarıya çalardı. Etrafında birbirini takip eden tüyler vardı. Sanki atın alnı gibiydi. (230)
Hazret-i Peygamber'in pazuları ve kolları kalındı. Bilekleri uzun ve büyüktü. El ayaları oldukça genişti. Elinin etrafı, yanı, parmakları uzundu. Sanki parmakları gümüş çubuklardan yapılmıştı. Mübarek ayası ipekten daha yumuşaktı. Güzel kokuyu ister sürsün, ister sürmesin sanki ayası, güzel koku satan bir aktarın ayası idi. Hazret-i Peygamber'le el sıkışan bir kimsenin elinden bütün gün mestedici bir koku gelirdi. Hazret-i Peygamber herhangi bir çocuğun başına elini koyduğu zaman, çocuklar arasında Hazret-i Peygamber'in başını meshettiği çocuk olduğu bilinirdi.
İzar altında kalan baldırları ve dizden aşağı kısımları kalındı. Gürbüzlük bakımından yaradılışı normaldi. Son zamanlarında vücudu ağırlaştı. Bununla beraber eti sıkıydı. Etine dolgun olmak ona zarar vermezdi. Neredeyse ilk yaradılışında olduğu gibiydi. Yürüyüşüne gelince, sanki taştan koparılmıştı ve sanki yukardan akan bir seldi. Yürüyüşün ahengine uygun adımlar atar, kuvvetli ve ciddi, kibirsiz ve gurursuz yürürdü. Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmaktadır:'Adem'e herkesten daha fazla benzemekteyim. Yaradılış ve ahlâk bakımından bana en fazla benzeyen atam İbrahim (aleyhisselâm) idi. ' (231)
'Rabbimin nezdinde benim on ismim vardır. Ben Muhammed'im. Ben Ahmed'im. Ben o Mahi'yim ki, Allah benimle küfrü mahveder. Ben Akib'im ki benden sonra herhangi bir kimse (peygamber) yoktur. Ben o Hâşir'im ki, Allahü teâlâ, benim peygamberliğimin akabinde insanları haşreder, Ben rahmet peygamberiyim. Ben tevbe peygamberiyim. Ben savaş peygamberiyim, Ben bütün peygamberlerin sonunda gelen bir peygamberî zîşânım. Ben maddî ve manevî mükemmelliğin bir araya geldiği peygamberî zîşânım. ' (232)
Ebû Buhterî der ki: Hadîsteki 'kusem' kelimesi, mükemmel ve bütün iyilikleri kendinde toplayan kişi demektir. En doğrusunu Allah bilir.
229) Beyhakî
230) İbn Ebî Heyseme
231) Beyhakî
232) İbn Adiyy
20-15
Hazret-i Peygamber'in Sıdkına Delâlet Eden Mu'cizeleri
Hazret-i Peygamber'in durumunu gören, onun ahlâkını, fiillerini ve hallerini belirten haberlere kulak veren, âdetlerini, seciyesini, bütün halka karşı güttüğü doğru siyasetini, insanları bir araya getirip kontrol eden hidâyetini, halk sınıflarını bir araya getirmesini ve nihayet hepsini birden kendi itâatine râm etmesini dinleyen bir kimse, evet bunlarla beraber soruların zorluklarına rağmen vermiş olduğu şaşırtıcı cevaplara, halkın maslahatında kullanmış olduğu tedbir ve metodlara, fakîhlerin ve akıllıların uzun yaşamalarına rağmen inceliklerinden aciz kaldıkları, ilâhî nizamın zâhirî tefsirindeki güzel işaretlerini hikâye eden ibarelere bakan bir kimsenin şek ve şüphesi kalmaz ki, bütün bunlar ancak ilâhî bir kuvvet ve semavî bir desteğin yardımıyla tasavvur edilebilecek hususlardır.
