İHYÂ-İ ULÛMİ'D-DÎN | DİLİN (Konuşmanın) ÂFETLERİ 2

 Giriş

 

Yalan Söylemek ve Yalan Yere Yemin Etmek

Bu, günahların en çirkinlerinden, ayıpların en fâhişlerindendir.

Hadîsler

İsmail bVâsıt şöyle anlatıyor: Ebû Bekir Sıddîk Hazret-i Peygamber'in ölümünden sonra hutbe okurken şöyle dedi: Bir sene önce Hazret-i Peygamber şimdi bulunduğum yerde durdu -sonra Ebû Bekir ağladı- ve şöyle dedi:

Yalandan sakınınızÇünkü yalan, fısk ve fücurla beraberdirBunların ikisi de cehennemdedir151

Muhakkak ki yalan, ateşin kapılarından bir kapıdır152

Hasan-ı Basrî şöyle demiştir: Daha önce şöyle deniliyordu: 'Gizli ile açığın, söz ile fiilin, çıkış ile girişin değişik olması münâfıklıktandırÜzerinde münâfıklık binâsının yükselmiş olduğu temel yalancılıktır'Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

En büyük hiyanet, din kardeşine haber verdiğin bir sözde o sana inandığı halde senin ona yalan söylemendir153

Kul yalan söylemek ve yalancılıkla meşgul olmak sebebiyle Allah katında yalancılardan sayılır154

Hazret-i Peygamber, bir koyunun pazarlığını yapıp 'Allah'a yemin ederim, sana şu şu fiattan eksik vermem', 'Allah'a yemin ederim, ben de sana şu şu fiattan fazla vermem' diye yemin eden iki kişinin yanından geçti. Sonra oradan geçerken onlardan birinin koyunu satın aldığını gördü ve şöyle dedi: 'O iki kişiden biri hem günahı, hem de yeminin kefaretini yüklenmiş oldu'155

Yalan, rızkı eksiltir156

Muhakkak tüccarlar fâsık ve fâcirlerin ta kendisidirler.

'Ey Allah'ın Rasûlü! Allah, alışverişi helâl kılmamış mıdır?' dedilerHazret-i Peygamber 'Evet! Alış-verişi helâl kılmıştırFakat tüccarlar alışverişte yemin ederler, günahkâr olurlar, konuşurlar, yalan söylerler' dedi157

Üç sınıf vardırKıyâmet gününde Allah onlarla konuşmaz ve onlara (rahmetle) bakmaz:

1Sadakasıyla minnet eden (başa kakan)

2Yalan yemin ile malını satan

3Kibir ve gururdan ötürü eteğini yerlerde sürükleyen158

Allah'a yemin eden bir kimse, yeminine bir sivrisinek kanadı kadar yalan katarsa, o yemin kıyâmete kadar onun kalbinde bir (siyah) nokta teşkil eder159

Üç sınıf vardırAllahü teâlâ onları sever:

1Bir grup arkadaşının içinde bulunup, (düşmana karşı) göğsünü, ölünceye kadar veya Allah kendisine ve arkadaşlarına bir yol açmcaya kadar geren kimseyi,

2Kendisine eziyet veren kötü bir komşusu olduğu halde ölünceye veya göç edinceye kadar sabredip onun eziyetine göğüs geren kimseyi,

3Arkadaşları ile yolculuğa veya düşman üzerine giden, yolculuğun kendilerini yorduğu, herkesin yatıp dinlenmeyi arzuladığı bir zamanda, arkadaşları yatarken bir kenara çekilip namaz kılan, arkadaşları uyanmcaya kadar ibadetle meşgul olan kimseyi Allahü teâlâ sever.

Üç grup da vardır ki Allahü teâlâ onlara buğzeder:

1Fazla yemin eden tüccar,

2Gururlu olan fakir,

3 Verdiğini başa kakan cimri160 Yine Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur:

Başkalarını güldürmek için yalan söyleyen kimseye cehennem vardırAzap ona olsun, azap ona olsun!161

Rüyamda bir kişi bana geldi ve 'Kalk!' dediOnunla birlikte kalktımBir de gördüm ki iki kişinin yanındayımOnlardan biri ayakta, diğeri oturmuş. . . Ayakta olanın elinde çengeller vardıO çengelleri oturan kişinin ağız boşluğundan geçiriyor, dudakları omuzlarına yetişinceye kadar çengelleri çekip uzatıyordu. Sonra tekrar çekiyordu. Sonra çengeli çıkarıp ağzının öbür tarafına takıyor, onu çektiği zaman, öbür tarafı eskisi gibi oluyorduBeni kaldırana 'Bu manzara nedir? dedimBana dedi ki: 'Şu oturan kişi yalancıdırKıyâmete kadar kabrinde bu şekilde azap görecektir162

Abdullah bCürad163 şöyle anlatıyor: 'Ey Allah'ın Rasûlü! Mü'min bir kimse zinâ eder mi?' dedimHazret-i Peygamber 'Bu bazen olur' dedi'Ey Allah'ın Peygamberi! Mü'min bir kimse yalan söyler mi?' deyince Hazret-i Peygamber 'Hayır!' dedikten sonra hemen şu âyet-i celîleyi okudu: 'Yalanı ancak Allah'ın ayetlerine inanmayanlar uydururİşte bunlar asıl yalancı olanlardır'. (Nahl/105) 164

Ebû Said el-Hudrî Hazret-i Peygamber'den şöyle rivâyet ediyor:

Ey Allahım! Kalbimi münâfıklıktan, tenâsül uzvumu zinâdan ve dilimi yalandan temizle165

Üç sınıf vardır ki, Allah onlarla ne konuşur, ne de onlara iltifat eder ve ne de onları över veya kalplerini temizlerOnlar için elem verici bir azap vardır:

1Zina eden evli veya yaşlı bir kimse

2Yalan söyleyen padişah

3Gururlu olan bir fakir166

Abdullah bAmr167 şöyle anlatıyor: Hazret-i Peygamber evimize geldiKüçük bir çocuktumOynamak için dışarıya çıkmıştımAnnem 'Ey Abdullah! Gel sana bir şey vereceğim' dediHazret-i Peygamber anneme dedi ki:

-Sen ona ne verecektin?

-Hurma verecektim.

-Dikkat et! Eğer ona hurma vermeyecek olsaydın, bu söylediğin defterine yalan olarak geçecekti168

Yine Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur:

Eğer Allah bana şu kum taneleri kadar nimet verseydi muhakkak onu aranızda taksim ederdimTaksim ettikten sonra beni ne cimri, ne yalancı ve ne de korkak olarak görmezdiniz169

Hazret-i Peygamber bunu söylerken yaslanmış bulunuyordu. Sonra şöyle devam etti:

'Size büyük günahların en büyüğünü haber vereyim mi? O, Allah'a şirk koşmak ve anne ve babaya isyan etmektir'. Sonra kalkıp oturdu ve şöyle dedi: 'Dikkat ediniz! Büyük günahların en büyüğü yalancılıktır'170

İbn Ömer Hazret-i Peygamber'den şöyle rivâyet eder: 'Kul, yalan söylediğinde melek kendisinden bir mil uzaklaşırUzaklaşması kişinin söylediğinin pis kokusu nedeniyledir'171

Enes, Hazret-i Peygamber'in şöyle dediğini rivâyet eder: 'Bana altı hasletle kefil olunuz, ben de size cennetle kefil olayımAshâb-ı kirâm 'O altı haslet nedir?' diye sorunca şöyle dedi:

1Sizden birisi konuştuğu zaman yalan söylemesin.

2Söz verdiği zaman sözünden dönmesin.

3Emin sayıldığı zaman hıyânet etmesin.

4Gözünü haram bakıştan korusun.

5Tenâsül uzvunu zinâdan korusun.

6Ellerini zulümden uzak tutsun172

Yine şöyle buyurmuştur: 'muhakkak şeytanın sürmesi, enfiyesi ve çerezi vardırÇerezi yalan, enfiyesi öfke, sürmesi ise uykudur'173

Hazret-i Ömer birgün hutbe okurken şöyle dedi: 'Ey insanlar! Sizin içinizden buraya çıktığım gibi, Hazret-i Peygamber de bizim içimizden bu makama çıkıp şöyle buyurmuştur:

Benim ashâbıma iyi davranın. Sonra onları tâkip eden tâbiîne de iyi davranın. Sonra yalan yayılacaktırHatta kişi, yemine dâvet edilmediği halde kendiliğinden yemin edecektirKendisinden şahidlik istenilmediği halde şahidlik yapacaktır174

Kim yalan olduğunu bildiği halde benden hadîs rivâyet ederse, o yalancının biridir175

Kim yalan yere yemin eder, müslüman bir kişinin malını o yalan yeminiyle haksız olarak elde ederse, böyle bir kimse, Allah'ın huzuruna, Allah kendisine kızgın olduğu halde gelir176

Rivâyet edildiğine göre Hazret-i Peygamber bir kişinin şahidliğini -uydurduğu bir yalan yüzünden- reddetmiştir177

Yalan ve hâinlik dışında müslümanda her haslet bulunabilir178

Aişe validemiz dedi ki: 'Hazret-i Peygamber'in ashâbına, yalandan daha ağır ve zor gelen bir huy yoktuHazret-i Peygamber ashâbından bir kişinin yalan söylediğine muttali olursa, onun göğsünden menfi tesiri silinmezdiTa ki o kişinin söylediği yalandan tevbe ettiğini bilinceye kadar. . /

Hazret-i Mûsa (aleyhisselâm) dedi ki: 'Yarab! Amel yönünden kullarından hangisi daha hayırlıdır?' Allahü teâlâ 'Yalan söylemeyen, kalbi fısk ve fücur taşımayan ve zinâ etmeyen kul' dedi179

Lokmân Hakîm oğluna şöyle dedi: 'Ey oğul! Yalandan sakın! Çünkü yalan serçenin eti gibi tatlıdır; Fakat pek kısa bir zamanda sahibi kendisinden bıkar!'

Hazret-i Peygamber, doğruluk konusunda şöyle buyurmuştur:

Dört haslet vardırBunlar sende bulunursa, senin dilinden ne çıkarsa çıksın sana zarar vermezdört haslet şunlardır:

1Doğru konuşmak

2Emâneti korumak

3Güzel ahlâk

4Yemekte afiftik180

Ebû Bekir SıddîkHazret-i Peygamber benim şu makamımda durarak Ebû Bekir bunu söyledikten sonra ağladı- şöyle dedi:

Doğruluktan ayrılmayınızÇünkü doğruluk, sevapla beraberdirOnların ikisi cennettedir181

Hazret-i Muaz Hazret-i Peygamber'in kendisine şöyle dediğini naklediyor:

Sana Allah'tan sakınmayı, doğru konuşmayı, emaneti yerine getirmeyi, sözüne sahip çıkmayı, selâm vermeyi ve mütevazi olmayı tavsiye ediyorum182

Ashâb'ın ve Âlimlerin Sözleri

Hazret-i Ali (radıyallahü anh) şöyle demiştir: 'Allah nezdinde hatalıların en büyüğü yalancı dildirPişmanlığın en kötüsü kıyâmet günündeki pişmanlıktır'.

Ömer b. Abdülaziz şöyle demiştir: 'Ben uçkurumu bağladıktan bu yana bir defa olsa dahi yalan söylemiş değilim'.

Hazret-i Ömer şöyle demiştir: 'Sizin bizce en sevimliniz, sizi görmediğimiz zamanda ismen güzel olanınızdırSizi gördüğümüz zaman bizce en sevimliniz, ahlâkça en güzel olanmızdırSizi denediğimiz zaman bizce en sevimliniz, sözü en doğrunuz ve eminlikte en büyüğünüzdür'.

Meymun bEbî Şebib'den183 şöyle rivâyet edildi: 'Bir mektup yazmak için oturdumBir kelimeye geldimEğer o kelimeyi yazarsam mektubu güzelleştirmiş ve fakat bunun yanında yalan söylemiş olacaktımBu bakımdan terketmeye karar verdim. Sonra Kâbe cihetinden şöyle çağırıldım:

Allah, îman edenleri dünya hayatında da, âhiret hayatında da sağlam sözle tesbit eder.

(İbrahim/27)

Şa'bî der ki: 'Ben hangisinin cehennemde daha derine dalacağını bilmiyorum; yalancı mı, cimri mi?'184

Bağdadlı İbn Semmak şöyle demiştir: 'Zannetmem ki yalanı terkettiğimden dolayı sevap kazanmış olayımÇünkü ben yalanı şerefime yediremediğimden terkediyorum185

Halid bSabih'e 'Acaba bir tek yalan söylediği için kişiye yalancı denilir mi?' diye soruldu'Evet denilir' diye cevap verdi.

Mâlik bDinar şöyle demiştir: "Birtakım kitaplarda okudum'Hiçbir hatip yoktur ki hutbesi ameliyle karşılaştırılmasınEğer ameli sözüne uygunsa tasdik edilirEğer yalancı ise, dudakları ateşten yapılmış makaslarla -bizim bağlarımızı kestiğimiz gibi-kesilecektir' diye yazılıdır".

Yine Mâlik bDinar şöyle demiştir: 'Doğruluk ile yalancılık, kalpte şiddetli bir kavgaya tutuşurlarTa ki biri diğerini kalpten çıkarıp kovuncaya kadar kavgaları devam eder!'

Ömer b. Abdülaziz, Abdülmelik'in oğlu Velid ile birşey hakkında konuşuyorduVelid, Ömer'e 'Sen yalan söylüyorsun!' dediÖmer, Velid'e cevap olarak şunları söyledi: 'Yemin ederim ki yalanın, söyleyeni rezil ettiğini bildiğim günden beri yalan söylemedim'.

150) Ebû Dâvud, Tirmizî

151) İbn Mâce, Nesâî

152) İbn Adiyy, (Ebû Umame'den)

153) Buhârî

154) Müslim, Buhârî, (İbn Mes'ûd'dan)

155) Ebû Feth el-Ezdî

156) Ebû Şeyh

157) İmâm-ı Ahmed, Hâkim

158) Müslim

159) Tirmizî, Hâkim

160) İmâm-ı Ahmed(Ebû Zer el-Gıfarî'den)

161) Ebû Dâvud, Tirmizî

162) Buhârî

163) Âmirî boyunun el-Ukaylî soyundandır. Buhârî, bu zatın sahabî olduğunu söyler.

164) İbn Abdilberr

165) Hatib

166) Müslim

167) Adı Abdullah b. Amir b. Rebî b. Mâlik el-Enzî'dir. Babası Âmir sahabenin büyüklerindendir. Hicrî 80'den sonra vefat etmiştir.

168) Ebû Dâvud

169) Müslim

170) Müslim, Buhârî

171) Tirmizî

172) Hâkim, Harâitî

173) Taberânî, Ebû Nuayın

174) Tirmizî

175) Müslim

176) Müslim, Buhârî

177) İbn Ebî Şeybe , İbn Adiyy

178) İbn Ebî Şeybe

179) İbn Eb'id-Dünya

180) Hâkim, Harâitî

181) Ebû Nuaym

182) Ebû Nuaym

183) Bu zat Kûfelidir, künyesi Ebû Nasr'dır. Hicrî 33'te Cemacim vakâsında vefat etmiştir.

184) İbn Eb'id-Dünya

185) İbn Eb'id-Dünya

Yalana İzin Verilen Yerler

Yalan, bizzat kendisi için değil, muhatabın veya başkasının zararına yol açtığı için haramdırÇünkü yalanın en az derecesi, haber verenin, verdiği haberin aksine inanmasıdırBu bakımdan kişi bu hususta câhildirFakat bazen bu câhillik başkasının zararına yol açar! Bazen de bir şeyi bilmemekte ya bilmeyenin veya başkasının maslahat ve yararı vardırBu bakımdan yalan, onu bilmemek faydalı olduğu için bazen ruhsatlı, bazen de farz olur.

Nitekim Meymun bMihran 'Yalan, bazı yerlerde doğrudan daha hayırlıdırAcaba bir kişi kılıçla başka bir insanı öldürmek için kovalıyorsa, o kovalanan insan bir eve girse, kovalayan adam sana gelip 'Sen filan adamı gördün mü?' dese ne dersin? 'Hayır, görmedim' demez misin? İşte bu, farz olan bir yalandır' dediO halde deriz ki: 'Konuşma, maksat ve hedeflere götüren vesiledirBu bakımdan hem doğruluk, hem de yalanla güzel maksada varılabiliyorsa, orada yalan söylemek haramdırEğer o güzel maksad mübahsa ve doğrulukla değil, ancak yalanla varılabiliyorsa, burada yalan söylemek mübahtırEğer elde edilmesi istenen maksat farz ise, ona varılmak için yalan söylemek de farz olurNitekim müslümanın kanını korumak farz olduğu gibi, onu korumak için yalan söylemek de farzdırBu bakımdan ne zaman doğruyu konuşmakta, bir zâlimin zulmünden gizlenen bir müslümanın kanının akıtılması sözkonusu ise, burada yalan söylemek farz olurNe zaman savaşın maksadı veya barışın tamamlanması veya mazlumun razı edilip anlaşmaya yanaştırılması, yalan söylemeden olmuyorsa, bu takdirde yalan söylemek mübahtırAncak şu vardır ki mümkün olduğu kadar yalana ruhsat verildiği yerlerde bile yalandan kaçınmak uygundurÇünkü kişi yalan kapısını bir defa açarsa o açılan kapının onu yok yere ve zaruret hududunu aşan kısma sürüklemesinden korkulurBu bakımdan yalan esasında haramdırAncak zaruret için mübah olurBu istisnaya, yani zaruret için mübah oluşuna Ümmü Gülsüm'den rivâyet edilen şu hadîs-i şerîf delâlet ederÜmmü Gülsüm şöyle diyor:

Hazret-i Peygamber'in yalanın hiçbir şekline ruhsat verdiğini duymadımAncak üç yer müstesna:

1Kişinin, müslümanların arasını bulmayı ve ıslah etmeyi kasdettiği söz.

2Kişinin savaş halinde müslümanların faydası için söylediği söz.

3Kişinin hanımına, hanımın da maslahat için kocasına konuşması186

Yine Ümmü Gülsüm'ün rivâyetine göre, Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

İki kişinin arasını ıslah etmek için yalan söyleyen veya yalanı kendiliğinden katan bir kimse yalancı değildir187

Yezid'in kızı Esma Hazret-i Peygamber'den (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle rivâyet ediyor:

Yalanın hepsi, Âdem oğlu'nun defterine yazılırAncak iki müslümanı barıştırmak için yalan söyleyen kişinin yalanı müstesna188

Ebû Kâhil'den189 şöyle rivâyet ediliyor: Ashâb-ı kiramdan iki kişinin arasında kılıç kılıca gelecek derecede münakaşa olduBen onların birisiyle karşılaştım ve kendisine 'Seninle filan adamın arası niçin bozuldu? Oysa o, seni övüyor, medh-u senâ ediyor' dedim. Sonra öbürüne rastladım, aynı şeyleri ona da söyledimBöylece onların ikisini barıştırdım. Sonra dedim ki bu iki kişinin arasını buldum ama nefsimi de helâk ettimBunun üzerine Hazret-i Peygamber'e gittim hâdiseyi anlattımHazret-i Peygamber şöyle buyurdu:

Ey Ebû Kâhil! Yalanla da olsa halkın arasını bul!190

Atâ bYesar şöyle diyor: 'Bir kişi Hazret-i Peygamberi 'Ben hanımıma yalan söylüyorum!' dediHazret-i Peygamber 'Yalanda hayır yoktur7 dediO da 'Ben ona şöyle yapacağım diye söz veriyorum' dediHazret-i Peygamber şöyle buyurdu;

Öyleyse bu hususta bir günahın yoktur191

Rivâyet ediliyor ki İbn Ebî Uzre ed-Duelî, Hazret-i Ömer'in halifeliği zamanında evlendiği kadınlara hul'a yapardı192 Bu bakımdan halk arasında hoşa gitmeyen dedikodular yayıldıBunu duyduğu zaman Abdullah bErkam'ın193 elinden tuttu, onu evine getirinceye kadar elini bırakmadı. Sonra hanımına dedi ki: 'Sana yemin ettiriyorum, benden nefret ediyor musun?' Kadın 'Bana yemin mi teklif ediyorsun!' dediO tekrar 'Sen Allah adına doğruyu söyle!' dediKadın 'Evet! Senden nefret ediyorum' dediBu sefer İbn Erkam'a dönüp 'Kadının dediğini işittin mi?' dedi. Sonra ikisi beraber Hazret-i Ömer'e vardılar ve 'Siz, benim kadınlara zulmetmek için hul'a yaptığımı söylüyorsunuz, İşte İbn Erkam'a sor!' dediHazret-i Ömer, İbn Erkam'a sorduİbn Erkam işittiğini olduğu gibi Hazret-i Ömer'e söylediBunun üzerine Hazret-i Ömer, İbn Ebî Uzre'nin zevcesine haber saldıKadın, halasıyla beraber Hazret-i Ömer'e geldiHazret-i Ömer, kadına "Sen misin, kocasına 'Ben senden nefret ediyorum' diyen?" dediBunun üzerine kadın dedi ki: 'Ben ilk tevbe eden ve Allah'ın emrine dönen kimseyimKocam bana yemin ettirdiBen de yalan söylemekten çekindimEy Mü'minlerin emiri! Yalan mı söyleyeydim?' Hazret-i Ömer 'Evet! Bu hususta yalan söyle! Eğer siz kadınlardan biriniz erkeklerden birini sevmezse, sakın kendisine sevmediğini söylemesinÇünkü sevgi üzerine bina edilen evler çok azdırHalk, İslâm ve soylarla birbiriyle muaşeret ederler' dedi.

Nevvas bSem'an bHâlid el-Kilâbî Hazret-i Peygamberden şöyle rivâyet eder:

Neden ben sizin -pervanenin ateşe atıldığı gibi- yalanlara atıldığınızı görüyorum? Şüphesiz ki yalanın tümü, İnsan oğlunun aleyhine yazılırAncak kişi savaş halinde yalan söylerse, bu müstesnadırÇünkü harb hile demektir veya iki kişinin arasında buğz olursa, kişi onların arasını düzeltirse veya hanımına birşeyler söyleyip onu razı ederse (bu durumlarda yalan söylemek mübahtır) 194

Sevban der ki: 'Yalanın tümü günahtırAncak bir müslümana fayda veren veya ondan zararı defeden yalan müstesnadır'.

Hazret-i Ali (radıyallahü anh) şöyle demiştir: 'Sizlere Hazret-i Peygamber'den hadîs naklettiğim zaman yemin ederim ki gökten düşüp parçalanmam, Hazret-i Peygamber'e yalan isnad ederek hadîs uydurmaktan bana daha sevimli gelirSizinle benim aramızda cereyan eden hâdiseleri konuştuğum zaman muhakkak harb hileden ibarettir'.

