İHYÂ-İ ULÛMİ'D-DÎN | EMR-İ Bİ'L- MA'RÛF VE NEHY-İ ANİ'L- MÜNKER 2

 1 Giriş

 

19-3

II. Rükün

Uyarıcılığın yapıldığı yerBu hâlihazırda mevcut olan, uyarıcıya araştırmaksızın görünen, ictihad olmaksızın münker olduğu bilinen münker demektirBu saydıklarımız dört şarttan ibarettirBiz bu şartları inceleyelim:

1Birinci şart yapılan işin münker olmasıdırMünkerden gayemiz; şer'an mahzurlu bulunan demektirBiz masiyet terimini terk edip münker terimini kullandıkÇünkü münker terimi, masiyet teriminden daha umumidirZira içki içen bir deliyi veya bir çocuğu gören bir kimseye o delinin veya çocuğun elindeki içkiyi dökmek ve kendisini içkiden menetmek gerekirBöylece bir deli erkeğin, bir deli kadınla veya bir hayvanla zina ettiğini gördüğünde onu menetmesi gerekirBu engelleme, yapılan işin çirkin olmasından ve insanlar arasında yapılmasından ötürü değildirAksine bu fiili tenha bir yerde görürse, yine de menetmesi farzdırOysa deli bir insanın bu yaptığına günah denilmezZira yapanı bulunmayan bir günahın düşünülmesi mümkün değildirBu bakımdan 'münker' terimi 'ınasiyet' teriminden daha geniş ve bu şekillere daha fazla delâlet ederBiz 'münker' teriminin kapsamına, küçük ve büyük günahların tamamını soktukHatta hamamda avretini açmak, yabancı bir kadınla tek başına bir yerde bulunmak, yabancı kadınları süzmek, bütün bunlar küçük günahlardandır ve bunlar için uyarıcılık yapmak da farzdırKüçük ve büyük günah arasındaki fark hakkında bazı yaklaşımlar vardır ve Tevbe Kitabında izah edilecektir.

2İkinci şart hâlihazırda mevcut olmasıdırBu şart, içkisini bitirdikten sonra uyarılmak istenen bir kimseye karşı uyarma vazifesini yapmaktan sakınmak demektirZira böyle bir kimseyi uyarmak artık fertlerin vazifesi değildirMünker de zâten işlenilmiştirBu şart aynı zamanda ikinci bir durumda meydana gelecek bir münkerden dolayı uyarmaktan da kaçınmak demektirHâlinin karînesiyle gelecek gecede içki içeceği bilinen bir kimse gibi. . . Böyle bir kimse ancak va'z ve nasihatle uyarılırFakat bu niyetinden vazgeçerken va'z ile uyarılması da caiz değildirÇünkü bu takdirde yapılan vaazda Müslüman hakkında sui zann söz konusudurKişi çoğu zaman doğru söyleyip yapmayı düşündüğü bir fiili herhangi bir sebepten dolayı yapmayabilirBu bakımdan bizim söylediğimiz bu inceliğe dikkat etmelidirŞöyle ki, yabancı bir kadınla tenhada yalnız kalmak, mevcut bir günahkârlıktırKadın hamamının kapısında beklemek ve buna benzer hareketler de böyledir.

3Üçüncü şart münker açıkça yapılıyor olmalıdırMuhtesib (uyarıcı ve nasihatçi) araştırmaksızın, onu görebilmelidirBu bakımdan herhangi bir kimse evinde, kapısını kilitlemek sûretiyle günahını gizlerse, onun günahını öğrenmek için araştırmak caiz değildirAllahü teâlâ böyle bir araştırmayı yasaklamıştırHazret-i Ömer ile Abdurrahman bAvf’ın bu husustaki kıssaları meşhurdurBiz bu kıssayı Sohbet Âdâbı bahsinde zikretmiştik.

Yine rivâyet edilir ki, Hazret-i Ömer (radıyallahü anh) bir adamın duvarına tırmandıAdamı kötü bir durumda gördüAdamın yaptığını tenkid ettiBu durum karşısında adam şöyle dedi:

—Ya emir'ul Mü'minîn! Eğer ben bir yönden Allah'a isyan etmişsem, sen üç yönden Allah'a isyan etmiş bulunuyorsun!

—Onlar nelerdir?

Allahü teâlâ 'Araştırmayınız' (Hucurât/12) buyurmuşturOysa sen araştırdınAllahü teâlâ;'İyilik, evlere (cahiliyyet devrinde olduğu gibi) arkalarından (girmeniz) değildir' (Bakara/189) buyurmuşturOysa sen damdan içeriye baktınAllahü teâlâ 'Ey îman edenler! Kendi ev ve odalarınızdan başka evlere, sahiplerinden izin almadan ve selâm vermeden girmeyiniz' (Nûr/27) buyurmaktadırSen ise, selâm vermeden girdin.

Bu durum karşısında Hazret-i Ömer adamı cezalandırmadıFakat tevbe etmesini şart koştu ve bunun için de Hazret-i Ömer (radıyallahü anh) minberde hutbe okurken sahabe ile istişare mahiyetinde 'Devlet başkanı şahidsiz olarak bir münkeri bizzat görürse tek başına ceza tatbik edebilir mi?' diye sorduHazret-i Ali 'Bu cezanın tatbiki iki adil şahide bağlıdırBurada bir kişi yeterli olmaz' dedi.

Biz bu haberleri Sohbet Âdabı bahsinde Müslümanların hakkını beyan ederken zikretmiştikBurada ikinci bir defa tekrara lüzum görmüyoruz.

Soru: Münkerin açık veya gizli olmasının şekli nedir?

Cevap:Kapısını arkadan kilitleyen, duvarlarla kendini örten bir kimsenin izni olmaksızın evine girip durumunu öğrenmeye ve günahını tesbit etmeye çalışmak caiz değildirAncak evde yapılan günah, dışarıdakilerin haberi olacak derecede açığa çıkarsa, o vakit içeriye girilebilirMizmar ve telli sazların dışarıdan dinlenen sesleri gibi. . . Bu sesler, duvarları aşacak derecede yükseldiği zaman, bu saz nağmelerini dinleyen bir kimse için, eve izinsiz girmeye ve melahi (oyun) aletlerini kırmaya yetkisi vardır.

Sarhoşların naraları, aralarında belirli olan kelimeleri konuşmaları, seslerinin çarşıdaki insanların duyabileceği şekilde yükseldiği zaman da, günah açıkça işleniyor demektirİşte bu tarz bir açıklık, uyarıcılığı gerektiren açıklıktırO halde, ancak duvarlardan girmekle bir ses veya koku duyuluyorsa, onun içki kokusu olma ihtimali olduğu gibi, helâl meşrubâtın kokusu olma ihtimali de varsa, onu dökmek için oraya girmek caiz değildirEğer halin karînesiyle 'bu adamlar içmeyi âdet edinmişlerdir' diye düşünüyorsa ve kokuyu alıyorsa, bu takdirde uyarıcılık yapmanın gerekliliği muhtemeldir ve açıkcası bu durumda uyarıcılık caizdirİçki şişesini yeninde veya eteğinin altında sakladığı zaman veya oyun aletlerini sakladığı zaman da durum böyledir. . .

Bu bakımdan fâsık olduğu bilinen bir kimsenin eteğinin altında birşey bulunduğu zaman o şeyin münkerlerden olduğu özel bir alâmetle bilinmediği takdirde, onu görmek için onun elbisesini kaldırmak caiz değildirÇünkü onun fâsıklığı mutlaka onun eteğinin altında bir şarap şişesi sakladığına delâlet etmez.

Çünkü fâsık bir kimse sirkeye ve başka meşrubatlara da muhtaçtırBu bakımdan gizlenmiştir diye 'şaraptır, eğer helâl bir meşrubat olsaydı gizlemezdi' şeklinde bir delil getirmek caiz değildirZira gizlemenin sebepleri oldukça çokturEğer koku geliyorsa, bu takdirde düşünmek gerekirAçık fetvaya göre, bu takdirde uyarıcılık vazifesini yapabilirÇünkü koku, zannı ifade eden bir alâmettirZann ise, bu durumlarda ilim gibidirEğer kendisini örten elbise inceyse, ud aleti böyle bir durumda çoğu zaman şekliyle bilinirBu bakımdan şeklin işareti, koku ve sesin işareti gibidirİşaretle bilinen birşey ise, gizlenmemiş sayılırHatta açık kabul edilirOysa Allahü teâlâ bize 'Allah'ın gizlediğini gizlememizi', kötü tarafını gösterene karşı da uyarıcılık yapmamızı emrediyorKötü tarafının gösterilmesinin birçok dereceleri vardırBazen kulak, bazen koku, bazen görme, bazen de dokunma duyusuyla bilinirlerBiz bilmeyi sadece 'göz' duyusuna tahsis etmiyoruzAksine burada gaye 'ilim'dirGözün haricinde kalan diğer duyular da, göz gibi, ilim ifade ederBu bakımdan ancak elbisenin altında saklı bulunanın içki olduğu bilindiği takdirde kırılması caiz olurUyarıcı, elbisesi altında birşey saklayan kimseye 'Onu bana göster, ne olduğunu bileyim' demeye yetkili değildirÇünkü bu casusluk demektirCasusluğun mânâsı ise saklanan şeyi bildiren emare ve alâmetleri istemek demektirBu bakımdan saklanan şeyi bilmeyi sağlayan emare olur ve bilgiyi gerektirirse, istediğine göre hareket etmek caiz olurFakat emare ve alâmet istemeye ruhsat verilmemiştir.

4Dördüncü şart, ictihadsız münker olduğunun belli olmasıdırBu bakımdan ictihada bağlı durumlarda uyarıcılık yapılamazO halde Hanefi mezhebinden olan bir kimse 'Dub' (keler) 'Deb' (Sırtlan) denilen hayvanların etini veya besmelesiz kesilen hayvanın etini yiyen bir Şafiîye 'sen neden bunları yiyorsun, bunlar haramdır' diye uyarıcılık yapamaz. (Zira bunlar Şâfiîlere göre helâldir) .

Şâfiî olan bir kimse için de sarhoş etmeyen 'nebiz'i içen bir Hanefî'ye çıkışması ve uzak akrabaların mirasını yemesi, şufa hakkıyla aldığı bir evde oturması ve bunlara benzer ictihad konusu olan şeyler yaptı diye çıkışma yetkisi yoktur.

Evet eğer Şâfiî bir kimse, kendisi gibi Şâfiî olan bir kimsenin nebiz içtiğini görürse veya velisiz bir kadını nikah ettiğini ve bu nikahla cima'da bulunduğunu görürse, burada uyarıcılık yapar mı, yapmaz mı diye düşünülmüştürFakat en açık fetvaya göre burada uyarıcılık yapmak ve bu fiili reddetmek yetkisine sahiptirZira ilim tahsil edenlerden hiçbiri 'müctehid için başkasının ictihadına göre amel etmek caizdir' dememiştir ve yine 'Taklid etmek için bir şahsı seçmiş ve o şahsın bütün âlimlerden daha üstün olduğunu kabul etmiş bir mukallid için, o şahsın mezhebini bırakıp başkasının mezhebine yapışma yetkisi vardır' da dememişlerdirBöyle bir mukallid 'Mezhebleri kritik edip onların içinden hoşuna gideni alabilir' diyen de mevcut değildirAksine her mukallid için, bütün tafsilatta taklid ettiği imama tâbi olmak gerekirHal bu iken, taklid ettiği imama muhalefet etmesi tahsil erbabı arasında ittifakla münker bir harekettirBu çirkini yaptığından dolayı âsi kabul edilmiştirBundan daha girift bir mesele doğar.

Hanefî olan bir kimse için, velisi bulunmayan bir kadınla evlenen bir Şâfiî'ye itiraz etme selahiyeti vardır'Senin bu yaptığın esasında haktırFakat senin için hak değildirÇünkü Şâfiî mezhebinin doğruluğuna inanmanla beraber böyle yapman senin bu fiilini iptal ederSenin için doğru olan bir mezhebe muhalefet etmen senin için günahtırHer ne kadar bu yaptığın Allah nezdinde sevap ise de. . . '

Şâfiî bir kimsenin, kendisiyle beraber 'dub' (keler) denilen hayvanın etini yemeye, besmelesiz kesilen ve benzeri hayvanların etini yemeye katılmak isteyen Hanefî mezhebinden olan bir kimseye böyle itiraz etmeye hakkı vardır: 'Sen Şâfiî mezhebi, Hanefî mezhebinden daha kuvvetli ve ona tâbi olman daha evladır şeklinde inanmalısın, sonra benimle beraber bu etten yemeye katılmalısın veya böyle inanmadığın takdirde bu eti yemeÇünkü senin inancına göre bu et haramdır'.

Sonra bu durum duyularla hissedilen başka bir işe kayarMesela sağır bir kimse zina maksadıyla bir kadınla cinsî ilişki kurarUyarıcı da bilir ki, bu kadın, bu sağır daha küçükken, babası tarafından sağıra nikahı kabul edilen bir kadındırFakat sağır bunu bilmez ve sağırlığından dolayı bunu kendisine tarif etmekten de acizdir veya sağır uyarıcının dilini anlamamaktadırO halde sağır, bu kadının yabancı olduğuna inanmakla beraber, onunla cinsi ilişki kurduğundan dolayı günahkâr olur ve âhirette bunun cezasını çekerBu bakımdan uyarıcının onu böyle yapmaktan menetmesi uygundurOysa esasında kadın, sağırın zevcesidirBu durumun Allah'ın indinde helâl olması bakımından yasaklanması hakikatten uzak görünüyorFakat sağırın yanlışlığı ve cehaletinden ötürü kendisine haram olduğu için buradaki uyarıcılık hakikate yakındır.

Şüphe yoktur ki kişi, hanımını boşamayı meselâ uyarıcının kalbinde bulunan bir niteliğe bağlarsa, mesela onun isteğine veya öfkesine veya başka bir sıfatına bağlarsa ve o sıfat da uyarıcının kalbinde meydana gelmişse, fakat buna rağmen uyarıcı bir türlü bunu ne kadına ne de kocasına söylememişse de, hakikatte bu talak vaki olmuşturBu duruma göre, bu kocanın hanımıyla cinsî ilişki kurduğunu gördüğü zaman mâni olması gerekirYani diliyle mâni olmalıdırÇünkü bu fiil zinadırAncak zina eden kişi bunu bilmemektedirUyarıcı ise bilmektedir ki, kocası bu kadını üç talakla boşamıştırFakat eşlerin burada uyarıcının nefsindeki sıfatın varlığını bilmediklerinden dolayı günahkâr olmadıkları, bu münker fiili münker olmaktan çıkarmazBu bilgisizlik, deli bir kimsenin zinasına müsamaha etmesini gerektirmez ve uyarıcı bakımından mazeret değildirÇünkü biz daha önce 'deliyi zinadan menetmesi gerekir' demiştikMademi ki sadece Allah katında münker, yapan nezdinde münker olmayan ve cahillik özründen dolayı yapanın günahkâr olması da sözkonusu olmayan birşeyi menediyorsa, bunu da menetmelidirBunun aksi olarak şöyle demek lâzım gelir: Allah nezdinde münker olmayan, ancak yapanın cehaletinden dolayı yapanın nezdinde münker görüleni menedemezBöyle hüküm vermek de en açık fetvadırİlim Allah'ın nezdindedir.

Bundan şu sonuç çıkar: Hanefî mezhebinde olan bir kimse, velisiz nikah hususunda, Şâfiî mezhebinde olan bir kimseye itiraz edemezAncak Şâfiî mezhebinden olan bir kimse bu hususta aynı mezhebin sâliklerinden birine itiraz edebilirÇünkü uyaran ve uyarılanın ittifakıyla itiraz noktası münkerdirBu meseleler fıkhın ince meseleleridirBurada ihtimaller çarpışmaktadırBiz ancak halen bizim nezdimizde daha kuvvetli görünen bir şekilde fetva verdikBiz kesinlikle 'bizim zıddımıza fetva verip öteki tarafı tercih edenin yanıldığına' hükmediyoruz.

Eğer bize muhalefet eden kişi 'uyarıcılık kesin olan bir şeyde yapılır' kanaatinde ise (ki bu kanaatte olan birçok kimse vardır ve demişlerdir ki, ancak içkide, domuz etinde ve kesinlikle haram olduğu belli olan şeylerde uyarıcılık vardır) bizim nezdimizde en doğru olan şudur: İctihad müctehid hakkında tesir ederZira müctehidin, kıble hakkında ictihad edip herhangi bir cihette kıblenin kendisine göründüğünü zannî delillerle itiraf etmesi, sonra tam onun tersine yüzünü çevirmesi gayet uzak bir ihtimaldirBaşkası kıble kişinin ictihadıyla sabit olan cihette değil, ters yöndedir diye ictihad ettiği için, sırtını kendi ictihadıyla sabit olan tarafa çevirebilir demek uzak bir ihtimaldir.

'Her mukallide mezheblerden istediğini seçme yetkisi vardır ve caizdir' görüşünde olan bir kimsenin fikri pek şayanı itimat bir fikir değildirHiç kimsenin böyle bir fikre kayması asla sıhhatli değildirBu bakımdan bu sabit olmayan bir mezhebdirEğer sabit olsa da ona güvenilmez ve ilim ehli nezdinde itibar edilmez.

Soru: Hanefî mezhebinde olan bir kimse velisiz nikahı hak gördüğü için ona itiraz edilmediği zaman, Mutezîli olan bir kimseye de 'Allah görülmez, hayır Allah'tandır, şer Allah'tan değildirAllah'ın kelâmı mahluktur' sözlerinden dolayı da itiraz etmemek gerekir ve yine Hanefî (27) mezhebinden olan bir kimsenin 'Allah cisimdir' ve 'O'nun sûreti vardır', 'Allah arş üzerinde istikrar bulmuştur' demesine de itiraz etmemelidirHatta felsefecinin 'Cesedler dirilmeyecektirSadece ruhlar haşrolunacaktır' demesine de itiraz etmek uygun olmazÇünkü bu kimselerin ictihadları da böyledir ve aynı zamanda söylediklerinin hakîkat olduğunu zannetmektedirlerEğer sen 'Bunların mezhebinin bâtıl olduğu gün gibi aşikârdır' dersen, o halde sahih hadîsin nassına muhalefet edenin mezhebinin de bâtıl olduğu açıktırNasıl ki nassların zahirleriyle Allahü teâlâ'nın görülmesi sabit olmuşsa ve Mutezîle de bunu te'vil etmek sûretiyle inkâr ediyorsa, öylece nassların zahirlerine Hanefî mezhebinde olanların muhalefet ettikleri bazı meseleler de sabit olmuştur; velisiz nikah meselesi, şufa meselesi ve bunlara benzer meseleler gibi. . .