Yine kişi şeksiz ve şüphesiz bilir ki, bütün bunlar bir yalancının veya bir hokkabazın becerebileceği birşey değildir ve böyle bir kimse için de bunların olacağı tasavvur edilemez. Hazret-i Peygamber'in ahlâkı ve ahvâli onun doğruluğunu ve sadık olduğunu ilân etmektedir. Hatta katıksız bir Arap ve insanlara karışmamış bedevî hayatı yaşamış bir kimse onu gördüğü zaman şeyle derdi: 'Allah'a yemin olsun! Bu yüz yalancı bir yüz veya yalancının yüzü değildir'. Sadece onun şerefli ahlâklarıyla, onun doğruluğuna böylece şahidlik ederdi!
Madem ki onu tanımayan ve onunla oturup, kalkmayan bir kimse, sadece onun dış görünüşüne bakarak bu şekilde bir şahitlikte bulunuyor, acaba kendisini, ve ahlâkını gören, onun bütün durumlarını izleyen bir kimsenin ona karşı hâli ne olabilir?
Biz burada ahlâkın güzelleri bilinsin diye Hazret-i Peygamber'in bir kısım ahlâkından bahsettik. Allah nezdindeki yüce derecesi, yüksek mertebesi ve doğruluğuna dikkati çekmek için onun bir kısım ahlâklarına değindik. Çünkü Allahü teâlâ, o mektep ve medrese görmediği, ilimle uğraşmadığı, kitap mütâlaa etmediği, ilim için hiçbir yolculuğa çıkmadığı, yetim, zayıf ve cahil Arapların arasında bulunduğu halde, Allahü teâlâ bütün bunları kendisine ihsan etmiştir. Acaba durum bu iken, onun için ahlâkların en güzelleri, edeplerin en yüceleri, meselâ (eğer peygamber olmasa) sadece fıkıh ilminin maslahatlarının mârifeti ona nereden verilirdi? Evet (diğer ilimler hariç) sadece fıkıh ilminin yararlarının bilinmesi bile mektep, medrese olmaksızın, ilim ve ilim erbabıyla temas etmeksizin elde edilemez. Eğer ilâhî bir takviye olmasaydı bu nereden gelecekti?
Üstelik Allah'ın mârifeti, Allah'ın meleklerinin mârifeti, kitaplarının mârifeti ve peygamberliğin diğer özellikleri, eğer açık vahiy olmazsa, nerden ona bildirilmiş ve öğretilmiş olabilir? Beşer kudreti nereden başlı başına bunları elde edebilir? Eğer Hazret-i Muhammed'in bu zâhirî şeylerden başka hiçbir mucizesinin olmadığı farzedilse bile, bunların onun peygamberliğine delâlet etmeleri, yeter de artar bile. . .
Hazret-i Peygamber'in alâmet ve mucizelerinden öyleleri meydana gelmiştir ki, hiçbir ehli ilim. o meydana gelen mu'cizenin mu'cizeliğinden şek ve şüphe etmez. Bu bakımdan o mu'cizelerin, haberlerle şöhret bulmuş ve güvenilir kitaplarda tümüne işaret edilmiş olanların bir kısmına burada ayrıntılara girmeksizin ve uzatmadan işaret edelim: Allahü teâlâ birçok defa, Hazret-i Peygamber'in eliyle alışılmış âdeti bozmuştur. Çünkü Mekke'de Kureyşîler kendisinden peygamberliğine dair bir alâmet istediği zaman, parmağıyla işaret ederek ay'ı ikiye ayırmıştır. (233)
Câbir b. Abdullah el-Ensârî'nin evinde, (234) Ebû Talha Zeyd b. Sehl el-Ensârî'nin evinde (235) birçok kimseden müteşekkil bir cemaati az bir yemekle doyurmuştur. Hendek gününde, bir ara dört avuç arpa ve altı aylık bir oğlağın etiyle seksen kişiyi doyurmuştu. (236) Bir ara Enes b. Mâlik'in getirdiği birkaç arpa ekmeğini seksen kişiden fazla kimseye yedirmişti. (237) Yine bir ara Bintü Beşir isimli hanımın getirdiği az bir hurmadan bütün halka yedirmiş ve herkes doymuştu. Hurmanın bir kısmı da artmıştı. (238) Hazret-i Peygamber'in parmakları arasından su akmıştı. Askerler o sudan içtiler bütün ordu ondan aynı zamanda abdest de aldılar ve yine de su bitmedi.