İşte bu üç durumda ruhsat verilmiştirBunlara benzer diğer durumlarda böyledirTabii ki o yalan ile bir müslümanın faydasını düşünüyorsa böyledirMalına gelince, bir zâlimin kendisini tutup malının nerede olduğunu kendisine sorması gibidirBu takdirde malının yerini inkâr edebilir veya sultan kendisini tutuklar, kendisiyle Allah arasında olan yaptığı bir kötülüğü kendisine sorarsa, o kötülüğü inkâr edip 'Ben zina etmedim! Hırsızlık yapmadım' diyebilirNitekim Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

Kim bu günahlardan bir şeyi işlerse, Allah'ın örtüsüyle örtünsün!195

Bunun hikmeti şudur; Günahı açıklamak da ikinci bir günahtırBu bakımdan kişi kanını ve zulmen kendisinden alınmak istenen malını ve namusunu diliyle, yalan da olsa koruyabilirBaşkasının namusuna gelince, bir müslüman kardeşinin sırrından sorulduğu zaman inkâr edebilir, iki kişinin arasını sulh etmesi gibi, hanımlarının arasını bulması gibiYani kumaların herbirine onu daha fazla sevdiğini belirtmesi gibi bütün bu yerlerde yalan söyleyebilirEğer hanımı kendisine ancak, takatinin dışında bir va'dde bulunduğu takdirde itaat ediyorsa, o anda kadına kalbini hoş etmek için o sözü verebilir veya bir insana karşı mazeret beyan etmek veya o insanın kalbi ancak bir günahı inkâr etmek ve fazla sevgi göstermek sûretiyle kendisinden hoşnut oluyorsa, böyle yapmasında sakınca yokturFakat bunun hududu şudur: Yalan mahzurludurEğer bu yerlerde doğru söylerse, bu doğruluktan da mahzur doğacaksa bu iki mahzuru karşılaştırmalı, doğru bir terazi ile tartmak. . . Doğruluktan doğan mahzurun şer'an yalandan daha ağır bir mesuliyeti doğuracağını bildiği zaman yalan söyleyebilirEğer o maksad, doğrunun maksadından daha kıymetsiz ise, doğru söylemek farz olurBazen iki şey eşit olurHangisinin daha şiddetli olduğunda tereddüt edilir, İşte bu takdirde doğruya meyletmek daha evlâ olur; zira yalan, zaruretten veya önemli bir hacetten dolayı mübah olurEğer ihtiyacın önemli olup olmamasından şüphe ederse yalanda esas olan haramlıktırHedeflerin durumunu idrâk etmek zor olduğundan dolayı, en uygunu, insanın mümkün olduğu kadar yalandan sakınmasıdırBöylece kişinin bir ihtiyacı olduğu zaman müstahab olan; garezlerini terkedip yalandan uzaklaşmasıdırFakat başkasının hakkıyla bağlantılı ise, başkasının hakkı hususunda müsamaha göstermek ve onu zarara sokmak caiz değildirİnsanın söylediği yalanın çoğu ancak nefsinin arzularını yerine getirmek içindirYalanları mal ve mertebenin artması içindirElden kaçması mahzurlu olmayan birtakım işler içindirHatta kadın kocasından böbürlenmesine vesile olsun diye birtakım şeyleri hikâye ederKumalarını kızdırmak için yalanlar uydururBu haramdır.

Esmâ, bir kadının Hazret-i Peygambere şöyle sorduğunu nakleder: 'Benim bir kumam vardırBen onu zarara sokmak ve üzmek için kocamın yapmadıklarını mübalâğalı bir şekilde yaptı diyorumAcaba bundan dolayı bana bir zarar var mıdır?' Hazret-i Peygamber

cevap olarak şöyle buyurdu:

Kendisine verilmeyen bir şeyi verilmiş gibi gösteren bir kimse, yalan (ve riyanın) iki elbisesini giyen bir kimse gibidir196

Kendisine yedirilmeyeıı bir yemeği yemiş gibi gösteren bir kimse veya kendisinin olmadığı halde 'benimdir' diyen, kendisine verilmediği halde "bu bana verildi' diyen bir kimse kıyâmet gününde (riya ve) iftiranın iki elbisesini giyen bir kimse gibidir197

Âlimin tedkik ve tahkik etmeksizin verdiği fetva, tespit etmeden rivâyet ettiği hadîsler, bu hadîs-i şerifin hükmüne girer; zira böyle yapan bir âlimin hedefi, kendisinin faziletini belirtmektir ve bunun için de 'ben bilmiyorum' demekten kaçınırBu ise haramdırBu hususta çocuklar da kadınlara benzerler; zira çocuk mektebe ancak va'detmek veya tehditte bulunmak veya yalan bir korku vermekle gidiyorsa, bu takdirde yalan söylemek mübah olurBu hususta haberlerde, bu tür yalanın, kulun defterine yalan olarak yazıldığı vârid olmuşturFakat mübah olan yalan da kulun defterine yazılırKul ondan dolayı hesaba çekilirO husustaki maksadının tashihi ile sorumlu tutulur. Sonra maksadı doğru olduğundan ötürü affedilirÇünkü yalan, ancak ıslah maksadıyla mübah kılınmıştırBu hususa bazen büyük bir gurur ârız olup katılır! Çünkü bazen insanı bu tür yalana sürükleyen, zaruri olmayan bir gaye ve geçici bir zevktirAncak görünürde güya bu değilmiş de, ıslah maksadı kendisini yalan söylemeye zorluyormuş gibi gösterir ve bundan dolayı da defterine bu yalan yazılırKim bir yalan söylerse, o ictihad tehlikesine girmiş olur! Yalan söylediği maksadın acaba şeriat nazarında doğru söylemekten daha önemli olup olmadığını bilmelidirBunu tefrik etmek ise gerçekten zordurEn ihtiyatlı davranış terketmektirYalan söylemek farz olup terketmesi caiz değilse, o zaman durum değişirNitekim yalan söylememesi bir müslümanın kanının akıtılmasına veya herhangi bir şekilde büyük bir günahın işlenmesine vesile olacaksa, o zaman yalanı terketmek caiz olmaz.

Birtakım insanlar, amellerin fazileti hakkında ve günahlardan sakındırmak için hadîs uydurmanın caiz olduğunu zannetmişler ve 'Gaye doğru olduğu için hadîs uydurmakta sakınca yoktur' demişlerdirOnların bu zannı katıksız bir hatadırÇünkü Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

Kim bile bile benim ağzımdan hadîs uydurursa, o kimse cehennemde yerini hazırlasın,198

Böyle birşey ancak zaruretten dolayı yapılabilirOysa din hususunda herhangi bir zaruret yoktur; zira bu husustaki doğruluk yeter de artar bileBu bakımdan âyet ve hadîslerde bu hususta vârid olan hükümler yalan uydurmaya ihtiyaç bırakmamıştır.

İtirazcının 'Bu husustaki âyet ve hadîsler, çok tekrar edildiğinden dolayı tesirleri azalmış ve sakıt olmuşturYeni olan bir şeyin tesiri daha büyük olur' demesi bir hevesten ibarettirHakikatte yeri olmayan bir sözdür; zira böyle yapmak Allah'ın ve Hazret-i Peygamber'in adına yalan uydurmanın mahzuruyla başa çıkacak gayelerden değildirBu hususta kapı açmak, İslâm şeriatını karmakarışık edecek birtakım işlere sürüklerBu bakımdan buradaki hayr, doğacak şerle asla eşit olmazHazret-i Peygamber'in namına yalan uydurmak, hiçbir şeyle eşit olmayan büyük günahlardandır.

Allahü teâlâ'dan bizi ve bütün müslümanları affetmesini dileriz!199

186) Müslim

187) Müslim, Buhârî

188) İmâm-ı Ahmed

189) Adı Kays b. Âiz'dir

190) Taberânî

191) İbn Abdilberr

192) Kadından alınan para karşılığı talâk veya hul'a lâfzıyla ayrılmaktır. Yani kadın istediği an verdiği para karşılığı kocasını boşayabilir.

193) Adı Abdullah b. Erkam b. Abdiyağus b. Vehb b. Abdimenaf b. Zühre'dir. Fetih senesi müslüman olmuştur. Hazret-i Peygamber'in, Hazret-i Ebû Bekir'in ve Hazret-i Ömer'in kâtipliğini yapmıştır.

194) Taberânî

195) Hâkim

196) Müslim, Buhârî

197) Irâkî, bu lâfızla görmediğini söylüyorsa da mânâsı sahihtir. Riya'nın iki elbisesi ile izar ve rida kastedilmektedir

198) Müslim, Buhârî

199) Suyutî, İbn Cevzî ve başkaları Cüyeynî'ye göre kasden hadîs uydurmanın küfür olduğunu rivâyet ederler. Fakat İmâm-ı Haremeyn'e göre bu söz zayıftır. (Bkz. İthâfu's-Saâde, VII/528)

Târiz Yoluyla Yalandan Sakınmak

Târiz200 Yoluyla Yalandan Sakınmak

Selef-i sâlihînden nakledilmiştir ki târizlerle insan yalandan korunabilirNitekim Hazret-i Ömer (radıyallahü anh) şöyle demiştir: 'Târizlerde kişiyi yalandan koruyacak birtakım özellikler vardır?'

Bu durum, İbn-i Abbâs ve diğer ashâb-ı kirâmdan da rivâyet edilmiştirOnlar ancak insan yalana mecbur kaldığı zaman, böyle yapabileceğini kasdetmişlerdirYalana ihtiyaç ve zaruret olmadığı zamana gelince, ne açıkça ve ne de târiz yoluyla yalan söylemek caiz değildirAncak yine de târiz yoluyla yalan söylemek daha hafiftirTârizin misali şu hâdisedir:

Rivâyet ediliyor ki, Mutarrıf201 Basra valisi Ziyad'ın huzuruna girdiZiyad ona 'neden ziyaret etmekte geciktiğini' sorduO da hastalığını sebep göstererek şöyle dedi: 'Emir'den ayrıldığımdan beri yanımı kaldırmış değilimAncak Allah'ın kaldırdığı hariç. . '

İbrâhîm Nehaî dedi ki: 'Birinin kulağına menfi olarak senden herhangi birşey gitmişse ve sen de yalan söylemeyi çirkin görüyorsan, ona şöyle de: 'Ondan bir şeyi söylemediğimi muhakkak Allah bilir'Böylece 'söylemediğim' mânâsına gelen 'ınâ kultü' nün başındaki olumsuz harf olan 'ına'yı 'ibham' mânâsında kullanırsınFakat dinleyen onun 'olumsuz' mânâsına geldiğini düşünür.

Muaz b. Cebel (radıyallahü anh) , Hazret-i Ömer tarafından bir vazifeye tayin edilmiştiVazifeden dönünce hanımı kendisine 'Vazifelilerin ve memurların geldiklerinde ailelerine getirdikleri hediyelerden ne getirdin?' diye sorduOysa Hazret-i Muaz, hanımına hiçbir şey getirmiş değildiBunun üzerine hanımına şu cevabı verdi: 'Benim yanımda beni kontrol eden biri vardı'.

Hanımı 'Sen Hazret-i Peygamber'in ve onun halifesi Ebû Bekir'in yarımda emin idin (vazife aldığın zaman seni kontrol eden birisini seninle göndermiyorlardı. Nasıl olur da) Ömer seninle beraber bir kontrolcü gönderir?' dediHazret-i Muaz'ın hanımı, Medine'nin kadınları arasında bunu söyledi ve Hazret-i Ömer'den şikayette bulunduHazret-i Ömer'in kulağına bu haber gittiğinde Muaz'ı huzuruna çağırdı ve 'Seninle beraber herhangi bir kontrolcü gönderdik mi?' dediMuaz 'Ben hanımımdan özür dilemek maksadı ile çıkar yol olarak ancak böyle söylemeyi uygun gördüm' dediBunun üzerine Hazret-i Ömer gülerek Muaza birşeyler verdi ve 'Hanımını bunlarla razı et' dediMuaz'ın sözündeki 'baskı yapan' tabirinden 'kontrol eden Allahü teâlâ' kasdedilmiştir,

İbrâhîm Nehaî, kızma 'Sana şeker satın alacağım' demezdi'Sana şeker almamı ister misin?' derdiÇünkü bazen şeker alma imkânı olmuyordu.

Yine bu zat, hoşlanmadığı bir insan kendisini dışarıya çağırdığı zaman, evde olduğu halde cariyeye "Ona İbrahim'i camide aramasını söyle! 'İbrahim burada değildir' deme ki yalan olmasın" derdi.

Şa'bî evinde arandığı zaman, arayan kimse ile görüşmeyi istmediğinde bir daire çizer ve cariyesine "Parmağını dairenin içine koy ve 'Burada yoktur' de" derdi.

Bütün bunlar ihtiyaç zamanında yapılan târizlerdirİhtiyaç yoksa böyle yapmak caiz değildirÇünkü burada, her ne kadar lâfız yalan değilse de bu ibareler bir yalanı bildirmektedirler!. . . Bu ise en azından mekruhturNitekim Abdullah bUtbe şöyle anlatıyor: 'Babamla beraber Ömer b. Abdülaziz'in huzuruna girdikÇıktığımızda halk 'Bu elbiseyi sana emîr'ul Mü'minîn mi giydirdi?' diye sordularBen de 'Allah ona hayrı mükâfat olarak versin' dedimBunun üzerine babam bana dedi ki: "Ey oğul! 'Yalandan sakın ve benzerinden kaçın' diye rivâyet edilmiştir" dedi.

İşte görüldüğü gibi Utbe, oğlunu böyle söylemekten menetmiştirÇünkü böyle söylemekte, soranlara gururlanmak ve onlara yanlış bir zan verme durumu vardırBu ise bâtıl bir gayedir ve içinde hiçbir fayda mevcut değildirEvet, târizler başkasının kalbini mizah yoluyla hoşnut etmek gibi basit bir gaye için de mübahtırHazret-i Peygamberin (sallâllahü aleyhi ve sellem) şu sözleri ve benzerleri gibi:

'Cennete ihtiyar kadın giremez!'

'Senin kocan o gözünde beyazlık olan kimse midir?'

'Seni deveye değil de devenin yavrusuna bindireceğiz'.

Açık yalana gelince, Ensâr'dan Nuayman'ın Hazret-i Osman'a karşı yaptığı gibi202 ve halkın ahmak insanlarla oynayıp 'filan kadın seninle evlenmek istiyor' şeklinde onları aldatması gibi. . . Eğer bu açık yalanda bir kalbi kıracak bir zarar varsa haramdırEğer bu açık yalan başkasının kalbini hoşnut etmek içinse, sahibi fısk ve fücur ile nitelendirilemezFakat bu yalanı söylemek onun îman derecesini düşürürNitekim Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

Kişinin îmanı, kendisi için sevdiğini, (müslüman) kardeşi için de sevmedikçe ve şakalarında yalandan korunup sakınmadıkça kâmil olmaz203

Adam, bir kelime söyler, onunla arkadaşlarını güldürürO kelimeden dolayı Süreyya yıldızından daha uzak bir mesafeden cehenneme dalar.

Hazret-i Peygamber bu hadîste müslümanın gıybetini veya herhangi bir kalbe verilen eziyeti kasdetmiştirBurada sadece mizah kastedilmiş değildirFâsıklığı gerektirmeyen yalan grubuna, halkın âdetinde cereyan eden mübalağalar da girerKişinin başkasına 'ben seni şu kadar aradım', 'Ben sana yüz defa dedim' demesi gibi; zira kişi bununla aramanın sayısını anlatmak istemez, çok aradığını anlatmak isterEğer kişinin araması sadece bir defa ise ve buna rağmen böyle söylüyorsa bu durumda sözü yalan olurEğer birkaç defa aramışsa, böyle demekle günahkâr olmazHer ne kadar yüz defa aramamış olsa da. . . Bunların ikisinin kör olan bu zat mescidde küçük taharetini yapmak istediHalk 'Burası camidir' diye bağırdıNuayman onun elinden tutup mescidin başka bir köşesine götürüp 'Burada yap, burası mescid değildir' dediYine halk 'orası mesciddir' diye bağırdıBunun üzerine 'Acaba kim beni buraya getirdiYemin olsun eğer o elime geçerse asam ile ona hakettiği darbeyi indireceğim' dediAradan uzun bir zaman geçtiNuayman, âmânın yanına geldiHazret-i Osman da namaz kılıyorduÂmâya 'Nuayman'dan intikam almak ister misin?' dediÂmâ 'evet' dediBunun üzerine âmâ’nın elini tutup Hazret-i Osman'ın yanında durdurduÂmâ var kuvvetiyle âsâsını Osman'ın başına indirdi, Osman'ın başını yardıHalk 'Emîr'ul-Mü'minîne vurdun!' diye bağırdı.

arasında dereceler vardırYalanın tehlikesini düşünüp diline sahip olmayan bir kimse burada mübalağaya kaçar.

Yalanın âdet olduğu ve müsamaha ile karşılandığı yerlerden biri de şudur'Yemek ye!' dendiğinde, karşıdaki adam da 'Benim iştahım yok' derse (iştahı olduğu halde böyle diyorsa) böyle demesi -doğru bir gaye güdülmediğinde- yasaklanmıştır ve haramdır.

Mücâhid, Esma'nın204 şöyle anlattığını rivâyet ediyor: Âişe, gelin olup Hazret-i Peygamber ile gerdeğe girdiği gecede onun arkadaşı idimBenimle beraber birkaç kadın daha vardıAllah'a yemin ederim, biz Hazret-i Peygamberin evinde bir ziyafet yemeği görmedikAncak bir bardak süt vardıHazret-i Peygamber o sütten içti ve sonra Âişe'ye verdiÂişe sütü içmekten utanarak çekindiBen Âişe'ye dedim ki: 'Hazret-i Peygamber'in elini geri çevirmeHazret-i Peygamber'in eliyle uzattığı sütü al!' Âişe utanmakla beraber, süt bardağını Hazret-i Peygamber'den aldı, içti. Sonra Hazret-i Peygamber ona 'Arkadaşlarına da ver' dediBiz 'Bizim iştahımız yoktur' dedikHazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) 'Sakın açlıkla yalanı bir araya getirmeyin' dediBen 'Ey Allah'ın Rasûlü! Bizden biri iştahı çektiği halde iştahım çekmiyor dese bu söz yalan sayılır mı?' dedimŞöyle buyurdu:

Muhakkak ki yalan, deftere yalan olarak yazılırHatta deftere yalancık da yalancık olarak yazılır (yani en hafifi bile yazılır) 205

Takvâ ehli, bu tür yalanlarda gösterilen müsamahadan kaçınırlarLeys bSa'd şöyle anlatıyor: "Said bMüseyyeb'in iki gözü ağrıyor ve çapaklanıyorduHatta çapaklar gözün dışında toplanmaktaydıSaid'e 'Eğer gözlerindeki çapakları silsen daha güzel olur!' dedimSaid "Peki! Doktorun 'gözlerine el sürme' demesi ve benim de 'Evet! El sürmeyeceğim' demem nerde kalır?" dedi"İşte bu, ehl-i takvânın hareketidirBunu terkeden bir kimsenin dili yalan hususunda iradesinin sınırını aşar ve böylece bilmeden yalan söylemiş olur.

Havvat et-Teymî'den şöyle rivâyet ediliyor: Rebî bHeyseme'nin kızkardeşi, hasta olan bir yeğenini ziyarete geldiHastanın üzerine eğilerek 'Oğlum, nasılsın?' diye sorunca, uzanan Rebî kalkıp oturarak kız kardeşine 'Sen bunu emzirdin mi?' diye sorduKız kardeşi 'Hayır, emzirmedim!' dediRebî "O halde sen 'kardeşim oğlu' deyip doğru söyleseydi, ne zararın olurdu?" dedi.

Âdetlerden biri de, kişinin bilmediği şey hakkında 'Allah bilir' demesidirHazret-i Îsa (aleyhisselâm) şöyle demiştir: "Allah nezdinde günahların en büyüklerinden biri de kişinin bilmediği şey için 'muhakkak Allah bilir' demesidir".

Bazen kişi rüyasını hikâye ederken yalan söylerBurada günah çok büyüktür; zira Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur:

Kişinin kendisini soyundan başka bir soya nisbet etmesi veya uyku halinde görmediğini gözleriyle görmüş gibi anlatması veya benim ağzımdan yalan söylemesi, yalanın en büyüklerindendir206

Rüya hususunda yalan söyleyen (rüya uyduran) bir kimseden kıyâmet gününde iki arpayı birleştirmesi istenirOysa hiçbir zaman iki arpayı birleştiremez207

200) Taftazanî'ye göre târiz, birkaç mânâya gelmesi muhtemel olan bir lâfız söylenmesi ve konuşanın maksadının zıddının anlaşılması demektir.

Müteahhîrinin bazısına göre konuşmada olmayan bir mânâya delâlet etmek için kinâî, mecazî veya hakikî bir lâfızla bir şeyi zikretmektir.

201) Basralıdır ve tabiîndendir. Güvenilir bir âbiddir.

202) Nevfel'in oğlu Mahreme 115 yaşma gelmiş bulunuyordu. Bir gün gözleri kör olan bu zat mescidde küçük taharetini yapmak istedi. Halk 'Burası camidir' diye bağırdı. Nuayman onun elinden tutup mescidin başka bir köşesine götürüp 'Burada yap, burası mescid değildir' dedi. Yine halk 'orası mesciddir' diye bağırdı. Bunun üzerine 'Acaba kim beni buraya getirdi.

Yemin olsun eğer o elime geçerse asam ile ona hakettiği darbeyi indireceğim' dedi. Aradan uzun bir zaman geçti. Nuayman, âmânın yanına geldi. Hazret-i Osman da namaz kılıyordu. Âmâya 'Nuayman'dan intikam almak ister misin?' dedi. Âmâ 'evet' dedi. Bunun üzerine âmâ’nın elini tutup Hazret-i Osman'ın yanında durdurdu. Âmâ var kuvvetiyle âsâsını Osman'ın başına indirdi, Osman'ın başını yardı. Halk 'Emîr'ul-Mü'minîne vurdun!' diye bağırdı.

203) Dârekutnî, İbn Abdilberr

204) Adı Umeys b. Ma'bed b. Hars b. Kâ'b'dır. Hazret-i Esmâ Cafer'le beraber Habeşistan'a hicret etmiş, Cafer'den sonra Hazret-i Ebû Bekir ile, ondan sonra da Hazret-i Ali ile evlenmiştir. Faziletli bir kadın sahâbî'dir.

205) İbn Eb'id-Dünya, Taberânî

206) Buhârî

207) Buhârî

24-7

Gıybet

Gıybet konusu oldukça uzundurBu bakımdan biz önce gıybetin aleyhinde vârid olan kötülemeleri ve gıybet hakkında vârid olan şer'î delilleri beyan edelim.

Allahü teâlâ Kur'ân da gıybetin kötülenmesini nass ile yapmış ve gıybet yapanı ölünün etini yiyen bir kimseye benzeterek şöyle buyurmuştur:

Biriniz diğerinizi arkasından çekiştirmesinBiriniz ölü kardeşinin etini yemek ister mi? Bundan tiksindiniz (değil mi) ! (Hucurât/12) Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur:

Müslümanın her şeyi diğer müslümana haramdır: Kanı, malı ve namusu (nu pâyimâl etmek) . . . 208

Gıybet, haysiyete hoş gelmeyen kelimelerle saldırmaktırGörüldüğü gibi Hazret-i Peygamber gıybeti, mal ve kan ile beraber zikretmiştir.

Ebû Hüreyre Hazret-i Peygamber'in şöyle dediğini rivâyet eder:

Birbirinize hased etmeyin! Birbirinize buğzetmeyin! Kavga etmeyin! Birbirinize sırt çevirmeyinBazınız bazınızın gıybetini yapmasınEy Allah'ın kulları kardeş olun!209

Câbir ve Ebû Said Hazret-i Peygamber'den (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle rivâyet ediyorlar:

Gıybetten kaçınınız! Muhakkak ki gıybet, zinadan daha kötüdürÇünkü kişi, bazen zina eder, tevbe eder ve Allah tevbesini kabul ederGıybet yapan bir kimse ise, gıybeti yapılan kişi kendisini affetmedikçe Allah tarafından affedilmez210

Enes (radıyallahü anh) Hazret-i Peygamber'in şöyle dediğini rivâyet eder:

İsrâ gecesinde yüzlerini tırnaklarıyla paramparça eden bir kavmin yanından geçtimCebrâil'e 'Bunlar kimlerdir?' diye sordumCebrâîl 'Bunlar halkın gıybetini yapan, haysiyet ve mürüvvetlerine dil uzatanlardır!' dedi,211

Selim bCâbir şöyle anlatıyor: Hazret-i Peygamber'e gelerek dedim ki: 'Bana bir hayır öğret ki ondan faydalanayım!' Şöyle buyurdu:

Sakın yaptığın iyiliğin hiçbir şeyini az görme; isterse bu, elindeki kovadan su isteyen adamın kabına su boşaltmak olsunMüslüman kardeşini güler yüzle karşılamanı tavsiye ederimDönüp gittiğinde de sakın gıybetini yapma!212

Berrâ bÂzib der ki: Hazret-i Peygamber, evlerinde oturan hanımlara bile duyuracak derecede bize bir hutbe okuyarak şöyle buyurmuştur:

Ey sadece dilleriyle îman edip kalbiyle îman etmeyen kimseler! Sakın müslümanların gıybetini yapmayınKusurlarını araştırmayın! Çünkü müslüman kardeşinin kusurunu araştıran bir kimsenin kusurunu Allah araştırır ve Allah kimin kusurunu araştırırsa, önu evinin içinde olsa bile rezil eder213

Rivâyete göre Allahü teâlâ Hazret-i Mûsa'ya (aleyhisselâm) şöyle vahyetmiştir: 'Kim gıybetten tevbe ederek ölürse, o cehenneme en son girecek kimsedir'.

