İHYÂ-İ ULÛMİ'D-DÎN | FAKR VE ZÜHD

 Giriş

Giriş

Hamd o Allah'a mahsustur ki kumlar, O'nu tesbih eder, gölgeler O'na secde ederlerO'nun heybetinden dağlar paramparça olurİnsanı yapışkan çamur ile kuvvetli balçıktan yarattıŞeklini en güzel sûrette süslendirdiBoyunu posunu güzel biçimde yaptıKalbini hidayet nûruyla dalâletin bataklıklarından koruduSabah akşam hizmet kapısını çalmaya kendisine izin verdi. Sonra hizmetinde muhlis olanın basiretini ibret nûruyla sürmeledi ki ziyasıyla celâlin huzurunu görsün.

Dolayısıyla doğduğu andan itibaren her güzeli çirkin bırakan kemâl ve güzellik ona göründüO'nu müşahedesinden ve kapısından uzaklaştıran herşey ona ağır geldiDünyanın görünür tarafı ona, kırıtan kendisini beğenen bir kadının sûretinde göründüİç tarafı ise, ona beli kamburlaşmış ve yüzü buruşmuş, zillet çamurunda yoğrulmuş, azabın kalıbına dökülmüş bir acûze kadın gibi göründüHile ve sihrin incelikleriyle sır ve çirkinliklerini gizlemek için elbiselerine ağlarını kurmuşturOnları hilenin çeşitleriyle avlar. Sonra visal va'dine sadece muhalefet etmekle kalmaz, onları zincir ve halkalarla bağlarBelâ ve azap çeşitlerini onlara tattırırArif kişilere, onun çirkin sır ve fiilleri göründüğünde onu sevmeyen bir kimenin zühdüyle onda zâhid oldularServetlerle böbürlenmeyi terkettilerBütün gayretleriyle celâlin huzuruna yönelip o huzurun kesilmez visaline bel bağladılarFena ve zevâle mâruz kalmayan ebedî bir müşâhedeye güvendiler!

Salât ve (selâm) peygamberlerin seyyidi Efendimiz Muhammed'in (aleyhisselâm) ve hayırlı olan âlinin üzerine olsun!

Muhakkak ki dünya Allah'ın düşmanıdırSapıtanlar onun sapıtmasıyla, kayanlar onun hilesiyle kaymışlardırOnun sevgisi bütün hataların başıdırOndan nefret etmek ibâdetlerin esası ve Allah'a yaklaştırıcı hareketlerin temelidirOnun vasfıyla ilgili olan hususları sonuna kadar izah ettik.

Mühlikât bölümünün Dünyanın Zemmi bahsinde onu sevmenin kötülüğünü belirtmiştikŞimdi de ondan nefret etmenin faziletini, onun hakkında zâhidliğin faziletini zikredeceğizÇünkü bu durum, Münciyât'ın başıdırÖyle ise kurtuluş ancak dünyadan uzaklaşmaya bağlıdırFakat dünyayı bırakmak, ya dünyanın kuldan uzaklaşmasıyla olur; bu duruma fakirlik denir veya kulun dünyadan uzaklaşmasıyla olur; bu duruma da zühd denirBunların her birinin saadete ulaşmakta tesiri, kurtuluşta nasibi vardırŞimdi fakirlik ve zühd'ün hakîkatini, derecelerini, kısımlarını, şart ve hükümlerini zikredelimBu bölümün birinci kısmında fakr'ı, ikinci kısmında zühd'ü zikredeceğiz.

34-1

Fakirlik şahsın muhtaç olduğu şeyin yokluğundan ibarettirİhtiyaç olmayan şeyin yokluğuna ise fakirlik denilmezEğer ihtiyaç olan şey var ve gücü yettiği şekilde ise, ona muhtaç olan kişi fakir sayılmazBu hakikati anladığın zaman, Allah'tan başka her varlığın fakir olduğunda şüphen kalmaz, çünkü her varlık, ikinci durumda, varlığının devamına muhtaçtırVarlığının devamı ise, Allah'ın faziletinden kaynaklanırEğer varlık âleminde varlığı başkasından istifade edilmiyen bir var varsa işte o mutlak mânâda zengindirBöyle bir varın varlığı ancak bir zat için düşünülebilirBu bakımdan varlık âleminde bir zenginden başkası yokturO'ndan başka olan herkes O'na muhtaçtırDevamlı olarak O'nun cömertliğinden imdat beklerlerBu hasr'a (ancak ile ifade edilen kaide ve cümle) şu âyet-i celîle ile işaret edilmiştir:

Allah zengindir, sizler fakirsiniz. (Muhammed/38)

Bu mânâ, mutlak fakirliğin mânâsıdırFakat biz burada mutlak fakirliğin beyanını kasdetmiyoruzÖzel olarak mal fakirliğinden bahsediyoruzAksi takdirde kulun, ihtiyaçlarının sınıflarına göre fakirliği, kaide altına alınmayacak kadar çokturÇünkü kulun ihtiyaçları sayılamayacak kadar çokturMal ile vardığı hedefler onun ihtiyaçlarının bir kısmıdırİşte biz şimdilik, sadece bu son ihtiyacın beyanını yapmak istiyoruzBu bakımdan her mal kaybedene kaybettiği mala göre eğer kaybedilen mal, onun için bir ihtiyaç ise- 'Fakir' adı veriyoruz. Sonra fakirlik anında onda beş halin olması gerekirBiz bu halleri ayırır ve her hale bir isim tahsis ederiz ki bu ayırım sayesinde onların hükümlerini belirtebilelim:

Birinci Hâl

Hâllerin en yücesi olan bu hâl, kişinin malı olduğunda maldan hoşlanmayıp eziyet çekecek durumda olmasıdırMalı almaktan kaçacak, ondan nefret edecek, onun şerrinden ve meşguliyetinden sakınacak durumda olmasıdırBu durum zühd, bu durumda olanın ismi de zahid'dir.

İkinci Hâl

Kişi öyle bir durumdadır ki malın varlığıyla sevinecek şekilde malı istemediği gibi, eziyet çekecek şekilde maldan nefret de etmezEğer mal kendisine gelirse, zâhidlik de göstermezBu halin sahibine razı denir.

Üçüncü Hâl

Malın varlığının yokluğundan daha fazla hoşuna gitmesidirMala rağbeti vardırFakat kalkıp da malı talep edecek kadar rağbeti kabarmamıştırEğer mal saf ve helâl olarak kendisine gelirse, alır ve onunla sevinirEğer kazanmak için yorulmaya muhtaç olursa, onunla meşgul olmazBu halin sahibine kanî (kanaatkâr) adı verilir; zira bu kimse malı talep etmeyi terkedecek kadar, var olanla nefsini ikna etmiştirBuna rağmen kendisinde zayıf bir rağbet de vardır.

Dördüncü Hâl

Malı talep etmeyi terketmesinin acizliğinden kaynaklanmasıdırEğer acizliği olmasaydı malı edinmeye rağbet gösterirdiÖyle bir rağbet ki yorgunlukla olsa dahi, malın talebine yol bulduğu takdirde, çekinmeden talep eder veya talep etmekle meşgul olurduBu halin sahibine harıs adını veriyoruz.

Beşinci Hâl

Kaybettiği mala, ekmeği kaybeden aç, elbiseyi kaybeden çıplak gibi muhtaç oluşudurBu halin sahibine muztar adı verilirArtık bunun mal talebindeki rağbeti nasıl olursa olsun, ister zayıf, ister kuvvetli bulunsun vardırÇünkü böyle bir halin rağbetten uzak bulunması az görülürİşte bunlar beş haldirEn yüceleri zahidliktirIzdırara zahidlik de eklenirse ileride de bahsi geleceği gibi zâhidlik derecelerinin en yücesidirBu beş halin ötesinde zâhidlikten daha yüce olan bir hâl vardır ki o da kişinin nezdinde malın varlığı ile yokluğunun bir olmasıdırEğer malı bulursa, onunla sevinmez ve eziyet duymazEğer bulmazsa yine böyledirBunun hali, Hazret-i Âişe'nin hali gibidir; zira Hazret-i Âişe'ye Beytülmal'daki hakkından yüzbin dirhem geldiOnu aldı, aynı günde fakirlere dağıttıCariyesinin 'Sen bugün dağıttığın paralardan bir dirhemle bize et aldırıp etle iftar etmemizi sağlayamaz miydin?' demesi üzerine Hazret-i Âişe 'Eğer daha önce hatırlatsaydın yapardım!' demiştir.

Hali bu olan bir kimse, eğer bütün dünya elinde ve dünya hazineleri onun olsa, ona zarar vermez; zira o, malları kendisinin değil, Allah'ın hazinesinden görürKendi elinde veya başkasının elinde olması arasında fark görmezBu halin sahibine müstağni demek uygundurÇünkü o hem malın yokluğundan, hem de varlığından müstağnidirBu isimden öyle bir mânâ anlaşılmalı ki hem Allah'a verilen mutlak ganî, hem de malı çok olan kullara verilen zengin adından ayrılsın; zira malı çok olan kul, malıyla sevindiği takdirde o malın elinde olmasına muhtaç bir fakirdirO, ancak malın eline geçmesinden dolayı zengindirElinde durmasından dolayı değil! Bu bakımdan o, bir de kalacağından ve elinden çıkacağından ötürü müstağnidir; zira bu şahıs, malın bulunmasıyla eziyet duymaz ki onun elinden çıkmasına muhtaç olsunOnunla sevinmez ki onun devamlılığına ihtiyacı olsunOnu kaybetmemiş ki eline geçmesine ihtiyaç duysunBu bakımdan bunun zenginliği mutlak zenginliğe daha yatkındırO halde o, Allahü teâlâ'nın vasfı olan müstağniliğe öbüründen daha yakındırAncak kulun Allah'a yakınlığı, mekân yakınlığı değil, sıfatların yakınlığıdırFakat biz bu halin sahibine ganî (zengin) demeyiz, müstağni deriz ki zenginlik, mutlak zengin ve her şeyden müstağni olan Allah'a isim olarak kalsınBu kul ise varlıkla yokluk yönünden, her ne kadar, maldan müstağni ise de maldan başka olan birçok şeyden müstağni değildirKalbini süsleyen zenginliğinin bâki kalması için Allah'ın tevfîkini talep etmekten müstağni değildir; zira mal sevgisiyle bağlı bulunan kalp köledirMaldan müstağni olan kalp ise hürdürO kalbi kölelikten âzâd eden Allahü teâlâ'dırBu bakımdan o şahıs, bu âzadlılığın devamına muhtaçtırKalpler, sık sık hürriyet ile kölelik arasında evrilip çevrilmektedirÇünkü kalpler, Rahman'ın kudret parmaklarından ikisi arasındadırBu sırra binaen 'Mutlak zenginlik' ismi, bu kemâlle beraber kişiye ancak mecazen verilir.