İçinde su bulunmayan Tebûk pınarına ve başka bir zamanda da Hudeybiye kuyusuna Hazret-i Peygamber'in abdest suyu döküldü, ikisi de kaynayarak doldular. Bin kişilik ordu kana kana Tebük çeşmesinden içti. Hudeybiye kuyusundan ise, bin beş yüz kişilik bir ordu kana kana içmiştir. Oysa bu hâdiseden önce Hudeybiye kuyusunda su denen birşey yoktu. (239)
Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) Hazret-i Ömer'e (radıyallahü anh) dörtyüz süvariye devenin çökerek işgal ettiği yer kadar bir yer tutan hurma yığınından azık vermesini emir verdi. Hazret-i Ömer, dört yüz süvarinin hepsine azık verdi ve o hurmalar yine de bitmedi. Gerisini sakladı. (240)
Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) , bir avuç toprak alarak kocaman bir düşman ordusunun gözüne serpti. Hepsinin gözüne (peygamberin bir mucizesi olarak) toprak giriverdi ve gözleri görmez oldu. Kur'ân bu hadiseyi şöyle anlatmaktadır:
' (O gün) onları siz öldürmediniz, fakat Allah öldürdü; (Ey Muhammed) , attığın zaman sen atmadın, fakat Allah attı. ' (241) (Enfal/17)
Allahü teâlâ, Hazret-i Muhammed'i gönderince kehanet iptal edilip sona erdi ve böylece ortadan kalktı.
Peygamber kendisine minber yapıldığı zaman hutbe okumak için minbere çıktı. Daha önce üzerine çıkıp hutbe okuduğu hurma kütüğü inledi. Öyle ki, Ashâbı kirâm kütükten deve inleyişine benzer bir inleme sesi işittiler. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber gelip kütüğü okşadı ve böylece sükûnet buldu. (242)
Hazret-i Peygamber, yahudileri ölümü temenni etmeye dâvet etti ve onlara 'Siz bunu yapamazsınız' diye haber verdi ve böylece yahudilerle bu temenninin arasına bir mâni girdi. Böyle bir temennide bulunmaktan aciz oldular. (243) Bu durum, şarktan garba kadar, cuma günü, sesli olarak bütün mescidlerde, içinde bu açık mu'cize olan ayetin tâzimi için okunan bir sûrede (Cuma sûresinde) belirtilmiştir. Hazret-i Peygamber, (Allah'ın izniyle) gaybdan haber vermiştir. Bu cümleden olarak Hazret-i Osman'a arkasından cennete gireceği bir belaya uğrayacağını bildirmiştir. . . (244) Hazret-i Ammar'ı bâğî bir grubun öldüreceğini, (245) Allahü teâlâ'nın, Hazret-i Hasan ile iki büyük müslüman kitlenin arasını düzelteceğini haber vermiştir. (246)
Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) , Allah yolunda savaşan bir kimsenin 'ateş ehlinden' olduğunu haber vermiştir. Daha sonra bu kişi intihar ettiğinden Hazret-i Peygamber'in bu mu'cizesi meydana çıktı. Bütün bunlar ilâhî tecellilerdir. Daha önce bilinen herhangi bir çözüm yoluyla bilinmiş değildirler. Ne fala bakmak, ne keşif yapmak, ne muska ve ne de kuş uçurmak suretiyle biliniyordu. Bunlar Allah'ın peygamberine bildirmesiyle ve göndermiş olduğu vahiyle bilinmiştir. (247)
