İHYÂ-İ ULÛMİ'D-DÎN | DİLİN (Konuşmanın) ÂFETLERİ

 Giriş

Giriş

İnsanın yaratılışını güzelleştirip organlarını en güzel şekilde yerleştiren, insana îman nurunu ilham eden, o îman ile insanı süsleyip onun eserini insanda gösteren, insana konuşma kabiliyetini verip konuşma yeteneğiyle insanı diğer yaratıklardan şerefli kılan, kalbine ilim hazinelerini akıtan, kemâle erdikten sonra üzerine rahmetinden perde geren, kalbinin ve aklının kapsadığı mânâya, o dili tercüman yapan ve onun vasıtasıyla gerdiği perdeyi kalpten kaldıran, insanın dilini hamd ile konuşturan, kendisine ihsan buyurduğu ilim ve kolaylaştırılmış olan konuşma nimetlerinin karşılığında o lisanı açıkça okutturan Allah'a hamdolsun!

Ben Allah'tan başka ilâh olmadığına, Allah'ın bir ve ortaksız olduğuna, Muhammed'in (aleyhisselâm) O'nun kulu ve rasûlü olduğuna şahidlik ederim! O rasûl ki, Allah onu şereflendirmiş ve büyük kılmıştırO peygamber ki onu, indirmiş olduğu Kitab'ı tebliğ etmekle vazifelendirmiş ve faziletini yüceltmiştirAllahü teâlâHazret-i Muhammed'in (aleyhisselâm), âlinin ve ashâbının ve ondan önce geçmiş peygamberlerin üzerine Allah'ı tâzim edip tehlîlde bulunan bir kul bulundukça rahmet deryalarını açsın!

Dil, Allah'ın büyük nimetlerinden ve harikulâde sanatının inceliklerindendirDilin kendisi küçüktür, fakat ibadeti veya isyanı pek büyüktür; zira küfür ve îman ancak dilin şehâdetiyle açığa çıkarOysa küfür ve îman, taat ve isyanın hedef ve gayeleridir. Sonra mevcûd, mâdûm, yaratan, yaratılan, hayal olan, malûm olan, sanılan, vehmedilen, her ne varsa dil hepsini kapsamakta, varlık ve yokluklarını ilân etmektedir; zira ilim neyi kapsarsa dil onu açığa vurmaktadırHak veya bâtıl yönünden hiçbir şey yoktur ki ilim ona dokunmasınBu öyle bir özelliktir ki dilden başka diğer azalarda bulunmaz; zira göz, renk ve suretlerden başkasına, kulak, seslerden başkasına, el, cisimlerden başkasına yetişemez.

Diğer organlar da böyledirDilin alanı ise, pek geniştirOnu çevirecek bir engel yokturOnun sahasının ne sonu, ne de sınırı vardırHayır da dilin geniş alanına girer, şer de. . . Bu bakımdan dilin ucunu bırakıp onun dinginini ihmâl eden bir kimseyi, şeytan sürükler götürürOnu yıkılmak üzere olan bir yar'ın kenarına sevkederBöylece onu ebedî bir felâkete girmeye mecbur eder; zira insanlar cehenneme ancak dilleriyle ekip biçtiklerinden dolayı atılırlarDilinin şerrinden ancak şeriatın gemiyle gemlenen bir kimse kurtulurDilini dün ya ve âhirette kendisine fayda verecek konularda çalıştıran, dünya ve âhirette sonucundan korktuğu şeylerden uzaklaştıran bir kimse dilin şerrinden kurtulurDilin nerede iyi ve nerede kötü olduğu, keyfiyetinin bilinmesi pek güç ve herkes tarafından bilinmeyen bir durumdurBilen bir kimsenin de ona göre amel etmesi, gayet ağır ve zordur.

İnsan oğlunun en asil âzası dilidir; zira dilin hareketinde herhangi bir meşakkat yokturHalk da dilin âfet ve felâketlerinden sakınmak hususunda şeytanın elinde en büyük âlettirBiz Allah'ın tevfîki ve güzel tedbîri sayesinde dilin âfetlerini derli toplu olarak açıklayıp; teker teker târifleriyle, sebep ve tehlikeleriyle zikredeceğiz, sakınma yolunu göstereceğizDilin aleyhinde rivâyet edilen hadîs ve eserleri beyan edeceğizÖnce susmanın faziletini zikredecek, onun akabinde malayani (fuzulî) konuşmanın felâketini zikredeceğiz. Sonra fuzulî konuşmanın âfetini, sonra bâtıla dalmanın âfetini, sonra mücadelenin âfetini, sonra münazaanın âfetini, sonra avurtları dolduracak şekilde konuşmada lâfazanlığa gitmenin âfetini, seci' ve fesâhat için zorlanmanın âfetini, konuşmada tasannu yapmanın ve hatiblik dâvasında bulunan, fasih konuşmak için kendilerini zorlayan kimselerin âdetlerinden olan diğer tehlikelerin âfetlerini, sonra fâhiş konuşmanın, küfretmenin, bozuk dilli olmanın âfetini, sonra bir hayvana, cansız bir maddeye veya bir insana lânet okumanın âfetini, sonra şiirle teganni etmenin âfetini zikredeceğizZaten biz Sema kitabında teganninin haram olan kısmını da, helâl olan kısmını da zikretmiştik, ikinci bir defa bunu tekrar etmeyeceğiz. Sonra mizah yapmanın âfetini, sonra alaya almanın âfetini, sonra sırrı ifşâ etmenin âfetini, sonra yalan va'din âfetini, sonra sözde ve yeminde yalanın âfetini, sonra yalandaki tarizlerin beyanını, sonra gıybetin, nemime'nin âfetini, sonra övmenin âfetini, sonra konuşmanın sonucundan çıkan yanlışlığın inceliklerinden gâfil olmanın âfetini -hele bu konuşma Allah'ın sıfatları ve dinin esaslarıyla ilgiliyse- sonra halk tabakasının Allah'ın sıfatları, Allah'ın kelâmı, o kelâmın harfleri hakkında 'Acaba bu harfler kadîm midir, hadîs midir?' gibi soru sormalarının âfetini açıklayacağızBu âfet, âfetlerin sonudur ve bunlarla ilgili konulara da değineceğizBu âfetlerin tümü yirmi tanedir.

Allahü teâlâ’nın minnet ve keremine sığınarak, O'ndan hüsn-ü tevfîkini talep ederiz!

Dilin Büyük Tehlikesi ve Susmanın Fazileti

Dilin tehlikesi büyüktürOnun tehlikesinden kurtuluş ancak susmakla mümkündürBunun için Allah'ın dini susmayı övmüş ve müntesiblerini susmaya teşvik etmiştir.

Hadîsler

Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: Susan kurtulmuştur!1 Susmak, hikmettirSusan ise pek az!. . 2

Abdullah bSüfyân, babasından şöyle rivâyet eder: "Ben Hazret-i Peygamber'e 'Ey Allah'ın Rasûlü! Bana İslâm'dan öyle birşey öğret ki bundan sonra artık hiç kimseden İslâm hakkında birşey sormaya muhtaç olmayayım!5 diye sorduğumda, Hazret-i Peygamber cevap olarak şöyle dedi:

'Allah'a îman ettim de, sonra dosdoğru ol!' Hazret-i Peygamber'e sormaya devam ettim:

'Hangi şeyden sakınayım ya Rasûlallah?' O da eliyle dilini işaret etti"3

Ukbe b. Âmir der ki: Ey Allahın Rasûlü! Kurtuluş nedir?' dedim, Hazret-i Peygamber cevap olarak şöyle dedi: 'Dilini koru! Evinden çıkma! Günahın için ağla!' 4

Sehl bSa'd es-Sa'dî, Hazret-i Peygamberin şöyle dediğini rivâyet eder: 'Kim diline ve tenâsül organına kefîl olur, haramda kullanmayacağına dair Allah'a söz verirse, ben de onun için cennete kefîl olurum'5

Yine şöyle buyurmuştur: 'Kim, Kabkabı'nın, Zabzabı'nın ve Laklakı'nın şerrinden korunmuşsa, o kimse bütün şerden korunmuş demektir50

Kabkab mide, Zabzab tenâsül uzvu, Laklak ise dil demektirİşte bu üç şehvet ile insanların ekserisi helâk olmaktadırBu sırra binaen biz, mide ile tenâsül organının şehvetinin âfetini beyan eder etmez, hemen dilin âfetlerini beyan etmeye başladık.

Hazret-i Peygamber'e İnsanı cennete götüren şeyin en büyüğü' sorulduğu zaman şu cevabı verdi: 'Allah'tan sakınmak ve güzel ahlâk'7 'Ateşe sokanın en büyüğü'nden sorulduğu zaman da şu cevabı verdi: İki içi boş olan nesne: Ağız ile tenâsül organı!' İhtimal ki hadîste bahsi geçen 'ağız'dan murâd, dilin âfetleridirÇünkü ağız dilin mahallidir ve yine ihtimaldir ki mideden murâd onun menfezidirYani tenâsül uzvudurÇünkü Muaz b. Cebel Hazret-i Peygamber'e 'Ey Allah'ın Rasûlü! Biz söylediklerimizden sorumlu muyuz?' diye sorduHazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle cevap verdi:

Ey Cebel'in oğlu! Annen matemini tutsun! İnsanları burunları üzerine ateşe sürükleyen dillerin mahsulünden başka ne olabilir?8

Abdullah es-Sakafi 'Ey Allah'ın Rasûlü! Bana sığınacağım birşey söyle!' deyince,

cevap olarak şöyle buyurmuştur: 'Rabbim Allah'tır de, sonra dosdoğru ol!'9 'Ya Rasûlüllah! Benim için en tehlikeli şey nedir?' diye sordumDilini tutarak 'Budur' dedi.

Rivâyet ediliyor ki Muaz (radıyallahü anh) "Ey Allah'ın Rasûlü! Amellerin hangisi daha faziletlidir?' dediBunun üzerine Hazret-i Peygamber dilini çıkardı. Sonra üzerine parmağını koydu10

Kulun kalbi doğru olmadıkça îmanı doğru olmazKalbi de dili doğru olmadıkça doğru olmazKomşusunun şerrinden emin olmadığı bir kimse cennete giremez11

Kim selâmette kalmayı seviyorsa, sükûttan ayrılmasın12

Âdem oğlu sabahladığı zaman tüm azalan dile hatırlatıcı oldukları halde sabahlarlar ve derler ki: 'Bizim hakkımızda Allah'tan kork! Zira sen doğru olursan biz de doğru oluruzEğer sen inhiraf edersen, biz de inhiraf eder, haktan ayrılırız'13

Rivâyet ediliyor ki Hazret-i Ömer (radıyallahü anh) Ebû Bekir Sıddîk'ı, dilini eliyle çekerken gördü ve 'Ey Rasûlüllah'ın halifesi! Ne yapıyorsun?' diye sorduEbû Bekir şöyle cevap verdi: Şudur beni tehlikeli yerlere sokan!. . Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştu:

Bedende hiçbir âzâ yok ki Allah katında dilden şikayetçi olmasın14

İbn Mes'ûd Safa tepesinde bulunuyordu: 'Lebbeyk Allahümme lebbeyke!' duasını okuyor ve şöyle diyordu: 'Ey dilim! Hayrı söyle, kâr et! Kötü söyleme, tehlikelerden selâmet kalırsınBunları, pişman olmazdan önce yap!' Kendisine 'Ya Ebû Abdurrahman! Bu senin kendiliğinden söylediğin bir dua mıdır, yoksa Hazret-i Peygamber'den dinlediğin bir dua mı?' denildiİbn Me'sud şöyle dedi: Hayır! Aksine ben Hazret-i Peygamberin şöyle dediğini işittim:

Muhakkak ki Âdem oğlunun yanlışlıklarının çoğu dilindedir15

Dilini koruyan bir kimsenin avretini Allahü teâlâ örterÖfkesine hâkim olan bir kimseyi Allah azabından korurÇünkü Allah'a yalvarıp özrünü arzederse, Allah onun özrünü kabul eder16

Rivâyet ediliyor ki, Muaz b. Cebel 'Ey Allah'ın Rasûlü! Bana nasihatta bulun!' dediHazret-i Peygamber:

'Allah'ı görür gibi ona ibadet et! Nefsini ölülerden say! Eğer dilersen, senin için bunlardan daha faydalı birşeyi haber vereyim' diyerek dilini işaret etti17

Size ibadetin en kolayını ve beden için en rahatını haber vereyim mi? Susmak ve güzel ahlâktır18

Ebû HüreyreHazret-i Peygamber'in şöyle buyurduğunu rivâyet eder:

Her kim, Allah'a ve son güne inanıyorsa, ya hayır söylesin veya sükût etsin.

Allah o kuldan razı olsun ki, konuşup ganimet sahibi olur veya susup selâmette kalır19

Hazret-i Îsa'ya 'Bizi öyle bir amele muttali et ki onunla cennete girmiş olalım!' denildiğinde şöyle demiştir: 'Hiç konuşmayınız'Dediler ki: 'Buna gücümüz yetmez!' O zaman şöyle dedi: 'O halde ancak hayır ile konuşunuz!'

Hazret-i Süleymân şöyle demiştir: 'Eğer söz gümüş ise sükut altındır'.

Berra bÂzib'den şöyle rivâyet ediliyor: Bir göçebe Hazret-i Peygamberin huzurunâ geldi ve dedi ki: 'Beni öyle bir ibadete muttali et ki cennete girmeme vesile olsun!' Hazret-i Peygamber de şöyle buyurdu:

Aç kimseye yedir, susuza içir! Emr-i bi’l-mâruf yap! Münkeri yasakla! Eğer gücün buna yetmiyorsa -hayır hariç-dilini tut!20

Hayır hariç, dilini tut! Böyle yapmakla şeytanı mağlûp edersin21

Allahü teâlâ her konuşanın dilinin yanındadırBu bakımdan ne söylediğini bilen kişi Allah'tan korksun!

Müslüman kimseyi susmuş ve vakur gördüğünüz zaman ona yaklaşınız! Çünkü o, hikmeti telkin eder22

İnsanlar üç gruptur:

1Ganim

2Sâlim

3Sâhib

Ganim, Allah'ı zikreden, Sâlim sükût eden, Sâhib ise bâtıla dalan kimsedir23

Mü'min bir kimsenin dili, kalbinin arkasındadırKonuşmak istediği zaman kalbiyle o şeyi düşünür, sonra diliyle onu geçiştirir; münafığın dili kalbinin önündedirBir şeyi kastettiğinde diliyle söyler, kalbiyle düşünmez24

Îsa (aleyhisselâm) şöyle demiştir: İbadet on parçadırBu on parçanın dokuzu susmak, bir parçası da insanlardan kaçmaktadır'.

Çok konuşan bir kimsenin, düşüşü çok olurDüşüşü çok olan bir kimsenin günahları çoğalırGünaları çok olan bir kimsenin ise herşeyden daha fazla lâyıkı ateştir25

Ashâb'ın ve Âlimlerin Sözleri

Ebû Bekir Sıddîk (radıyallahü anh) ağzına küçük taşları koyar, onlarla nefsini konuşmaktan menederdiKendisi diline işaret ederek şöyle demiştir: 'Beni tehlikeli yerlere sokan budur!

Abdullah bMes'ud (radıyallahü anh) der ki: 'Kendisinden başka ilâh olmayan Allah'a yemin ederim, uzun hapsetmeye dilden daha fazla müstehak olan hiçbir şey yoktur!'.

Tâvus şöyle demiştir: 'Benim dilim yırtıcı hayvandırOnu bıraktığım zaman beni yer!'

Vehb b. Münebbih, Âl-i Davud'un hikmetinden şunu söyledi: 'Akıllı bir kimseye gereken, zamanını bilmek, dilini korumak ve kendi hâline yönelmektir'.

Hasan-ı Basrî şöyle demiştir: 'Dilini korumayan bir kimse dinini hakkıyla bilmiş değildir'.

Evzâî şöyle demiştir: Ömer b. Abdulaziz (radıyallahü anh) bizlere şöyle yazdı: 'Ölümü fazla hatırlayan bir kimse, dünyada az ile razı olurKonuşmasını amelinden sayan bir kimse, kendisini ilgilendirmeyen konuda az konuşur!"

Susmak, kişi için iki fazileti bir araya getirir:

1Dininde selâmet kalmak

2Arkadaşını iyi anlamak

Muhammed bVâsık, Mâlik bDinar'a şöyle dedi: 'Ey Ebû Yahya! İnsanlar için dilini korumak, dinar ve dirhemi (parayı) korumaktan daha çetindir'.

Yunus b. Ubeyd şöyle demiştir: 'Bir kimsenin dili bir durum üzerinde ise (mazbutsa) bu dil mazbutluğunun faydasını diğer amellerde de görür'.

Hasan-ı Basrî şöyle demiştir: "Bir grup Muaviye'nin yanında konuştuAhnef b. Kays ise susmuştuMuâviye ona dedi ki: 'Ey Ebû Bahr! Sen hiç konuşmuyorsun?' Ahnef, Muaviye'ye 'Eğer yalan söylersem Allah'tan korkuyorumEğer doğru söylersem senden korkuyorum' dedi".

Ebû Bekir bAyyaş şöyle anlatıyor: "Dört padişah bir araya geldiBiri Hind, biri Çin, biri Kisrâ ve biri de Kayser. . . Aynı mânâyı ayrı ibarelerle ifadeye çalıştılarOnlardan biri dedi ki: 'Ben söylediğimden dolayı nedamet duyarımFakat söylemediğimden dolayı duymam'Diğer biri de şöyle dedi: 'Ben herhangi bir kelimeyi konuştuğum zaman o kelime bana hâkim olurBen ona hâkim olamamOnu konuşmadığım zaman ise, ben ona hâkimimO bana hâkim değil'Üçüncüsü dedi ki: 'Ben konuşanın hâline hayret ediyorumEğer konuştuğu kendisine dönerse, kendisine zarar verirEğer dönmezse kendisine fayda vermez'Dördüncüsü de 'Ben söylemediğimi reddetmekte söylediğimi reddetmekten daha kudretliyimdir' dedi".

Mansûr bMu'taz kırk sene yatsı namazından sonra bir kelime dahi konuşmadı.

Rabi bHaysem, yirmi sene dünya kelâmından bir kelime dahi konuşmadıSabahladığı zaman bir divit ile kâğıt alır, ne konuşursa kaydederAkşam üzeri konuştuklarından nefsini sorumlu tutar, hesaba çekerdi.

Soru: Susmanın bu büyük faziletlerinin sebebi nedir?

