İHYÂ-İ ULÛMİ'D-DÎN | DÜNYANIN KÖTÜLÜĞÜ 2

 Giriş

 

26-1

Dünyanın Zemmi ve Niteliği Hakkında Mev'izeler

Seleften biri şöyle demiştir:

Ey insanlar! Teenniyle hareket edin, daima Allah'tan korkun! Emel ve eceli unutarak aldanmayın, dünyaya meyletmeyin! Çünkü o pek fazla hilebaz, pek fazla kandırıcıdırGurur ile size süslü püslü görünmüştürSizi temennileriyle aldatmıştırMüşterisine süslü görünmüştürSüslenmiş bir gelin gibi olmuşturGözler faltaşı gibi açılıp ona bakmakta, kalpler onun üzerine üşüşmekte, nefisler ona aşık olmakta. . . Oysa o nice aşıklarını öldürmüş, kendisine yaslanan nice kişileri mağlup etmiştirBu bakımdan onu hakîkat gözüyle süzünüzO öyle bir evdir ki onun yok edicileri çok. . . Onu yaratan onu kötülemiştirOnun yenisi çürürOnun mülkü yok olurOnun azizi zelîl, onun çoğu az ve onun sevgisi ölümdür, onun hayrı elden çıkarAllah'ın rahmeti sizin üzerinize olsun! Gafletinizden uyanın! Uykunuzdan silkinin! Hem de 'filan adam hastadır' veya "ağır hastadır' denilmezden önce. . . Acaba ilâç için bir yol var mı? Acaba tabibe giden yol var mı?' denilmeden önce uyanınZaman senin için şifa ummadığı halde doktorlar senin için çağrılacaktır. Sonra 'Filan adam vasiyet etti, malını saydı' denir. Sonra 'Dili ağırlaştı, arkadaşlarıyla konuşamıyor, komşularını tanımıyor!' denirO anda senin alnın ter dökerİnlemelerinin biri diğerini takip ederYakînin yerinde kalır, gözlerin yerinden fırlar, zanların doğrulanır, dilin ağırlaşıp kekeler, arkadaşların ağlar. . . Sana denir ki: 'Bu senin oğlundur, bu senin kardeşindir'Oysa sen konuşmadan menedilmişsindir konuşamazsınSenin dilin mühürlenmiştirArtık kurtulamaz. Sonra kaza ve kader senin başına konur, canın bedeninden ayrılır, göklere doğru götürülürO anda arkadaşların toplanır, kefenin hazırlanırSeni yıkar kefene sararlarSenin ziyaretçilerinin ardı kesilirSenden nefret edenler rahata kavuşurSenin ehlin ve aile efradın servetine el koymak üzere etrafından dağılıp giderlerSen amellerinin rehini olarak kalırsın.

Seleften biri, hükümdarın birine şöyle demiştir:

Dünyayı zemmetmek ve dünyadan nefret etmek bakımından insanların en müstehakı, dünyada kendisine bolluk verilmiş, dünyadan kendisinin ihtiyaçları kendisine bahşedilmiş bir kimsedirÇünkü böyle bir kimse malına hücum edip malını silip süpüren bir belayı veya topladığına hücum edip de onu darmadağın edip götüren bir felâketi veya saltanatının temellerini yıkan veya bedenine girip de kendisini hasta eden veya arkadaşları arasında elinden çıkarmak istemediği bir şeyini elinden alan bir felâketi beklerBu bakımdan dünya kötülenmeye (övmekten daha) müstehaktırZira verdiğini alan, hibesinden cayan elbette dünyadırArkadaşının yüzüne güldüğü anda bir de bakarsın ki onu başkasına gülünç yapmış! Arkadaşı için ağlarken bakarsın ki başkasını onun için ağlatırElini vermek için açtığı halde bakarsın ki geri alırBugün arkadaşının başına taç koyar, yarın toprakla o kelleyi sıyırırDünya için, gidenin gidişi, kalanın kalışı eşittirDünya, kalanı gidenin yerine halef görürOnların herbirinin diğerinin bedeli olmasına razı olur.

Hasan-ı BasrîÖmer b. Abdülaziz'e (halife seçildiğinde) şöyle yazdı:

Malum olsun ki dünya ikamet evi değil, kendisinden göç etme evidirÂdem (aleyhisselâm) cennetten dünyaya cezalı olarak inmiştirEy Mü'minlerin emîri! O halde dünyadan sakın! Zira dünyadan alınan azık, onu terketmektirDünyadan alınan zenginlik, onun fakirliğidirDünyanın her an öldürdüğü biri vardırDünyayı azîz edeni dünya zelîl ederDünyayı toplayanı, dünya fakir yaparDünya zehir gibidir, bilmeyen bir kimse onu yutarFakat içinde kendi ölümü vardırBu bakımdan sen dünyada, yarasını tedavi edip saran gibi ol! Böyle bir kimse, istemeyenin korkusundan az korunurİlâcın zahmetine, hastalığın uzunluğundan korkarak tahammül ederO halde şu hilekâr dünyadan, şu kandırıcı, aldatıcı dünyadan sakın! O dünya ki hilesiyle süslenmiş, gururuyla fitnelendirmiş, emelleriyle cazibeli görünmüş, hitabıyla geciktirilmiştirBu bakımdan dünya telli duvaklı bir gelin gibi olmuşturGözler ona bakar, kalpler onun hayrânı, nefisler onun aşığıdırOysa o bütün kocalarından nefret eder.

Buna rağmen kalan, geçenden ibret almamakta, son gelen önce gelenden ders almamaktadırAllah'ı bilen bir ârif kendisine dünyadan haber verdiği halde nasihat almamakta. . . Dünyanın aşığı ondan ihtiyacını elde etmiş, aldanmış, haddini aşmış, âhireti unutmuşturAklını dünyaya kullanmış, dünya onun ayağını kaydırmış, pişmanlığı büyüdükçe büyümüş, hasreti oldukça çoğalmış, ölümün pişmanlığı artmış, ölümün sıkıntı ve elemleri üzerine çökmüş, maksadın elden çıkmasının acısını duymuştur! Dünyanın istekçisi dünyadan isteğini elde edememiş, nefsini rahat ettirememiş, azıksız dünyadan çıkmış, hazırlıksız bir zemine varmıştır.

Ey Mü'minlerin emîri! Sen dünyadan sakın!

Ey Mü'minlerin emîri! Dünyadan sakın! Dünyada çok sevildiğin zaman ondan çok sakın! Çünkü dünyanın sahibi ne zaman dünyanın sevgisine güvenirse, mutlaka dünya onu bir zahmete sürüklerDünya ehlinin arasında sevilen aldanmıştırDünyadan faydalanan hilebaz ve zararlıdırDünyada olan genişlikler belâ ile bitişiktirDünyadaki beka, faniliğe dönerBu bakımdan dünyanın sevgisi, üzüntülerle karışıktırDünyadan giden dünyaya geri gelmezGeleni bilinmez ki beklenilsinDünyanın ümitleri yalancı, emelleri bâtıldırDoğruluğu bulanıktır, hayatı zikzaklıdırÂdem oğlu dünyada daima tehlike ile karşı karşıyadırEğer düşünürse, kendisi nimetler içerisinde bile tehlikeden ve beladan sakınmak zorundadırEğer yaratan dünyadan hiçbir haber vermemiş olsaydı ve dünya için hiçbir darb-ı mesel beyan etmemiş olsaydı, yine de dünya uyuyanı uyandırır, gâfili intibaha getirirdiAllah, dünya hususunda uyarıcı ve sakındırıcı gönderdiği halde nasıl böyle olmasın? Dünyanın

Allah nezdinde bir kıymeti yok. . . Yaratıldığından beri ona bir defacık olsun (şefkatle) bakmamıştır36

Dünya, bütün anahtar ve hazineleriyle senin peygamberine kendisini arzettiOysa dünya onun olsaydı, Allah nezdindeki mertebesinden bir sivrisinek kanadı kadar eksiltmezdiBuna rağmen peygamber'in onu kabul etmekten çekindiZira Allah'ın emrine muhalefet etmeyi kerih gördü ve yaradanının nefret ettiğini sevmeyi istemedi veya padişahı tarafından kıymetsiz sayılanı yüceltmeyi arzu etmediO öyle bir dünya ki Allahü teâlâ imtihan için onu sâlih kullarından esirgemiş, aldatmak için düşmanlarına alabildiğine vermiştirDünya ile mağrur olan ve dünyaya gücü yeten, kendisine dünya ile ikram edildiğini düşünür ve Allahü teâlâ Hazret-i Peygamber'i karnının üzerine taş bağladığında unutmuş zannederOysa Hazret-i Peygamber Allah'ın Musa'ya şöyle buyurduğunu rivâyet eder:

Sen zenginliğin gelişini gördüğünde de ki: 'Bir günahtırOnun cezası acelece verilir'Fakirliğin gelişini gördüğünde de ki: 'Sâlih kimselerin şiarına merhabalar!'

Eğer dilersen Hazret-i Îsa'ya uy! Zira o şöyle diyordu: 'Benim katığım açlık, alâmet-i fârikam korku, elbisem yün. . . Kış mevsiminde ateşim güneşin ışınları, lambam ay, bineğim ayaklarım, yemeğim ve meyvem yerin bitirdiği bitkiler. . Benim hiçbir şeyim olmadığı halde akşamlıyor, hiçbir şeyim olmadığı halde sabahlıyorumOysa yeryüzünde benden daha zengin hiçbir kimse yoktur'.

Vehb b. Münebbih şöyle anlatır:

Allahü teâlâHazret-i Mûsa'yı, Firavuna gönderdiği zaman şöyle buyurmuştur: 'Firavun'un dünyada giymiş olduğu elbise sizi şaşırtmasınÇünkü onun perçemi benim kudret elimdedirBen izin vermeden o konuşamaz, bakamaz, nefes alamazSakın onun dünyadan edinmiş olduğu lezzetler sizi hayrete düşürmesin! Çünkü o cilveli yaşantı, dünya hayatının geçici cilvesidir, israfçıların ziynetidirEğer ben ikinizi dünya ziynetiyle ziynetlendirmek isteseydim, Firavun o ziyneti gördüğü zaman anlardı ki size verilen nimete gücü ve takati yetmezBunu yapabilirdimFakat ben sizi böyle şeyden uzak tutuyorumO ziyneti sizden esirgiyorumBen halis kullarıma hep böyle yaparımBen onları dünya nimetlerinden şefkatli bir çobanın tehlikeli otlaklardan koyunlarını koruduğu gibi korurumŞefkatli çobanın devesini uyuz eden konaklardan uzaklaştırdığı ve sakındırdığı gibi onları dünyanın sığınaklarından korur ve uzaklaştırırımBöyle yapmak, onların nezdinde kıymetsizliklerine hamledilemez! Fakat benim ikramımdan uzak bir vaziyette bolca nasiplerini tamamlamasınlar diye yapıyorumAncak benim velî kullarım bana zillet, korku, huşû, hudû ve kalplerinde yerleşen takvâ, bedenlerinde görülen vera ile süslenirlerBunlar onların giydiği elbiseleri ve hissettikleri kalpleridirDolayısıyla zaferi elde edecek kurtuluşları, umdukları emelleri ve medar-ı iftiharları olan iyi hasletleridirBilinmelerine vesile olan simalarıdırSen onlara rastladığın zaman kanatlarını onlar için ger! Kalbini ve dilini onlar için kolaylaştırKim benim velî kullarımdan birini korkutursa, o bana karşı savaş açmış olur. Sonra o velî kulumun intikamını, kıyâmet gününde ben alırım.