Enes dedi ki: Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) birgün oruç tutmayı emrederek şöyle buyurmuştur:

Sakın ben kendisine izin vermedikçe hiçbir kimse iftar etmesin!

Bunun üzerine halk oruç tutup akşamladıİftar zamanı kişi gelir ve 'Ey Allah'ın Rasûlü! Ben bugünü oruçlu geçirdimİftar için bana izin ver' derdiHazret-i Peygamber de kendisine izin verirdiBöylece biri diğerini takiben izin almaya gelirlerdiEn sonunda bir kişi geldi ve dedi ki: 'Ey Allah'ın Rasûlü! Kureyş'ten iki genç kız oruç tutmuşlar, sana gelmekten utanıyorlarİftar için kendilerine izin ver'Hazret-i Peygamber adamdan yüz çevirdi, adam sözünü tekrarladı, Hazret-i Peygamber yine onun sözüne kulak vermediAdam tekrar etti, bunun üzerine Hazret-i Peygamber şöyle buyurdu:

Onların ikisi oruç tutmamıştırBütün gün halkın etini yiyen bir kişi nasıl oruçlu sayılır? Git onlara şöyle de: Eğer oruçlu iseler istifra etsinler.

Bunun üzerine adam onlara gelerek durumu haber verdiOnlar istifra ettilerOnların ağızlarından kan çıktıAdam Hazret-i Peygamber'e gelip haber verdiBunun üzerine Hazret-i Peygamber şöyle buyurdu:

Nefsimi kudret elinde tutan Allah'a yemin olsun ki onlar bu kan parçasını karınlarında bıraksaydılar, ateş ikisini de yerdi214

Bir rivâyette Hazret-i Peygamber o kişiden yüz çevirdi, kişi sonra tekrar geldi ve 'Ey Allah'ın Rasülü! Allah'a yemin ederim, onların ikisi de öldü veya ölüme yaklaştılar' dediBunun üzerine Hazret-i Peygamber adama 'Onların ikisini huzura getir' diye emir verdiHazret-i Peygamber'e geldilerHazret-i Peygamber bir fincan istediOnlardan birine 'Bunun içine istifra et' dediO da irin, kan ve sarı sudan oluşan bir kusmuğu, fincanı dolduruncaya kadar boşalttıHazret-i Peygamber diğerine de 'istifra et' dediO da aynen o şekilde istifra etti bunun üzerine Hazret-i Peygamber şöyle dedi: 'muhakkak bu iki kadıncağız, Allahü teâlâ'nın kendilerine helâl kıldığı nimetlerden oruç tutup yemediler, fakat kendilerine haram kıldığı şeyle iftar ettilerBiri diğerinin yanına oturduBaşladılar halkın etlerini yemeye!

Enes şöyle anlatıyor: Hazret-i Peygamber bize hutbe okuduFaizden bahsettiOnun korkunçluğunu uzun uzadıya belirtti. Sonra şöyle buyurdu:

Kişinin faizden bir dirhem kazanması, Allah nezdinde günah bakımından, otuzaltı zinadan daha tehlikelidirFaizin en çirkini ise, müslümanın ırzına dil uzatmaktır215

Câbir der ki: Bir seferde Hazret-i Peygamber ile beraberdikSahipleri azap gören iki kabrin yanında durarak şöyle buyurdu:

Bu iki kabrin sahibi azap görüyorlar! Oysa azap görmeleri pek büyük olmayan bir suçtan dolayıdırOnlardan biri halkın gıybetini yapardıDiğeri ise küçük taharetten korunmazdı216

Bunun üzerine Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) bir hurma dalı veya iki hurma dalı istediO dalları kırıp sonra her parçayı bir kabrin üzerine dikmeyi emretti ve şöyle dedi:

Bu iki dal yaş oldukça (kurumadıkça) onların azabı hafifletilir.

Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) Maiz bMâlik'i recmettiği zaman bir kişi yanındaki arkadaşına dedi ki: 'Bu (Maiz) , köpeğin ansızın ölmesi gibi öldü!' Hazret-i Peygamber, bu iki kişi beraberinde olduğu halde bir leşin yanından geçti ve o iki kişiye dedi ki:

Şu leşi parçalayıp yeyiniz!

Onlar 'Ey Allah'ın Rasûlü! Biz leş mi yiyelim?' dedilerHazret-i Peygamber şöyle buyurdu:

İkinizin, müslüman kardeşinizin ölüsünden yemiş olduğunuz şey, bu leşten daha pis kokuyor217

Ashâb-ı kirâm birbirlerine rastladıkları zaman birbirlerini güler yüzle karşılar, gıyablarında konuşmazlardı ve bunun, amellerin en faziletlisi olduğunu ve bunun aksini yapmanın da münafıkların âdeti olduğunu bilirlerdi.

Ebû Hüreyre der ki:

Kim dünyada müslüman kardeşinin etini yerse, âhirette ona o müslümanın eti yaklaştırılır ve kendisine 'Diri iken onun etini yediğin gibi ölü iken de ye!' denirO da mecbur kalarak yerBöylece geveler, tiksinir, bağırır ve yüzünü buruşturur218

Bu söz aynı zamanda Hadîs-i merfû olarak da rivâyet edilmiştir.

Rivâyet ediliyor ki iki kişi, Mescid-i Haram'ın kapılarından birinin önünde oturuyorduDaha önce kadınlığa özenen, fakat o anda o kötü âdeti terkeden biri onların yanından geçtiOnlar arkasından 'Onda kadınımsı hareketlerden bir şeyler kalmış!' dediler ve o sırada namaz için kamet getirildiO iki kişi içeri girdiHalkla beraber namaz kıldılar.

Söyledikleri söz onların kalbinde 'Acaba gıybet oldu mu, olmadı mı?' diye bir merak vesilesi olduBunun üzerine ikisi Atâ'ya gelip hâdiseyi anlattılarAtâ ikisine de yeniden abdest almayı, namaz kılmayı, eğer oruçlu iseler oruçlarını kaza etmelerini emretti.

Mücâhid 'Azap olsun her ayıplayıcıya! Yüzlerine karşı dil uzatıcıya!' (Hümeze/1) ayetinin tefsirinde şöyle dedi: 'Hümeze halka taneden kimse, Lümeze halkın etini yiyen kimse demektir'.

Katade der ki: 'Bize belirtildiğine göre kabrin azabı üç çeyrektirBir çeyreği gıybetten, bir çeyreği koğuculuktan ve bir çeyreği de sidikten korunmamaktan gelir!'

Hasan-ı Basrî şöyle demiştir: 'Allah'a yemin ederim ki gıybet, Mü'min kişinin nâmını ifsad hususunda cüzzam'ın ceseddeki tahribatından daha süratlidir'.

Birisi şöyle demiştir: 'Biz selef-i sâlihîn'e yetiştikOnlar ibadeti oruç tutmakta ve namaz kılmakta değil, dillerini halkın ırzından tutmakta görürlerdi'.

İbn-i Abbâs şöyle demiştir: 'Sen, arkadaşının ayıplarını belirtmek istediğin zaman onun yerine kendi ayıbını belirt!'

Ebû Hüreyre şöyle demiştir: 'Sizden bir kimse müslüman kardeşinin gözündeki çöpü görür de kendi gözündeki merteği görmez!'

Hasan-ı Basrî şöyle demiştir: 'Ey Âdem oğlu! Sen îmanın hakikatini ancak sende mevcut olan bir ayıptan dolayı halkı ayıplamayı terkettikten sonra elde edebilirsinAncak o ayıbın ıslahına başlayıp nefsinde bulunan o ayıbı ıslah ettikten sonra elde edebilirsinBunu yaptığın zaman senin meşguliyetin, nefsin hakkında olurAllah nezdinde kulların en sevimlisi böyle olanıdır'.

Mâlik bDinar şöyle anlatır: “Hazret-i Îsa (aleyhisselâm) beraberinde havariler olduğu halde bir köpek leşinin yanından geçtiHavariler 'Bu köpeğin kokusu amma da fena' dedilerÎsa (aleyhisselâm) 'Onun dişinin parlaklığı ne de güzeldir' diye karşılık verdiSanki Îsa (aleyhisselâm) bu sözüyle havarileri, köpeğin gıybetini yapmaktan bile menediyor ve onların Allah'ın mahluku hakkında güzelden başka birşey söylememelerine dikkatlerini çekiyordu”,

Ali bHüseyin başkasının gıybetim yapan bir kişiyi dinledi ve şöyle dedi: 'Gıybetten kaçın! Çünkü gıybet, insan köpeklerinin katığıdır'.

Hazret-i Ömer şöyle demiştir: 'Allah'ın zikrinden ayrılmayın! Çünkü onda şifa vardırHalktan bahsetmekten sakının! Çünkü o hastalıktır'.

Allahü teâlâ'dan, ibadetine yönelmek için tevfîkini talep ederiz.

208) Müslim

209) Müslim, Buhârî

210) İbn Eb'id-Dünya, İbn Hıbbân

211) Ebû Dâvud

212) İmâm-ı Ahmed, İbn Eb'id-Dünya

213) İbn Eb'id-Dünya, Ebû Dâvud

214) İmâm-ı Ahmed

215) İbn Eb'id-Dünya

216) İbn Eb'id-Dünya, Ebû Abbas Değulî

217) Ebû Dâvud, Nesâî

218) İbn Merduveyh

Gıybet'in Anlamı ve Tarifi

Gıybet duyduğu zaman insanın hoşuna gitmeyen, gıyabında yapılan konuşmadırSöylemiş olduğun şey, ister bedeninde, ister nesebinde, ister ahlâkında, ister fiilinde, ister zihninde, ister bünyesinde olsun hiçbir fark yokturHatta elbisesinde, evinde ve bineğinde bile hoşuna gitmeyen bir eksikliği belirtsen yine gıybet olur.

Bedene gelince, gözündeki zayıflığı, şaşılığı, başındaki kelliği, boyunun kısa veya uzunluğunu, renginin siyahlığı ve sarılığını belirtmek gibidirNasıl olursa olsun, kişinin kendisiyle vasıflanabileceği düşünülen ve söylenildiği takdirde hoşuna gitmeyen her söz gıybete dahildir.

Nesebe gelince, 'Babası Nebtî (çiftçi, ziraatçı) veya Hindli'dir' veya 'hasis' veya 'ayakkabı tamircisi' veya 'çöpçü' gibi kişinin hoşuna gitmeyen herhangi bir vasfını söylemendir.

Ahlâka gelince, 'O kötü ahlâklıdır, cimridir, gururludur, riyakârdırFazla öfkeli, korkak, âciz, zayıf kalpli, mütehevvir ve benzeri ahlâklıdır!' demek de gıybettir.

Dil ile ilgili fiillerine gelince, 'O hırsız, yalancı, içkici, hain, zâlim, namaz hususunda gevşek, zekât hususunda küstah veya güzel rükû yapmaz, güzel secde etmez, necasetlerden korunmaz veya anne ve babasına karşı itaatkâr değildir veya zekâtı yerine sarfetmiyor veya zekâtı güzelce taksim etmeyi beceremiyor veya orucunu kadınlarla müstehcen konuşmaktan, gıybet yapmaktan, halkın namusuna saldırmaktan korumuyor' demek de gıybettir.

Dünya ile ilgili fiiline gelince, 'O az edeplidirHalk hakkında küstahtır veya hiç kin senin kendi üzerinde hakkı olduğunu görmediği gibi, kendi nefsinin herkeste hakkı olduğunu sanar veya fazla konuşurFazla er, fazla uyurUyku vakti olmayan vakitlerde uyur, uygun olmayan yerlerde oturur' demek de gıybettirElbisesinde ise 'Onun yenleri pek geniştirEteği uzun, elbisesi kirlidir' demek de gıybettirBir grup 'Din hususunda gıybet yokturÇünkü din hususunda başkasını kötüleyen bir kimse Allah'ın kötülediğini kötülüyor demektirBu bakımdan başkasını günahlarıyla zikredip o günahlarından dolayı kötülemek caizdir' demişler ve delil olarak şu rivâyeti öne sürmüşlerdir: Hazret-i Peygamber'e (sallâllahü aleyhi ve sellem) bir kadından sözedilerek onun fazla saliha ve fazla oruç tutan olduğu söylendiFakat 'kadın diliyle komşularına eziyet veriyor' da denildiHazret-i Peygamber de

cevap olarak şöyle buyurdu:

O ateştedir219

Yine Hazret-i Peygamber'in yanında başka bir kadından söz edilerek, onun cimri olduğu söylendiHazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

Böyle olduktan sonra onun hayrı nerede kalır?220

Bu (kadının cimri olduğuna dair) söz, bozuk bir sözdürÇünkü ashâb-ı kirâm, Hazret-i Peygamber'den ahkâmı sormaya muhtaç olduklarından dolayı gelip Hazret-i Peygamber'e böyle şeyleri soruyorlardıOnların gayeleri sözü edilen adamı tenkid değildi ve Hazret-i Peygamberin meclisinden başka bir mecliste de böyle bir şeye ihtiyaç yoktuBizim elimizdeki delil, ümmetin icmaıdırÜmmet, başkasını, hoşuna gitmeyecek bir vasıfla anan kimsenin gıybetçi olduğunda ittifak etmiştirÇünkü böyle bir kimse Hazret-i Peygamberin gıybet tarifinde belirttiği hükme dahil olurBütün bu konularda doğru olduğu halde gıybet eden bir kimse gıybetçidir, rabbine isyan etmiştir ve kardeşinin etini yemiş gibidirNitekim Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

-Gıybetin ne olduğunu biliyor musunuz?

-Allah ve Rasûlü daha iyi bilir.

-Gıybet kardeşinin hoşuna gitmediği bir vasıfla onu zikretmendir.

-Acaba benim dediğim kardeşimde varsa?

-Eğer senin dediğin kardeşinde varsa, onun gıybetini yapmış olursunEğer dediğin kendisinde yoksa ona iftira etmiş olursun221

Muaz b. Cebel şöyle anlatıyor: Hazret-i Peygamber'in yanında bir kişinin bahsi geçtiAshâb 'O çok âciz bir kimsedir!' dediBuna karşılık Hazret-i Peygamber şöyle buyurdu:

-Siz kardeşinizin gıybetini yaptınız!

-Biz onda olanı söyledik!

-Eğer onda olmayanı söyleseydiniz kendisine iftira etmiş olurdunuz222

Huzeyfe Hazret-i Âişe'nin şöyle dediğini rivâyet eder: Hazret-i Âişe, Hazret-i Peygamber'in yanında bir kadından bahsetti ve dedi ki: 'O kısa boyludur'Bunun üzerine Hazret-i Peygamber Âişe ye şöyle dedi:

Sen onun gıybetini yapmış oldun!223

Hasan-ı Basrî şöyle demiştir: Başkasından bahsetmek üç kısma ayrılır:

1Gıybet

2Bühtan

3İfk (iftira)

Bunların hepsi Allah'ın Kitabı'nda zikredilmiştirBu bakımdan gıybet; kişide olanı söylemendir, bühtan kişide olmayanı söylemendirİfk ise, kulağa geleni söylemendir!

İbn Şîrîn bir kişiden bahsederken şöyle demiştir: 'O siyah kişi. . . Sonra Allah'tan bağışlanma diledi ve 'Ben gıybet yapmış olduğum kanaatindeyim' dediİbn Şîrîn, İbrâhîm Nehaî'den bahsederken elini gözünün üzerine koyup öyle konuştu, kör İbrahim demedi.

Hazret-i Âişe şöyle demiştir: 'Sakın hiçbiriniz başkasının gıybetini yapmasın! Çünkü ben bir ara Hazret-i Peygamber'in yanında iken bir kadın için 'Şu kadın ne kadar da uzun etekli imiş!' dedimBunun üzerine Hazret-i Peygamber bana dedi ki: 'At, at!' Ben ağzımdan bir çiğnem et parçası çıkardım224

219) İbn Hıbbân, Hâkim

220) Harâitî, (Mürsel olarak)

221) Müslim

222) Taberânî

223) İmâm-ı Ahmed, Ebû Dâvud, Tirmizî

224) İbn Eb'id-Dünya, İbn Merduveyh

Dili Gıybetten Korumanın Çareleri

Bütün huylar, ancak ilim ve amel macunuyla tedavi edilirHer illetin ilâcı, sebebinin zıddı iledirBu bakımdan biz illetlerin sebeplerini araştıralımDili gıybetten uzak tutmanın ilâcı iki şekilde olur:

Birincisi: İcmâlî

İkincisi: Tafsilî

İcmâlî

Kişinin gıybet etmesinden ötürü -rivâyet ettiğimiz hadîslerden anlaşıldığı gibi- kendisini Allah'ın gazabına mâruz bırakmış olduğunu bilmesidir ve yine gıybetin kıyâmet gününde iyiliklerini yok edeceğini bilmesidirÇünkü kıyâmet günündeki iyilikleri, gıybetinin ve mürüvvetinin bedelidirEğer iyilikleri yoksa, gıybeti yapılanın kötülüklerinden onun defterine nakledilirO, bununla Allah'ın gazabına mâruz kalır ve Allah nezdinde murdar et yiyene benzerKulun kötülük kefesi, iyilik kefesine ağır basarsa cehenneme girerBazen de gıybetini yapmış olduğu adamdan kendisine bir günah nakledilir ve o günah ile terazisinin günah kefesi ağır basar ve dolayısıyla cehenneme girerGıybetçinin başına gelen azabın en azı, onun amellerinin sevabını azaltmasıdırBu azaltma, hakkın istenilmesi, sual, cevap ve hesap icra edildikten sonra olurNitekim Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

Gıybetin, kulun hasenâtında yapmış olduğu tahribat, ateşin kuru (odun) da yapmış olduğu tahribattan daha süratli ve şiddetlidir233

Rivâyet ediliyor ki bir kişi Hasan-ı Basrî'ye 'Kulağıma geldiğine göre, sen benim gıybetimi yapıyormuşsun?' dediHasan-ı Basrî cevap olarak 'Seni hasenat ve hayratımda hâkim kılacak kadar senin kıymetin yanımda büyümemiştir' dedi.

Bu bakımdan kul, gıybetin kötülüğü hakkında vârid olan hadîslere îman ettiğinde o hadîslerdeki tehditlerden korktuğu için dilini başıboş bırakmazNefsi hakkında düşünmek ona fayda verirEğer nefsinde bir ayıp görürse, onunla meşgul olur ve Hazret-i Peygamberin şu hadîsini hatırlar:

Kendisinin ayıbı, kendisini halkın ayıbıyla meşgul olmaktan alıkoyan kimseye cennet vardır234

Bir ayıbı gördüğü zaman, nefsini kötülemeyi bırakıp başkasını kötülemekle meşgul olmaktan utanması en uygun davranıştırBaşkasını ıslah edip o ayıptan uzaklaştırmaktan âciz olması, kendisinin günahtan uzaklaşmak hususunda âciz olması gibidirBu da eğer o ayıp, kişinin fiili ve iradesiyle ilgili ise sözkonusudurEğer yaratılıştan gelen birşey ise kişiyi ondan dolayı kötülemek, yaradanı kötülemek demektir! Zira bir sanatı kötüleyen, sanatçıyı kötülemiş olur.

Adamın biri bir hakîme şöyle haykırdı: 'Ey çirkin yüzlü!' Hakîm cevap olarak şunları söyledi: 'Yüzümün yaratılışı elimde değildi ki onu güzel yapayım!'

Kul, nefsinde bir ayıp görmediği zaman Allahü teâlâ'ya teşekkür etmelidirNefsini ayıpların en büyüğü olan gıybetle kirletmemelidir; zira halkın ayıplarını söyleyip ölünün etinden yemek, ayıpların en büyüklerindendirEğer kişi insaflı olsaydı nefsini her ayıptan uzak sanmasının, nefsini tanımaması anlamına geldiğini bilirdiBu ise ayıpların en büyüklerindendirKendisinin gıybeti yapıldığı takdirde rahatsız olduğu gibi, başkasının da gıybeti yapıldığı takdirde rahatsız olacağını bilmesi, kendisine fayda verirMadem ki kendi gıybetinin yapılmasına razı değildir, o halde kendi nefsi için razı olmadığı birşeye başkası için de razı olmamalıdırİşte bunlar tedavi usûllerinin en güzelleridir.

Tafsilî

Kişiyi gıybete sürükleyen ve teşvik eden sebebe bakmasıdır; zira hastalığın tedavisi, sebebinin önlenmesiyle mümkündürBiz ise daha önce sebepleri beyan etmiştik.

Öfkeye gelince, bunu Öfkenin Âfetleri bölümünde zikredeceğimiz tedavi formülleriyle tedavi etmelidirŞöyle ki: 'Ben filan adama öfkelendiğim takdirde, Allah da o gıybetten dolayı bana öfkelenir; zira Allah beni gıybet etmekten menetmiştirBen ise onun yasakladığı şeyi, cüret ve cesaretle yapıyorumOnun yasağını hafife alıyorum' demesidirHazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur:

Muhakkak ki cehennemin bir kapısı vardırO kapıdan dünyada kinini Allah'a isyan etmek sûretiyle yerine getiren girer!235

Kim rabbinden korkarsa, onun dili ağırlaşır ve o kinini icra etmez236

Kim kinini icra etmeye gücü yettiği halde öfkesini yutarsa, kıyâmet gününde Allah onu mahşer ehlinin gözü önünde çağırır, istediği hûriyi alması için kendisini serbest bırakır237

Peygamberlere inen semâvî kitapların bazılarında şu hakîkatler yer almaktadır: 'Ey Âdem oğlu! Öfkelendiğin zaman beni hatırla ki ben de öfkelendiğim zaman seni hatırlayayım, helâk ettiklerimin arasında seni helâk etmeyeyim'.

Arkadaşlara muvafakat etmeye gelince, bu senin insanları razı etmeyi istediğin zaman Allah'ı kızdırmış olacağını bilinendirYaradanım tahkir, başkasını tazim etmeyi nefsine nasıl yediriyorsun? Nasıl mevlânı razı etmeyi, başkalarının razı olması için terkediyorsun? Fakat öfkelendiğin adamı kötülükle anman gerekmezAksine o adamı kötülükle andıkları zaman arkadaşlarına da Allah rızası için öfkelenmelisinÇünkü onlar, günahların en fâhişi olan gıybet ile senin rabbine isyan etmiş olurlar! Başkasını hâinliğe nisbet etmek sûretiyle kendini temize çıkarmaya gelince -oysa onu zikretmeye ihtiyaç da yoktu- bu illeti, yaratıcının öfkesine mâruz kalmanın, yaratılmışların öfkesine mâruz kalmaktan daha şiddetli olduğunu bilmekle tedavi edebilirsin! Oysa sen, gıybet yapmakla kendini Allah'ın kahrına mâruz bırakıyorsun ve buna rağmen halkın öfkesinden kurtulup kurtulamayacağını da bilmiyorsunBu bakımdan dünyada nefsinin kurtuluşunu vehmederek, âhirette helâk edersin, hakîkat yönünden sevaplarını yok eder, zarar edersin, hâli hâzırda Allah'ın kötülemesi senin için gerçekleşmiş olurOysa sen halkın seni gelecekte kötülemelerini önlemeyi düşünüyorsunBu ise cehalet ve mahrumluğun ta kendisidir.