Zâhidlik bir derecedirO da Ebrar'ın kemâlidirBu halin sahibi Mukarrebîn'dendirŞüphe yoktur ki zâhidlik bunun hakkında eksikliktir; zira ebrarın iyilikleri mukarrebler için kötülük sayılırBunun hikmeti de şudur: Dünyadan nefret eden, tıpkı dünyaya rağbet gösterenin dünya ile meşgul olduğu gibi dünya ile meşguldürAllah'tan başkasıyla meşgul olmak Allah'tan perdelenmektir; zira seninle Allah arasında uzaklık yoktur ki perde olsunÇünkü Allah sana şah damarından daha yakındır! Allah bir mekânda değildir ki gökler ve yer seninle O'nun arasında perde olsunBu bakımdan seninle O'nun arasında perde, ancak Allah'tan başkasıyla meşgul olmandırKendi nefsin ve şehvetlerinle meşgul olman, Allah'tan başkasıyla meşgul olmaktırOysa sen durmadan nefsinle ve onun şehvetleriyle meşgulsün.

Bu bakımdan devamlı Allah'tan perdelisinÖyleyse nefsinin sevgisiyle meşgul olan bir kimse, Allahü teâlâ'dan yüz çevirmiştirNefsinin buğzuyla meşgul olan da Allah'tan uzaktır.

Allah'tan başka herşeyin misâli, aşık ile mâşuku bir araya getiren bir mecliste hazır olan râkibin misâlidirEğer âşıkın kalbi râkibe iltifat ederse, onun nefretiyle onu sakil telâkki edip oradaki huzurunun kerahetiyle meşgul olursa aşık, kalbini onun buğzuyla meşgul ettiği halde mâşukun müşahedesiyle alması gereken lezzetten kalbini çevirmiş demektir.

Eğer aşk onun bütün vaktini almış olsaydı o, mâşukun hazır bulunduğu bir yerde, aşkta mâşuka şirk koşmazdı ve bu sevgide bir eksiklik ise, tıpkı onun gibi sevgiliden başkasına buğzettiğinden dolayı bakmak da bir tür aşkta şirk ve eksikliktirFakat biri diğerinden biraz daha hafiftirKemâl, kalbin ne buğz, ne de sevgi yönünden sevgiliden başkasına iltifat etmemesidir; zira nasıl ki kalpte bir halde iki sevgi bir araya gelmiyorsa, aynen onun gibi, bir halde sevgi ile buğz da bir araya gelemezDünyadan nefret etmekle meşgul olan, sevgisiyle meşgul olan gibi, Allah'tan gafildirAncak sevgisiyle meşgul olan gafildir ve gafleti içerisinde uzaklaşma yolunda yürümektedirNefretle meşgul olan ise gafildirFakat gafleti içerisinde Allah'a yakınlaşma yolunu tâkip etmektedir; zira bu kimse için sonunda bu gafletin kalkması, yerini şuhûda bırakması umulurBu bakımdan bu şahıs için kemal derecesi beklenilirÇünkü dünyanın nefreti, Allah'a götüren bir binektir.

O halde seven ile buğzeden, iki yoldan hacca giden iki yolcu gibidirBu yolcuların ikisi de deveye binmek devenin yemiyle, deveyi yürütmek ile meşguldürlerFakat biri, Kâbe'ye yönelip de Kâbe'nin tam ters istikametinde gidiyorBu iki gâfil, bu hale nisbeten eşittirlerHer ikisi de Kâbe'den perdeli olmak ve onu unutmak durumunda eşittirlerFakat Kâbe'ye yönelip gidenin hali, sırtını çevirip gidenin haline nisbeten daha övülür bir haldirZira bu kimsenin Kâbe'ye varması umulurFakat Kâbe'nin içinde itikâfta bulunan bir kimsenin haline nisbeten övülmezBu bakımdan dünyadan nefret etmenin, esasında hedef ve maksut olduğunu sanman uygun değildirDünya, insanı Allah'tan alıkoyarAllah'a varmak ancak engeli geçmekle olur.

Ebû Süleyman ed-Dârânî şöyle demiştir: 'Dünya hakkında zâhidlik edip sadece zâhidlik vasfıyla iktifa eden, onunla meşgul olan bir kimse gibi acele istirahat istemektedirOysa âhireti temin etmekle meşgul olması gerekir'Bu bakımdan âhiret yolunun sülûku zâhidlik vasfının ötesindedirNitekim hac yolunun sülûkunun, hacca mâni olan alacaklının hakkını vermenin ötesinde olduğu gibi. . .

Madem ki durum budur, dünyada zâhidlik, eğer dünyanın varlık ve yokluğundaki rağbeti hedef ediniyorsa kemâlin zirvesidirEğer onunla dünyanın yokluğundaki rağbet kastediliyorsa, bu takdirde, razı, kanî ve haris'in derecelerine göre kemâl sayılırMüstağni'nin derecesine göre eksikliktirMal hakkındaki kemâl derecesi, mal ile suyun senin nezdinde eşit olmasıdırDenizin kenarında olan suyun ne bolluğunun ne de azlığının zarurî miktar hariç sana sıkıntı vermediği gibi, sıkıntı vermemesidirBununla beraber mal, insanın muhtaç olduğu bir şeydir.

Nitekim suya da ihtiyacı vardır! Oysa kalbin bol sudan kaçmak veya bol suya buğzetmekle meşgul olmazAksine 'İhtiyaç kadar ondan içer ve ihtiyaç kadar ondan Allah'ın kullarına içiririmHiç kimseyi ondan cimrilik yaparak mahrum etmem!' dersinİşte mal da senin için aynen bunun gibi olmalıdırZira ekmek ile su, ihtiyaç ..... kuvvetli kimse zayıfların derecesine indiğini göstermek için maldan kaçtığını belirtmiş olur ki zayıflar da malı terketmek hususunda kendisine uysunlar; zira eğer zayıflar mal edinmekte ona uyarlarsa helâk olurlar! Nitekim afsunlu bir kimse, çocuklarının yanında yılandan korkuyormuş gibi yaparOysa bu kaçışı, yılanı tutmaktan korktuğu için değildir.

Fakat çocukların yanında yılanı tutarsa, çocukların da ona bakarak yılanı gördüklerinde tutmaya çalışarak helâk olacaklarını bildiği için böyle davranır Zayıfların adımlarına adımlarını uydurmak, peygamberler, velîler ve âlimler için zarurîdirBu bakımdan mertebelerin altı olduğu ve o mertebelerin en yücesinin de müstağnî'nin, sonra zâhid'in, sonra râzî, sonra kanî, sonra haris ve sonra muztarr'ın mertebesi olduğu anlaşıldı.

Muztarr hakkında zühd, rıza ve kanaat tasavvur edilebilirOnun derecesi, hallerin değişmesi nisbetinde değişirFakir ismi bu beş mertebeye ıtlak olunur.

Müstağnî'ye fakir demeye gelince, bu mânâyla fakir denmezEğer fakir denirse başka bir mânâ ile denirO mânâ da kendisinin bütün işlerde, hassaten mal hususunda Allah'a muhtaç olduğunu bilmesidirBu bakımdan müstağnî 'ye fakir ismini vermek, tıpkı nefsini kul olarak bilen ve kulluğunu ikrar eden bir kimseye 'el-Abd' ismini vermek gibidir; zira böyle bir kimseye 'el-Abd' ismini vermek, gâfillere vermekten daha evlâdırHer ne kadar 'el-Abd' ismi, bütün halka ıtlak olunan umumî bir isim ise de durum yine de böyledir.

İşte bunun gibi fakir ismi de umumî bir isimdirKim nefsini Allah'a muhtaç kabul ederse, ona fakir ismini vermek, başkasına vermekten daha haklı olurBu bakımdan fakir ismi bu iki mânâ arasında müşterek bir isimdir.

Bu iştirâk ve ortaklığı bildiğin zaman, Hazret-i Peygamber'in (sallâllahü aleyhi ve sellem) 'Fakirlikten sana sığınıyorum',2 'Fakirlik neredeyse küfür olacaktı!'3 hadîsleriyle 'Beni miskin (fakir) olarak yaşat! Beni miskin olarak öldür'4 hadîs-i şerîfi arasında çelişki olmadığını anlarsınZira Hazret-i Peygamber, yukarıdaki hadîs-i şeriflerde, muztarr ve muhtacın fakirliğinden

Allah'a sığınmış, Allah'a karşı meskenet (fakirlik) ve zilleti ikrar etmek ve Allah'a muhtaç olmaktan ibaret olan fakirliği de duasında Allah'tan talep etmiştirAllah'ın salât ve selâmı hem onun, hem de yerin ve göğün ehlinden seçilmiş kulların üzerine olsun!

2) Taberânî

3) Beyhâkî ve İbn Adiyy

4) Abd b. Humeyd, İbn Mâce, (Ebû Said'den)

34-2

Âyet-i Kerîmeler

(Bir de o mallar) şu muhacir fakirlere aittir ki (onlar) yurtlarından ve mallarından çıkarılmışlardırAllah'ın lütuf ve rızasını ararlar; Allah'a ve peygamberine (mal ve canlarıyla) yardım ederlerİşte bunlar doğru olanlardır. (Haşr/8)

(Sadakalar) şu fakirlere mahsustur ki onlar Allah yolunda kapanıp kalmışlardırYeryüzünde gezip dolaşamazlar. . Bilmeyen, utangaçlıklarından dolayı onları zengin zanneder. (Bakara/273)

Allahü teâlâ onları över mahiyette kelâmını sevketti. Sonra onların fakirlik vasfını hicret etmek ve Allah yolunda mahsur kalmak vasıflarına takdim ettiBu takdim edişte fakirliğin faziletine dair bir delil vardır.