Hazret-i Ali, bir hutbe okuyarak şöyle demiştir:

Bilin ki muhakkak öleceksinizÖlümden sonra dirilip amellerinizin yanında durdurulacaksınızAmellerinizle cezalandırılacaksınızO halde dünya hayatı sizi aldatmasın! Çünkü dünya hayatı belâ ila çepeçevre sarılıdırFanilikle bilinir, hile ile vasıflıdırDünya hayatında her ne varsa, zevale doğru gidiyorDünya dünyalılar arasında dönen bir dolap gibidirOnun durumları hiçbir zaman devam etmezOna binenler hiçbir zaman şerrinden emin olamazlarAile efradı, ondan gelen bir genişlik, zevk ve safâ içinde bulundukları bir anda bakarsın ki bir belâ ve aldatmaya uğrarlarDeğişik durumlar, geçici teller çalıp durmakta. . Dünyada yaşamak kötü, dünyada bolluk devam etmekte. . . . Dünyanın ehli dünyada hemen oklanmaya hazırlanan hedefler. . . Dünya onları ok yağmuruna tutmakta, ölümüyle onları uzaklaştırmakta. . . Herbirinin ölümü dünyada takdir edilmiş. . . Onun nasibi dünyada boldur.

Ey Allah'ın kulları! Bilin ki sizler ve içinde bulunduğunuz şu dünya, ömürleri daha uzun olan geçmiş kimselerin yolu üzerindesinizKuvvetçe sizden daha güçlü, sizden daha fazla dünyayı tamir eden ve eserleri sizden daha çok olan kimselerin yoluna devam ediyorsunuzO kimselerin sesleri uzun zaman titreştikten sonra susmuş, sükûta uğramıştırCesedleri çürümüş, köyleri, beldeleri ve evleri olduğu yerde harap olmuş, boş kalmış. . . Eserleri silinmekte, koca koca köşkler, tahtlar ve halılar yerine lâhitli ve mezarlarda biri diğerine dayanmış taşlar ve kayalıklar konmaktadırBu bakımdan onların yeri korkulu. . . Orada duranlar garip. . Tanımadıkları bir diyarın halkına katılmış, dertli ve meşgâlesi olan bir memleketin insanlarıyla beraberlerMâmur köşk ve saraylarla ünsiyet etmiyorlarKomşu ve arkadaşların birbirini ziyaret etmesi gibi şeyler yokturOysa mekanca ve komşulukça pek yakındırlar birbirlerineEvce birbirinin bitişiğinde. . . aralarında nasıl konuşma olacaktır? Oysa belâ bütün varlığıyla onları kuşatmıştırKocaman taşlar ve topraklar onları yemiştirHayattan sonra ölmüşler, maişetin parlaklığından sonra kupkuru kemik olmuşlarDostlar onlardan kaçınmakta, onlar toprağın altında durmakta, dönüşü olmayan bir yolculuğa çıkmaktalar! Heyhat! Heyhat!

Nihayet o müşriklerin herbirine ölüm geldiği vakit şöyle diyecekler: 'Rabbim! Beni dünyaya geri çevir ki ben terkettiğim îmanı yerine getirip sâlih bir amelde bulunayım!' Hayır! (Artık dünyaya dönülmez!) Müşriklerden herbirinin söylediği bu sözler, söyleyene ait faydasız bir laftırÖnlerinde ise bir mezar vardırDiriltilecekleri güne kadar oradadırlar. (Mü'minûn/99-100)

Sanki sizler de onların uğradıkları belâ ve mezardaki tenhalığa girmişsinizO yerde amellerinizin rehini olarak buluyorsunuzO emanet yeri sizi kucaklamıştırAcaba gördüğünüz kabirler, içlerindekini dışarıya saçtığı, göğüsler içlerindekini dışarıya attığı zaman sizin haliniz ne olacaktır? Yaptıklarınızın hesabı için durdurulduğunuz, azîm olan padişahın huzuruna çıkarıldığınız, kalbinizin günahlardan dolayı korkudan yerinden fırladığı, perdelerinizin yırtıldığı, ayıplarınızın ve gizlilerinizin meydana çıktığı zaman haliniz ne olacaktır! İşte o zaman her nefis yaptığından sorumlu olup karşılığını görecektir.

Göklerde ve yerde bulunan herşey Allah'ındır ki kötülük edenleri, yaptıklarıyla cezalandırsın, güzel davrananları da güzellikle mükâfatlandırsın. (Necm/31)

Kitab (ortaya) konulmuşturSuçluların onun içindekilerden korkarak 'Vah bize, bu kitab da ne oluyor, ne küçük ne de büyük hiçbir şey bırakmıyor, her (yaptığımız) şeyi sayıp döküyor!' dediklerini görürsünYaptıklarını hazır bulmuşlardırRabbin kimseye zulmetmez. (Kehf/49)

Allahü teâlâ bizleri ve sizleri kitabıyla amel eden kullarından eylesinDostlarına tâbî olanlardan kılsın ki, bizi ve sizleri dârülmakam olan cennete yerleştirsin. . . Çünkü Allah hamid (hamdedilen) ve mecîd (övülendir) 37

Hukemâdan biri şöyle demiştir:

Günler oklardır, insanlar hedefler. . . Zaman her gün sana ok atıyor! Seni gece ve günleriyle deliyor! Böylece bütün parçalarını delinceye kadar atmaya devam ediyorAcaba senin selâmetinin bekası, gecelerle beraber nerede kalır? Eğer günlerin sende meydana getirdiği eksikliği görebilseydin her geçen günden nefret ederdinGeçen saatler sana pek ağır gelirdiFakat Allah'ın tedbiri, ibret almanın tedbirinin üstündedirDünyanın tehlikelerine sabır göstermen sayesinde dünya lezzetlerinin tadı hissedilmektedirOysa o dünya hâkim tarafından yoğrulduğu zaman alkam denilen maddeden daha acıydıVasfedici, dünyanın ayıplarını saymaktan acizdirDünyanın getirdiği acaiplikler, vâizin ihâta edip anlatmasının çok üstündedir. Ya rabbî bizi sevaba irşâd eyle!38

Hukemâdan birine dünyanın vasfı ve ne kadar kalacağı sorulduğunda şöyle demiştir:

Dünyada senin vaktin şu ki, o vakitte senin gözün sana dönerÇünkü daha önce geçen zamanın idrâki elinden çıkmıştırGelecek zaman hakkında ise bir bilgiye sahip değilsinZaman, gecesi tarafından matemi tutulan, saatleri tarafından durdurulan bir günden ibarettirHâdiseleri bozması ve eksiltmesi ile durmadan İnsan oğlunun üzerine akıp gelmektedirZaman, cemiyetleri dağıtmaya, derli toplu olanları yıkmaya, devletleri değiştirmeye vekil kılınmıştırEmel uzundur, ömür kısa. . . Bütün işler ise Allah'a döner.

Ömer b. Abdülaziz (radıyallahü anh) , bir hutbesinde şöyle demiştir:

Ey insanlar! Muhakkak sizler öyle bir iş için yaratıldınız ki eğer siz onu tasdik ederseniz muhakkak ahmaksınız, eğer onu yalanlarsanız, muhakkak helâk olanlardansınızSiz edeb için yaratıldınızFakat sizler, bir evden bir eve naklediliyorsunuzEy Allah'ın kulları! Siz öyle bir evde bulunuyorsunuz ki o evde sizler için yiyeceklerinizde zehir, içeceklerinizde zakkum vardırAncak ayrılmayı istemediğiniz bir şeyden ayrılmak sûretiyle o evde sizi sevindiren bir nimet elde edebilirsiniz! Bu bakımdan son varacağınız konak için çalışınız! Edediyyen kalacağınız ev için çaba sarfediniz!

Bunu söyledikten sonra ağlamaktan konuşamaz bir hâle geldi ve minberden indi.

Hazret-i Ali bir hutbesinde şöyle demiştir:

Size Allah'tan sakınmayı tavsiye ediyorumSizi terkeden dünyayı terketmeyi istemiyorsanız da. . . O dünya ki bedenlerinizi çürütüyorSiz ise onu yemlemek istiyorsunuz! Sizin ve dünyanın misâli, seferde olan bir grubun misâline benziyor, bu grup sanki yolculuklarının sonuna varmışlar, sanki bir işarete ulaşmışlarOysa sona varmak için daha ne kadar zamanın akıp geçmesi gerekiyor? Nice kişi vardır ki dünyada bir günü kaldığı, kendisini arayan biri arkasına takıldığı halde dünyada kalmayı ve ayrılmamayı ümit ediyor! Bu bakımdan dünyanın şiddet ve saldırısından ürkmeyinÇünkü, yokluğa doğru gidiyorDünyaya tâlip olana hayret ediyorum; ölüm onu aradığı halde o dünyayı arıyor.

Kendisi gâfil olduğu halde kendisinden gâfil olunmamaktadır.

Muhammed bHasan39 şöyle demiştir:

Edeb, mârifet, ilim ve fazilet ehli, Allahü teâlâ'nın dünyayı hakir kıldığını ve dostları için dünyaya razı olmadığını, dünyanın onun nezdinde hakir ve önemsiz olduğunu Hazret-i Peygamber'in dünyada zâhid olup, ashâbını onun fitnesinden sakındırdığını bildikleri zaman ondan az yedilerFazlasını âhiret için gönderdilerDünyadan kendilerine yetecek kadarını aldılarMeşgul edeni bıraktılarElbiselerden avretlerini örtecek kadarını giydilerYemekten açlığı giderecek kadarını yedilerDünyaya yok olacak gözüyle baktılarÂhirete ebedî kalacak gözüyle nazar ettilerBu bakımdan onlar dünyadan bir binicinin azığı kadar azıklandılarDünyayı harap edip onunla âhireti tamir ettilerÂhirete kalpleriyle bakıp, gelecekte ona gözleriyle bakacaklarını anladılarBedenleriyle âhirete yakında irtihal edeceklerini bildikleri için kalpleriyle âhirete irtihal ettilerAz yoruldularUzun zaman nimetlendilerBütün bunlar, kerim olan mevlâlarının tevfiki ile olduMevlâlarının kendileri için sevdiğini sevdiler, kerih gördüğünü de kınadılar.

36) İbn Eb'id-Dünya, (mürsel olarak) ;İmâm-ı Ahmed ve Taberânî (muttasıl olarak)

37) Şerif er-Radî, bu hutbeyi Nehc'ul-Belâğa'da zikretmiştir.

38) Hasan-ı Basrî'nin, Ömer b, Abdülaziz'e yazdığı mektup burada son buldu.

26-2

Kula Göre Dünyanın Hakîkati

Dünyayı kötülemek, dünyanın ne olduğunu bilmedikçe yeterli değildirDünyanın nesinden korunmak, nesinden korunmamak gerektiğini bilmeden onu kötülemek bir fayda vermezBu bakımdan kötülenen dünyayı belirtmemiz mutlaka lâzımdırAllah'a giden yolu kesene bir düşman olduğundan dolayı kendisinden korunmak ve sakınmak gereken dünyanın ne olduğunu beyan etmeliyizO halde deriz ki: Senin dünya ve âhiretin, kalbinin hallerinden olan iki halden ibarettirlerO hallerden yakın olana dünya denilirO, ölümden önceki herşey demektirGeciken ve ölümden sonra gelene âhiret denilirO da ölümden sonrasıdırBu bakımdan dünyada her ne nasibin, gayen, şehvetin ve lezzetin varsa ölümden önce meydana gelir ve o şey senin için dünyadırAncak meylettiğin, nasibinin olduğu, payının bulunduğu ve kötü de olmayan bu şeyler üç kısma ayrılır:

Birinci Kısım

Âhirette seninle arkadaşlık yapan, ölümden sonra da meyvesi beraberinde kalan şeydirBu da iki şeyden ibarettir: İlim ve amelİlimden gayem; Allah'ı, sıfatlarını ve fiillerini, meleklerini, kitablarını, peygamberlerini, arz ve semanın melekûtunu ve Allah'ın, peygamberinin şeriatını bildiren ilimdirAmelden gayem; halisen Allah rızası için yapılan ameldirÂlim kişi bazen ilmiyle o kadar ünsiyet peyda eder ki ilim onun nezdinde eşyanın en lezzetlisi olurBu bakımdan uykuyu, yemeyi ve evlenmeyi ilmin lezzeti için terkederÇünkü ilim, onun katında bütün bunlardan daha zevklidirO halde ilim, bu kişi hakkında dünyada hemen verilen bir nasip olmaktadır. . . Fakat biz dünyanın kötülüğünü belirttiğimiz zaman, asla bunu dünyadan saymayızAksine bu âhiretten deriz.