Senin özür olarak 'Eğer ben haram yiyorsam, salâh ve takvâ ile bilinen filan adam da yiyorEğer sultanın malını kabul ediyorsam, filan adam da kabul ediyor' demen, cehaletin ta kendisidirÇünkü sen, kendisine uyulmanın caiz olmadığı bir kimseye uymayı, mazeret olarak ileri sürüyorsun; kim olursa olsun, Allah'ın emrine muhalefet eden bir kimseye uyulmaz! Eğer başkası ateşe girerse, sen de ateşe girmeye muktedir isen ona uymazsınEğer ona uyarsan akılsızsınBu bakımdan senin söylediğinde gıybet vardırÜstelik günah da vardırO günahı, kendisiyle özür dilediğin şeye eklemiş bulunuyorsunAyrıca cehalet ve hamakatını iki günahı bir araya getirerek tescil etmiş olursunTıpkı keçiye bakıp kendini dağın tepesinden aşağı atan bir koyun gibi olursunKoyun da senin gibi nefsini helâk etmiştirEğer o konuşabilseydi muhakkak kendisini mazur göstermeye çalışarak, 'Keçi benden daha akıllıdırOysa o kendini helâk ettiİşte ben de onun gibi yaptım' derdiO böyle dediği zaman, sen onun cehaletine gülerdinOysa senin halin de onun haline benziyorBuna rağmen sen yaptığına hayret etmiyor ve kendine gülmüyorsun! Başkasını tenkid ederek kendi faziletini isbatlamak sûretiyle böbürlenip nefsini temize çıkarmana gelince, bilmelisin ki onun hakkında söylediğinle Allah nezdindeki faziletini iptal etmiş olursunSen, halkın senin faziletli olduğuna inandığından dolayı tehlike ile karşı karşıyasınBir de senin, halkın gıybetini yaptığını bildikleri zaman senin hakkındaki inançları eksilirBu bakımdan sen yaradanırı yanında kesinlikle mevcut olan fazileti, insanların yanında vehmettiğinle değiştirmiş olursun! Farzedelim ki insanlar senin faziletli olduğuna inanıyorlar, acaba onlar Allah'ın nezdinde sana zerre kadar bir fayda verebilirlermi? Seni Allah'ın azabının bir zerresinden kurtarabilirler mi?

Hasedden ötürü gıybet yapmaya gelince bu gıybet, iki azabı bir arada toplamak demektirÇünkü sen o adama dünya nimetinden dolayı hased ettin ve dünyada bu hasedinle azap çekmektesinBununla da kanaat getirmedinSonunda âhiret azabını da buna ekledin! Bu bakımdan sen dünyada nefsini zarara soktun, böylece âhirette de nefsine zarar vermiş oldunDolayısıyla iki azabı bir araya getirmiş oldunO adama hased etmekle kendi nefsini zarara sokup hayırlarını ona hediye ettin! Bu bakımdan sen onun dostu, kendi nefsinin düşmanısın; zira senin gıybetin ona değil sana zarar verirOna ise fayda verirÇünkü sen hayırlarını kendisine naklediyor veya onun günahlarını kendine aktarıyorsunBu ise sana fayda vermezSen hasedin çirkinliğine, ahmaklığın cehaletini eklemiş oldun! Bazen de senin hased etmen ve çekememezliğin, hased ettiğin adamın faziletinin yayılmasına vesile olurNitekim şöyle denilmiştir: Allahü teâlâ, durulmuş bir faziletin yayılmasını irade ettiği zaman, o fazilette hasedçi bir kimsenin dilini çalıştırır'.

İstihzâya gelince, senin istihzâdan gayen, halkın yanında başkasını rezil etmektirOysa Allah, melekler ve peygamberlerin (aleyhisselâm) nezdinde kendi nefsini rezil etmek sûretiyle onu halk yanında rezil etmeye çalışırsınBu bakımdan eğer sen çekeceğin hasreti, utangaçlığı ve kendisiyle istihzâ ettiğin kimsenin günahlarını yüklendiğin ve dolayısıyla cehenneme sevkolunduğun kıyâmet gününün mahrumiyetini düşünmüş olsaydın, mutlaka bu düşüncen seni, arkadaşını rezil etmekten alıkoyardıEğer halini bilseydin, kendi kendine gülmek başkasına gülmekten senin için daha evlâ olurduÇünkü sen birkaç kişinin yanında onunla istihzâ ederek kendini kıyâmet gününde mahşer ehlinin gözü önünde elinden tutulup merkebin ateşe sevkedildiği gibi o adamın günahları altında inlediğin halde sevkedilmeye mâruz bırakıyorsun! Hem de o adamın seninle alay ettiği, senin mahrum oluşuna sevindiği, Allah'ın onu sana karşı desteklemesinden ötürü mesrur olduğu ve senden intikamını alma imkânını kendisine verdiği bir durumda (ateşe sevkolunacaksın!)

Günahından dolayı kişiye merhamet ve şefkat etmeye gelince, bu esasında güzeldirFakat İblis, bu güzeli yapmandan dolayı sana hased etti, dolayısıyla seni dalâlete sürüklediO şefkat ve merhametinden daha fazla sevaplarından o adamın defterine nakledilmesine sebep olacak bir sözü ağzından çıkarttı ve seni konuşturduBu bakımdan senin o adamın defterine naklolunacak sevapların, o adamdan sâdır olan günahın yerine geçecek ve o adam şefkat ve merhamete ihtiyaç duymaktan çıkacaktırBu sefer sen şefkat ve merhamete muhtaç olacaksınÇünkü senin ecrin yanıp kül oldu ve hasenâtından eksildiBöylece anlaşıldı ki Allah için öfkelenmek de gıybet yapmayı gerektirmezAncak şeytan Allah için öfkelendiğinden ötürü elde etmiş olduğun ecri yok etmek ve seni Allah'ın gazabına maruz bırakmak için sana gıybeti sevdirmiştirSeni gıybete sürüklediği zaman kendi nefsine şaşmalısınNefsini ve dinini başkasının dini ve dünyasıyla nasıl helâk ettiğine hayret etmelisin! Oysa sen dünyanın cezasından da emin değilsinO ceza da senin şaşkınlık göstermek sûretiyle müslüman kardeşinin örtüsünü yırttığın gibi örtünü yırtmaktırBu bakımdan bütün bunların ilacı sadece marifet ve îmanın giriş kapılarından olan bu şeyleri tesbit edip elde etmektirBu bakımdan bütün bunlar hakkında îmanı kuvvetli olan bir kimse, hiç şüphesiz dilini gıybetten tutar.

233) Irâkî'ye göre aslına rastlanılmamıştır.

234) Bezzâr

235) Bezzâr, İbn Eb'id-Dünya, İbn Adiyy, Beyhakî, Nesâî

236) Ebû Mansur Deylemî

237) Ebû Davud, Tirmizî, İbn Mâce

Gıybet Sadece Dille Yapılmaz

Dil ile söylemek, ancak başkasına müslüman kardeşinin bir eksikliğini anlattığın ve hoşuna gitmeyen bir vasfını belirttiğin için haram olmuşturBu bakımdan ta'rizen kendisinden bahsetmek, açıkça kendisinden bahsetmek gibidirBu hususta fiil de söz gibidirİşaret, îma, dudak bükme, göz kırpma, yazı, hareket ve maksadı belirten her türlü söz, açıkça söylemek gibidirO halde bunların tümü gıybet ve haramdır,

Âişe vâlidemizin şu sözü îma ve işaret kısmındandır: Bizim evimize bir kadın geldiKadın gittikten sonra elimle kadının kısa boylu oluşuna işaret ettimBunun üzerine Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) bana şöyle dedi:

Kadının gıybetini yaptın!225

Başkasının durumunu hikâye etmek sûretiyle taklidini yapmak da gıybettirAksayarak yürümek veya kişinin yürüdüğü gibi yürümek gıybettir, hatta azap bakımından gıybetten daha şiddetlidirÇünkü böyle yapmak, kişiyi anlatmakta daha tesirli olurHazret-i PeygamberHazret-i Aişe'nin başka bir kadının taklidini yaptığını gördü ve şöyle buyurdu:

Bana şu kadar şu kadar verilse bile yine de bir insanın taklidini yapmak beni sevindirmez!226

Yazı ile gıybet de böyledirÇünkü kalem de bir dildirBir kitabın yazarı, belli bir şahıstan bahseden kitabında onun konuşmasını çirkin gösterirse gıybet olurAncak konuşmayı böyle göstermeye kendisini mecbur eden birşey bulunursa, o zaman hüküm değişirNitekim ileride bu bahis gelecektirMüellifin 'bir kavim şöyle dedi' demesi ise, gıybete dahil olmazAncak gıybet, belli bir şahsa -ister diri, isterse ölü olsun- saldırmaktan ibarettir.

'Bugün bizim yanımızdan geçenlerin veya bizim gördüklerimizin bir kısmı' demen gıybettendirYani eğer muhatabın bu ibareden belli bir şahsı anlarsa, gıybet olurÇünkü mahzurlu olan, muhataba belli bir şahsı anlatmaktırAnlatmakta kullanılan metod ve sistem değildirEğer muhatab o konuşmandan belli bir şahsı anlamazsa öyle konuşman caizdirNitekim Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) bir insanın herhangi bir hareketinden hoşlanmadığı zaman şöyle derdi:

Bazı kavimlere ne oluyor ki şöyle yapıyorlar?227

Hazret-i Peygamber isim söyleyerek eleştirmezdiSenin 'Seferden gelenlerin bir kısmı, ilim iddia edenlerin bir kısmı' demen, eğer belli bir şahsı anlatan karine varsa gıybet olurGıybet çeşitlerinin en çirkini, riyakar kurra'nın (okuyucular) gıybetidirÇünkü bunlar maksatlarını salâh ve takvâ ehlinin tabirleriyle anlatırlar ki zâhirde gıybetten kaçındıklarını gösterip maksadlarnı anlatmış olsunlar! Bunlar cehaletlerinden dolayı iki fâhiş hareketi bir arada yaptıklarını bilmezler: Hem gıybet, hem riyakarlık!

Yanında bir insandan bahsedildiğinde 'Bizi sultanın huzuruna girmekle, dünyada müptezellikle imtihan etmeyen Allah'a hamd olsun!' demek veya 'Hayânın azlığından Allah'a sığınırızAllah bizi hayâsızlıktan korusun!' demek de öyledir! Bu konuşmasından maksadı; başkasının ayıbını anlatmaktırFakat adamı (güya) dua tabiriyle zikrediyorBazen de gıybetini yaptığı bir kimsenin medhini gıybetten önce yapar ve der ki: 'Filan adamın durumu ne güzeldirİbadetlerde kusur yapmazdıFakat kendisine, bir gevşeklik musallat olmuşHepimizin müptelâ olduğu sabırsızlık belâsına müptelâ olmuştur!' Böylece kendi nefsini zikrederOysa maksadı, onun zımnında başkasını kötülemek, kendi nefsini de, sâlih kimselere benzetmek sûretiyle övmektirBöylece hem gıybetçi, hem riyakâr, hem de nefsini temize çıkarmış olur.

Dolayısıyla üç kötü davranışı bir araya getirmiş olur! Fakat cahilliğinden dolayı zanneder ki kendisi sâlih ve gıybetten korunan kimselerdendir ve bu sırra binaendir ki şeytan, câhillerle -ilimsiz olarak ibadete daldıkları zaman- oynarMuhakkak şeytan onların yakasına yapışır, onları meşakkate sokar, hileleriyle onların amellerini yakıp kül ederOnlara güler ve onlarla alay eder! Bir insanın ayıbı zikredildiği halde hazır bulunanlardan bazıları uyanıp da onu kavrayamazBu bakımdan yapılan gıybeti anlamayan da anlasın diye 'Sübhânallah! Bu ne kadar da acaib imiş!' demek ve uyanmayan kişi kendisine kulak versin ve dediğini anlasın diye söylemek de gıybettendirBöylece Allahü teâlâ'yı zikreder, onun ismini çirkin emeline ulaşmak için alet yaparOysa kendisi aldanmışlığından ve cehaletinden dolayı Allah'ı andığını sanarak

Allah'a karşı minnet eder ve 'Beni dostumuzun hakkında cereyan eden istihfaf üzdüAllah'tan onun nefsini rahata kavuşturmasını isteriz' derBöyle söylemesine rağmen üzüldüğü iddiasında yalancıdır ve dua etmesinde samimi değildirEğer maksadı hakarete uğrayan kişiye dua etmek olsaydı, o duayı namazından sonra gizlice yapardıEğer adamın hakarete uğraması kendisini üzmüş olsaydı, adamın hoşuna gitmeyen şeyi açıklamak sûretiyle gıybetini yapmak da kendisini üzerdi.

Yine der ki: 'O miskin adam büyük bir belaya uğramış! Allah bizim de, onun da tevbesini kabul eylesin!' Kişi bütün bu durumlarda dua ettiğini göstermesine rağmen Allah onun kalbindeki pisliğe muttali'dirOnun gizli maksadını bilirFakat o cehaletinden dolayı, kendisinin, cahillerin açıkça günah işleyip cehaletlerinin gereğini yaptıkları zaman uğradıkları felâketten daha büyük bir felâkete maraz kaldığını bilmezBenimsemek ve hayret etmek yoluyla gıybeti dinlemek de gıybettendirÇünkü bu şekilde dinleyen bir kişi, gıybetçinin gıybet hususundaki keyfi artsın diye ve gıybette alabildiğine ileri gitsin diye onu şaşkın şaşkın dinlerSanki o böyle davranmakla gıybetçinin içindekini söküp çıkarır ve şöyle demek ister: 'Hayret! Ben o adamın böyle olduğunu bilmiyordumBen onu şu ana kadar ancak hayırlı, sâlih bir kimse biliyordumBen onda senin söylediğinin tam tersi olduğunu sanıyordumAllah bizi her türlü beladan korusun!' Zira bütün söyledikleri ve hareketleri gıybeti tasdik etmektirGıybeti tasdik etmek de gıybetten başka birşey değildirHatta susan da gıybetçinin ortağıdır! Nitekim Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

Gıybeti dinleyen, gıybetçilerden biri olur228

Hazret-i Ebû Bekir ile Hazret-i Ömer'den rivâyet ediliyor ki onlardan biri arkadaşına 'Filan adam çok uyuyor!' dedi. Sonra ikisi birden ekmeklerini yemek için Hazret-i Peygamber'den bir katık istedilerBunun üzerine Hazret-i Peygamber 'Siz katıklandmız!' dediOnlar 'Bizim katıklanmadan haberimiz yok!' deyince, Hazret-i Peygamber şöyle dedi:

Evet, siz kardeşinizin etinden yediniz!229

Dikkat ettiğinde, Hazret-i Peygamber'in ikisini birden suçladığını göreceksinOysa o sözü söyleyen sadece onlardan biriydiDiğeri onu dinliyordu(Maiz) , köpeğin öldüğü gibi öldü!' diyen bir kişi olduğu halde Hazret-i Peygamber ikisine birden şöyle dedi:

Şu leşten yeyiniz!

İkisini birden leş yemeye davet ettiBu bakımdan gıybeti dinleyen de gıybetin günahından kurtulamazAncak diliyle veya korktuğu takdirde kalbiyle gıybeti reddederse veya gıybet meclisinden kalkarsa veya gıybetçinin konuşmasını başka bir konuşma ile keserse gıybetçi sayılmazAksi takdirde günahkâr olur! Eğer gıybetçiye diliyle sus deyip de kalben onun gıybetini dinlemek istiyorsa, bu münafıklık olurKalben gıybeti çirkin görmedikçe münafıklıktan kurtulamazEliyle susması için işaret etmek veya kaşıyla veya kirpikleriyle işaret etmek yeterli değildirÇünkü bu işaretler bahsi yapılan kişiyi hakir görmek demektirAksine o kişiyi tahkir değil de tazim etmeli ve açıkça onu müdafaa etmelidirNitekim Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur:

Kimin yanında bir Mü'min zelil ediliyorsa, o da kudreti olduğu halde o Mü'mine yardım etmiyorsa, Allah onu kıyâmet gününde insanların gözü önünde zelil eder (edecek) 230

Kim (müslüman) kardeşinin bulunmadığı bir mecliste onun haysiyetini korursa, kıyâmet gününde onun haysiyetini korumak Allah'a hak olurKim kardeşinin gıyabında onun haysiyetini korur ve müdafaa ederse, o kimseyi ateşten azad etmek Allah'a hak olur231

Gıyabında müslümana yardım etmek hususunda ve bunun fazileti hakkında birçok haberler vârid olmuşturBiz bunları Sohbet Adabı ve Müslümanların Hakları bölümlerinde zikretmiştikBu bakımdan ikinci kez tekrarlamakla sözü uzatmak istemiyoruz.

223) İmâm-ı Ahmed, Ebû Dâvud, Tirmizî

224) İbn Eb'id-Dünya, İbn Merduveyh

225) İbn Eb'id-Dünya

226) Daha önce geçmişti.

227) Ebû Dâvud

228) Taberânî

229) Taberânî

230) İbn Eb'id-Dünya

231) Ahmed, Taberânî, (Ebu'd Derda'dan)

Gıybete Teşvik Eden Sebepler

İnsan oğlunu gıybete sürükleyen sebepler pek çokturFakat bunları onbir sebepte toplamak mümkündürBu onbir sebebin sekizi, halkın geneliyle ilgilidirÜç tanesi de din ehli ve havâsla ilgilidirHalkın geneli hakkındaki sekiz sebep şunlardır:

1Öfkesini teskin etmekBu tür gıybet, gıybeti yapılan adama kızmasına vesile olan bir sebep olduğu zaman meydana gelirÇünkü kişi öfkesi kabardığı zaman karşısındaki adamın kötülüklerini söylemek suretiyle öfkesini dindirirEğer ortada gıybete mâni olacak din ve takvâ yoksa, dilin gıybete kayması tabiidirBazen öfkesini yenemez, öfke içinde birikirSabit bir kine dönüşür ve kötülüklerini daimi bir şekilde belirtmeye sebep teşkil ederBu bakımdan kin ve öfke, insanı gıybete sürükleyen büyük sebeplerdendir.

2Emsâl ve akranına uymak, arkadaşlarına ayak uydurmak ve konuşma hususunda onlara yardım etmektirÇünkü arkadaşları, halkın gıybetini yaptıkları zaman, kişi onların yaptıklarını inkâr ettiği veya meclislerinden kalktığı takdirde arkadaşlarının ağrına gidip kendisinden nefret edeceklerini düşünürBöylece bu hususta onlara yardımcı olur ve bunu da güzel muaşeretten sayarArkadaşlıkta müsamahalı davrandığını zannederBazen arkadaşları öfkelenirlerOnlara uymak için o da öfkelenmeye mecbur olur ki sıkıntıda ve bollukta onlarla beraber olduğunu göstermiş olsunDolayısıyla onlarla beraber başkalarının ayıplarını ve kötü sıfatlarını saymaya dalar.

3Bir insanın, bir şeyi kendi aleyhine kullanacağını, kendisine dil uzatacağını veya büyük bir insanın yanında halini çirkin gösterdiğini veya aleyhinde herhangi bir şahidlikte bulunacağını hissetmesidirBu takdirde o adam kendisini çirkin göstermeden önce o adamı çirkin göstermeye acele ederOnun aleyhinde bulunur ki onun kendi aleyhindeki şahidliğinin müsbet bir tesiri kalmasın veya önce doğru olarak onda bulunan şeyleri söyler ki arkasından ona iftira atsın ve önce söylediği doğrulardan ötürü, ettiği iftira revaç bulsun. . . Şahid tutar ve der ki: 'Yalan söylemek benim âdetim değildirÇünkü ben size onun durumundan şu şu tarafları da haber verdim ve o da benim dediğim gibi çıktı'.

4Herhangi bir şeye nisbet edilmesidirBu bakımdan nisbet edildiği şeyden kendisini uzaklaştırmak isterDolayısıyle o nisbeti yapanı açıklarOysa kendi nefsini o nisbetten kurtarmalı ve o nisbeti yapanı zikretmemeli ve intikam olarak başka kötülüğü ona nisbet etmemeliydiOysa kişi başkasının kendisiyle o fiilde ortak olduğunu zikreder ki o fiil hususunda kendini mâzur göstersin.

5Tasannû ve gururu kasdetmektirBu, başkasını küçük göstermek sûretiyle kendini yüceltmek demektirBu bakımdan 'Filan adam cahildir, anlayışı kıttır, konuşması zayıftır' derBöyle söylemekten gayesi; kendisinin faziletini isbat etmektirOnlara kendisinin daha âlim olduğunu göstermektir veya kendisine yapılan tâzim gibi, gıybeti yapılan kişiye tâzim etmekten sakındırımaktırBu gayeye de ancak adamın gıybetini yapmak sûretiyle varabilir!

6HaseddirHased, insanlar tarafından övülen, sevilen ve ikram edilen bir kimseyi çekememek dermektirBöyle yapmakla o adamdan o nimeti gidermek ister ve o nimeti gidermek için de onun aleyhinde atıp tutmayı çıkar yol sanar Böylece halkın yanında o adamın itibarını düşürmek ister ki halk ona ikram etmekten, onu övmekten vazgeçsinÇünkü halkın o adamı övmelerini dinlemek, halkın o adamın medhini yapmasını ve ikramda bulunmalarını görmek ona ağır gelirBu ise hasedin ta kendisidirHased, öfke ile kinden ayrıdırÇünkü öfke ve kin insanı cinayete sevkederHased isebazen iyilik yapan dosta ve tabiatça kendisine uyan arkadaşa bile yapılabilir.

7Oynamak, şakalaşmak, lâtife yapmak ve vakti gülmekle geçirmektirBu bakımdan kişi, başkasının ayıbını zikrederOnun taklidini yapmak suretiyle halkı güldürürBöyle yapmasının sebebi kibir ve gururdur.

8Karşısındaki insanı tahkir etmek için kendisiyle istihzâ etmek ve kendisini alaya almaktırBöyle yapmak bazen kişinin yanında, bazen de gıyabında cereyan ederBunun kaynağı gurur ve alaya alınanı küçük görmektir.

Havâss'ta bulunan üç sebebe gelince, bu sebepler, gıybete sürükleyen âmillerin en çetrefillisi ve en incesidirlerÇünkü bunlar şeytan tarafından hayırların içine gizlenmiş şerlerdirBurada hayır vardırFakat şeytan o hayra şerri katmıştır.

Birincisi: Birinin hatasına veya bir gerçeği inkâr etmesine şaşmasıdırBunun kaynağı dindirBu bakımdan der ki: 'Benim filan adamdan gördüğüm, ne acaip bir şeydir!' Bu sözünde bazen doğru olabilir ve hakîkaten hayret etmesini gerektiren fiili de görmüş olabilirFakat onun buradaki vazifesi; hayret etmekle beraber adamın ismini zikretmemektirFakat şeytan onu, bu hayrete sebep olan adamın ismini zikretmeye sevkederOnun ismini zikretmekle gıybet etmiş olur ve bilmediği noktadan günahkâr olurKişinin 'Filan adamın durumuna hayret ettimCâriyesi çirkin olduğu halde nasıl câriyesini severFilan adam câhil olduğu halde nasıl onun huzurunda oturur' demesi de bu türdendir.