Cevap: Sebebi dil âfetinin çokluğudurO âfetler; yanlışlık, yalan, gıybet, kovuculuk, riya, münafıklık, fâhiş konuşmak, cedel yapmak, nefsi temize çıkarmak, bâtıla dalmak, başkasıyla kavga etmek, fuzulî konuşmak, hakîkati tahrif etmek, hakîkate ilâvelerde bulunmak veya hakikatten eksiltmek, halka eziyet etmek veya halkın namusuna saldırmaktır.

İşte bu âfetler çokturBunlar dile ağır gelmezlerKalpte bunların halâveti vardırNefis ve şeytan insanı bunlara itelemektedirBunlara dalan bir kimse diline az zaman hâkim olup da sevdiğinde dilinin dizginini bırakır, sevmediğinde dilini tutabilirÇünkü böyle yapmak, ilmin -ileride de geleceği gibi- çetinliklerindendirBu bakımdan konuşmaya dalmakta tehlike vardır, susmakta ise selâmet. . . Bunun için susmanın fazileti oldukça büyüktürSusmakta -bu faziletle beraber- himmetin derli toplu bulunması, vakarın devam etmesi, fikir, zikir, ibadet için boşalmak, dünya hakkında konuşmanın mesuliyetinden selâmet kalmak ve âhirette hesabını vermekten kurtulmak gibi iyi hasletler vardırNitekim Allahü teâlâ şöyle buyurmuştur:

(İnsan) hiçbir söz söylemez ki yanında (onu) gözetleyen, dediklerini zapteden (bir melek) hazır bulunmasın. (Kâf/18)

Susmaya devam etmenin faziletine birşey delâlet ederŞöyle ki: Konuşma dört kısımdırBir kısmı katıksız zararlı, başka bir kısmı katıksız faydalı, diğer bir kısmı hem zararlı, hem faydalı, dördüncü bir kısmı ise, ne zararlı, ne de faydalıdırKatıksız zarar olan kısma gelince, bu kısımda mutlaka susmak gerekirÇünkü onun faydası, zararını karşılayamazİçinde ne fayda, ne de zarar olan konuşmaya gelince, bu fuzûlî konuşmadırZamanın zayi edilmesi de zararın ta kendisidirBu bakımdan elimizde dördüncü bir kısım kalıyorO halde konuşmanın dörtte üçü düştü, dörtte biri kaldıBu dörtte birin içinde de tehlike vardır; zira bu kısım içine riyanın inceliklerinden tasannu, nefsi temize çıkarmak ve fuzûlî konuşmak gibi günah olan şeyler karışırÖyle bir şekilde karışır ki idrâk edilmesi pek güçtürBu nedenle İnsan oğlu böyle bir konuşma ile kendisini tehlikeye atmış olur Kim -ilerde zikredeceğimiz şekilde- dil âfetlerinin inceliklerini bilirse, kesinlikle anlar ki şu Hazret-i Peygamber'in bu hususta söylediği en keskin ve şaşmaz sözüdür:

Kim susarsa kurtulur26

Yemin olsun ki, Hazret-i Peygambere hikmetin cevherleri, kelimelerin toplayıcıları bahşedilmiştir27 Onun kelimelerinin herbirinin altındaki mânâ denizlerini ancak âlimlerin havâss tabakası bilirEğer Allahü teâlâ dilerse bizim zikredeceğimiz âfetlerde ve o âfetlerden korunmanın zorluğunda sana bunun hakîkatini bildirecek ayrıntılar vardırBiz şimdilik dil âfetlerini sayalımOnun en gizlisinden başlayalımEn açığına doğru yavaş yavaş çıkalım.

Gıybet, kovuculuk ve yalancılık hakkındaki konuşmayı erteleyelimÇünkü bu husustaki konuşma oldukça uzundurO âfetler yirmi tanedirBunları bil ve Allah'ın inayetiyle irşâd ol!

1) Tirmizî

2) Deylemî

3) Tirmizî, Nesâî

4) Tirmizî

5) Buhârî

6) Deylemî

7) Tirmizî

8) İbn Mâce, Hâkim

9) Nesâî

10) Taberânî, İbn Eb'id-Dünya

11) Harâitî, (Enes b. Malik'ten)

12) İbn Eb'id-Dünya, Beyhakî

13) Tirmizî, (Said b. Câbir'den)

14) İbn Eb'id-Dünya, Dârekutnî, Beyhakî

15) Taberânî, İbn Eb'id-Dünya, Beyhakî

16) İbn Eb'id-Dünya, Taberânî, (İbn Ömer'den)

17) İbn Eb'id-Dünya, (Mürsel olarak)

18) Müslim, Buhârî, (Saffan b. Selim'den)

19) İbn Eb'id-Dünya, Beyhakî, (Hasan-ı Basrî'dou)

20) İbn Hıbbân, Taberani, Evsat

21) İbn Eb'id-Dünya

22) İbn Mâce

23) Taberânî, (İbn Mes'ûd'dan)

24) Harâitî, (Hasan-ı Basrî'den

25) Ebû Nuaym, Ebû Hatim

26) Daha önce geçmişti

27) Müslim, (Ebû Hüreyre'den)

24-1

Boş Konuşmalar Yapmak

Senin en güzel hâlin, daha önce zikrettiğimiz gıybet, kovuculuk, yalan, cedel, ağız kavgası ve benzeri âfetlerden korunman, ancak mübâh olup ne sana, ne de bir müslümana zararı olmayan şeyler hakkında konuşmandırGereksiz konuştuğun takdirde zamanını zayi ettiğin gibi, o konuşmada çalıştırdığın dilinden de sorumlu olursunAz ve çabuk geçen bir şey e, senin için daha hayırlı olanı fedâ edip değiştirmiş olursun! Çünkü sen konuşmaya sarfedeceğin zamanını düşünceye sarfettiğin takdirde, düşünce ânında faydası pek büyük olan ilâhi rahmetin esintilerinden biri çoğu zaman senin için açılabilirEğer kelime-i Tevhîdi söylersen, Allah'ı anar ve tesbih edersen senin için daha hayırlıdır.

Nice kelime vardır ki ondan dolayı cennette İnsan oğluna köşkler bina edilirOysa hazinelerden birini almaya muktedir olduğu halde, onun yerine fayda vermeyen bir ateş alan, apaçık zarar eden bir kimsedirİşte bu, Allah'ın zikrini terkedip kendisini ilgilendirmeyen mâlâyanî (fuzulî) şeylerle meşgul olan bir kimsenin misâlidir; zira bu kimse, her ne kadar günahkâr olmasa da muhakkak zarar ederÇünkü Allah'ın zikriyle elde edilecek büyük kârı elden kaçırmış olur;*zira müslüman bir kimsenin susması düşünce, bakışı ibret, konuşması da zikirdirÇünkü Hazret-i Peygamber böyle buyurmuştur28

Kulun sermayesi vakitleridirVaktini fuzûlî şeylere sarfettiği zaman, o vakitlerde âhirette azık olacak bir sevabı edinmediği takdirde sermayesini zayi etmiş olur ve bu sırra binaen Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

Boş konuşmalar yapmayı terketmek, kişinin müslümanlığının güzelliğindendir29

Bundan daha şiddetli hadîsler de vârid olmuşturEnes der ki: 'Bizden bir genç Uhud gününde şehid olduBaktık ki onun karnının üzerine, açlıktan dolayı bir taş bağlıdırAnnesi, yüzünden toprağı silerek şöyle dedi: 'Cennet sana âfiyet olsun, ey oğlum!' Bu sözü dinleyen Hazret-i Peygamber şu karşılığı verdi:

Sen cennetin ona âfiyet olacağını nereden biliyorsun? Oysa o mâlâyanî konuşmalar yapardıKendisine zarar vermeyeni menederdi!30

Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) Ka'b'ı (Acre'nin oğlu) bir ara kaybettiKa'b'ım ne olduğunu sorunca hasta olduğunu söyledilerBunun üzerine Ka'b'ın evine geldi, içeri girince şöyle dedi: 'Ey Ka'b! Müjde sana!' Ka'b'ın annesi, Hazret-i Peygamber'in bu sözü üzerine 'Ey Ka'b! Senin için cennet vardır' dedi31 Bunun üzerine Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) 'Allah namına cennet satan kimdir?' dediKa'b 'Annemdir ya Rasûlüllah?' dediHazret-i Peygamber şöyle dedi: 'Ey Ka'b'ın annesi! Sen ne biliyorsun Ka'b fuzulî konuşmuş veya lüzumsuz şeylerden menetmiş olabilir!'32

Hadîsten çıkan mânâ şudur: Cennet ancak hesaba çekilmeyen bir kimse için hazırlanmış olurFuzulî konuşan bir kimse ise, her ne kadar konuşması mubah bir konu hakkında ise de bu konuşmasından dolayı hesaba çekilirBu bakımdan hesapları tartışmalı geçeceğinden ve tartışmalı hesaplarında bir tür azap olması nedeniyle bu gibilere cennet hazırlanmaz.

Muhammed b. Ka'b'dan rivâyet edildiğine göre, Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

Bu kapıdan ilk içeriye giren cennet ehlinden bir kişidir.

Bunun üzerine Selman'ın oğlu Abdullah, kapıdan girdiAshâb-ı kiramdan bir grup Abdullah'ın yanma gittilerOna hâdiseyi anlattılar ve dediler ki: 'En fazla güvendiğin ve bu sevaba nail olmana vesile olabileceğini umduğun amelini bize haber ver!' Bunu üzerine Abdullah dedi ki: 'Ben muhakkak zayıf bir kimseyimAllah'tan umduğum en kuvvetli amelim, göğsümün selâmeti ve fuzulî konuşmayı terketmemdir'.

Ebû Zer el-Gıfârî şöyle demiştir: Hazret-i Peygamber bana şöyle dedi:

-Sana, bedenine hafif, mizanda ağır bir ameli öğreteyim mi?

-Evet, ya Resûlullah! Öğret!

-O amel susmak, güzel ahlâk ve seni ilgilendirmeyeni terke tmektir33

Mücâhidİbn-i Abbâs'ın şöyle dediğini naklediyor: Beş haslet vardırOnlar muhakkak ki Allah yolunda vakfedilen yağız atlardan bana daha sevimli gelirler:

1Seni ilgilendirmeyen bir konuda konuşma! Çünkü böyle bir konuşma fuzulîdir ve bu konuşmadan sana günah gelmeyeceğinden emin değilim.

2Seni ilgilendiren bir konuda yeri gelmedikçe konuşma! Çünkü kendisini ilgilendiren bir konuda konuşan çok kimse vardır ki konuşmasını uygun olan yerde değil de başka yerde yapar ve böylece sıkıntıya girer.

3Ne halîm bir kimseyle, ne de ahmakla tartışma! Çünkü tartışmandan dolayı halîm kimse sana buğzeder, ahmak da seni üzer.

4,Senin yanında bulunmadığı zaman arkadaşını öyle bir sıfatla zikret ki seni aynı sıfatla zikretmesi hoşuna gitsinKardeşine öyle bir muamele yap ki aynı muameleyi sana yapması seni sevindirsin.

5İyiliğinden dolayı mükâfatlandırılacağım, kötülüğünden dolayı cezalandırılacağını bilen bir kimsenin ameli gibi amelde bulun!

Lokmân Hakîm'e şöyle denildi: "Senin hikmetin nedir?'

Cevap olarak şöyle dedi: 'Başkası tarafından yapıldığında yapmaktan kurtulduğum şeyi sormamam ve beni ilgilendirmeyen birşey için zorluklara girmemem".

Muvarrak el-Acelî34 der ki: 'Bir iş vardır ki, ben yirmi seneden beri onun peşindeyimHâlâ onu beceremedim ve onun peşini bırakmak da istemiyorum?' Kendisine 'O nedir?' diye sordular.

Cevap olarak şöyle dedi: 'Beni ilgilendirmeyen şeylerde susmaktır'.

Hazret-i Ömer (radıyallahü anh) şöyle demiştir: 'Seni ilgilendirmeyen şeyleri kurcalama! Düşmanından uzaklaş! Emin olan hariç, kavminden olan dostundan bile uzak dur! Emin de ancak Allah'tan korkan bir kimse dernektirFâcir bir kimse ile arkadaşlık yapma ki ondan fısk ve fücûr öğrenmeyesin! Onu sırrına muttali etme, işlerinde Allah'tan korkanlarla istişare et!'

Seni ilgilendirmeyen şey hakkında konuşmanın sınırı şudur: Öyle bir konuşma olmalı ki eğer onu yapmadığında günahkar olmadığın gibi, hiçbir durumda da ondan zarar görmeyesinBunun misali şudur: Bir kavimle oturup onlara yolculuklarını, yolculukta gördüğün dağlar, nehirler, cereyan eden hâdiseler, hoşuna giden yemek ve elbiseler, o memleketlerde hoşuna giden âlim ve yaşlı insanların hallerini, başlarından geçenleri nakletmendirİşte bunlar birtakım şeylerdir ki eğer bunlarda susarsan günahkar olmadığın gibi herhangi bir zarar da sana dokunmazAnlattığın hikayeye, fazlalık, eksiklik, gördüklerinle böbürlenip nefsini büyük görme, bir şahsın gıybeti, Allah'ın yarattıklarından bir şeyi kötüleme karışmasın diye dikkat ettiğin zaman bile zamanını zayi etmiş olursun! O halde saydığımız âfetlerden nasıl korunabilirsin?

Başkasına seni ilgilendirmeyen bir şeyi sorman da fuzulî konuşma sayılır.

Sen sormakla hem kendi vaktini, arkadaşını da cevap vermeye mecbur ettiğinden ötürü hem de onun vaktini zayi etmiş olursunBu durum, ancak sorduğun eyin sorulmasından dolayı bir âfet sözkonusu olmadığı takdirde oöyledirOysa suallerin çoğunda âfetler vardırSen başkasından ibadetini sorarsın, mesela şöyle dersin: 'Sen oruçlu musun?' Eğer evet derse, ibadetini belirtmiş olur, bu ibadete riya karışmış olurEğer riya girmezse bile ibadet gizlilik defterinden silinir! Oysa gizli ibadetin, açıkça yapılan ibadetten birçok üstünlüğü vardırEğer hayır derse yalancı olurEğer ne evet, ne hayır demeyip de sükût ederse, sana cevap vermemek suretiyle seni aşağılamış sayılırDolayısıyla sen rahatsız olursunEğer cevabın müdafaası için hileli yollar ararsa zorluk çeker ve yorulurBu bakımdan sen ondan sormakla onu ya riya veya yalana veya istiğfara veya müdafaa hilesindeki yorgunluğa mâruz bırakmış olursun! Diğer ibadetler hakkında sorman da böyledirGünahlardan gizlediği ve çekindiği herşeyden sorman da böyledirBaşkasının konuşmuş olduğu şeyden sual sorman, 'Ne dersin? Senin bu husustaki görüşün nedir?' demen de böyledirÇünkü çoğu zaman geldiği yeri sana söylemekten onu engelleyen bir mâni vardırEğer geldiği yeri söylerse utanırEğer doğru söylemezse, yalan söylemiş olur ve sebebi de sen olursun ve böylece seni ilgilendirmeyen bir mesele hakkında sormuş olursunSorulan adam çoğu zaman 'bilmiyorum' demeye utanır ve bilmediği halde cevap verir!

Seni ilgilendirmeyen hususta konuşmaktan, bu tür konuşmaları kasdetmiyorumÇünkü bu tür konuşmalar, bazen günah ve zarar vericidirAncak seni ilgilendirmeyen konuşmanın misâli,

Lokmân Hakîm'den rivâyet edilen şu husustur: Lokmân, Hazret-i Davud'un huzuruna girdiHazret-i Dâvûd o anda bir zırh örüyorduLokmân daha önce bu sanatı görmüş değildiOndan gördüğü bu sanat onu şaşırttı ve Davud'a yaptığını sormak istediyse de hikmet onu bu sualden menettiDolayısıyla nefsini zaptedip sormadıHazret-i Dâvûd (aleyhisselâm) işini bitirince ayağa kalktı. Sonra zırhı giydi ve şöyle dedi: 'Evet, zırh savaş içindir!' Bunun üzerine Lokmân şöyle dedi: 'Susmak hikmetin ta kendisidirFakat susan pek azdır'.

Deniliyor ki, Lokmân bir sene sormadan zırhın ne olduğunu öğrenmek için Hazret-i Davud'a gidip geldiİşte bu ve benzeri sorular, içlerinde zarar olmadığı, başka birisinin perdesini yırtmak bulunmadığı, riya ve yalana sokmadığı takdirde, seni ilgilendirmeyen konuşma türündendirOnu terketmek İslâm'ın güzelliğinden gelirİşte mâlâyanî konuşmanın tarifi budur.

İnsanı mâlâyânîye teşvik eden sebebe gelince, o sebep, İnsan oğlunun muhtaç olmadığı birşeyin bilinmesine karşı gösterdiği harislik veya sevgi kabilinden uzun konuşmalar yapmaktır veyahut içinde fayda olmayan hikâyelerle vakit geçirmektirBunun tedavisi, kişinin ölümün önünde olduğunu ve her kelimesinden sorumlu bulunduğunu, nefeslerinin en önemli sermayesi olduğunu ve dilinin bir tuzak olduğunu, onun vasıtasıyla cennetin elâ gözlü hurilerini kazanabileceğini, onu boşa harcamanın da apaçık zarar olduğunu bilmesidirİşte ilmî tedavisi budurPratik tedavisi ise, uzlete çekilmek veya konuşmamak için ağzına küçücük taşlar koymak veya kendisini ilgilendiren bir kısım şeylerde dahi nefsini susmaya zorlamaktır ki dili bu şekilde mâlâyânîyi terketmeyi âdet edinsin! Dili burada zaptetmek, insanlardan uzaklaşıp uzlete çekilen kişi hariç başkası için gayet güç ve çetindir.

Fuzulî Konuşmak/Sözü Uzatmak

Fuzûlî konuşmak da kötüdürBu tür konuşma, mâlâyânîye dalmayı ve maksûd olan konuşmada ihtiyaçtan fazlaya kaçmayı kapsar! Çünkü bir kimsenin kendisini ilgilendiren birşeyi kısa bir konuşma ile ifade etmesi mümkün olduğu gibi, onu uzatıp dallandırması da mümkündür.