Böylece âbid kişi de bazen ibadetiyle ünsiyet peyda eder, onun lezzetine alışırÖyle ki o ibadetten menedilirse, bu menediliş onun için cezaların en büyüğü olurHatta bazıları der ki: 'Ben benimle gece ibadeti arasında perde olur diye ölümden korkuyorum'.

Başka biri de şöyle der: 'Yarab! Namazın, rükûun ve secdenin kabirde bile yapılması için bana kuvvet ver!'

İşte bu kimsenin katında namaz, hemen verilen nasiplerden olmaktadırÂcilen verilen nasibe dünya ismi verilirÇünkü dünya yakınlık mânâsına gelen dünuv kökünden gelirFakat biz, bu dünyadan, kötülenen dünyayı kasdetmiyoruzNitekim Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur.

Bana dünyanızdan üç şey sevdirilmiştir:

1Kadın

2Güzel koku

3Gözümün nûru namaz!53

İşte görüldüğü gibi namaz, dünyanın zevklerinden sayılmıştırHis ve müşahedeye giren herşey de şehadet âleminden sayılır ve dünyadandırAzaları rükûa varmak, secdeye kapanmak suretiyle hareketlendirmekten lezzet almaktadırLezzet almak ise dünyada olurBunun için de Hazret-i Peygamber, namazı dünyaya izafe etmiştirAncak biz bu kitapta kötülenen dünyadan bahsedeceğizBu bakımdan deriz ki; 'Namaz, kötülenen dünyadan değildir'.

İkinci Kısım

Birinci kısmın tam zıddı ve en uzağında olan şeydirO da içinde acil lezzet olan ve âhirette asla meyvesi olmayan şeylerdirBütün günahlardan zevk almak, ihtiyaçlardan fazla olan mübah şeylerle nimetlenmek, zaruretin dışında olan, refah ve konforlu yaşama dahil olan şeyler gibi. . . Altın ve gümüş istiflerden, bağlanıp beslenen atlardan, evcil hayvanlardan, ziraattan, köleler, cariyeler, aygırlar, koyun sürüleri, köşkler, evler, kıymetli elbiseler ve yemeklerin lezzetlerinden lezzetlenmek gibi. . . Bu bakımdan kulun bütün bunlardan olan nasibi kötülenen dünyadırFakat fuzulî sayılan veya ihtiyaç yerinde sarfedilen şeyler hakkında uzun bir düşünce silsilesi vardır.

Hazret-i Ömer'den rivâyet ediliyor ki, Ebu'd Derda'yı Humus'a vali tayin ettiVali bir gölgelik yapıp oraya iki dirhem sarfettiBunun üzerine Hazret-i Ömer valiye şunu yazdı:

Mü'minlerin emîri Hattab oğlu Ömer'den Ebu'd Derda'ya. . . Senin için Faris ve Rumlar'ın -Allah onları tahrip etmek istediği zaman- dünyanın tamirine yetecek kadar binaları vardırBu bakımdan sana şu mektubum ulaştığı zaman seni aile efradınla Şam'a sürgün ediyorum!54

Ebu'd Derda ölünceye kadar Şam'da kaldıİşte Hazret-i Ömer, dünyanın bu kadarını fuzulî görmüştürBu bakımdan bu hususta düşün!

Üçüncü Kısım

Birinci ve ikinci kısım arasında bulunan kısımdırO da âhiret amellerine yardımcı olan âcil rızıklardırİnsan oğlunu, ilim ve amele ulaştıran, varlık ve sıhhatini devam ettirmesi için gereken herşey böyledir. . . Pek fazla pahalı olmayan kaba bir gömlek ve yemeğin normal miktarı gibi. . . İşte bunlar -birinci kısım gibi- dünyadan sayılmazlarÇünkü bunlar birinci kısma yardımcı ve vesiledirlerBu bakımdan kul, ilim ve amel hususunda kendisine yardımcı olsun diye bunları elde ederse dünyaya daldı denilmez ve bu yüzden dünya yavrularından olmaz: Eğer kulun teşvikçisi, takvâ hususunda yardımcı olsun diye değil de sadece geçici lezzeti temin ise, o vakit ikinci kısma iltihak eder ve kötülenen dünyadan sayılırÖlüm çağında kulla beraber ancak üç sıfat kalır:

1Kalbin kirlerden temizlenmesi

2Allah'ın zikri

3Allah'ı sevmesi

Kalbin saflığı ve temizliği, ancak dünya şehvetlerinden menedilmekle elde edilirlerAllah'ın zikriyle yakınlık kurmak ise, ancak Allah'ı anmak ve buna daimi bir şekilde devam etmekle elde edilirSevgi ise ancak mârifetle elde edilirAllah'ın mârifeti ise ancak daimi bir şekilde düşünerek, tefekkür etmekle elde edilirİşte bu üç sıfat kurtarıcı, ve ölümden sonra saadet getirici sıfatlardırDünya şehvetlerinden kalbi temizlemeye gelince, o kurtarıcı sıfatlardandırÇünkü kul ile Allah'ın azabı arasında siper olurNitekim bu durum haberlerde de vârid olmuştur.

Muhakkak ki kulun amelleri, kulu müdafaa eder ve korurlarBu bakımdan azap, ayaklar tarafından geldiği zaman gece ibadeti gelip o azabı kovar ve siper olurEller tarafından geldiğinde, ellerle verilen sadaka gelir onu defeder. . . 55

Ünsiyet ve muhabbete gelince, onlar insanı saadete erdiren sıfatlardandırlarOnlar kulu, mülâkat ve müşahedenin lezzetine vardırırlarBu saadet hemen ölümün akabinde çarçabuk tahakkuk eder ve cennette Allah'ın cemâlini görünceye kadar devam ederBu bakımdan kabir, cennet bahçelerinden bir bahçe olurBöyle bir kimse için kabir nasıl cennet bahçelerinden bir bahçe olmasın! Oysa böyle bir kimsenin bir mahbubdan fazla mahbubu yoktuDünya alâkaları da o mahbubu daimi şekilde anıp, onunla yakınlık kurmaktan kendisini alıkoyuyorduOnun cemâlini mütalaa etmeye mâni oluyorduBu bakımdan o alâkalar ortadan kalkmış, kişi hapisten kurtulmuş, sevdiğiyle başbaşa kalmış. . . O halde, alâkalardan emin, mânilerden selim ve sevinçli bir durumda sevdiğinin huzuruna varırDünyanın aşığı ölüm çağında nasıl üzülmesin? Oysa onun sevdiği dünyadan başka birşey değil.

Dünya ise kendisinden alınır, kendisi ile dünya arasında ölüm perdesi gerilir, dünyaya dönüş yolları kendisi için kapanırBunun için şöyle denilmiştir:

Bir dostu olup da kendisini bırakanın hali ne olacaktır? Ölüm yokluk değildirÖlüm kulun dünyadan ayrılması ve Allah'ın huzuruna varmasıdır.

Durum bu ise âhiret yolunun yolcusu, amel, fikir ve zikirden ibaret olan bu üç sıfatın sebeplerine devam eden bir kimsedirBu sıfatlar, onu dünya şehvetlerinden kesen sıfatlardırDünyanın lezzetlerini kendisine çirkin gösterirlerO lezzetlerden kendisini alıkoyarlarBütün bunlar ancak beden sıhhatiyle mümkün olurBedenin sıhhati de ancak azıkla elde edilirElbise, mesken ve bunlara benzer birçok sebeplere muhtaçtırBu bakımdan bunlardan lâzım olan miktarı, dünyadan âhirete sarfetmek için aldığı zaman, dünya âşıklarından sayılmazDünya onun hakkında âhiretin tarlası olurEğer onları nefsinin zevki için ve lezzetlenme maksadıyla alırsa dünyanın âşıkları'ndan olup lezzetlerine rağbet gösterenlerden sayılırAncak dünyanın lezzetlerine rağbet göstermek, sahibini âhiret azabına maruz bırakan ve haram olan şeyler, sahibiyle yüce dereceler arasına perde gibi gerilirSahibini uzun uzun hesap vermeye maruz bırakan ve kendisine helâl ismi verilen şeye taksim olunurBasiret sahibi bilir ki muhasebe için kıyâmet meydanında uzun durmak da azaptırBu bakımdan hesap için bekletilen bir kimse üzülür56 Zira Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

Diğer bir rivâyet şöyledir: Dünyanın helâli azaptır'Ancak bu azap, haramdan gelen adaptan daha hafiftirKatta dünyanın helâlinden ötürü hesaba çekilmek olmasa dahi, cennette kaçırdığı yüce dereceler ceza bakımından yeter de artar!. . Kalbin o hakir, hasis, temelsiz lezztlerden dolayı çektiği hasret de azaptırİşte dünyadaki halini buna kıyas et! Akran ve emsaline baktığın zaman dünya saadetleriyle senden öndeyseler, kalbin nasıl o saadetleri elde etmediğinden paramparça olurOysa biliyorsun ki o saadetler geçicidirBulanıklarla karışırOnların duruluğu yokturAcaba büyüklük vasfı olmayan bir saadetin ve zamanla akıp giden ve sonuna ulaşmak imkânı bulunmayan bir mutluluğun elden gitmesi hususunda halin ne olacaktır? Bu bakımdan, dünyada velev ki bir kuşun sesiyle (ötüşüyle) veya bir yeşilliğe bakmak suretiyle veya bir yudum soğuk su içmekle lezzetlenen bir kimse mutlaka âhirette onun kat kat lezzetlerini kaybederHazret-i Peygamber'in Ömer'e hitaben buyurduğu şu hadîs-i şerîfiyle bu mânâ kastedilmiştir:

Hazret-i Peygamber bu sözüyle Hazret-i Ömer'e ikram edilen soğuk suya işaret ediyorSualin cevabına maruz -o sualde zillet, korku, tehlike ve bekleme vardır- kalmaya işaret ettiBütün bunlar nasibin eksikliğindendir ve bunun için de Hazret-i Ömer 'Bunun hesabını benden uzaklaştırın' demiştirBu sözünü, susadığı ve kendisine soğuk bal şerbeti takdim edildiği ve elinde onu evirip çevirdiği ve sonra içmekten vazgeçtiği zaman söylediDünyanın azı ve çoğu, haramı ve helâli lanete uğramıştırAncak Allah'ın takvâsına yardım eden kısım hariç. . . Zira bu kadarcığı dünyadan değildirKimin mârifeti daha kuvvetli ve daha sağlamsa, dünya nimetinden korunması daha şiddetlidirHatta Îsa (aleyhisselâm) uyuduğu zaman başını bir taşa koydu. Sonra o taşı da attıZira İblis kendisine görünerek şöyle dedi: 'Sen dünyaya rağbet ettin!

Süleyman (aleyhisselâm) o kadar servet ve debdebe içinde, insanlara yemeklerin lezzetlilerini yedirir kendisi ise arpa ekmeğiyle yetinirdi'Bu yolla serveti nefsinin yanında bir zillet ve zorluk kıldıZira yemeklerin lezzetlileri varken sabretmek daha zordurBu sırra binaen Allahü teâlâ peygamberimizden dünyayı esirgediHazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) açlıktan karnının üzerine taş bağlıyordu ve bunun için de Allahü teâlâ, belâ ve mihneti, peygamberler ve velî kullarına musallat kılmış, sonra (derece bakımından) onlara benzeyenlere musallat kılmıştır59

Bütün bunları düşünmek, onlara minnet ve ihtimam etmenden dolayıdır ki âhirette nasipleri çoğalsın! Nitekim şefkatli bir baba, çocuğunu meyvelerin lezzetinden korurKan aldırma elemine maruz bırakırBütün bunları meyvelere kıyamadığı için değil, evladına karşı olan şefkat ve sevgisinden dolayı yapar.