İkincisi: Şefkat ve merhamettirŞöyle ki, kişinin müptelâ olduğu dertten dolayı üzülürBu bakımdan der ki: 'Filan adam fakirdir! Onun derdi beni üzdüOnun başına gelen belâlar beni oldukça sarstı!' Üzülme davasında doğru olabilirFakat üzülmek, adamın ismini zikretmesine sebep olmuşturBöylece adamın ismini zikrederek gıybet etmiştirBu bakımdan üzülmesi, merhamet ve şefkat göstermesi hayırdırHayrete düşmesi de böyledirFakat şeytan onu bilmediği bir noktada şerre düşürmüştürÇünkü kişinin ismini zikretmeden de üzülmek ve şefkat göstermek mümkündürFakat şeytan onu kendisinin üzüntü ve şefkattan dolayı elde ettiği sevabı iptal etmek için felâketzedenin ismini zikretmeye kışkırtır.

Üçüncüsü: Allah için öfkelenmektirKişi, bazen bir insanın yapmış olduğu münkeri gördüğü veya işittiği zaman öfkelenirDolayısıyla öfkesini belirtir ve adamın ismini zikrederOysa kendisine düşen vazife, adama karşı emr-i bi'l-ma'ruf ve nehy-i an'il münker'i icra etmek sûretiyle öfkesini belirtmektirBaşkasının yanında o öfkeyi belirtmemek ve adamın ismini gizlemek ve adamı kötülükle anmamaktır.

İşte bu üç sebep, âlimler için bile idrak edilmesi gayet güç olan sebeplerdendirHalk tabakasının bunları anlaması nerede kalır? Halk tabakası hayret etmek, şefkat göstermek ve öfkelenmek Allah için olduğu zaman bunlara sebebiyet verenin ismini zikretmekte herhangi bir beis yok zannederOysa böyle sanmak yanlıştırGıybete ruhsat veren durumlar, bazı özel ihtiyaçlardır ki o ihtiyaçlarda isim zikretmekten başka çıkar yol yokturNitekim bunun bahsi ileride gelecektir.

Amr bVâsile'den şöyle rivâyet ediliyor: Bir zat bir grubun yanından geçti ve onlara selâm verdiOnlar da onun selâmının karşılığını verdilerOnları geçtiği zaman içlerinden biri 'Ben Allah için bu adamdan nefret ediyorum' dediMecliste oturan diğer şahıslar 'Sen kötü konuştunAllah'a yemin ederiz, biz gider ona senin söylediklerini söyleriz' dediler. Sonra aralarından birisine 'Ey filan adam! Kalk ona yetiş! Bu adamın söylediğini kendisine söyle' dedilerOnların elçisi adama yetişti ve söylenen sözü adama naklettiBunun üzerine adam, Hazret-i Peygamber'e geldi ve söyleneni Hazret-i Peygamber'e bildirdiHazret-i Peygamber kendisine 'Aleyhinde konuşan adamı çağır' diye emir verdiO da gidip adamı çağırdıAdam Hazret-i Peygamber'in huzuruna gelerek söylediğini itiraf ettiHazret-i Peygamber 'O halde neden bu adamdan nefret ediyorsun?' dediAdam 'Ben onun komşusuyum ve onun durumunu biliyorum.

Allah'a yemin ederim, farz namazdan başka onun namaz kıldığını görmedim' dediGıybeti edilen adam, Hazret-i Peygamber'e 'Ey Allah'ın Rasûlü! Bu adamdan sor! Acaba farz namazı vaktinden tehir ettiğimi veya farz namaz için aldığım abdesti üstün körü geçtiğimi, yahut namazın içindeki rükû ve secdeyi çirkin bir şekilde yaptığımı görmüş mü?' dediBunun üzerine Hazret-i Peygamber, adama sorduAdam 'hayır' cevabını verdikten sonra şöyle devam etti: 'Yemin olsun! Hem fâsık ve hem doğru insanlar tarafından, Ramazan ayından başka hiçbir ayda oruç tuttuğunu görmedim'Gıybeti yapılan adam, Hazret-i Peygambere 'Ey Allah'ın Rasûlü! Sor kendisinden, acaba Ramazan ayında hiç oruç tutmadığımı veya Ramazan ayı hakkında kusur ettiğimi hiç görmüş mü?' dedi, Hazret-i Peygamber bunu sorunca adam şöyle cevap verdi: 'Yemin olsun! Ramazan ayında bir dilenciye veya bir fakire birşey verdiğini görmedimAllah yolunda sarfettiğini ve infakta bulunduğunu görmedimAncak iyi ve kötü insanlar tarafından verilen şu zekat hariç!' Gıybeti yapılan adam, Hazret-i Peygamber'e 'Ey Allah'ın Rasûlü! Sor kendisinden! Acaba zekâtımdan hiç eksik ettim mi veya zekâtı alan zekât memurlarını hiç geciktirdim mi?' dediHazret-i Peygamber bunu sorunca, adam 'hayır' dediBunun üzerine Hazret-i Peygamber, gıybet yapan adama şöyle dedi: 'Kalk! Buradan gitUmulur ki o adam senden daha hayırlıdır'232

231) Ahmed, Taberânî, (Ebu'd Derda'dan)

Kalben Yapılan Gıybet'in Haram Olması

Kötü söz gibi su-i zan da haramdır! Bu bakımdan başkasının kötülüklerini dil ile zikretmek haram olduğu gibi, müslüman hakkında içinden su-i zanda bulunmak da haramdırBen bundan kalbin kinini ve başkasının aleyhine kötülükle hükmetmesini kastediyorumKalbinden bir anda gelip geçen şeyler affedilmiştir.

Hatta şek ve şüphe etmek de affedilmiştirYasaklanan, başkasının hakkında kötü zanda bulunmaktırZan ise nefsin meylettiği ve kalbin yöneldiği şeyden ibarettirNitekim Allahü teâlâ şöyle buyurmuştur:

Ey îman edenler! Zandan çok sakınınZira zarının bir kısmı günahtır. (Hucurât/12)

Kötü zannın haranı olmasının sebebi şudur: Kalbin esrarını ancak allâm'ul-guyûb olan Allah bilirBu bakımdan başkası hakkında kötü zanda bulunamazsınAncak te'vil kabul etmeyecek şekilde sana âyan beyan olursa, o zaman bildiğine ve gördüğüne inanmaktan başka seçeneğin yoktur.

Gözünle görmediğin, kulağınla işitmediğin birşeyin kalbine düşmesine gelince, o şeyi senin kalbine şeytan atmıştırBu bakımdan şeytanı yalanlaman gerekirÇünkü şeytan, fâsıkların en katmerlisidir, Nitekim Allahü teâlâ şöyle buyurmuştur:

Ey îman edenler! Eğer bir fâsık size bir haber getirirse, onun doğruluğunu araştırınYoksa bilmeyerek bir topluluğa kötülük edersiniz de sonra yaptığınıza pişman olursunuz. (Hucurât/6)

Bu bakımdan İblis'i doğrulamak caiz değildirEğer orada fesâda delâlet eden bir hayal ve bir karine varsa, onu tasdik etmen caiz değildirÇünkü fâsığın doğru söylemesi tasavvur edilebilirFakat onu tasdik etmek senin için caiz değildirHatta ağzını koklayıp içkinin kokusunu duyduğun bir insan için ceza tatbik etmek caiz değildir; zira bu adamın ağzını içki ile çalkalayıp içkiyi dökmesi ve içmemesi veya cebren içmeye zorlanması mümkün ve muhtemeldir denilebilirBütün bunlar şüphesiz ki muhtemel delillerdirKalben onları tasdik etmek ve o delillerden ötürü müslüman hakkında kötü zanda bulunmak caiz değildirNitekim Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuşur:

Allah, müslümanın, kanını, malını ve hakkında kötü zanda bulunmayı haram kılmıştır238

Bu bakımdan su-i zan ancak malın helâl olmasını gerektiren sebeplerle helâl olabilirO da görme veya âdil bir delildirDurum böyle değilse, kalbine su-i zannın vesvesesi gelirse, onu nefisten uzaklaştırmak gerekir ve nefsine 'Adamın -daha önce olduğu gibi-hali senin yanında kapalıdırSenin ondan gördüğün şeyi hayra da, şerre de yorumlama ihtimâli vardır' demek gerekir.

Soru: Kalbine gelenin zan olduğu ne ile bilinir? Oysa insanın içinde şüpheler oynamakta, nefis daima kendi kendine bir şeyler fısıldamaktadır?

Cevap: Kötü zan olmasının alâmeti, onunla beraber kalbin daha önceki durumundan değişmesidirBu bakımdan kalp, az da olsa ondan nefret ederek bir ağırlık hissederOnu gözetmen, araman, ikramda bulunman ve ondan dolayı üzülmen gevşerİşte bütün bunlar, kötü zan olmasının alâmetleridirOysa Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

Mü'minde üç şey vardır ki onlardan kurtulması için bir yol vardırKötü zandan kurtulmanın yolu ise şüphelendiği şeyin üzerine düşmemesidir239

Yani ne fiilen ne de kalben onu araştırmamak ve üzerinde durmamaktırMü'min, kalbinde ve âzalarında ona yer vermemelidirKalpte yer vermesi, sevginin nefrete dönüşmesidirAzalarda yer vermek ise, onun gereğince amel etmek demektirŞeytan az bir hayalle bazı kere halk hakkındaki kötü zannı kalbe yerleştirir ve adama 'bu senin zeki oluşundan, zihninin süratle intikal edişinden dolayı kalbinde meydana gelmiştir' vesvesesini ilka eder ve devamla şu vesveseyi verir: 'muhakkak Mü'min Allah'ın nûruyla bakar! (Sen Allah'ın nûruyla bakarak bunu sezdin) 'Oysa böyle bir insan hakikatte şeytanın gururu ve meydana getirdiği karanlıkla bakıyordur.

Âdil bir kimsenin haber verip, senin zannının da o adil kimseyi tasdik etmesine gelince, sen burada mazur sayılırsınÇünkü sen o âdil insanı yalanlarsan bu yalanlaman adalete karşı bir cinayettir; zira adaleti yalan zannetmiş olursun, Bu da su-i zandırBu bakımdan herhangi birisine -yani ne haber veren âdil kimseye, ne de hakkında su-i zan yapılması gereken şahsa- su-i zan etmemeli ve ikisi hakkında da eşit bir şekilde düşünmelisinİkisinin arasında düşmanlık, çekememezlik ve kindarlığın olup olmadığını araştırmak gerekirÇünkü bunlardan dolayı da itham etmiş olabilir! Allah'ın nizâmı, âdil bir babanın evladı için şahidliğiıü itham edilmek sözkonusu olduğu için reddetmiştirDüşman aleyhindeki şahidliği de reddetmiştirBu bakımdan sen böyle bir durumda duraklamasınHer ne kadar söyleyen adam adil olsa da onu ne yalanlamalı, ne de doğrulamalısınFakat nefsine 'Bahsi edilen kişinin hali, benim yanımda, Allah'ın örtüsü altında bulunuyorOnun işi benden örtülü ve olduğu gibi kaldı ve onun işinden bana hiçbir şey keşfolunmuş değildir' demelidirKişi bazen zahirde adaletli olurOnunla gıybeti yapılanın arasında herhangi bir kin de sözkonusu olmayabilirFakat halkın gıybetini yapmak, kötülüklerini belirtmek, bu zahirde adil görünen kişinin âdetinden olabilirDinleyen de onu âdil zannederOysa o âdil değildir; zira başkasının gıybetini yapan bir kimse fâsıktırEğer gıybet onun âdetinden ise şahidliği reddedilirAncak halk arasında gıybet yapmak âdet olduğundan dolayı gıybet hususunda gevşeklik gösteriyorlarHalkın aleyhinde bulunmaya pek aldırış etmiyorlar240

Ne zaman bir müslüman hakkında kalbine bir kötülük gelirse, o müslümanı daha fazla gözetmen ve durumunu sorman uygun olurOna hayırla dua etmen daha münâsib olurÇünkü böyle yapman şeytanı kızdırır ve senden uzaklaştırırBir daha da şeytan senin kalbine kötü zannı ilka edemezÇünkü senin dua etmekle ve hakkında kötü zan yapılmak istenen adamın hakkına daha fazla riayet etmekle meşgul olmandan korkar.

Müslümanın hatasını açık bir delille bildiğinde, gizlice kendisine nasihatta bulunSakın şeytan seni aldatıp o adamın gıybetini yapmaya sürüklemesinO adama nasihat yaptığında, onun o eksikliğini bildiğine sevinerek nasihat yapma! Çünkü böyle bir sevinç, onun sana tâzim gözüyle, senin de ona hakaret gözüyle bakmandan ve kendini ondan üstün tutmandan kaynaklanırSenin bu nasihattan maksadın onu günahtan kurtarmak olmalıdırBunu yaparken, dinin hakkında bir eksikliğin olduğunda nefsin için üzüldüğün gibi onun için de üzülerek yapmalısın ve yine adamcağızın o günahı nasihatinin tesiri olmaksızın bırakması, nasihatinin tesiriyle bırakmasından sence daha sevimli olmalıdırSen bunları yaptığın takdirde nasihat, musibetten dolayı üzülmek ve müslüman kardeşine din hususunda yardım etmek ecirlerini bir arada toplamış olursunSu-i zannın semerelerinden biri de merakla araştırmaktır; zira kalp, su-i zanla kanaat getirmeyerek tedkik ve tahkik isterBu bakımdan hakkında su-i zan yapılan adamın durumunu araştırmakla meşgul olurBu da yasaklanmıştırNitekim Allahü teâlâ 'Birbirinizin gizli taraflarını araştırmayın' (Hucurât/12) buyurmuşturBu bakımdan gıybet, su-i zan ve araştırmak aynı ayette yasaklanmışlardır.

Tecessüss'ün mânâsı, Allah'ın kullarını Allah'ın örtüsü altında bırakmamak, onların gizli taraflarını öğrenmeye çalışmak ve üzerlerine gerilen örtüyü yırtmaktır -eğer kendisinde gizli olsaydı kalbi ve dini için daha selâmetli olurdu- böylece gizli olan birşeyi bilmek ister.

Biz Emr-i bi'l-Ma'ruf bölümünde tecessüss'ün hüküm ve hakikatini belirtmiştik.

240) Bu büyük bir beladır. Her memlekette halkın hemen hemen tümünü içine alır. Bu durum fesadın en büyüğüdür. Ancak Allah'ın koruduğu insan bundan kurtulabilir! (İthafus-Saadc)

Gıybeti Ruhsatlı Kılan Özürler

Başkasının kötü taraflarını belirtmeyi ruhsatlı kılan şey, şer'an sıhhatli ve doğru bir hedeftir ki ona ancak gıybet yapmak sûretiyle varmak mümkün olurBu bakımdan bu durum, gıybetin günahını ortadan kaldırırGıybeti ruhsatlı kılan özürler altı tanedir:

Birincisi: Tazallüm/zulümden şikayet etmektir; zira bir kadıya zulmü haber veren, hıyâneti söyleyen, hasmının rüşvet aldığını haber veren bir kimse -eğer mazlum değilse- gıybet yapmış ve isyan etmiş bir kimse olurKadı tarafından zulme uğrayan bir kimse ise, kadı'nın üstünde bulunan sultana gidip şikayet eder ve kadı'nın zulmettiğini söyler; zira bu kimsenin hakkının alınması ancak bu gıybeti yapmak sûretiyle mümkün olurNitekim Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

Muhakkak ki hak sahibi olan alacaklı için söz söyleme yetkisi vardır241

Zengin bir kimsenin borcunu geciktirmesi zulümdür242

Varlıklının (borcunu) geciktirmesi, hem cezalandırılmasını, hem de gıybetinin yapılmasını helâl kılar243

İkincisi: Dinen münker ve yasak olanı engellemek, âsî bir kimseyi doğru yola çevirmektirNitekim rivâyet ediliyor ki, Hazret-i Ömer, Hazret-i Osman'ın yanından geçti. (Bazıları da 'Hazret-i Talha'nın yanından geçti' demişlerdir) Osman'a' selâm verdiHazret-i Osman (veya Hazret-i Talha) Hazret-i Ömer'in selâmına karşılık vermediBunun üzerine Ömer, Hazret-i Ebû Bekir'e giderek durumu anlattıHazret-i Ebû Bekir, durumu düzeltmek için Hazret-i Osman'a geldi ve Hazret-i Ömer'in bu sözünü gıybet saymadılarYine bunun gibi Hazret-i Ömer'in kulağına Ebû Cendel'in Şam'da içki içtiği haberi geldiğinde Ebû Cendel'e şu mektubu yazdı:

Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın ismiyle başlarım! Hâ, Mim! Bu kitabın indirilişi, azîz, alîm olan Allah'tandırO, günahı bağışlayan, tevbeleri kabul eden, azabı şiddetli olan, ihsan sahibi Allah'tandır ki, Ondan başka hiçbir ilâh yokturDönüş ancak O'nadır. (Mü'min/1-2)

Hazret-i Ömer'in bu mektubu üzerine Ebû Cendel tevbe etti ve Hazret-i Ömer, bu haberi kendisine ulaştıranı gıybet yapmış kabul etmediÇünkü bu haberi Hazret-i Ömer'e ulaştıranın maksadı, Hazret-i Ömer'in Ebû Cendel'in bu yaptığını ortadan kaldırması içindirHazret-i Ömer'in Ebû Cendere yapacağı nasihatin, başkası tarafından yapılan nasihattan daha tesirli ve faydalı olacağını umduBunun mübah olması, sıhhatli ve doğru bir maksadla olmasındandırEğer bu sıhhatli maksad ortada mevcud değilse, böyle söylemek haram olur.

Üçüncüsü: Fetva istemektirNitekim müftüye der ki: 'Babam veya hanımım veya kardeşim bana zulmetti! Bu zulümden kurtulmak için çare ve yol nedir?' Bu hususta en sağlamı, târiz yoluyla sormaktırMeselâ şöyle demelidir: 'Babası veya kardeşi veya hanımı kendisine zulmeden bir adam hakkında ne dersiniz?' Fakat bu miktarın tayini mübahtırÇünkü Utbe'nin kızı Hind'den244 rivâyet edildiğine göre, Hazret-i Peygambere şöyle demiştir: 'Kocam Ebû Süfyân çok cimri bir kimsedirBana ve çocuğuma yetecek kadar nafaka vermiyorAcaba onun haberi olmaksızın onun malından alabilir miyim?'

Hazret-i Peygamber

cevap olarak şöyle buyurmuştur: 'Normal olarak sana ve çocuğuna yetecek kadarını al'245 İşte Hind, Ebû Süfyân'ın cimriliğini, kendisine ve çocuğuna zulmettiğini belirttiBuna rağmen Hazret-i Peygamber, onu bu gıybeti yapmaktan menetmediÇünkü onun maksadı fetva istemekti.

Dördüncüsü: Müslümanı şerden korumaktırBu bakımdan bid'atçı veya fâsığın bid'atının ona sirayet edeceğinden korktuğun zaman, o fâsık ve bid'atçı kimsenin fısk ve bid'atını bir fakîh'e açıklayabilirsinEğer seni, bunu açıklamaya teşvik eden, bid'at ve fıskın sirayet etme korkusundan başka bir hedef değilse, açıklayabilirsin; zira burası,, aldanma yeridirÇünkü bazen o adama kızmak, İnsan oğlunu bu açıklamaya teşvik edebilirŞeytan halka şefkat göstermekle bu durumu örterek onu aldatabilirBir köle satın alana -eğer kölenin hırsızlık, fâsıldık veya başka bir ayıbı biliniyorsa- kölenin bu kusurlarını söyleyebilirsinÇünkü senin sükût etmende alıcının, söylemende de kölenin zararı vardırOysa alıcının tarafını gözetmek daha evlâdırBöylece şahidleri temize çıkaran bir kimseye de şahidin halinden sorulduğu zaman, eğer şahidin kusurunu biliyorsa, onun kusurunu söylemek suretiyle aleyhinde bulunabilirEvlenmek hususunda kendisiyle istişare edilen veya emaneti bırakmak hususunda kendisine danışılan bir kimse de böyledirMüsteşar, istişare yapana gıybet maksadıyla değil, nasihat maksadıyla bildiklerini söyleyebilirEğer istişare eden, kişinin sadece 'Bu sana yararlı değildir' sözüyle o evlenmeyi bırakacağını biliyorsa, öyle söylemek, tafsilâta geçmemek farzdır ve bu kadar söylemek yeterlidirEğer ancak açıkça ayıbını söylemek sûretiyle evlenmeyi bırakacağını biliyorsa, o vakit açıkça söylemek yetkisine sahiptir; zira Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

Siz fâcir kimseyi belirtmekten korkar mısınız, çekinir misiniz? (Hayır çekinmeyin!) Halk kendisini tanısın diye maskesini yırtınızHalk ondan sakınsın diye onda bulunan kusuları soyleyin.

Selef-i Sâlihîn derler ki: Üç sınıf vardır, onların gıybeti yoktur, onların gıybetinden günah gelmez:

1Zâlim idareci

2Bid'atçı kimse

3Fıskını açıklayan fâsık

Beşincisi: İnsanın, ayıbını belirten bir lâkab ile maruf olmasıdırel-A'rec (Topal) , el-A'meş (Gece görmez) gibi2- Bu bakımdan 'Ebû Zennat, el-A'rec'den, Selman, el-A'meş'ten rivâyet etti' demende ve buna bezer ibareleri kullanmakta günah yokturÂlimler, bunu tarif etmenin zaruri olması sebebiyle böyle yapmışlardırBir de bu öyle bir hâl almış ki hakkında kullanılan adam bunu bilse dahi tiksinmezÇünkü bununla şöhret bulmuşturEvet! Eğer bundan sakınmak ve başka bir ibâre ile tarif etmek imkânı varsa, onu kullanmak daha evlâdır ve bunun için de âma bir kimseye noksanlık isminden kaçmak için gözlü denir.

246) el-Arec, Medineli Abdurrahman'ın lakabıdır. Bu zat Ebû Hüreyre'nin en yakın arkadaşıdır. Hicretin 17. senesinde İskenderiye'de vefat etmiştir, el-A'meş ise, Süleyman b. Mehran el-Kuhili'nin lâkabıdır, Kûfelidir.

Altıncısı: Gıybeti yapılanın, fâsıklığmı açıkça yapmasıdırKadınımsı giyinen, kadın gibi hareket eden, meyhane açan, açıkça içki içen ve halkın malını müsadere eden bir kimse gibi. . Aynı zamanda bu kimse böyle şeyleri kendisine bu lâkabların takılacağından çekinmeksizin açıktan açığa yapıyor, kendisini bu sıfatlarla anmaktan iğrenmiyorsa, açıktan işlemiş olduğu bir sıfatı kendisine atfettiğin zaman günahkâr olmazsınNitekim Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur:

Kim hayâ perdesini yüzünden atmışsa, onun gıybeti yoktur247

Hazret-i Ömer (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Tâcir bir kimsenin hürmet ve ikrâmı yoktur'248 Hazret-i Ömer bu sözüyle, gizli bir fâsığı değil, fâsıklığmı açıkça yapan bir kimseyi kastediyor; zira fıskı gizli olan bir kimsenin hürmetini gözetmek gerekir.

Said bTarif şöyle demiştir: Ben Hasan-ı Basrî'ye 'Fıskını açıkça yapan bir kişinin, kötülüklerini söylersem gıybetini yapmış sayılır mıyım?' diye sordumCevap olarak 'Hayır! Böyle bir kimsenin hürmeti sözkonusu değildir' dedi.