Cevap: Meseleler, önce hakkında 'Her müctehid isabet etmiştir' denen kısıma ayrılırBu bölüm helâl ve haram hakkındaki fiillerin hükümleridir ve burada ictihad edenlere itiraz edilemezZira onların 'yanıldıkları' kesin olarak değil, aksine 'zann'la bilinmektedirBir de meseleler, Allah'ın görülmesi, kader, Allah kelâmının kadim olması, Allah'tan sûret ve cismiyyeti nefyetmek, Allahü teâlâ'nın arş üzerinde istikrarı gibi ancak bir kişinin isabet ettiği tasavvur edilen kısma bölünmektedir.

İşte bu ikinci bölüm, yanılanın yanıldığının kesinlikle bilindiği bir kısımdırKatıksız cehaletten ibaret olan yanılmasının herhangi bir çıkış tarafı ve te'vili yokturBu bakımdan bütün bid'atların kapılarının kapatılması gerekirBid'atçıların bid'atlarını yüzlerine velev ki bid'atlarının hak olduğuna inansalar dahi çarpmalıdırNitekim yahûdî ve hristiyanların kusurlarının yüzlerine çarpıldığı gibi. . Her ne kadar bu iki zümre, küfürlerinin hak olduğuna inanıyorlarsa da, bunların yanıldıkları kesinlikle bilinmektedirAma ictihad yapılacak yerlerdeki yanılma böyle değildir.

İtiraz: Madem ki Kaderinin 'Şer Allah'tan değildir' sözüne itiraz ettin, Kaderi de senin 'Şer Allah'tandır' sözüne itiraz ederBöylece senin 'Allah görülür' sözüne de itiraz edebilir ve diğer meseleler de böyledirÇünkü bid'atçı, kendi kanaatine göre kendisini haklı görmekte, hak sahibi de bid'atçının nazarında bid'atçı görünmektedir ve her biri haklı olduğunu ve bid'atçı olmadığını savunmaktadırO halde uyarıcılık vazifesi nasıl tamam olabilir?

Cevap: Bu itiraz için biz deriz ki, o bid'atın başgösterdiği memlekete bakılırEğer o memlekette o bid'at tanınmıyor ve halkın tamamı sünnet üzere ise sultandan izin almaksızın bid'atçıyı uyarma yetkisi kendilerinde vardırEğer o memleketin halkı 'bid'atçılar' ve 'eh'li sünnet' diye iki kısma ayrılıyorsa, bid'atçılara itiraz etmekle, dövüşmekle ve karşılıklı tartışmakla fitnenin tahrik edilmesi sözkonusu ise, fertlere (her mezhebe göre) orada uyarıcılık yetkisi ancak sultanın izni ile sabit olurBu bakımdan sultan doğru görüşü seçtiğinde ve ona yardım ettiğinde ve bir kimseye uyarıcı olarak bid'atları engellemeye izin verdiğinde bu uyarıcı bu vazifeyi yürütebilirFakat onun dışında kalanlar uyarıcılık vazifesini yapamazlarÇünkü sultanın emriyle olan birşeye karşı çıkılmazAma fertler kendi başlarına birşeyler yaparlarsa ona karşılık verilir.

Kısaca bid'atlar hakkındaki uyarıcılık her münker hakkındaki uyarıcılıktan daha önemlidirFakat burada bizim zikrettiğimiz tafsilatın gözetilmesi uygundur ki, bu hususta iş karşılıklı olup meseleyi fitnenin tahrikine götürmesinEğer sultan mutlak şekilde ve herkese 'Kur'ân mahluktur' diyeni veya 'Allah görülmez' veyahut 'Allah (haşa) Arş'a temas etmek sûretiyle Arşın üzerine oturmuştur' diyeni veya 'başka bid'atları men ediniz' şeklinde izin verirse o zaman fertler bunu menetmeye mükellef kılınmış olurlar ve sultanın izni olduğu için, menetmeleri bir tepki de görmezAncak sultanın izni olmadığı zaman uyarmalarına karşılık verilir.

27) Hadîslerin zahirine dayanan, tecsime kâil olan; Allah'a beşerî âzâlar isnad eden sapık bir gruptur.

III. Rükün

Uyarıcılığın üçüncü şartı uyarılanın olmasıdırUyarılanın durumu öyle olmalıdır ki yasak olan fiil, kendisi hakkında münker sayılabilsinBurada en az kifayet edici nitelik, insan olmaktırMükellef olması şart değildirÇünkü biz daha önce 'eğer çocuk içki içiyorsa, içki içmekten menedilmeli ve uyarılmalıdır' demiştik, velev ki bu durum, çocuğun bâliğ olmasından önce olsa dahiUyarılanın akıllı olması şart değildirZira biz daha önce demiştik ki; 'Deli bir kimse deli bir kadınla veya bir hayvanla zina ederse, onun böyle yapmaktan menedilmesi farzdır'.

Evet, fiillerden bir kısmı vardır ki, (namazı, orucu terk etmek ve benzerleri gibi) deli hakkında münker değildirFakat biz burada tafsilâtların ihtilâfına bakmayızÇünkü burada da mukim, misafir, hasta ve sıhhatli bir kimsenin durumları değişiktirBizim gayemiz, uyarılanın, uyarmayı gerekli kılan sıfat ve niteliğine işaret etmektirTafsilatın esasını gerektiren şeye işaret etmek değildir.

İtiraz: Uyarılanın canlı olmasıyla yetin! İlle de insan olmasını şart koşma! Çünkü bir hayvan bir insanın mahsulüne zarar veriyorsa, nasıl ki deli bir kimseyi zinadan ve bir hayvan ile kuracağı cinsi ilişkiden menediyorsak o hayvanı da bu yaptığından menetmemiz gerekir.

Cevap: Mahsule zarar veren hayvanı, bu yaptığından menetmeye 'uyarmak' demek yersizdirÇünkü uyarmak, Allah için bir münkerden menetmekten ibarettirBu da uyarılanı, münkeri işlemekten, deliyi zinadan ve hayvan ile ilişki kurmaktan, Allah İçin menetmekle olurÇocuk da içkiden bu ruh ile menedilirİnsanoğlu başkasının mahsulünü telef ettiği zaman bu yaptığından iki haktan dolayı menedilirO haklardan biri Allahü teâlâ'nın hakkıdırÇünkü böyle yapmak günahtırİkincisi ise, malı telef edilenin hakkıdırBunların ikisi, biri diğerinden ayrılan iki illettirBu bakımdan eğer (Zeyd, Amr'ın) izniyle onun bir azasını keserse, günah (Allah'ın hakkı) varolmuşturFakat organı kesilenin hakkı düşmüştürBu bakımdan burada uyarıcılık ve menetmek ancak bu haklardan biriyle sabit olurHayvan ise başkasının malını telef ederse günah diye birşey sözkonusu olmazFakat mal sahibinin hakkından ötürü menedilirLakin burada bir incelik vardırBiz hayvanı tarladan çıkarmakla hayvanı menetmek istemeyiz, aksine müslümanın malını korumak isterizZira hayvan, murdar olmuş diğer bir hayvanın etini yerse veya içinde içki bulunan bir kaptan veya içki ile karışık bir suyu içerse, biz onu menetmeyizAksine av köpeklerine ölü hayvanların etini yedirmek caizdirFakat müslümanın malı ziyan olacağı zaman, biz de zahmetsizce onu korumaya muktedir olduğumuzdan o malı korumak için böyle yapmak bize farzdırHatta eğer bir insanın testisi yukardan düşerse ve onun düştüğü yerde de başkasının camdan yapılmış kapları varsa, o cam kapların korunması için düşen testiye mâni olunurFakat bu, testiyi düşmekten korumak için değildirÇünkü biz testinin korunmasını ve düşüp cam kabı kırmasını gözetmemeyi kastetmeyizBiz deliyi zinadan, hayvan ile temas etmekten, içki içmekten koruruzÇocuğu da böylece koruruzFakat bu korumamız, kendisiyle temas edilen hayvanın veya içilen içkinin korunması demek değildirAksine deliyi içki içmekten korur, muhterem bir insan olmak hasebiyle uzak tutarız.

İşte bunlar ince latifelerdirAncak müdekkik kimseler bunları kavrayabilirBunlardan gâfil olmak uygun değildirBundan sonra çocuk ve delinin menedilmeleri farz olan şeyler hakkında da çeşitli görüşler vardırZira onların ipekli giymelerinde tereddüt vardırÜçüncü bölümde işaret edeceklerimizle bu hususa temas edeceğiz.

Soru: Herhangi bir müslüman, bir insanın tarlasına salıverilmiş birtakım hayvanlar görürse, acaba bu hayvanları o araziden çıkarmak kendisine farz olur mu, olmaz mı? Herhangi bir müslüman ziyan olmaya yüz tutan ve diğer müslümanın malı olan bir malı gördüğü zaman, acaba onu korumak kendisine farz olur mu, olmaz mı? Eğer siz 'korumak farzdır' derseniz, bu zâlimce ve ağırca yüktür ve insanın hayatı boyunca başkasına bağlı olmasına yol açarEğer derseniz ki, 'böyle yapması farz değildir', o halde başkasının malını gasbeden bir kimseyi uyarmak neden farz olsun? Oysa böyle bir uyarının mânâsı başkasının malını gözetmekten başka birşey değildir.

Cevap: Bu ince bir meseledirBurada en kısa söz şöyle dememizdir: Kişi başka müslümanın malını, bedenine bir zorluk isabet etmeksizin, malında ve dünyevî mertebesinde bir noksanlık ve zarar olmaksızın ziyan olmaktan koruyabiliyorsa, bu takdirde korumak kendisine farz olur ve bu kadarı müslümanın hakları bahsinde farzdırHatta hakların derecelerinin en azıdırMüslümanların haklarının korunmasını farz kılan ve gerektiren deliller pek çokturBu da derecelerin en azıdırBu bakımdan selâmın karşılığını vermenin farziyetinden daha farzdırÇünkü burada, eğer vazife yapılmazsa, selâmın karşılığını terketmekten gelen eziyetin birkaç misli eziyet vardırBilakis âlimler ittifakla, bir zâlimin zulmüyle insanın malı ziyan olduğu zaman, bu olaya şahid olan birinin şahitliğiyle zulme uğrayan adamın malı iade edilecekse, bu takdirde şahitlik yapmasının farziyetine kail olmuşlardırEğer şahitliği terkederse, günahkâr olurBu bakımdan müdafaa yapanın hakkında zararı gerektirmeyen şeylerin terki de şahitliği terketmek mânâsındadır.

Eğer müslümanın malını ziyan olmaktan korumasında bir zorluk varsa veya malında veyahut dünyevî mertebesinde bir zarar sözkonusu ise, bu takdirde korumak kendisine gerekmez! Çünkü bedeninin hakkı, başkasınınkinden daha üstündürMal ve dünyevî mertebede ise, kendisinin hakkı başkasının hakkı gibidirBu bakımdan nefsini başkasına feda etmek, kendisine gerekmezEvet! isar (başkasının nefsim kendi nefsine tercih etmek) müstehabdırMüslümanlar için zorluklara katlanmak, Allah'a yaklaştırıcı bir fiildirFarz olmasına gelince, farz değildir, Bu bakımdan eğer hayvanları tarladan çıkarmakla yoruluyorsa onları çıkarmak kendisine gerekli değildirFakat tarla sahibini uyandırmak veya ona haber vermek sûretiyle yorulmuyorsa, uyarmak gerekirBu bakımdan tarif ve ikazı ihmal etmesi, tıpkı Kadı'nın şahitliğin tarifini ihmal etmesi gibidirBöyle yapmasına ruhsat yoktur.

Burada en az veya en çoğun gözetilmesi mümkün değildir ki, şöyle denilsinHayvanları tarladan çıkarmakla meşgul olduğu müddet içinde mesela bir dirhem kazanma ihtimalinden mahrum olurOysa tarla sahibinin eğer hayvanları çıkarmazsa birçok malı ziyan olacaktırMademki böyle elemek mümkün değildir, o halde kendi tarafını tercih etmelidirÇünkü bin dirhemin sahibi nasıl ki o bin dirhemini korumaya müstehak oluyorsa, bir dirhemin sahibi de o bir dirhemini korumaya müstehaktırOysa hayvanları tarladan çıkarmaya çalışan bir kimse o müddet esnasında ziyan olan dirhemini koruyamaz.

Eğer malın ziyan olması, gasp veya başkasının kölesini öldürmek gibi günah bir yoldan olursa, bu takdirde uyarmak farz olurHer ne kadar burada bir yorgunluk sözkonusu ise de mutlaka gasıb ve katili menetmelidirÇünkü amaç, ilâhî nizamın hakkıdırGaye günahı defedip bertaraf etmektirİnsanoğlu günahların terkinde nasıl nefsine zorluk vermeye yetkili ise, günahların engellenmesinde de öylece nefsini zorlamalıdırBütün günahların terkinde zorluk vardırAncak taat ve ibâdetlerin tümü nefse muhalefet etmeye dönüşürNefse muhalefet ise, gayet güçtür. Sonra kişiye her zararı göze alma ihtimali gerekmezBu husustaki tafsilat (daha önce zikrettiğimiz gibi) uyarıcının korktuğu mahzurlu derecelerden ibarettirFakîhler iki mesele hakkında ihtilaf etmiştirO meseleler de bizim buradaki gayemize pek yakındırlar.

Birincisi acaba kaybolan bir malı bulduğunda almak farz mıdır? Oysa kaybolan mal zayi olmuş maldırO malı bulup alan da onu zayi olmaktan korumak için çalışıyor demektirEğer kaybolan malı, şayet onu bulan kimse, olduğu yerde bırakırsa zayi olmayacak bir yerdeyse veya o malı tanıyan birisi gelip onu götürecekse veya o mal camide, tekkede olursa, olduğu yerde bırakılmalıdırBuralara giren kimseler belli ve hepsi de emin kimselerdirBu takdirde kayıp malı almak, gören kimseye gerekmezEğer kaybolan mal zayi olacak bir yerdeyse, bu takdirde düşünmek gerekirEğer o kaybolmuş malı alıp korumakta bir zorluk çekiyorsa (kayıp malın yiyeceğe ve ahıra muhtaç bir hayvan olması gibi) bu takdirde bulduğu kaybolmuş malı almak kendisine gerekmezÇünkü onu almak ancak sahibinin hakkı için farzdırMalı bulan da insandırBunun da başkası için yorulmamak hakkı vardırNitekim başkasının da kendisi için yorulmamaya hakkı olduğu gibi,. .

Eğer bulunan mal, altın veya elbise veya başka birşey ise ki, alan kimse için onu almakta tarif etmekten başka hiçbir zarar ve yorgunluk yoktur, böyle bir malın şu gelecek iki yorumun ışığı altında tahlil edilmesi uygundur.

Biri şudur: Alınan eşyayı tarif etmekte, şartına riayet ederek onu korumakta zorluk vardırBu bakımdan hiçbir müslümana bu zorluk yüklenemezAncak o müslüman kendiliğinden teberru eder, sevap elde etmek için ona katlanırsa, o zaman alabilir.

Diğeri de şudur: Bu kadarcık yorgunluk müslümanların haklarını gözetmeye nisbet edilirse küçük kalırBu bakımdan bu tür yorgunluk, şahidin hüküm meclisinin huzurundaki yorgunluğunun yerine geçerÇünkü şahid olan bir kimseye başka bir memlekete şahidlik için gitmek farz değildirAncak Allah rızası için, kendiliğinden gidebilirO halde, mahkeme kendisinin yakınında ise, şahidlik için mahkemenin huzuruna çıkması gereklidir.

Bu kadarcık adımlar attığından dolayı yorulması şahidlik müessesesinin ayakta durması ve emanetin yerine getirilmesi hedefine nisbeten yorgunluk sayılmazEğer mahkeme şehrin öbür kenarında ise, mahkemenin huzuruna öğlenin sıcağında ve hararetin şiddetli olduğu zamanda gitmek gerekirse, bu takdirde ictihad ve düşünce alanına girmiş olurÇünkü başkasının hakkını korumak için çalışana isabet eden zararın asgari bir sınırı vardır ki şüphesiz çalışan ondan perva etmez ve o kadarcık bir fedakarlık yaparBir de âzami bir sınırı vardırFakat o sıkıntıyı yüklenmeyeceğinde şüphe yokturBu iki sınır arasında bir vasat vardır ki o vasat, iki tarafça da katlanılan bir şeydirBu vasat daima şüphe ve düşünce alanına girerBeşeriyet için kaldırılması mümkün olmayan müzmin şüphelerden biridirÇünkü yakın olan parçalarının arasını ayıracak bir illet mevcut değildirFakat muttaki bir kimse nefsi için burada dururKendisini şüpheye düşüreni bırakıp şüphesiz olanı seçerİşte bu esasın perdesi ancak bu kadarcık kaldırılabilir. (İkinci mesele müellif tarafından zikredilmemiştir) .

IV. Rükün

Uyarıcının olmasıdırUyarıcılığın dereceleri ve edepleri yardır, Derecelere gelince, bunların ilki 'taarruftur. Sonra 'târif, sonra 'nehy', sonra 'va'z ve nasihat' sonra 'küfretmek ve azarla'ınak', sonra 'eliyle engel olmak', sonra Vurmakla tehdit etmek', sonra 'silah çekmek', daha sonra 'yardımcılar toplamak sûretiyle uyarıcılık hususunda arka edinmek' gelir.

Birinci Derece

Birinci derece taarruf'turBundan gayemiz münkerin cereyan etmesi hakkında marifeti aramak demektirBöyle yapmak yasaklanmıştır ve buna daha önce bahsettiğimiz araştırma denirBu bakımdan herhangi bir müslümanın başkasının evine kulak verip, ev içinde çalınan sazın sesini dinlemesi uygun değildirİçkinin kokusunu almak için havayı koklamak, mizmarın şeklini tanımak için elbiseyi ellemek, evin içerisinde cereyan edenleri haber vermek için komşularından sormak, bütün bunlar uygun değildirEvet! Eğer iki adil kimse, onun isteği olmaksızın kendiliğinden 'filan adam evinde içki içiyor', 'filan adamın evinde içmek için hazırlanmış içki vardır' deseler, bu takdirde onun evine girmek sûretiyle mülküne ayak basılması bir münkeri kaldırmak içindirKişiyi haramdan menetmek için gerektiği anda vurup kafasını kırmak gibidirEğer iki adil kimse veya bir adil kimse kendisine haber verirse, (burada şahitliği değil, rivâyeti kabul edilen herkes kastedilmektedir) bu takdirde bunların sözüne bakarak adamın evine hücum edilmesinin caiz olup olmamasında düşünmek gerekirEn iyisi hücum etmemektirÇünkü başkasının evine, ev sahibinden izin almaksızın ayak basmak hakkına sahip değildirOysa müslümanın hakkı bir kimsenin üzerinde sabit olursa, ancak o hak iki şahidle kalkarBu meselede yapılacak en iyi şekil budurDenildiğine göre, Lokman Hekîm'in yüzüğünün kaşına şöyle yazılmıştı: Gördüğünü örtmen, zannettiğini yaymandan daha güzeldir.