Bununla anlaşıldı ki, Allah için olmayan herşey dünyadandırAllah için olan ise dünyadan değildirEğer 'Allah için olan şey nedir?' dersen, derim ki: Eşya üç kısma ayrılırBir kısım vardır ki Allah için olması düşünülemezBu kısma günahlar, mahzurlular ve mübahların çeşitleriyle nimetlenmeler girerBu, kötülenmiş katıksız dünyadırBu, maddeten ve mânen dünyadırDiğer bir kısım vardır ki görünüşü Allah içindirFakat Allah için olmaması da mümkündürBu da üç gruptur: Fikir, zikir ve şehvetlerden korunmaBunların üçü, gizlice yapıldıkları ve yapılmalarının sebebi sadece Allah'ın emri ve âhiret günü olduğu zaman Allah içindir, dünyadan değildirEğer fikirden gayesi; ilmi halk arasında marifeti izhar etmek suretiyle şeref sahibi olmaksa veya şehveti terketmekten gayesi mal toplamak veya bedenin sıhhatini korumak veya zahidlikle meşhur olmaksa, işte mânâ bakımından bu dünyadırHer ne kadar görünüşte Allah için olduğu sanılıyorsa da. . .

Diğer bir kısım vardır ki, şeklen ve maddeten nefsin lezzeti için olurFakat mânâ bakımından Allah için olması mümkündürBu da yemek, evlenmek, kişinin ve neslinin bekası ile ilgili şeylerdir. . . Eğer bunlardan gaye sadece nefsin lezzeti ise dünya olurEğer gaye takvâ hususunda yardımcı olmaları ise mânâ bakımından Allah için olurHer ne kadar görünüşte dünya için olsa da. . . Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur:

Kim zengin olmak, akran ve emsaline karşı böbürlenmek için helâlinden mal edinmek istiyorsa, böyle bir kimse Allah kendisinden nefret ettiği halde Allah'ın huzuruna gelir ve kim dilenmekten kurtulmak ve nefsini korumak için mal talep ediyorsa, bu kimse kıyâmet gününde yüzü ayın ondördü gibi pırıl pırıl parladığı halde gelir60

Dikkat et! Maksada göre bu nasıl değişiyor? O halde dünya, nefsinin acil ve gelip-geçen lezzetidir, Âhiret için ihtiyaç olmayan lezzete hevâ denirAllahü teâlâ şöyle buyurmuştur:

Ama kim rabbinin divanında durup hesap vermekten korkmuş ve nefsini heveslerden alıkoymuşsa onun barınağı da cennettir. (Nâziât/40-41)

Hevâyı toplayan yerler beş tanedir:

Biliniz ki dünya hayatı bir oyun, bir eğlence, süs, aranızda övünme, mal ve evlat çoğaltma yarışıdır. (Hadîd/20)

O aynalar ki onlardan bu beş şey çıkar, onlar yedi tanedir.

İnsanlara kadınlar, oğullar, altın ve gümüşten istiflenmiş yığınlar, (otlağa) salınmış atlar, davarlar ve ekinlerden gelen zevklere aşırı düşkünlük süslü (câzip) gösterildiFakat bunlar dünya hayatının geçici menfaatidirOysa varılacak güzel yer Allah'ın katındadır. (Âl-i İmrân/14)

Böylece anlaşıldı ki, Allah için olan şeyler dünyadan değildirYaşam için gerekli olan mesken ve elbise -eğer Allah rızası için istenirse- Allah içindirlerBunlardan çokça edinirse lezzet kısmına dahildir ve Allah için değildirLezzetlenme ile zaruret arasında bir derece vardırOna hâcet ismi verilirBu hâcetin iki tarafı, bir de orta kısmı vardırBir tarafı zaruret haddine yaklaşırBu taraf, zarar vermezÇünkü zaruret haddi üzerinde durmak mümkün değildirBaşka bir tarafta lezzetlenme yaklaşırBu taraftan sakınmak uygundurBu iki tarafın arasında birbirine benzeyen birçok vasıtalar vardırKim korunun etrafında dolaşırsa koruya girmesi pek yakın bir ihtimaldirBütün tedbir, şüphelilerden korunmak ile takvâdırHer şeyin başı budurMümkün olduğu kadar zaruret hududuna yaklaşmalıdırBunu da peygamberlere ve velî kullara uymak bakımından yapmalıdır! Zira onlar nefislerini zaruret hududuna döndürüyorlardı.

Veysel Karanî'nin aile fertleri Veysel Karanî'nin deli olduğunu sanıyorlardıÇünkü o nefsini pek fazla tazyik ediyorduKapılarının yanında ona bir ev inşa ettilerBir sene, iki sene, üç sene geçtiği halde onun yüzünü görmüyorlardıO, evinden sabah ezanının ilk çağında çıkıyor, en son yatsı namazında dönüyorduOnun geçimi, hurma çekirdeklerini toplayıp bedeliyle geçinmektiAtılmış bir hurmayı yerde görürse, akşam onunla iftar etmek için alırdıEğer iftar için birşey bulamazsa, topladığı çekirdekleri satar, onun parası ile gıdasını temin ederdiVeysel Karanî'nin elbisesi mezbeleliklere atılan paçavralardıOnları Fırat nehrinde yıkar, yamalar ve giyerdiİşte onun elbisesi bu idiBazen mahalle çocuklarının yanından geçerken kendisini deli sanan çocuklar onu taşlarlardıÇocuklar onu deli sanarlardıOnlara şöyle derdi: 'Kardeşlerim! Eğer beni taşlayacaksınız, bari bana küçük taşları atın, çünkü topuklarımın kanayıp namaz vaktinin geçmesinden korkuyorum'İşte onun sîreti böyleydiOysa Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) onun şanını yücelterek şöyle buyurmuştur:

Ben Yemen tarafından Rahmân'ın nefesini hissediyorumBu hadîs, Veysel Karânî'ye işarettir.

Hazret-i Ömer, halife seçildiği zaman şöyle bir hutbe îrad etti: 'Ey insanlar! Sizden Iraklı olanlar ayağa kalksın!' Bu söz üzerine Iraklılar ayağa kalktıHazret-i Ömer 'Siz oturunuz! Sadece Kûfeliler ayakta kalsın!' dediIraklılar oturdularKûfelilere 'Siz de oturun! Sadece Murad kabilesinden olanlar ayakta kalsın!' dediOnlar da oturunca, Murad kabilesine şöyle hitap etti: 'Siz de oturunuz! Sadece Karan kabilesinden olan ayakta kalsın!' Hepsi oturduBir tek kişi ayakta kaldıHazret-i Ömer ona hitaben şöyle dedi:

-Beni görüyor musun?

-Evet! Seni görüyorum.

-Karan'lı Amr'ın oğlu Üveys'i tanıyor musun?

Sonra Üveys'in, Hazret-i Peygamber'den dinlediği vasıflarını saymaya başladı.

-Evet! TanıyorumSen niçin onu soruyorsun? Allah'a yemin ederim, bizim içimizde, ondan daha ahmak, ondan daha vahşi, ondan daha hakir bir kişi bulunamaz!

Bu durum karşısında Hazret-i Ömer ağladı ve sonra şöyle dedi:

-Ben dediklerimi, Hazret-i Peygamber'in şöyle dediğini işittiğimden dolayı dedim: 'Onun şefaatıyla Rabia ve Mudar kabileleri adedince insan cennete dahil olacaktır'61

Herem bHeyyan62 şöyle dedi: 'Ben Hazret-i Ömer'in bu sözünü dinledikten sonra Kûfe'de hiçbir işim olmadığı halde Üveys-i Karanî'yi arayıp bulmak ve onun durumunu sormak için kaldımAraya araya onu Fırat nehrinin kıyısında, gündüzün ortasında, abdest alırken gördümOnu, bana söylenen vasıflarından tanıdımBaktım ki etine dolgun, teni bembeyaz, başı traşlı, sakalı gür, rengi bozulmuş, yüzü buruşmuş, manzarası heybet verici bir kişi. . . Ona selâm verdimSelâmımı aldıktan sonra beni dikkatle süzdüBen ona 'Allah senin gibi bir kahramana uzun ömür versin' dedim ve elimi musafaha etmek için onun eline uzattımBenimle musafaha etmekten kaçındıBen 'Ey Uveys! Allah sana rahmet edip seni affetsin! Nasılsın, ey Allah'ın rahmetine mazhar olan kişi?' dedikten sonra, onu sevdiğimden ve ona karşı şefkatimden gözlerimden yaşlar boşanıp konuşamaz hale geldimZira onun durumundan gördüklerim bunu gerektirmiştiO da bana dedi ki: 'Allah sana da uzun ömür versin ey Heyyan'ın oğlu Herem! Nasılsın? Beni sana kim gösterdi?' Cevap olarak 'Allah!' dedimBuna karşılık şunları söyledi: 'Allah'tan başka ilâh yokturAllah ortaktan münezzehtirMuhakkak rabbimizin va'di yerine gelecektir'.

Herem der ki: 'Beni tanıdığı zaman hayrete düştümAllah'a yemin ederim, ondan önce ne ben onu görmüştüm, ne de o beni görmüştüKendisine şöyle sordum: 'Benim ve babamın ismini nereden duydun? Oysa bundan önce seni görmüş değilim?' Cevap olarak 'Alîm ve habîr olan Allah bunu bana haber verdiNefsim senin nefsinle konuşurken ruhum senin ruhunu tanıdıRuhların da bedenlerin nefisleri gibi nefisleri vardırMü'minlerin bazıları bazılarını tanırlarAllah'ın vermiş olduğu ruh vasıtasıyla sevişirlerHer ne kadar daha önce karşılaşmamış olsalar da. . . tanışırlar, konuşurlar her ne kadar memleketleri birbirlerinden uzak, konakları ayrı ayrı olsa da'

'Allah senden razı olsun! Hazret-i Peygamber'den bir hadîs bana naklet ki ben onu senin ağzından dinleyeyim' dedim.

Cevap olarak şöyle dedi: 'Ben Hazret-i Peygamber'e yetişemedimOnunla sohbetim yokAnnem ve babam ona feda olsunFakat Hazret-i Peygamber ile karşılaşan kişileri gördümSenin kulağına geldiği gibi benim de kulağıma hadîsler gelmiştirBen, nefsim için bu kapıyı açıp da muhaddis, müftî veya kadı diye bilinmek istemiyorum! Ey Heyyan'ın oğlu Herem! Benim nefsimde bir meşguliyet vardır, beni insanlardan alıkoydu'.

Ben ona 'Kardeşim! Bana Kur'ân'dan bir âyet oku ki onu senin ağzından duyayımBana bir tavsiyede bulun! Çünkü ben seni Allah için pek fazla seviyorum!' dedim.

Herem der ki: 'Benim bu ısrarıma karşı ayağa kalktı, Fırat nehrinin kıyısına kadar elimden tuttu ve sonra şöyle dedi: 'Bilen ve dinleyen Allah'ın rahmetinden kovulmuş şeytanın şerrinden Allah'a sığınıyorum'. Sonra ağladı ve dedi ki: 'Rabbim demiştirHak da rabbimin sözüdürRabbimin sözü, sözlerin en doğrusudur'. Sonra şu âyeti okudu:

Biz gökleri, yeri ve aralarındakileri eğlence olarak yaratmadıkOnları sadece gerçek bir sebeple yarattıkFakat onların çoğu bilmezlerO fasıl günü, hepsinin varacağı gündürO gün dost dosttan hiçbir şey engelleyemez ve kendilerine yardım da olunmazAncak Allah'ın merhamet ettiği kimseler böyle değildirÇünkü O azîz'dir, rahîm'dir! (Duhan/38-42)

Bu âyeti okuduktan sonra bayıldığını sandığım şekilde bir ses çıkardı, sonra şöyle dedi: 'Ey Heyyan'ın oğlu! Senin baban Heyyan öldü! Senin de ölümün yaklaştı. Ya cennete veya cehenneme. . . Baban Âdem (aleyhisselâm) öldü, annen Havva öldü, Nûh (aleyhisselâm) öldü, Rahmâ'nın dostu İbrahim (aleyhisselâm) öldü! Rahmân'ın kurtardığı Musa (aleyhisselâm) öldüRahmân'ın halifesi Dâvud (aleyhisselâm) öldü! Muhammed, (ona ve diğerlerine, salât ve selâm olsun) öldüOysa Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) alemlerin rabbi olan Allah'ın Rasûlü'dürMüslümanların halifesi olan Ebû Bekir öldüDostum ve kardeşim Hattab'ın oğlu Ömer öldü!' Bunu söyledikten sonra: 'Ey Ömeeer! Ey Ömeeer!!!' diye bağırdı.