Hasan-ı Basrî şöyle demiştirÜç sınıf vardırOnların gıybeti haram değildir:

1Hevâ ve hevesine tâbi olan

2Fıskını açıktan yapan fâsık

3Zâlim bir idareci249

Bu üç sınıfın arasındaki ortak nokta, üçünün de günahı açıktan işlemesidirÇoğu zaman işledikleriyle iftihar ederlerİşlediklerini açıkça yaptıkları halde yaptıklarını söylemekten neden tiksinsinler! Eğer kişi, o üç sınıftan birinin açıkça yapmadığı başka bir günahı söylerse günahkâr olur.

Avf bEbî Cemil şöyle anlatıyor: Ebû Bekir Muhammed bSîrin'in huzuruna girdim ve onun yanında Haccâc-ı Zâlim'in aleyhinde atıp tuttumDedi ki: 'Allah âdil bir hâkimdirHaccâc'ın gıybetini yapandan intikamını alırYarın Allah'ın huzuruna vardığında senin yapmış olduğun en küçük günahın, senin için Haccâc'ın yapmış olduğu en büyük günahtan daha şiddetlidir'.

241) Müslim, Buhârî

242) Müslim, Buhârî

243) Ebû Dâvud, Nesâî, İbn Mâce

244) Hind'in İslâm'dan önceki haberleri meşhurdur. Müşrike Hind, Uhud muharebesine iştirâk etmiştir. Mekke fethedilinceye kadar müslümanların en şiddetli düşmanıydı. Mekke fethinde, önce kocası Ebû Süfyânsonra da kendisi müslüman olmuştur.

245) Müslim, Buhârî

246) el-A'rec, Medineli Abdurrahman'ın lakabıdır. Bu zat Ebû Hüreyre'nin en yakın arkadaşıdır. Hicretin 17. senesinde İskenderiye'de vefat etmiştir, el-A'ın. eş ise, Süleyman b. Mehran el-Kuhili'nin lâkabıdır, Kûfelidir.

247) İbn Adiyy, Ebû Şeyh

248) İbn Eb'id-Dünya

249) İbn Eb'id-Dünya

Gıybet'in Kefareti

Gıybet'i yapana farz olan, pişman olmak, tevbe etmek ve yaptıklarından dolayı üzülmektir ki böyle yapmakla Allah'ın hakkını ödemiş olsun! Sonra gidip gıybetini yaptığı kimseye kendisini helâl ettirmelidir ki o da helâl ederse, ona yapmış olduğu zulmün cezasından kurtulurGıybetini yaptığı adamdan helâllik istediği zaman mahzun, üzgün ve yaptığından dolayı pişman olmalıdırÇünkü riyâkâr bir kimse bazen gıybetini yaptığı kimseden, muttakî olduğunu göstermek için helâllik isterOysa içinde gıybetten dolayı pişmanlık diye birşey yokturBöylece ikinci bir günah işlemiş olur! Hasan-ı Basrî şöyle demiştir: 'Gıybetçiye, helâllik istemek değil Allah'tan günahının affını istemek kâfi gelirBunun yeterli olduğuna Enes b. Mâlik'ten rivâyet edilen hadîsle istidlâl edilir: Enes (radıyallahü anh) Hazret-i Peygamber'in şöyle buyurduğunu rivâyet eder:

Gıybetini yapmış olduğun kimsenin gıybetinin kefareti, onun için istiğfar edip, af talep etmendir250

Mücâhid şöyle demiştir: 'Kardeşinin etini yemenin kefareti, onu övmen, hayırla kendisine dua etmendir'.

Atâ bEbî Rebah'a 'gıybetten tevbe etmek' hakkında sorulduDedi ki: "Gıybetten tevbe etmek, gıybetini yapmış olduğun arkadaşına gitmen ve ona 'Ben söylediğimde yalan söyledimSana zulmettim ve su-i edebde bulundumİstersen hakkını benden alabilirsin ve istersen beni affedersin' demendir.

Atâ'nın bu fetvası daha sağlamdır, İtirazcının 'Gıybetin karşılığı yokturBu bakımdan gıybetten dolayı helâllik istemek farz değildirMal ise tam bunun hilâfınadır' demesine gelince, onun bu sözü zayıf bir sözdür; zira başkasının haysiyet ve mürüvvetine saldırana iftira cezasının tatbik edilmesi farzdır ve bu kimsenin yakasına yapışılırSahih bir hadîste, Hazret-i Peygamber'den şöyle söylediği rivâyet edilmiştir:

Kimin yanında müslüman kardeşinin haysiyet ve şerefi veya malı hususunda bir zulüm varsa, o kimse, kendisinde dinar ve dirhem (para) bulunmayan bir gün gelmezden önce gidip o kardeşinden helâllik istemelidirÇünkü o günde sadece onun hasenât ve sevabından alınır, gıybeti yapılana verilirEğer sevabı yoksa arkadaşının günahları alınır, kendisinin günahlarına eklenir251

Hazret-i Âişe (radıyallahü anh) başka bir kadına 'eteği uzundur' diyen bir kadına 'Sen onun gıybetini yaptınGit kendisinden helâllik iste' demiştirBu bakımdan eğer gıybetçinin imkânı varsa, helâllik istemesi lâzımdırEğer gıybeti yapılan şahıs ortada yok veya ölü ise, en uygunu onun için af talep etmesi, duada bulunması ve onun nâmına hayırlar yapmasıdır.

Eğer 'Acaba helâl etmek farz mıdır?' dersen, cevap olarak derim ki: Hayır! Tarz değildirÇünkü başkasına hakkını helâl etmek teberrudurTeberru ise farz değil, fazilettir'Fakat buna rağmen helâl etmek güzeldirÖzür dilemenin yolu, karşısındakini mübalâğalı bir şekilde övmek, ona kendisini sevdirmektirOnun kalbini hoşnut edinceye kadar bu şekilde arkasını bırakmamaktırEğer buna rağmen kalbi hoş olmazsa özür dilemesi ve sevgi göstermesi, defterine yazılacak bir hasene olurO hasene kıyâmet gününde, gıybet kötülüğünün karşılığı olurSeleften bazıları helâl etmezdi.

Said bMüeseyyeb der ki: 'Bana zulmedene hakkımı helâl etmem!'

İbn Sirin der ki: 'Ben, gıybetimi yapana gıybeti haram etmedim ki kendisine hakkımı helâl edeyimMuhakkak Allah ona gıybeti haram etmiştirBen ise hiçbir zaman Allah'ın haram ettiğini helâl edemem'.

Eğer 'O halde Hazret-i Peygamberin 'Helâllik istemesi uygundur' şeklindeki sözünün mânâsı -eğer Allah'ın haram kıldığının helâl edilmesi mümkün değilse- nedir?' dersen, cevap olarak deriz ki: 'Hazret-i Peygamberin maksadı; zulmü affetmektirYoksa harâmı helâle çevirmek değildirİbn Sîrin'in dediği ise, gıybetten önce gıybeti helâl etmek hususunda güzel ve geçerlidirÇünkü herhangi bir şahsa, başkasına gıybetini yapmasını helâl etmesi caiz değildir'.

Soru: O halde Hazret-i Peygamberin şu hadîs-i şerifinin mânâsı nedir ve o gıybetini nasıl sadaka olarak verirdi?

Sizden biriniz, Ebû Demdem gibi olmaktan aciz midir? Ebû Demdem evinden çıktığı zaman şöyle derdi: 'Ey Allahım! Ben gıybetimi yapmayı halk için sadaka olarak verdim (helâl ettim) '.

Yine gıybetini sadaka olarak veren bir kimsenin gıybeti helâl olur mu? Eğer o kişinin sadakasının kabul edilmemesi sözkonusu ise, o zaman Hazret-i Peygamberin bizi böyle yapmaya teşvik etmesinin mânâsı ne olabilir?252

Cevap: Bu hadîs-i şerifin mânâsı 'Ben kıyâmet gününde, bana zulmedeni muâhaze etmek istemem ve onunla davaya da girmem' demektirAksi takdirde gıybet, hiçbir zaman böyle söylemekle helâl olmaz ve gıybet eden bir kimse de günahtan kurtulamazÇünkü böyle demek, günahın olmadan önce affedilmesi demektirAncak bu kişi dava etmeme sözüne sadakat göstermek niyetindedirEğer bu sözünden dönüp davacı olursa, diğer hukuklarda olduğu gibi, burada da kıyas böyle bir davaya yetkili olmasıdırFâkihler açıkça dediler ki: 'Kim kendisine iftira atmayı mübah kılarsa, iftira atana tatbik edilen cezadan onun hakkı düşmezBu, âhiret cezası gibidir'.

Kısaca gıybetçiyi affetmek daha faziletlidirNitekim Hasan-ı Basrî şöyle demiştir: "Ümmetler kıyâmet gününde, Allah'ın huzurunda diz çöktükleri zaman 'Kimin Allah nezdinde ecri varsa ayağa kalksın!' denirO zaman sadece dünyada halkı affedenler ayağa kalkarlar"Nitekim

Allahü teâlâ şöyle buyurmuştur:

Affetmeyi şiar edin, mârufu emret ve câhillerden yüz çevir! (A'raf/199)

Hazret-i Peygamber (sa) de şöyle buyurmuştur: Ey Cebrâil! Ayetteki af ne demektir?

Cebrâil şöyle demiştir: 'muhakkak Allah sana zulmedeni affetmeni emrediyorSıla-yı rahmi kesen akrabana sıla-yı rahim yapmanı ve seni mahrum edeni mahrum etmeyip vermeni emrediyor'253

Bir şahıs Hasan-ı Basrî'ye 'Filân adam senin gıybetini yaptı!' dediBunun üzerine Hasan, bir tabak yaş hurma doldurarak o adama gönderdi ve şöyle dedi: 'Kulağıma geldiğine göre sen hasenât ve sevabından bana hediye etmişsinBen de o hediyene karşılık sana bu hurmaları hediye etmek istedimBeni mâzur gör! Çünkü senin hediyene tam olarak karşılık vermeye kudretim yok!

250) İbn Eb'id-Dünya

251) Müslim, Buhârî, (Ebû Hüreyre'den)

252) Bezzâr, İbn Sinnî, Ukaylî

253) Ebû Nuaym

24-8

Nemime (Dedikodu)

(Herkesi) kınayan, söz götürüp getiren, hayra engel olan, saldırgan, günahkâr, kaba, sonra da kötülükle damgalı (olanların hiçbirine itaat etme) . (Kalem/11-13)

Abdullah bMübârek dedi ki: "Ayetteki 'zenim' konuşmayı (sırrı) gizleyemeyen veled-i zinadırAllahü teâlâ, bununla işaret buyurmuştur ki konuşmayı gizlemeyen ve kovuculuk yapanın hareketi, veled-i zina olmasına delâlet ederBu keyfiyet, Allahü teâlâ'nın 'Zorbayı, bütün bunlarla beraber soysuz olan yardakçıyı tanıma. . . (Kalem/13) cümlesinden çıkarılırÇünkü ayette geçen 'zenim' kelimesi, 'başkasına nisbet edilen kimse' demektir". (253) Ebû Nuaym

(İnsanları) diliyle çekiştiren, kaş ve gözüyle işaretler yapıp alay eden her fesat kişinin vay haline!

(Hümeze/1) Denildi ki: 'Hümeze', 'nemmam ve kovucu kimse' demektir.

Karısı da odun hamalı olarak (oraya girecek) Boynunda bükülmüş bir ip (zincir vardır) . (Tebbet/4-5)

Bu ayetin tefsirinde denildi ki: 'Ebû Leheb'in karısı, çok dedikoducuydu, konuşmaları sırtlar, gezdirirdi'.

Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur:

Allah kâfirlere Nûh'un karısı ile Lût'un karısını da bir misâl yaptıO iki kadın, kullarımızdan iki sâlih kulun (nikâhları) altında idilerBöyleyken (îman hususunda) kocalarına hainlik ettilerKocaları Allah'tan (gelen) hiçbir şeyi onlardan savamadı. (Tahrîm/10)

Bu âyet-i celîlenin tefsirinde denildi ki: 'Lût'un karısı, gelen misafirleri kavmine haber veriyorduNûh'un karısı da Nûh'un mecnun olduğunu yayıyordu!'

Nitekim Hazret-i Peygamber de şöyle buyurmuştur:

Cennete nemmam (kovucu) bir kimse giremez254

Cennete kattad (kovucu) bir kimse girmez255 Kattad 'nemmam' demektirEbû Hüreyre (radıyallahü anh) Hazret-i Peygamber'in şöyle söylediğini rivâyet eder:

Allah nezdinde en sevimliniz, ahlâken en güzel olanlarınızdırO kimseler ki kanatlarını gererler, severler ve sevilirlerSizin Allah nezdinde en sevimsiz olanlarınız, söz gezdirenleriniz, kardeşlerin arasını ayıranlarınız, mâsum kimselerin hatalarını araştıranlarınızdır256

Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

-Sizin en şerlilerinizi size haber vereyim mi?

-Evet!

-Onlar ki kovuculuk yaparlar, dostların arasını bozarlar, tertemiz insanlarda ayıplar arar, yakıştırmalar yaparlar257

Ebû Zer Hazret-i Peygamber'in şöyle dediğini rivâyet eder: 'Kim haksız yere bir sözü, bir müslümanı onunla lekelemek için yayarsa, Allah onu kıyâmet gününde ateşle lekelendirir'258

Ebu'd Derda Hazret-i Peygamberin (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle söylediğini rivâyet eder: 'Bir kimse başkalarının bilmediği bir sözü onun aleyhinde yayar, onu o söz ile lekelemek isterse, aynı söz ile kıyâmet gününde o iftiracıyı ateşte eritmek Allah'a haktır'259

Ebû Hüreyre Hazret-i Peygamber'in (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle söylediğini rivâyet eder: 'Kim bir müslümanın aleyhinde o müslümanın hak etmediği bir şahidlikte bulunursa, o kimse ateşte yerini hazırlasın'260

Deniliyor ki: 'Kabir azabının üçte birisi nemmamlık ve kovuculuktan ileri gelir'.

İbn Ömer Hazret-i Peygamberin şöyle söylediğini rivâyet eder: :

Allahü teâlâ (cc) cenneti yarattığı zaman ona 'konuş' diye emir verdiCennet de 'Bana giren bir insan saadete ermiştir' dediBunun üzerine Allahü teâlâ, şöyle buyurdu: 'izzet ve celâlime yemin ediyorum, sende insanların sekiz grubu durmayacaktır:

1İçkiye devam edenler.

2Zinada ısrar edenler.

3Kovucu (kattat) olanlar.

4Deyyus olanlar.

5İnsanlara zulmeden görevli memurlar.

6Kadın gibi giyinen, kadın gibi hareket eden muhannes kimseler.

7Sıla-yı rahmi kesenler.

8'Benim boynumda Allah'ın ahdi olsun, eğer ben şöyle yapmazsam' dediği halde dediğini yerine getirmeyenler261

Ka'b-ul-Ahbar'dan şöyle rivâyet ediliyor: İsrâiloğulları'na kıtlık isabet ettiHazret-i Mûsa (aleyhisselâm) birkaç defa yağmur duasına çıktığı halde yağmur yağmadıBunun üzerine Allah, Musa'ya vahy göndererek 'Ben ne sana, ne de seninle beraber yağmur duasına çıkanlara müsbet bir cevap vermeyeceğimÇünkü sizin içinizde bir nemmam (kovucu) vardır ve o kovucu, kovuculuğuna devam ediyor' dediHazret-i Mûsa (aleyhisselâm) 'Yarab! O kovucu kimdir? Bana onu haber ver ki onu aramızdan çıkarayım!' dediAllah 'Ey Musa! Sizi kovuculuktan menettiğim halde kendim mi kovucu olayım?' dediBunun üzerine İsrailoğulları’nın hepsi birden tevbe ettiler ve yağmura kavuştular.

Bir kişi yediyüz fersah öteden yedi kelime öğrenmek için bir hakîme geldiHakime vardığı zaman şöyle dedi: 'Ben Allah'ın sana vermiş olduğu ilim için sana gelmiş bulunuyorumBana gök ve göklerden daha ağır olanı, yer ve yerden daha geniş olanı, taş ve taştan daha katı olanı, ateş ve ateşten daha hararetli olanı, zemherir ve zemherirden daha soğuk olanı, deniz ve denizden daha zengin olanı, yetim ve yetimden daha zelil olanı haber ver!' Hakîm ona şöyle dedi:

1Suçsuz bir kimseye iftira atmak göklerden daha ağırdır.

2Hak ve hakîkat yerden daha geniştir.

3Kanâatkâr bir kimsenin kalbi denizden daha zengindir.

4Harislik ve hased ateşten daha hararetlidir.

5Yakın akrabaya olan ihtiyaç -eğer yerine getirilmez isezemherirden daha soğuktur.

6Kâfirin kalbi taştan daha katıdır.

7Kovucu bir kimse kovuculuğu ortaya çıktığı zaman, yetimden daha zelîl ve sefil olur.

254) Müslim, Buhârî

255) Müslim, Buhârî

256) Taberânî

257) İmâm-ı Ahmed

258) İbn Eb'id-Dünya

259) İbn Eb'id-Dünya

260) İmâm-ı Ahmed, İbn Eb'id-Dünya

261) Ahmed, Nesâî

Nemime'nin Tarifi ve Reddedilmesi Gereken Kısmı

Nemime ismi, en çok başkasının sözünü, aleyhinde konuşulan kişiye haber veren kimse için kullanılırNitekim 'Filân adam senin hakkında şöyle dedi' dersinOysa nemime'nin tarifi şudur: Açıklanması hoş görülmeyen şeyi açıklamakBu açıklama ister söyleyenin hoşuna gitmesin, ister hakkında söylenenin hoşuna gitmesin, isterse üçüncü bir şahsın hoşuna gitmesin farketmezBu açıklama ister sözle, ister yazıyla, isterse işaret veya îma ile olsun, nakledilen ister amellerden, ister sözlerden, ister kendisinde olan bir eksiklik veya bir ayıp olsun veya olmasın. (Bütün bunlar nemime'nin tarifine dahildirler) .

Nemime'nin hakikati, sırrı ifşa etmek, açıklanmasından hoşlanılmayan birşeyin yüzünden perdeyi yırtıp kaldırmaktırİnsan oğlunun görüp hoşuna gitmediği durumlarda susması uygundurAncak söylemesinde bir müslümanın faydası veya bir günahın ortadan kaldırılması sözkonusu olan bir hâl bu söylediğimizin dışındadırMeselâ başkasının malını aşıran bir kimseyi görmek gibi. . . Bu takdirde bu hususta şahidlik yapması, müslümanın hakkını gözetmek bakımından kendisine gereklidirFakat kişinin kendi nefsine ait olan bir malı gizlediğini gördüğü zaman, bunu söylerse nemime ve sırrı ifşa etmek olurEğer başkasına söylediği şey, kendisinden hikâye ettiği insanda o bir ayıp ve eksiklik ise, bu takdirde gıybet ile nemimeyi bir araya getirmiş olurYani hem gıybetçi, hem de kovucu olurBu bakımdan, İnsan oğlunu kovuculuğa teşvik eden, ya kovuculuğu yapılan insana karşı bir kötülüktür veya kendisine haber götürülenin sevgisini açıklamak veya bâtıl ve fuzulî konuşmalara dalmaktırKime kovucu tarafından bir söz getirilirse 'filan adam senin hakkında şöyle dedi' veya 'şöyle yaptı' veya 'filân adam senin işini bozmak için şu tedbiri aldı' veya 'düşmanına şu yardımda bulundu' veya 'halini şu şekilde çirkin gösterdi' veya benzeri bir tabir söylendiği zaman kendisine altı vazife düşer:

Bir

Birincisi, kovuculuğu doğrulamamasıdırÇünkü kovucu fâsıktırFâsığın ise şahidliği kabul edilmezNitekim Allahü teâlâ şöyle buyurmuştur:

Ey îman edenler! Eğer bir fâsık size bir haber getirirse onun doğruluğunu araştırınYoksa bilmeyerek bir topluluğa kötülük edersiniz de sonra yaptığınıza pişman olursunuz.

(Hucurât/6)

İki

İkincisi, kovucuyu kovuculuktan menetmesi, nasihat yapması ve fiilinin çirkin olduğunu kendisine söylemesidirNitekim Allahü teâlâ şöyle buyurmuştur:

İyiliği emret! Kötülükten vazgeçir! (Lokmân/17)

Üç

Üçüncüsü, Allah için kovucudan nefret etmesidirÇünkü kovucu, Allah nezdinde nefret edilen bir kimsedirBu bakımdan Allah'ın buğzettiği bir kimseye buğzetmesi lâzımdır.

Dört

Dördüncüsü, ortada olmayan kardeşi hakkında su-i zarı etmemesidirÇünkü Allahü teâlâ şöyle buyurmaktadır;

Ey inananlar, zandan çok sakının! Zira zarının bir kısmı günahtır!

(Hucurât/12)

Beş

Beşincisi, kovucunun sana söylediği sözler seni bir müslüman hakkında casusluk yapmaya, onun gizli taraflarını -kovucu acaba doğru mu söylüyor, yalan mı söylüyor diye- araştırmaya sevketmemelidirÇünkü Allahü teâlâ 'Birbirinizin gizli şeylerini araştırmayın!' (Hucurât/12) buyurmaktadır.

Altı

Altıncısı, kovucuya yasakladığın şeye kendi nefsin için de razı olmamalısınOnun kovuculuğunu hikaye etmemeli, 'filân adam bana şöyle dedi' deyip kovucu ve gıybetçi olmamalısınOysa sen kovucuyu böyle yapmaktan daha önce menetmiştin.

Rivâyet ediliyor ki, bir adam Ömer b. Abdülaziz'in huzuruna girdi ve başka bir kişiden Ömer'e birşeyler naklettiBunun üzerine Ömer kendisine "Eğer dilersen senin durumunu tedkik ederizTedkik neticesinde yalancı çıkarsan şu âyetin mefhumuna dahil olmuş olursun: 'Eğer bir fâsık size bir haber getirirse tedkik ediniz'. (Hucurât/6) Eğer doğru isen, o zaman şu ayetin kapsamına girmiş olursun: 'Kınayan, söz götürüp getiren'. (Kalem/İl) Eğer dilersen tedkik etmezden önce seni affedelim!' dediKişi 'Ey Mü'minlerin emiri! Beni affet! 'Bir daha böyle bir hata işlemeyeceğime söz veriyorum' dedi.

Bir hakimi, arkadaşlarından biri ziyaret etti ve hakime, bazı dostlarından nâhoş haberler verdiBunun üzerine hakîm, ziyaretçiye dedi ki: Sen ziyareti geciktirdin ve üç suçu birden getirdin:

1Kardeşimi bana hor ve mebğuz gösterdin.

2Böyle şeylerden boş olan kalbimi meşgul ettin.

3Emin olan nefsini, benim yanımda şüpheli kıldın!

Süleyman bAbdulmelik oturuyorduZeherî de yanındaydıBu esnada bir kişi geldiSüleyman ona 'Kulağıma geldiğine göre sen benim aleyhimde şöyle demişsin' dediKişi 'Ben ne aleyhinde konuştum, ne de birşey söyledim' dediSüleyman 'Ama bana bu haberi söyleyen kimse sâdık ve doğru bir kimsedir' dediZeherî 'Kovucu, doğru ve sadık olamaz!' dediSüleyman 'Doğru söyledin!' dedi ve adama 'Haydi selâmetle git' dedi.

Hasan-ı Basrî şöyle demiştir: 'Sana başkasının sözünü nakletmek sûretiyle kovuculuk yapan, mutlaka seni de başkasına ihbar eder'.

Hasan-ı Basrî'nin bu sözü işaret eder ki kovucudan nefret etmek, onun sözüne güvenmemek, doğruluğuna bel bağlamamak uygundurKovucuya nasıl buğzedilmesin! Halbuki kovuculuk, yalan ve gıybetten, hile ve hıyânetten, dalâvere, hased, münâfıklık, halkın arasını açmak ve kaypaklık göstermekten hiçbir zaman geri kalmamaktadırKovucu, Allah'ın devam etmesini istediğini kesmek isteyenlerden ve yeryüzünde fesad çıkaranlardandır.