Hadîsler

Fakirliğin faziletine delâlet eden hadîsler sayılmayacak kadar çokturAbdullah b. Ömer'den şöyle rivâyet ediliyorHazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) ashâbına insanların hangisinin daha hayırlı olduğunu sorunca

cevap olarak şöyle dendi:

-O zengin ki nefsinde ve malında olan Allah'ın hakkını verir!

- Bu kişi pek güzel kişidirFakat insanların en hayırlısıdeğildir.

- Ey Allah'ın Rasûlü! O halde insanların en hayırlısı kimdir?

Öyle bir fakirdir ki gücü yettiği kadar Allah yolunda verir5

Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) Bilâl'e hitaben şöyle buyurmuştur:

Allah'ın huzuruna fakir olarak var, Allah'ın huzuruna zengin olarak varma!6

Muhakkak ki Allah, çocuk babası olan ve dilenmekten sakınan fakiri sever7

Ümmetimin fakirleri zenginlerinden beşyüz sene önce cennete girecektir8

Başka bir hadîste 'Kırk sene' diye vârid olmuştur9

Bu hadîsten gaye, bu ikinci rivâyete göre, haris olan fakirin haris olan zengine tekaddüm etmesinin takdiridirBeşyüz sene ile takdîr ise, zâhid fakirin âhirete tâlip olan zengin üzerindeki tekaddüm takdiridirFakirliğin derecelerinin değişikliğinden zikrettiğimiz, zarurî olarak sana fakirler arasında da derecelerinde farklılık olduğunu bildirirHaris olan fakir zâhid olan fakirin yirmibeş derece altındadırZira kırkın beşyüze nisbeti yirmibeştirZannetme ki Hazret-i Peygamber'in takdîr etmesi rastgeledirHazret-i Peygamber haktan başkasıyla konuşmazÇünkü onun konuşması, kendisine gelen vahiydirOnun bu sözü tıpkı şu sözü gibidir:

Salih rüya (doğru rüya) , peygamberliğin kırkaltı cüzünden bir cüzdür10

Hazret-i Peygamber'in bu takdiri, şüphesiz ki bir hakîkat takdiridirFakat Hazret-i Peygamber'den başka hiç kimse bu nisbetin illetini hakkıyla bilemezAncak tahmin edebilir; zira bilir ki peygamberlik, peygambere mahsus olan vasıftan ibarettirPeygamber'in dışındaki insanlarda yokturPeygamber hususiyetlerin birçok çeşitleriyle tahsis olunur:

Birincisi, Allah, Allah'ın sıfatları, melekler ve âhiretle ilgili şeylerin hakîkatini bilirOnun bildiği, başkasının bildiği gibi değildirOnun bilgisi malûmatın çokluğu, yakîn, tahkik ve keşfin fazlalığı ile, başkasının bilgisine muhaliftir.

İkincisi, peygamberin nefsinde öyle bir sıfatı vardır ki âdetleri paramparça eden fiiller onunla kendisi için tamamlanırNitekim bizim sıfatımızın irade ve ihtiyarımızla beraber olan hareketlerimizin onunla tamamlandığı gibi. . . O sıfat kudrettirHer ne kadar kudret ile kudretin meydana getirdiği şeyin ikisi birden, Allah'ın fiili ise de. . .

Üçüncüsü, peygamber için öyle bir sıfat vardır ki onunla melekleri görürNitekim gözü olan bir insan öyle bir sıfat vasıtasıyla görünen şeyleri idrâk eder.

Dördüncüsü, peygamber için öyle bir sıfat vardır ki o sıfat vasıtasıyla gayb âleminde, gelecekte olan şeyi ya uyanıklık veya uyku halinde idrâk ederÇünkü o sıfatla Levh-i Mahfuzu idrâk eder, oradaki gaybı görürİşte bunlar birtakım kemalât ve sıfatlardırPeygamberler için sabit oldukları bilinir ve her birinin bir kaç kısma ayrıldığı da bilinirBazı kere kırka, elliye, altmışa kadar bölme imkânına sahibiz, hatta kırk altıya kadar da bölmeye kendimizi zorlayabilirizSıhhatli rüyanın kırk altı parçasından bir parça olabilecek şekilde zorlayabilirizFakat mümkün olan taksi mat yollarından bir yolu tayin etmek ancak zan ve tahminle olurBiz tahkikî olarak Hazret-i Peygamber'in o yolu kasdettiğini veya etmediğini bilmiyoruzBizce malûm olan ancak peygamberliğin taksimatının esası kendileriyle tamam olan sıfatların derleyicileridirO da bizi takdirin illetini bilmeye irşâd etmez ve yine böylece biliriz ki daha önce geçtiği gibi fakirlerin çeşitli dereceleri vardırFakat mesela şu haris fakir neden zâhid fakirin derecesinin altıda birinin yarısı üzerindedir ki kırk sene önce cennete girmesine hükmedilmediÖbürü beşyüz senelik bir tekaddümü iktiza etti ki peygamberlerin dışındaki insanların kuvvetinde bu sırra varmak ancak bir tür tahminle olurOysa tahmine güvenilmezBütün bu konuşmalardan gaye; bu işlerin benzerlerinde takdir yoluna dikkati çekmektir; zira zayıf imanlı bazen zanneder ki bu söz Hazret-i Peygamber'in dilinden tesadüfî olarak çıkmıştırOysa peygamberlik mertebesi böyle olmaktan yücedir.

Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur:

Bu ümmetin en hayırlısı fakirleridirCennette ilk yatanları zayıflarıdır11

Benim iki sanatım vardırKim onların ikisini severse beni de sevmiş olurKim onlardan nefret ederse benden de nefret etmiş olur. (Onlar) fakirlik ile cihaddır12

Rivâyet ediliyor ki Cebrâîl (aleyhisselâm) Hazret-i Peygamber'e inerek dedi ki: Ey Muhammed! Allahü teâlâ sana selâm ediyor ve şöyle diyor: 'Şu dağları altın etmemi ve seninle beraber gezdirmemi ister misin? Bunun üzerine Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) , başını eğerek bir an düşündü ve sonra şöyle dedi:

Ey Cebrâîl! Muhakkak dünya, evi olmayanın evidirMalı olmayanın malıdırAklı olmayan dünya için toplar.

Bu cevap karşısında Cebrâîl 'Yâ Muhammed! Allah seni sabit söz ile korudu!' dedi13

Rivâyet ediliyor ki Hazret-i Îsa (aleyhisselâm) seyahatinde, abasına bürünmüş, uyuyan bir insanın yanından geçtiOnu uyandırarak şöyle haykırdı: 'Ey uyuyan! Kalk! Allah'ı an!' Adam, Hazret-i Îsa'ya 'Benden ne istiyorsun? Ben dünyayı ve dünya ehlini terketmişim!' dediBu cevap üzerine Îsa (aleyhisselâm) ona 'Ey dostum! Öyleyse uyu!' dedi.

Hazret-i Mûsa (aleyhisselâm) toprak üzerinde yatan bir kişinin yanından geçtiOnu, başının altında bir kerpiçi yastık yapmış, yüz ve sakalı toprak içerisinde kalmış olduğu halde abasına bürünmüş olarak gördü, Bu manzara karşısında şöyle haykırdı: 'Yarab! Senin şu kulun, dünyada zâyi olmuştur!' Bunun üzerine Allahü teâlâ ona vahiy göndererek 'Ey Musa! Sen bilmez misin, ben cemâlimin tamamıyle kuluma nazar ettiğim zaman bütün dünyayı ondan dürer alırım' dedi14

Ebû Râfi'den rivâyet ediliyor ki: Hazret-i Peygamber'e bir misafir geldiO misafiri ağırlamak için Hazret-i Peygamber'in yanında birşey olmadığından beni (Hayber) yahudilerinden birine gönderdi ve dedi ki: 'Git yahûdîye söyle! Muhammed sana der ki: 'Receb ayına kadar bana biraz un borç olarak veya satarak versin'Ebû Râfi der ki: Yahûdîye varıp istedimYahûdî Hayır! Allah'a yemin ederimAncak yanımda rehin bırakması şartıyla veririm' dediBunun üzerine, hâdiseyi Hazret-i Peygamber'e haber verdimŞöyle buyurdu:

Allah'a yemin olsunBen gök ehli arasında eminimYer ehli arasında eminimEğer yahûdî bana satsaydı veya borç verseydi, muhakkak ona hakkını öderdimBenim şu kürkümü yahûdîye götürYanına rehin bırak!

Hazret-i Peygamber'in yanından çıkarken şu âyet nazil oldu:

Onlardan bazı zümrelere kendilerini denemek için verdiğimiz dünya hayatının süsüne gözlerini dikmeRabbinin rızkı daha hayırlı ve daha devamlıdır. (Tâhâ/133)

Bu âyet-i celîle, dünya hususunda Hazret-i Peygamber için bir tâziye (ve teselli) olarak inmiştir15

Fakirlik, Mü'min için, atın yanakları üzerine inen güzel kâkülünden daha süslüdür16

Sizden bir kimse sağlıklı, cemaati içerisinde emîn olduğu ve günlük nafakası yanında bulunduğu durumda sabahlarsa, sanki dünya bütün varlıklarıyla onun için toplanmış ve ona verilmiştir17

Ka'b'ul-Ahbâr dedi ki: Allahü teâlâ Hazret-i Mûsa'ya 'Ey Musa! Fakirliğin sana yönelip geldiğini gördüğünde de ki: Salihlerin alâmet-i fârikasına merhaba!'

Atâ el-Horasanî der ki: Peygamberlerden biri bir deniz sahilinden geçerken baktı ki balık tutan biri besmele çekip ağını balık tutmak için suya atıyorFakat hiçbir şey ağa girmiyor. Sonra başka birinin yanından geçtiO da 'şeytanın ismiyle' deyip ağını denize attıAğ o kadar balıkla doldu ki neredeyse çekip çıkarmaktan aciz kaldı! Bunun üzerine Peygamber (aleyhisselâm) şu münâcatta bulundu: 'Yarab! Bu ne acaipliktir? Oysa bütün bunların elinde olduğunu biliyorum'Bunun üzerine Allahü teâlâ meleklere dedi ki: 'O iki kişinin nezdimdeki derecelerini peygamberime gösterin!' O peygamber fakir için Allah katındaki kerameti, o şerir için de rezaleti görünce 'Yarab! Razı oldum!' dedi.