Herem der ki, ben kendisine 'Allah senden razı olsun! Ömer ölmemiştir' dedimcevap olarak 'Rabbim bana Ömer'in ölüm haberini verdi, nefsim de ölümünü hissetti' dedi ve şöyle devam etti: 'Ben de sen de ölüler zümresindenizSanki bu olmuştur'. Sonra Hazret-i Peygamber'e salât ve selâm getirdiBirtakım gizli dualar okudu, sonra şöyle dedi: 'Ey Heyyan'ın oğlu! Şu benim sana tavsiyemdir: Allah'ın Kitabı'ndan ve sâlih Mü'minlerin yolundan ayrılma! Benim ölüm haberim bana ulaştırıldıSenin ölüm haberin de bana ulaştırıldıBu bakımdan Allah'ın zikrinden ayrılma! Hayatta kaldıkça, göz açıp kapatıncaya kadar kalbin senden ayrılmasın! Döndüğün zaman kavmini Allah'ın azabıyla korkutBütün ümmete nasihatçi ol! Bir karış dahi cemaattan ayrılma yoksa bilmeden dinin senden ayrılır dolayısıyla kıyâmet günü ateşe girersin!' dedikten sonra şöyle dua etti: 'Ey Allahım! Şu kişi (Herem) senin yolunda beni sevdiğini ve rızan için beni ziyarete geldiğini söylüyorYarab! Cennette bana yüzünü tanıtDar'us-selâm'da onu benim yanıma koy! Nerede olursa olsun, dünyada kaldıkça onu koru! Onun kaybolmuş şeylerini ona ihsan et! Onu dünyanın azıyla razı et! Dünyadan ona vermiş olduğunu onun için kolaylaştırOna vermiş olduğun nimetlerinden dolayı onu şükreden kullarından kıl! Benden taraf ona en hayırlı mükâfatı ihsan eyle!' Bunu dedikten sonra şöyle devam etti: 'Ey Heyyan'ın oğlu Herem! Seni Allah'a emanet ediyorumSelâm, Allah'ın rahmet ve bereketi senin üzerine olsun! Allah senden razı olsun! Bugünden sonra seni, beni ararken görmeyeyimÇünkü ben şöhretten nefret eden ve tenhayı seven bir kimseyimMeşguliyetim çokturHayatta kaldıkça bu insanlarla beraber üzüntüm pek şiddetlidirNe sen beni sor, ne de ben seni arayayımBil ki sen daima benim hatırımdasınSen beni görmesen dahi seni anarımBana dua etEğer Allah dilerse ben de seni anar ve sana dua ederim, sen şu tarafa git, ben de öbür tarafa gideyim!' Bunun üzerine kendisiyle bir saat yürümeyi arzuladımFakat bu imkânı bana vermediKendisinden ayrıldımHem kendisi ağladı, hem de beni ağlattıBen gidip bazı sokaklara girinceye kadar arkasından baktımOndan sonra onu sordumsa da ondan haber veren bir kimseye tesadüf etmedimAllah ondan razı olsun, makamı cennet olsun!

İste dünyadan yüzçevirip âhirete yönelenlerin sîreti ve ahlâkı böyle idiDünya bahsinde geçen hakîkatlerden, peygamberler ve velî kulların sîretinden anlaşıldı ki dünyanın tarifi şudur: Yemyeşil kubbenin gölgelendirdiği herşeye, külümsü toprağın üzerinde bulunan herşeye dünya denilirAncak bu şeylerden Allah rızası için olanlar müstesnadır ve dünyalıktan sayılmazlarDünyanın zıddı ve kuması âhirettirKendisiyle Allah talep edilen herşey âhirettendirAllah'a ibadet etmek için, dünyadan zarûret miktarı alınan şeyler dünyadan değil âhirettendirBu bir misal ile açığa kavuşur.

Şöyle ki: Kâbeyi kasteden bir kimse, hac yolunda olduğu halde, hacdan başka şeylerle meşgul olmayacağına, kendisini tamamen hacca vereceğine dair yemin etse, sonra bu kimse yolda azığını korumak, devesinin yemini vermek, yemek torbasını dikmek ve hac için lâzım olan şeyleri yapmakla meşgul olsa, kendisine yeminini bozdu diye kefaret düşmezÇünkü hacdan başka şeyle meşgul olmuş sayılmazİşte beden de böylece nefsin bineğidirOnunla ömür mesafesi katolunurBu bakımdan bedenin yola tahammülünü ve gücünü sağlayan ilim ve amelle meşgul olmak dünyadan değil, âhirettendirEvet! Bu sebeplerin herhangi birisiyle bedenin lezzetlenmesi kastedildiği zaman, kasteden, âhiretten inhiraf etmiş olur ve kalbinin katılaşmasından korkulur.

Tanafusî 63 şöyle anlatıyor: Mescid-i Haram'da Beni Şeybe kapısında birkaç gün birşey yemeden karnımın büklümlerini bükerek duruyordum. Sekizinci gün, uyku ile uykusuzluk arasında iken bir dellâlin şöyle bağırdığını duydum: 'Dikkat edin! Kim, muhtaç olduğundan fazlasını dünyadan alırsa onun kalbinin gözünü Allah kör eder (veya etsin) İşte bu, dünyanın senin hakkındaki hakîkatinin beyanıdırBunu bil, Allah'ın izniyle irşad ol!'

53) Nesâî, Hâkim

54) Vali mektubu aldığı zaman, aile efradıyla Şam'a gitti, ölünceye kadar orada kaldı. İbn Hıbbân der ki: 'Hazret-i Ömer'in hilâfetinde Muaviye onu Şam kadılığına tayin etmiştir'.

55) Taberânî

56) Müslim, Buhârî

57) İbn Eb'id-Dünya, Beyhâk:

58) Yemek bahsinde geçmişti.

59) İmâm-ı Ahmed, Buhârî, Tirmizî ve İbn Mâce

60) Ebû Nuaym, Beyhâkî

61) İbn Semmak, (Ebû Umame'den)

62) Abdî soyundan olan bu zat, ashâbın küçüklerinden. İbn Ebî Hatim ise onu tabiinin meşhur sekiz zahidinden saymıştır.

63) Adı Muhammed b. Ubeyd b. Ebî Umayye el-Kûfî'dir. H. 204 senesinde vefat etmiştir.

26-3

İnsanlara Kendilerini, Yaratıcısını, Nereden Gelip, Nereye Gittiklerini Unutturan Meşguliyetler

Dünya mevcut şeylerden ibarettirİnsan oğlunun o mevcutlarda lezzeti ve nasibi vardırOnların ıslahında meşgalesi vardırİşte bunlar üç şeydirZannedilir ki dünya, sadece bu üç işin birinden ibarettirOysa hiç de öyle değildirDünyanın kendilerinden ibaret olan şeyleri; kürre-i arz ve üzerindekilerdirNitekim Allahü teâlâ şöyle buyurmuştur:

Biz yeryüzünde olan şeyleri yer halkına bir süs yaptık ki insanların hangisinin daha güzel amelde bulunacağını imtihan edelim. (Kehf/7)

Bu bakımdan yeryüzü, insanoğulları için döşek, beşik, mesken ve istikrar yeridirYeryüzünde olanlar da onlar için elbise, yemek, içmek, evlenmektirYeryüzündeki şeyleri üç kısımda toplayabiliriz:

1Madenler

2Bitkiler

3Canlılar

Bitkiler

İnsan oğlu onları gıda edinmek ve tedavi olmak için ararMadenler

Bakır ve kalay gibi, onları alet veya kap yapmak için; altın ve gümüş gibi onları para yapmak için veya bunların dışındaki maksat ve hedefler için arar.

Canlılar

Canlılar, insan ve insan dışındaki diğer canlılar diye ayrılırİnsan dışındaki diğer canlıların etleri yenmek, sırtları binilmek ve süs edinilmek için aranılırİnsan ise, bazen İnsan oğlu insanların bedenlerini mülk edinmek, onları hizmetkârlar gibi çalıştırmak ve sofralarına göndermek veya kadın ve cariyeler gibi onlardan zevk almak için onları ararİnsanların kalplerini mülk edinmek, o kalplerde büyüklüğünü ve ikramını yerleştirmek için ararİşte buna makam ve mertebe denilirZira makam ve mertebenin mânâsı, insanların kalplerini mülk edinmek demektirİşte bunlar dünya diye isimlendirilen şeylerdir.

İnsanlara kadınlar, oğullar, altın ve gümüşten istiflenmiş yığınlar, (otlağa) salınmış atlar, develer ve ekinlerden gelen zevklere aşırı düşkünlük süslü (cazip) gösterildiFakat bunlar dünya hayatının geçici menfaatidirOysa varılacak güzel yer Allah katandadır. (Âl-i İmrân/14)

İşte bunlar dünyanın hazlarıdırAncak bunların kul ile iki yönden bağlantısı vardır: Biri kalple beraberdir ki o da kalbin bunları sevmesi, bunlardan lezzetlenmesi, kalbi köle gibi oluncaya dek himmetini bunlara sarfetmesidir veya dünya ile tamamen deli divaneye dönmüş bir aşık gibi olmasıdırBu alâkaya kibir, hile, hased, riya, şöhret, su-i zan, yağcılık, övülme sevgisi, servetle böbürlenmek gibi dünya ile ilgili olan kalbin bütün sıfatları dahildir ve bâtın dünya işte budur.

Zâhir dünya, bizim söylediğimiz şeylerdirİkinci irtibat bedenledirO da bedenin bu şeylerin ıslahı ile meşgul olmasıdır ki bunlar onun ve başkasının lezzetlenmesine elverişli hâle gelsinBu, sanatların ve halkın meşgul olduğu işlerin tamamıdır.