Maksadını bir kelime ile ifade edebildiği zaman iki kelime konuşursa, ikinci kelime fuzûlîdirYani ihtiyaçtan fazladırBu da -daha önce geçen iletten dolayı- çirkindirHer ne kadar buna günah ve zarar yoksa da. . . Atâ bEbî Rebah der ki: 'Sizden öncekiler, fuzûlî konuşmayı çirkin görürlerdiAllah'ın kitabı, Hazret-i Peygamberin sünneti, emr-i bi'l-mâruf ve nehy-i an'il-münker veya zaruri ihtiyaç hakkında konuşmak hariç, bunun dışında kalanları fuzûlî konuşmadan sayarlardıAcaba sizin üzerinizde hafaza ve kirâmen kâtibîn meleklerinin olduğunu, sağ ve solunuzda gözcü meleklerin bulunduğunu ve kişinin ağzından çıkan her sözü kontrol eden ve yazan bir meleğin bulunduğunu inkâr mı ediyorsunuz? Acaba sizden biriniz günün başında doldurmuş olduğu sahife neşredildiği zaman o sahifedeki hükümlerin çoğunun dininin veya dünyasının işinden olmadığını görürse utanmayacak mıdır?'

Ashâb'dan biri şöyle demiştir: 'Biri benimle konuşmak istediğinde, onunla konuşmak, soğuk suyun susamış bir kimsenin hoşuna gitmesinden daha çok hoşuma giderFakat fuzûlî konuşma olur düşüncesiyle konuşmayı terkediyorum'.

Mutarrıf55 şöyle demiştir: "Allah'ın celâli kalbinizde büyük olsun! Bu bakımdan Allahü teâlâ'ınn ismi celîlini köpeğe veya merkebe 'Ey Allahım onu mahrum et!' sözünüz gibi sözlerle beraber zikretmeyin!"Bil ki fuzûlî konuşma, inhisar altına alınmayacak kadar çokturHatta mühim olanı Allah 'in Kitabında, mahsurdurNitekim Allahü teâlâ şöyle buyurmuştur:

Onların fısıldaşmalarının çoğunda hayır yokturAncak sadaka vermeyi veya bir iyilik etmeyi, yahut insanların arasını düzeltmeyi emreden müstesna! (Nisâ/114)

Sözün fazlasını zapt-u rapt altına alıp tutan, malının fazlasını Allah yolunda infak eden bir kimseye cennet vardır!36

İnsanlar bu husustaki işi nasıl da tersine çevirmişlerdir! Hazret-i Peygamber'in dediğinin tam aksine, mallarının fazlasını depo etmişler, sözlerini ise serbest bırakmışlardır.

Mutarrıf bAbdullah babasından şöyle rivâyet ediyorBabası şöyle anlatmış: Benî Amr kabilesinin bir grubu ile beraber Hazret-i Peygamber'in huzuruna geldimO grup Hazret-i Peygambere şöyle hitap edip: 'Sen bizim babamızsm, efendimizsinSen fazilet bakımından bize bizden daha faziletlisinSen cömertlik bakımından bizim için bizden daha cömertsinSen bembeyaz bir kâsesinSen söylesin, sen böylesin' gibi övgülerde bulundularHazret-i Peygamber (bunun üzerine) şöyle dedi:

Sözünüzü söyleyiniz! Sakın şeytan sizi dalâlete düşürmesin37

Bununla Hazret-i Peygamber suna işaret ediyor ki dil -doğru da olsa- övmek hususunda başıboş bırakıldığı zaman, şeytanın onu lüzumsuz fazlalıklara düşürmesinden korkulur.

İbn Mes'ûd şöyle demiştir: 'Sizi fuzulî konuşmak hususunda uyarırım! Kişiye ihtiyacına yetecek kadar konuşma yeter!'

Mücâhid şöyle dedi: "Muhakkak ki konuşmalar yazılırHatta kişi oğlunu susturup ona 'sana şunu şunu satın alacağım' dediğinde yalancı yazılır"38

Hasan-ı Basrî şöyle der: Ey Âdem oğlu! Bir sahife senin için açılmıştırO sahifeyi senin amellerini yazan iki tane melek idare etmektedirlerİstediğini yap! İster az, istersen çok yap! (Muhakkak hepsi yazılmaktadır) '.

Rivâyet ediliyor ki Hazret-i Süleymân (aleyhisselâm) ifritlerinden birini gönderdi ve arkasından bir ifrit daha gönderdi ki onu kontrol etsin, dediklerini dinlesin ve gelip kendisine haber versinArkadan gönderilen ifrit Hazret-i Süleymân'a gelerek o gönderilen ifritin çarşıdan geçerken başını göğe kaldırıp baktığını, sonra insanlara bakıp başını salladığını haber verdiBunun üzerine Hazret-i Süleymân (aleyhisselâm) ona bunun sebebini sorduİfrit dedi ki: 'Ben, insanların başının ucunda durup onlardan çıkanları hemen yazan meleklere ve o meleklerden daha aşağıda bulunan kimselerin acelece yazmalarına hayret ettim'.

İbrahim Teymî şöyle demiştir: 'mü'min konuşmak istediği zaman düşünür; eğer lehinde ise konuşur, aksi takdirde susar; fâcirin konuşması ise zincirleme gider'.

Hasan-ı Basrî şöyle demiştir: 'Konuşması çok olanın yalanı çoğalırMalı çok olanın günahı çoğalırAhlâkı kötü olanın nefsi azap görür veya nefsine azap çektirir',

Amr bDinar şöyle demiştir: Bir kişi, Hazret-i Peygamberin yanında fazla konuştuHazret-i Peygamber kendisine şöyle sordu:

- Senin dilinin önünde kaç perde vardır?

- Dudaklarım ve dişlerim vardır!

- Acaba o perdelerde konuşmanı azaltacak bir kuvvet yokmudur?39

Bir rivâyette Hazret-i Peygamber sallâllahü aleyhi ve sellemv bunu kendisini öven bir kişi hakkında söylemiştirÇünkü Hazret-i Peygamberi öven bu kişi, konuşmasında aşırı bir şekilde mübalağa ederek sözü uzatmıştı. Sonra Hazret-i Peygamber şöyle dedi:

Bir kişiye dilindeki fazlalıktan daha şerli birşey verilmiş değildir!40

Ömer b. Abdülaziz şöyle der: 'Beni çok konuşmaktan, böbürlenme korkusu menetmektedir'.

Hükemanın biri şöyle demiştir: 'Kişi, bir mecliste olduğu zaman konuşmak onun hoşuna gidiyorsa, sükût etsin! Eğer susmuş ise ve susmak hoşuna gidiyorsa, konuşsun!'

Yezid bEbi Habib şöyle demiştir: 'Konuşmasının dinlemesinden kendisine daha sevimli gelmesi âlimin fitnesindendirEğer âlim, kendisinin yerine konuşup kendisine ihtiyaç bırakmayan birini görürse, onu dinlemekte kendisine selâmet vardır.

Konuşmakta süslemek, artırmak ve eksiltmek vardır! İbn Ömer şöyle demiştir: 'Kişinin temizlenmesine en fazla muhtaç olduğu şey dilidir'.

Ebu'd Derda (radıyallahü anh) çenesi düşük bir kadını gördüğünde şöyle dedi: 'Eğer bu kadın dilsiz olsaydı, onun için daha hayırlı olurdu.

İbrâhîm Nehaî şöyle demiştir: 'Halkı iki haslet helâk ediyor: Birincisi fazla mal, ikincisi fazla konuşmak.

İşte bunlar, çok konuşmanın kötülenmesi ve sebebidirFazla konuşmanın ilâcı ise mâlâyanî sözlere dair bölümde geçmişti.

35) Abdullah'ın oğludur. Âmir soyunun Haşr koluna mensuptur. Künyesi Ebû Abdullah'tır. Basralıdır ve şâyân-ı itimad bir âbiddir. H. 95 senesinde vefat etmiştir.

36) Beğâvî, İbn Hani, Beyhakî

37) Ebû Dâvûd, Nesaî

38) İbn Eb'id-Dünya

39) İbn Eb'id-Dünya

40) Deylemî, (İbn-i Abbâs'tan)

24-2

Bâtıla Dalmak

Bâtıla dalmak, günahlar hakkında konuşmak demektir. Kadınların, içki meclislerinin, fâsıkların makamlarının, zenginlerin refahının, padişahların diktatörlüğünün, çirkin merasimlerinin ve çirkin durumlarının hikayesi gibi. . . Çünkü bunların tümü, kendisine dalmanın helâl olmadığı konulardır ve bunları anlatmak haramdır. Seni ilgilendirmeyen konuda konuşmak veya seni ilgilendiren konuda ihtiyaçtan fazla konuşmak ise evlâyı terketmektir. Fakat buna rağmen bu tür konuşmada haramlık yoktur. Evet! Kendisini ilgilendirmeyen bir konuda fazla konuşan bir kimsenin, sonunda bâtıla dalmayacağından emin olunamaz; zira insanların çoğu konuşması, halkın namusunu çiğnemek, bâtıla dalmak veya bâtılın diğer türlerini işlemek suretiyle meyvelenmenin ötesine gitmez. Bâtılın türlerini zapt u rapt altına alıp sınırlamak mümkün değildir. Çünkü çok ve çeşitlidir. İşte bundan ötürü bâtıldan korunmak, ancak din ve dünyanın önemli meselelerinden kişiyi ilgilendirdiği kadarı ile yetinmekle mümkün olur. Yine de birtakım kelimeler vâki olur. O kelimeleri konuşan, onları önemsemez ama o kelimeler onu helâk etmeye sebep olur!

Bilâl b. Hars41 Hazret-i Peygamberin (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle dediğini nakleder:

Kişi, Allah'ın rızasına uygun bir kelime konuşur, o kelime sayesinde varmış olduğu makama varacağını sanmazDolayısıyla Allahü teâlâ o kelimeden ötürü rızasını kıyâmete kadar o adam için yazarKişi Allah'ın gazabını hak eden bir kelime konuşur, c kelimeden dolayı felâkete uğrayacağını sanmaz ve böylece Allahü teâlâ onarı üzerine o kelimeden dolayı kıyâmete kadar gazabını yazar42

Alkame şöyle derdi: 'Konuşacağım nice şeyler vardır ki Bilâl bHars'in hadîsi beni o konuşmalardan menetti'.

Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur:

Kişi bir kelime söyler, o kelime ile yanında oturanları güldürür ve o kelimeden dolayı Süreyya'dan daha uzak bir mesafeden cehenneme düşüp yuvarlanır43

Ebû Hüreyre şöyle demiştir:

İnsan bir kelime söyler ve onu önemsemezOysa o kelimeden ötürü cehenneme yuvarlanır ve yine bir kelime söyler, bu kelimeyi yeterince takdir etmezOysa Allahü teâlâ o kelimeden ötürü onu cennetin yüce mertebelerine yükseltir.

Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur:

Kıyâmette insanların en fazla hatalı olanları, dünyada en fazla bâtıla dalanlarıdır44

Allahü teâlâ cehennemliklerin şöyle dediklerini aktarmaktadır: Boş şeylere dalanlarla birlikte dalardık! (Müddessir/45)

Onlar başka bir söze dalıncaya kadar onlarla beraber oturmayın; yoksa siz de onlar gibi olursunuz. (Nisa/140)

Selmân-ı Fârisî der ki: 'Kıyâmet gününde insanların en günahkâr olanları, dünyadaki konuşmalarında Allah'a en fazla isyan edenleridir'.

İbn Şîrîn şöyle demiştir: "Ensâr-ı kiramdan bir kişi bu tür insanların yanından geçerken onlara ' (Kalkın) abdest alın! Muhakkak sizin söylediklerinizin bir kısmı abdestsizlikten daha şerlidir' derdi".

İşte bu, bâtıla dalmanın ta kendisidirBu ise, ileri de sözkonusu edilecek olan gıybet, kovuculuk, fahiş konuşmak ve benzerlerinin ötesindedirHatta bu, varlığı daha önce geçen mahzurları anmaya dalmaktır veya onları anmaya dinî bir ihtiyaç olmaksızın onlara varmayı düşünmektirBuna, bid'atlerin hikâyelerine dalmak da, bozuk mezheblerin ve ashâb-ı kiramın arasında cereyan eden savaşları ashâbm bir kısmına tanetmeyi andıracak şekilde hikaye etmek de dahildir! Bütün bunlar bâtıldırBunlara dalmak bâtıla dalmaktırBiz Allahü teâlâ’nın lütuf ve keremi sayesinde güzel yardımını talep ediyoruz.

41) Asım'ın torunudur. Künyesi Ebû Abdurrahman olup, Müzen kabilesindendir. H. 60 senesinde seksen yaşında iken vefat etmiştir.

42) İbn Mâce, Tirmizî

43) İbn Eb'id-Dünya

44) İbn Eb'id-Dünya

Mira (Başkasının Sözüne İtiraz) ve Cidal Etmek

Mira ve cidal etmek yasaklanmıştırNitekim Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

Kardeşinle tartışma, onunla alay etme! Ona bir söz verdiğin zaman, sözüne muhalefet etme!45

(Aranızdaki) tartışmayı terkediniz; zira tartışmanın hikmeti anlaşılmaz, fitnesinden de emin olunmaz!46

Kim haklı olduğu halde tartışmayı terkederse, onun için cennetin en yüce yerinde bir ev bina edilirHaksız olduğu halde tartışmayı terkeden bir kimse için ise, cennetin orta yerinde bir ev bina edilir47

Putperestlik ve içkiden sonra rabbimin beni nehyettiği ilk şey münakaşa etmekten sakındırmak olmuştur48

Allah hidayet verdikten sonra cedele dalan bir kavim, dalâlete sapmış demektir49

Haklı da olsa kul, cedeli bırakmadıkça îman hakikatini kemâle erdiremez50

Altı haslet vardır ki kimde bulunursa o, îmanın hakikatine varmıştır:

1Yaz mevsiminde oruç tutmak

2Allah düşmanları ile savaşmak

3Yağmurlu ve bulutlu günlerde namazı ilk vaktinde kılmak

4Musibetlere sabretmek

5Zorluklara rağmen abdesti yerli yerinde (tam manâsıyla) almak

6Haklı olduğu halde münakaşayı bırakmak51

Zübeyr bAvvam,52 oğlu Abdullah'a şöyle dedi: 'Halkla, Kur'ân ile tartışma! Çünkü sen onlara güç yetiremezsinFakat sünnet-i seniyye ile onlara karşı çık!'

Ömer b. Abdulaziz şöyle demiştir: 'Kim dinini husûmet ve tartışmaya maruz bırakırsa, o fazlasıyla değiştirmeye muhtaç olur!'.

Müslim bYesar şöyle demiştir: 'Cedelden kaçınınız! Zira o an, âlimin câhilleştiği andırO saatte şeytan, âlimin sürçmesini bekler!'

Denildi ki: 'Allah'ın hidayet ettiği bir kavim dalâlete, ancak cedel ile saplanır!'

Mâlik bEnes (radıyallahü anh) şöyle demiştir: 'Dinde cedel yoktur'Yine şöyle demiştir: 'mücadele kalpleri katılaştırır, kin ve nefret doğurur'.

Lokmân Hakîm, oğluna şöyle demiştir: Âlimlerle tartışma, sana buğzederler!'

Bilâl bSa'd şöyle demiştir: 'Kişiyi konuşmada fazla inatçı, cedelci veya görüşünü beğenmiş olarak gördüğün zaman bil ki onun zararı zirveye ulaşmıştır'.

Süfyân es-Sevrî şöyle demiştir: 'Eğer kardeşim bir nar hakkında 'o tatlıdır' dese, ben de 'hayır, ekşidir' desem mutlaka gidip beni sultana şikayet eder!'

Yine şöyle demiştir: 'Dilediğin bir insanla muhabbet et! Sonra onu bir defacık cedelle kızdırO sana öyle bir iftira atar ki o felâket senin hayatını alt üst eder'.

İbn Ebi Leylâ şöyle demiştir: 54 'Ben kesinlikle arkadaşımla cedel etmem! Çünkü onunla cedelleştiğim takdirde ya onu yalanlayacak veya kızdıracağım. (İkisi de mahzurludur) '.

Ebu'd Derda şöyle demiştir: 'Devamlı cedel yapman günah bakımından sana yeter'.

Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

Her münakaşanın kefareti iki rek'at namazdır55 Hazret-i Ömer şöyle demiştir: İlmi şu üç şey için öğrenme:

1İlmi, halkla mücadele etmek için

2Onunla böbürlenmek için

3Riyakarlık yapmak için. . .

Üç şey için de ilmi bırakma:

1İlmi öğrenmekten utanmak için

2İlmi kıymetsiz saymak için

3İlim yerine cahilliğe razı olmak için. . .

Hazret-i Îsa (aleyhisselâm) şöyle demiştir: 'Kimin yalanı çoğalırsa, güzelliği silinirHalkla münakaşa edenin ise mürüvveti düşer! Üzüntüsü çoğalanın bedeni hastalanırAhlâkı kötü olanın da devamlı canı sıkılır ve sıkıntı içinde kalır'.

Ömer bin Abdülâziz'in kâtibi Meymûn bMihran'a şöyle denildi: 'Sen neden arkadaşına küsüp onu terketmiyorsun?' Cevap olarak dedi ki: 'Çünkü ben onunla ne husumet ederim, ne de cedel'.

Mira ve cedelin aleyhinde vârid olan hadîsler ve rivâyetler sayılamayacak kadar çokturMira'nın tarifi şudur: Mira, başkasının konuşmasındaki bir eksikliği belirtmek suretiyle o konuşmaya yapılan herhangi bir itiraz demektirBu belirtilen eksiklik ya lâfızda, ya mânâda veya konuşanın maksadında olurMirayı terke etmek, muhatabın konuşmasını münker görmeyi ve konuşmasına yapılan itirazı terketmekle olurBu bakımdan dinlediğin konuşma hak ise tasdik et! Eğer bâtıl ve yalansa ve aynı zamanda dinî emirlerle ilgili değilse sus! Başkasının konuşmasına tanedip itiraz etmek, bazen o konuşmanın lâfzına yapılırYani gramer cihetinden lâfızdaki bir eksikliği belirtmekle olur veya lûgat cihetinden veya arapçası cihetinden veya tanzim ve tertip cihetinden olurİtiraza sebep olan bu durum, bazen marifetteki kusurundan dolayı meydana çıkarBazen de dil yanılmasından ötürü sözüne itiraz edilir -durum ne olursa olsun, başkasının konuşmasındaki eksikliği belirtmenin bir faydası yoktur- veya mânâsı bakımından başkasının konuşmasına itiraz edilir, 'Senin dediğin gibi değildirÇünkü sen filan filan yönden bu konuşmada yanıldın' denir.