İkinci Derece

İkinci derece tariftirÇünkü yasaklanan işi bazen kişi cehaleti sebebiyle işlerFakat ona o işlediğinin haram ve münker olduğu tarif edildiği zaman terk ederCahil köylünün namaz kılıp, rükû ve secdesini güzelce yapmaması gibi. . .

Bu bakımdan bu işlediği işi bilmediğinden yaptığına inanılırRükû ve Secdesi güzelce yapılmayan namazın, namaz sayılmadığını bilmediği için böyle yapmıştırEğer namaz kılmayı istemeseydi namazı terk ederdiBu bakımdan böyle bir kimseye şiddet kullanmaksızın, uygun bir şekilde işlediği şeyin 'yasak' olduğunu tarif etmek gerekirBöyle yapması, şu illetten ileri gelir: Tarif'in zımnında kişiyi cahilliğe, ahmaklığa nisbet etmek vardırOysa bir insanın cahilliğini yüzüne vurmak ona eziyet vermektirİnsanoğlu az zaman emirleri bilmemezliğe nisbet edilmesine razı olurHele şer'î emirler ise, mesele daha da değişirİşte bunun için görürsün ki, öfkesine mağlup olan bir kimse yanlışlık ve cahilliği hususunda ikaz edildiği zaman daha da öfkelenir! Hakkı bittikten sonra da cahilliği meydana çıkacaktır korkusuyla hakkı inkâr etmek hususunda nasıl çalışır? Çünkü tabiatlar hakikî avretin örtülmesinden daha fazla cehalet avretlerinin örtülmesine haris ve taraftardırlarÇünkü cahillik nefsin sûretinde bir leke ve bir kabahattirNefsin yüzündeki bir siyahlıktırOnun sahibi daima ayıplanırÖn ve arkanın kabih yeri bedenin tabi sûretine dönüşürNefis ise bedenden daha şereflidirOnun kabahati, bedenin kabahatinden daha şiddetlidirBir de bedeninin avreti görünen bir kimse ondan dolayı ayıplanamazÇünkü görünmesi onun iradesi dahilinde değildirAksine tabiidir ve onu kaldıramaz, güzelleştiremezÇünkü yaradılışıdır.

Cehalet ise, kaldırılması mümkün olan bir kabahattirİlmin güzelliğiyle değiştirilebilir ve bundan dolayı da insanın cehaleti göründü mü elemi gittikçe artarİlminden dolayı nefsinde kusuru oldukça kabarır. Sonra ilminin güzelliği başkasında göründü mü oldukça lezzetlenirMadem ki yaptığı kabahati tarif ettiğimiz zaman, kalbini acıtan avretini keşfetmiş oluruz o halde şefkatle ve yumuşaklıkla o eziyeti kaldırmak için tedaviye başvurmak gerekirBu bakımdan biz ona deriz ki: İnsanoğlu annesinden âlim olarak doğmazBiz de senin gibi namazın şartlarını bilmeyen kimselerdikÂlimler bize öğrettilerOysa senin köyünde ilim ehli de yoktur veya köyünün âlimi namazı izah edecek kadar bilgili de değildir'.

Namazın izahı şudur: Namazın şartı, rükû ve secdede itminana kavuşup tadili erkana riayet etmektirİşte böylece eziyet görmeden işlediği münkerin hakikatini öğrensin dîye yumuşak hareket edilmelidirÇünkü bir müslümana eziyet vermek mahzurlu ve haramdırTıpkı bir müslümanı kötülükle başbaşa bırakmanın mahzurlu olduğu gibi. . .

Akıllılardan hiç kimseyi göremezsin ki, kanı kan veya sidik ile yıkamış olsunMünkere karşı susmak mahzurundan kaçınıp normal olmasına rağmen müslümana eziyet verme mahzurunu bunun yerine işleyen bir kimse muhakkak ki kanı sidik ile yıkamış olurAma kişinin dinî bir işte değil, başka bir yerde bir hatasını gördüğü zaman, onun hatasını bu takdirde yüzüne vurmak uygun değildirÇünkü bu kişi bu hatasını yüzüne vurmadan önce senden öğrenebilirdiBöyle yaptığından dolayı sana düşman olur, Ancak hatasını yüzüne vurduğun takdirde, hatasını öğrenmeyi kendisine ganimet sayacağını bildiğin zaman ikaz etmelisinFakat böyle bir kimse de nadir bulunur.

Üçüncü Derece

Üçüncü derece, va'z, nasihat ve Allah'ın kahrıyla korkutmak sûretiyle münkeri işlemekten alıkoymaktır.

Münkeri münker olarak bildiği halde işleyen bir kimse hakkında bu şekil tasavvur edilebilir veya münker olduğunu öğrendikten sonra yine de ısrar eden bir kimse hakkında bu şekil tasavvur edilirTıpkı içkiye, zulme, Müslümanların gıybetine veya bunlara benzer hareketlere devam eden bir kimse gibi. . . İşte böyle bir kimseyi Allah'ın kahrıyla korkutmak, va'z ve nasihat yapmak gerekirBu hususta tehdit savuran hadîsleri kendisine okumak lâzımdırSelefi salibinin gidişatını, muttakîlerin ahlâkını kendisine hikâye etmelidirBütün bunlar şefkatle, öfkelenmeden, azarlamadan, yumuşakça kendisine iletilirHatta onun hâline acıyan bir kimse gibi kendisine bakmalıdırGünah işlemesini kendi nefsine isabet eden bir musibet gibi görmelidirZira Müslümanlar bir nefis gibidirler.

Dikkat edilmelidir ki burada büyük bir âfet vardırKişinin o âfetten korunması uygundurÇünkü o âfet helak edicidirO âfet de şudur: Âlim kişi, münkeri işleyene bunun kötülüğünü tarif ettiği zaman, nefsinin ilimle aziz olduğunu, karşıdaki insanın cehaletten ötürü zelil olduğunu görür ve çoğu zaman münkeri tarif etmekle, karşısındaki insanı aptal yerine koymayı düşünürİlmin şerefiyle ondan daha üstün olduğunu ve onun da cahil olduğu için zelil olduğunu açığa vurmak isterEğer âlim kişiyi uyarıcılığa sevk eden mânâ bu ise, bu münker, âlim için esasında itiraz ettiği ve uyardığı münkerden daha çirkindirBöyle bir uyarıcının misali, başkasını ateşten kurtarmak için nefsini yaktıran bir kimsenin misaline benzerBu ise cehaletin katmelisidir, tehlikeli bir felaket ve büyük bir zillettir, şeytanın aldatmacasıdırHer insan şeytanın ipine sarılabilirAncak Allah'ın nefsinin ayıplarını bildirdiği, hidayetinin nûruyla kalp gözünü açtığı kimse bundan müstesnadırZira başkasına hükmetmekte iki yönden nefis için büyük bir lezzet vardırO yönlerin birincisi, ilmin delalet ediciliği cihetinden gelir.

Diğeri ise: başkasına hükmetmesinin cihetinden gelirBu ise, riya ve nüfuz sağlamayı talep etmeye dönüşürBöyle bir talep ise, gizli şehvettir ki insanı gizli şirke davet ederBunun mihenk ve miyarı vardırUyarıcının o mihenge nefsini vurup imtihan etmesi uygundur.

Kişinin kendi nefsiyle münkerden menedilmesi, başkasının uyarısıyla menedilmesinden daha sevimli olmalıdır.

Eğer uyarıcılık vazifesi kişiye zor geliyor, nefsine ağır basıyorsa, başkası uyarıcılık, va'z ve nasihatte bulunmalıdırÇünkü onu bu takdirde va'z ve nasihata iteleyen kuvvet dindirEğer o günahkârın va'z ve nasihatıyla günahtan çekinmiyorsa, kendi günahları için başkasının nasihatından hoşlanmıyorsa, böyle bir kimse ancak nefsinin hevasına tabi olan bir kimsedirVa'z ve nasihat vasıtasıyla nefsinin nüfuzunu göstermeye kalkışıyorsa böyle bir kimse Allah'tan korksun, her şeyden önce kendi nefsini uyarsınİşte durum böyle olduğu takdirde Hazret-i isa'ya denilen şey burada tekrar edilir: 'Ey Meryem'in oğlu! Nefsine nasihat etEğer nefsin nasihata muhatap olursa, bu sefer halka va'zetEğer nefsin va'zından istifade etmezse benden utan!'

Davud et-Tâî'ye şöyle denir:

—Şu emir ve sultanların huzuruna girip onlara iyiliği emreden ve onları kötülükten meneden bir kimseyi hiç gördün mü ve böyle bir kimsenin bulunacağını zanneder misin?

—Böyle bir kimsenin dövülmesinden korkuyorum!

—Böyle bir kimse dövülmeye tahammül edebilecek kırattadır.

—Boynunun kılıçla vurulmasından korkuyorum.

—Buna da tahammül edebilir!

—O halde, müzmin hastalık olan ucub ve riyaya mübtela olmasından korkuyorum.

Dördüncü Derece

Dördüncü derece, sövmek, sert ve çirkin sözlerle azarlamaktırYumuşaklıkla kişiyi menetmekten aciz olduğu ve kişinin bu günaha ısrar etmesinin başlangıçlarını gördüğünde va'z ve nasihata önem vermeyip alay ettiği anda bir nevi uyarıcılığa gidilirBu tıpkı Hazret-i İbrahim'in 'Yuh size ve Allah'tan başka taptıklarınıza! Hâlâ akıllanmayacak mısınız? (Enbiya/67) ayetinde geçen sözü gibidir.

Bizim sövmekten gayemiz; çirkin, sövüleni zinaya ve zinanın mukaddimelerine nisbet etmek ve yalanlar uydurmak şeklindeki sövmek değildirAksine kişide bulunan sıfatlarla kişiye hitap etmektirBu sözler de çirkin kelimeler cinsinden sayılmak kaydıyla şöyle demelidir: 'Ey fâsık! Ey ahmak! Ey cahil! Sen Allah'tan korkmaz mısın?' veya şöyle demelidir: 'Ey cahil çiftçi! Ey bağî!' veya bunların mânâsını ifade eden bir kelimeyi kullanmalıdırÇünkü her fasık ahmak ve cahildirEğer ahmak olmasaydı Allah'a isyan etmezdiHatta akıllı olmayan herkes ahmaktır.

Akıllı odur ki, Hazret-i Peygamber akıllı olduğuna dair şahidlik ederek şöyle buyurmuştur: Akıllı o kimsedir ki, nefsini rabbinin emirlerine mûti kılar ve ölümden sonraki âlem için çalışırAhmak odur ki, nefsini hevasına tâbi kılar, onu şehvetlerden alıkoymazBununla beraber, Allahü teâlâ'dan affı ve cenneti umar. (28)

Bu rütbenin iki edebi vardır:

1Bu tür uyarıcılığa zaruret anında ince ve zarif ikazlardan aciz olunduğu anda gidilir.

2Uyarılana ancak doğru sözleri söylemek sûretiyle onu azarlamalıdır ve burada da pek ileri gitmemelidir, Gerekmeyen laflar zincirini uzatmamalıdırHatta ihtiyaç kadarıyla yetinmelidir.

Eğer bu önleyici kelimelerle ona hitap ettiği halde onu günah işlemekten önleyemeyeceğini biliyorsa, fazla uzatmak uygun değildirAksine yaptığından öfkelendiğini göstermeli ve yaptığını hakir gördüğünü ve yapanı, günah işlediği için mürüvvetsiz saydığını açıklamalıdırEğer konuştuğu takdirde dövüleceğini biliyorsa, fakat öfkelenip yüzünün hatlarıyla bu fiilden razı olmadığını gösterdiği takdirde dövülmeyeceğini biliyorsa, böyle yapması lâzımdırSadece kalben inkâr etmesi kâfi değildirAksine yüzünün hatlarını sertleştirip yapılan fiile razı olmadığını açıkça göstermelidir.

28) Tirmizî, İbn Mâce

Beşinci Derece

Beşinci derece eliyle münkeri kaldırmaktırBu derece oyun aletlerinin kırılması, içkinin dökülmesi, ipekli elbiseyi giyenin elbisesini çekip çıkarması, ipekli şeyler üzerine oturmaktan menetmesi, gasbedilen evden çıkarılması, icabederse ayağından tutup yerden çekmesi, cünüp olduğu halde mescidde oturduğunda mescidden çıkarması ve bunlara benzer fiillerdirBöyle yapmak bir kısım günahlarda tasavvur edilir ama bir kısmında tasavvur edilemezDil ve kalbin günahlarına gelince, onları el ile engellemeye uyarıcının kudreti yokturBunun gibi sadece günahkârın nefsinde ve iç organlarında kalan bir günah da böyledir.

Bu derecede iki edep vardır.

Birincisi: Uyarılanın münkeri bilfiil bozmasından aciz olmadıkça kendisinin bozmaya kalkışmamasıdırBu bakımdan uyarılana yürüyerek gasbedilen araziden veya mescidden çıkmayı teklif edebilecek kudrette olduğu zaman, onu itelemek veya ayağından tutup çekip atmak uygun bir hareket değildirKişiyi içkisini dökmeye, oyun aletlerini kırmaya, ipekli elbisesinin ipliklerini sökmeye zorlayacak gücü olduğu zaman, bunları kişiye yaptırmayıp bizzat yapması uygun değildirZira bunları yapmanın sınırına vâkıf olmakta bir tür zorluk vardırBizzat kendi yapmadığı zaman, buradaki ictihadı yeterlidirFiilinde mahcur olmayan bir kimse onun vekâletinde bunu yapabilir.

İkincisi: Bozmak hususunda sadece ihtiyaç duyulan miktarla yetinmektirElinden tutup çekmeye gücü olduğu zaman, çıkartmak için ayağından veya sakalından tutmamalıdırGiyilmiş ipekli elbiseyi yırtmamalıdır, sadece onun dikişlerini sökmekle yetinmelidirOyun aletlerini ve Hıristiyanların piyasaya çıkardığı istavrozu yakmamalıdırAncak fesada bir daha yaramayacak bir şekilde kırmak sûretiyle iptal etmelidirKırmanın hududunu öyle bir hâle getirmelidir ki, onu tekrar ıslah etmek için ham odundan yapılması için gereken zorluk gibi, zorluğa muhtaç olunsunEğer kapları kırmadan dökebiliyorsa içkileri dökmekte kapların kırılmasından sakınmalıdırEğer ille kaplara taş atmak sûretiyle içkiyi dökebiliyorsa, o vakit taş atabilir, kabın kıymeti de düşerİçkiden dolayı onu kıymetlendirmek diye bir şey söz konusu değildirZira kap, uyarıcı ile içkinin dökülmesi arasında bir perde olur.

Eğer uyarılan kişi bedeniyle içkiyi himaye ederse, biz onun bedenini yaralamak ve vurmak suretiyle içkinin dökülmesine muvaffak olmaya gayret gösterebilirizMademki bedeninde durum budur, o halde kaplar hakkındaki mülkiyetin hürmeti, nefsinin hürmetinden daha fazla olmazEğer dar boğazlı sürahilerde ise, onları dökmekle meşgul olduğu takdirde zaman oldukça uzayacaktırFâsıklar gelip kendisine yetişecekler ve dökmesine mani olacaklardırBu takdirde o sürahileri kırabilir ve bu durum kendisi için mazeret sayılırEğer fâsıkların zaferinden korkmuyor ve onların gelip kendisini menetmelerinden endişe etmiyorsa, fakat vaktinin zayi olmasından endişe ediyorsa, meşguliyetlerinden geri kalmaktan korkuyorsa, bu takdirde o sürahileri kırabilirBedeninin faydasını, meşguliyetlerinden herhangi birinin gayesini içki kapları için zayi etmezKap kırılmaksızın içkinin dökülmesi mümkün olduğu takdirde kabı kırmak tazminatı gerektirir.

Soru: Kişiyi kötülükten menetmek için kapların mutlaka kırılması, ayağından tutup gasbedilen araziden çekilmesi daha da ibretli olsun diye neden caiz olmasın?

Cevap: Sakındırmak, gelecek bir fiilden olurCezayı tatbik etmek ise yapılmış bir fiilden dolayıdırDefetmek ise, hâlihazırda yapılan fiilden dolayı olurHalkın sadece defetmek yetkisi vardırO da münkeri yok etmek demektirMünkeri yok etmekten fazla yapılan eziyet ya geçmiş bir suçun cezası olmalı veya gelecek bir suçtan sakındırmak olmalıdırBu ise halkın değil, idarecinin işidirEvet, vali için maslahat gördüğü zaman böyle yapmak caizdirBen derim ki, valinin şu yetkisi de vardır; içkicileri frenlemek için içki kaplarının kırılmasını emredebilirNitekim frenlemenin takviyesi bakımından Hazret-i Peygamberin asrı saadetinde böyle yapılmıştır ve böyle yapmanın sonradan kaldırılmış olması da sabit olmamıştır. (29) Fakat önlemeye ihtiyaç çok şiddetlidirBu bakımdan vali kendi ictihadıyla böyle bir ihtiyaç hissederse, böyle bir tedbir almak onun için caizdirMadem bu bir nevi ince ictihada bağlıdır, o halde toplumun bireyleri burada yetkili değildirler.

İtiraz: Sultan için halkı günahlardan alıkoymak bakımından onların mallarını telef etmek, içinde içip isyan ettikleri evlerini yıkmak ve günahlara girmelerini hazırlayan mallarını yakmak şeklindeki bir tedbir niçin caiz olsun?

Cevap: Eğer böyle bir cezanın tatbiki hakkında şer'î bir hüküm olsaydı, bu maslahatın yollarının dışında bir şey olmazdıFakat biz kendiliğimizden mesalih yapamayızAksine mesalihte selefe tâbi oluruzİçki kaplarının kullanılması ihtiyacın şiddetine bağlı olduğundan daha önceki hükmü ortadan kaldırmamıştırAksine hüküm illetinin ortadan kalkmasıyla kalkarİlletinin gelmesiyle de hüküm geri gelirBiz ancak tâbi olma hükmüyle bu durumu İmâm için caiz gördük ve avam halkın fertlerini bu durumda menettikÇünkü buradaki ictihadın yönü gizlidir.

Hatta biz deriz ki, eğer önce içkiler dökülürse, ondan sonra kapları kırmak caiz değildirÇünkü kapların kırılması, ancak içkiye tâbi olduğundan dolayı caizdirBu bakımdan kaplar içkiden boşaldığı zaman onları kırmak, malı boş yere telef etmek demektirMeğerki o kaplar içkiden dolayı zararlı bir durum almış, ancak içkiye elverişli olacak bir şekle girmiş iseler o zaman durum değişirBu bakımdan birinci asırdan nakledilen fiil iki mânâ ile beraberdir.

1Önlemeye olan şiddetli ihtiyaç

2Kapların, içinde bekletilen içkiye tâbi olmaları. . .