Cennete baktım ve gördüm ki ehlinin çoğu fakirlerdirCehenneme baktım ve gördüm ki ehlinin çoğu zenginler ve kadınlardır.

Başka bir lâfızda: 'Zenginler nerededir?' diye sorulunca 'Çok çalışmak onları geride bırakmıştır' denilmiştir18

'Ateş ehlinin çoğunu kadınlar olarak gördüm'Bunun üzerine 'Kadınlara ne oluyor?' denildiDenildi ki: 'Onları altın ile zaferan meşgul etmiştir'19

Mü'minin dünyada hediyesi fakirliktir20

Peygamberlerin en son cennete gireni Süleyman bDâvud'durÇünkü dünya mülkü vardıAshâbımın en son cennete gireni Abdurrahman bAvf'tırÇünkü zengindi21

Onun sürünerek cennete girdiğini gördüm22

Îsa (aleyhisselâm) şöyle demiştir: 'Zengin şiddetle (zorla) cennete girer'.

Ehl-i Beyt'ten gelen bir haberde, Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

Allah bir kulu sevdiği zaman, ona belâ verirOnu çok sevdiği zaman, kendi nefsi için edinir.

Denildi ki: 'Ya Rasûlallah! Bundan maksad nedir?' Şöyle buyurdu: 'Ona ne aile efradı, ne de dünya malı bırakır'23

Fakirliğin yönelip geldiğini gördüğünde 'salih kimselerin alâmet-i fârikasına merhaba!' deZenginliğin yönelip geldiğini gördüğünde de ki: 'Bir günah ki cezası peşin verildi'24

Hazret-i Mûsa (aleyhisselâm) Allah'a şöyle seslendi: 'Yarab! Halkından sevdiklerin kimlerdir ki senin için onları seveyim?' Allah şöyle cevap verdi: 'Her fakir, her fakir'.

Hadîs-i kudsî'de, ikinci defa söylenilen fakir kelimesinin diğerinin tekidi olması mümkündür ve yine ondan, şiddetli fakirliğin kastedilme ihtimali de vardır.

Mesih (aleyhisselâm) şöyle demiştir: 'muhakkak ben fakirliği sever, nimetler içerisinde yüzmekten nefret ederim'Mesih'in nezdinde isimlerin en sevimlisi kendisine 'Ey miskin!' denmesiydi.

Arapların zenginleri Hazret-i Peygamber'e 'Bize bir gün, fakirlere de bir gün tayin et! Onların geldiği gün biz gelmeyelimBizim sana geldiğimiz gün de onlar gelmesinler! dediler'Onlar' ile Bilâl, Selman, Süheyb, Ebû Zer, Habbab bEret, Ammâr bYâsir, Ebû Hüreyre ve ashâb-ı suffe'den olan fakirleri kastediyorlardıPeygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) onların dediğini kabullendiÇünkü onlar fakirlerin kokularından eziyet duyduklarından şikayet etmişlerdir.

Fakirlerin giydikleri yün elbiseydiTerledikleri zaman elbiselerinden ter kokusu geliyordu ve bu durum zenginlere gayet ağır geliyorduAkra bHabis et-Temimî, Uyeyne bHısn el Fezzarî, Abbas bMirdas es-Sülemî ve benzerleri zenginlerden idilerHazret-i Peygamber onlarla fakirlerin bir mecliste bir araya gelmemesine razı olduBunun üzerine şu âyet-i celîle nâzil oldu:

Nefsini sabah ve akşam rızasını dileyerek rablerine dua eden kimselerle beraber tut! Gözlerin dünya hayatının süsünü isteyerek onlardan başka yana sapmasınKalbini bizi anmaktan alıkoyup nefsinin arzusuna uyan ve işi hep aşırılık olan kişiye itaat etmeDe ki: Kur'ân, rabbinizden gelen bir haktırArtık dileyen îman etsin, dileyen inkâr etsin!' (Kehf/28-29)

İbn Ümmi Mektûm, Hazret-i Peygamber'in yanında, Kureyş'in eşrafından bir kişi varken, Hazret-i Peygamber'in huzuruna girmek için izin istediBu durum Hazret-i Peygamber'e ağır geldi.

Bunun üzerine Allahü teâlâ şu ayetleri gönderdi:

Surat astı ve döndü, âma geldi diye. . . Ne bilirsin belki o arınacak? Yahut öğüt alacak da öğüt kendisine fayda verecek? Kendisini müstağni görüp tenezzül etmeyene gelince, sen ona yöneliyorsun. (Abese/1-6)

Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur:

Kıyâmet gününde kul getirilirAllahü teâlâ, dünyada birinin başka birinden özür dilediği gibi kuluna arz-ı mazeret ederek şöyle der: 'İzzet ve celâlim hakkı için, senin katımda kıymetsiz olduğundan dolayı senden dünyayı esirgemiş değilimFakat ben, senin için hazırladığım nimetlerden dolayı dünyayı senden esirgedim! Ey kulum! Şu saflara çıkKim benim için sana yedirmişse veya seni giydirmişse, yedirdiği ve giydirdiğiyle sadece benim rızamı kasdetmişse, onun elinden tutOnu sana bağışladım'Oysa o gün ter insanları gemlemiştirO kişi Allahü teâlâ'nın emriyle safların arasına girerDünyada kendisine yardım edeni gözetlerOnun elinden tutar ve cennete götürür25

- Fakirleri iyi tanıyınOnlara iyilik yapınOnların bir devleti vardır.

Ya Rasûlallah! Onların devleti ne demektir?

- Kıyâmet günü olduğu zaman onlara şöyle denilir: 'Size bir parça ekmek yedirene veya bir yudum su içirene veya bir elbise giydirene bakın! Onun elinden tutun! Sonra onu cennete götürün!'26

Cennete girdimÖnümde bir tıkırtı işittimBaktım Bilâl'i gördümCennetin en yüksek tabakasına baktımÜmmetimin fakirleriyle evlatlarını gördümCennetin alt tabakasına baktım ve gördüm ki orada, pek az zengin ve kadın vardırDedim ki: 'Yarab! Bunların durumu nedir?' Şöyle buyurdu: Kadınlara iki kırmızı; altın ile ipekli zarar verdiZenginler mal ile meşgul oldular'Bu arada ashâbımı kontrol ettimAbdurrahman bAvf'ı göremedim. Sonra ağladığı halde bana geldiKendisine şöyle sordum:

- Seni benden geri bıraktıran nedir?

- Ey Allah'ın Rasûlü! Allah'a yemin ederim, ihtiyarlatıcı birçok musibetlerle mülâki olmazdan önce sana varamazdımZannettim ki ben seni göremeyeceğim!

- Neden böyle oldu?

- Malımdan ötürü hesaba tutuldum!27

Şu duruma bak! Abdurrahman ki Allah'ın Rasûlüyle beraber büyük şerefe nail olmaya sahip olduğu ve cennet ehlinden olan on kişiden biri bulunduğu ve 'ancak malıyla şöyle hükmeden müstesnadır' hadîsine mazhar olan zenginlerden biri olduğu halde durumu böyledirBuna rağmen zenginlik onu bu kadar zarara uğratmıştır.

Hazret-i Peygamber fakir bir kişinin yanına girdiHiçbir şeyini görmediBunun üzerine şöyle buyurdu:

Eğer bu kişinin nûru yeryüzündeki bütün insanlara taksim olunsa hepsini zengin ederdi28

Size cennet ehlinin padişahlarından haber vereyim mi?

- Evet, ey Allah'ın Rasûlü!

- Onlar, her zayıf ve başkası tarafından zulme uğrayan saçı sakalı tozlu topraklı bulunan ve iki eskimiş elbise sahibi olan bir kimse gibidir ki ona kıymet verilmezEğer o, Allah

Teâlâ'nın üzerine (ondan birşey istemek sûretiyle) yemin ederse, muhakkak Allah onu yemininde doğrular.

İmrân bHusayn (radıyallahü anh) dedi ki: Hazret-i Peygamber'in katında benim bir değerim vardı, bana şöyle buyurdu:

- Ey İmrân! Muhakkak katımızda bir derece ve kıymetin vardırAcaba kızım Fâtıma'yı hastalığından dolayı ziyaret etmek ister misin?

- Evet! Anam-babam sana feda olsun ey Allah'ın Rasûlü! Bunun üzerine Hazret-i Peygamber kalktıBen de onunla beraber kalktımFâtıma'nın kapısına geldiKapıyı çaldı ve 'Selâm üzerinize olsun! Gireyim mi?' diye izin istedi.

- Ey Allah'ın Rasûlü gir!

- Yanımdaki insanlarla beraber mi girelim?

- Ey Allah'ın Rasûlü! Beraberinde kim var?

- İmrân vardır!

- Seni hak peygamber olarak gönderen Allah'a yemin olsun, sırtımda bir abadan başka birşey yoktur.

Hazret-i Peygamber 'Abayı şöyle yap' diyerek eliyle abayı bedenine sarmasını işaret ettiFâtıma 'Abayı bedenime sardımBaşımı ne yapacağım!' deyince, Hazret-i Peygamber üzerinde bulunan eskimiş bir ageli Fâtıma'ya attı ve 'Bununla da başını ört!' dedi. Sonra Fâtıma,

Hazret-i Peygamber'e izin verdiHazret-i Peygamber içeri girdi ve şöyle buyurdu:

- Ey kızım! Selâm üzerine olsunSen nasıl sabahladın?

- Allah'a yemin ederimHasta bir vaziyette sabahladım! Birşey yemeyişim hastalığımı daha da artırdıAçlık bana zarar verdi.

Bunun üzerine Hazret-i Peygamber ağlayıp şöyle buyurdu:

Ey kızım! Üzülme! Allah'a yemin olsun, ben de üç günden beri bir yemek tatmış değilimOysa ben Allah katında senden daha şerefliyimdirEğer rabbimden isteseydim mutlaka bana yedirirdiFakat ben âhireti dünyaya tercih ettim.

Sonra Hazret-i Peygamber eliyle Fâtıma'nın omuzunu okşayarak ona şöyle dedi:

- Müjde sana! Allah'a yemin olsun! Muhakkak sen cennetkadınlarının hatunusun.

Ya Firavun'un hanımı Asiye, İmrân'nın kızı Meryem nerede?