Konuşmanın maksadından dolayı konuşmaya itiraz etmeye gelince, 'Şu söz haktır, fakat senin bu sözden kasdettiğin hak değildirSenin maksadın bozuktur!' demesi veya buna benzer sözler sarfetmesi gibi. . . İşte bu tür mücadele, eğer ilmî bir meselede cereyan ederse, bazen ona cedel ismi verilir ve o kötüdürBir müslüman a farz olan susmaktır, inat etmek ve tenkid etmek değildirİstifade tarzında sormaktır veya itiraz etmek şeklinde değil de tariz etmede ince ve zarif davranmaktır.

Cedel e gelince, o başkasını susturmak, âciz bırakmak, konuşmasını tenkid suretiyle onun değerini düşürmek, onu kusurlu bulmak ve cahilliğe nisbet etmekten ibarettirMücadelenin alâmeti, hakka dikkat çekerken karşıdakinin hoşuna gitmeyecek şekilde yapılmasıdırŞöyle ki, muhatabın hatasını açıklarBunu da karşımdakinden üstün olduğunu ve muhatabının da değersiz ve eksik olduğunu açığa vurmak için yaparBu tür mücadeleden, sustuğu takdirde günahkar olmayacağı her tür tartışmadan kaçınmakla kurtulunabilirİnsanı bu tür mücadeleye teşvik eden şey ise, ilmini ve faziletini göstermek suretiyle üstünlüğünü ispat etmek ile başkasının eksikliğini göstererek ona hücum etmek hevesidir! Bunların ikisi de nefsin gizli ve pek kuvvetli iki şehvetidir.

Faziletini göstermeye gelince, bu kendisini büyük gösterme kabilindendir! Bu tezkiye, kulda bulunan büyüklük davasının gereğidirOysa bu nitelik rubûbiyet sıfatlarındandır! Başkasını eksik ve düşük göstermeye gelince, bu da yırtıcılık tabiatının gereğidirÇünkü bu tabiat yırtmayı, vurup kırmayı, eziyet etmeyi ister.

İşte bu iki sıfat kötü ve helâk edicidirBu iki sıfatı mira ve cedel takviye etmektedirBu bakımdan Mira ve Cedele devam eden bir kimse, bu helâk edici sıfatları takviye etmiş olurBu ise kerahiyeti ihlal etmektirHatta -eğer içinde başkasına eziyet vermek varsa-mâsiyetin ta kendisidirOysa cedel, hiçbir zaman başkasını üzmekten uzak değildirÖfkeyi kabartmaktan, kendisine itiraz edilen kişinin konuşmasını -ister hak, ister bâtıl olsun- mümkün olduğu şekilde takviye etmeye teşvik etmekten uzak değildir! Kendisine itiraz edilen kişi aklına gelen herşey ile itiraz edeni tenkid ederBöylece iki tartışmacının arasında şiddet gittikçe kızışırTıpkı birbirine hırlayan iki köpeğin arasındaki sürtüşmenin kızışması gibi. . . Onların herbiri diğerini ısırmaya fırsat kollarCeza bakımından daha büyük ve arkadaşını susturmak hususunda daha kuvvetli çıkışlara yeltenir.

Bunun tedavisi ise, kendi faziletini belirtmeye zorlayan, başkasını kusurlu ve eksik göstermeye iten yırtıcılık sıfatını kırmaktırNitekim bu, kibir, ucub ve öfkenin kötülüğünü anlattığımız bahislerde gelecektirÇünkü her illet ve hastalığın tedavisi, onun sebebini silmekle olurMira ile cedelin sebebi ise bizim söylediklerimizdir. Sonra ona devam etmek de onu İnsan oğlunda âdet ve tabiat haline getirir! Öyle ki artık bu hastalık nefiste yerleşirBu hastalığa karşı sabretmek artık zorlaşır.

Rivâyet ediliyor ki Ebû Hanîfe (radıyallahü anh) Dâvûd et-Tâî'ye şöyle sordu: - Sen neden inzivaya çekilmeyi seçtin?

-Cidali terketmek suretiyle nefsimle mücadele etmek için inzivayı seçtim.

-Meclise gel! Söylenilen sözü dinle! Konuşma!

-Ben bunu yaptım! Bana bundan daha güç gelen bir mücâhede görmedim.

Hakîkat de Davud'un dediği gibidirÇünkü başkasının yanlışını gören bir kimse, o yanlışı düzeltmeye veya belirtmeye gücü olduğu halde, orada sabretmesi cidden zordur ve bunun için de Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

Kim haklı olduğu halde tartışmayı terkederse, Allahü teâlâ ona cennetin en yücesinde bir ev bina eder.

Çünkü böyle bir durumda tartışmayı terketmek, nefse çok ağır gelir ve bu ağırlık en fazla mezhepler ve inançlarda insana galebe çalarÇünkü mira ve cedelleşme öyle bir tabiattır ki kişi bundan dolayı kendisine bir sevap geleceğini zanneder ve hırsı daha da artarO vakit tabiat ile ilâhî nizam bu hususta yardımlaşırOysa böyle sanması katıksız bir yanlışlıktırOysa insana ehl-i kıble hakkında dilini tutması daha uygun düşerNe zaman bir bid'atçıyı görürse ona tenha bir yerde cedel yoluyla değil, nasihat yoluyla ve uygun bir dille söylemelidirÇünkü cedel, karşısındaki insanın hayaline 'adamın söylediği şey, beni şaşırtmak için bir hiledir' fikrini getirebilir ve bid'atçı sanar ki bu bir sanattırBenim mezhebimin ehlinden olan mücadeleciler de bu sanatın benzerlerini eğer isterlerse yapmaya muktedirdirlerBöylece bid'at, cedel yüzünden onun kalbinde devanı eder ve kuvvetlenirNe zaman bid'atçıya nasihat etmenin fayda vermeyeceğini bilirse, o vakit bid'atçıyı terkedip, kendi nefsiyle meşgul olmalıdırNitekim Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

Ehl-i kıble hakkında dilini tutan bir kimseden Allah razı olsunAncak bildiğini en güzel bir şekilde (söyleyebilir) 56

Hişam bUrve der ki: 'Hazret-i Peygamber bu hadîsi yedi defa tekrar ettiKim bir müddet mücadeleyi âdet edinirse ve halk da onu överse ve bundan dolayı nefsinin aziz olduğunu ve halk tarafından kabul edildiğini görürse, o kimsede bu helâk edici sıfatlar kuvvet bulur ve öfke, kibir, riya, makam sevgisi ve faziletten dolayı aziz olmak gibi kötü sıfatlar kendisinde toplandığı zaman onlardan kurtulmaya gücü yetmezBu sıfatlarla teker teker mücadele etmek bile güç olduğu halde acaba tümüyle birden nasıl mücadele edilebilir?

45) Tirmizî

46) Taberânî, (Ebu'd Derda'darı)

47) İlim bölümünde geçmişti.

48) İbn Eb'id-Dünya, Taberânî, Beyhaki, (Ümmü Seleme'den)

49) Tirmizî, (Ebû Umâme'den)

50) İbn Eb'id-Dünya, (Ebû Hüreyre'den

51) Deylemî

52) Dedesi Huveylid b. Esed b. Abdüluzzâ b. Kusay b. Kilâb'dır. Künyesi Ebû Abdullah'tır. Kureyş'in, Esedî soyundan gelmektedir. Cennetle müjdelenen on kişiden biridir. Hicretin 36. senesinde Cemel savaşından dönerken öldürülmüştür.

53) Bu zat Mısırlıdır. Künyesi Ebû Osman'dır

54) Adı Abdurrahman'dır, Cemâcim hâdisesinde H. 83 senesinde vefat etmiştir.

55) Taberânî, (Ebû Umâme'den

56) İbn Eb'id-Dünya

Husûmet

Husûmet de kötüdürHusûmet, cedel ve miradan daha ileridirMira başkasının konuşmasındaki bir eksikliği belirtmek suretiyle itiraz etmektirBu itirazda muhatabını tahkir etmekten, kendi aklının salâbeti ile fikrinin kuvvetini göstermekten başka cedelcinin hiçbir gayesi yokturCidal, mezhebini belirtmek ve yerleştirmek için yapılan münakaşadırHusûmet ise, bir mal veya hak iddiası ile alâkalı sözünde ısrar ve inat etmektirBu ısrar ve inat bazen başlangıçta olur, bazen de karşısındakinin tavır ve davranışından kaynaklanırMira ise, bir konuşmaya yapılan itirazdan ibarettirNitekim Hazret-i

Âişe Hazret-i Peygamberin şöyle dediğini naklediyor:

Allah nezdinde erkeklerin en sevimsizi, münakaşada ısrar edenidir57

Ebû Hüreyre Hazret-i Peygamberden (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle rivâyet ediyor:

Kim ilimsiz olarak bir husûmette mücadele ederse, o mücadeleden vazgeçinceye kadar Allah'ın öfkesine maruz kalır58

Seleften biri şöyle demiştir: 'Husûmetten sakın! Çünkü husûmet, dini mahveder'.

Deniliyor ki: 'müttaki bir kimse, din hususunda hiçbir zaman husûmet etmez'.

İbn Kuteybe59 şöyle anlatıyor: "Bişr bAbdullah yanımdan geçti ve bana şöyle dedi:

-Neden burada oturuyorsun?

-Benimle bir amcazadem arasında bir dâva var, onun için bekliyorum.

-Senin babanın bana iyiliği vardırBen de buna karşılık sana iyilik etmek isterimAllah'a yemin ederim ki ben husûmetten daha fazla kalbi meşgul eden, huzuru bozan ve dini kökünden söken başka birşey görmedim!

İbn Kuteybe diyor ki: Bu söz üzerine gitmek için ayağa kalktımHasmım bana dedi ki:

-Ne yapacaksın?

-Seninle artık muhakeme olmayacağım.

-Sen benim haklı olduğumu anladın da ondan mı vazgeçtin?

-Hayır! Öyle olduğu için değilFakat ben nefsime ikram olarak vazgeçiyorumBunun üzerine hasmım 'Ben de senden birşey istemiyorum, senin olsun' dedi.

Soru: Bir kimse haksızlığa uğradığı zaman, hakkını aramak ve korumak için elbette dâva etmesi gerekirBu bakımdan bu kimsenin hükmü ne olur ve bu kimsenin husûmeti nasıl kötü olabilir?

Cevap: Bu kötüleme, bâtıl yolda ve ilimsiz husûmet edenleri kapsamaktadırKadı'nın60 vekili gibi. . . Çünkü kadı vekili, meseleyi bilmeden ve hakkın hangi tarafta olduğunu öğrenmeden önce -hangi tarafın olursa olsun- bir tarafın vekili olur ve ilimsiz onu savunurAynı zamanda bu kötüleme, hakkını arayıp ihtiyaç kadarıyla yetinmeyen, husûmette ısrar ve inâd gösteren, bu ısrar ve inadı eziyet vermek için yapan kimseleri de kapsarBu hüküm, eziyet veren sözleri, delil olmadığı ve hakkın açığa çıkmasında bir yarar sağlamadığı halde söyleyen kimseleri de kapsarHasmını mağlup etmek ve kırmak için sadece inaddan dolayı husûmete yeltenen ve aynı zamanda mahkemelik olan malı çoğu zaman hakir görüp de iltifat etmeyen bir kimse de bu zemmin şümulüne dahildirHalkın arasında bazı kimseler vardırAçıkça şöyle söyler: 'Benim maksadım hasmımın inadı ve onun mürüvvetinin kırılmasıdırEğer ben ondan bu malı alıp kuyuya atsam bile önemi yoktur! İşte böyle diyen bir kimsenin maksadı inatçılıktır, husûmet ve ısrardırBu ise, gerçekten kötü bir şeydir.

Israr, israf, gereğinden fazla inâd ve eziyet maksadı olmaksızın sadece şer'î yoldan delil getiren mazluma gelince, onun yaptığı haram değildirFakat en güzeli husûmeti -mümkün olduğu kadar- terketmektirÇünkü husûmette dili zaptetmek ve normale döndürmek zordurHusûmet, göğsü alevlendirir, öfkeyi kabartırÖfke harekete geçtiği zaman husûmet konusu olan şey unutulurİki hasmın arasında ancak kin ve nefret kalırHatta onların her birisi diğerinin kötülüğüne sevinirSevindiğine de üzülür ve biri diğerinin aleyhinde dilini alabildiğine serbest kullanırBu bakımdan kim husûmete başlarsa, bütün bu mahzurlara kendisini mâruz bırakmış olurHusûmetin en azında, kalbin karışması sözkonusudurHatta namazın içinde bile hasmını mağlup etmenin yollarını araştırır! Bu bakımdan iş vâcib olan hududunda kalmazO halde husûmet her şerrin başlangıcıdırMira ve cidal de böyledirBu bakımdan zaruret olmaksızın husûmet kapısını açmamak daha uygundurZaruret ânında ise, dilini ve kalbini hasmının sürçmelerini takip etmekten tutması uygundurBu ise gerçekten zor bir şeydirBu bakımdan husûmetinde sadece farz olan miktarla yetinen bir kimse, günahtan uzak kalmıştırBöyle bir kimsenin husûmeti kötülenmezAncak böyle bir kimse husûmet ettiği şey hakkında husûmet etmekten müstağnidirÇünkü yanında kendisine yetecek şey vardırBu bakımdan bu şekilde husûmet yapan bir kimse daha iyiyi terketmiş olur! Fakat günahkâr olmazEvet! Husûmette insanın elinden giden faydanın en azı, güzel konuşmak ve güzel konuşma hakkında vârid olan sevaptır; zira güzel konuşmanın en az derecesi muvafakatini göstermektirKonuşmayı tenkit etmek ve kısacası; muhatabı cahillikle itham etmek veya yalanlamak olan itiraz etmekten daha sert birşey yokturÇünkü mücadeleye girişen miraya tutulan veyahut da muhaseme eden bir kimse, karşısındaki insanı ya cahillikle itham eder veya yalanlarBöylece güzel konuşma elden kaçarOysa Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

Güzel konuşma ve yemek yedirme, cennette sizi mekan sahibi kılar61

Nitekim Allahü teâlâ da şöyle buyurmuştur: İnsanlara güzel söz söyleyiniz. (Bakara/83)

İbn-i Abbâs (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Allah'ın kullarından sana selâm veren bir kimse, mecûsî olsa dahi, onun selâmının karşılığını verÇünkü Allahü teâlâ şöyle buyurmaktadır:

Bir selâmla seiâmlandığımz zaman, siz de ondan daha güzeliyle selâm verin yahut verilen selâmı aynen iade edin! (Nisa/86)

Yine İbn-i Abbâs şöyle demiştir: 'Eğer Firavun bana hayrı söylemiş olsa, muhakkak ben de onun gibisini ona söylerdim'.

EnesHazret-i Peygamberin şöyle dediğini nakleder:

Cennette bir kısım köşkler vardırOnların dışı içinden, içi de dışından görünürAllah o köşkleri yemek yedirenler ve yumuşak konuşanlar için hazırlamıştır02

Rivâyet ediliyor ki, Hazret-i Îsa'nın yanından bir domuz geçtiHazret-i Îsa domuza 'selametle geç!' dediBunun üzerine Hazret-i Îsa'ya 'Sen domuza nasıl böyle diyorsun?' dedilerHazret-i Îsa cevap olarak 'Dilimi kötü söze alıştırmak istemiyorum' dedi.

Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

Güzel bir söz sadakadır63.

Bir hurmanın yarısı ile de olsa ateşten korununuzEğer hurmanın yarısını bulamazsanız güzel bir söz ile korununuz64

Hazret-i Ömer (radıyallahü anh) şöyle demiştir: 'Hayır yapmak kolay bir şeydirÇünkü güler yüzlülük ve yumuşak konuşmak da hayır yapmaktır'.

Hükemadan birisi şöyle demiştir: 'Yumuşak konuşmak, kararlaşmış kinleri yıkar'.

Hükemadan biri şöyle demiştir: 'Rabbini öfkelendirmeyen ve arkadaşını razı eden konuşmada cimrilik yapma! Çünkü rabbinin o konuşmadan dolayı sana iyilik yapanların sevabını ihsan etmesi umulur'.

İşte bütün bunlar güzel konuşmanın fazileti hakkında vârid olmuşturHusûmet, mira, cidal ve inatçılık bunun tam zıddıdırÇünkü bunlar göğsü alevlendiren, öfkeyi kabartan, yaşayışı bulandıran, kalbe eziyet veren, ürkütücü ve iğrenç konuşmadırAllahü teâlâ'dan, minnet ve keremine sığınarak güzel tevfîkini bize yoldaş etmesini dileriz.

57) Buhârî, Müslim, Tirmizî, Nesâî

58) İbn Eb'id-Dünya, İsfehanî

59) Meşhur İbn Kuteybe değildir.

60) Burada Kadı'darı maksad, hakkı almak isteyendir. Onun vekili olacak kimseden maksat ise avukatıdır.

61) Taberânî, Evsat, (Câbir'den)

62) İbn Eb'id-Dünya

24-3

Konuşmada Tekellüfe Kaçmak

Konuşmada, ağzını eğip-bükmek, fasih ve secî'li konuşacağım diye yapmacık hareketlerde bulunmak, konuşmasına kadın ve sevgiden bahsederek giriş yapmak ve hatiplik iddiasında bulunup fesahat gösterisinde bulunanların âdetlerinde cereyan eden usûllerle gösteriş yapmaktır, Bütün bunlar kötülenmiş ve buğzedilmiş tekellüf (zorlama) türündendirÖyle bir tekellüf ki Hazret-i Peygamber onun hakkında şöyle buyurmuştur:

Ben ve ümmetimin muttakîleri tekellüften (gösteriş için zorlanmaktan) uzağız65

Benim için en sevimsiz ve meclisimden en uzak olanınız, ağzını eğip-bükerek edebiyat yapmak için kendini zorlayanlardır66

Fâtıma (radıyallahü anh) Hazret-i Peygamberin şöyle buyurduğunu rivâyet eder:

Ümmetimin şerlileri o kimselerdir ki bol nimetlerle gıdalanıp, yemeklerin her çeşidini yerler, elbiselerin her rengini giyerler ve ağızlarını eğip-bükerek konuşurlar67

Dikkat edin, derin söze dalıp gereksiz yere sözü uzatanlar helâk olmuşlardır68

Bu sözü üç defa tekrar ettiHadîs-i şerifte geçen tanattû kelimesi 'derinleşme ve ardına kadar dalmak' demektir.

Hazret-i Ömer (radıyallahü anh) şöyle demiştir: 'Çene çatlatarak deve kükremesi gibi konuşmak şeytandandır'.