Ancak şunlar aleyhine yol vardır ki insanlara zulmederler ve yeryüzünde haksız yere saldırırlarBöylelerine acıklı bir azap vardır. (Şura/42)

Kovucu da bunlardandırNitekim Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur:

Muhakkak ki şerrinden dolayı halkın kendisinden sakındığı bir insan, insanların şerirlerindendir262

Kovucu da bunlardandırYine Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur:

Kesici cennete giremez!

'Kesici kimdir ya Rasûlüllah?' denildiğinde 'Halkın arasını kesendir' diye buyurdu.

Bu kimse kovucudur ve bu kimsenin sıla-,yı rahmi kesen bir kimse olduğu da söylenmiştir263

Hazret-i Ali'den şöyle rivâyet ediliyor: Bir kişi, diğer bir kişiyi Hazret-i Ali'ye ihbar ettiİmâm Ali, jurnalcıya dedi ki:

-Biz senin dediklerini soracağızEğer haklı çıkarsan, senden nefret edeceğizEğer yalancı çıkarsan, seni cezalandıracağızEğer dilersen, tedkik yapmaksızın seni affedeceğiz.

-Ya emîr'el-Mü'minîn! Beni affedin! Muhammed b. Ka'b el-Kurazî'ye denildi ki: 'mü'minin hangi hasleti Mü'mini daha fazla düşürür?'

Cevap olarak şöyle dedi: 'Fazla konuşmak, sırrı ifşa etmek ve herkesin sözünü kabul etmek'.

Bir kişi Basra valisi ve emiri bulunan Abdullah bAmr'a dedi ki: 'Benim kulağıma geldiğine göre, filan adam sana, benim senin aleyhinde konuştuğumu söylemiş'Emir Abdullah 'Evet, öyle' dediKişi 'O halde onun söylediğini bana söyle ki ben onun yalancı olduğunu senin yanında ispat edeyim' dediAbdullah 'Kendi dilimle kendime küfretmeyi istemiyorumOnun söylediğini de tasdik etmemen bana kâfidir ve senden de dostluğumu kesmem' dedi.

Kovuculuk, sâlihlerden birisinin yanında belirtildiO zat şöyle dedi: 'Her grup hakkında doğruluk övüldüğü halde kendilerinin doğruluğu övülmeyen bir grup hakkında ne dersiniz!'

Mus'ab bZübeyr (radıyallahü anh) şöyle demiştir: 'Biz kovuculuğu kabul etmenin kovuculuktan daha zararlı olduğunu görmekteyizÇünkü kovuculuk bir kötülükten haberdar etmektirOnu kabul etmek ise onu geçerli saymaktırBu bakımdan bir şeye muttali olup da o şeyden haber veren bir kimse, hiçbir zaman o şeyi kabul edip caiz gören bir kimse gibi olmazO halde kovucudan korununuzEğer o sözünde doğru ise başkasının hürmetini korumadığı ve ayıbını örtmediği için doğruluğundan dolayı alçak ve kötülenmiş bir kimsedirJurnalcilik, kovuculuğun ta kendisidirAncak jurnalcilik, kendisinden korkulan bir kimseye yapıldığı zaman jurnalcilik denirNitekim Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur:

İnsanları insanlara jurnal eden bir kimse, muhakkak reşid olmayan bir kimsedir yani gayr-i meşrû bir çocuktur264

Bir kişi, Süleyman bAbdulmelik'in huzuruna girdi ve kendisinden konuşmak için izin istedi ve dedi ki: 'Ey müzminlerin emiri! Seninle konuşmak istiyorumHoşuna gitmese dahi ona tahammül göstermeni istiyorumÇünkü kabul ettiğin takdirde, o konuşmanın sonunda seni sevindirecek bir netice vardır'Süleyman ona 'konuş!' diye izin verdiO 'Ey Mü'minlerin emiri! Senin etrafını, dinlerini senin dünyana feda eden, rablerini kızdırmak sûretiyle senin rızanı satın alan, Allah yolunda senden korkan, senin yolunda Allah'tan korkmayan bir grup çevirmiştirBu bakımdan Allah'ın korumasını sana vermiş olduğu hususta onlardan emin olma! Allahü teâlâ'nın sana korumayı emrettiği hususlarda onlara kulak vermeÇünkü onlar, milletin gerilemesinde ellerinden geleni esirgememiş, emaneti zayi etmek hususunda var kuvvetleriyle çalışmış kişilerdirNamusları param-parça etmekte de kusur etmemişlerdirOnların en büyük amaçları zulüm ve kovuculuktur, vesilelerinin en yücesi gıybet ve başkasının aleyhinde konuşmaktırOysa sen onların işlemiş olduğu cinayetlerden sorumlusunAma onlar senin işlediğin cinayetlerden sorumlu değildirlerBu bakımdan âhiretini fesada uğratarak onların dünyalarını ıslah etme! Zira zarar etmek bakımından en büyük insan, âhiretini başkasının dünyasına feda eden kimsedir'.

Bir kişi Ziyad el-A'cem265 adlı şahsı, Süleyman bAbdulmelik'e jurnal ettiBunun üzerine Süleyman, ikisini bir araya getirdiBu esnada Ziyad, kişiye dönerek şu şiiri okudu:

Sen öyle bir kişisin ki: ya tenha bir yerde seni bir sırrıma emin kılmışımdır ki sen hainlik yaptın veya bilgisiz bir söz söyledinSen aramızda olan işte de hainlik ile günah arasında bir derecede bulunuyorsun.

Bir kişi Amr b, Ubeyd'e 'Esvârî, durmadan hikâyelerinde seni şerirlikle yâd etmektedir' dediBunun üzerine Artır kendisine şöyle dedi: 'Sen onun arkadaşlık hakkını gözetmedinÇünkü konuşmasını bize naklettinHoşuma gitmeyen bir haberi kardeşimden bana getirdiğin için do benini hakkımı gözetmedinFakat git ona söyle ki, ölüm hepimizi, kasıp kavuracaktırKabir hepimizi kucaklayacak, kıyâmet hepimizi bir araya getirecektirAllah aramızda hükmedecektir ve O hakimlerin en hayırlısıdır!'

Jurnalcilerden biri Sahib bUbbad'a266 bir mektup getirdiO mektupta bir yetimin malını haber veriyor ve Sahib'i, o malın çokluğundan dolayı müsadere etmeye teşvik ediyorduBunun üzerine Sahib, mektubun arkasına şunları yazdı: 'Doğru da olsa jurnalcılık çirkindir! Eğer sen bu mektubunu nasihat maksadıyla yazmışsan burada zarar etmen, kar etmenden daha üstün ve faziletlidirÖrtülü bulunanın aleyhinde rezil olanı kabul etmekten Allah'a sığmıyorum-Eğer sen, gençliğinin vermiş olduğu heyecan içerisinde bulunmasaydın senin gibiler hakkında bu yaptığının gerektirdiği ceza ile mukabele edecektimEy mel'un! Ayıptan tevakki et! Zira Allah gaybı herkesten daha iyi bilirÖlü ise, Allah ona rahmet eylesinYetim ise Allah onun acısını hafifletsinMal ise Allah onu artırsınJurnal ise Allah ona lânet etsin!

Lokmân Hakîm oğluna dedi ki: 'Sana birkaç haslet tavsiye edeceğim! Eğer onları tutarsan daima baş olacaksın: Yakın ve uzak kimselere ahlâkını yumuşat! İyi ve kötü insanlardan cehaletini tutArkadaşlarını koru! Akrabalarına sılayı rahim yap! Onları jurnalcinin sözünü kabul etmekten veya seni fesada uğratmak isteyen bir zâlimi dinlemekten emin kıl! Çünkü bu zâlim seni aldatmak istiyorSenin arkadaşların o kimseler olsun sen onlardan, onlar da senden ayrıldıkları zaman ne sen onların aleyhinde, ne de onlar senin aleyhinde konuşsunlar'.

Biri şöyle demiştir: 'Kovuculuk; yalan, hased ve nifak üzerine kurulmuş bir binadırBunlar ise zulmün sacayaklarıdır.

Biri şöyle dedi: 'Eğer kovucunun sana getirmiş olduğu haber doğruysa, muhakkak sana küfretmeye cüret etmiştirKendisinden haber naklettiği kimsenin senin hilmine mazhar olması, kovucunun affedilmesinden daha evlâdırÇünkü o senin yüzüne karşı sana sövmüş değildir'.

Kısacası kovuculuğun şerri çok büyüktürOndan korunmak gerekirNitekim Hammad bSeleme şöyle anlatıyor: 'Bir kimse kölesini satılığa çıkardıAlıcıya dedi ki: 'Kölemde kovuculuktan başka bir ayıp yoktur! Alıcı 'Ben bu ayıba razı oldum' dedi ve köleyi satın aldıKöle birkaç gün yeni efendisinin yanında kaldıktan sonra efendisinin hanımına dedi ki: 'Efendim seni sevmiyor ve senin üzerine câriye getirmek istiyorBu bakımdan usturayı al da uyuduğu zaman ensesinden birkaç kıl kes ki o kıllar üzerine sihir yapayım da sana bağlı kalıp seni sevsin'. Sonra gidip efendisine dedi ki: 'Senin hanımın dost tutmuştur ve seni öldürmek istiyorKendini uyumuş gibi göster ve bunu gözünle gör!' Adam kendisini uyur gibi gösterdiKadın ustura ile kılları kesmek için geldiAdam, karısı gerçekten kendisini öldürmek istiyor zannettiKalkıp kadını öldürdü. Sonra kadının ailesi geldi adamı öldürdülerBöylece iki kabile arasına savaş girdi.

Biz Allahü teâlâ'dan hüsn-ü tevfikini dileriz!

262) Müslim, Buhârî

263) Müslim, Buhârî

264) Hâkim

265) Adı Ziyad b. Selim'dir. Ahdî kabilesine mensuptur. A'cem diye şöhret bulmuştur.

266) Büveyh devletinde vezir idi. Dedesi Abbas b. Ubbad Talkanî'dir,

İki Hasımın Arasına Girip, İki Yüzlülükle Herkesin Arzusuna Göre Konuşmak

Düşmanlık güdenleri gören bir kimse, bu felâketten az zaman kurtulabilirBu ise münafıklığın ta kendisidirNitekim Ammar bYasir267 Hazret-i Peygamber'in (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu rivâyet eder:

Kimin dünyada iki yüzü varsa, kıyâmet gününde o kimse için ateşten iki dil olur268

Ebû Hüreyre (radıyallahü anh) , Hazret-i Peygamber'in şöyle dediğini rivâyet eder:

Kıyâmet gününde Allah'ın kullarından şerli olarak iki yüzlü bir kimse göreceksiniz ki şu gruba öbür grubun konuşmasını, öbür gruba da bunların konuşmasını getirip götürür!269

Başka bir lâfızda 'Bu gruba bir yüzle, öbür gruba başka bir yüzle gelir' şeklinde vârid olmuştur.

Ebû Hüreyre şöyle demiştir: İki yüzlüye Allah nezdinde emin olmak uygun değildir'.

Mâlik bDinar şöyle demiştir: "Tevrat'ta okudum: 'Kişi arkadaşına karşı iki değişik dudak kullanırsa, emanet iptal olunmuştur demektirAllahü teâlâ kıyâmet gününde iki değişik dudak kullanan kimseyi helâk eder!' yazılıydı".

Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

Kıyâmet günü Allah nezdinde en çok nefret edilenler, yalancılar ve mütekebbirlerdirO kimseler ki göğüslerinde arkadaşlarına nefret vardırArkadaşlarıyla bir araya geldikleri zaman onlara yağcılık yaparlarO kimseler ki Allah'a ve Hazret-i Peygambere itaate davet edildikleri zaman ağırlaşır, şeytana ve onun emirlerine davet edildikleri zaman duraksamadan icabet ederler!270

İbn Mes'ûd şöyle demiştir: 'Sakın hiçbiriniz immea olmasın!' Dediler ki: 'İmmea ne demektir?'

Cevap olarak şöyle dedi: 'Her esinti ile esen kimse demektir!'

Selef, iki ayrı kişi ile iki ayrı yüzle görüşmenin münafıklık olduğunda ittifak etmişlerdirMünafıklığın birçok alâmetleri vardırİşte bu da o alâmetlerden biridir.

Rivâyet edildi ki, Hazret-i Peygamber'in ashâbından bir kişi vefat ettiHuzeyfe b. Yemân (radıyallahü anh) onun cenaze namazını kılmadıBunun üzerine Hazret-i Ömer, Huzeyfe'ye 'Hazret-i Peygamberin ashâbından biri ölür de sen onun cenaze namazına katılmazsın ha!' deyince, Huzeyfe 'Ey Mü'minlerin emiri! O münafıklardandı' dediHazret-i Ömer 'Seni yemine davet ediyorum, ben onlardan mıyım, değil miyim?' diye sorduHuzeyfe 'Ey Allahım! Beni muâhaze etme! Hayır, sen onlardan değilsinFakat senden sonra nifak hakkında hiç kimseden de emin değilim' diye ilave etti271

Eğer 'Kişi ne ile iki dilli olur ve bunun sınırı ve tarifi nedir?' diyecek olursan derim ki iki düşmanın huzuruna girip her birinin isteğine göre hareket ettiği saman eğer yapmış olduğu hareket doğru ise münafıklık değildir, iki dilli sayılmazÇünkü herhangi bir kimse iki düşmanla da aynı zamanda dostluk yapabilirFakat arkadaşlık hududuna varmayacak kadar zayıf bir dostluk. . . Zira eğer kişinin onlarla dostlukları tahakkuk etseydi, bu dostluk, düşmanın düşmanın olmasını gerektirirdiNitekim biz Sohbet Adabı bölümünde bunu söylemiştik.

Eğer onların herbirinin konuşmasını diğerine naklederse, o vakit iki yüzlüdürBu ise, kovuculuktan daha şerli olur; zira insan bir tek tarafın konuşmasını nakletmek sûretiyle kovucu olurBu bakımdan iki tarafın konuşmasını da birbirine naklederse, o zaman kovuculuktan daha şerir olurEğer söz nakletmez, her birinin diğerine karşı güttüğü düşmanlığı güzel görüp tasvip ederse iki yüzlü sayılırYine ikisine de 'sana yardım edeceğim' va'dinde bulunursa, hüküm böyle olurDüşmanlardan birini övüp huzurundan çıktıktan sonra kötülerse bu hareketi de iki yüzlülük olurEn uygunu susmak ve düşmanların hak sahibi olanını övmektir ve onu gıyabında, huzurunda ve düşmanının karşısında da medhetmektir.

İbn Ömer'e şöyle denildi: 'Biz yöneticilerimizin huzuruna giriyoruzOrada konuşuyoruzÇıktığımız zaman konuştuklarımızın aksini konuşuyoruz'İbn Ömer 'Biz Hazret-i Peygamber'in zamanında bunu münafıklık sayardık' dedi.

Kişi, emîrin huzuruna girip, onu övmeye ihtiyacı olmadığı zaman böyle yaparsa münafıklık etmiş sayılırEğer emîrin huzuruna girmekten müstağni ise, fakat girdiği takdirde de onu medhetmediğinde başına geleceklerden korkuyorsa bu da münafıklıktırÇünkü nefsini, emîri övmeye mecbur eden kendisidirEğer aza kanaat edip mal ve rütbeyi terkederse, emîrin huzuruna girmekten müstağni olacaktırBuna rağmen, mertebe ve zenginlik arzusundan dolayı emîrin huzuruna girip onu medhederse, böyle bir kimse münafıktır ve Hazret-i Peygamber'in şu hadîsinin mânâsı da budur: 'ınal ve rütbe sevgisi, suyun sebzeleri bitirdiği gibi kalpte nifak bitirir!'272 Çünkü mal ve mertebe sevgisi, insanları emirlere, onları gözetmeye, onlara karşı riyakarlık ve dalkavukluk yapmaya muhtaç eder! Ama kişi, bir zaruretten dolayı, böyle bir felâkete mâruz kalırsa, medh u senâ yapmadığı takdirde de başına geleceklerden korkuyorsa mâzurdurÇünkü şerden sakınmak caizdirNitekim Ebu'd Derda şöyle demiştir: 'Bizler birtakım kavimlerin yüzüne gülüyoruzOysa kalbimiz onlara lânet ediyor!'273

Hazret-i Âişe (radıyallahü anh) şöyle anlatır: Bir kişi Hazret-i Peygamberden, içeri girmek için izin istediHazret-i Peygamber şöyle dedi:

Ona izin verin! Aşiretin en kötü elçisidir o!

Adam içeri geldiği zaman, Hazret-i Peygamber kendisiyle yumuşak konuştuÇıkıp gittiği zaman Hazret-i Peygamber'e 'Sen daha önce onun hakkında söylediğini söyledin. Sonra kendisiyle yumuşak konuştunBu nasıl olur?' dedim.

Cevap olarak şöyle buyurdu: 'Ey Aişe! İnsanların en şeriri o kimsedir ki şerrinden korunmak için kendisine ikram edilir!'274

Fakat bu hadîs-i şerîf, karşılamak, yüze gülmek ve tebessüm etmek hakkında vârid olmuşturZâlimi övmek ise açık bir yalandırBu yalanı söylemek ancak bir zaruretten dolayı caiz olur veya zorlanıldığı zaman yalan söylemek mübah olurNitekim biz bunu 'Yalanın Âfeti' bahsinde belirttikEmirleri övmek, onların dediklerini tasdik etmek, bâtıl konuşmalarını tasdik bakımından baş sallamak caiz değildirEğer kişi bunu yaparsa münafıklık yapmış olurAksine reddetmesi gerekir, eğer kuvveti yoksa, kalbiyle inkâr etmesi gerekir.

267) Adı Ammar b. Yâsir b. Âmir b. Mâlik el-Ansî'dir. Meşhur sahâbîlerdendir. Bedir'e iştirak etmiştir. Hazret-i Ali'nin saflarında H. 37'de Sıffîn'de öldürülmüştür.

268) Buhârî, Ebû Dâvud

269) İbn Eb'id-Dünya

270) Irâkî aslına rastlamadığını kaydetmektedir.

271) Bu nifak ile küfür nifakı kastedilmiş değildir. Aksine ameldeki nifak kastedilmiştir. Ameldeki nifak, zâhirde dini gözetmek, gizlide gözetilmesini terketmek demektir! (Bkz. İthâfu's-Saâde,VII/569)

272) Deylemî

273) Ebû Nuaym, Hilye

274) Müslim, Buhârî

24-9

Övmek

Bazı yerlerde medh yasaklanmıştırZemm (kötüleme) ise gıybet ve başkasının aleyhinde bulunmaktırBiz onun hükmünü daha önce belirtmiştikÖvmede altı âfet vardırDördü övende, ikisi övülendedir.

Öven Taraftaki Âfetler

Birincisi: Bazen ifrata kaçar ve ifrat onu yalana sürükler! Nitekim Hâlid bMikdad şöyle demiştir: 275 'Kim bir sultanı veya herhangi bir kimseyi, kendisinde bulunmayan sıfatlarla şahidler huzurunda medhederse, Allahü teâlâ kıyâmet gününde bu kimseyi dehşetten sarkmış diline basıp düştüğü halde haşreder!'

İkincisi: Bazen medhediciye riya galip gelirÇünkü meddah, medihle sevgi gösterisinde bulunurOysa kalbinde sevgi yoktur ve söylediklerine inanmamaktadırBu bakımdan söyledikleriyle hem riyakâr, hem münafık olur.

Üçüncüsü: Meddah, bazen olmayan şeyleri söylerHem de o şeylerden haberdar olma imkânı olmadığı halde söylerRivâyet ediliyor ki, bir kişi Hazret-i Peygamber'in yanında başka bir kişiyi medh u senâ ettiHazret-i Peygamber kendisine şöyle dedi:

Sana yazıklar olsun! Sen arkadaşının boynunu kopardınEğer arkadaşın bu dediklerini işitseydi hiçbir zaman felaha kavuşamazdı!

Eğer biriniz, arkadaşını medhetmek mecburiyetinde ise, bari 'ben filan adamı şöyle sanıyorum ve Allah nezdinde hiç kimseyi temize çıkarmıyorum, çünkü o kimsenin kontrol edeni Allah'tırEğer onun öyle olduğunu görüyorsa öyledir' desin276

Bu âfet, mutlak vasıflarla medhetmekten meydana gelirO vasıflar ancak delillerle bilinirAdamın 'O muttakîdir!', 'Verâ sahibidir', 'Zâhiddir', 'Hayırlıdır' ve benzeri vasıfları söylemesi gibi. . . Ama kişi 'Ben onu geceleyin namaz kılarken, sadaka verirken, haccederken gördüm' dediği zaman, bunlar kesin şeyler olduğu için sakınca yoktur.

Kişinin 'o âdildir, rızâ (râzı) dır' demesi de o kabildendir; zira adil ve rızâ gizlidirlerBu bakımdan burada kesin konuşmak uygun değildirAncak gizli bir denemeden sonra konuşabilir.

Hazret-i Ömer, bir kişiyi öven birini dinledi ve 'Sen onunla yolculuğa çıktın mı?' diye sorduÖven 'Hayır!' dediÖmer 'Sen onunla alışveriş ettin mi?' dediÖven 'Hayır!' dediÖmer 'Sen onun komşusu musun? Sabah ve akşamını biliyor musun?' dediÖven 'Hayır!' dediÖmer 'Kendisinden başka ilâh olmayan Allah'a yemin ederim ki sen o adamı tanımıyorsun' dedi.

Dördüncüsü: Övülen adam zâlim veya fâsık olduğu halde bazen övülmekten ötürü sevilirOysa böyle bir sevgiye meydan vermek caiz değildirNitekim Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur:

Fâsık bir kimse övüldüğü zaman Allahü teâlâ öfkelenir277

Hasan-ı Basrî şöyle demiştir: 'Kim uzun yaşaması için zâlime dua ederse, o kimse Allah'a, yaratmış olduğu arzda isyan etmeyi sevmiş olur!'

Fâsık bir zâlimin üzülmesi için aleyhinde bulunmak, sevinmesin diye kendisini övmemek en uygun harekettir.

Övülen Taraftaki Âfetler

Övgü kişiye iki yönden zarar verir:

Birincisi: Övgü onda kibir ve gurur meydana getirir, kibir ve gurur ise helâk edicidirler.

Hasan-ı Basrî (radıyallahü anh) şöyle anlatır: Hazret-i Ömer, etrafında ashâb-ı kirâm ve elinde kamçısı olduğu halde oturuyorduO arada Cârut bMünzir çıkageldiOturanlardan biri Hazret-i Ömer'e 'Bu Rabia kabilesinin başıdır' dediHazret-i Ömer de, etrafında oturanlar da, gelen Cârut da bu sözü işittiCârut, Hazret-i Ömer'e yaklaştığı zaman, Hazret-i Ömer onu kamçılamaya başladıBu manzara karşısında kalan Cârut, Hazret-i Ömer'e 'Ey Mü'minlerin emîri! Benimle ne alıp veremediğin var?' diye sorduHazret-i Ömer 'Seninle aramızda geçen birşey yok! Fakat sen söylenilen sözü işitmedin mi?' dediCârut 'Evet, işittim!' dediHazret-i Ömer 'İşte o söylenilen sözden senin kalbine kibir ve gurur gelmesinden korktumBundan dolayı seni alçaltacak bir harekette bulunmayı istedim' dedi.

İkincisi: Övüleni hayırla övdüğü zaman, bu övmeden sevinir, hayır yönünden gevşer ve nefsinden razı olurOysa nefsinden razı olan bir kimsenin çalışması azalır; zira nefsini kusurlu gören bir kimse ciddiyetle çalışmaya koyulurAma diller, adamın lehinde övgüler düzdükleri zaman, adam da hedefe vardığını zanneder (dolayısıyla gevşer!) Bu sırra binaen Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

Eğer arkadaşın senin yapmış olduğun övgüyü işitmiş olsaydı, sen onun boynunu kesmiş olurdun.