- Asiye kendi âlemindeki kadınların hatunu, Meryem de kendi âlemindeki hanımların hatunudurSen ise, kendi âlemindeki kadınların hatunusunMuhakkak hepiniz (cennette) kamıştan yapılmış köşklerde oturacaksınızOrada ne eziyet var, ne kalabalık ve ne de yorgunluk!

Sonra Hazret-i Peygamber Fâtıma'ya dedi ki: 'Amcamın oğluyla kanaat et! Allah'a yemin olsun, seni dünyada efendi olan, âhirette efendi olan biriyle evlendirdim!'29

Hazret-i Ali'den rivâyet edildiğine göre Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur:

Halk, fakirlerini kızdırdıkları, dünyanın imarına fazla önem verdikleri ve dirhemlerin istifine daldıkları zaman,

Allah onlara dört belâ verir: Zamandan kıtlık. . . Sultandan zulüm. . . Hükümlerin infazcılarından hiyanet. . . Düşmandan da üstünlük. . .

4) Abd b. Humeyd, İbn Mâce, (Ebû Said'den)

5) Deylemî

6) Hâkim

7) İbn Mâce

8) Tirmizî

9) Müslim

10) Buhârî

11) Irâkî bu hadisîn aslına rastlamadığını söylemektedir.

12)

13) Irâkî'ye göre bu hadîs iki hadîsten meydana gelmiştir. (Birincisini Tirmizî, ikincisini Şirâzî ve Beyhakî rivâyet etmiştir) .

14) Kût'ul-Kulûb

15) Taberânı, İbn Ebî Şeybe, İbn Rahuveyh, Bezzâr, Ebû Yâ'lâ, İbn Münzir

16) Taberânî

17) Taberânî

18) İmâm-ı Ahmed

19) Nikâh bahsinde geçmişti.

20) Muhammed b. Hafif eş Şirazî, Deylemî

21) Daha önce geçmişti.

22) İmâm-ı Ahmed, Taberânî

23) Taberânî

24) Deylemî

25) İbn Hıbbân

26) Ebû Nuaym

27) Taberânî

28) Müslim, Buhârî

29) Cimriliğin Zemmi bölümünde geçmişti. İmâm-ı Ahmed, (Ma'kel b. Yesâr'dan)

34-3

Ebu'd Derda (radıyallahü anh) dedi ki: 'İki dirhem sahibi, hapis veya hesap bakımından bir dirhem sahibinden daha fazla zorluk çeker'.

Hazret-i Ömer, Said bÂmir'e bin dinar gönderdiSaid b. Âmir mahzun olarak eve geldiHanımı kendisine İslâm'da bir hâdise mi oldu?' diye sorduSaid 'Ondan daha şiddetlisi oldu!' deyip şöyle devam etti: 'Eskimiş entarini bana getir!' Bunun üzerine hanım eskimiş entarisini parçaladıOnu keseler haline getirdiDinar ve altınları parça parça yaptı ve (harbe gidenlere) dağıttı. Sonra sabaha kadar ağlayıp namaz kıldı. Sonra dedi ki: Hazret-i Peygamber'in şöyle dediğini duydum:

Ümmetimin fakirleri zenginlerinden beş yüz sene önce cennete gireceklerdirHatta zenginlerden bir kişi onların kalabalığı arasında cennete girerOnun elinden tutulup cennetten çıkarılır30

Üç sınıf, hesapsız cennete girecektir:

1Elbisesini yıkamak isteyip başka bir elbisesi olmayankimse.

2Aynı ateşin üzerine iki çanağı koyamayan kimse.

3İçecek istediğinde kendisine hangi içeceği istediği sorulmayan kimse31

Bir fakir Süfyân es-Sevrî'nin meclisine vardıSüfyân ona 'Yaklaş! Eğer zengin olsaydın seni yaklaştırmazdım!' dediSüfyân es-Sevrî'nin zengin arkadaşları, fakir olmayı temenni ederlerdiÇünkü Süfyân, fakirleri kendine yaklaştırır, zenginlere de pek yüz vermezdi!

el-Müemmil32 dedi ki: 'Süfyân es-Sevrî'nin meclisinde zenginden daha zelil fakirden daha azizini görmedim'.

Hukemadan biri şöyle demiştir: 'Fakir olan Âdem oğlu, fakirlikten korktuğu kadar ateşten korksaydı ikisinden birden kurtulurduEğer zenginliğe rağbet ettiği gibi cennete rağbet etseydi ikisini birden elde ederdiEğer zâhirde Allah'ın mahlûklarından korktuğu kadar bâtında Allah'tan korksaydı dünya ve âhiret saadetine ererdi'

İbn-i Abbâs (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Lokmân (aleyhisselâm) oğluna 'Hiç kimseyi elbisesinin eskiliğinden ötürü tahkir etme! Muhakkak ki seninle onun rabbi birdir' dedi.

Yahya b. Muaz şöyle demiştir: 'Fakirleri sevmek, peygamberlerin ahlâkındandırOnların meclisinde oturmayı tercih etmek, salihlerin alâmetindendirOnların sohbetinden kaçmak münafıkların alâmetindendir!'

Haberlerde, daha önce indirilen kitablardan alındığına göre, Allahü teâlâ peygamberlerinden birine vahiy göndererek şöyle buyurmuştur:

Senden nefret edip seni gözümden düşürmemden sakın! Bu takdirde dünyayı oluk halinde üzerine akıtırım.

Hazret-i Âişe, bir günde yüzbin dirhem dağıtıyorduBu parayı Muaviye, İbn Amr ve başka idareciler kendisine gönderirlerdiOysa sırtındaki entarisi yamalıydıCariyesi 'Keşke bize bu paradan bir dirhemlik et alıp da o Ebu Derdâ (radıyallahü anh) dedi ki: 'İki dirhem sahibi, hapis veya hesap bakımından bir dirhem sahibinden daha fazla zorluk çeker'.

Hazret-i Ömer, Said bÂmir'e bin dinar gönderdiSaid bÂmir mahzun olarak eve geldiHanımı kendisine İslâm'da bir hâdise mi oldu?' diye sorduSaid 'Ondan daha şiddetlisi oldu!' deyip şöyle devam etti: 'Eskimiş entarini bana getir!' Bunun üzerine hanım eskimiş entarisini parçaladıOnu keseler haline getirdiDinar ve altınları parça parça yaptı ve (harbe gidenlere) dağıttı. Sonra sabaha kadar ağlayıp namaz kıldı. Sonra dedi ki: Hazret-i Peygamber'in şöyle dediğini duydum:

Ümmetimin fakirleri zenginlerinden beş yüz sene önce cennete gireceklerdirHatta zenginlerden bir kişi onların kalabalığı arasında cennete girerOnun elinden tutulup cennetten çıkarılır30

Üç sınıf, hesapsız cennete girecektir:

1Elbisesini yıkamak isteyip başka bir elbisesi olmayankimse.

2Aynı ateşin üzerine iki çanağı koyamayan kimse.

3İçecek istediğinde kendisine hangi içeceği istediği sorulmayan kimse31

Bir fakir Süfyân es-Sevrî'nin meclisine vardıSüfyân ona 'Yaklaş! Eğer zengin olsaydın seni yaklaştırmazdım!' dedi.

Süfyânı es-Sevrî'nin zengin arkadaşları, fakir olmayı temenni ederlerdiÇünkü Süfyân, fakirleri kendine yaklaştırır, zenginlere de pek yüz vermezdi!

el-Müemmil32 dedi ki: 'Süfyân es-Sevrî'nin meclisinde zenginden daha zelil fakirden daha azizini görmedim'.

Hukemadan biri şöyle demiştirnunla iftar etmiş olsaydık' deyince, oruçlu bulunan Hazret-i Aişe de şöyle dedi: 'Eğer daha önce hatırlatsaydın yapardım'.

Hazret-i PeygamberÂişe'ye nasihat ederek şöyle buyurmuştur:

Eğer bana iltihak etmeyi istiyorsan fakirlerin hayatından ayrılma! Zenginlerle beraber oturmaktan kaçınSırtındaki entariyi yamalamadıkça çıkarma!33

Bir kişi İbrahim b. Edhem'e onbin dirhem getirdiİbrahim kabul etmedi, kişi ısrar ettiİbrahim ona 'Sen ister misin ki onbin dirhemle ismimi fakirlerin defterinden sildirteyimHiçbir zaman o parayı kabul etmem' dedi,

30) İmâm-ı Ahmed

31) Ebû Şeyh, Sevab, (Ebû Said'den)

32) Adı el-Müemmil b. İsmail el-Basrî, künyesi Ebû Abdurrahman'dır.

34-4

Fakir Sınıfların Özellikleri

Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

Yetecek kadar nafakaya kanaat edip İslâm dinine hidayet edilmiş kişiye cennet vardır34

Ey fakirler kitlesi! Kalplerinizden Allah'a (hükmüne) razı olunuz. (Bu takdirde) fakirliğinizin sevabını elde edersiniz! Aksi takdirde mahrum kalırsınız! 35

Birinci hadîste bahsi geçen kişi, kanaat eden kişidirBu son hadîste bahsi geçen ise, Allah'ın hükmüne razı olan kişidirSanki bu hadîsin mefhumu şunu sezdiriyor: 'Harîs bir kimse, fakirliğinden ötürü hiçbir sevap kazanmaz!'

Oysa fakirliğin fazileti hakkındaki umumî hükümler delâlet eder ki fakir, harîs ise de sevabı vardırNitekim bunun tahkiki ileride de gelecektirBu bakımdan buradaki 'razı olmak'tan gaye; Allah'ın dünyayı kendisinin esirgemesini kerih görmesidirNice mal isteyen vardır ki onun kalbinde ne Allah'a karşı bir inkâr ve ne de fiiline karşı bir nâhoşluk vâki olur! İşte fakirliğin sevabını yakıp yok eden nâhoşluk bu demektir.

Hazret-i Ömer'den rivâyet edildiğine göre Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur:

Herşeyin bir anahtarı vardırCennetin anahtarı ise, fakir ve miskinlerin sevgisidirBu sevgi de sabırlarından ötürüdür. (Zira) onlar kıyâmet gününde Allah ile sohbet edeceklerin ta kendileridir36

Hazret-i Ali'den rivâyet edildiğine göre Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur:

Allah katında kulların en sevimlisi, rızkına kanaat eden ve Allah'ın hükmüne razı olan fakirdir37

Ey Allah'ım! Muhammed'in (aleyhisselâm) âlinin rızkını yetecek kadar kıl38

İster fakir, ister zengin olsun, hiç kimse yoktur ki kıyâmet gününde, 'keşke dünyada bana yetecek kadar mal verilseydi' temennisinde bulunmasın!39

Allahü teâlâ Hazret-i İsmail'e vahiy göndererek şöyle buyurmuştur:

- Beni kalpleri kırılmışların yanında ara!