Amr bSa'd, babası Sa'd'â gelerek bir ihtiyacını istediBu münasebetle ihtiyacını istemezden önce bir konuşma yaptıSa'd kendisine dedi ki: Ben hiçbir zaman senin ihtiyacından bugün uzak olduğum kadar uzak olmadımBen Hazret-i Peygamberin şöyle dediğini duydum:

Öyle bir zaman gelecek ki sığırların dilleriyle ot geveledikleri gibi insanlar da konuşmayı o şekilde geveleyeceklerdir69

Sa'd, oğlu Amr tarafından zoraki bir şekilde süslendirilmiş ve takdim edilmiş konuşmayı hoş karşılamadıBu da dilin âfetlerindendirEvet! Zorla yapılan her secî, dilin âfetine dahil olurAdetin sınırını aşan fesahat de böyledirKonuşmalarda zoraki bir şekilde yapılan secfler de böyledirÇünkü Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) bir cenîn hakkında Gurre (diyet ve kan bedeline) hükmederken cinayet işleyenin kavminden biri 'İçmemiş, yememiş, bağırmamış ve kendisinden ses çıkmamış bir kimsenin diyetini biz nasıl veririz? Oysa böyle bir kimsenin kanı hederdir ve boşa gider' dediBu secîli sözü dinleyen Hazret-i Peygamber şöyle buyurdu:

Siz bedevilerin secî yapması gibi, secî ve kafiye mi yapıyorsunuz?70

Onların bu şekilde secî ve kafiye yapmalarını çirkin gördüÇünkü onların bu konuşmalarında zorlamanın eseri apaçıktıHerşeyde maksadını ifade etmekle yetinmek uygundurKonuşmanın maksadı, gayeyi muhataba anlatmaktırOnun ötesinde kalan, kötülenmiş zorlamadırHitabetin lâfızlarını güzelleştirmek, bu kötülenmiş kısma dahil olmazİfrata kaçmaksızın ve garip kelimeler kullanmaksızm hatırlatma (va'z u nasihat) da bu kısma dahil değildirÇünkü hitabet ve hatırlatmadan gaye; kalpleri harekete geçirmek, teşvik etmek, gönülleri yumuşatmaktırLâfzın zarif oluşunun burada büyük bir tesiri vardırBu bakımdan güzel lafızlar, hitabet ve nasihata uygundurİhtiyaçların belirtilmesi ve işlerin kolaylaştırılması için yapılan konuşmalara gelince, bu tür konuşmalarda şecî kullanmak, avurtları doldurarak sesli konuşmak uygun değildir ve böyle yapmakla uğraşmak, kötülenmiş bir zorlamadırİnsanı buna sevkeden şey riya, arkadaşlarının arasında belâgat ve fesahatıyla mümtaz olduğunu ispat etmekten başka birşey değildir! Bütün bunlar kötüdürAllah'ın dini bunları kerih görür ve insanı bunlardan sakındırır.

63) Müslim

64) Müslim (Ebû Hüreyre'den

65) Dârekutnî, İfrâd, (Hazret-i Zübeyr'den merfû olarak)

66) İmâm-ı Ahmed(Ebû Salebc'den)

67) İbn Adiyy, Beyhakî, İbn Asâkir

68) Müslim

69) İmâm-ı Ahmed

70) Ebû Dâvûd

Fahiş Konuşmak, Çirkin Sözler Sarfetmek

Fahiş konuşmak, başkasına sövmek ve dilin gevezeliğidir, bu şekilde konuşmak kötüdür ve yasaklanmıştırBunun kaynağı alçaklık ve kötü tabiatlı olmaktırHazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurulıuştur:

Fahiş konuşmaktan sakının! Çünkü Allahü teâlâ ne fahiş konuşmayı ve ne de başkasına işittirmek için fahiş konuşmaya zorlanmayı sevmez71

Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) Bedir de öldürülen müşriklere küfretmeyi yasaklayarak şöyle buyurmuştur:

Onlara sövmeyin! Çünkü söylediklerinizden onlara herhangi birşey gitmezFakat dirileri (onların akrabalarını) üzmüş olursunuzİyi bilin ki fahiş ve kötü konuşmak alçaklıktır72

Dört kimsenin cehennemde çektikleri azaptan cehennemlikler bile üzülürlerHamim ile Cahîm arasında koşar dururlar'Vay hâlimize, helâk olduk' derlerBunlardan birinin ağzından irin ve kan akarOna denir ki: 'Şu uzaktaki adamın durumu nedir ki bizim içinde bulunduğumuz eziyete rağmen bizi rahatsız etmektedir?' O da cevap olarak Şunları söyler: 'O adam dünyada çirkin ve habis olan her sözü dinler, cinsî münasebetten (veya fâhiş konuşmaktan) zevk aldığı gibi, o sözlerden zevk alırdı'75 (Diğer sınıflar zikredilmemiştir) .

Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) Hazret-i Âişe'ye şöyle buyurmuştur:

Ey Aişe! Eğer fâhiş konuşma bir insan olsaydı, muhakkak kötü bir insan olurdu76

Fâhiş açıklama ve gevezelik, münafıklığın şubelerinden iki şubedir.

İhtimaldir ki hadîs-i şerifte bahsi geçen açıklama'dan (beyan) gaye, açıklanması caiz olmayan birşeyi açıklamak ve izah etmekte mübalâğalı hareket etmektirÇünkü tekellüf ve zorlamaya girmiş olurÜçüncü bir ihtimal daha vardır ki o da şudur: Bu açıklama'dan gaye, dinî emirler ve Allah'ın sıfatlarındaki açıklamadırÇünkü dinî emirler ve Allah'ın sıfatlarını mücmel bir şekilde halk tabakasına söylemek, mübalâğalı bir şekilde izahına girişmekten daha iyidirÇünkü mübalâğalı bir şekilde izahlara girişmekten bazı zaman birtakım şüphe ve vesveseler doğarBu bakımdan bu emirler mücmel bir şekilde söylendiği zaman, kalpler vesveseye düşmeden onları kabul etmeye yanaşırlarFakat Hazret-i Peygamber, hadîs-i şerifteki açıklamayı, gevezelikle beraber zikrettiğine göreoradaki açıklamadan İnsan oğlunun açıklamasından utandığı şeylerin açıklaması olması maksûd olsa gerektirÇünkü İnsan oğlunun açıklamasından utandığı şeyleri kapalı ve onları üstün körü geçiştirmek fazlasıyla izah ve beyandan daha iyidirHazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

Allahü teâlâ, fâhiş konuşan, fâhiş konuşmak için kendisini zorlayan ve çarşılarda bağıran bir kimseyi sevmez77

Câbir bSemûre78 şöyle demiştir: Ben Hazret-i Peygamberin yanında oturuyordum, babam da önümdeydiHazret-i Peygamber şöyle buyurdu:

Fâhiş konuşmanın ve karşılıklı fâhiş hareketlerde bulunmanın İslâm'da yeri yokturİnsanların İslâm yönünden en güzelleri, ahlâken en güzel olanlarıdır79

İbrahim bMeysere şöyle demiştir: 'Kıyâmet gününde, fâhiş konuşup gevezelik yapan bir kişi, bir köpek suretinde veya bir köpeğin içinde getirilir (haşrolunur!) '

Ahmed bKays şöyle demiştir: 'Size hastalığın en şiddetlisinden haber vereyim mi? O hastalık dilin gevezeliği ve ahlâkın düşüklüğüdür!

İşte bunlar, fâhiş konuşmanın ve hareket etmenin aleyhine vârid olan hükümlerdir.

Fahiş konuşmanın tarifine ve hakikatine gelince, çirkin sayılan şeyleri açık ibarelerle söylemekten ibarettirBu ise, çoğu zaman cinsî ilişki ve onunla ilgili olan şeyleri ifade eden lâfızlarda cereyan ederÇünkü fesâd ehlinin birtakım açık-saçık ve müstehcen terimleri vardırOnları cinsî ilişkiden bahsederken kullanırlarSalâh ehli ise, onlardan sakınırO terimlerin ifade ettiğini kinaye yoluyla zikrederlerOnları ifade etme zarureti hasıl olduğunda işaretlerle onlara değinip, onlara yakın sözlerle ifade ederler.

İbn-i Abbâs der ki: 'muhakkak Allah, hayâ sahibi ve kerîmdirAffeder ve kinaye ile belirtir'Lemis tabirini cima yerine kullanmıştırBu bakımdan Mesis, Lemis, Duhul ve Sohbet terimleri cinsî ilişkiden ibarettirler ve fâhiş terimler de değildirlerFakat bu sahada fâhiş terimler mevcutturOnları söylemek çirkin kaçarOnların çoğu küfretmekte ve ayıplamakta kullanılırBu terimlerin fâhişlik dereceleri ayrı ayrıdırBazıları bazısından daha fahiştirBunlar çoğu zaman memleketin âdetiyle de değişirlerBaşlangıçları mekruh, sonları mahzurlu ve haramdırBu iki taraf arasında birtakım dereceler vardır ki onlarda tereddüt edilirBu sadece cinsî ilişkiye mahsus değildirHatta küçük ve büyük abdesti de kinaye yoluyla ifade etmek, açık ve seçik bir şekilde ifade etmekten daha güzeldirÇünkü bunlar da gizlenen ve açık söylenmesinden utanılan şeylerdendirBu bakımdan böyle şeyleri açık ibarelerle söylememek daha uygundurÇünkü açıkça söylemek fâhiş konuşmak demektir.

Kadınlardan kinaye yoluyla bahsetmek, âdeten güzel sayılırBu bakımdan 'Benim karım şöyle dedi' denilmemelidir'Odada veya perdenin arkasında şöyle denildi veya çocukların annesi şöyle dedi' denilmelidirÇünkü bu lâfızlarda incelik göstermek güzeldir.

Buralarda açık konuşmak, fâhiş konuşmaya sevkederKendisinde alaca hastalığı, kellik ve basur gibi birtakım zahirî ayıplar bulunan ve o ayıplardan utanan bir kimseye hitap etmek de böyledirBu bakımdan onun o ayıplarının açıkça söylenmesi uygun değildir'Şikayet ettiği hastalık' ve benzeri tabirler kulanılmalıdırBu bakımdan bu hastalıkları açık ibarelerle belirtmek, fâhiş konuşmaya dahildirBütün bunlar dilin âfetlerindendir.

Alâ bHârûn şöyle demiştir: "Ömer b. Abdulaziz konuşmasında çirkin kelimelerden çok saknırdıKoltuğunun altında bir çıban çıktıOna gittik 'Yara nerende?' diye sordukO da 'koltuğumun altında çıktı' demeye utandığı için 'Elimin içinde çıktı' dedi".

İnsanı fâhiş konuşmaya teşvik eden iki sebep vardır. Ya muhataba eziyet vermek kastıdır veya alçak ve fâsık kimselerle beraber bulunmaktan elde edilen kötü alışkanlıktır, âdetleri küfürbazlık olan kimselerin arkadaşlığından gelen çirkin huydur.

Bir bedevî Hazret-i Peygamber'e 'Bana nasihat et!' deyince Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur:

Takvadan ayrılma! Eğer bir kişi sende olan bir kusurunla seni kınarsa, sen onu onda bulunan bir kusurla kınama! Bu takdirde onun günahı ona olur, ecri de senin olurSakın hiçbir şeye küfretme!80

Bu bedevî der ki: 'Ben, Hazret-i Peygamberin nasihatından sonra hiçbir şeye küfretmedim".

İyad bHimar81 Hazret-i Peygamber'e 'Benim kavmimden bir kişi, şeref bakımından benden eksik olduğu halde bana küfrederse, ben de ondan intikam alırsam bir zararım var mıdır?' diye sorarHazret-i Peygamber şöyle cevap verir:

Sövüşen iki kişi, şeytan gibidirOnlar köpek gibi hırlaşır, yalan söyler ve ayrılırlar82

Mü'min bir kimseye sövmek fâsıklıktırMü'min bir kimseyi öldürmek küfürdür83

Birbirine küfreden iki kişinin küfürlerinin mesuliyeti onlardan ilk başlayana aittirTa ki zâlimin dediklerinden fazlasını mazlum deyinceye kadar. . . 84

Anne ve babasına küfreden bir kimse merundur!

Kişinin anne ve babasına küfretmesi, büyük günahlarının en büyüğüdür!

Ashâb 'Ey Allah'ın Rasûlü! Kişi nasıl anne ve babasına küfreder?' deyince, Hazret-i Peygamber 'Karşıdaki kişinin babasına küfrederO da onun babasına küfrederDolayısıyla babasına küfretmiş olur!' dedi85

71) Nesâî

72) İbn Eb'id-Dünya

73) Tirmizî

74) İbn Eb'id-Dünya, Ebû Nuaym

75) İbn Eb'id-Dünya

76) Tirmizî, Hâkim

77) İbn Eb'id-Dünya

78) Câbir, Günâde'nin torunudur. Sa'd b. Ebî Vakkas'ın kardeşidir. Kûfe'ye yerleşmiş, H. 76'da orada vefat atmiştir.

79) Ahmed, İbn Eb'id-Dünya

80) Ahmed? Taberânî

81) İbn Ebî Himar b. Naciye b. Akkal b. Muhammed b. Süfyân b. Meşâci'dir. Teym soyundandır ve ashâb'dandır

82) Tayâlisî, Ebû Dâvûd

83) Müslim, Buhârî

84) Müslim

85) İmâm-ı Ahmed, Ebû Ya'lâ, Taberânî

24-4

Lânetleme

Bu lânet -ister hayvana, ister nebata, ister insana olsun- kötüdürNitekim Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

Ne Allah'ın lânetiyle, ne gazapla ve ne de cehennemle birbirinize lânet okumayınız87

Huzeyfe b. Yemân şöyle demiştir: 'Birbirlerine lânet okuyan bir kavim, Allah'ın azabına müstehak olur!'

İmrân bHusayn şöyle anlatıyor: 'Hazret-i Peygamber, bir seferde bulunuyorduDevesinden âciz kalan Ensar'dan bir kadın, deveye lânet okuduBunun üzerine Hazret-i Peygamber şöyle dedi:

Devenin sırtında bulunan şeyleri alınızZira deve mel'undur88

Râvî der ki: 'Sanki ben şimdi deveyi görüyor gibiyimDeve halkın arasında yürüyor, hiç kimse ona dokunup yaklaşmıyordu'.

Ebu'd Derda der ki: "Herhangi bir kimse, yere lânet okursa, yer ona: 'İkimizden hangisi Allah'a daha âsi ise, Allah ona lânet etsin!' der".

Hazret-i Âişe şöyle anlatır: "Hazret-i PeygamberEbû Bekir Sıddîk'ın bir kölesine lânet okuduğunu duyunca dönüp Ebû Bekir'e baktı ve şöyle dedi:

Ey Ebû Bekir! Hem sıdk, hem lânet edicilik bir arada olur mu? Hayır! Kabe'nin rabbine yemin ederim ki olmaz!89

Hazret-i Peygamber bu sözünü iki veya üç defa tekrar ettiBunun üzerine Hazret-i Ebû Bekir o gün kölesini âzâd ederek Hazret-i Peygambere gelip 'Bir daha böyle yapmayacağım' dedi"Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur:

Lânet edenler, kıyâmet gününde ne bir kimseye şefaat edebilirler ve ne de şahid olurlar90

Enes şöyle anlatıyor: 'Adamın biri Hazret-i Peygamber ile beraber yürürken devesine lânet okuduBunun üzerine Hazret-i Peygamber kendisine şöyle dedi:

Ey Allah'ın kulu! Lânete uğramış bir devenin sırtında olduğun halde bizimle beraber yürüme!91

Hazret-i Peygamber, bu sözünü adamın yaptığının hoşuna gitmediğini belirtmek için söylediLânet, kovmak ve Allah'tan uzaklaştırmaktan ibarettirBu ise, ancak Allah'tan uzaklaştırılmayı hak eden bir kimse hakkında caizdirAllah'tan uzaklaştırılmayı gerektiren sıfatlar da küfür ve zulümdürMesela şöyle demelidir: 'Allah'ın laneti zâlim ve kâfirlerin üzerine olsun!' Böyle dediği zaman da Kur'ân ve hadîste vârid olan lâfızları kullanmak uygundurÇünkü lânet okumakta tehlike vardır; zira lânet 'Allah mel'unu uzaklaştırmıştır' şeklinde Allah adına hükmetmek demektirBu ise gaybdırAllah'tan başka gaybı bilen yokturHazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) bile ancak Allah kendisini gayba muttali ederse bilirLaneti gerektiren sıfatlar üçtür:

1Küfür

2Bid'at

3Fısk

Bu sıfatların her birinde lanetin üç mertebesi vardır:

Birinci mertebe, umumî bir vasıftan dolayı lânet etmektir'Allah'ın laneti, kâfirlerin, bid'atçıların ve fâsıkların üzerine olsun' denmesi gibi. . .

İkinci mertebe, daha hususî vasıflarla lânet etmektir'Allah'ın laneti, yahûdîler, hristiyanlar, mecusiler, kaderîler, hâriciler, râfıziler veya zinacılar, zâlimler ve ribacılar üzerine olsun' denmesi gibi. . . Bütün bunlar caizdirFakat bid'atçıların vasıflarındaki lanette tehlike vardırÇünkü bid'atın bilinmesi gayet çapraşıktırOnun hakkında peygamberden nakledilen bir lâfız vârid olmamıştırBu bakımdan bu kısım lanetten avamın çekinmesi uygun olurÇünkü böyle bir lânet okuyuş, benzeri ile muâraze etmeyi teşvik ederBöylece halk arasında münakaşa kopar, fesâd doğar!

Üçüncü mertebe, belli bir şahsa lânet okumaktırBu tür lânet okumada tehlike vardırMesela 'Allah'ın laneti Zeyd'in üzerine olsun! O kâfirdir veya fâsık veya bid'atçıdır' demek gibi. . . Bu husustaki tafsilat şudur: Şer'an lânet etmenin caiz olduğu insana lânet okumak caizdir'Allah, Firavun'a ve Ebû Cehil'e lânet etsin' demek gibi. . . Çünkü bu kimseler küfür üzerinde ölmüşler ve bu durum şer'an da bilinmektedirBizim zamanımızda belli bir şahsa lânet okumaya gelince -mesela 'Allah, Zeyd'e lânet etsin! O yahudidir' demek gibi- bu sözde tehlike vardırÇünkü Zeyd'in yahudilikten dönüp müslüman olma ve Allah nezdinde müslüman olarak ölme ihtimali vardırO halde onun mel'un olduğuna nasıl hükmedilebilir?