Bu iki mânâ müessir oldukları için sökülüp atılmalarına ve dikkate alınmamalarına imkan yoktur.

Üçüncü bir mânâ da şudur: Bu emir, yetki sahibinin reyinden çıkarÇünkü yetki sahibi önlenmeye şiddetle ihtiyaç olduğunu düşünürBu da tesir edici bir mânâdırBu mânâyı ilga edip kenara itmek mümkün değildirİşte bunlar fıkhî ve ince tasarruflardırUyarıcının ve nasihatçının hiç kuşkusuz bu incelikleri bilmeye ihtiyacı vardır.

29) Tirmizî, (Ebû Talha'dan) Bu zat Hazret-i Peygambere 'Ben evimde bulunan yetimler için içki satın aldım' deyince Hazret-i Peygamber İçkiyi dök, kaplarını kır!' buyurmuştur.

Altıncı Derece

Altıncı derece, tehdit ve korkutmaktır'Şu yaptığını bırak veya senin kafanı kırarım veyahut boynunu vururumEğer bırakmazsan sana vurmak için emir veririm' şeklinde sözler söylemesi gibi. . . Bu tür uyarmak, mümkün ise vurmadan önce yapılmalıdırBu rütbede edep, yapılması mümkün olmayan bir vaîdle tehdit etmemektir'Senin evini yağma edeceğim' veya 'Çocuğuna vuracağım' veya 'Eşini esir edeceğim' ve bunlara benzer sözler gibi. . . Hatta kişi bu sözleri azimle söylerse, haram işlemiş olurAzim olmaksızın söylerse yalandır.

Evet, eğer uyarılan kişi, uyaranın vurmak ile tehdidini hafife alırsa, bu sefer uyaran durumun gerektirdiği belli bir hududa kadar işi sıkı tutabilirEğer böyle tehdit etmesinin onu günah işlemekten alıkoyacağını biliyorsa, iç âlemindeki azminden daha fazla uyarılanı tehdit edebilirBöyle yapmak, yalanın mahzurlu kısmından değildirAksine bunun gibi durumlarda mübalağa etmek normaldir.

İki şahsın arasını bulmakta ve iki kumanın arasını bulmakta kişinin yaptığı mübalağa gibidirİhtiyaçtan dolayı böyle bir mübalağa ruhsatlı kılınmıştırÇünkü bu mübalağadan gaye o şahsı ıslah etmektirBu mânâya bazı kimseler işaret ederek şöyle demiştir: 'Uyarıcının yapmayacağı bir şey ile uyarılanı tehdit etmesi, Allah'tan bir cezayı ve kınamayı gerektirmezÇünkü tehditten dönmek ve tatbik etmemek şereftirAncak yapamayacağını va'dederse kınanmasına vesile olur'.

Bu fetva bize göre uygun bir fetva değildirZira kelâmı kadîm (Allah kelâmı) ister va'd olsun, ister vaîd geri dönmeyi kabul etmezGeri dönmenin kabul edilmesi ise, ancak kullar hakkında tasavvur edilebilir ve haddi zatında da bu tasavvur doğrudurÇünkü vaîd ve tehditten dönmek haram değildir.

Yedinci Derece

Yedinci derece, el ve ayağıyla bilfiil vurmaktırSilahı teşhir etmeksizin başka hareketleriyle bilfiil yapmasıdırZaruret şartıyla ve sadece ihtiyaç kadarıyla yetinmek kaydıyla böyle yapmak, fertler için de caizdir.

Böyle yapmakla münker ortadan kalktığı zaman derhal vurmaktan vazgeçmek uygundurKadı bazen üzerinde hak sabit olan bir kimseyi, o hakkı yerine getirinceye kadar hapse atabilirEğer hapse tıkılmış kimse hakkı eda etmemekte ısrar eder, kadı da o hakkı yerine getirmeye gücünün yettiğini ve sadece inatçılıktan dolayı ödemediğini biliyorsa, o hakkı yerine getirmesi için tedricî bir şekilde, dövmekle zorlayabilirUyarıcı da kadı gibi tedric usûlünü gözetmelidirEğer silah çekmeye mecbur olursa ve ancak münkeri, silah çekmek ve uyarılanı yaralamak sûretiyle ortadan kaldırabiliyorsa, böyle yapması daha büyük bir fitnenin kopmasına vesile olmadıkça silah çekebilir.

Mesela fâsık bir kimse bir kadının yakasına yapışmışsa veya beraberindeki mizmar aletini çalıyorsa ve uyarıcı ile arasında geçilmesi mümkün olmayan bir nehir veya bir duvar bulunuyorsa uyarıcı, ok ve yayını eline alır ve ona der ki: 'Ya kadını bırak veya sana ok atacağım'Eğer bu ikaza rağmen fasık, kadını bırakmazsa, uyarıcı ona ok atabilirFakat buna rağmen öldürücü yerine atmamalıdırAksine bacaklarına ve benzeri yerlerine atmalıdır ve burada tedric usûlünü gözetmelidirBöylece kılıcını çekip 'Şu münkeri terket, yoksa sana kılıçla vuracağım' demelidir.

Bütün bunlar, münkeri defetmek için yapılan hareketlerdirMünkeri kaldırmak ise mümkün hareketlerle farzdırBurada sadece Allah'ın özel hakkıyla insanların hakkını ilgilendiren münker arasında fark yokturFakat Mutezile mezhebine göre, insanların hakkıyla ilgili olmayan münkerlerde ancak sözle veya el ile uyarmak vardırFakat söz ve vurmakla uyarıyı da ancak idareciler yapabilirlerFertler ise, bu tür uyarmayı yapmaktan da mahrumdurlar.

Sekizinci Derece

Sekizinci derece, kendisinin uyarmayı becerememesi, fakat uyarma hususunda silahlı birtakım yardımcılara muhtaç olmasıdırBu takdirde çoğu zaman fasık ve uyarılan kimse de yardımcılarından imdat ister ve böylece iki tarafın karşılıklı dövüşmesine vesile olurİşte bu ihtimalden dolayı imamın iznine ihtiyaç olup olmadığında ihtilaf baş göstermiştir.

Bir grup 'Fertler izinsiz bunu yapamazÇünkü bu tür uyarma izinsiz yapıldığı takdirde fitnenin tahrikine, heyecanın kabarmasına ve memleketin harap olmasına yol açar!' demiştir.

Başka bir grup İmamın iznine ihtiyaç yoktur' demişlerdir.

Bu grubun sözü, kıyasa daha uygundurÇünkü mademki toplumun fertlerine emri bi'l ma'ruf yapmak caizdir, o halde ernri bi'l ma'ruf'un ön dereceleri ikinci plandaki derecelerine, ikinci dereceler de üçüncü derecelere çekip iteler! Böylece şeksiz ve şüphesiz bir vuruşmaya insanı sokarVuruşma ise, yardım istemeye çağırırBu bakımdan emri bi'l ma'ruf'un lâzım ve ayrılmaz zorluklarından perva etmemek uygundurEmri bi'l ma'rufun sonucu, Allah'ın rızası ve günahları kaldırmak yolunda ordular tanzim etmeye varırBiz ise, gazilere bir araya gelmelerini ve istedikleri kâfir topluluğuyla ehli küfrün kökünü kazımak gayesiyle savaşabileceklerini caiz görürüz.

İşte böylece ehli fesadın kökünü kesmek de caizdirÇünkü kâfiri (eğer zimmî değilse) öldürmekte sakınca yokturMüslüman da öldürülürse şehiddirİşte böylece fısk ve fücurunu müdafaa eden fâsığı öldürmekte de (nizamlara riayet etmediği için) sakınca yokturHaklı olan uyarıcı ise, eğer mazlum olarak öldürülürse şehiddir.

Netice itibarıyla işin bu kerteye varacağı, uyarıcılık hususunda pek nadir görülmüştürBu bakımdan böyle nadir bir hâdisenin düşüncesi kıyas kanununu değiştiremezAksine denir ki, münkeri kaldırmaya kudreti olan herkes için eliyle, silahıyla, nefsiyle ve yardımcılarıyla onu kaldırmaya çalışmak gerekir.

Mademki durum budur, daha önce dediğimiz gibi meselenin çeşitli ihtimalleri vardırİşte buraya kadar zikrettiğimiz sekiz derece, uyarıcılığın dereceleridirBiz şimdilik onların âdâbını zikredelimTevfîk ve ihsan eden Allah Azimüşşan'dır.

Muhtesib'in (Uyarıcının) Âdâbı

Derecelerin her birinde âdâbın tafsilatını zikretmiştikŞimdi ise, onun tümünü ve kaynaklarını zikredeceğizBu bakımdan deriz ki, uyarıcının tüm âdâbının kaynağı uyarıcıda bulunan üç sıfattır:

1İlim

2Takva

3Güzel Ahlâk

İlim: Uyarıcı uyarmanın yerlerini, hududunu, mecralarını ve mânilerini bilmeli ki, uyarma hususunda ilahî nizamın hududunda durabilsin.

Takva: Uyarıcıyı belli bir muhalefetinden menetmek için gereklidirÇünkü her bilen ilminin gereğince amel etmemektedirAksine çoğu zaman uyarıcılıkta sınırı aştığını, şer'an yetkili olduğu hududu geçtiğini bildiği halde ve buna rağmen herhangi bir gaye onu aşırı gitmeye zorlar.

Uyarıcının sözü, va'z ve nasihati makbul olmalıdırÇünkü uyarıcılık yaptığı zaman, eğer makbul konuşmalar yapmazsa fâsık kendisiyle alay ederFasığın onun sözünü hafife alması, ona karşı bir cüretkârlık olur!

Güzel Ahlâk: Güzel ahlâk, yumuşak ve şefkatli davranmak için lâzımdırUyarıcılık esnasında güzel ahlâk esastır ve bu durumun sebeplerindendirGüzel ahlâk olmazsa, ilim ve takva tek başına burada yeterli değildirÇünkü öfke kabardığı zaman, kişinin tabiatında güzel ahlâk sayesinde onu hazmetmek olmadıkça onu durdurmak için sadece ilim ve takva kâfi gelmez. . .

Kısacası, takva ancak güzel ahlâkla tamamlanırAncak güzel ahlâk sayesinde şehvet ve gazap kontrol altına alınırAncak güzel ahlâk sayesinde uyarıcı Allah indinden kendisine isabet eden musibete karşı sabredebilirEğer güzel ahlâk yoksa kişinin namusuna veya malına veya nefsine sövmekle veyahut da dövmekle bir leke sürüldüğü zaman, kişi uyarıcılığı unutur, Allah'ın dininden gâfil olur, kendi nefsiyle meşgul olmaya başlarHatta güzel ahlâk olmadığı takdirde başlangıçta, çoğu zaman uyarıcılığı dünya mertebelerini ve nam yapmayı elde etmek için yapar.

İşte bu üç sıfat sayesinde uyarıcılık, Allah'a yaklaştırıcı ibâdetlerden olur ve yine bu sıfatlar sayesinde uyarıcılıkla münkerât defedilirEğer bu sıfatlar yoksa münker defedilemezAksine bu sıfatlar olmaksızın yapılan uyarma (çoğu zaman şer'î hududa bu hususta tecavüz edildiği için) münkere dönüşür.

Bu edeplere Hazret-i Peygamberin şu sözü delâlet eder: İyiliği emretmeyi ve kötülüğü yasaklamayı ancak emrettiği ve yasakladığı hususta şefkatli olan, emrettiği ve yasakladığı hususta hâlim olan, emrettiği ve yasakladığı hususta fakîh olan kimse yapabilir. (30)

Bu hadîsi şerif, uyarıcının mutlak mânâda değil, sadece emrettiği veya yasakladığı konuda fakîh olmasının şart olduğuna delâlet ederHâlimlik de böyledir,

Hasan-ı Basrî şöyle der: 'Sen iyiyi emredenlerden olduğun zaman, insanların en iyi şekilde iyiliğe yapışanı olAksi takdirde helâk olursun!'

Kişiyi fiilinden ötürü, o fiilin benzerini yaptığın halde kınama!

Çünkü kınadığı şeyin benzerini yapan bir kimsenin aklıyla alay edilir!

Biz bundan iyiyi emretmek, fasıklıktan dolayı yasak olur demek istemiyoruzFakat uyarıcının fasıklığı, insanlara göründüğü takdirde sözünün tesiri kalplerden düşer demek istiyoruz.

Çünkü Enes'ten şöyle rivâyet edilir: Biz Hazret-i Peygamber'e

—‘Biz iyiyi tamamen işlemedikçe emredemez miyiz? Kötülükten tamamen sakınmadıkça menedemez miyiz?' diye sordukBizim suâlimize karşılık Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

—Siz iyiliğin tamamını işlemezseniz dahi iyiliği emredinizSiz kötülüğün tamamından sakınmasanız dahi kötülükten sakındırınız. (31)

Selefin biri çocuklarına şöyle vasiyette bulundu: 'Sizden herhangi biriniz iyiyi emretmek istediği zaman, nefsini, sabra alıştırsın ve Allah'tan gelen sevaba güvensinÇünkü Allah'tan gelen sevaba güvenen bir kimseye kötülük dokunmaz'.

Hâl böyleyken anlaşılır ki, nefsin sabırlı olması da uyarıcılığın âdâbındandır ve bu sırra binaen de Allahü teâlâ sabrı, iyiyi emretmekle eşit tutup Lokman Hekîm'in şu tavsiyesini hikaye ederek şöyle buyurmuştur:

Yavrum! Namazı gereği üzere kıl! İyiliği emret ve fenalıktan alıkoyBu hususta sana isabet edecek eziyete katlanÇünkü bunlar kesin olarak farz kılınan işlerdir. (Lokman/17)

Uyarıcılığın edeplerinden biri de alâkaları azaltmaktır ki, korkusu çoğalmasın ve mahlûkattan tamahı kesilsin, dolayısıyla yağcılık ortadan kalksınZira bir şeyhin bir kedisi vardıKomşusu olan kasaptan kedisi için her gün etin sinirlerinden bir şeyler alıyorduBir ara kasapta bir münker gördüBu durum karşısında evine girdiÖnce kediyi evden kovdu. Sonra kasabın yanına gelip uyarıcılık vazifesini yaptıBuna karşılık kasap 'Ben bundan sonra senin kedine hiçbir şey vermeyeceğim' dediO da 'Ben kediyi kovduktan ve senden tamahımı kestikten sonra gelip uyarıcılık yaptım' dedi ve hakîkat de bu satın dediği gibidirBu bakımdan halktan tamahını kesmeyen bir kimse uyarıcılık yapamazKim halkın kalbi kendisinden hoş olsun ve mutlak mânâda halk kendisini övsün düşüncesinde ise ona uyarıcılık vazifesini yerine getirmek hakkıyla müyesser olamaz.

Ka'b'ul Ahbar, Ebû Müslim Havlanî'ye şöyle der:

—Kavminin arasında senin derecen nasıldır?

—Güzeldir. . .

—Fakat Tevrat şöyle diyor: Kişi iyiliği emrettiği ve kötülüğü yasakladığı zaman, kavminin yanında onun derecesi oldukça kötüleşir.

-Tevrat doğru söylemiş, Ebû Müslim de yalan,. .

Uyarıcılıkta şefkatli ve merhametli olmanın farziyetine Me'munun kendisine va'zedip söz ile kendisini azarlayan vâize karşı getirdiği delil delâlet ederMe'mun vâize şöyle der: 'Güzellikle git; zira Allahü teâlâ senden daha hayırlısını (Hazret-i Mûsa'yı) benden daha şerlisine (Firavuna) gönderdiği zaman, ona şefkatli davranmayı emrederek şöyle buyurmuştur: 'Varın da ona yumuşak söz söyleyinOlur ki, nasihat dinler yahut da korkar'. (Taha/ 44)

Bu bakımdan uyarıcı ve nasihatçi bir kimse şefkat hususunda, Allah'ın peygamberlerine uymalıdırÇünkü Ebû Umame şöyle rivâyet eder: Genç bir delikanlı Hazret-i Peygambere geldi ve dedi ki: 'Bana zina etmek için izin verir misin?' O daha sözünü bitirir bitirmez, her taraftan halk 'sus' diye bağırdılarFakat Hazret-i Peygamber 'Onu bana yaklaştırınız' dediBunun üzerine delikanlıya yol verildiHazret-i Peygamber de kendisine yaklaşmasını söylediO da yaklaştıHazret-i Peygamber'in huzurunda oturdu. Sonra peygamber kendisine sordu:

—İster misin annenle başkası zina etsin?

—Ey Allah’ın Rasûlü! Allah canımı sana feda etsinAnnemin zina etmesini istemem.

—İşte halk da senin gibi, anneleri için zinayı istemezAcaba sen kızının zina etmesini ister misin?

—Canım sana feda olsun! Bunu da istemem.

—İşte senin gibi halk da kızlarının zina etmesini istemezAcaba sen kız kardeşinin zina etmesini ister misin? (32)

İbn Avf der ki: Hazret-i Peygamber gencin teyze ve halasını da bu şekilde zikretti ve genç Hazret-i Peygamberin her sualine karşılık 'Canım sana feda olsun, istemem' diye cevap verdiHazret-i Peygamber de 'İşte halk da böylece istemez' diye eklediBundan sonra Hazret-i Peygamber mübarek elini gencin göğsüne koyarak şöyle dua etti:”Ya Rab! Kalbini tertemiz kıl! Günahını affet! Tenasül uzvunu zinadan koru!”

Süfyân bUyeyne sultandan gelen hediyeleri kabul ettiBuna karşılık Fudayl şöyle dedi: 'Süfyân, onlardan hakkının altında bir şey almıştır'. Sonra FudaylSüfyân ile başbaşa kalıp onu bu yaptığından dolayı kınadıSüfyân ona cevap olarak dedi ki: 'Ey Ebû Ali! Eğer biz salihlerden olmasak dahi salih kimseleri severiz'.

Hammad bSeleme der ki: Eşyem'in oğlu Sıla'nın yanından etekleri yerlerde sürünen biri geçtiSıla'nın arkadaşları onu şiddetle azarlamak istedilerSıla onlara 'Onun yakasını bırakın! Ben sizin yapacağınız vazifeyi yaparım' dedi. Sonra o kişiye şöyle dedi:

—Yeğenim! Senin yanında bir ihtiyacım vardır.

—Amca nedir senin ihtiyacın?

—Benim ihtiyacım yerde sürünen etekleri biraz kaldırmaktır.

—Olur! Başım ve gözümün üstüne!

Sonra genç yerde sürünen eteklerini kaldırdıBunun üzerine Sıla arkadaşlarına dedi ki: 'Eğer siz onu azarlasaydınız 'Hayır ben sizin dediğinizi yapmamSizin dediğiniz baş göz üstüne olmasın' diyecek ve size küfredecekti.