Mâlik'in oğlu Sürâka (radıyallahü anh) , Hazret-i Peygamber'i hicret zamanında takip etti. Bindiği atın iki ayağı da kuma gömüldü ve kendisini çepeçevre bir sis kapladı. Hatta kovaladığı Hazret-i Peygamber'den imdat istemeye mecbur oldu. Hazret-i Peygamber kendisine dua etti ve atı kurtuldu ve Hazret-i Peygamber kendisine Kisra'nın (248) iki bileziğini iki bileğine takacağını haber verdi ve bu durum da Hazret-i Peygamber'in dediği gibi çıktı. (249)
Hazret-i Peygamber, Ans kabilesine mensup yalancı peygamber Esved'in öldürüldüğü gece, Yemen'in San'a şehrinde olduğu halde katlini haber verdi. (250) Hicret edeceği gecede evinin etrafında nöbet bekleyen yüz Kureyşlinin üzerine toprak saçıp onlar kendisini görmeden çıkıp gitti. (251) Bir deve, sahiplerinin hazır bulunduğu bir mecliste Hazret-i Peygamber'e şikayette bulunup hâlini kendisine arzedercesine hareketlerde bulundu. (252)
Hazret-i Peygamber, bir arada bulunan birkaç sahabîye hitaben 'Sizden birisinin ateşte dişi Uhud dağından daha büyük olacaktır' dedi. Orada hazır bulunanların hepsi istikâmet üzere vefat ettiler. Ancak içlerinden biri dininden döndü ve mürted olarak öldürüldü. (253) Ashâbın diğer bir grubuna 'Sizin en son öleniniz ateştedir' demiş ve hakîkaten en son ölen ateşe düşüp yanarak ölmüştür. (254) İki ağacı çağırdı. İkisi de kendisine geldiler ve birleştiler. Sonra onlara emretti, ayrıldılar. (255)
Hazret-i Peygamber orta boyluydu. Uzun boylularla yürüdüğü zaman onlardan daha uzun görünürdü.
Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) , Necran hristiyanlarını mübahele (lânetleme) ye dâvet etti. Fakat onlar buna yanaşmadılar Bunun üzerine Hazret-i Peygamber kendilerine şu hakikati bildirdi: 'Eğer siz benimle mübahele etmiş olsaydınız hepiniz helâk olacaktınız'. Onlar da Hazret-i Peygamber'in doğru olduğunu anladılar ve mübahele etmekten çekindiler. (256) Tufeyl'in oğlu Amr ve Kays'ın oğlu Erbet (ki bunların ikisi de Arapların en ünlü süvarileri ve en kuvvetli bahâdırlarındandı) Hazret-i Peygamber'i öldürmek amacıyla Hazret-i Peygamber'e geldiler. Fakat onlar bu maksatlarına erişemediler. Hazret-i Peygamber (sa) , ikisine de bedduada bulundu. Amr, derisinde çıkan bir çıbanla, Erbet ise, bütün bedenini yakan bir şimşek ile öldüler. (257)
Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) gelecekte el-Cemahî soyundan gelen Ubey b. Halefi öldüreceğini haber verdi. Uhud gününde hafif bir yara ile Ubey'i yaraladı ve bu yaralama Ubey'in ölümüne sebep oldu. (258) Hazret-i Peygamber'e zehir yedirildi. Onunla beraber yiyen bir zat derhal öldü. Fakat Hazret-i Peygamber ondan sonra dört sene daha yaşadı. (259) Zehirlenmiş olan koyunun ön bacağı, kendisinin zehirli olduğunu Hazret-i Peygamber'e haber verdi.
Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) Bedir gününde Kureyş'in ileri gelenlerinin öldürüleceğini ve her birinin nerede öldürüleceğini teker teker gösterdi ve onların hiçbiri gösterilen yerin dışında öldürülmedi. Hepsi Hazret-i Peygamber'in gösterdiği yerde öldürüldüler. (260) Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) , ümmetinden bir topluluğun denizde muharebe edeceğini haber verdi ve dediği gibi çıktı. (261)
Yeryüzü, onun için dürülüp yeryüzünün doğusu ve batısı ona gösterildi. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber şöyle dedi: 'Ümmetimin hakimiyeti, bana dürülüp gösterilen noktalara kadar varacaktır'. Nitekim buyurduğu gibi de oldu. Çünkü ümmetinin mülklü doğu tarafından Türkistan kıyılarında başladı. Endülüs denizine ve Berberilerin memleketine kadar batıya doğru uzadı. Fakat Cenup ve Şimal tarafından pek genişlemedi ve haber verdiği harfiyyen çıkmış oldu. (262)
Hazret-i Peygamber, kızı Fatıma'ya, ailesinden kendisine ilk kavuşanın kendisi olacağını haber verdi ve haber verdiği gibi çıktı. (263) Mübarek zevcelerine 'En cömerdiniz kim ise o hepinizden önce ölüp bana kavuşacaktır' demiştir. Zeyneb binti Cahş sadaka vermek bakımından diğer validelerimizden daha cömertti ve hepsinden önce de o ölüp Hazret-i Peygamber'e yetişti. Allah ondan razı olsun. (264)
Kısır bir koyunun memesine dokundu ve memeler süt ile doldu ve bu hâdise İbn Mes'ûd'un müslüman olmasına vesile oldu. Hazret-i Peygamber bu hâdisenin benzerini Mekke'den Medine'ye hicret ederken yolda misafir bulunduğu 'Ümmü Mâ'bed el-Huzaiyye' adlı hanımın çadırında da yapmıştır. (265)
Hazret-i Peygamber'in ashâbından bir zatın gözü çıkmıştı. Hazret-i Peygamber eliyle yuvasından fırlayan gözü yerine yerleştirmiş ve o göz kişinin en sağlam ve en güzel gözü olmuştur. (266) Hayber günü, Hazret-i Ali'nin gözü ağrıyordu. Hazret-i Peygamber tükrüğünü sürdü ve derhal iyileşti. Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) bayrağı onun eline vererek onu savaşa gönderdi. (267)
Ashâbı kirâm, Hazret-i Peygamber'in iki elinin arasında yemeklerin tesbih ettiğini işitirdi. (268) Ashâbı kirâmdan bir zatın ayağı kırıldı. Hazret-i Peygamber eliyle o ayağa meshetti. Adamın ayağı derhal iyi oldu. (269) Beraberinde bulunan ordunun azığı azaldı ve askerlerin yanında bulunan bütün kumanyayı bir araya getirip toplamalarını emretti. Toplanan kumanyanın gayet az olduğu görüldü ve bereketli olması için duada bulundu ve sonra askere kumanyalarını almalarını emretti. Onlar, o kadar kumanya aldılar ki, askerin beraberinde kumanya ile dolmamış hiçbir kap kalmadı. (270)
Hakem b. As b. Vâil, Hazret-i Peygamber'in yürüyüşünü alay ederek taklid etti. Hazret-i Peygamber 'O halde yürüdüğün gibi ol!' buyurdu ve bu bedduadan sonra ölünceye kadar tirtir titredi. (271)
Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) , bir kadına tâlip oldu. Babası 'Ya Rasûlüllah! Onun bedeninde hers denilen cild hastalığı vardır' dedi. Oysa kadının bedeninde böyle birşey yoktu. Hazret-i Peygamber'e vermek istemediği için bir özür kabilinden böyle söylemişti. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) 'O halde öyle olsun!' dedi ve kadın cilt hastalığına tutuldu. Bu kadın şair el-Bersa'nın kızı Ümmü Şebib'dir. (272)
Bunlardan başka Hazret-i Peygamber'in mu'cizeleri ve peygamberliğine delâlet eden deliller sayılmayacak kadar çoktur. Fakat biz sadece meşhur olanlarını zikrettik. Kim Hazret-i Peygamber'in eliyle âdetin bozulmasından şüphelenir ve 'Bu olaylar teker teker tevatür yoluyla nakledilmemiştir, tevatür yoluyla gelen mu'cize sadece Kur'ân'dır' derse, bu kimse tıpkı Hazret-i Ali'nin kahramanlığında ve Hâtimi Tâî'nin cömertliğinde şüphe eden bir kimse gibidir. Herkesin malûmudur ki nakledilen hadîsler teker teker mütevatir değildir. Fakat tüm hadîsler zarurî bir bilgi vermektedir ve kesinlikle peygamberin elinden, âdeti bozan birçok mu'cizenin çıktığını ifade etmektedir.