Eğer 'Zeyd hâl-i hazırda kâfir olduğundan dolayı ona lânet okunuyorNitekim müslüman bir kimse hâl-i hazırda, müslüman olduğundan dolayı 'Allah ona rahmet etsin' denildiği gibi. . . ' dersen, -her ne kadar bu müslümanın maazallah sonunda dininden dönmesi tasavvur edilebilirse de- bil ki bizim 'Allah ona rahmet etsin!' sözümüzün mânâsı: 'Rahmetin sebebi olan İslâm dini üzere Allah onu sabit kılsın, Allah onu ibadet üzerine daim eylesin' demektirFakat 'Allah kâfiri, lanetin sebebi olan küfür üzerinde sabit kılsın' demek mümkün değildirÇünkü böyle demek -Allah korusun- küfrü istemektirKüfrü istemek de haddi zatında küfürdürCaiz olanı şöyle demektir: 'Eğer o küfür üzerine ölmüşse, Allah ona lânet etsin, Eğer İslâm üzere ölmüşse lânet etmesin'Bu ise gaybdır ve bilinmemektedirKayıtsız şartsız lânet okuyan bir kimse ise, küfür veya İslâm arasında bulunuyordurBu bakımdan mutlak lânet okumakta tehlike vardırFakat kâfir için olsa bile laneti terketmekte hiçbir tehlike yokturMadem ki kâfir hakkında bu kaideyi öğrendin, o halde fâsık veya bid'atçı olan Zeyd hakkında böyle olması daha evlâdırBu bakımdan belli şahıslara lânet okumakta büyük tehlike vardırÇünkü belli şahısların durumu durmadan değişmektedirAncak sonunda lânete layık olacağı Hazret-i Peygambere bildirilen şahıs olursa durum değişirÇünkü küfür üzere öleceği bilinen bir kimse için lânet okumak caizdirBu sırra binaen Hazret-i Peygamber birtakım kimseleri lânetlemiştir; zira Hazret-i Peygamber, Kureyş için yaptığı bedduada şöyle diyordu:

Ey Allahım! Hişam'ın oğlu Ebû Cehil ve Rabia'nın oğlu Utbe'yi pençe-i kahrınla yakala!. .

Hazret-i Peygamber, bir cemaatin ismini zikretti ki onların tamamı Bedir savaşında küfür üzere öldürüldülerHatta Hazret-i Peygamber âkibeti bilinmeyen bir kimseye de lânet ediyordu. Sonra bu tür lânet etmek Allah tarafından menedildi; zira rivâyet ediliyor ki Hazret-i Peygamber Maune kuyusunda öğretmen olarak gönderilen ashâb-ı kiramı öldüren kimselere bir ay boyunca (sabah namazının ikinci rek'atinin rükûundan sonra okuduğu) kunut duasında lânet okurdu93 Bunun üzerine Allahü teâlâ’nın şu âyeti nâzil oldu:

Senin elinde birşey yokturAllah ya onların tevbesini kabul edip onları affeder veya zâlim oldukları için onlara azabeder.

Yani 'Onlar belki müslüman olurlarOnların melun olduklarını nereden biliyorsun?' Küfür üzerinde öldüğü bizce bilinen bir kimseye de lânet okumak caizdirFakat müslüman bir yakınma eziyet vermemek şartıylaEğer bir müslüman akrabası rahatsız oluyorsa caiz olmazNitekim rivâyet ediliyor ki; Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) Tâife giderken bir kabrin yanından geçti ve kime ait olduğunu Ebû Bekir Sıddîk'tan sorduEbû Bekir 'Bu kabir, Allah'a ve Hazret-i Peygambere âsi olan Said bÂs'ın kabridir' dediBu söz üzerine Amr bSaid öfkelendi ve şöyle dedi: 'Ey Allah'ın Rasûlü! Bu, öyle bir kişinin kabridir ki Ebû Kuhâfe'den (Ebû Bekir'in pederi) daha fazla düşman kellesi vurdu ve misafirlere daha fazla yemek yedirdi'Bunun üzerine Ebû Bekir 'Ey Allah'ın Rasûlü! Bu adam bana karşı bunu nasıl söyler?' dediHazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) , Amr'a hitaben şöyle dedi: 'Ebû Bekir'e karşı dilini tut!' Amr uzaklaştıktan sonra Hazret-i PeygamberEbû Bekir'e yönelerek şöyle dedi:

Ey Ebû Bekir! Kâfirlerden bahsettiğiniz zaman umumî bir şekilde bahsedinizÇünkü isim zikrettiğiniz zaman evlâtlar babaları için kızarlar95

Bunun üzerine halk, artık hususî bir şekilde kâfirleri zikretmekten menolundu.

Nuayman96 şarap içti ve birkaç defa Hazret-i Peygamber'in huzurunda cezalandırıldıBunun üzerine ashâbdan biri 'Allah ona lânet etsin! Ne çok içiyor' dediBu sözü işiten Hazret-i Peygamber şöyle buyurdu:

Ey kişi! Kardeşinin aleyhinde şeytana yardımcı olma! Başka bir rivâyet şöyledir:

Böyle söyleme! Çünkü Nuayman, Allah'ı ve Peygamber'i sever97

İşte görüldüğü gibi, Hazret-i Peygamber lânet okuyanı, lanetten menetmiştirHazret-i Peygamberin bu yasağı belli bir fâsığa dahi lânet okumanın caiz olmadığına delâlet ederKısacası belli şahıslara lânet okumakta tehlike vardırBundan her Mü'min sakınmalıdırİblis'e dahi lânet okumasa, okumayan için hiçbir tehlike yokturArtık İblis'ten başkasına lânet okumanın keyfiyeti düşünülsün!. . .

Soru: Yezid'e lânet okumak caiz midir? Çünkü o Hazret-i Hüseyin'in katilidir veya Hazret-i Hüseyin'in öldürülmesini emretmiştir98

Cevap: Yezid'in Hazret-i Hüseyin'i öldürmesi veya öldürülmesini emrettiği sabit değildirBu bakımdan böyle yaptığı sabit olmadıkça 'Yezid, Hazret-i Hüseyin'i öldürdü' veya 'Onun öldürülmesini emretti' demek bile caiz değildirAcaba böyle demek caiz değilse ona lânet okumak nasıl caiz olur? Çünkü müslüman bir kimseyi tahkik ve tedkiksiz büyük bir günaha nisbet etmek caiz değildirEvet 'İbn Mülcem Hazret-i Ali'yi, Ebû Lu'lu Hazret-i Ömer'i öldürdü' demek caizdirÇünkü bu olaylar tevatür yoluyla sabit olmuşturBu bakımdan hiçbir müslümana fısk veya küfür sıfatını, tahkik ve tedkik etmeksizin yakıştırmak caiz değildirNitekim Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

Kimse kimseyi ne küfürle ne de fıskla suçlamasın! Çünkü o kişi, suçlayanın dediği gibi değilse, o suç suçlayana döner99

Bir kişi, başka bir kişinin küfrüne şahidlik ederse, muhakkak onlardan biri o küfrü alırEğer 'kâfirdir' dediği kişi hakîkaten dediği gibi ise, bu hüküm doğrudurEğer kâfir değilse, başkasını tekfir ettiğinden dolayı kendisi kâfir olur!100

Bu hadîs-i şerifin mânâsı şudur: Karşıdaki insanın müslüman olduğunu bildiği halde onu tekfir ederse kâfir olurEğer bir bid'atten veya başka bir şeyden dolayı onun kâfir olduğunu zannederse ve ona kâfir derse (haddi zatında o da kâfir değilse) bu sefer böyle diyen kâfir değil, yanılmış olur.

Muaz der ki: Hazret-i Peygamber bana şöyle dedi:

Ey Muaz! Bir müslümana küfretmekten veya âdil bir imama (devlet başkanına) isyandan seni menediyorum101

Ölülere lânet okumak daha da şiddetlidirMesrûk der ki: Hazret-i Aişe'nin huzuruna girdimAişe validemiz 'Filân adam ne yapıyor? Allah ona lânet etsin!' dediCevap olarak ona 'O öldü!' deyince, bu sefer Aişe validemiz 'Allah ona rahmet etsin!' dediBen 'Bu nasıl oluyor? (Bir lânet okuyorsun, bir rahmet) ' dedim.

Cevap olarak şöyle dedi:

Sakın ölülere küfretmeyinÇünkü onlar daha önce Allah'ın huzuruna gönderdikleri amellerinin üzerine gitmişlerdir102

Hazret-i Peygamber başka bir hadîsinde şöyle buyurmuştur:

Ölülere sövmeyin! Çünkü siz bu sövmekle dirileri üzmüş olursunuz103

Ey insanlar! Ashâbım, arkadaşlarım ve dünürlerim hakkında beni koruyup gözetinizOnlara sövmeyinizEy insanlar! Kişi öldüğü zaman onun hayırlı taraflarını anınız104

Soru: Acaba 'Hazret-i Hüseyin'in katiline Allah lânet etsin!' veya 'Onu öldürmeyi emredene Allah lânet etsin!' demek caiz midir?

Cevap: Doğrusu şöyle demektir: 'Hazret-i Hüseyin'in katili; eğer tevbe etmeden ölmüş ise, Allah ona lânet etsin'Çünkü Hazret-i Hüseyin'in katilinin tevbe ettikten sonra ölmüş olma ihtimali vardır; zira Hazret-i Peygamberin amcası Hazret-i Hamza’nın katili Vahşî, onu öldürürken kâfirdi. Sonra gelip yaptıklarından ve küfründen tevbe ettiBu bakımdan bir müslümanı öldürmek büyük bir günahtırBu günah küfür mertebesine varmazBu bakımdan kişi, Hazret-i Hüseyin'in katiline 'eğer tevbe etmemişse' şeklinde değil de mutlak bir şekilde lânet okursa, bu okuyuşta tehlike vardırFakat Hazret-i Hüseyin'in katiline lânet okumazsa hiçbir tehlike yokturO halde susmak daha evlâdır.

Biz bu hususları halkın lânet hususundaki gevşekliğinden ve dilini başıboş bırakmasından dolayı belirttikMü'min bir kimse çok lânet okuyan bir kimse olamazBu yüzden lânet, ancak küfür üzerine ölen kimseler hakkında veya vasıflarıyla bilinenler hakkında kullanılmalı. . . Belli şahıslar hakkında değil! Bu bakımdan belli şahıslara lânet etmek yerine Allah'ı anmak daha iyidirEğer bu da yoksa, susmakta selâmet ve kurtuluş vardır.

Mekkî b, İbrahim şöyle anlatıyor: "Biz, İbn Avn'ın yanında oturuyordukBu arada Bilâl bEbi Burde'den105 bahsettiler ve kendisine lânet okudularAleyhinde atıp tuttularİbn Avn da susmuştuDediler ki: 'Ey İbn Avn! Biz ancak Bilâl'in sana yapmış olduğu zulümden dolayı aleyhinde konuşuyoruz! (Sen niçin sükût ediyorsun?) ' İbn Avn cevap olarak dedi ki:

"Bu iki kelime kıyâmet gününde benim amel defterimden çıkacaktır:

1Lâ ilâhe illâllah.

2Allah filan adama lânet etsin!

Bu bakımdan benim sahifemden 'Lâ ilâhe illâllah'ın çıkması 'Allah filâna lânet etsin5 sözünün çıkmasından daha iyidir".

Bir zat Hazret-i Peygambere dedi ki: 'Bana nasihatta bulun!' Hazret-i Peygamber şöyle dedi:

Sana lânetçi olmamanı tavsiye ederim106

İbn Ömer şöyle demiştir: 'Allah nezdinde insanların en sevimsizi, halka ta'neden ve lânet okuyanlardır'.

Seleften biri şöyle demiştir: 'müslümana yapılan lânet, onu öldürme ile eşittir!' Hammad bZeyd, bu sözü rivâyet ettikten sonra şöyle demiştir: "Ben 'bu söz hadîs-i merfu'dur' demekten zerre kadar çekinmem".

Ebû Katâde'den şöyle söylediği rivâyet ediliyor: Geçmiş zamanda şöyle deniliyordu: 'Bir Mü'mine lânet okuyan onu öldürmüş gibidir'Bu söz aynı zamanda Hazret-i Peygambere isnâd edilen merfû bir hadîs olarak da nakledilmiştir107

Bir insanın aleyhinde beddua etmek de mesuliyet bakımından lânete yakındırHatta zâlimin aleyhinde beddua etmek bile böyledirİnsanın meselâ 'Allah ona sıhhat vermesin, 'Allah ona selâmet vermesin' demesi ve benzeri sözler gibi. . . Çünkü böyle söylemek kötüdürNitekim haberde şöyle vârid olmuştur:

Mazlum bir kimse muhakkak zâlimin zulmüne karşılık verecek kadar beddua eder. Sonra kıyâmet gününde zâlimin hakkı onun yanında fazla bile kalır!108

86) Tirmizî

87) Tirmizî, Ebû Dâvûd

88) Müslim

89) İbn Eb'id-Dünya

90) Müslim

91) İbn Eb'id-Dünya

92) Müslim

93) Buhârî ve Müslim

94) Hazret-i Peygamber BVr-i Matine de otuz kadar sahâbîyi öldürenlere, sabahları bedduada bulunuyordu. Buhârî ve Müslim'in diğer bir rivâyetinde bir ay devamlı Ra'l ve Zekvan kabilelerine beddua ettiği kayıtlıdır. Buhârî ve Müslim, Ebû Hüreyre'den şöyle rivâyet etmişlerdir: Sabah namazında okuduktan sonra tekbir getirir, başını kaldırır ve şöyle derdi: 'Ey Allahım Lâhyan ve RaTa lanet et'. Sonra Al-i İmrân sûresinin 128. âyeti nazil olunca, Hazret-i Peygamber lânet etmeyi terketmiştir. (İthaf us-Saade, VII/486) İbn Abdilberr

98) Yezid'in Hazret-i Hüseyin'i bizzat öldürmediği açıkça ortadadır. Fakat öldürülmesini emredip etmediğinde ihtilâf vardır.

99) Buhârî, Müslim

100) Deylemî

101) Ebû Nuaym

102) Buhârî

103) Tirmizî

104) Deylemî

105) Bilâl, Ebû Bürde'nin, o da Ebû Musa el-Eş'ârî'nin oğludur. Künyesi Ebû Amr olan bu zat, Basra'nın hem emîri, hem de kadısı idi. Uzun zaman vali lik yapmıştır.

106) İmâm-ı Ahmed, Taberânî

107) Müslim, Buhârî

24-5

Teganni Etmek ve Şiir Okumak

Biz Sema kitabında teganninin helâl ve haram kısımlarını belirtmiştikBu bakımdan ikinci bir defa tekrar etmeye gerek görmüyoruzŞiir'e gelince, o bir konuşmadırGüzeli güzel, çirkini çirkindirAncak kendini sadece şiire vermek kötüdürNitekim Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

Yemin ederim ki birinizin içi irin ile dolarsa, bu durum içinin şiirle dolmasından daha hayırlıdır109

Mesruk'a şiir hakkında sorulduMesruk bu suali çirkin gördüKendisine 'Neden bunu çirkin gördün?' denildiği zaman şu cevabı verdi: 'Ben, amel defterimde şiir bulunmasını istemiyorum'.

Seleften birisine şiirden birşey sorulduSorana 'Onun yerine Allah'ın zikrini koy! Çünkü Allah'ın zikri şiirden daha hayırlıdır' dediKısacası şiir inşad etmek (okumak) ve temelinden inşâ etmek haram değildir, eğer içinde müstehcen bir söz yoksa. . . Nitekim Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur: 'muhakkak şiirin bir kısmı hikmettir'110

Evet! Şiirin maksadı övmek, kötülemek ve kadınların vasıflarından bahsetmektirBazen buna yalan da katılırHazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) Ensa'dan Hasan bSahife kâfirlere şiirleriyle taarruz etmesini emir buyurmuşturŞairin medh u senada ileri gitmesi her ne kadar yalansa da haramlık bakımından yalan sınıfına girmezNitekim şair el-Mütenebbî şöyle demiştir:

Eğer onun elinde ruhundan başka birşey yoksa, ruhunu vermek suretiyle cömertlik yapar.

Bu nedenle ondan isleyen bir kimse Allah'tan korksun!

İşte şairin bu sözü, cömertliğin son zirvesini vasfetmekten ibarettirEğer şairin övdüğü kişi cömert değilse şair yalancıdırEğer cömertse, mübalağa etmek şiir sanatındandırŞairin buna inanması gerekmezHazret-i Peygamber'in huzurunda birçok beyitler inşâd edilmiştirEğer onlar tedkik edilirse, onlarda da bunun benzeri şeyler bulunurOysa Hazret-i Peygamber onu söyleyen şairi menetmemiştir111

Hazret-i Aişe şöyle anlatıyor: Hazret-i Peygamber ayakkabılarını tamir ediyorduBen de yün eğiriyordumHazret-i Peygamber'in alnının terlemeye başladığını gördümBu ter nûra dönüşüyorduBu durum karşısında dilim tutuldu ve şaşkın şaşkın baktımBu durumumu gören Hazret-i Peygamber 'Neden hayrete düştün?' dediCevap olarak dedim ki: 'Ey Allah'ın Resulü! Alnından ter akmaya başladı. Sonra o terin nûra dönüştüğünü gördümEğer Ebû Kebir el-Huzelî' (meşhur bir şairdir) seni görseydi senin onun şiirine konu olmaya herkesten daha lâyık olduğunu anlardı'Hazret-i Peygamber şöyle dedi: 'Ey Âişe! Ebû Kebir el-Huzelî şiirinde ne diyor?' 'O şiirinde şöyle diyor dedim:

Övdüğüm insan hayz kanının kalıntılarından, emziren kadının çirkin durumundan ve miğyel hastalığından uzaktır112

Onun yüzünün hatlarına baktığın zaman o hatlar su serpen bulutun berraklığı gibi parlar.

Bunun üzerine Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) elindekini bıraktı ve benim yanıma gelip sevincinden iki gözümün ortasından öptü ve şöyle dedi:

Ey Âişe! Allah sana hayrı mükâfat olarak versinBenim senden aldığım sevinç gibi (kadar) , sen benden sevinç almış değilsin113

Hazret-i Peygamber, Huneyn savaşında ganimeti taksim ederken Abbas bMurdas'a dört deve verdiAbbas bunları az görüp bir şiirinde bu durumdan şikayet etti ve o şiirin sonunda şunlar vardır:

Benim ve atım Ubeyd'in aldığı ganimeti, Uyeyne ve Akrâ arasında taksim mi ediyorsun?

Bedir ve Habis114 hiçbir toplantıda Mirdas'a efendilik yapmamışlardır.

Ben onlardan herhangi bir kişinin altında değilim.

Bugün mertebesi düşürülen bir insan artık hiçbir zaman yükselemez.