- Onlar kimlerdir?

- Doğru olan fakirlerdir.

Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur:

Fakir razı olduğu zaman ondan daha faziletlisi yoktur40

Allahü teâlâ kıyâmet gününde şöyle der: 'ınahlûklarımdan seçtiğim kullarım nerede?' Melekler 'Ey rabbimiz! Onlar kimlerdir?' diye sorarlarAllahü teâlâ 'Onlar müslümanların, benim verdiğime kanaat eden, kaderime razı olan fakirleridirOnları cennete sokun!' derBu emir üzerine, melekler fakirleri cennete sokarlarFakirler yerler, içerlerOysa halk, hesap içerisinde hâlâ kıvranmaktadır41

Bu hüküm, kanaat eden ve kadere razı olan fakir hakkındadırZahidin faziletini, eğer Allah dilerse, kitabın ikinci şıkkında zikredeceğizRıza ve kanaat hakkındaki eserler ise pek çokturTamahkârlığın kanaata zıd düştüğü açıktır.

Hazret-i Ömer (radıyallahü anh) şöyle demiştir: 'Tamahkârlık fakirliktirHalkın servetinden ümidi kesmek zenginliktirHalkın elindeki servetten ümidini kesen, rızkına kanaat eden bir kimse onlardan müstağni olur'.

Ebû Mes'ud (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Hergün bir melek arşın altından şöyle çağırır: 'Ey Âdem oğlu! Sana kifayet edecek az mal, azdıracak çok maldan daha hayırlıdır'.

Ebu'd Derda şöyle demiştir: 'Aklında eksiklik olmayan hiç kimse yokturSebebi de dünya fazlasıyla kişiye geldiği zaman sevinirOysa gece ve gündüz, onun ömrünü tüketmek için durmadan çalışırlarO da buna hiç üzülmez! Âdem oğluna yazıklar olsun! Artan mal, eksilen ömür fayda vermez!'

Hükemadan birine şöyle denildi: 'Zenginlik ne demektir?' Cevap olarak 'Senin az temennin ve sana yetene razı olmandır!' dedi.

İbrahim b. Edhem, Horasan'ın zenginlerindendiBabası Belh emîrlerindendiBir gün köşkünden çıkarken köşkün bahçesinde duran bir kişiye baktı, kişinin elinde ısırdığı bir ekmek vardı, kişi ekmeği yediği zaman bulunduğu yerde uyuduİbrahim hizmetkârlarından birine 'Bu kişiyi, uyandığı zaman bana getir!' emrini verdiAdam uyandığı zaman hizmetkâr onu İbrahim'in huzuruna çıkardı.

- Ey kişi! Aç olduğun için mi ekmeği yedin?

- Evet! . .

- Doydun mu?

- Evet!

Sonra güzel uyudun mu?

- Evet!

Bunun üzerine İbrahim içinden şöyle dedi: 'ınadem ki nefis bu kadarla kanaat eder, artık ben dünyayı neyleyim!'

Amr bAbdikays, tuz ile yeşillik yiyen bir kişinin yanından geçtiBunun üzerine Amr ona 'Ey Allah'ın kulu! Sen dünyanın bu kadarcığına razı oldun mu?' dediKişi Amr'a 'Bundan daha kötüsüne razı olan birini sana göstereyim mi?" dediAmr 'Evet, göster' dediKişi 'Kim âhiret yerine dünyaya razı olursa, işte o bundan daha kötüsüne razı olmuş demektir' dedi.

Muhammed bVâsi' kuru bir ekmeği çıkarır, su ile ıslatır ve tuz ile yiyerek şöyle derdi: 'Kim dünyanın bu kadarcığına razı olursa, o hiç kimseye muhtaç olmaz'.

Hasan-ı Basrî şöyle derdi: Allahü teâlâ bazı kavimlere lânet etmiştir (etsin) Allah onlar için yemin etmiş, onlar Allah'a inanmamışlardı'Bunu söyledikten sonra şu âyeti okudu:

Gökte rızkınız da var, uyarıldığınız (azap) da var! Semanın ve yerin rabbine yemin olsun ki bu iş, sizin konuşmanız gibi gerçektir. (Zâriyât/22-23)

Ebû Zer (radıyallahü anh) bir gün halk arasında oturuyorduBu sırada hanımı gelerek şöyle haykırdı: 'Evde kepek bile yokken hâlâ bunların arasında oturuyorsun?' Ebû Zer 'Ey kadıncağız! Önümüzde geçilmez bir gedik vardırO gedikten ancak yükü hafif olan kurtulur' dediBunun üzerine hanımı, durumuna razı olarak dönüp gitti.

Zünnûn-i Mısrî şöyle demiştir: 'İnsanların küfre en yakını sabırsız fakirdir'.

Hakîmlerden birine şöyle denildi: 'Senin malın nedir?' Hakîm şöyle dedi: 'Zâhirde süslenmek, bâtında normal hareket etmek ve halkın elindeki servetten ümitsiz olmaktır'.

Rivâyet ediliyor ki Allahü teâlâ geçmiş peygamberlere gönderdiği semavî kitabların birinde şöyle buyurmuştur: 'Ey Âdem oğlu! Eğer dünyanın tamamı senin olsa ondan ancak yiyeceğin senindirBu bakımdan sana dünyanın tamamından yiyeceğini verdiğimde ve onun hesabını da başkasına yüklediğimde muhakkak (bilmelisin ki) sana iyilik yapmışımdır'.

Kanaat hususunda ise şöyle demiştir:

İnsanlara değil Allah'a yalvar! Başkasının malından ümidini kes, kanaat etMuhakkak ki azizlik ümitsizliktedirHer akraba ve yakınından müstağni ol! Muhakkak ki zengin, halktan müstağni olan kimsedir.

Yine aynı mânâda şair şöyle demiştir:

Ey cem'eden ve cem'ettiğini de başkasından meneden! Oysa zaman, kapılarından hangisini yüzüne kapatacağını takdir ettiği halde kendisini gözetirDüşünür ki ölümü kendisine nasıl gelecektir? Sabah mı gelecek veya ölümle geceleyip ölüm kapısını mı vuracaktır? Sen mal topladın! Ey mal toplayıcı! Bana söyle! O mal için o malı dağıtacak günleri de topladın mı? Mal senin yanında varislerin için depolanmıştırMal ancak onu infak ettiğin gün senin malındır! Allah'a güvenerek sabahtan işine giden bir gencin kalbi ne kadar da müreffehtirMuhakkak ki rızıkları taksim eden Allah ona rızık verecektirO gencin namusu korunmuşturOnu kirletmezYüzü yepyenidir, onu eskitmez! Kanaatin sahasına inen bir kimsenin, kanaatin gölgesinde kendisini uykusuz bırakan bir üzüntüsü kalmaz!

33) Tirmizî, (garib olarak) ; Hâkim, (sahih olarak)

34) Müslim

35) Ebû Mansur ed-Deylemî

36) Dârekutnî

37) İbn Mâce, (bir benzerini)

38) Müslim

39) İbn Mâce

40) Irâkî bu hadîsi bu ibare ile görmediğini söylemektedir.

41) Deylemî

34-5

Fakirliğin Zenginliğe Üstünlüğü

Halk bu hususta ihtilâfa düşmüştür: Cüneyd-i Bağdâdî, el-Havvâs ve bir çokları, fakirliğin üstünlüğüne kaildirlerİbn Atâ 'Şükreden ve zenginliğin hakkını yerine getiren zengin, sabreden fakirden daha üstündür' demiştir.

Deniliyor ki: Bu hususta kendisine muhalefet ettiğinden dolayı, Cüneyd, İbn Atâ'ya bedduada bulunduBunun üzerine, İbn Atâ'nın başına bir musibet geldi.

Biz bu meseleyi Sabır Kitabı'nda, sabır ile şükür arasındaki farkı anlatırken zikretmiştikAmellerde ve hallerde faziletin talebinin yolunu da belirtmiştikBu ise ancak tafsilât ile mümkündürFakirlik ve zenginlik, mutlak olarak ele alındıkları takdirde, haber ve eserleri okuyan bir kimse fakirliğin fazileti hakkında şüpheye düşmezFakat burada tafsilât lâzımdırŞüphe ancak iki makamda tasavvur edilir.

Birinci Makam: Bu sabreden ve talep üzerinde ihtirası olmayan fakirdirBu fakir kanaat eden veya malını hayırlara sarfeden zengine nisbeten daha fazla razı olmuştur.

İkinci Makam: Haris bir zenginle haris bir fakirdir; zira kanaat eden fakirin mal biriktiren ve harislik yapan zenginden üstün olduğunda şüphe yokturMalını infak eden zenginin haris fakirden daha üstün olduğu da muhakkaktır.

Birincisine gelince, çoğu zaman zannedilir ki zengin, fakirden üstündürÇünkü ikisi, mala karşı harisliğin zâfiyetinde eşittirlerFakat zengin, sadaka ve hayırlar yapmakla Allah'a yaklaşırFakir ise bundan acizdirİşte İbn Ata böyle zannetmiştirMal ile nimetlenen zengine gelince, her ne kadar bu mübah ise de bu zenginin kanaat eden fakirden daha üstün olduğu düşünülemezHaberde vârid olan da buna şehâdet ederFakirler Hazret-i Peygamber'e zenginlerin hayır, sadakalar, hac ve cihadla kendilerini geçtiklerinden şikayet ettiler.

Bunun üzerine Hazret-i Peygamber, tesbih hususunda onlara birkaç kelime öğretti ve onlara bu kelimelerle zenginlerin vardıkları derecelerin daha üstüne varacaklarını söylediBunun üzerine zenginler o kelimeleri öğrendiler ve onu söylemeye başladılarFakirler Hazret-i Peygamber'e gelip haber verdilerHazret-i Peygamber 'O Allah'ın faziletidirDilediği kuluna ihsân eder!' dedi.