Kur'ân'ın tevatür yoluyla geldiğinden şüphe edilemez. İnsanlar arasında kalan en büyük mu'cizedir Kur'ân. . . Hazret-i Peygamber'in Kur'ân mu'cizesinden başka, hiçbir peygamberin arkasında hiçbir mu'cizesi kalmış değildir. Zira Hazret-i Peygamber Kur'ân mu'cizesiyle halkın en beliğ, en hatîb ve Arapların en fasîhlerine meydan okumuştur. Oysa o zaman Arap yarımadası binlerce hatib ve fasîh kimselerle doluydu. Fesâhat Arapların sanatıydı. Onunla yarışır, onunla birbirlerine karşı gururlanırlardı. Hazret-i Peygamber onların cemiyetleri arasında açıktan açığa Kur'ân'ın bir benzerini veya benzerinden on sûreyi veya bir sûreyi getirmeleri için kendilerine meydan okuyordu. 'Eğer Kur'ân'da şek ve şüpheniz varsa bunu yapınız' diyordu.
De ki: 'And olsun! Eğer insanlar ve cinler bu Kur'ân'ın benzerini getirmek üzere toplansalar, birbirlerine yardımcı da olsalar, yine onun benzerini getiremezler'. (İsrâ/88)
Bu sözü, onların acizliğini göstermek için söyledi ve hakîkaten onlar da onun dediğini yapmaktan aciz oldular. Onun teklifinden yüz çevirdiler. Öyle ki sonunda nefislerini ölüm, kadınlarını ve çocuklarını esir olma tehlikesine bile attılar. Onunla söz ve belâgatla muâreze etmeye güç yetiremediler. Kur'ân'ın cezalet ve güzelliğine bir kusur bulamadılar. Hazret-i Muhammed Mustafa'dan sonra yeryüzünün doğusuna ve batısına kadar nesilden nesile ve asırdan asıra yayılıp geldi. Bugün Hazret-i Muhammed Mustafa'nın dünyaya teşrif edişlerinin üzerinden beşyüz seneye yakın bir zaman geçtiği halde hiç kimse Kur'ân ile muâraza etmeye güç yetirememiştir. Bu bakımdan Hazret-i Peygamber'in (sallâllahü aleyhi ve sellem) haline, sonra sözlerine, sonra fiillerine, sonra ahlâkına, sonra mu'cizelerine, sonra şu âna kadar yayılıp gelen şerîatına, sonra o şeriatın cihanın birçok yerine yayılmasına, sonra onun asrındaki padişah ve diktatörlerin veya daha sonra gelenlerin kendisine karşı baş eğip itâat ettiklerine bakıp ta onun doğruluğunda şüphe eden bir kimsenin hamakatı ne büyüktür?! Böyle bir kimsenin, zayıf ve öksüz bir insanın bütün bu yaptıklarına bakıp da ibret alması gerekmez mi? Ona îman eden, onu doğrulayan, ondan gelen her hükme tâbi olan bir kimsenin muvaffakiyeti ne büyüktür! Bu bakımdan biz, Allahü teâlâ'dan ahlâkta, fiilde, hâl ve sözlerde ona uymaya bizi muvaffak kılmasını, Allah'ın minnetine ve geniş cömertliğine sığınarak talep ederiz.
233) Müslim, Buhârî
234) Müslim, Buhârî
235) Müslim, Buhârî
236) İsmailî, Sahih; Beyhakî, Delâil
237) Müslim
238) Müslim, Buhârî, (Enes'ten)
239) Müslim
240) Ahmed
241) Müslim
242) Buhârî
243) Buhârî
244) Buhârî, Müslim
245) Müslim
246) Buhârî
247) Müslim, Buhârî
248) İran İmparatoru'nun lakabı
249) Müslim, Buhârî
250) Deylemî
251) İbn Merduveyh
252) Ebû Dâvud
253) Dârekutnî
254) Taberânî
255) Ahmed
256) Buhârî
257) Taberânî
258) Beyhakî
259) Ebû Dâvud
260) Müslim
261) Müslim, Buhârî
262) Müslim
263) Müslim, Buhârî
264) Müslim
265) Ahmed
266) Ebû Nuaym, Beyhakî
267) Müslim, Buhârî
268) Buhârî
269) Buhârî
270) Müslim, Buhârî
271) Beyhakî, Hâkim
272) İbn'ul- Cevzî