Arkadaşını yüzüne karşı övdüğün zaman sanki sen onun gırtlağının üzerinde pırıl pırıl parlayan keskin bir usturayı gezdirmiş olursun278

Başka bir kişiyi öven bir zata da şöyle buyurmuştur: 'Allah seni kessinSen adamı kestin!'279

Mutarref280 diyor ki: 'Ben lehimde yapılan bir övgüyü işittiğim zaman, mutlaka nefsim bana zelil görünmüştür'.

Ziyad bEbî Müslim281 şöyle demiştir: 'Herhangi bir kimse lehinde bir övgü işitirse, muhakkak şeytan ona görünürFakat müslüman bir kimse derhal hatırlar, kendine gelir'.

İbn Mübarek şöyle demiştir: 'Bahsi geçen bu iki zat da doğru söylemişlerdirZiyad'ın sözüne gelince, onun bahsettiği kalp, halk tabakasının kalbidirMutarref in bahsettiğine gelince, onun söylediği kalp, havassın kalbidir'.

Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

Bir kişinin başka bir kişiye bilenmiş bir bıçakla saldırması, onu yüzüne karşı övmesinden daha hayırlıdır282

Hazret-i Ömer şöyle demiştir: 'Medhetmek, kesmek demektir'Bunun hikmeti şudurÇünkü kesilen bir kimse çalışmaktan gevşer ve çalışamaz hale gelirBir insan övüldüğü zaman da gevşer veya ucûb ve gurura meyleder.

Ucûb ve gurur da, kesmek gibi helâk edici sıfatlardırİşte bunun için de Hazret-i Ömer, medhetmeyi kesmeye benzetmiştirEğer medh, medheden ile medhi yapılanın hakkında bu âfetlerden uzak olursa, o vakit medihte herhangi bir sakınca yokturHatta böyle olduğundan övmek çoğu zaman iyi olur ve bunun için de Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) , ashâb-ı kirâmı överek şöyle buyurmuştur:

Eğer Ebû Bekir Sıddîk'ın îmanı -peygamberler hariç- bütün insanların imanıyla tartılsa muhakkak Ebû Bekir'in îmanı ağır basar283

Hazret-i Ömer hakkında da şöyle demiştir:

Eğer ben peygamber olarak gönderilmeseydim, Ömer peygamber olarak gönderilirdi284

Acaba bundan daha büyük bir övgü var mıdır? Fakat Hazret-i Peygamber, bu övgüyü sadakat ve basiret sebebiyle söylemiştirAshâb-ı kirâm da övgünün onlarda gurur, ucûb ve gevşeklik meydana getirmesinden uzak ve yücedirlerHatta kişinin kendi nefsini medhetmesi, içinde kibir ve gurur olduğu için çirkindir; zira Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

Ben Âdem oğullarının efendisiyim ve bu sözde övünme yoktur!285

Yani 'Ben bu sözü söylemekle, halkın kendi nefsini övdüğü gibi bir övgüyü kasdetmiyorum' demek istemiştir.

Bunun hikmeti şudur: Çünkü Hazret-i Peygamber Allah'a yakınlığıyla övünüyordu, Âdem'in evladı olmakla ve onların önderi bulunmakla değil! Nitekim padişahın yanında büyük bir sevgi ile kabul edilen bir kimsenin, padişahın birtakım hizmetçilerinden daha önde ve gözde olmasıyla değil, nimetle sevindiği gibiBütün bu anlattıklarımızdan, övmenin zenımi ile övmeye teşvik etmenin arasını telif edebilirsinNitekim Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) ashâb-ı kirâmın bir kimseyi övdüklerim işittiğinde şöyle demiştir:

Cennet vâcib oldu!286

Mücâhid diyor ki: “Âdem oğulları için meleklerden arkadaşlar vardırOnların meclislerinde otururlarMüslüman kişi müslüman kardeşini hayırla andığı zaman, melekler 'sana da bunun benzeri olsun' diye dua ederlerOnu kötülükle andığında, melekler 'Ey ayıbı örtülü olan Âdem oğlu! Nefsine kolaylık yap! Senin ayıbını örten Allah'a hamd ve senâda bulun!' derlerİşte bunlar övmenin âfetleridir”.

275) Kılâbî boyuna mensuptur, Humusludur. Künyesi Ebû Abdullah'tır.

Güvenilir, âbid ve zâhid bir kimse idi. H. 103 senesinde vefat etmiştir.

276) Müslim, Buhârî

277) İbn Eb'id-Dünya, Beyhakî

278) İbn Mübarek

280) Adı Abdullah b. Şüheyr el-Âmiri el-Hareşi'dir. Künyesi Ebû Abdullah olan bu zat, Basralı âbid ve güvenilir bir zattır.

281) Adı Ebû Ömer Ferrâ el-Basrî'dir.

282)

283) Kitab 'ul-İlim 'de geçmişti.

284) Deylemî

285) Tirmizî, İbn Mâce

286) Enes şöyle anlatır: Ashâbın yanından bir cenaze geçti. Onu övdüler. Hazret-i Peygamber de Vâcib oldu' dedi. Biraz sonra başka bir cenaze geçti, onun hakkında da kötü konuştular. Hazret-i Peygamber 'Vâcib oldu' buyurdu. Ashâb "Bu nasıl olur, ikisi için de Vâcib oldu' dediniz" dediler. Hazret-i Peygamber 'Övdüğünüze cennet, kötülediğinize de cehennem vâcib oldu. Çünkü sizler yeryüzünde Allah'ın şahidlerisiniz' diyerek, bu sözü üç defa tekrar etti. (Tayalîsî, İmâm-ı Ahmed, Buhârî, Müslim ve Nesâî)

Övülene Düşen Vazifeler

Övülen bir kimseye, kibir ve ucûbun âfetinden şiddetle sakınmak, övgüden dolayı ibadetlerde gevşeklik göstermekten şiddetle kaçınmak düşerÖvülen, ancak kendi nefsini tanıdığı takdirde bu vazifeyi yerine getirebilirSonucun tehlikesini düşündüğünde, riyanın inceliklerini, amellerin âfetlerini bildiğinde gerekeni yapabilirÇünkü övülen zat, nefsi hakkında övenin bilmediklerini bilirEğer övene, övülenin bütün sırları belirseydi, onun kalbinden geçenler görünseydi, öven onu övmekten çekinecektiÖvülen bir kimseye, öveni tahkir etmek sûretiyle övgüden hoşlanmadığını belirtmek vazifesi düşerNitekim Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur: 287)

Enes şöyle anlatır: Ashâbın yanından bir cenaze geçtiOnu övdülerHazret-i Peygamber de Vâcib oldu' dediBiraz sonra başka bir cenaze geçti, onun hakkında da kötü konuştularHazret-i Peygamber 'Vâcib oldu' buyurduAshâb "Bu nasıl olur, ikisi için de Vâcib oldu' dediniz" dedilerHazret-i Peygamber 'Övdüğünüze cennet, kötülediğinize de cehennem vâcib olduÇünkü sizler yeryüzünde Allah'ın şahidlerisiniz' diyerek, bu sözü üç defa tekrar etti. (Tayalîsî, İmâm-ı Ahmed, Buhârî, Müslim ve Nesâî)

Süfyân bUyeyne288 şöyle demiştir: 'Övülen bir kimse, nefsini bildiği takdirde övgü kendisine zarar vermez'Sâlih kullardan birisi övüldü ve bu sâlih kul dedi ki: 'Ey Allahım! Senin şu kulların beni tanımıyorlarOysa sen'beni tanıyorsun!'

Başka bir sâlih kul övüldüğü zaman şöyle dedi: 'Ey Allahım! Senin şu kulun seni kızdırmak sûretiyle bana yaklaştı ve ben seni ondan nefret ettiğime şahid tutuyorum'. (İbn Eb'id-Dünya)

Hazret-i Ali (radıyallahü anh) , övüldüğü zaman şöyle demiştir: 'Ey Allahım! Onların bilmediklerini benim için affet ve söylediklerinden dolayı beni sorumlu tutma! Beni onların zannettiğinden daha hayırlı kıl!'

Bir zat Hazret-i Ömer'i (radıyallahü anh) övdü, karşılık olarak Hazret-i Ömer ona şöyle dedi: 'Sen hem beni, hem de kendi nefsini helâk etmek mi istiyorsun?!'

Bir kimse Hazret-i Ali'yi yüzüne karşı övdü ve aynı zamanda Hazret-i Ali'nin kulağına, bu adamın aleyhinde konuştuğu haberi gelmiştiCevap olarak Hazret-i Ali ona şöyle dedi: 'Senin dediğinin altında, nefsindekinin de üstündeyim!'

287) Müslim

288) Ebû İmrân'ın oğlu olan bu zat Hilâlî kabilesindendir. Güvenilir, hâfız, fâkih, önder ve hüccetti. H. 198 senesinin Receb ayında vefat etmiştir

Konuşma Esnasındaki Hataların İnceliklerinden Gaflet Etmek

Allah ve onun sıfatlarıyla, dinî emirlerle ilgili olan hususlarda, lâfızları doğrultmaya, ancak fasih ve beliğ âlimler muktedir olurlarO halde ilim ve fesahatta kusurlu olan bir kimsenin kelâmı hatalardan uzak değildir! Fakat Allahü teâlâ, onun cehaletinden dolayı kendisini affederHuzeyfe b. Yemân Hazret-i Peygamber'in (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu rivâyet eder:

Sakın sizden bir kimse şöyle demesin: 'Allah'ın dilediği ve senin dilediğin,. . ' Fakat şöyle desin: 'Allah'ın dilediği, sonra senin dilediğin. . '289

Bunun yasaklanma hikmeti şudur: Mutlak bir şekilde atıf yapmakta, ortaklık ve eşitlik vardırBu ise nıbûhiyyet makamına gösterilmesi gereken hürmete zıt düşer.

İbn-i Abbâs (radıyallahü anh) şöyle anlatır: 'Bir kişi Hazret-i Peygamber'e (sallâllahü aleyhi ve sellem) geldiBir iş için kendileriyle konuşarak dedi ki: 'Allah'ın ve senin dilediğin. . . ' Bunun üzerine Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) , şöyle buyurmuştur:

Sen beni Allah ile eşit mi kılıyorsun? Yalnız Allah'ın dilediği de290

Bir kişi Hazret-i Peygamber'in yanında hutbe okuyarak dedi ki: 'Kim Allah'a ve O'nun Peygamber'ine itaat ederse o hidayete ermiştirKim onlara isyan ederse o dalâlete düşmüştür'Bunun üzerine Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) o adama şöyle demesini emretti:

Kim Allah'a ve Peygamber'e isyan ederse o dalâlete düşmüştür. (Yani 'onlara' tabiri yerine 'Allah'a ve Rasûlü'ne' tabirini kullan ki akla eşitlik mânâsı gelmesin!) 291

Görüldüğü gibi, Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) kişinin 'onlara' tabirini, eşitlik mânâsını ifade ettiği için çirkin görmüştür.

İbrâhîm Nehaî, 'Allah'a ve sana sığınıyorum' sözünü çirkin görürdü.

'Allah'a ve sonra sana sığınıyorum' demek ise caizdirŞöyle demekte de mahzur yoktur: 'Eğer Allah, sonra filan olmasaydı. . . (şöyle olacaktı) 'Fakat 'Eğer Allah ve filan olmasaydı' demek caiz değildir.

Seleften biri şöyle demeyi çirkin görmüştür: 'Ey Allahım! Bizi ateşten azad eyle!' Bu sözü çirkin gören zat derdi ki: 'Azad etmek, ateşe girdikten sonra olur!' Oysa selef, ateşten korunurlar, 'Bizi ateşten koru ve (ateşten senin) rahmetine sığınıyoruz' derlerdi.

Bir zat şöyle dedi: 'Ey Allahım! Beni kendilerine Hazret-i Peygamber'in şefaati isabet edenlerden eyle!' Bunun üzerine Huzeyfe b. Yemân şöyle demiştir: Allahü teâlâ, Mü'min kullarını Hazret-i Peygamberin şefaatinden müstağni kılmıştırOnun şefaati ancak müslümanların günahkârlarınadır'.

İbrâhîm Nehaî şöyle demiştir: Kişi, başka bir kişiye 'Ey eşek, ey domuz!' dediği zaman, kıyâmet gününde böyle diyene 'Benim bir eşeği veya bir domuzu yarattığımı gördün mü?' denilir.

İbn-i Abbâs'tan şöyle rivâyet edilir: "Muhakkak içinizden biri şirk koşar, hatta köpeği ile dahi şirke girer ve 'Eğer köpek olmasaydı bu gece malımız çalınacaktı' der".

Hazret-i Ömer Hazret-i Peygamber'in (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu rivâyet eder:

Allahü teâlâ, sizi baba ve dedelerinizle yemin etmekten menederBu şekilde yemin etmeyi yasaklar, Kim yemin etmek istiyorsa, Allah ile yemin etsin veya sussun!292

Hazret-i Ömer (radıyallahü anh) der ki: 'Hazret-i Peygamberin bu hadîs-i şerifini işittiğimden beri, Allah'a yemin ederim ki bir daha ecdadımla yemin etmedim'.

Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

Sakın üzümlere kerm demeyiniz; zira kerm kelimesi, müslüman kişi demektir293

Bu lâfız, isim olduğu şeyde hayır ve fayda olduğuna delâlet ederBu vasfa da üzüm değil, müslüman kişi müstehaktır.

Ebû HüreyreHazret-i Peygamberin (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu rivâyet eder:

Sakın sizden bir kimse 'benim abdim (kölem) , benim emetim (câriyem) ' demesinÇünkü hepiniz Allah'ın köleleri ve kadınlarımızın hepsi de Allah'ın câriyeleridirAksine 'benim hizmetçim, benim oğlum, benim kızım' desinKöle de 'benim rabbim (sahibim) , benim rabbiyem (sahibem) ' demesin'Benim efendim, benim hizmet ettiğim hanımım!' desinÇünkü hepiniz Allah'ın kölelerisinizRab ancak Allahü teâlâ'dır.

Sakın fâsık bir kimseye efendimiz demeyinizÇünkü o fâsık sizin efendiniz olduğu takdirde siz rabbinizi kızdırmış olursunuz294

Kim 'Ben İslâm'dan beriyim' derse -eğer doğru söylüyorsa-söylediği gibidirEğer yalancı ise, İslâm'a sağlam olarak dönmemiş demektir295

Bu söz ve benzeri sözler, konuşmaya dahil olanlardandırBunları saymakla bitirmek mümkün değildirKim bizim dil âletlerinden söylediklerimizin tamamını düşünürse anlar ki kişi dilini serbest bıraktığı takdirde hatadan selim kalmaz ve bunu böyle düşündüğü anda Hazret-i Peygamber'in (sallâllahü aleyhi ve sellem) 'Susan kurtulmuştur' hadîs-i şerifinin sırrını anlamış olurÇünkü şu âfetlerin hepsi, tehlike ve felâketlerdir ve hepsi de konuşanın yolunda beklemektedirlerEğer konuşan susarsa, selâmet bulurEğer konuşursa, nefsini tehlikeye atmış olurAncak fasih bir dil, geniş bir ilim, koruyucu bir takvâ ve daimi bir murakabe kendisine refakat ederse ve kendisi de mümkün olduğu kadar konuşmayı azaltırsa selâmette kalması umulurKişi bütün bunlarla beraber yine de tehlikeden tamamen kurtulmuş sayılmazEğer konuşmayı beceremeyen kimselerden isen bunu ganimet ve fırsat sayarak sükût edip selâmete kavuşanlardan olmaya çalış! Çünkü selâmet, bu ganimetlerden birisidir.

289; Ebû Davud, Nesâî

290) Nesâî, İbn Mâce

291) Müslim

292) Müslim, Buhârî

293) Müslim, Buhârî

294) Ebû Dâvud

295) Nesâî, İbn Mâce

Âvam Tabakasının Allah'ın Sıfatlarından, Kelâmından ve Harflerden Sormaları

Halk bunların kadîm mi, hâdis mi (sonradan varolmuş) olduğunu sorarOysa halk tabakasının vazifesi, Kur'ân'da olan ibadet ve taatlarla meşgul olmaktırAncak bu ibadet ve taatlarla meşgul olmak nefislere ağır gelirFuzulî hareketler ise, kalbe hafif geldiğinden avâm tabakasından olan bir kimse ilme dalmaktan hoşlanır; zira şeytan kendisine 'sen âlimlerden ve fazilet ehlindensin' hayalini verir ve bu hayali kalbinde yerleştirmek için var kuvvetiyle çalışırOnu kaydırıp küfrünü gerektiren bir sözü ağzından çıkarıncaya kadar yakasını bırakmazOysa kendisi küfrünü gerektiren bir söz söylediğinden habersizdirHalk tabakasından birinin büyük bir günah işlemesi, o kimsenin ilim hakkında konuşmasından daha selâmetli ve tehlikesizdirHele Allah'ın zat ve sıfatlarıyla ilgili konularda konuşması daha da tehlikelidirHalk tabakası ibadetlerle meşgul olup, Kur'ân'da vârid olan hakikatlere tedkik etmeksizin îman etmek ve Hazret-i Peygamber'in getirdiğine teslim olmak durumundadırAvâm tabakasının ibadetlerle ilgili olan hususların dışındaki meselelerden sormaları edebe aykırıdırBununla Allah'ın azabına müstehak olurlar ve böyle konulara girmekle küfür tehlikesiyle karşı karşıya kalırlar.

Avam tabakasının bu tür soruları, tıpkı çobanların padişahların sırlarından sormalarına benzerBu ise cezayı gerektiren bir durumdurKim ilmî bir meseleden sorarsa ve o meseleyi kavrayacak idrakte değilse, o kimsenin durumu kötüdürÇünkü böyle bir kimse, bu meseleye nisbeten halk tabakasından sayılırBu sırra binaen Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

Ben sizi terkettiğim sürece, siz de benim yakamı bırak p soru sormayın; zira sizden önceki ümmetler, peygamberler'ine fazla sorduklarından dolayı ve peygamberleriyle bu sebeple ihtilâfa düştüklerinden ötürü helâk olmuşlardırBen sizi herhangi bir şeyden sakındırdığım zaman, siz de ondan sakının ve size emrettiğim bir şeyi ise, gücünüz yettiği kadar yapın296

Enes (radıyallahü anh) şöyle anlatır: Halk birgürı Hazret-i Peygamber'e (sallâllahü aleyhi ve sellem) sorular sorduHem de Hazret-i Peygamber'i kızdıracak derecede faz'a sordularBunun üzerine Hazret-i Peygamber minbere çıkarak şöylededi:

Benden sorun! Fakat siz benden bir şeyi sorarsanız (aleyhinizde olsa bile) o şey hakkında size haber veririm!297

Bu esnada ashâb-ı kirâmdan bir zat ayağa kalkarak dedi ki: 'Ey Allah'ın Rasûlü! Benim babam kimdir?' Hazret-i Peygamber cevap olarak 'Senin baban Huzafe'dir' dedi298

Bunun akabinde hemen kardeş olan iki genç ayağa kalktılar ve dediler ki: 'Ey Allah'ın Rasûlü! Bizim babamız kimdir?' Hazret-i Peygamber 'Sizin babanız o kimsedir ki siz ona nisbet ediliyorsunuz!' Sonra üçüncü şahıs ayağa kalkarak şöyle dedi: 'Ey Allah'ın Rasûlü! Ben cennetlik miyim cehennemlik mi?' Hazret-i Peygamber 'Belki sen cehennemliksin' dedi.

Halk, Hazret-i Peygamberin öfkelendiğini görünce, soru sormaktan vazgeçtilerBu esnada Hazret-i Ömer (radıyallahü anh) , ayağa kalkarak şöyle dedi: Biz rab olarak Allah'a, din olarak İslâm'a, peygamber olarak Muhammed'e razı olduk'Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) Hazret-i Ömer'e hitaben 'Ya Ömer! Allah senden razı olsun! Otur! Muhakkak senin söylediğin hakikatin ta kendisidir' dedi299

Hadîste 'Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) dedikodu, malı zâyi etmek ve fazla sual sormaktan nehyetmiştir' diye vârid olmuştur.

Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "İnsanlar sual sora sora şöyle demeye başlamışlardır: 'muhakkak mahlukâtı Allah yarattıO halde Allah'ı kim yarattı?' İnsanlar bunu söyledikleri zaman, siz onlara cevap olarak deyin ki: 'O bir olan Allah'tırTektirO herkesin ihtiyacını gören ve herkesin her ihtiyacı için başvurduğu Allah'tırO, doğurmamıştır ve doğrulmamıştır ve O'na denk olacak hiç kimse yokturBunu söyledikten sonra sizden bir kimse sol tarafına üç defa tükürüp kovulmuş şeytanın şerrinden Allah'a sığınsın"300

Cahir (radıyallahü anh) şöyle demiştir: 'Lânetleşenlerin hükmünü belirten âyet, insanların fazla sual sormalarından dolayı nâzil olmuştur',301

Musa ve Hızır kıssasında, yeri gelmeden önce soru sormanın çirkin olduğuna işaret vardır; zira Hızır Hazret-i Mûsa'ya 'O halde bana tâbi olacaksınBen bir söz açmadıkça bana hiçbir şeyden sorma' (Kehf/70) demiştirHazret-i Mûsa (aleyhisselâm) delinen gemiden dolayı Hızır'a sorduğu zaman Hızır, va'dine riayet etmediğinden dolayı Hazret-i Mûsa'nın sualini kınadıBu bakımdan Hazret-i Mûsa (aleyhisselâm) özür dileyerek şöyle dedi: 'Onu unutmuşum! Unuttuğum şeyle beni muâhaze etme ve işimde bana güçlük teklif etme' (Kehf/ 73) Hazret-i Mûsa sabredemeyerek Hızır'a üçüncü defa sual sorduHızır kendisine 'İşte bu itiraz, benimle senin ayrılmamıza sebep olmuştur' (Kehf/78) deyip, ondan ayrıldı.

Bu bakımdan avam tabakasının dinin derin meselelerini sormaları, âfetlerin en büyüklerindendir ve böyle bir sual, fitnelerin kopmasına vesiledirO halde, avam tabakasını böyle sual sormaktan menetmek ve şiddetle azarlamak gerekir, Avam tabakasının Kur'ân'ın harflerine dalmaları, tıpkı padişahın kendisine mektup yazdığı ve o mektubunda birtakım emirler verdiği ve buna rağmen padişahın mektubunda belirtilen emirlerle değil de mektubun kağıdıyla; eski bir kağıt mı, yoksa yeni mi diye uğraşan bir kimsenin haline benzer! Böyle bir kimse, elbette bu hareketiyle cezaya müstehak olurİşte âvam tabakasından olan bir kimsenin Kur'ân'ın tayin ettiği sınırları aşarak, Kur'ân'ın harflerinin kadîm mi, hâdis mi olduğunu merak etmesi, tıpkı buna benzerAllahü teâlâ'nın diğer sıfatları için de durum böyledirAllah en doğrusunu bilir!

296) Müslim, Buhârî

297) Müslim, Buhârî

298) Huzafe Kays'ın oğlu, o da Âdî'nin, o da Said'in, o da Sehm'in oğludur.

Kureyş soyuna mensuptur. Sual soran Abdullah b. Huzafe'nin künyesi Ebû Huzafe'dir. Annesi Abdimenafın oğlu Kars'ın soyundan Harsan'dır. Bu zat, ashâbın ilk tabakasındanır. Hazret-i Osman zamanında Mısırda vefat etmiştir.

299) Müslim, Buhârî

300) Müslim, Buhârî

301) Bezzâr