İbn Atâ, bu mesele kendisine sorulduğu zaman, bu hadîsle istişhâd ederek şöyle dedi: 'Zengin üstündürÇünkü zenginlik, hakkın sıfatıdır!'

Birincisinin delilinde düşünmek gerekir; zira haber bunun hilâfına delâlet eden bir tafsilâtla varid olmuşturŞöyle ki: 'Fakirin tesbihteki sevabı, zenginin sevabından fazla olurFakirlerin o sevabı elde etmeleri ise, Allah'ın faziletidirAllah, faziletini dilediği kuluna verir'.

Zeyd bEslem, Enes b. Mâlik'ten şöyle rivâyet etti: Fakirler Hazret-i Peygamber'e bir elçi gönderdilerO elçi 'Ben fakirlerin sana gönderilen elçisiyim!' dediBunun üzerine Hazret-i Peygamber 'Sana ve yanlarından geldiğin kimselere merhaba! Onlar öyle bir kavimdir ki ben onları severim' dediElçi 'Ey Allah'ın Rasûlü! Zenginler hayrı tamamen bizden aldılarHacca giderlerBizim buna gücümüz yetmiyorUmre yaparlar, bizim ise buna tâkatimiz yok! Hasta oldukları zaman, mallarının fazlasını kendilerine zahire edinirler' dediBunun üzerine Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

Benden fakirlere tebliğ et! Muhakkak sizden sabreden ve ecrini Allah'tan isteyen bir kimse için zenginlerde olmayan üç nimet vardırBirincisi; cennette birtakım köşkler vardırYeryüzündeki insanların, gökteki yıldızlara baktıkları gibi, cennet ehli onlara bakarlarOraya ancak fakir bir peygamber, fakir bir şehid veya fakir bir Mü'min girerİkincisi; fakirler zenginlerden yarım gün önce cennete girerlerO yarım gün de beş yüz senelik bir zamandırÜçüncüsü; zengin 'Sübhânallahi velhamdü lillâhi ve lâ ilâhe illâllahü vallahü ekber' (Allah'ı tenzih ederim. Hamd Allah'a mahsustur. O'ndan başka mâbud yoktur ve Allah herşeyden yücedir) dediğinde fakir de onun gibi derse, zengin bu hususta fakire yetişemez, velev ki bu hususta onbin dirhem harcasınİyiliklerin hepsi de böyledir.

Bunun üzerine, fakirlerin elçisi yanlarına dönüp Hazret-i Peygamber'in söylediklerini kendilerine haber verdiOnlar da 'Biz razı olduk, razı olduk' dediler42

Bu hadîs Hazret-i Peygamber'in 'O, Allah'ın fazlıdırDilediği kuluna verir' sözünün, zikirlerinden ötürü fakirlere fazladan verilen sevapların Allah'ın fazlı mânâsına olduğuna delâlet eder.

Hazret-i Peygamber'in 'muhakkak ki zenginler hakkın sıfatıdır' sözüne gelince, meşâyihten biri şöyle demiştir: 'Allah'ın sebeplerle ve geçici servetlerle zengin olduğunu mu sanıyorsun?' Bunun üzerine itiraz eden susup konuşmadıBaşkaları da bu hadîs hakkında şöyle dediler: 'Kibir Allah'ın sıfatlarındandırO halde tevazudan daha üstün olması uygun olur!'

Sonra şöyle dediler: 'Bu cümle fakirliğin daha üstün olduğuna delâlet ederÇünkü kulluğun sıfatları kul için daha üstündürKorku ve ümit gibi. . .

Rubûbiyet sıfatlarında ise, hiçbir kulun Allah ile münâzaa etmesi uygun değildir'.

Allahü teâlâ bir hadîs-i kudsî'de şöyle buyurmuştur:

Büyüklük benim ridamdırAzamet benim izarımdırKim bu hususta benimle cedelleşirse onun belini kırarım.

Sehl et-Tüsterî şöyle demiştir: İzzetin ve bekanın sevgisi, rubûbiyette ortaklıktır ve bu hususta Allah ile cedelleşmektirÇünkü bunların ikisi de Allahü teâlâ'nın sıfatlarındandır'.

Zenginlik ve fakirliğin fazileti hakkında bu tür şeyler söyledilerSözün kısası, te'vil kabul eden umumî hükümlere, biri diğerini nakzetmesi uzak olmayan kusurlu kelimelere bağlıdır; zira nasıl ki zenginliği Hakkın sıfatı olmak hasebiyle üstün gören bir kimsenin sözü tekebbürle tenkid ediliyorsa, aynen onun gibi zenginliği kulun vasfı olduğu için kötüleyen bir kimsenin sözü de ilim ve marifetle tenkid ediliyorÇünkü ilim ve marifet Allah'ın sıfatıdır.

Cehalet ve gaflet ise, kulun sıfatıdırOysa hiçbir kimsenin gafleti ilimden üstün tutmaya yetkisi yokturBu bakımdan burada Sabır Kitabı'nda zikrettiğimiz için değil, başka şeyler için kastolunan şey, maksuduna izafe edilmeye lâyıktır; zira onunla fazileti belirirDünyanın bizzat kendisi mahzurlu değildirFakat Allah'a varmaktan alıkoyduğu için mahzurludur! Fakirlik de bizzat kendisi için matlûb değildirFakat onun içinde Allah'tan alıkoyan birşey olmadığı için kastolunurNice zengin vardır ki zenginlik kendisini Allah'tan meşgul etmiştirMesela Süleyman (aleyhisselâm) , Hazret-i Osman ve Abdurrahman bAvf gibiler. . .

Nice fakir vardır ki fakirlik onu meşgul edip hedeften uzaklaştırmıştırDünyada maksadın en yücesi, Allah'ın sevgisi ve O'nunla ünsiyet kurmaktırBu da ancak Allah'ı bildikten sonra olurOysa meşgul edenlerle beraber Allah'ın yolunu öğrenmek mümkün değildirFakirlik de bazen insanı Allah'tan meşgul ederTıpkı zenginliğin bazen meşgul ettiği gibi. . . Ancak hakîkatte meşgul eden dünya sevgisidir; zira dünya ile beraber Allah'ın sevgisi bir kalpte toplanmazBirşeyi seven onunla meşguldür; ister ayrılığında, ister kavuşmasında olsun! Bazen ayrılıktaki meşguliyet daha fazla olur ve bazen de kavuşmadaki meşguliyet daha fazla olur.

Dünya ise, gâfillerin mâşukasıdırOndan mahrum olan onun talebiyle meşguldürOna gücü yeten onu korumak ve lezzet almakla meşguldürBu bakımdan durum böyle iken mal sevgisinden kalbi uzak olan iki kişi olsa, ikisinin yanında da mal su gibi olurYanında mal bulunan ile bulunmayan eşittir; zira ikisi de ancak ihtiyacı kadar ondan lezzetlenirİhtiyaç kadarının varlığı, yokluğundan daha üstündür; zira aç bir kimse mârifet yolunu değil, ölüm yolunu izlerEğer işi en büyüğü itibariyle ele alırsan fakir tehlikeden daha uzaktır; zira zenginliğin fitnesi, fakirliğin fitnesinden daha şiddetlidirGücün yetmemesi de ismet (korunma) sıfatındandırBu sırra binaen ashâb-ı kiram şöyle demiştir: 'Biz fakirlik fitnesiyle belâlandırıldık, sabrettikZenginlik fitnesiyle belâlandırıldık, sabredemedik'Bu durum, bütün insanların tabiatıdırAncak birçok asırda bile pek nadir bulunan kimse müstesnadırŞeriatın hitabı, o nadir kimseye değil, bütün insanlara olduğu için, fakirlik de o nadir kimse hariç, bütün insanlar için daha elverişli olduğundan, şeriat aşırı zenginlikten sakındırıp onu kötülemiş, fakirliği de üstün kılıp övmüştürHatta Hazret-i Îsa (aleyhisselâm) şöyle demiştir: 'Ehl-i dünyanın mallarına bakmayın; zira onların mallarının parlaklığı, imanınızın nûrunu götürür'.

Âlimlerden biri şöyle demiştir: 'ınalların evrilip çevrilmesi îmanın tadını emer'.

Her ümmetin tapmak için bir buzağısı vardırBu ümmetin buzağısı ise, altın ile gümüştür43

Hazret-i Mûsa'nın kavminin buzağısının esası da altın ve gümüşten yapılmıştıMal ile suyun, altın ile taşın eşit olması, ancak peygamberler (aleyhisselâm) ve velî kullar için düşünülebilir. Sonra bunu müteakip, onlar için, uzun mücâhedenin yüzü suyu hürmetine Allah'ın fazileti tamamlanır; zira Allah'ın yüce peygamberi (sallâllahü aleyhi ve sellem) dünyaya şöyle hitab etmektedir:

Benden uzaklaş, benden uzaklaş!44 Zira dünya Hazret-i Peygamber'e süslerine bürünerek görünürdü.

Hazret-i Ali şöyle derdi: 'Ey altın! Benden başkasını kandır! Ey gümüş! Benden başkasını kandır'45

Bu sözü, nefsinde paraya kanma emaresinin belirdiğini hissettiğinden dolayı söylediEğer rabbinin delilini görmeseydi onunla aldanabilirdiRabbinin delili de mutlak zenginliktir; zira Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur:

Zenginlik fazla maldan ileri gelmezZenginlik ancak gönül zenginliğidir46

Bu durumun tahakkuku uzak olduğu için bütün insanlar için en yararlısı sadaka verseler, hayırlara sarfetseler bile fazla malın olmamasıdırÇünkü halk, mala kudretleri olduğu zaman dünya ile yakınlık kurmaktan ve zevk almaktan ayrılamazlarOnu vermekteki rahatı hissetmekten ayrılamazlarBütün bunlar beraberinde dünyaya bağlanmayı getirirKul dünyaya ne kadar bağlanırsa, o nisbette âhiretten ürkerAllah'ın mârifeti olan sıfatın dışındaki diğer sıfatlarından herhangi birine ne kadar ünsiyet verirse, o nisbette Allah'tan ve sevgisinden uzaklaşır! Dünyaya bağlanmanın sebepleri kesildiği zaman, kalp dünyadan ve onun süsünden uzaklaşırKalp Allah'ın gayrısından uzaklaştığı zaman, Allah'a îman ettiği için, şüphesiz ki Allah'a yönelir; zira boş olan bir kalp düşünülemezVarlıkta da Allah ve gayrısından başkası yokturBu bakımdan başkasına yönelen Allah'tan, Allah'a yönelen de başkasından uzaklaşırKişinin ikisinden birine yönelmesi, diğerinden uzaklaşması nisbetindedirBirine yaklaşması diğerinden uzaklaşması oranındadır.