Zekeriya el-Gilabî'nin oğlu Muhammed der ki: "Bir gece Abdullah bMuhammed bÂişe'nin yanına vardımAkşam namazından sonraydıCamiden çıkmış evine gidiyorduBir de yolunda Kureyş soyundan içip sarhoş olmuş bir delikanlının durduğunu gördümAynı delikanlı bir kadının yakasına yapışmış, onu kenara çekiyor, kadın da 'imdat!' diye bağırıyorduKadının bağırması üzerine halk gencin başına üşüştüBu esnada 'İbn Âişe' gence bakıp tanıdıHalka 'benim yeğenimin yakasını bırakın' dedi. Sonra gence 'Yeğenim! Benim yanıma gel!' diye bağırdıBuna karşılık genç utandı, İbn Âişe'nin yanına geldiİbn Âişe onu kucakladı, sonra ona dedi ki: 'Haydi benimle gel!' Genç onunla gittiKapısına kadar vardıİbn Âişe onu içeri aldı. Sonra hizmetçilerinden birine 'Bu genç senin yanında uyusun' dedi;

'ayıldıktan sonra hâdiseyi kendisine bildirFakat benim huzuruma getirmeden bırakma'Genç ayıldığı zaman, hizmetçi ona hâdiseyi olduğu gibi anlattıGenç ondan utanarak hüngür hüngür ağladıGitmek istediFakat hizmetçi, İbn Aişe'nin kendisini görmek istediğini bildirdiİbn Âişe huzuruna gelen gence şöyle hitap etti: 'Sen nefsin ve şerefin için utanmadın mı? Hangi soy ve soptan olduğunu bilmiyor musun? Allah'tan kork ve yaptıklarından vazgeç!' Bunun üzerine, başı eğik genç hüngür hüngür ağladı, sonra başını kaldırarak şöyle dedi: 'Kıyâmet gününde sorumlu olan bir sözle Allah'a söz veriyorumİkinci bir defa içki içmeyeceğim ve yaptıklarımdan hiçbirini artık yapmayacağım ve yaptıklarımın tamamından tevbe ediyorum'İbn Âişe gence yaklaşmasını söyledikten sonra gencin başını öpüp 'Çok güzel yaptın evladım' diyerek onu takdir etti".

Bu hâdiseden sonra genç, İbn Âişe'nin meclisinden ayrılmadı ve ondan hadîs yazdıGencin böyle ıslah olmasına İbn Aişe'nin şefkatli davranışı sebep oldu. Sonra İbn Âişe dedi ki: 'Halk iyiyi emreder, kötüyü yasaklarFakat onların iyisi kötülük olurEy cemaat! Her işinizde şefkatli davranmaktan ayrılmayınız ki, bu sayede istediğiniz hedefe varabilesiniz!'

Fetih bŞahref dedi ki: "Adamın biri bir kadıncağızın yakasına yapışıp onunla zina etmek istiyordu ve bir elinde bıçak vardıOna yaklaşan bir kimseyi o bıçakla öldürmek tehdidini savuruyorduAdam pehlivan yapılı bir kimseydiHalk bu manzarayı seyrederken elindeki kadın da bağırmaktaydıO esnada Bişr el-Hafî geçiyorduAdama yaklaştıOmzunu adamın omzuna değdirdiKişi derhal bayılarak yere düştü ve Bişr savuşup gittiSeyirciler adama yaklaştılarBir de ne görsünler adam ter içinde kıvranıyorElinden kurtulan kadın da yoluna devam ettiAdama 'Senin halin nedir?' diye sordular'Bilmem! Fakat bir ihtiyar benim omzuma sürtündü ve bana dedi ki: Allahü teâlâ sana ve senin yaptığına bakmaktadırUtanmaz mısın?' Onun sözünden ötürü dizlerim tutmaz oldu ve şiddetli bir şekilde ondan korktumO kişinin kim olduğunu da bilmiyorum'Ona dediler ki: 'O Bişr el-Hafî'dir'Bunun üzerine adam 'Vay benim yüzümün karası! Bugünden sonra o bana nasıl bakacak?' diye hayıflandıO günden sonra şiddetli bir sıtmaya tutuldu ve yedinci gününde Allah'ın rahmetine kavuştu".

İşte dindarların uyarı hususunda âdetleri böyleydiBiz bu hususta 'Allah için buğzetme ve Allah için sevme' bölümünde ve Sohbet Âdâbında birtakım haberler ve eserler nakletmiştikOnları tekrar ederek sözü uzatmak istemiyoruz, İşte buraya kadar söylediklerimiz uyarıcılığın derece ve âdâbı hakkındaki görüşlerin tamamıdırKeremiyle muvaffak kılan Allah'tırBütün nimetlerine karşı hamd sadece O'na mahsustur.

30) Irakî hadîsi bu şekliyle görmediğini söylemektedir. Ancak Beyhakî Şuab'ul-Îman’da benzerini rivâyet etmektedir.

31) Taberânî

32) İmâm-ı Ahmed

19-4

4 Emr-i bi'l-Ma'ruf ve Nehy-i an'il-Münker'in Yolları ve Âdeten Yapılan Münkerler

Alışkanlık hâline gelmiş olan münkerlerin bazılarına işaret edeceğiz ki işaret ettiğimiz münkerlerle benzerleri de bilinsinÇünkü bütün münkerleri sayıp izah etmek imkânsızdır.

Mescidlerde İşlenen Münkerler

Münkerler, mekruh ve mahzurlu diye iki kısma ayrılırBiz bir şeye 'bu mekruh bir münkerdir' dediğimiz zaman bil ki, onu yapmamak müstehabdır ve ona karşı susmak mekruhturFakat haram değildirAncak o münkeri yapan kişi onun mekruh olduğunu bilmediği zaman, ikaz etmeyen bir kimse haram işlemiş olurÇünkü bu durumda onun yaptığının mekruh olduğunu kendisine bildirmek farzdırÇünkü kerahet, şer'an öyle bir hükümdür ki onu bilmeyene tebliğ edilmesi farzdır.

Biz nerede 'mahzurlu münkerdir' veya mutlak mânâda 'münkerdir' dersek, o münkerden 'mahzurlu münker'i kastederizBu bakımdan kudretli olmakla beraber, bu münkere karşı susmak mahzurludurO halde, mescidlerde çokça görülen münkerlerden bazısı rükû ve secdede itminan ve tadili erkânı terketmek sûretiyle kötü bir şekilde namaz kılmaktırBöyle yapmak münkerdir ve hadîsin nassıyla namazı iptal ederBu bakımdan bu münkeri yasaklamak, işleyeni ikaz etmek farzdırAncak böyle bir münkerin namazın sıhhatli olmasına mâni olmadığına inanan ve Hanefî olan bir kimsenin bu hususta ikaz edilmesi farz değildirÇünkü inancı ve mezhebi böyle olan bir Müslüman’a yasak fayda vermez.

Namazında kötü hareket eden bir kimseyi görüp susan bir kimse onun ortağı olurÇünkü eserde böyle gelmiştirHaber de buna delalet ederZira gıybet hakkında varid olmuştur ki, gıybeti dinleyen, gıybet edenin ortağıdırO halde, namazın sıhhatli olmasında menfi tesir yapan şeyi, elbisede görülen pisliği veya karanlık veyahut da körlük sebebiyle kıbleden dönen bir kimseyi görüp ikaz etmemek de böyledir ve bütün bunlarda uyarmak farzdır.

Mescidlerde görülen münkerlerden biri de Kur'ân'ı hatalı okumaktırBunu yasaklamak farzdırDoğru okumayı telkin etmek de farzdırEğer camide îtikafa giren bir kimse vakitlerinin çoğunu böyle şeylerde zayi ediyorsa ve bunlar kendisini nafile namaz kılmak ve zikretmekten meşgul ediyorsa, böyle şeyleri düzeltmekle meşgul olmalıdırÇünkü böyle şeyleri düzeltmek, zikir yapmasından ve nafile ibâdetler yapmasından daha üstündürÇünkü bu münkerleri uyarmak sûretiyle kaldırmak farzdır.

Allah'a yaklaştırıcı bu hareket öyle bir harekettir ki, faydası sadece yapana değil başkasına da dokunurBu bakımdan faydası sadece yapana olan nafileden daha üstündürEğer bu münkerleri düzeltmekle meşgul olmak, kendisini arzuhâl yazmaktan ve nafakası olan çalışmaktan alıkoyuyorsa durumuna bakılır; eğer çalışmadığı takdirde yeterli miktarda malı varsa, bu münkerleri kaldırmakla meşgul olması gerekirFazla mal kazanmak için uyarıcılık vazifesini terk etmesi caiz değildirEğer günlük nafakası için çalışmaya muhtaç ise, böyle bir ihtiyaç uyarıcılığı bırakmakta yeterli bir özürdürBu bakımdan aciz olduğundan dolayı uyarıcılığın farziyeti kendisinden düşer.

Kur'ân okurken fazla hata yapan bir kimse eğer öğrenmeye muktedirse, öğrenmeden önce, Kur'ân'ı okumaktan menedilirZira hata ile Kur'ân okuduğu için günahkâr olurEğer dili bir türlü dönmüyorsa durumuna bakılırOkuduğunun çoğu yanlış ise, o zaman Kur'ân okumayı terk etmeli sadece Fatiha'yı öğrenmek ve tashih etmek için çalışmalıdırEğer okuduğu Kur'ân'ın çoğu doğru ise, fakat bir türlü hepsini doğru şekilde okumaya gücü yetmiyorsa, bu takdirde Kur'ân okumasında sakınca yokturFakat sesini alçaltıp başkasına duyurmamak sûretiyle okumaya devam etmelidirBöyle okuyan bir kimse için (gizli okusa dahi) okumaktan menedilmelidir diyenler de vardırFakat gizli okuması, ancak kuvvet ve kudretinin sonu olduğu için kabul edilen bir yoldurBununla beraber Kur'ân'a bir sevgisi ve Kur'ân okumaya büyük bir hevesi varsa, bu takdirde Kur'ân okumasında ben sakınca görmemekteyimAllah hakikati herkesten daha iyi bilir.

Camilerde işlenen münkerlerden biri de müezzinlerin aynı ezanı nöbetleşe okumaları, ezanın kelimelerini uzatmaları, 'Hayya alessalah' ve 'Hayye alelfelâh' da bütün göğüslerini kıble tarafından çevirmeleri veya her biri bir ezan okurken, öbürünün ezanı bitinceye kadar durmaksızın devam etmeleridirÖyle ki, sesleri karıştığı için hazır bulunanların ezana verecekleri cevapta şaşırmalarına yol açmaktadırBu bakımdan bu hareketlerin tamamı mekruh münkerlerdirBu mekruh münkerleri tarif etmek farzdır.

Eğer bunu yapan müezzinler bilerek böyle hareket ediyorlarsa, onları böyle yapmaktan menetmek ve burada uyarıcılık yapmak müstehabdırEğer mescidin tek müezzini varsa, bu müezzin sabah namazından önce ezan okuyorsa, sabah olduktan sonra ezan okumaktan menedilmesi de böyledirÇünkü bu şekilde iki ezan okumak, halk için namaz ve orucu karıştırmalarına sebep olurAncak, bu camide sabah namazından önce ezan okunduğu biliniyorsa durum değişir. . . Ta ki, namaz ve sahuru terk etmek hususunda, sabahtan önce okunan ezana güvenilmesin veya mescidin müezziniyle beraber sesi belli olan ve sadece sabahları ezan okuyan başka bir müezzin varsa, bu takdirde sabah olduktan sonra ezan okunmasında sakınca yoktur.

Yine mekruhlardan biri de, fecirden sonra bir camide, arka arkaya ve aralıkları az olan çeşitli vakitlerde ya bir kişinin veya bir cemaatin fecir doğduktan sonra birkaç ezan okumalarıdırÇünkü bu kadar ezan okumakta hiçbir fayda yokturZira camide uyuyan hiç kimse kalmamıştırSes de mescidin dışına çıkıp başkasını uyandıracak değildir. (33)

Bu bakımdan bütün bunlar, sahabenin ve selefi salihînin uygulamalarına ters düşen mekruhlardır.

O mekruhlardan biri de cami hatibinin çoğu ipekliden olan siyah bir elbise giymesidir veya altın ile süslenmiş bir elbise giymesidirİpeksiz ve sadece siyah olan elbiseyi giymek ise mekruh değildirAncak sevilen bir şey de değildirZira Allah'ın nezdinde elbiselerin en sevimlisi beyaz olanıdır'Siyah elbise giymek mekruh ve bid'attır' diyen bir kimse şunu kastediyor: Birinci asırda siyah elbise giymek bilinmiyorduFakat siyah elbise hakkında bir yasak da gelmemiştirBu bakımdan siyah elbiseye bid'at ve mekruh demek uygun değildirAncak siyah giymek, en sevimli olanı terk etmek demektir.

O münkerlerden biri de konuşmalarını hid'atlarla karıştıran, va'z ve kıssalar nakleden hikâyecilerin konuşmalarıdırKıssa ve hikâye anlatan bir kimse, eğer haberlerinde yalan söylüyorsa, fasık bir kimsedirOnu uyarmak farz olurBid'atçı bir vâiz de böyledirOnu bu tür va'zdan menetmek farzdırBöyle bir vâizin va'zına gitmek caiz değildirAncak uyarmak ve kendisine itiraz etmek için va'zına gidilebilirEğer gidenin kudreti varsa, vâizin dine muhalif bid'atlarını bütün cemaate söylemelidirEğer kudreti yoksa etrafındaki birkaç kişiye söylemelidirEğer uyarmaya kudreti yoksa gidip vâizin bid'atlarını dinlemesi caiz değildir.

Nitekim Allahü teâlâ Hazret-i Peygambere şöyle hitap ediyor:

Ayetlerimiz hakkında alay yollu söz edenleri gördüğün zaman kendilerinden yüz çevirYanlarında oturmaTa ki Kur'ân'dan başka bir söze dalıncaya kadar. (En'am/68)

Eğer vâizin konuşması cemaati günaha teşvik etmeye meyilli ise, halk onun konuşmalarıyla günah hususunda daha fazla cüretkâr oluyorsa, onun konuşmalarından Allah'ın af ve rahmetine yapışıp bundan dolayı ümitleri korkularından fazla oluyorsa, bu konuşma münkerdir ve vâizi bu tür konuşmadan menetmek farzdırÇünkü bu tür konuşmanın fesadı çok büyüktürAksine vâizin va'zından dolayı cemaatin korku tarafı ümit tarafına galip gelirse, bu daha uygundur ve halkın tabiatlarına daha yakındırÇünkü halk, ümitten çok korkuya daha muhtaçtırAdalet, korku ile ümidi eşit tutmakla olurNitekim Hazret-i Ömer şöyle demiştir: “Eğer kıyâmet gününde bir tellal 'Bütün insanlar (bir kişi müstesna) cehenneme girsin' diye bağırsa, o kişinin ben olacağımı düşünürümEğer bir tellal 'Bütün insanlar (bir kişi müstesna) cennete girsin' dese, o kişinin ben olacağımı ümit ederim'

Vâiz, elbisesiyle kadınlar için süslenmişse, heybetiyle onlara gösteriş yapıyorsa, va'zında fazla şiir, işaret ve hareketler yapıyorsa, aynı zamanda meclisine kadınlar da gelmişse, bu münkeri menetmek farzdırÇünkü burada fesad, ıslahtan çok fazladırVâizin böyle yapması hallerindeki karîneleriyle açığa çıkar ve bilinirHatta zahirinde takva, heybetinde ve giyinişinde sükûnet ve vakar, giyimi salih kimselerin giyimi olan bir kimseye vâizlik vazifesinin teslim edilmesi gerekirEğer vâizin durumu böyle değilse, halk onun va'zıyla irşad olunmak bakımından değil, daha da fazla dalâlet bakımından gelişir.

Va'z meclisinde erkek ve kadınların bakışmalarını önleyici bir perdeyi iki sınıfın arasına germek farzdırÇünkü bakışmalarında da fenalık söz konusudurÂdetler bu münkerlerin olduğuna şahitlik ederler.

Kadınları (eğer fitnelerinden korkulursa) namazlara ve zikir meclislerine gitmekten menetmek farzdırÇünkü Aişe validemiz kadınları böyle şeylerden menetmiştirHazret-i Aişe'ye denildi ki: 'Hazret-i Peygamber! Kadınları cemaatten menetmemiştiSen nasıl menedersin?' Cevap olarak şöyle demiştir: 'Eğer Hazret-i Peygamber onların kendisinden sonra icat ettiklerini bilseydi muhakkak onları menederdi'Örtülü olduğu halde kadının mescidden geçmesi ise menedilmezAncak kadın örtülü olsa dahi mescidi yol edinmemesi onun için daha evladır.

Vâizin va'zından önce, huzurunda kıraati uzatmak ve Kur'ân nazmını bozacak şekilde hata yapmakla beraber Kur'ân okuyup tenzilin Allah tarafından çizilen hududunu geçmek münker ve şiddetle mekruhturSeleften bir cemaat böyle yapmayı münker görmüştür.

O münkerlerden biri de, ilaçlar, yiyecek maddeleri, muska satışı için cuma günü toplanmaktırSafların arasında veya cami kapılarında dilenmek, bu maksatla Kur'ân okumak, şiir söylemek ve benzerlerini yapmak da böyledirBu hareketlerin bir kısmı haramdırÇünkü şaşırtıcı ve yanıltıcıdırlarTıpkı doktorluk taslayan yalancılar, gözbağcılık ve canbazlık yapanlar gibi. . . Muskacılar da, çoğu zaman böyledirMuskacılar çocukları, çiftçileri ve saf köylüleri çeşitli el çabukluklarıyla kandırarak kötü emellerine ulaşırlarBütün bunları yapmak camide de, cami dışında da haramdırBunları menetmek farzdırHatta yalanın, aldatmanın ve malın kusurlarının müşteriden saklandığı her alışveriş haramdır.

O hareketlerden bir kısmı vardır ki mescidin dışında mübahtırTerzilik yapmak, ilaç, kitap ve yemek satmak gibi. . . Bunlar camide de yapılırsa haram değildirler, ancak arızî bir sebepden haram olurlarNamaz kılanların yerini daraltırsa ve namazlarının şüpheye düşmesine ve karışmasına sebebiyet verirse, haram olurEğer böyle bir durum söz konusu değilse camide bunları yapmak haram değildirFakat her halükârda yapmamak daha evladırFakat camide bunların yapılmasının mübah olmasının şartı, arada sırada ve belli günlerde olmasıdırEğer kişi daimi bir şekilde mescidi dükkân edinirse, böyle yapması haramdır ve bundan menedilirÇünkü mübahların bir kısmı vardır ki, ancak azlık şartıyla mübah olurEğer çoğalırsa, küçük günaha dönüşürNitekim günahlardan bir kısmı vardır ki, ısrar etmemek şartıyla küçük günah sayılırEğer bu tür günahın azı için kapı açılırsa, çoğa doğru sürükleyip götürmesinden korkuluyorsa, böyle bir günah menedilmelidirFakat bu menetme vazifesi valiye veya vali tarafından camilerin idaresine bakan memura düşer ve onlar tarafından yapılmalıdırÇünkü bu, ictihad ile idrak edilemez ve aynı zamanda çoğalacak korkusuyla, esasında mübah olan bir şeyi menetmek fertlerin yetkisi dâhilinde değildir.