Halk nefislerini, varacakları yerlerini bu iki irtibattan dolayı dünya yüzünden unutmuştur: Kalbin sevgi ile bedenin de meşguliyetle bağlantısı. . . Eğer kişi nefsini, rabbini, dünyasının hikmet ve sırrını bilseydi, dünya dediğimiz bu şeylerin kendisini Allah'a doğru götüren hayvanın yemi için yaratıldığını anlardıBu hayvandan gaye bedendirZira beden ancak yemek, içmek, elbise ve meskenle hayatta kalabilirNitekim hac yolundaki devenin de ancak yemek, içmek ve sırtındaki çullar vasıtasıyla hayatta kalıp yoluna devam edebildiği gibi. . . Dünyada nefsini ve maksadını unutmak hususunda kulun misali, yolun konaklarında duraklayan ve durmadan devesine yem yediren, devesini tımarlayan, temizleyen, onun sırtına çeşitli elbise ve çullar örten bir hacının misali gibidirDevesine otların çeşitlerini getiren, buz ile suyunu soğutan, kendisini kafileden geri bırakmasın diye bunları yapan, kafileden geri kalıp çölde kalan ve devesiyle beraber yırtıcı hayvanlara yem olan gâfil bir hacının misâli gibidirBasireti açık olan bir hacı ise, ancak devenin yürüyüşünü temin edecek kadarıyla ilgilenirBu bakımdan bu miktarı temin ettikten sonra kalbi Kâbe ve hac ile bağlıdırAncak zaruret miktarı deveye bakarİşte âhiret seferindeki basiret sahibi de böyledirTuvalete ancak zaruret miktarı girdiği gibi, gerektiği kadar bedene bakarYemeği midesine sokmak ile karından çıkarmak arasında hiçbir fark yokturÇünkü her ikisi de bedenin zarurî ihtiyaçlarındandır! Kimin himmeti, karnına soktuğu şeyler ise, onun kıymeti midesinden çıkardığı şeydir! İnsanı Allah'tan en fazla meşgul eden midedirZira gıda zarurî olanıdırMesken ve elbisenin işi daha kolaydırEğer insan bu şeylere olan ihtiyacının sebebini bilmiş olsaydı ve sadece ihtiyaç kadarını kullansaydı, dünya meşgaleleri onun bütün vakitlerini almazdıİnsanlar dünyayı bilmediklerinden, hikmetinden gâfil olduklarından ve dünya ile lezzetlendiklerinden dolayı dünya bütün vakitlerini alıyor, meşgul ediyor! Fakat onlar dünyayı bilememişler ve dünyadan gâfil olmuşlardırBöylece dünyanın meşgaleleri ardı ardınca onların üzerine akın etmiş, bir kısmı diğerini takip etmiştirSınırsız bir nihayete doğru onları sürüklemiştirOnlar meşgalelerinin çokluğuna dalmışlar ve maksatlarını unutmuşlardır.

İşte biz, dünya meşgalelerinin tafsilâtını, onlara ihtiyacın nasıl olduğunu ve insanların dünya maksadlarında nasıl yanıldıklarını belirteceğiz ki dünya meşgaleleri halkı nasıl Allah'tan uzaklaştırmıştır, işlerin akibetini nasıl unutturmuştur açıkca görünsün!

Bu bakımdan deriz ki; dünyevî meşgaleler, sanatlar ve halkın üzerine üşüşmüş olduğunu gördüğün çalışmalardırÇokça çalışmanın sebebi; İnsan oğlunun üç şeye mecbur olmasındandır: 'Azık, mesken ve elbise'.

Azık, gıdalanmak ve yaşamak içindirElbise, sıcak ve soğuktan korunmak içindirMesken, sıcak ve soğuğu defetmek, aile efradı ve maldan helâk olmanın sebeplerini uzaklaştırmak içindir.

Allah, gıdayı, mesken ve elbiseyi, insanın sanatına muhtaç olacak şekilde yaratmıştırAncak hayvanlar için böyle değildirÇünkü bitki, pişirmeksizin, hayvanın gıdası olurSıcak ve soğuk hayvanın bedenine tesir etmezBu bakımdan binaya muhtaç değildir ve çölde yaşayabilirElbisesi, tüyleri ve derilerdirElbiseye ihtiyaçları yokturİnsan ise, böyle değil. . . Bunun için beş sanata ihtiyaç vardırOnlar da sanatların temelleri ve dünyevî meşgalelerin başlangıçlarıdır ve o sanatlar şunlardır: Çiftçilik, çobanlık, avcılık, dokumacılık ve inşaat.

Bina, mesken içindirÖrücülük ve kapsadığı yün eğirmek ve dikmek giymek içindirÇiftçilik, yemek içinKoyunlar ve atların çobanlığı da yine yemek, binmek ve avcılık içindirAvcılıktan gayemiz Allahü teâlâ'nın yaratmış olduğu kara ve deniz hayvanını, madeni, otu veya odunu elde etmek demektirBu bakımdan çiftçi bitkileri elde ederÇoban hayvanları korur, üretirAvcı biteni elde edip başka insanın sanatı olmaksızın kendi kendine birşeyler edinir ve böylece yerin madenlerinden, insanların sanatı olmaksızın yaratılan şeyleri alırÇünkü avcılıktan bizim gayemiz; bütün bunları kapsayan geniş mânâdırO mânânın altına birçok sanat ve meşgaleler girer. Sonra bu sanatlar aletlere muhtaçtırDokuma aleti, çift, bina ve av gibi. . . Aletler de bitkilerden edinilir: Bunlar odun ve kereste kısımlarıdır veya demir, kaya ve benzerleri gibi madenlerden veya hayvan derilerinden yapılırlar.

Bu bakımdan üç çeşit sanata daha ihtiyaç vardır:

Marangozluk; bundan gayemiz, ne şekilde olursa olsun kereste ve odun maddeleri üzerinde çalışan kimselerdirHattattan gayemiz; demir, bakır ve diğer maden cevherleri üzerinde çalışan kimsedirBizim gayemiz cinsleri zikretmektirSanatların kısımları ise pek fazladırTerziye gelince, ondan gayemiz; hayvan derileri ve parçaları üzerinde çalışan kimsedirİşte bunlar sanatların temelleridir. Sonra insan tek başına yaşayamayacağı şekilde yaratılmıştırHatta tek başına yaşamamaya mecburdurBu mecburiyet ise iki sebepten meydana gelirO sebeplerin biri, insan cinsinin devam etmesi için üremeye muhtaç olmasıdırBu ise ancak erkek ve kadının bir araya gelmeleriyle mümkün olur.

İkinci sebep ise yemek ve elbiseleri hazırlamak hususunda, çocuk terbiyesi bakımından yardımlaşmaktırÇünkü eşlerin birleşmesi çocuğu meydana getirirBir kişi hem çocuğu korumak, hem de azığın sebeplerini araştırmakla meşgul olamaz. Sonra kişinin aile efradı ile bir evde toplanması da kâfi değildir.

İnsanların bir grubu bir araya gelmedikçe yaşamaları mümkün değildirBir araya gelmeliler ki bir araya gelen grubun her biri ihtiyaç duyulan bir sanatı üzerine alsınÇünkü bir kişi, tek başına nasıl çiftçilik yapacaktır? Zira çiftin aletlerine muhtaçtırAlet de demirciye ve marangoza muhtaçtırYemek, değirmenciye ve fırıncıya muhtaçtırİnsan tek başına elbiseyi nasıl elde edebilir? Oysa elbise, pamuğu korumaya, örmeye, dikiş aletleriyle daha bir çok aletlere muhtaçtırİşte bunun için insanın tek başına yaşaması imkânsızdırBöylece bir arada yaşamaya ihtiyaç vâki olmuştur. Sonra insanlar eğer üstü açık bir çölde toplansalar, sıcak, soğuk, yağmur ve hırsızlardan korunmaları zorlaşırBu bakımdan kuvvetli binalara ve her hane halkının yatacağı müstakil konaklara ihtiyaçları vardırÖyle ki beraberlerinde aletlerini, ev eşyalarını bulundurabilsinlerKonaklar, sıcağı, soğuğu yağmuru defettiği gibi, komşuların hırsızların ve benzeri şeylerin eziyetlerinden de korurFakat evler bazen bir grup hırsızın baskınına maruz kalırlarBu bakımdan o evlerde oturanların yardımlaşmaya ve bütün evleri koruyacak bir sur ile korunmaya ihtiyaçları vardırBu zaruretten dolayı da şehircilik fikri doğmuştur.

Sonra insanlar evlerde, şehirlerde bir araya geldikleri ve alış veriş yaptıkları zaman aralarında husumetler başgösterirÇünkü riyaset meselesi doğarKocanın kadına baş olması, anne-babanın çocuklarına baş olmaları durumu meydana gelirÇünkü kadın ve çocuklar zayıftır ve bir idareciye muhtaçtırlarNe zaman akıllı bir kimse başkasının boyunduruğuna girerse bu durum husumete götürürAma hayvanları boyunduruğa sokmak böyle değildirÇünkü hayvanlarda muhâseme kuvveti yoktur, onlara zulmedilse bile düşmanlık gütmezlerKadın ise kocasına karşı husumet gösterirEvlat, anne ve babasına karşı muhâsemette bulunurBu bir evin manzarasıdır.

Bir şehrin halkına gelince, onlar ihtiyaçları olan maddelerde alış-veriş edip mücadele ederlerEğer o şekilde bırakılırlarsa mutlaka savaşa tutuşur ve hepsi helâk olurlarÇobanlar ve çiftçiler de böyledirMeralara akın ederler, arazi ve sulara varırlarVardıkları yerler onların ihtiyaçlarına cevap vermezŞüphesiz münazaaya tutuşurlar. Sonra bazıları çiftçilik ve sanattan, körlükten, hastalıktan ihtiyarlıktan ve çeşitli sebeplerden ötürü aciz kalırEğer o kimse, o şekilde bırakılırsa helâk olurEğer onun halinin sorulması bütün insanlara bırakılırsa onu mahrum ederlerEğer tahsis edici bir sebep olmaksızın biri onun haline bakmaya tayin edilirse o da ona itaat etmezBu bakımdan bu bir araya gelmekten hasıl olan arızalardan dolayı zarurî olarak birçok sanatlar doğar.

Onlardan biri arazi ölçme sanatıdırO arazi ölçme sanatı ki onunla yerin miktarı bilinirArazi, bu ölçü sayesinde insanlar arasında adaletle paylaştırılırO sanatlardan biri de askerlik sanatıdırBu sanat da kılıçla memleketi korumak, memleketten hırsız ve benzerlerini uzaklaştırmak için meydana çıkmıştır.

O sanatlardan biri de hüküm ve husumeti ortadan kaldırma sanatıdırBu sanattan da fıkha ihtiyaç duyulmuşturFıkıh ise halkı kontrol etmek için gereken yasaların bilinmesi demektirBu yasalar halkı kendi hududunda durdurmaya mecbur eder ki aralarındaki muaraza çoğalmasınBu, Allah'ın çizmiş olduğu hududların bilinmesi demektirBunlar siyasî işlerdir, mutlaka lâzımdırlarBununla ancak hidayeti ayırt edecek ve ilim gibi özel nitelik ve sıfatlara sahip olan kimseler meşgul olabilirlerBunlar, kanun ile meşgul oldukları zaman, başka bir sanatı icra etmeye vakitleri kalmazMaaşa muhtaç olurlarMemleket halkı da onlara muhtaçtırZira bir memleket halkının tümü düşmana karşı savaşa gittiği zaman, sanatlar muattal olurEğer savaş ehli/silah ehli maişetlerini temin etmek için sanatlarla meşgul olurlarsa, o vakit memleket koruyucusuz ve nöbetçisiz kalırBütün insanlar zarar görürBu bakımdan onların maişetlerine ve rızıklarına -eğer varsa- sahipsiz malların sarfedilmesi veya ganimetlerin eğer savaş kâfirlere karşı yapılıyorsa- sarfedilmesine ihtiyaç doğmuşturEğer onlar da dindar ve muttakî kimseler ise, halkın yararı için, halkın mallarının azıyla kanaat edeceklerdirEğer lüks hayat yaşamayı isterlerse, o vakit memleket halkının malları bu muhariblere kayar ki onlar da, millete koruyuculuk ve nöbetçilik vazifeleriyle yardım etsinlerBu bakımdan haraç (vergi) 64 alma ihtiyacı doğar. Sonra haraç alma ihtiyacından dolayı birçok sanatlar doğarZira haracı (vergiyi) adaletle çiftçi ve servet sahiplerine koyan memurlara ve vazifelilere ihtiyaç olurŞefkatle onlardan o haraçları alana ihtiyaç duyulurBunlar da haraç toplayan ve servetlerden haraç alan memurlardırHimayesinde haraç toplayan bir kimseye ihtiyaç olur ki dağıtma zamanına kadar o haraçları korusunBunlar da hazinecilerdirBir de haracı adaletle memleket koruyucularına dağıtana ihtiyaç vardırBu da askerler için taksimat vazifesini gören memurdurİşte bu işler, eğer aralarında bir bağlantı olmayan bir cemaat tarafından yürütülmeye kalkışılırsa, nizam alt üst olurBu bakımdan bunları sevk ve idare eden ve emri dinlenen bir idareciye ihtiyaç olurÖyle idareci ki her işe bir şahsı tayin eder ve herkese uygun vazifeler seçerHaraç ve dağıtımında adaleti gözetirAskeri savaşta kullanmak, silahları askerlere dağıtmak, savaş cihetlerini tayin etmek, her gruba kumandan tayin etmek ve bunlara benzer idarecilik sanatından olan vazifeleri yapmakta adaletten ayrılmazSilah kullanan askerlerden, hassas bir şekilde onları kontrol ve idare eden idareciden sonra yazarlara, hazinecilere, muhasebecilere, haraç alan memurlara ve memleketin idaresini yürüten idarecilere ihtiyaç olur. Sonra bunlar da maişete muhtaç olurlarBunların sanatla meşgul olmaları mümkün değildirÖyle ise aslın malıyla beraber, fer'î olanın malına da ihtiyaç duyulurBuna Haracın dalı (ek vergi) adı verilirBu fikir yanında insanlar sanatta üç gruba ayrılırlar:

Birinci grup çiftçiler, koruyucular ve sanatçılardır.