Bunun üzerine Hazret-i Peygamber şöyle dedi:

Bunun dilini benden kesiniz.

Bu emir üzerine Ebû Bekir (radıyallahü anh) , Abbas'ı götürüp istediği yüz deveyi kendisine verdi. Sonra Hazret-i Peygamberin huzuruna herkesten daha fazla Hazret-i Peygamber'den razı olarak döndüBunun üzerine Hazret-i Peygamber kendisine 'Benim aleyhimde şiir mi söylüyorsun?' dediAbbas bu tenkide karşı Hazret-i Peygamber den özür dileyerek şöyle dedi: 'Annem ve babam cana fedâ olsun! Karıncaların üremesi gibi dilimin üzerinde şiirin yürüdüğünü hissediyorum. Sonra karıncaların ısırdığı gibi beni ısırıyorBu bakımdan şiir söylemekten kendimi alamıyorum'Bunun üzerine Hazret-i Peygamber tebessüm ederek şöyle buyurdu:

Deve, inlemeyi veya bağırmayı bırakmadıkça Arap da şiiri bırakmaz115

108) Tirmizî, (Hazret-i Âişe'den bir benzerini)

109) Müslim

110) İlim bölümünde geçmi

111) Meselâ Ka'b b. Zübeyr Mekke'nin fethinden sonra Hazret-i Peygamber'in huzuruna gelip müslüman olduğu zaman meşhur 'Bânet Suadû' kasidesini inşa ederek irticalen okumuştur. O kasidede teşbih ve mübalâğa fazla olmasına rağmen Hazret-i Peygamber onu susturmamış ve sonunda hırkasını çıkarıp Ka'b'a vermiştir.

112) Miğyel hastalığı, cahiliyye devrinde emzikli kadının kocasıyla yatması halinde sütünün bozulacağı ve çocuğun hasta olacağı inancıyla ilgilidir.

113) Beyhakî

114) Bedir ve Habis, Uyeyne ile Akra'nın babalarıdır. Mirdas da şairin babasıdır.

Şaka Yapmak

Mizahın esası kötüdürİstisna edilen az bir miktarı hariç yasaklanmıştırNitekim Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur:

Kardeşine karşı mirâ'ya (cedele) girişme! Onunla şaka yapma!116

Soru: Mirâ (cedel) , arkadaşın yalanlaması veya cahillikle itham edilmesi olduğu için mirâda arkadaşa eziyet vermek vardırFakat şakalaşmaya gelince, o (bilindiği gibi) lâtife yapmak, sevindirmek ve kalbi hoşnut etmektirÖyleyse neden yasaklanmıştır?

Cevap: Yasaklanan, ancak şakada ifrata kaçmak veya daimî bir şekilde şakalaşmaktırDaimî bir şekilde şakalaşmanın yasaklanmasına gelince, böyle yapmak, oyunla meşgul olmak ve fuzulî hareketlerle vakit geçirmek demektirEvet! Oynamak mübahtırFakat daimî şekilde şakalaşmak ve oynamak kötüdürOynamakta ifrat etmeye gelince, böyle yapmak, fazla gülmeyi, fazla gülmek de kalbi öldürür ve bazı hallerde de kin gütmeye sebep olurBöylece hürmet ve vakar ortadan kalkarBu bakımdan bu gibi hareketlerden uzak olan şaka kötülenemezNitekim Hazret-i Peygamber'den şöyle rivâyet edilmiştir:

Muhakkak ben (de) şaka yaparımFakat haktan başkasını söylemem117

Ancak şaka yapıp haktan başkasını söylememeye, Hazret-i Peygamber'in benzerleri güç yetirebilirlerDiğerleri ise mizah kapısını açtığı zaman, nasıl mümkün ise o yoldan halkı güldürmeye çaba sarfederOysa Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

Kişi, yanında oturan arkadaşlarını güldürmek için bazen bir söz söylerO söz yüzünden Süreyya yıldızından daha uzak bir mesafeden ateşin içerisine yuvarlanır118

Hazret-i Ömer (radıyallahü anh) şöyle demiştir: 'Gülmesi çok olanın heybeti azalırMizah yapan kıymetini kaybederKim birşeyi fazla yaparsa onunla tanınırKonuşması fazla olanın hatası çoğalırHatası çok olanın hayası azalırHayası azalanın takvası azalırTakvası azalanın da kalbi ölür'.

Bir de gülmek, âhiretten gâfil bulunmaya delâlet ederNitekim Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

Eğer benim bildiğimi bilseydiniz, muhakkak çok ağlar, az gülerdiniz119

Biri kardeşinin (güldüğünü görünce) şöyle sordu:

-Ey kardeşim! Cehenneme varacağın, Kur'ân'da sana haber verildi mi?

İçinizden hiçbir kimse istisna edilmemek üzere mutlaka cehenneme varacaktırBu, Allahü teâlâ'nın katında kesinleşmiş bir hükümdür. (Meryem/71)

-Evet, haber verildi.

-Senin ateşten çıkacağına dair sana herhangi bir haber geldi mi?

-Hayır, gelmedi.

-O halde neden gülüyorsun?

Deniliyor ki: Bu adamcağızın ölünceye kadar güldüğü görülmedi.

Yûsuf bEsbat şöyle dedi: 'Hasan-ı Basrî otuz sene gülmedi'Denildi ki: 'Ata es-Sülemî kırk sene gülmedi'.

Vuheyb el-Verd Ramazan Bayramı'nda gülüşen bir grup insana bakarak şöyle dedi: 'Eğer bunlar Ramazan'da affolunmuşlarsa, bu yaptıkları şükredenlerin fiili değildirEğer bu mübarek ayda af olunmamışlarsa, bu yaptıkları korkanların yaptığı değildir!'

Abdullah b. Ebî Ya'la şöyle demiştir: 'Sen güler misin? Oysa bugün kefenin, bezcinin tezgâhından çıkmıştır'.

İbn-i Abbâs (radıyallahü anh) şöyle demiştir: 'Kim güldüğü halde bir günah işlerse, cehenneme ağladığı halde girecektir'.

Muhammed bVası şöyle demiştir: "Sen cennette ağlar bir insanı görürsen onun bu durumuna şaşmaz mısın?" Cevap olarak 'evet' denildiDevamla şunları söyledi: "İşte sonunun nereye varacağını bilmediği halde gülen bir kimsenin durumu bundan daha şaşırtıcıdır".

İşte buraya kadar söylediklerimiz gülmenin âfetleridirGülmenin kötü olan kısmı insanın birçok vaktini alan gülmektirGülmenin iyi kısmı dişler görünecek derece de tebessüm etmektirNitekim Hazret-i Peygamberin gülmesi böyle idi.

Muaviye'nin azadlısı Kasım şöyle anlatır: Bir bedevî Hazret-i Peygamber'e ürkek bir devenin sırtında olduğu halde gelip selâm verdiHazret-i Peygamber'e birşey sormak için yaklaşmak istediğinde deve ürkerek kaçtıBu manzara karşısında ashâb-ı kirâm güldülerDeve ise bu huysuzluğunu birkaç defa tekrarladı. Sonra adamcağızı düşürüp ölümüne sebebiyet verdi, 'Ey Allah'ın Rasûlü! O göçebe devesinin sırtından düşüp öldü' dedilerHazret-i Peygamber şöyle buyurdu:

Evet (o öldü, fakat) sizin de ağızlarınız onun kanıyla dopdolu olduğu halde!120

Mizahın vakarı düşürdüğü hususuna gelince, Hazret-i Ömer (radıyallahü anh) bu hususta şöyle demiştir: 'ınizah yapan bir kimse hafif görülür'.

Muhammed bMünkedir der ki: "Annem bana 'Ey oğul! Çocuklarla şakalaşma ki onların yanında kıymetin düşmesin' dedi".

Said bel-As, oğluna şöyle dedi: 'Şerefli bir kimse ile alay etmeÇünkü böyle yaptığın takdirde o senden nefret ederRezil bir kimse ile de şakalaşma; zira onunla şakalaştığın takdirde sana karşı cüretkâr olur'.

Ömer b. Abdülaziz şöyle demiştir: 'Allah'tan korkun, ve mizah yapmaktan kaçınınMizah kin gütmeye ve kötülüğe sürükler! Kur'ân ile konuşun ve Kur'ân'ın gölgesinde oturunEğer Kur'ân size ağır gelirse o zaman erkeklerin konuşmasından güzel bir konuşma yapın'.

Hazret-i Ömer (radıyallahü anh) şöyle demiştir: 'ınizaha neden mizah denildiğini bilir misiniz?' 'Hayır, bilmeyiz!' dedilerHazret-i Ömer 'Çünkü o (mizah) sahibini haktan kaydırırOnun için ona kaydırmak mânâsına gelen 'ınizah' kelimesi ad olarak verilmiştir'Denildi ki: 'Herşeyin tohumu vardırDüşmanlığın tohumu da mizah yapmaktır'.

Deniliyor ki: 'ınizah, yasağı ortadan kaldırır ve dostları ayırır'.

İtiraz: Mizah yapmak hem Hazret-i Peygamber'den, hem de ashâb-ı kirâmdan nakledilmiştirO halde nasıl olur da mizah yasak olabilir?

Cevap: Eğer Hazret-i Peygamber'in ve ashâbının yaptığına gücün yetiyorsa, yani mizah yaparken haktan başkasını söylemiyorsan, hiçbir kalbi kırıp üzmüyorsan, mizahta ifrat etmiyorsan, arada sırada yapıyorsan o zaman sen de mizah yapabilirsin.

Mizahı sanat edinerek devam edip ifrat derecede şakalaşmaya dalan bir kimseye gelince, böyle bir kimse Hazret-i Peygamberin fiilini kendisine delil edinirse yanılmış olurÇünkü bir kimsenin misâli, bütün gün kıbtîlerle gezip onların oyunlarını seyreden, sonra bu yaptığının mübah olduğuna, seyretme izninin verilmesini delil getiren bir kimsenin durumuna benzerBu çeşit delil getirmek yanlıştırÇünkü küçük günahlardan bir kısmı vardır ki onlara devam edilir ve ısrar ile yapılırsa onlar büyük günaha dönüşürlerBir kısım mübahlar da vardır ki onlara devam edildiği için küçük günahlara dönerlerO halde bu durumdan gâfil olmak uygun değildir!

Ebû Hüreyre (radıyallahü anh) rivâyet eder ki ashâb-ı kirâm 'Ey Allah'ın Rasûlü! Sen de mi şaka yapıyorsun?' dedikleri zaman Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle dedi:

Ben her ne kadar sizinle şakalaşırsam da haktan başkasını söylemem121

Ata der ki: Adamın biri İbn-i Abbâs'a şöyle sordu: 'Hazret-i Peygamber şaka yapar mıydı?' İbn-i Abbâs 'Evet, yapardı' dediAdam 'Acaba Hazret-i Peygamberin mizahı nasıldı?' diye sorduİbn-i Abbâs da şöyle cevap verdi: Hazret-i Peygamber bir gün zevcelerinden birisine geniş bir elbise giydirerek ona şöyle dedi:

Bu elbiseyi giy, Allah'a hamdet! Gelinlerin gelinliklerinin eteğini yerlerde sürüdükleri gibi eteğini yerlerde sürü!122

Enes (radıyallahü anh) der ki: 'Hazret-i Peygamber hanımlarıyla beraber olduğu zaman, insanların en sevimlisi ve en şakacısıydı'Rivâyet ediliyor ki Hazret-i Peygamber pek fazla tebessüm ederdi123

Hasan-ı Basrî'den şöyle rivâyet ediliyor: Bir ihtiyar kadın Hazret-i Peygamber'e geldi.

Hazret-i Peygamber ona 'İhtiyar kadınlar cennete giremezler' dediBu söz üzerine kadıncağız hüngür hüngür ağlamaya başladıHazret-i Peygamber, kadına "Sen (merak etme) o gün ihtiyar olmayacaksınÇünkü Allahü teâlâ 'Biz (oradaki) kadınları da yeniden bir güzel inşâ etmişizOnları bâkireler yapmışızdırHep, yaşıt sevgililer; sağın adamları için kızlar, kocalarına aşık yaşıtlar yaptık' buyurmuştur". (Vâkıa/35-38)

Zeyd bEslem der ki: Ümmü Eymen adlı bir hanım Hazret-i Peygamber'e geldi ve dedi ki: 'Ey Allah'ın Rasûlü! Kocam sizi dâvet ediyor'Hazret-i Peygamber şöyle sordu:

-Kocan kimdir? Yoksa o gözünde beyazlık olan mıdır?

-Ey Allah'ın Rasûlü! Yemin olsun, kocamın gözünde beyazlık yoktur.

-Evet, evet! Onun gözünde beyazlık vardır! Hiç bir insan yoktur ki gözünde beyazlık olmasın!

Hazret-i Peygamber, bu sözüyle İnsan oğlunun gözbebeğini kapsayan beyazlığı kastediyorduBaşka bir hanım daha geldi ve dedi ki:

-Ey Allah'ın Rasûlü! Beni bir deveye bindir (bana bir deve ikram et) .

-Hayır! Seni deveye değil de yavrusuna bindireceğim.

-Ben devenin yavrusunu ne yapayım? O beni taşıyamaz ki!

-Ey kadın! Hiçbir deve yoktur ki başka bir devenin yavrusu olmasın!125

Hazret-i Peygamber bu sözüyle şaka yapmıştırEnes der ki: Ebû Talha'nın bir oğlu vardıAdı Ebû Umeyr idiHazret-i Peygamber onların evine geldiğinde çocukla şöyle şakalaşıyordu:

Ey Ebû Umeyr! Nuğay (Kuş yavrusu) ne yaptı (ne oldu?) 126

Hazret-i Peygamber bu sözüyle Ebû Umeyr'in oynadığı bir kuş yavrusunu kastediyordu.

Hazret-i Âişe şöyle anlatıyor: 'Bedir savaşına Hazret-i Peygamber ile beraber gittimBana dedi ki:

Gel seninle yarışalım!

Bunun üzerine ben elbisemi belime sıkı bir şekilde bağladım. Sonra bir çizgi çizdikOnun üzerinde durduk ve yarıştıkO beni geçti ve şöyle dedi: İşte bu geçişim senin Zülmecaz'daki geçişine karşılık olsun'127

Zülmecaz'daki hâdise şöyle cereyan etti: "Biz oradayken Hazret-i Peygamber bir gün bize geldiBen o zaman daha gencecik bir kızdımBabam beni birşey için göndermiştiHazret-i Peygamber 'onu bana ver' dedi, Ben vermedim ve Hazret-i Peygamber'den koşarak uzaklaştımHazret-i Peygamber beni tutmak için arkamdan koştuysa da bana yetişemedi"Yine Hazret-i Âişe şöyle anlatıyor: "Hazret-i Peygamber benimle yarıştı ve kendisini geçtimDaha sonra kilo aldığımda tekrar benimle yarıştı ve bu sefer beni geçerek şöyle dedi: İşte bu (günkü galibiyet) , o (günkü mağlûbiyet) in yerine olsun"128

Yine Aişe validemiz şöyle anlatıyor: "Hazret-i Peygamber ile zevcesi Zem'a'nın kızı Sevde hücremde bulunuyorlardıHarire (bulamaç aşı) denilen yemeği yapıp takdim ettimSevde'ye 'ye!' dedimSevde (radıyallahü anh) 'Bu yemeği sevmiyorum, yemem!' dediBen 'Yemin ederim ya yiyeceksin veya yüzüne süreceğim' diye ısrar ettimİmkânı yok, yiyemem' deyince, ben elimle tabaktan birşey aldım ve Sevde'nin yüzünü onunla sıvadımHazret-i Peygamber, Sevde benden intikamını alsın diye mübarek dizlerini alçalttıBu sefer Sevde tabaktaki bulamaç aşından biraz aldı ve yüzüme sürdüHazret-i Peygamber ise bu manzara karşısında tebessüm ediyordu"129

Rivâyet ediliyor ki Dahhâk bSüfyân el-Kilâbî (radıyallahü anh) çirkin yüzlü, kısa boylu bir zattıHazret-i Peygamber'e biat ettiği zaman Hazret-i Peygambere 'Ey Allah'ın Rasûlü! Benim yanımda iki hanımım vardırBu kızdan daha güzeldirler-Bu sözü, örtünmeyi emreden âyet nâzil olmadan önce söyledi- Senin için onların birisini boşayayım da onunla evlen' dediAişe validemiz de orada oturmuş dinliyordu. (Kızarak) şöyle dedi: 'O kadın mı daha güzel, sen mi?' Dahhâk (radıyallahü anh) 'Ben ondan daha güzel ve şerefliyimdir' cevabını verdiHazret-i PeygamberHazret-i Aişe'nin sorusuna güldüÇünkü o zat çirkin yüzlüydü"130

Alkame, Ebû Seleme'den şöyle rivâyet ediyor: 'Hazret-i Peygamber dilini çıkararak Hazret-i Ali'nin oğlu Hasana gösterirdiÇocuk onun mübarek dilini görünce sevinir ve ona doğru koşardıUyeyne bel-Fezârî131 'Allah'a yemin ederim ki evlenmiş ve sakalı bitmiş oğlum vardırBugüne kadar kendisini öpmüş değilim' dediBu söze karşılık olarak Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur:

Muhakkak ki acımayana acınmaz!132

Bu şakaların çoğu kadınlarla çocuklara karşı yapılmıştırBu tür lâtife, istihzaya meyletmeksizin, onların kalplerinin Hazret-i Peygamber tarafından tedavi edilmesidirHazret-i Peygamber, gözü ağrıdığı halde hurma yiyen Süheyb'e bir ara şöyle dedi:

Gözün ağrıdığı halde hurma mı yiyorsun?

Süheyb 'Ey Allah'ın Rasûlü! Ben ağrımayan tarafla yiyorum' dediBu söz üzerine Hazret-i Peygamber tebessüm ettiBu hadîsin râvilerinden biri der ki: 'mübârek azı dişleri görünecek derecede tebessüm ettiğini gördüm'133

Rivâyet ediliyor ki, Havvat bCübeyr el-Ensârî Mekke yolunda Benî Ka'b kabilesinin kadınlarıyla otururken Hazret-i Peygamber çıkageldi ve şöyle dedi:

Ey Ebû Abdullah! Kadınlarla işin ne?

'Bu kadınlar benim serkeş devem için bir ip örüyorlar da onun için yanlarında oturuyorum' dediBu sözden sonra Hazret-i Peygamber, ihtiyacı için dışarı gitti. Sonra döndü ve şöyle dedi:

Ey Ebû Abdullah! O deve hâlâ serkeşliği bırakmamış mı?