Münkerlerden biri de deliler, çocuklar ve sarhoşların camiye girmesidirÇocuk oynamadığı takdirde camiye girmesinde sakınca yoktur ve camide oynamak çocuk için haram da değildirÇocuğun oyununa göz yummak da haram değildirAncak çocuk mescidi oyun yeri edinir ve bunu âdet yaparsa, o zaman çocuğu menetmek farz olurİşte böyle bir hareket azı helâl, fakat çoğu helâl olmayan hareketlerdendirBöyle bir hareketin az olan kısmının helâl olmasının delili, Müslim ve Buhârî'de rivâyet edilen hadîstir.

Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) , Hazret-i Âişe'nin, camide bayram günü mızrak ve kılıçlarla oynayan Habeşlilere bakması için beklemiştirŞüphe yok ki, eğer bu Habeşîler, camiyi daimi bir oyun yeri edinseydiler, böyle bir hareketten menedilirlerdiFakat camide oynamaları nadir ve az olduğundan dolayı onların bu hareketleri münker görülmediHatta Hazret-i Peygamber bu hareketlerine baktıHatta Hazret-i Aişe'nin onları görüp kalbi hoş olsun diye, Hazret-i Peygamber onların oyun oynamasını emretti; zira onlara dedi ki: 'Ey Benî Erfide! İşinize devam ediniz!' Nitekim biz bunu Semâ bölümünde de nakletmiştik

Delilere gelince; mescidi pisletmelerinden, küfretmelerinden, fahiş bir şey konuşmalarından veya avretlerini ve benzerini göstermeleri gibi münker olan bir şeyi yapmalarından korkulmazsa camiye girebilirlerTecrübeyle durgunluğu ve sessizliği bilinen sakin bir deli ise, onu camiden çıkarmak farz olmazSarhoş da, deli gibidirEğer sarhoşun istifra etmesinden veya diliyle başkasına eziyet vereceğinden korkulursa, onu camiden çıkarmak farz olurEğer aklı karışmış bulunuyorsa, kendisinden endişe ediliyorsa, yine çıkarılması farz olurEğer içmiş, fakat sarhoş olmamış, ama ağzından koku geliyorsa, böyle yapması şiddetle mekruh olan bir münkerdirNasıl şiddetle mekruh olan bir münker olmasın? Zira Hazret-i Peygamber (çiğ) sarmısak ve soğan yiyen bir kimseyi bile camilere gelmekten menetmiştir. (34) Fakat Hazret-i Peygamber'in bu yasaklayışı kerahet üzerine hamledilirİçki hakkında emir daha şiddetlidir.

Soru: Sarhoşun dövülmesi ve içkiden uzak durması için camiden çıkarılması uygun değil midir?

Cevap: Hayır, uygun değildirAksine camide oturmaya alıştırılması ve burada oturmaya davet edilmesi, eğer hali hazırda akıllı ise, içkiyi terk etmesini emretmek daha uygundurİçki içmekten vazgeçsin diye dövülmesi ise fertlerin vazifesi değildirAksine bu idarecilere ait bir vazifedirBu da ancak 'içki içtim' diye ikrarda bulunursa veya iki şahid içki içtiğine dair şahidlik yaparlarsa olurSadece 'ağzından koku geliyor' diye dövülemezEğer halkın arasında sendeleye sendeleye yürüyorsa ve sarhoş olduğu biliniyorsa camide ve caminin dışında, sarhoşluğunu göstermemesi için dövülmesi caizdirÇünkü günahın eserini göstermek de günahtırGünahları terk etmek ise farzdırİşlendikten sonra da eserinin gizlenmesi farz olurEğer kişi durumunu gizler, yapmış olduğu günahın eserlerini kapatırsa; araştırıp çıkarmak caiz değildirKoku bazen içki içmeden sadece içki içilen bir yerde oturmaktan veya içkiyi yutmadan ağzına almaktan da ileri gelebilirBu bakımdan kokuya güvenmek uygun değildirOna binaen hüküm verilemez.

33) Müellifin zamanında yolcular ve dervişler, misafirhaneler ve imarethanelerin bulunmadığı bir beldede camilerde yatarlardıOrada yatanlardan her kalkan caminin içinde ezan okurduNitekim bugün dahi Ortadoğu'nun bazı bölgelerinde bu âdet devam etmektedirEğer imkan varsa camide uyumamak daha iyidir.

34) Buhârî, Müslim

41 Çarşılarda Görülen Münkerler

Çarşılarda Görülen Münkerler

Çarşılarda görülmesi âdet olan münkerlerden biri, satışında yalan söylemek ve satılan malın ayıbını gizlemektirBu bakımdan herhangi bir kimse 'Ben şu malı, mesela on liraya satın aldımOndan bu kadar kâr ediyorum' dese ve yalan söylüyorsa, bu kimse fasıktırOnun yalan söylediğini bilen bir Müslüman yalanını müşteriye söylemelidirEğer yalan olduğunu bilen, satıcının kalbini gözeterek susarsa, hıyanette ortağı olur ve sustuğundan dolayı günahkâr sayılırYine kişi satılan malın ayıbını bildiği zaman müşteriye söylemesi gerekirEğer söylemezse, Müslüman kardeşinin malının zayi olmasına razı olmuş olurBu şekilde razı olmak ise haramdırMetrede, ölçek ve terazide değişiklik yapmak da böyledirBu bakımdan bu aletlerde hile yapıldığını bilen bir kimseye bizzat mâni olmak veya mâni olmak için idarecilere haber vermek farzdır.

Çarşılarda yapılan münkerlerden biri de alışverişte icab ve kabul'ün, yani 'sattım ve satın aldım' ibarelerinin terk edilip sadece kelimesiz ve âdete göre alışveriş yapmaktırFakat 'bunun caiz olup olmaması' ictihad konusudurBu bakımdan 'icab ve kabul'ün farziyetine inanan bir kimseye, bunu terk ettiği takdirde itiraz edilebilirHalk arasında âdet edinilmiş kötü şartlarda da uyarıcılık yapmak farzdırÇünkü bu bozuk şartlar alışverişi bozarFaizli maddelerde olduğu gibi, diğer bozuk tasarruflarda da hüküm böyledir.

Çarşıların münkerlerinden biri de oyun aletlerinin alışverişidirBayram günlerinde çocuklar için yapılmış hayvan şekillerini satmak ve almak böyledirÇünkü bunları kırmak farzdırOyun âletlerinin alışverişini yasaklamak gibi bunlar da yasaklanmalıdırAltın ve gümüşten yapılmış kapların alışverişi de böyledirİpekli ve altından yapılmış fesler ve ipekli elbiselerin alışverişi de böyledirBunlardan gayem sadece erkeklere mahsus olanlardır veya memleketin âdetine binaen bilinir ki, erkeklerden başkaları bunları giymezBütün bunlar mahzurlu münkerlerdirEskimiş ve tamir görmüş buna rağmen halkı kandırarak 'yenidir' diye satılan elbiselerin alışverişini âdet edinen bir kimseyi menetmek gerekirÇünkü böyle yapmak haramdır ve böyle yapana 'dur' demek de farzdırElbiselerin yırtıklarını gizlice yamamak ve müşterileri kandırıcı şekillerde yapmak da böyledirKısacası müşterilerin kandırılmasına sebep olan alışverişlerin bütün çeşitleri böyledirBunları teker teker saymak uzadıkça uzarBu bakımdan zikretmediklerimiz, zikrettiklerimizle kıyas edilsin.

42 Yollarda Görülen Münkerler

Yollarda Görülen Münkerler

Halk için yapılan ve âdet edinilen münkerlerden biri yollara koca koca direkler koymak, şahısların mülkleri olan binalara bitişik şekiller inşa etmek, ağaçlar dikmek, balkon ve pencereler açmak, geçide doğru uzatılmış ağaçları koymak, hububat ve yiyecek maddelerinden ibaret olan yüklerini yollarda bırakmaktırBütün bunlar yolların daralmasına ve yolcuların zarar görmelerine sebep olan, münkerlerdirEğer zarar söz konusu değilse ve yol da genişse bunları yapmak yasaklanmaz.

Evet! Odun ve yemek yüklerini evlere taşınıncaya kadar yollarda bırakmak caizdirÇünkü yollar bütün insanların müşterek ihtiyaçları için yapılmıştır ve böyle bir şeyi yollara bırakmayı menetmek mümkün değildirHayvanları yolun üzerinde bağlayıp gelip geçenleri pisletecek ve yolu daraltacak şekilde bırakmak da münkerdir, yasaklanması gerekirAncak binekten inip ikinci bir defa bininceye kadar hayvanlar yollarda durdurulabilirHayvanların bu kadarcık durmasına müsaade etmek ise, yolların müşterek olmasından ileri gelmektedirHerkes ancak ihtiyacı kadar yoldan istifade eder ve yolu işgal edebilirBurada gözetilen ihtiyaç, âdet bakımından çarşıların açılmasına sebep olan ihtiyaçlardırÇarşı ve yol ile ilgisi olmayan ihtiyaçlar değildir.

Yolun münkerlerinden biri de sırtında dikenli yükler olduğu halde hayvanları yola sürmektirÖyle ki, gelip gidenlerin elbiselerini yırtarEğer bu dikenleri sıkıştırmak ve yükün içerisine doğru kıvırıp başkasının elbisesini yırtmayacak bir hâle getirmek mümkünse, böyle yapmadığı takdirde münker olurEğer yoldan daha geniş bir yerden gitmesi mümkün olduğu halde hayvanları oradan geçirmeyip yoldan geçirirse, münker olup menedilmesi gerekirEğer böyle bir imkândan mahrumsa, yoldan geçmesine mâni olunamazÇünkü şehirlilerin buna şiddetle ihtiyacı vardırEvet, böyle bir yük ancak içeri taşınabilecek bir zaman kadar yolun üzerinde bırakılabilirHayvanların taşımaya güç yetiremediği yükleri, onlara yüklemek de münkerdir. (İdareciler tarafından) hayvan sahipleri böyle yapmaktan menedilmelidirler.

Kasap dükkanının önünde yolun içinde hayvan kesilmesi de böyledir. . . . Çünkü yol, kesilen hayvanın kanıyla pislenirKasabın böyle yapması münkerdir ve yasaklanmalıdırKasabın yapması gereken, dükkânında bir mezbaha edinmektirÇünkü yolda hayvan kesmek, yolu daraltmakta ve gelip geçenlere sıçrayan pislikten dolayı zarar vermektedirBir de tabiatlar pislikten istikrah ederlerBu yönden de böyle bir harekete mâni olunmalıdır.

Süprüntüleri yol kenarlarına atmak, karpuz ve kavun kabuklarını dağıtmak veya yolcuların kaymasına sebep olacak şekilde su dökmek münkerlerdendirDar yola doğru açılan oluklardan gelen sular da böyledirÇünkü bu su elbiseleri kirletir veya yolu daraltırBu bakımdan geniş yollarda o akan sudan korunmak imkânı olduğu için, oluk açmak mahzurlu değildirYağmur suyu, kar ve çamurlar yollarda süpürülmeden bırakılırsa, bu da münkerdirAncak bu münkerden sorumlu olan belli bir şahıs değil, aksine bütün halktırAncak bir kişi tarafından yolun üzerine atılan kar veya belli bir oluktan yolun üzerine akan su dolayısıyla halk sorumlu olmaz. . . Bu takdirde bunun özel sahibi onu yoldan süpürüp atmakla mükelleftirEğer yolda biriken su ve çamurlar yağmurdan geliyorsa, bu umumi bir uyarı olur demektirİdarecilere bütün halkı bu tür münkerlerden sorumlu tutmak gerekirBu tür uyarmayı fertler ancak nasihat sûretiyle yapabilirlerKişinin kapısında ısırıcı bir köpeği olup gelip geçenlere eziyet veriyorsa, o kişiyi böyle bir köpeği beslemekten menetmek farzdırEğer köpeği sadece yolu pisletmek sûretiyle yolculara eziyet veriyorsa, yol geniş olduğu için herkes o pislikten sakınma imkanına sahipse, bu takdirde köpeği beslemekten menedilmezEğer köpek el ve ayaklarını yola uzatmak sûretiyle yolu daraltıyorsa, sahibinin uyarılması gerekirBırak köpeği eğer yol darsa, köpeğin sahibi bile yolun üzerinde uyuyamaz ve oturamazBu bakımdan eğer köpeği böyle yaparsa, elbette uyarılması gerekir.

43 Hamamlarda Görülen Münkerler

Hamamlarda Görülen Münkerler

O münkerlerden biri, hamamların kapısında veya içinde bulunan şekillerdirBu şekilleri kaldırmak, her hamama girene (eğer gücü yetiyorsa) farzdırEğer şeklin bulunduğu yer, girenin eli yetişmeyecek kadar yüksekte ise, zaruret olmadıkça böyle bir hamama gitmemelidirÇünkü dinen yasaklanan bir şeyi görmek caiz değildirHamamlarda bulunan şekillerin yüzlerini kapatmak veya sûretlerini iptal etmek sûretiyle vazifesini yaparsa kâfidirHamamların duvarlarında bulunan ağaç resimleri, canlılar hariç diğer nakışlar hamama gitmeye mâni değildir.

O münkerlerden biri de avret yerlerinin açılması ve o yerlere bakmaktırKesecinin, keselenenin apışlarını açıp keselemesi de münkerdirGöbeğin altından diz kapağına kadar olan yerlerin kirlerini gidermek için keselettirmek de böyledirHatta peştemalı kaldırmaksızın keseci, elini peştamalın altına koyup keselese, yine mahzurlu sayılırÇünkü başka bir kimsenin avret yerine dokunmak da bakmak gibi haramdır.

O münkerlerden biri de, kesecinin önünde baldırlarını ve kuyruk sokumunu ovalatmak için yüzükoyun yatmaktırBöyle yapmak, üzeri örtülü olduğu takdirde mekruhturFakat şehvetin harekete gelmesinden korkulmadığı takdirde mahzurlu olmazZimmî olan hacamatçıya avretini göstermek de münker sayılmıştırÇünkü Müslüman kadın için hamamlarda zimmî bir kadına bedenini açıp göstermesi caiz değildirBu nedenle Müslüman kadının, zimmî erkeklere avretini göstermesi nasıl caiz olabilir?

Hamamın münkerlerinden biri de pis olan el ve tasları az olan sulara daldırmaktırSuyu az olduğu halde kurnada pis olan peştemal ve taşı yıkamaktırÇünkü böyle yapmak, Mâlikî mezhebi hariç, diğer mezheplere göre suyu pis ederMadem ki Mâlikî mezhebine göre pis yapmıyor, bu bakımdan Mâlikî olan bir zat böyle yaparsa, onu menetmek caiz olmazFakat bir Hanefî ve Şâfiî yaparsa derhal menedilirEğer Şâfiî bir kimse ile Mâlikî bir kimse hamamda bir araya gelseler, Şâfiî olan kimse, Mâlikî zata 'Pis olan elini veya tasını kurnaya daldırma' diyemezAncak yumuşaklık ve rica yoluyla müdahale ederek şöyle diyebilir: 'Kardeşim! Biz Şafiîler, önce elimizi dışarıda yıkamak, sonra suya sokmak mecburiyetindeyizSen Mâlikî mezhebinden olduğun için, böyle bir şeye mecbur değilsinFakat bana eziyet vermek ve benim temizlenmemi zorlaştırmak sûretiyle hareket etmeye de mecbur değilsin3 veya buna benzer tatlı konuşmalarla uyarmalıdırÇünkü ictihad sahasına giren bir hususta cebren uyarıcılık caiz değildir.

Hamamın münkerlerinden biri de hamam odalarının girişinde ve su akışlarında kaygan ve düz taşların olmasıdırZira insanlar dalgınlıkla bunların üzerinde kayıp düşerlerHamamda böyle taşların bulunması da münkerdirOnları kaldırmak, söküp atmak farzdırEğer hamamcı bunu ihmal ederse azarlanmalıdırÇünkü bunlar insanı düşürmek sûretiyle herhangi bir azanın kopmasına ve kırılmasına sebep olurlarHamam sahasında sabun ve benzeri kaygan maddeleri bırakmak da münker sayılırBunu yapan, hamamdan çıkıp giderse ve bunu da böyle bırakırsa, bir insan bundan dolayı kayar, azalarından birisi kırılırsa, aynı zamanda bu bırakılan sabun görülmesi ve sakınılması zor bir yerdeyse, bu takdirde düşenin zararının karşılanması, sabunu bırakan ile hamamcının arasında paylaştırılmalı mı yoksa birine mi ödetimeli bu tereddütlüdürÇünkü hamamcının hakkı hamamı temizlemektirFakat meselede yön şudur: Eğer birinci günde bu hâdise cereyan etmişse sabunu ve kaygan maddeyi bu şekilde bırakana tazminat ödetmek gerekirEğer ikinci gün olmuşsa hamamcıya düşerÇünkü âdet, her gün hamamın temizlenmesidirTemizliğin ne zaman başladığı âdetlere müracaat edilmek sûretiyle tayin edilirBu bakımdan burada âdete itibar edilmelidirHamamda daha çok mekruh işler vardırBiz bunları Taharet bölümünde zikretmiştik.

44 Ziyafetin Münkerleri

Ziyafetin Münkerleri

Ziyafetin münkerlerinden biri, erkekler için ipekli sergilerin serilmesidirBunları sermek haramdırAltın ve gümüşten yapılmış buhurdanlıklarda buhur yapmak da böyledirBaş kısımları gümüş veya tamamı gümüşten yapılmış kaplarda gül suyunu kullanmak veya su içirmek de böyledir.

Ziyafetin münkerlerinden biri de; üzerlerinde canlıların resmi olan perdelerdirO münkerlerden biri de kadınların damlarda, içinde fitneye sapmasından korkulan gençler bulunan erkek grubuna bakmalarıdırBütün bunlar mahzurlu münkerlerdirBunları kaldırmak farzdırBu bakımdan bunları kaldırmaya gücü yetmeyen bir kimseye o ziyafet yerinden çıkıp gitmek lâzımdır ve orada oturması caiz değildirO halde münkerleri kaldırmaya gücü yetmeyen bir kimsenin oturup onları seyretmesine ruhsat yoktur.