İkinci grup ise, kılıçlarıyla memleketi koruyan askerlerdir.

Üçüncü grup, almak ve vermekte bu iki grubun arasında aracılık yapanlardırBunlar idareciler, tahsildarlar ve benzerleridirDikkat et durum, yiyecek, giyecek ve mesken ihtiyacından başlayıp nereye vardı? İşte dünyanın işleri böyledirOndan bir kapı açıldı mı, muhakkak ondan dolayı başka kapılar açılır ve böylece sayılamayacak kadar uzar giderSanki dünya cehennemdirOnun derinliğinin sonu yokturOnun bir çukuruna yuvarlanan, o çukurdan başka çukura, ondan başka çukura yuvarlanırYani durmadan bu şekilde yuvarlanıp giderİşte bunlar sanatlardırAncak bunlar mal ve aletlerle tamamlanırlarMal da yeryüzünde kendilerinden yararlanılan şeylerden ibarettirMalın en güzeli gıdalar, sonra insanların sığınağı olan mekanlardırBu mekanlar evlerdir.

Sonra insan o mekanlarda yaşamak için durmadan çaba sarfeder, dükkanlar, pazarlar, tarlalar ve ziraat yerleri bu mekanların kısımlarıdır. Sonra elbiseler, sonra av eşyaları ve aletleri. . . Sonra aletlerin aletleri. . . Bazen hayvanlar da alet olurMesela av köpeği avın, sığır nadasın, at da savaşın aletidir. Sonra bunlardan da alış veriş ihtiyacı doğarZira çiftçi bir kimse çoğu zaman bir köyde oturur, o köyde çift aleti yokturDemirci ve marangoz öyle bir köyde otururlar ki orada ziraat yapmaya imkân yokturO halde zarurî olarak çiftçi onlara, onlar da çiftçiye muhtaçtırlarBu bakımdan onlardan biri yanındakini diğerine vermek mecburiyetindedir ki onun yanındakini alsınBu ise alış veriş yoluyla mümkündürMarangoz çiftçiden aletiyle gıda istese, çiftçi, marangozun yanında bulunan alete muhtaç olmadığından gıdayı o alete karşı vermezÇiftçi marangozdan aletini yemek karşılığında istese, marangozun yanında o anda başka yemek varsa, çiftçinin yemeğine muhtaç olmadığı için aletini vermezDolayısıyla hedefler gecikirBu bakımdan bunlar her sanatın aletlerini satan bir dükkanın kurulmasına ihtiyaç duyarlarBöylece dükkan sahibi, dükkanda topladığı şeylerle ihtiyaç sahiplerinin durumunu gözetmiş olurBunlar da çiftçilerin mahsullerini teslim edecekleri ve toplayacakları depolara muhtaç olurlar ki depo sahipleri onlardan mahsullerini satın alsınlar, ihtiyaç sahiplerinin durumunu tarassut etsinlerBundan dolayı da pazarlar ve ambarlara olan ihtiyaç başgösterirÇiftçi mahsülünü alıp götürürİhtiyaç sahibi bulamadığı zaman, umumi bayiye ucuz bir fiyatla satar, onlar da kâr etmek maksadıyla ihtiyaç sahiplerini beklerlerMalların hepsinde durum böyledir. Sonra memleket ve köyler arasında gelip gitme hâdisesi meydana gelirBöylece halk, birbirlerine gidip gelirlerKöylerden yiyecek maddelerini, şehirlerden aletleri satın alırlar ve bunları nakletmeye, bunlarla yaşamaya muhtaç olurlar ki bunlardan dolayı şehir sakinlerinin durumu nizam ve intizama girsinZira her şehirde çoğu zaman her alet ve her köyde de çoğu zaman her yiyecek maddesi bulunmazÖyleyse bazısı diğerine muhtaçtırDolayısıyla nakil ihtiyacı başgösterirBundan da nakliyecilik yapan tüccarlar sınıfı meydana gelir.

Onları bu işe teşvik eden, şüphesiz servet edinmektirOnlar gece gündüz başkalarının mallarını taşımak suretiyle yorulmakta, onların payları da başkalarının yiyeceği malı toplamaktırO başka yeyici ise ya yol kesici, ya da zâlim bir sultandırFakat Allahü teâlâ memleketin nizamını ve kulların maslahatını onların gaflet ve cehaletinde kılmıştırDünyanın bütün işleri gafletle ve himmetin eksikliğiyle cereyan ederEğer insanlar düşünüp, himmetleri yücelseydi, dünyaya karşı zâhid olurlardıBunu yaptıkları takdirde hayat dumura uğrardıHayat dumura uğradığı takdirde hepsi helâk olurduZâhid de helâk olurdu. Sonra insan nakledilen malları sırtlayıp götürmeye güç yetiremezBu bakımdan yük taşıyıcı hayvanlara ihtiyaç duyulurMal sahibinin bazen hayvanı olmazDolayısıyla onunla hayvan sahibi arasında icar (kiralama) meydana gelirBöylece kira da kazancın bir çeşidi olur.

Sonra alış veriş sebebiyle altın ve gümüşe ihtiyaç vâki olduZira bir yemeği bir elbise ile satın almak isteyen bir kimse, yemeğe eşit olan elbise miktarının ne kadar olduğunu nasıl bilsin! Alış-veriş çeşitli cinsler arasında cereyan ederTıpkı bir elbise ve hayvan, yiyecek maddesiyle satın alındığı gibi. . . Bunlar birbirine uygun olmayan şeylerdirO halde, alıcı ve verici arasına girecek adil bir hâkime ihtiyaç vardır ki birisini diğeriyle adaletli bir şekilde denk yapsınO adalet ise malların bizzat kendilerinde aranır. Sonra uzun zaman yaşayacak bir mala ihtiyaç duyulurÇünkü bu mala ihtiyaç devam ederMalların en uzun yaşayanı ise madenlerdirBu bakımdan paralar, altın, gümüş ve bakırdan yapılır. Sonra parayı sikkelemek, nakışlı yapmak, birimini takdir ve sınırlamak ihtiyacı başgösterirBu bakımdan darbhaneye, ondan sonra da sarraflara (ayarını bilmek için) ihtiyaç duyulurBöylece meşgaleler ve işlerin bir kısmı diğerini gerektirirSonunda durum senin gördüğün noktaya varıncaya kadar geldiİşte bunlar halkın meşgaleleri ve yaşantılarıdırBu sanatların hiçbir şeyinin yapılması ve öğrenilmesi başlangıçta biraz da olsa yorulmaksızın mümkün olamazHalkın içinde çocukluk devresinde bundan gâfil olanlar olurOnunla meşgul olmazlar veya meşgul olmalarına bir mâni çıkarBöylece kazanmaktan aciz olurÇünkü sanatı yokturBu bakımdan başkasının kazancından yemeye mecbur kalırBundan iki hasis ve çirkin sanat doğup meydana gelir.

Birincisi hırsızlık, ikincisi hilekârlıktırBu iki sanatın ortak yanları, ikisinin erbablarının da çalışmadan başkasının kazancını yemeleridir. Sonra insanlar hırsız ve hilebazlardan sakınır, mallarını onlardan korurlarBöylece tedbir alıp çareler düşünmek için akıllarını kullanmaya muhtaç olurlarHırsızlara gelince onların bir kısmı yardımcı edinirElinde kuvvet olurBir araya gelir çoğalırlarBedevîler gibi yol keserlerOnların zayıflarına gelince, zayıf hırsızlar hilebazlıklara ve kurnazlıklara sığınırlar. Ya delikler açmak suretiyle veya mal sahibinin gafleti anında duvara tırmanmak suretiyle malı çalarlar veya zincir ve iplerle sarkıtmak suretiyle bu işi yaparlarHırsızlık yollarını öğrenmek için sarfedilen çabalar sayesinde meydana gelen daha nice hırsızlık çeşitlerine başvururlar.

Hilekâra gelince, hilekâr, başkasının kazandığını istediği zaman kendisine 'Başkasının çalıştığı gibi sen de çalış! Yorul! Tembellikle senin ne işin vardır?' denirBöylece kendisi azarlanır ve mahrum bırakılırBu bakımdan malların çıkartılmasında bir hileye ve tembellik hususunda nefislerini mazur göstermenin zeminini hazırlamaya mecbur kalırlarKendilerini sakat göstermeye mecbur olurlar.

Bu sakatlık ya hakîkidir, hilelerle kendilerini ve çocuklarını kör eden gruplar gibiBunlar körlükten dolayı kendilerine birşeyler verilsin diye bunu yaparlar veya hakîkî değil de kendilerini kör, felçli, mecnun ve hasta gösterirler! Bunu da çeşitli hilelerle yaparlar ve müstehak olmadan bu belanın kendilerine isabet ettiğini de belirtmekten geri durmazlar ki bu, şefkate vesile olsunBaşka bir grup da halkı hayrette bırakacak söz ve hareketleri araştırırlar ki halk o sözler ve hareketleri gördüğünde kalpleri inşiraha gelsin ve cömertlik yaparak versinler. Sonra şaşkınlık devresi geçti mi o malı verdiklerine pişman olurlar, fakat pişmanlık fayda vermezBu, bazen kişinin kendisini maskara yapmak, başkasının durumunu taklid etmek, gözbağcılık yapmak veya gülünç hareketlerde bulunmakla olurBazen de garip şiirler okumak, güzel ses, secîli nesirler okumak suretiyle olurFakat vezinli şiir, daha fazla tesir ederHele o şiirde mezheblerle ilgili taassubdan dem vurmak, ashâb-ı kirâmın menkîbelerinden ve ehl-i beytin faziletinden bahsetmek veya hayasız kimselerin aşkını tahrik eden şiir okumak veya çarşılarda def çalanların uda benzeyen, fakat esasında ud olmayan aletlerden çalmak veya boyalarla tezyin edilen nushalar, satıcısının şifa olduğu hayalini müşterilere verdiği haşişleri satmak gibi maskaralıklar daha fazla tesir ederBöylece çocuk ve cahilleri kandırır! Kur'a atan, fala bakan, müneccimler gibi. . . . Minberlerin tepelerinde hokkabazlık yapanlar, va'z ve nasihatlerinde ilmî bir fayda olmayanlar, vaazlarında gayeleri halk tabakasının kalbini tesir altına almak isteyenler, çeşitli hilelerle onların mallarını yemek isteyenler de bu kısma dahildirler!