Havvat der ki: Sustum ve utandımBundan sonra Hazret-i Peygamber'i her gördüğümde utancımdan kaçıyordum. Sonra Medine'ye geldikBirgün câmide namaz kılarken beni gördüYanıma oturdu, ben de namazı uzattımBana 'Uzatma! Seni bekliyorum' dediSelâm verdiğim zaman şöyle dedi: 'Ey Ebû Abdullah! Acaba o deve daha serkeşliğini bırakmamış mı?' Havvat der ki: Susup utandımHazret-i Peygamber gittiHazret-i Peygamber'den kaçıyordumTa ki birgün bana yetiştiBir merkebe binmiş, iki ayağını bir tarafa sarkıtmıştıBana şöyle dedi: 'Ey Ebû Abdullah! Acaba o deve hâlâ serkeşliğini bırakmadı mı?' Cevap olarak dedim ki: 'Seni Hak Peygamber olarak gönderen Allah'a yemin ederimO deve, müslüman olduğundan bu yana serkeşlik yapmamıştır!' Bunun üzerine şöyle dedi:

Allahu Ekber! Allahu Ekber! Ey Allahım! Ebû Abdullah'a hidayet et!

Râvi der ki: 'Bu duadan sonra Ebû Abdullah'ın İslâm'ı güzelleşti ve Allah ona hidayet etti'.

Nueyman el-Ensârî134 şakacı bir kimseydiMedine'de içki içer, yakalanıp Hazret-i Peygamber'e getirilirdiHazret-i Peygamber ceza olarak ayakkabısı ile ona vururduAyakkabıları ile onu dövmelerini ashâbına da emrederdiBu durum çoğaldığında ashâbdan birisi Nueyman'a 'Allah sana lânet etsin' dediHazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) o lânet okuyan zata 'Sakın böyle deme! Çünkü Nueyman, Allah'ı ve Peygamberi sever' dediNueyman, Medine'ye yeni çıkan bir meyve veya süt geldi mi hemen ondan alır, Hazret-i Peygamber'e getirirdi ve şöyle derdi: 'Ey Allah'ın Rasûlü! Bunu senin için satın aldım ve sana hediye ediyorum'O malın sahibi bilâhare gelip malının bedelini Nueyman'dan isteyince, onu Hazret-i Peygamber'e getirip şöylederdi:

'Ey Allah'ın Rasûlü! Adamcağıza malının bedelini versene'Hazret-i Peygamber 'Ey Nueyman! Sen onu bize hediye etmedin mi?' derdiNueyman 'Ya Rasûlüllah! Yanımda para yoktuSenin de ondan yemeni istiyordum, onun için alıp getirdim' derdiBunun üzerine Hazret-i Peygamber güler, mal sahibinin hakkının verilmesini emrederdi135

İşte bunlar sevimli şakalardırArada sırada bu tür şakalar yapmak müstehabdırDaimi şekilde yapmaktan sakınmak gerekirBu tür şakalara devam etmek kötüdür, müptezelliktir ve kalbin ölümüne sebep olan gülme ile neticelenir.

115) Tirmizî

116) Tirmizî

117) Daha önce geçmişti.

118) Daha önce geçmişti.

119) Müslim, Buhârî

120) İbn-i Mübârek

121) Tirmizî

122) Irâkî aslına rastlamadığını söyler.

123) Daha önce geçmişti.

124) Zübeyr b. Bekkâr

125) Buhârî, Müslim

126) Ebû Dâvud, Tirmizî

127) Irâkî, Hazret-i Aişe'nin Bedir savaşında Hazret-i Peygamber ile beraber olmadığını kaydeder.

128) Nesâi, İbn Mâce

129) Zübeyr b. Bekkâr

130) Müellefc-i Kulûb'dandır. Huneyn ve Tâif savaşlarına katılmıştır.

Ahmak ve fakat kadri sayılır bir kişi idi. Hazret-i Peygamber'in huzuruna izinsiz girerek edep dışı harekette bulundu. Hazret-i Peygamber sabretti. Katılığına, bedevîliğine ve toyluğuna bağışladı. (İthaf us-Saade) .

131) Zübeyr b. Bekkâr

132) Ebû Ya'lâ

133) Ensar'ın Evs soyundandır. Künyesi Ebû Abdullah veya Ebû Sâlih'dir.

Hazret-i Peygamber'in meşhur süvârilerindendi. Bedir savaşına iştirâk etmiştir.

İbn İshak'a göre Bedir'e katılmamış, fakat ganimetten kendisine pay verilmiştir. Yetmiş dört yaşında olarak hicretin 40. senesinde vefat etmiştir.

134) Adı Nueyman b. Amr b. Rüfâ'dır. Beni Neccar kabilesindendir.

24-6

Alay ve İshihza

Alay etmek, eziyet verici olursa haramdırNitekim Allahü teâlâ şöyle buyurmuştur:

Ey îman edenler! Bir kavim diğer bir kavimle alay etmesinBelki (alay edilenler, alay edenlerden daha) hayırlıdırlarKadınlar da başka kadınlarla alay etmesinlerBelki (alay edilen kadınlar, alay eden kadınlardan daha) hayırlıdırlar. (Hucûrat/11)

Ayetteki 'Sühriye'nin mânâsı, hakir görmek, güldürecek bir şekilde ayıp ve eksik yönüne dikkati çekmek demektirBu tür alay, bazen karşıdaki adamın fiil ve sözünü hikâye etmekle olur, bazen de işaret ve îma ile. . . Bu alay, eğer alay edilenin huzurunda ise, adı 'gıybet' değildir, fakat gıybet mânâsını taşır.

Hazret-i Âişe der ki: Bir kişinin durumunu hikâye ettimHazret-i Peygamber bana şöyle dedi:

Vallahi benim bazı hallerim olmasına rağmen, kalkıp başkası hakkında konuşmak hiç hoşuma gitmez!136

İbn-i Abbâs 'Eyvah bize! Bu kitaba ne oldu ki küçük ve büyük bırakmadan herşeyi sayıp dökmektedir' (Kehf/49) ayetinin tefsirinde şöyle demiştir: 'Küçükten gaye, Mü'mine yapılan alaydan ötürü tebessüm etmektirBüyükten gaye ise, alaydan ötürü kahkaha ile gülmektir'.

İbn-i Abbâs'ın bu tefsiri, insanlara gülmenin büyük günahlardan olduğuna işarettir.

Abdullah bZem'a, yellenen bir kimseye gülenler hakkında Hazret-i Peygamberin şöyle dediğini rivâyet ediyor:

Bazılarınız yaptığı bir işi başkasında gördüğünde neden gülüyor?137

İnsanlarla alay edenlerin herbiri için cennetten bir kapı açılırOna 'gel, gel' denilirO da (koşa, koşa) o kapıya gelirKapıya vardığında kapı yüzüne kapatılır. Sonra başka bir kapı açılır ve ona 'gel, gel' denirO da koşarak gelirKapıya vardığı zaman, yüzüne kapanır ve kendisine kapı açılıp 'gel, gel' denildiği halde ümitsizlikten kapıya gitmeyinceye kadar bu şekilde aldatılır ve kendisiyle alay edilir138

Kim, (müslüman) kardeşini işlediği günahından tevbe ettiği halde o günahtan ötürü ayıplarsa, o kimse ölmeden önce o günahı işlemekle cezalandırılır139

Bütün bunlar başkasını tahkir etmek, başkasına gülmek ve başkasını küçük görüp alaya almaktan doğarNitekim şu âyet buna işaret eder:

Belki (alay ettikleri kimseler) kendilerinden iyidir, (Hucûrat/11)

Yani alay ettiğiniz insanı küçük görerek tahkir etmeyinizBelki o sizden daha hayırlıdırBu alay, alaydan ötürü üzülüp rahatsız olan bir kimse hakkında haramdırKendini maskara haline getiren ve çoğu zaman alaya alınmasından sevinen bir kimseye gelince, alay bu kimse hakkında mizah ve hafif şaka kabilindendirBu hafif şakalaşmanın güzel ve çirkin; yani helâl ve haram kısımları daha önce beyan edildiAncak haram olan kısım alaya alınan insanın rahatsız olduğu kısımdırÇünkü tahkir etmek sözkonusudurTahkir etmek bazen, karşıdaki insan konuşmasında yanıldığı için veya intizamsız konuştuğu için ona gülmek sûretiyle olurBazen de karışık fiillerine gülmek suretiyle olurYazısından, sanatından, suretinden, boy ve posunu alaya almak veya herhangi bir ayıptan dolayı eksikliğine gülmek gibi. . . Bütün bunlara gülmek, yasaklanan alay kısmına girer.

137) Buhârî, Müslim

138) İbn Eb'id-Dünya, (Muaz b. Cebel’den mürsel olarak)

139) Tirmizî

135) Zübeyr b. Bekkâr

136) Ebû Dâvud

Sırrı İfşa Etmek

Sırrı açıklamak eziyet, tanıdık ve dostların hakkına karşı gösterilen gevşeklik olduğu için dinen yasaklanmıştırNitekim Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

Kişi konuşurken dönüp etrafına bakarsa, onun bu konuşması, konuşmasının dinleyene emânet olduğuna delâlet eder (ifşa etmesi haramdır) 140

Hazret-i Peygamber, başka bir hadîs-i şerifinde bunu kayıtsız şartsız olarak şöyle ifade etmiştir: 'Aranızdaki konuşma emânettir'141

Hasan-ı Basrî şöyle demiştir: 'Arkadaşının sırrını söylemen hainliktir7Rivâyet ediliyor ki Muaviye, kardeşi Utbe'nin oğlu Velid'e bir sırrını söyledi Velid, babasına dedi ki:

-Ey babacığım! Emîr'ul-Mü'minîn bana bir sırrını söylediBen, emîr'ul-Mü'minîn'in başkasından gizlediklerini senden gizlemediğini görüyorum. (Sana o sırrı söyleyeyim mi?)

(Ey oğul!) O sırrı bana söyleme! Çünkü sırrı sakladığın müddetçe o senin elindedirO sırrı açıklarsan artık o senin aleyhinde olur!

-Babacığım! Bu durum baba ile evlat arasına da girer mi?

-Hayır! Böyle birşey evlât ile baba arasına girmezFakat ben senin dilini sırları söylemek suretiyle başıboşluğa alıştırmanı istemem!

Velid der ki: (Amcam) Muaviye'ye geldim ve ona bu durumu haber verdimBunun üzerine Muâviye bana şöyle dedi: 'Ey Velid! Kardeşim (baban) seni yanlışlığın köleliğinden azat etmiştirDolayısıyla sırrı açıklamak hainliktir'.

Eğer bu açıklamada başkasının zarar görmesi sözkonusu ise haram olurEğer başkasının zarar görmesi sözkonusu değilse alçaklık olurBiz daha önce Sohbet Adabı bahsinde sırrı gizlemekle ilgili kaidelerden bahsetmiştikBurada ikinci bir defa tekrar etmeye gerek görmüyoruz.

140) Ebû Dâvud, Tirmizî

141) İbn Eb'id-Dünya, (Mürsel olarak)

Yalan Va'dde Bulunmak

Muhakkak ki çok kere dil, va'detmeye meyleder. Sonra nefis, çoğu zaman o va'di yerine getirmek istemezBöylece va'd, yapmamaya dönüşürBu ise münafıklığın alâmetlerindendir! Nitekim Allahü teâlâ şöyle buyurmuştur:

Ey îman edenler! (verdiğiniz) sözleri yerine getiriniz. (Mâide/l)

Hazret-i Peygamber'de 'Va'd vergidir'142 (verilmiş mal gibidir, geri alınamaz) buyurmuştur.

Va'd, borç gibidir veya daha üstündür143

Hadîsdeki ve'y kelimesi va'd mânâsmdadırAllahü teâlâ peygamberi İsmail'i överek şöyle buyurmuştur:

Muhakkak İsmail va'dinde sadıktı. (Meryem/54)

Denildi ki: İsmail (aleyhisselâm) bir yerde bir insana söz verdiO insan, Hazret-i İsmail'e -unuttuğu için- bir daha dönmediİsmail (aleyhisselâm) onu beklemek için yirmiiki gün orada kaldı.

Abdullah b. Ömer sekerata (ölüm döşeğine) düştüğü zaman şöyle dedi: 'Kureyşlilerden bir kişi benden kızımı istediBenden de va'de benzer bir söz aldıAllah'a yemin ederim ki ben münâfıklığın üçte biriyle Allah'ın huzuruna gitmek istemiyorumO halde sizi şahid tutuyorum: 'Ben ona kızımı verdim!'

Abdullah bEbî Hansa144 şöyle anlatıyor: Hazret-i Peygamber, daha peygamber olmazdan önce ben onunla alışveriş yaptımOnun bir kısım alacağı bende kaldı ve ona 'Buraya senin alacağını getirip teslim edeceğim' diye söz verdimO gün unuttumErtesi gün de unuttumÜçüncü gün geldim, hâlâ yerindeydiBeni görünce şöyle dedi:

Ey genç! Sen bana zahmet verdin! Zira ben üç günden beri burada seni beklemekteyim145

İbrahim en-Nehâî'ye şöyle denildi: 'Bir kişi, başkasına buluşma sözü veriyor ve gelmiyorAcaba öbür kişi ne yapmalıdır?' İbrahim en-Nehâî şöyle cevap verdi: 'Gelecek namazın vaktine kadar bekler',

Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) bir söz verdiği zaman 'Umulur' kaydını eklerdiİbn Mes'ûd, herhangi bir söz verdiği zaman muhakkak 'Eğer Allah dilerse' kaydını eklerdi ve böyle yapmak daha iyidirBu istisnayı yapmakla beraber sözden kesinlik anlaşılırsa muhakkak o sözü yerine getirmek gerekirAncak mazeret varsa o zaman durum değişirEğer kişi, söz verdiği zaman sözünü yerine getirmemeye niyetliyse işte bu münâfıklığın ta kendisidirEbû Hüreyre Hazret-i Peygamberden şöyle rivâyet ediyor:

Üç haslet vardırKimde bu üç haslet bulunursa o oruç da tutsa, namaz da kılsa ve ben müslümanım da dese yine münâfıktır:

1Konuştuğu zaman yalan söylerse,

2Söz verdiği zaman sözünü yerine getirmezse,

3Emîn sayıldığı zaman hainlik yaparsa!146

Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

Dört haslet vardır, kimde o dört haslet bulunursa, o kimse münafıktır ve kimde o dört hasletten biri bulunursa, o kimsede münâfıklıktan bir haslet var demektirTa ki o hasleti bırakıncaya kadar!

1Konuştuğu zaman yalan söylerse,

2Söz verdiği zaman cayarsa,

3Ahdettiği zaman hile yaparsa,

4Başkasıyla cedelleştiği zaman yalan uydurursa147

Bu'hadîs-i şerîf, va'dini yerine getirmemek niyetiyle başkasına söz veren veya özürsüz olarak va'dini yerine getirmeyen bir kimse hakkında vârid olmuşturSözünü yerine getirmeye azimli olan bir kimseye gelince, kendisini sözünü yerine getirmekten alıkoyan bir özürden dolayı sözünü yerine getirmemişse, bu kimse münâfık olamazHer ne kadar nifaka benzer bir duruma düşmüş ise de. . . Fakat münâfıklıktan kaçınıldı ğı gibi sûretinden de kaçınılmalıdırKendisini menedecek bir zaruret olmaksızın nefsini mâzur saymak uygun değildir; zira rivâyet ediliyor ki Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) Ebû Heyseme b. et-Tehya'ya 'bir hizmetçi vereceğim' diye söz vermiştiBu sözden sonra Hazret-i Peygamber'e üç esir getirildiOnların ikisini başkalarına verdiBir tane kaldıBu esnada kızı Hazret-i Fâtıma (radıyallahü anh) gelip Hazret-i Peygamber'den bir hizmetçi istedi ve dedi ki: 'Babacığım! Sen el değirmeninin elimde bırakmış olduğu ize bakmaz mısın?' Bu esnada Hazret-i Peygamber, Ebû Heyseme'ye verdiği sözü hatırladı ve şöyle dedi: Ta Ebû Heyseme'ye verdiğim söz ne olacak?' Bu bakımdan Ebû Heyseme'yi, kızı Fatıma'ya -verdiği sözden ötürü- tercih etti148

Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) oturmuş ve Huneyn'de Havâzin kabilesinden alınan ganimet mallarını taksim ediyorduHalktan bir kişi gelip Hazret-i Peygamberin yanında durdu ve dedi ki: 'Ey Allah'ın Rasûlü! Senin yanında bana verilmiş bir söz vardır'Hazret-i Peygamber 'Evet! Doğru söyledin! Bu bakımdan dilediğini iste!' dediAdam 'Ben seksen koyun ile çobanını istiyorum' dediHazret-i Peygamber 'O istediklerin senin olsun!' dedikten sonra devam etti:

Sen az istedinHazret-i Mûsa'yı Hazret-i Yûsuf un kemiklerinden haberdar eden (Mısırlı) kadın, Musa (aleyhisselâm) kendisine 'Ne istersen iste' dediği zaman görüş ve hüküm bakımından senden daha kuvvetli idi; zira dedi ki: 'Benim dileğim; beni gençliğime döndürmen ve seninle birlikte Allah'ın cennetine girmemi temin etmendir'149

Denildiğine göre halk bu adamın istediğini az görürdüHatta onun istediklerini darb-ı mesel yapıp, 'O seksen koyun ile çobanın sahibinden daha cimridir!' diyorlardı.

Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur:

Hulf (söze sahip çıkmamak) , kişinin söz verip o sözü yerine getirmek niyetinde olduğu halde herhangi bir engelden ötürü sözünü yerine getirememesi değildir. (Hulf, söz verdiği halde yerine getirmemek niyetinde olmaktır) 150

Başka bir lâfızda hadîs şöyledir:

Kişi kardeşine söz verdiği ve o sözünü yerine getirmek niyetinde olduğu halde onu yerine getirme imkânını bulamazsa günahkâr olmaz. (Ebû Dâvud)

141) İbn Eb'id-Dünya, (Mürsel olarak)

142) Taberânî

143) İbn Eb'id-Dünya

144) Amiri soyuna mensup bir zattır. Abdullah b. Ebî Ced'an olduğu da söylenmişse de en kuvvetli rivâyete göre o değildir.

145) Ebû Dâvud

148) Tirmizî

149) İbn Hıbbân, Hâkim

150) Ebû Dâvud, Tirmizî

146) Müslim, Buhârî

147) Müslim, Buhârî, (Abdullah b. Amr'dan)


İHYÂ-İ ULÛMİ'D-DÎN | DİLİN (Konuşmanın) ÂFETLERİ konusu devamı;