Yere serilmiş halılar üzerinde bulunan canlıların resimlerine gelince, bunlar münker değildirTabaklar ve çanaklar üzerine yapılan resimler de böyledirFakat canlılar şeklinde yapılmış kaplar müstesna. . . Bazen buhurdanlıkların başları kuş şeklinde olurBunları edinmek haramdırAksi takdirde şeklini bozacak kadar kırmak gerekirGümüşten yapılmış küçük sürmedanlığa gelince, bunun hakkında çeşitli görüşler vardırİmâm Hanbel, böyle bir sürmedanlığı gördüğü için bir ara gittiği ziyafeti terk etmiştir.

Yemekler haram olduğu veya oturulan yer gasp malı olduğu veya serilen sergiler ipekliden olduğu zaman böyle bir ziyafete gitmek münkerlerin en şiddetlisindendirEğer ziyafette sadece içki içmeyi âdet edinen bir kimse varsa, buraya gitmek caiz değildirZira içki meclislerinde hazır bulunmak helâl değildirEğer içkicinin içkisinden almamakla beraber gitse, yine helâl değildirFasık bir kimse, fasıklığını yaparken onun meclisinde bulunmak caiz değildirFasıklığı yaptıktan sonra onun meclisine gidilip gidilmeyeceği hususunda çeşitli görüşler vardırFasıklığını yaptıktan sonra kendisine buğzetmek veya kendisiyle konuşmamak farz mıdır, değil midir meselesini biz 'Allah için sevişmek ve Allah için buğzetmek' bahsinde zikretmiştik.

Eğer mecliste ipekli giyen veya altın yüzük takan birisi varsa, bu kimse fasıktırZaruret olmaksızın böyle bir kimse ile oturmak caiz değildirEğer ipekli elbise baliğ olmayan bir çocuğun sırtındaysa, çocuk da orada bulunuyorsa, bu takdirde o meclise gitmemek hususunda ihtilaf vardırDoğru fetvaya göre bu çocuğun ipekli giymesi münkerdirSırtından ipekliyi çıkarmak farzdırFakat âkil olması şartıyla. . .

Çünkü Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:Bunların ikisi (ipekli ve altın) benim ümmetimin erkeklerine haramdır. (35)

Çocuğu içki içmekten menetmek farzsa, bu menediş mükellef olmasından dolayı değildirFakat içkiye alışmasın ve baliğ olduğu zaman içkisiz durmak kendisine zor olmasın diye menediliyorsa, öyle de âdet edindiği zaman ipekli ile süslenmenin zevkinden vazgeçmesi zor olacaktır ve böylece fesadın tohumu vicdanı daha körpe iken orada ekilmiş olacaktırBu tohumdan kökü kuvvetli ve baliğ olduktan sonra sökülmesi zor olan şehvet ağacı bitecektir!

İyiyi kötüden ayıramayan çocuğa gelince, onun için ipekliyi haram kılmanın mânâsı zayıftır ve ihtimalden uzak değildirBu hususta ilim ancak Allah nezdindedirDeli bir kimse de iyiyi kötüden ayıramayan çocuk gibidir.

Kadınlar için, israfa kaçmaksızın, ipekli ve altın ile süslenmek helâldirKüçücük kızın altın küpe takmak için kulağını delmekte ben şahsen ruhsat görmemekteyimÇünkü böyle yapmak elem verici bir yara açmak demektirElem verici yara ise kısası gerektirirBu bakımdan ancak önemli bir ihtiyaçtan dolayı caiz olabilirKan aldırmak ve sünnet gibi. . . Küpelerle süslenmek ise önemli değildirHatta kulağa delik açmadan, halka biçiminde takmak, boğazlara kolye şeklinde takmak veya bileklere bilezik olarak takmak yeterlidirKulak delmek, her ne kadar mutad bir iş ise de yine haramdırAncak naklî deliller cephesinden bir ruhsat sabit olursa o zaman hüküm değişirOysa şu ana kadar bu hususta herhangi bir ruhsat bize ulaşmış değildir.

Ziyafetin münkerlerinden biri de, o ziyafette bid'atçı bir kimsenin bulunması ve bid'atı hakkında konuşup propaganda yapmasıdırBid'atçının delillerini çürütmeye kudreti olup sadece onu susturmak için gitmek azminde olan bir kimsenin oraya gitmesi caizdirEğer bid'atçıyla başa çıkamıyorsa o meclise gitmesi doğru değildirEğer bid'atçıbid'atı hakkında konuşmuyorsa nefretini göstermek ve ondan yüz çevirmekle beraber o meclise gitmek caiz olurNitekim biz bu hususu 'Allah rızası için buğzetmek' bahsinde zikretmiştik.

Eğer mecliste hikâyeler ve latifelerin çeşitleriyle güldürücü biri var ise, bunun durumuna bakılırEğer bu kimse çirkin ve müstehcen konuşmak ve yalan söylemek sûretiyle güldürüyorsa, onun bulunduğu mecliste hazır bulunmak caiz değildirŞayet orada hazır olursa, derhal onu uyarmak ve susturmak kendisine farz olurEğer güldürücü yalan atmaksızın ve müstehcen konuşmaksızın sadece mübah espriler yapmak sûretiyle güldürüyorsa, onun böyle yapması mübahtırYani azı mübahtırAma bu güldürmeyi âdet edinmesi ve kendisi için bir sanat haline getirmesi mübah değildirHer yalan ki, yalan olduğunda gizlilik yoktur ve o yalanı söylemekle başkasını aldatmak veya başka bir işi örtbas etmek maksadı da güdülmemektedir, bu yalan münkerat kısmından sayılmazİnsanın mesela 'Bugün seni yüz defa aradım', 'Sana o konuşmayı bin defa tekrar ettim' gibi kesinlik ifade etmeyen, bunlara benzer konuşmalar gibiBu tür konuşma, insanın adalet sıfatına zarar getirmezBöyle konuşan bir kimsenin şahitliği reddedilmezMühlikât bölümünde 'Dilin afetleri' kısmında mübah olan yalan ve espirilerin hududu zikredilecektir.

O âfetlerden biri de yemek ve bina hususunda israfa kaçmaktırBu israf münkerdirMal hususundaki israfta iki münker vardırO münkerden biri malın zayi edilmesidirİkincisi israftırZayi etmek demek, kıymetli olan bir faydayı elde etmeksizin malı sarf etmek demektirElbiseyi yakmak, yırtmak, hedefsiz ve gayesiz bina yıkmak, malı denize atmak gibi. . . Matemleri yürüten gazelci kadınlara, mutriplere ve fesadın bütün çeşitlerine sarf edilen mallar da bu mânâdadırÇünkü bunlar şer'an haram olan faydalardırBu bakımdan sanki bu faydalar yok gibidir.

İsraf ise, bazen malı, matem havasını idare eden bir kadına, mutribe ve münkerlere sarf edilen kısma denirBazen de cinsî mübah olan fakat mübalağa ile beraber sarf edilen kısma denirMübalağa kişilerin durumlarına göre değişirBu bakımdan biz deriz ki, ancak yüz dinarı olan bir kimse mesela çoluk çocuğu varsa, o yüz dinardan başka malı da yoksa bu yüz dinarı bir velime davetinde sarf ederse bu kimse müsrif sayılırBunu böyle yapmaktan onu menetmek farzdırAllahü teâlâ 'Elini boynuna bağlı kılma (cimri olma) ve büsbütün de onu açıp israf etme ki, sonra kınanmış olursun ve eli boş, açıkta kalırsın' (İsra/29) buyurmaktadırBu ayet Medine'de bulunan bir kişi hakkında nazil olmuşturBu adam bütün malını fakirlere dağıtmış, çoluk çocuğuna hiçbir şey bırakmamış, sonra çocukları nafaka isteyince buna gücü yetmemiştir.

Bununla beraber;

“ (Malını) büsbütün saçıp savurmaÇünkü israf yapanlar şeytanların kardeşleridirŞeytan ise rabbine karşı çok nankördür” (İsra/27-28)

“Onlar ki, harcadıkları zaman israf etmezler, cimrilik de yapmazlar” (Furkan/68)

Bu bakımdan bu şekilde israf eden bir kimsenin hareketi kınanırKadı'ya, böyle bir kimseyi hacr altına almak farz olurAncak böyle yapan kişi tek başına bulunuyorsa ve tevekkül hususunda doğru bir kuvvete sahipse, böyle bir kimse bütün malını hayr ve hasenata sarf edebilirAile efradı bulunan veya tevekkülden aciz olan bir kimse ise, bütün malını hayr ve hasenata sarf edemez.

Eğer bütün malını duvarlarının nakışına, evinin süslenmesine sarf ederse, böyle yapması da haram bir israftırFakat fazla malı olan bir kimse için böyle yapmak haram değildirÇünkü evi süslemek de doğru hedeflerden biridirCamiler süslenmektedirKapılarına ve tavanına nakışlar yapılmaktadırOysa kapıların ve tavanların nakışında süsten başka hiçbir fayda yokturİşte evler de camiler gibidirElbise ve yemeklerle süslenmek ve lezzetlenmek hakkında da böyle söylenirBöyle yapmak esasında mübahtırAncak kişinin haline ve servetine nazaran israf olur.

Bu gibi münkerler oldukça çokturOnları teker teker saymak mümkün değildirBu bakımdan cemiyet için yapılan yerler, hüküm meclisleri, sultanların divanları, fakîhlerin medreseleri, sûfîlerin tekkeleri, çarşılarda bulunanlar da bunlara kıyas edilmelidirBütün münkerâtı teker teker saymak şerî izahâtın tamamını göz önüne sermeyi gerektirirUsûl kaidelerini ve fer'î meseleleri teker teker izah etmek gerekirBu bakımdan biz bu kadarla yetinelim.

35) Ebû Dâvud, Nesâî, İbn Mâce

45 Genel Münkerler

Genel Münkerler

Ne şekilde olursa olsun bu zamanımızda evinde oturan kişi halkın irşad ve öğretmenliğinden feragat etmesi bakımından münkerden uzak değildirHalkı iyiliği yapmaya teşvik etmeyi terk ettiğinde münkeri işlemiştirBu bakımdan insanların çoğu şehirlerde bile namazın şartlarını fıkha göre bilmemektedirlerAcaba köylü ve bedeviler nasıldır? Bedeviler, Araplar, Kürtler, Türkmenler ve diğer halk sınıfları da bu gruplardan sayılırBu bakımdan şehrin her mahalle ve camiinde halka dinlerini öğreten bir fakîhin bulunması farz olduğu gibi, her köyde de bir fakîhin bulunması farzdırHer fakihe, kendi şahsına farzı ayın olan vazifelerini yapmak, farzı kifaye olan vazifeleri yapmak için hazırlanmak ve oturduğu şehrin etrafındaki köylere, bedevî Arap, Türkmen ve diğer milletlere gidip onlara dinlerini öğretmek ve şer'î şerifin farzlarını tâlim etmek farzdırFakih, bu vazifeyi yapmak için evinden çıkarken yiyeceğini de beraberinde götürmesi gerekirİrşad etmek için çıktığı kimselerin yemeğinden yememelidirÇünkü bu kişilerin yemeğinin çoğu gasp malı ve haramdırEğer bir fakih bu vazifeyi yaparsa, bu sakıncalı vazife diğer fakîhlerin boynundan düşerAksi takdirde bu felaket bütün bilginlerin yakasına yapışırÂlimin yakasına yapışması ise, evinden çıkıp da irşad vazifesini yapmamasından ileri gelmektedir.

Cahilin yakasına yapışması ise, öğrenme vazifesini terk etmesinden dolayıdırNamazın şartlarını öğrenen herkese, o şartları başkasına öğretmek farz olurEğer bu vazifeyi ihmal ederse, günahta bilmeyenlerin ortağı olurİnsanoğlunun âlim olarak annesinden doğmadığı herkesin malumudurBu bakımdan tebliğ vazifesi, ilim ehlinin vecibesidirO halde kim bir tek meseleyi öğrenmişse, o kimse o mesele hususunda ilim ehlinden sayılırHayatımla yemin ederim bu hususta fakîhlerin günahı daha şiddetlidirÇünkü onların bu husustaki kuvvetleri daha açıktır ve bu vazifeyi yapmaları onların bilgisine daha uygundurÇünkü diğer sanat erbabı sanatlarını terk edip dinî faaliyetlerle meşgul olurlarsa cemiyetin hayatı felce uğrarBu bakımdan sanat sahipleri halkın salah ve refahında gerekli bir görev yüklenmişlerdirFakîhin şânı ve sanatı Hazret-i Peygamber'den işittiklerini tebliğ etmektirÇünkü âlimler peygamberlerin varisleridirKişi 'Halk güzelce namaz kılmıyor' diye evinde oturup mescide gitmemezlik yapamazAksine halkın güzelce namaz kılmadığını bildiği zaman onlara öğretmek ve bu uygunsuz hareketlerini yasaklamak için camiye gitmek kendisine farz olurBöylece çarşı ve pazarda daimi bir şekilde cereyan eden yasak ve münker bir işin olduğunu veya belli bir vakitte bu işin yapıldığını bilen bir kimse, eğer bu yasağı bozup kaldırmaya muktedirse, evinde oturup bu vazifeyi kendi nefsinden düşürmesi caiz değildirAksine evinden çıkıp bu münkeri kaldırması kendisine düşen bir vazifedirEğer münkerin tamamını kaldırmaya gücü yetmiyor ve bununla beraber görmek de istemiyorsa, fakat evinden çıktığı takdirde en azından bir kısmını kaldırabiliyorsa, evinden çıkmak kendisine farz olurÇünkü kaldırılması gücü ve takati dâhilinde olan bir münkeri kaldırmak için evinden çıkan bir kimse, gücü yetmediği münkerlerle karşı karşıya geldiğinden dolayı sorumlu değildirMünkerlerin olduğu yerde hazır bulunmak, doğru dürüst bir hedef için gidilmemişse yasaktır.

Bu bakımdan her Müslüman nefsinden başlamalı, farzlara ve haramların terkine devam etmek sûretiyle önce nefsini yetiştirip ıslah etmeli, sonra bunu aile efradına öğretmelidirOnların hâlini ıslah ettikten sonra komşularına gitmelidirOndan sonra mahallesinin sakinlerine, ondan sonra hemşerilerine, sonra şehrinin etrafındaki köylülere, sonra göçebe hayatı yaşayan Kürt, Arap ve benzerlerine ve böylece dünyanın en uzak yerlerine kadar gitmelidirEğer en yakın olan bir fakih bu vazifeyi yaparsa, en uzak olan bir fakihin boynundaki mesuliyet kalkar.

Eğer yapmazsa (ister yakın, ister uzak olsun) bu vazifeyi yapmaya gücü yeten herkes sorumludurYeryüzünde dinin farzlarından herhangi birisini bilmeyen tek kişi kalıncaya kadar bu sorumluluk ortadan kalkmazOysa bu cahil bilmediği farzı öğrenmeye muktedirdir veya başkası tarafından öğretilmeye müsaittirO başkası gidip onun bilmediği farzı ona öğretmelidirDinin emrine önem veren bir kimse için bu durum her şeyden alıkoyucu bir meşguliyettir; kişiyi nadiren meydana gelen fer'î meselelerine vakit harcamaktan, farzı kifayelerden olan ilmî inceliklerde derinleşmekten alıkoyarBöyle bir çalışmadan önce farzı ayın veya yaptığından daha önemli bir farzı kifaye ele alınabilir.

5 Sultanlara Emr-i bi'l-Ma'ruf ve Nehy-i An'il-Münker'de Bulunmak

Daha önce emri bi'l ma'ruf'un derecelerini zikretmiş ve demiştik ki: Bu derecelerin ilki, işlenen günahı, işleyene tarif edip günah olduğunu bildirmektirİkinci derecesi va'z, üçüncü derecesi sözle hakaret, dördüncü derecesi vurmak ve ceza vermek sûretiyle hakkı yapmaya cebren zorlamaktır.

Bu derecelerin cümlesinden olarak sultanlara ancak tarif ve va'zdan ibaret olan birinci ve ikinci derece uyarmanın tatbiki caizdir; yani saltanat erbabının uyarılması tarif ve va'z yoluyla olurCebren menetmek ise, fertler sultan hakkında bunu yapamazlarÇünkü böyle yapmak, fitneyi tahrik eder, şerri kabartırBundan doğan mahzur, işlenen günahtan çok fazla olur!

'Ey zâlim, ey Allah'tan korkmaz' gibi sözle hakaret etmek ise (eğer bu sözden fitne kopup şerri başkasına sirayet etmezse) caizdirAksi takdirde caiz değildirEğer söylediklerinden ötürü kendisinden başka herhangi bir kimseye kötülük dokunmayacağını biliyorsa böyle söylemesi caiz, hatta mendubdurÇünkü selefi salihîn perva etmeksizin, canlarını feda ederek ve kendilerini çeşitli işkencelere maruz bırakarak tehlikelere atılır, açıkça saltanat erbabını uyarırlardıZira onlar bilirlerdi ki, bu yolda ölmek şehitliktirNitekim Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Şehitlerin en hayırlısı Hazret-i Hamza'dırOndan sonra zâlim bir idarecinin huzuruna varıp Allah rızası için ona iyiliği emreden ve kötülükten meneden ve böyle yaptığından dolayı öldürülen bir kimsedir” (36)

Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) Hazret-i Ömer'i (radıyallahü anh) vasfederek şöyle buyurmaktadır:

“O demirden yapılmış bir boynuzdurAllah yolunda hiç kimsenin kınaması ve azarlaması onu engellemezHakikati söylemek Ömer'i öyle bir hale getirmiştir ki, onun tek bir dostu kalmamıştır” (38)

Dinde kuvvetli olanlar, zâlim sultanın yanında hakkı haykırmanın, konuşmaların en üstünü olduğunu ve böyle konuşan bir kimsenin öldürülürse şehid olduğunu bildikleri için (nitekim bu hususta hadîsler vârid olmuştur) nefislerini bile bile tehlikeye atarak, çeşitli işkencelere göğüs gererek ve Allah yolunda bu hususta sabrederek ve canlarını Allah yolunda hiçe sayarak bu vazifeye atılmışlardır.

19-5

Saltanat erbabına yapılan va'z ve nasihatin yolu, selef âlimlerinden nakledilen yoldurBiz bunun bir kısmını Helâl ve Haram bölümünde Saltanat Erbabının Huzuruna Girme kısmında zikretmiştikBurada ise, saltanat sahiplerine yapılan va'zın yönünü ve çirkin hareketlerinin nasıl reddedileceğini bildiren bir kısım hikâyelerle yetineceğiz.