Hileler iki bin çeşitten daha fazladırBütün bunlar maişet için ince fikirlerle elde edilirler! İşte bunlar halkın meşgaleleri ve üzerine üşüştüğü işlerdirHalkı bu işlere azık ve elbise ihtiyacı çekmektedirFakat onlar bu esnada nefislerini, maksadlarını, varacakları yeri unuttularŞaştılar, sapıttılar, zayıf akıllarına dünya meşgalelerinin zahmetiyle bulandıktan sonra bozuk hayaller gelmeye başladıBöylece yolları ayrıldı, görüşleri parçalandıBir gruba cehalet ve gaflet galip geldiOnların gözleri, işlerinin akibetine bakmaya yönelmediDediler ki: 'ınaksad bizim dünyada birkaç gün yaşamamızdırBu bakımdan biz azık edininceye kadar gayret edelim, sonra yiyelim ki tekrar kazanmaya kuvvetimiz olsun! Sonra kazanalım, sonra yiyelim'O halde bunlar yemek için kazanıyorlarİşte bu çiftçilerin ve sanatkârların yoludurDünyada üstün lezzeti ve dinde iyi bir yeri olmayanların yoludurÇünkü böyle bir kimse gündüz yorulur ki gece yesinGece yer ki gündüz yorulsunBu, saniyelerin dönüşü gibi, ancak ölümle sonu gelen bir seferdirBaşka bir grup da durumu kavradıklarını iddia ederek maksadın, çalışma ile İnsan oğlunun yorulması ve dünyadan lezzetlenmesi olmadığını, aksine saadetin dünya şehvetini yerine getirmekte olduğunu bunun da midenin ve tenasül uzvunun şehveti olduğunu iddia ederler! Bu kimseler, nefislerini unuttular, himmetlerini kadınların peşine takılmaya ve yemeklerin lezzetlilerini toplamaya sarfettiler! Hayvanların yediği gibi yerlerBunu elde ettikleri zaman saadetin zirvesine eriştiklerini sanarlarBu durum, onları Allah'tan ve son günden uzaklaştırmaktadır!

Başka bir grup da, saadetin malın çokluğunda olduğunu zannederZenginlik, hazinelerin çok olmasına bağlıdırHazine sahibi olma hayali onların uykularını kaçırır, mal toplamak için bütün gün yorulurlarGece ve gündüz boyunca, seferlerde yorulurlar, zahmetli işlere koşarlar, kazanırlar, toplarlarMalın eksileceğinden korkarak ve çekinerek zaruret miktarından fazlasını yemezlerİşte bunlar, onların lezzetleridirOnların ölünceye kadar âdet ve hareketleri budurDolayısıyla mallar da toprak altında kalır veya şehvet ve lezzetlerine sarfeden birinin eline geçerBu takdirde toplayana yorgunluk ve günah, yiyene de lezzet düşer! Sonra mal toplayan kimseler, bu gibilere bakıp ibret almazlar.

Başka bir grup, saadetin güzel nam yapmak, halkın övgüsüne mazhar olmak olduğunu zannettilerBöyle kimseler maişeti için çalışmada yorulurlarYemek ve içmekte nefislerini zorluklara sürerlerBütün mallarını güzel elbiselere, nefis bineklere sarfederlerEvlerinin kapılarını süslerlerHalkın gözüne çarpan yerlerini süslü püslü yaparlar ki 'adam zengindir, servet sahibidir' denilsinZannederler ki saadet ancak budur! Bu bakımdan onların işi, gece gündüz halkın gözüne çarpan yerlerini süslemektir.

Başka bir grup da saadetin mertebeye, halk arasında büyüklüğe ve halkın kendilerine karşı tevazu ve tâzimde bulunmasına bağlı olduğunu zannettilerBunlar da gayretlerini, mertebeleri elde etmeye, saltanat işlerinde çalışmak suretiyle halkı itaatlerine çekmeye sarfederlerSonunda bu çeşit vazifelerinden dolayı halk arasında itibarlı ve nüfuzlu olmayı umarlarSaltanatlarının genişlediği zamanı, halk tabakasının kendilerine itaat ettiği vakti büyük bir saadete mazhar olmalarının vakti olarak görürler ve istenilen hedefin son zirvesi olarak kabul ederlerBu gâfil insanların kalplerinde şehvetlerin en galibi vardırBu kimselere halkın kendilerine göstereceği tevazu, Allah'a karşı gösterdikleri tevazu'dan ve Allah'a yapacakları ibadetten, âhiretleri için düşünmelerinden daha sevimli gelir!

Bunlardan başka sayılması uzun sürecek daha nice gruplar vardırO gruplar yetmişten daha fazladırHepsi sapıtmış ve doğru yoldan kaymışlardır! Onları yemek, elbise ve mesken ihtiyacı bütün bu felâketlere sürüklemiştirBu üç şeyin neler için istendiğini ve yeterli miktarını unutmuşturlar! Sebeplerin başlangıçları onları sonuçlarına sürüklemiştirBu durum, onları çıkılması mümkün olmayan çukurlara düşürür!. . Bu bakımdan bu sebep ve meşgalelere ihtiyacın yönünü bilen ve bunlardan gayenin ne olduğunu anlayan bir kimse dalabilirMaksadının en son noktasının helâk olmamak için azık ve kisve ile bedenini korumak olduğunu bilen kimse bir işe, sanata dalabilirŞöyle ki, eğer aza kanaat yolunu seçerse, meşgaleler kendisinden uzaklaşır, kalp boşalırÂhiretin anılması kalbe hâkim olurHimmeti âhirete hazırlanmaya sarfolunurEğer zaruret miktarını geçerse meşgaleleri çoğalıp biri diğerini davet ederSonsuza doğru zincirleme giderDolayısıyla himmetleri dağınık olurHimmetleri dünyanın vâdilerine dağılan bir kimsenin, dünyanın hangi deresinde helâk olacağına Allahü teâlâ aldırmaz.

İşte dünya meşgalelerine sonuna kadar dalanların durumu bu! Bir grup bu durumun tehlikesini sezmiş, dolayısıyla dünyadan yüz çevirmiş, böylece de şeytan onlardan nefret ederek onları rahat bırakmamıştırRahat bırakmadığı gibi, dünyadan yüzçevirdikleri halde bile onları saptırmıştırHatta bunlar da birçok gruplara ayrılmışlardırOnların bir grubu zannetti ki dünya meşakkat ve mahrumiyet evidirÂhiret de, ister dünyada ibadet etsin, ister etmesin herkes için saadet evidir! Bu bakımdan bunlar sevabı, kendilerini öldürmekte, dünya meşakkatinden kurtulmak için intihar etmekte görmektedirlerBu fikre Hind ehlinden olan birtakım âbidler yönelmişlerdirBunlar diri olarak kendilerini ateşe atıp intihar ediyorlarBu yaptıklarının, kendilerini dünya meşakkatinden kurtaracağını zannediyorlar.

Başka bir taife de 'İntihar kurtarmaz, önce beşerî sıfatları öldürmek, onları tamamen nefisten kesmek lâzımdırSaadet ancak, şehvet ve öfkenin kesilmesindedir' görüşündedirlerBöyle zannettikten sonra riyazâta giriştiler, nefislerine fazlasıyla tazyik yaptılar Hatta bir kısmı riyazetin şiddetinden dolayı helâk olduBazıları akıllarını yitirdi, mecnun olduBazıları hasta düşüp yolu önünde kapandı.

Bazıları tamamen sıfatları sökmeye muktedir olamadılar ve şeriatın kendisine yüklediği vazifelerin muhal olduğunu zannettiler'Şeriat bir vesvese, aslı ve astarı olmayan bir şeydir!' diyerek ilhad ve dinsizlik girdabına girdilerBazıları da bütün bu yorgunluğun Allah için olduğu ve Allah'ın da kulların ibadetine muhtaç olmadığı, hiçbir günahkârın günahının ondan birşey eksiltmediği, hiçbir ibadet edenin ibadetinin de birşey artırmadığı düşüncesine sahip oldularBöylece gerisin geriye şehvetlere döndüler! İbâha (herşeyi helâl görmek) yoluna saptılarŞeriat ve ahkâm yaygısını kaldırdılarAllah'ın, kulların ibadetinden müstağni olduğuna inandıkları için böyle yapmalarının birlemelerinin saflığından ileri geldiğini iddia ettiler.

Başka bir grup zannetti ki ibadetlerden gaye; Allah'ın marifetine riyazet yoluyla varmak için riyazet çekmektirBu bakımdan marifet hasıl olduğu zaman kişi hedefe vâsıl olmuşturHedefe vâsıl olduktan sona artık vesile ve çarelerden müstağni olur! Böylece amelleri ve ibadetleri terkettilerAllah'ın marifetinde son raddeye çıktıkları için, artık tekliflerle zelil olmalarına gerek kalmadığını iddia ettiler! Zira teklif ancak halk tabakasına yapılır! Bu mezheblerden başka daha nice bâtıl mezhebler, korkunç dalâletler vardırOnları saymak uzun sürerHatta yetmiş küsur mezhebe ulaşırOnlardan kurtulan ancak bir grupturO da Hazret-i Peygamber'in ve ashâb-ı kirâmın üzerinde bulundukları yolda bulunan grupturBu grup dünyayı tamamen terketmez ve tamamen de şehvetlere dalmaz.

Bu grup, dünyadan yetecek kadarını alırŞehvetlerin din ve aklın itaatından çıkan kısımlarını kaldırırlarHer şehvetin peşine takılmazlar ve her şehveti de terketmezlerAksine normal olana ve adalete tâbi olurlarHerşeyi terketmez ve dünyanın herşeyini de istemezlerDünyada yaratılan herşeyin maksadını bilir, onu yerine koyarlar! Bu bakımdan gıdadan ibadete güç yetirecek kadarını alırlarMeskenden hırsızlardan, sıcak ve soğuktan koruyanı edinirlerElbiseden de bu şekilde faydalanırlarHatta kalp, bedenin meşgalesinden boşaldığı zaman, himmetinin hakîkatiyle Allah'a yönelir, Allah'ın zikriyle ve O'nun nimet ve sıfatlarını hayatı boyunca düşünmekle meşgul olurŞehvetlerin siyasetlerine yapışır, onları kontrol eder ki verâ ve takvânın hudutlarını aşmasınBunun tafsilatını ashâb-ı kirâmdan ibaret olan Fırka-i Nâciye'ye (Kurtulmuş gruba) tâbi olmakla bilirÇünkü Hazret-i Peygamber 'O gruplardan ancak bir fırka kurtulur' dediği zaman ashâb-ı kirâm 'O grup kimdir?' diye sorduHazret-i Peygamber cevap olarak şöyle buyurdu: 'Ehl-i Sünnet ve'l-Cemaat!' Denildi ki: 'Ehl-i Sünnet ve'l-Cemaat kimdir?' Şöyle dedi: 'Benim ve ashâbımın üzerinde bulunduğumuz yolda olanlar!'65

Ashâb-ı kirâm, mûtedil, apaçık bir yolun üzerinde idilerO yolun daha önce tafsilat ve açıklamasını yaptıkZira onlar dünyayı dünya için değil, din için edinirlerdiOnlar dünyada ruhbanlık yapmazlar ve dünyayı tamamen terketmezlerdiOnlar işlerde ne ifratçı, ne de tefritçi idilerAksine onlar ifrat ve tefrit arasında, mutedil ve normal durumda idiler. . . Zaten iki tarafın arasındaki adaletli ve normal yol da budurKitabımızın birkaç yerinde geçtiği gibi Hazret-i Peygamber nezdinde işlerin en sevimlisi de budur! Allah en doğrusunu bilir!

Kitab'u Zemm'id-Dünya (Dünyanın Zemmi) adlı bu bölüm burada tamamlanmış bulunuyorBaşlangıcında da sonunda da hamd Allah'a mahsusturAllah, Efendimiz Muhammed'in (aleyhisselâm), âlinin ve ashâbının üzerine rahmet deryalarını açsın, onlara salât ve selâm eylesin!

64) İhya'nın şerhinde 'Harac, yerden çıkarılanlardan elde edilen şeydir' deniliyor. Dolayısıyla gayr-ı müslimlerden (zımmîlerden) alınan harac burada kastolunmamakta, aksine vergi mânâsında bir harac kastolunmaktadır.

65) Tirmizî, Ebû Dâvud, İbn Mâce