O hikâyelerden biri Hazret-i Peygamberi öldürmeye teşebbüs eden Kureyş önderlerine karşı Hazret-i Ebû Bekir'in kullandığı metoddurBu metod Hazret-i Urve'den (radıyallahü anh) rivâyet edilirUrve der ki: Ben Amr'ın oğlu Abdullah'a dedim ki: 'Kureyşilerin Hazret-i Peygamber'e düşmanlık güttükleri anda yüce peygambere vermiş oldukları eziyetlerden en şiddetlisi olarak hangisini gördün?' Bu sual üzerine Hazret-i Abdullah şöyle dedi: 'Günün birinde Kureyş eşrafı, Hazret-i İsmail’in hicrinde toplanmış bulunuyorlardıBen de meclislerine vardımO esnada Hazret-i Peygamberin durumunu müzakere ediyorlardıDediler ki: 'Bu kişiye (Hazret-i Peygamber) karşı gösterdiğimiz sabrı hiçbir şeye karşı göstermedikBu adam bizi hamakatla itham ediyorEcdadımıza küfrediyorDinimizi horluyor, cemaatimizi dağıttıİlahlarımıza sövüyorBiz ondan sadır olan büyük bir işe karşı sabır gösterdik'Onlar bu durumdayken Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) çıkageldiRükni Yemanî'yi istilam edinceye kadar yürüdü. Sonra Kâbe'yi ziyaret ederken toplanan Kureyşlilerin yanından geçtiOnların yanından geçerken ona bazı kötü sözler söyledilerRâvî der ki: 'Ben bu sözün menfi tesirini Hazret-i Peygamberin mübarek yüzünde hissettim'Bundan sonra Hazret-i Peygamber tavafına devam ettiİkinci bir defa onların yanından geçerken, tekrar eski söz gibi ona hakaretâmiz sözler attılarBen bunun da Hazret-i Peygamber'in mübarek yüzünde menfi tesirini gördüm. Sonra Hazret-i Peygamber yoluna devam etliÜçüncü defa onların yanından geçerken eski sözler gibi kendisine yine tarizde bulundularÖyle ki Hazret-i Peygamber durdu ve onlara şöyle haykırdı:

“Ey Kureyş cemaati! İşitiyor musunuz? Dikkat ediniz! Muhammed'in nefsini kudret elinde tutan Allah'a yemin ederimŞu anda size ölümle gelmiş bulunuyorum

Kureyşliler bu söze karşılık başlarını önlerine eğdilerOnlardan tek kişi kalmadı ki, başını eğmesin. . . Sanki her birinin başına bir kuş konmuştuHatta Hazret-i Peygamber hakkında daha önce onların düşmanlıkta en şiddetlisi olan dahi Hazret-i Peygambere yalvarıp Hazret-i Peygamberin hiddetini teskin edici konuşmalar yapmaya başladıHatta bu en şiddetli düşman Hazret-i Peygamber'e şöyle diyordu: 'Ey Ebû Kasım! Reşid olarak dön gitAllah'a yemin ederim, sen cahil bir kimse değilsin'.

Bu yalvarışa karşılık Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) dönüp gittiErtesi gün Kureyşliler tekrar Hicri İsmail'de toplandılarBen de onlarla beraberdimBirbirlerine şöyle dediler: 'Dün sizin Muhammed'e onun da size karşı söylediklerini hatırlıyorsunuzSizi rahatsız eden harekete başlayıncaya kadar yakasını bırakmadınız'.

Onlar bu şekilde müzakere ederlerken yine Hazret-i Peygamber çıkageldiBu sefer toplu halde Hazret-i Peygamber'in üzerine sıçradılarEtrafını sardılar.

'Şöyle diyorlardı: Sen misin şöyle diyen, sen misin böyle diyen!' Yani o ana kadar onların ilahları ve bozuk dinleri hakkında Hazret-i Peygamber ne söylemişse onları tekrar ediyorlardıRâvî diyor ki: Buna karşılık Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle haykırdı: “'Evet! O sözü söyleyen benim”'.

Onların içinden bir kişiyi gördümHazret-i Peygamberin mübarek yakasına yapıştı, bu esnada Ebû Bekir Sıddîk (radıyallahü anh) ayağa kalktı, ağlayarak şöyle dedi:

“Allah sizi kahretsin! Rabbim Allah'tır dediğinden dolayı bu kişiyi öldürmek mi istiyorsunuz? Oysa o size rabbinizden apaçık deliller getirmiştir

Bu sözden sonra Hazret-i Peygamber'in yakasını bırakıp hırpalamaktan vazgeçtilerBu hâdise, Kureyşlilerin Hazret-i Peygamber'in başına getirdiği hâdiselerin en katısı ve merhametsizi olarak bilinir. (39)

Abdullah bAmr el-As der ki: Hazret-i Peygamber Kâbe'nin önünde duruyorduO anda Ukbe bEbî Muayt çıkageldiBu kişi Hazret-i Peygamberin omuzundan tuttuHazret-i Peygamber'in elbisesini boynuna doladı, şiddetli bir şekilde Hazret-i Peygamber'i boğmaya çalıştıHazret-i Ebû Bekir gelip Ukbe'nin omuzuna yapıştı; onu Hazret-i Peygamber'den uzaklaştırarak şöyle dedi: 'Rabbim Allah'tır dediği ve sizler için rabbinizden apaçık emir ve yasaklar getirdiği için mi bu kişiyi öldürmek istiyorsunuz?'

Rivâyete göre Muaviye tabiinden Atâ'yı hapsettiBunun üzerine Ebû Müslim Havlanî ayağa kalkarak (minberde hutbe okuyan Muaviye'ye) şöyle haykırdı: Ey Muaviye! Devletin hazinesindeki mal ne senin, ne babanın, ne de annenin kazancından hasıl olmuştur!

Bu söz üzerine Muaviye şiddetle öfkelendi, minberden inerek cemaate 'Yerinizden kıpırdamayınız!' dedi. Sonra bir ara gözden kaybolduDaha sonra çıkageldi, minbere çıkıp dedi ki: 'Ebû Müslim beni çok kızdıran bir konuşma yaptıOysa ben Hazret-i Peygamberden dinledim, şöyle demişti:'Öfke şeytandandırŞeytan ise ateşten yaratılmıştırAteş ise, ancak su ile söndürülürBu bakımdan içinizden biri, öfkelendiği zaman yıkansın'Ben de şimdi içeri girdim, yıkandımEbû Müslim doğru söylediDevlet hazinesindeki mal ne benim ne de babamın emeğinin karşılığıdırBu bakımdan siz mallarınızı ve devlet hazinesindeki haklarınızı almaya geliniz.

Dubbe bMuhsan el-Anzî şöyle anlatır: Ebû Musa el-Eş'arî Basra'da bizim vâlimizdiBize hutbe okuduğu zaman Allah'a hamd ve sena eder, Hazret-i Peygamber'e salat ve selam getirir, ondan sonraHazret-i Ömer'e dua ederdiEbû Musa'nın böyle yapması beni oldukça öfkelendirdiHutbe esnasında ayağa kalkıp ona dedim ki: 'Sen neden Ömer'den önce gelen Ebû Bekir'den bahsetmiyorsun? Neden Ömer'i ondan daha üstün tutuyorsun?' Bu olay birkaç cuma tekrarlandı. Sonra vali, Hazret-i Ömer'e beni şikâyet etmek maksadıyla bir şikâyetname yazarak şöyle dedi: 'Dubbe el-Anzî hutbe esnasında sözle bana saldırıyor'; Bunun üzerine Hazret-i Ömer ona, beni Medine'ye göndermek üzere bir emirnâme yazdıVali beni Medine'ye gönderdiMedine'ye vardımHazret-i Ömer'in kapısını çaldımDışarı çıktı:

—Sen kimsin?

—Ben Dubbe'yim.

—Ne merhaba, ne ehlen!

—Merhaba Allah'tandırEhl ise benim (burada ne ehlim, ne de malım var) ya Ömer! İşlediğim bir günah ve yaptığım bir suç olmaksızın hangi hakka dayanarak memleketimden beni buraya zorla getirdin?

—Seninle memleketine tayin ettiğim vali arasında ne geçti?

—İşte şimdi o hususu sana haber vereyimBizim vali Cuma hutbesini okuduğu zaman, önce Allah'a hamd ü sena ve Hazret-i Peygambere salât ü selâm okuduktan sonra başlıyor sana dua etmeye. . . Onun bu hareketi beni kızdırdıBen de ayağa kalkarak 'Niçin Ömer’den önce Ebû Bekir’den bahsetmiyorsun! Ömer'i Ebû Bekir'den üstün tutuyorsun?' dedimBu durum birkaç defa tekerrür etti. Sonra beni şikâyet etmek üzere sana mektup yazdı.

Hazret-i Ömer beni dinledikten sonra ağlayarak gerisin geri çekilip şöyle dedi:

—Allah’a yemin ederim, sen validen daha isabetli ve daha doğrusun. (Ey Allah’ın kulu!) Allah senin günahını affetsinAcaba benim günahımı affeder misin?

—Ya emir'ul Mü'minîn! Allah seni affetsin!

Sonra Hazret-i Ömer gerisin geriye çekilip şöyle dedi:

—Allah’a yemin ederim, Ebû Bekir'in bir günü ve bir gecesi vardır ki, Ömer'den, Ömer'in soyundan ve sopundan daha hayırlıdırEy Dubbe! İster misin sana Ebû Bekir'in gününden ve o gecesinden haber vereyim?

—Evet! Ya emir'ul Mü'minîn!

Ebû Bekir’in gecesi şudur: Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) müşriklerden kaçmak istediğinde Mekke'den çıkmaya karar verdi ve geceleyin çıktıOna Ebû Bekir arkadaşlık yaptıEbû Bekir bazen Hazret-i Peygamber’in önünde yürüyorduBu durumu farkeden Hazret-i Peygamber Ebû Bekir'e şöyle sordu: 'Neden böyle yapıyorsun ya Ebû Bekir? Oysa ben senin böyle yaptığını hiç görmemiştim?' Cevap olarak Ebû Bekir dedi ki: 'Önümüzde pusu kuran birinin olabileceğini düşünüyor, önüne geçiyorumArkamızda bizi takip eden birinin olabilme ihtimalini hatırladığım zaman, arkana geçiyorumAynı maksatla bazen sağına bazen de soluna geçiyorumSenin için kendimi emniyet içerisinde hissetmiyorum'.

Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) o gece parmakları delininceye kadar parmaklarının ucuna basa basa yürüdüEbû BekirHazret-i Peygamber'in ayaklarının delindiğini görünce, onu sırtına aldıMağaranın kapısına gelinceye kadar koşa koşa yürüdü ve Hazret-i Peygamber'i mağaranın kapısında indirdi. Sonra Hazret-i Peygamber'e dedi ki: 'Seni hak peygamber olarak gönderen Allah'a yemin ederim, ben mağaraya girmeden sen girmeyeceksinEğer mağaranın içerisinde bir şey varsa önce bana isabet etsin'.

Ebû Bekir Sıddîk (radıyallahü anh) mağaraya girdiİçeride bir şey görmeyince Hazret-i Peygamber'i sırtladı ve mağaraya götürdüMağaranın içerisinde delikler, o deliklerde yılan ve çıyanlar vardıEbû Bekir Sıddîk onlardan biri çıkıp Hazret-i Peygamber'e eziyet verir diye korkarak mübarek ayağını deliğin ağzına tıkadıDelikteki yılanlar Ebû Bekir Sıddîk'ın topuğunu ısırıyorlardıAcıdan gözyaşları yanaklarına iniyorduHazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) onu şu şekilde teskin ediyordu: 'Ey Ebû Bekir! Üzülme! Muhakkak Allah bizimle beraberdir'Böylece Allahü teâlâ sekineti Hazret-i Peygamberin üzerine, itminanı da Ebû Bekir'in üzerine indirdiİşte Ebû Bekir'in gecesi budur.

Onun o gününe gelince, Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) vefat ettiği zaman (yeni Müslüman olan) Arap kabileleri dinden çıktılarBir kısmı 'biz sadece namaz kılarız', bir kısmı ise 'biz zekât vermeyiz' dedilerBen Ebû Bekir'e geldimOna nasihat yapmak yönünde elimden geleni esirgemedim ve dedim ki: 'Ey Allah'ın Rasûlü'nün halifesi! Halka şefkat ve merhamet göster!' O bana şöyle haykırdı: 'Sen küfürde iken cebbar ve cesur idinİslâm dinine girdiğinde korkak mı oldun? Ben ne ile onlara şefkat göstereyim? Hazret-i Peygamber vefat etmiştirVahiy sona ermiştirAllah'a yemin ederim, Hazret-i Peygamberin zamanında zekât devesinin boynundaki bir yuları bugün vermezlerse ondan dolayı bile kendileriyle savaşırım'İşte bundan dolayı biz dinden çıkanlara savaş açtıkEbû Bekir kararında gerçekten doğru hareket etmiştiİşte bu da Ebû Bekir'in günüdür.

Bu olaydan sonra Hazret-i Ömer, valisi Ebû Musa'ya azarlayıcı bir mektup yazdı.

Esmaî der ki: Atâ bEbî Rebah (40) Abdülmelik bMervanin huzuruna girdiAbdülmelik tahtı üzerinde oturuyordu; etrafında her soydan eşraf vardıBu olay Abdülmelik'in halifeliği zamanında hac mevsiminde Mekke'de cereyan ediyorduAtâ göründüğü zaman, Abdülmelik ayağa kalktıOnu götürüp tahtının üzerine beraberinde oturttuKendisi de Atâ'nın huzurunda oturdu ve ona şöyle dedi:

—Ya Ebû Muhammedî Senin ihtiyacın nedir?

—Ey Mü'minlerin emiri! Allah'ın ve Hazret-i Peygamber'in haremi hakkında Allah'tan korkO muhacir ve ensar ki, sen onların yüzü suyu hürmetine bu tahtta oturuyorsunİslâm memleketlerinin hududlarında nöbet bekleyenlerin hakkında da Allah'tan korkZira onlar Müslümanların sığmağı ve kalesidirMüslümanların durumlarını tedkik et! Çünkü onların durumundan mesul olan sensinSenin kapında bekleyenlerden gâfil olma! Kapını onların yüzüne kapatma! Allah'tan kork!

—Evet, bütün bunları yapacağım!

Bundan sonra Atâ kalkıp gitmek istediAbdülmelik, onun eteğine yapıştı ve dedi ki:

—Ey Ebû Muhammed! Sen sadece başkasını ilgilendiren şeyleri bizden istedinBiz onu yapmaya söz verdikFakat senin şahsî ihtiyacın nedir?

—Benim bir mahluk tarafından yerine getirilecek herhangi bir ihtiyacım yoktur.

Sonra meclisten çıktıAbdülmelik arkasından şöyle söyledi: 'Babamın hayatıyla yemin ederim, şeref budur!'

Rivâyet ediliyor ki, Abdülmelik'in oğlu Velid, bir gün kapıcısına dedi ki: 'Kapıda dur! Yanından geçen ilk kimseyi saraya davet et! Benim huzuruma getir, benimle konuşsun'Kapıcı bir müddet beklediO esnada yanından Atâ b. Ebî Rebah geçtiKapıcı kendisini tanımıyorduAtâ'ya dedi ki:

—Ey ihtiyar! Mü'minlerin emîrinin huzuruna gir! Çünkü emri böyledir.

Bunun üzerine Atâ Velid'in huzuruna girdi, o anda yanında Ömer b. Abdülaziz bulunuyorduAtâ, Velid'e yaklaştığı zaman şöyle dedi:

—Ey Velid! Selam sana olsun!

Velid kapıcıya şiddetle kızarak haykırdı: 'Ben sana benimle konuşacak, gecemi şenlendirecek bir kimseyi huzuruma al, dedimSen ise benim huzuruma öyle bir kişi getirdin ki, Allah'ın seçip bana verdiği ismi (halifeliği kastediyor) bile benden esirgiyor'.

Kapıcı Velid'e dedi ki: 'Ondan başka kimse benim yanımdan geçmedi ki, onu huzurunuza getirmiş olayım'.

Sonra Velid Atâ'ya oturmasını söylediAtâ oturduktan sonra Velid ona yüzünü çevirip konuşmaya başladıAtâ'nın Velid'le konuşması sırasında şöyle dediği rivâyet edilmiştir:

—Bize gelen haberlere göre, cehennemde bir dere vardırO derenin adına 'Hebheb' denirAllahü teâlâ o dereyi hükmünde zulmeden devlet başkanları için hazırlamıştır.

Bu sözü dinleyen Velid, meclisin eşiği üzerinde oturduğu halde bağırıp sırt üstü bayılarak meclisin içine düştüBu esnada AtâÖmer b. Abdülaziz'in bileğinden tuttuOldukça sıktı ve kendisine dedi ki: 'Ya Ömer! İş çok ciddidir, ciddi!' Sonra Atâ kalkıp meclisten çıkıp gittiBunun üzerine Ömer b. Abdülaziz dedi ki: O olaydan bir sene geçinceye kadar, bileğimde o sıkmanın acısını hissediyordum!'

Bunun üzerine İbn Ebî Şemile dedi ki: 'Ey Mü'minlerin emiri! İnsanlar kıyâmette, kıyâmet acısının dehşetinden kıyâmetteki felaketin müşahedesinden kurtulamazlarAncak nefsini kızdırmak suretiyle Allah'ı razı eden kimse müstesna'Bunun üzerine Abdülmelik tekrar hüngür hüngür ağladı ve sonra şöyle dedi:

'Şeksiz ve şüphesiz, ben senin bu sözlerini hayatta kaldıkça hatırımda bulunduracağım!'

İbn Âişe şöyle anlatır: Irak valisi Haccâc-ı Zâlim, Basra ve Kûfe fakîhlerini huzuruna davet ettiBiz hep Haccâc'ın huzuruna vardıkEn son gelen Hasan-ı Basrî Haccâc'ın huzuruna girdiHaccâcHasan-ı Basrîye şöyle dedi: 'Ebû Said'e merhabalar! Bana yaklaş, yaklaş!'

Sonra emir verdiBir iskemle getirttiİskemlesinin yanına koydurduHasan-ı Basrî'yi onun üzerine oturttuHaccâc bizimle müzakere etti ve bize sualler sorduHazret-i Ali'nin (radıyallahü anh) bahsini yaptığı zaman aleyhinde konuştuBiz de onun gözüne girmek ve şerrinden korunmak için Hazret-i Ali'nin aleyhinde konuşur göründükHasan-ı Basrî ise susmuş, başparmağını ısırıyorduBu esnada HaccâcHasan-ı Basrî'ye sordu:

—Ey Ebû Said! Neden seni susmuş görüyorum?

—Ben susmayım da ne diyeyim?

—Ebû Turab (Hazret-i Ali nin künyesidir) hakkındaki görüşünü bana bildir!

—Ben zikri yüce ve celil olan Allah'ı dinledimŞöyle buyurmaktadır:

”Böylece sizi orta bir ümmet yaptık ki, insanlara şahid olasınız, Peygamber de size şahid olsunBiz Peygamber'e uyanı, ökçesi üzerinde geriye dönenden ayıralım diye, eskiden yöneldiğin Kâbe'yi kıble yaptıkBu Allah'ın yol gösterdiği kimselerden başkasına elbette ağır gelirAllah sizin imanınızı zâyi edecek değildirŞüphesiz Allah, insanlara şefkatli, merhametlidir” (Bakara/143)