İkisinin misali, doğu ile batının misali gibidirZira onlar iki cihettirlerOnların arasında gezen bir insan birine yaklaştığı nisbette ötekinden uzaklaşırBirine yaklaşmak diğerinden uzaklaşmanın ta kendisidirBu bakımdan dünya sevgisinin aynısı, Allah'ın buğzunun aynısıdırO halde arif kimsenin, dünyadan uzaklaşması veya dünyaya bağlanması hususunda dikkat edeceği yer kalbi olmalıdır.

Durum böyle olunca fakir ve zenginin fazileti sadece kalplerinin mal ile ilgilenmesi nisbetindedirEğer bu hususta eşit olurlarsa dereceleri de eşit olurAncak bu nokta gurur ve ayağın kaydığı yerdirÇünkü zengin kimse çok zaman kalbinin maldan ayrıldığını zannederOysa farkında olmadan kalbi mal sevgisiyle doludurAncak bunu, malı kaybettiği zaman hissederİşte bu nedenle malı dağıtmak sûretiyle veya malı çalındığında nefsini denemelidirEğer nefsinin mala iltifat ettiğini görürse, aldandığını bilmelidir.

Birçok kişi kalbinin cariyesinden ayrıldığını zannettiğinden ötürü cariyesini satmıştırFakat daha sonra kalbinde gizlenmiş olan ateş alevlenmiştirBöylece mağrurluğu açığa çıkarAteş külün altında gizli olduğu gibi, aşk da kalpte gizlidirBu durum, peygamberler ve velîler hariç bütün zenginlerin durumudur.

Madem ki bu durum muhal ve uzak bir ihtimaldir, öyleyse fakirliğin bütün insanlar için daha elverişli ve üstün olduğunu mutlak bir şekilde hükme bağlayalımÇünkü fakirin dünya ile ilgisi daha zayıftırİlgisinin azlığı nisbetinde ibadetlerinin sevabı artarÇünkü gaye olan dilin hareketi değil, daha önce sözü edilen ünsiyetin perçinleşmesidirDilin, anılanın dışında boş olan bir kalpteki ünsiyeti artırmaktaki tesiri, anılanın dışındaki şeylerle meşgul olan bir kalpteki tesiri gibi olmazİşte bundan ötürü seleften biri şöyle demiştir: 'Kim dünyayı talep ettiği halde kulluk yaparsa o, çabuk tutuşan sopa ile ateşi söndürmeye çalışan bir kimse gibidirElinin kokusunu balıkla gidermeye çalışan bir kimse gibidir'.

Ebû Süleyman ed-Daranî şöyle demiştir: 'Bir fakirin gücünün yetmediği bir nimetin önünde durup derinden bir nefes alması, zenginin bin yıllık ibadetinden daha değerlidir'.

Dahhâk'tan47 şöyle rivâyet ediliyor: 'Kim çarşıya girip iştahı çektiği bir şeyi görürse ve sabredip ecrini Allah'tan isterse bu durum, Allah yolunda infak ettiği bin dinardan daha hayırlıdır'.

Bir kişi Bişr bHaris'e 'Benim için Allah'a dua et! Çoluk çocuk beni pek sıkıntıya düşürdüler' deyince, Bişr şöyle dedi: "Ailen sana 'Evde ne un var, ne ekmek' dedikleri zaman sen bana dua etÇünkü o zaman senin duan benim duamdan daha makbul olur".

Bişr şöyle diyordu: 'İbâdet eden zenginin misali, mezbelelik üzerindeki bahçenin misali gibidirİbâdet eden fakirin misali ise, güzel bir kadının boynundaki gerdanlığın misali gibidir'.

Selef, zenginlerinden mârifet ilmini dinlemeyi kerih görürlerdiNitekim Ebû Bekir Sıddîk (radıyallahü anh) 'Ey Allahım! Senden nefsimden gelen adaletin yanında yumuşaklığı, kolaylığı ve zarurî ihtiyacı geçen malın miktarında da zâhidliği talep ediyorum'.

Hazret-i Ebû Bekir gibi biri, halinin kemâline rağmen, dünyadan ve dünyanın varlığından bu kadar sakınırsa, acaba 'ınalın fazlasının olmaması, olmasından daha elverişlidir' hükmünde şüpheye düşen bir kimse nasıl olur? Bu durumla beraber, zenginin en güzel hali, helâlinden kazanmak, candan infak etmektirBuna rağmen kıyâmet arasatında onun hesabı uzar ve beklerOysa hesapta münakaşaya tutulan azap görür.

Bu sırra binaen Abdurrahman bAvf (radıyallahü anh) cennetten gecikmiştir; zirâ Hazret-i Peygamber'in gördüğü gibi hesapla meşgul olmuştur.

Ebu'd Derda (radıyallahü anh) şöyle demiştir: 'Mescidin kapısında beni namazdan, zikirden alıkoymayan ve hergün elli altın kâr edip Allah yolunda harcayacağım bir dükkânım olmasını istemezdim'.

'Sen neden böyle bir dükkânın olmasından kaçınıyorsun?' denildiğinde, şöyle demiştir Hesabın zorluğundan ötürü istemiyorum'.

Süfyân es-Sevrî şöyle demiştir: 'Fakirler üç şeyi tercih ettiler, zenginler de üç şeyi tercih ettilerFakirler nefsin rahatını, kalbin boşalmasını ve hesabın hafifliğini tercih ettilerZenginler nefsin zorluk çekmesini, kalbin meşguliyetini ve azabın şiddetini tercih ettiler!'

İbn Atâ'nın 'Zenginlik Allah'ın vasfıdır ve dolayısıyla fakirlikten daha üstündür' sözüne gelince, bu hüküm yerinde bir hükümdürFakat kul malın hem varlığından, hem de yokluğundan müstağni olduğu zaman, durum böyledir; yani malın varlığı ve yokluğu kişi için eşit ise, İbn Atâ’nın hükmü doğru olurAma malın varlığıyla zengin ve devam etmesine muhtaç olursa, bu tür zenginlik Allah'ın zenginliğine benzemezÇünkü Allahü teâlâ bizâtihî zengindirGitmesi düşünülen şeylerle zengin değildirMalın ise, çalınmak sûretiyle gitmesi düşünülebilirİbn Atâ'nın aleyhinde ileri sürülen delil şudur ki Allahü teâlâ'nın zenginliği geçici şeyler ve sebeplerle değildirBu delil de malın daimî kalmasını isteyen bir zenginin aleyhinde sıhhatli bir delildirAllahü teâlâ'nın sıfatları kula lâyık değildir' diyen hükme gelince bu hüküm, sıhhatli bir hüküm değildirAksine ilim Allah'ın sıfatlarındandırKul için en üstün bir sıfattırKulun en son varacağı nokta Allah'ın ahlâkı ile ahlâklanmasıdır.

Şeyhin biri şöyle diyordu: 'Allah'a giden yolun yolcusu, yolu kat'etmeden önce, Allah'ın doksan dokuz ismi onun için sıfatlar olur; yani o isimlerin her birinden payı olur'.

Kibirlenmeye gelince, bu kula lâyık değildir; zira kendisine karşı kibirlenmeye müstehak olmayana karşı kibirlenmek Allah'ın sıfatlarından değildirMüstehak olana karşı böbürlenmek ise, Mü'minin kâfire karşı, âlimin cahile, itaat edenin âsiye karşı kibirlenmesi gibi, bu O'na lâyıktırEvet! Bazen tekebbürden ahmaklık, katılık ve başkasına eziyet vermek kastolunurBu ise, Allahü teâlâ'nın vasfı değildirAllahü teâlâ'nın vasfı her şeyden daha büyük olması ve bunun böyle olduğunu bilmesidirKul ise, eğer gücü yetiyorsa, mertebelerin en yücesini aramakla mükellef kılınmıştırFakat hakkı olduğu gibi istihkakla ancak bu mertebeye varırBâtıl ve kandırıcı yollarla değil! Bu bakımdan Mü'minin kâfirden, itaat edenin âsiden, âlimin cahilden, insanın hayvan, cemad ve bitkiden daha yüce ve Allah'a daha yakın olduğunu bilmek kulun vazifesidirEğer kul nefsini şüphesiz bir şekilde bu sıfatla muttasıf olarak görürse, tekebbür sıfatı kul için hâsıl olmuştur ve bu sıfat kula uygundurAynı zamanda da hakkında faziletlidir.

Ancak bunun mârifetine kulun yolu yoktur; zira bu, son nefesi îman ile kapatmaya mütevakkıf bir hükümdürKul ise, son nefesinin nasıl kapanacağını bilmemektedirİşte bunu bilmediği için nefsine kâfirin rütbesinden daha üstün bir rütbe vermemelidir; zira kâfirin son nefesini imanla ve kendisinin de küfürle vermesi mümkündürBu bakımdan, neticeyi bilmediği için, kibirlenmek kulun şanına yakışmazŞeyin olduğu gibi bilinmesi düşünüldüğü için, ilim, kişinin hakkında kemâldirÇünkü Allah'ın sıfatlarındandırBazı şeylerin bilinmesi, bazen zarar verdiği için, bu bilgi de kişide bulunması düşünülen sıfatlarındandırMadem durum budur, şüphe yok ki bu, faziletin en son noktasıdır ve bununla enbiya, evliya ve ulema üstünlük elde etmişlerdirMadem ki durum budur, eğer kişinin nezdinde malın varlığı ile yokluğu eşitse, işte bu eşitlik, bir yönden, Allahü teâlâ'nın sıfatı olan zenginliğe benzeyen zenginliktendirBu bakımdan fazilettirMalın varlığı ile zenginliğe gelince, bunda bir fazilet düşünülemezİşte buraya kadar bahsettiğimiz, kanaat eden fakirin şükreden zenginin haline göre durumunu beyan etmektir.

Kanaatkâr Fakir ve Şükreden Zengin Olmak

İkinci makam, haris olan fakirin halini, haris zenginin haline nisbet etmek hakkındadırFarzedelim ki bir şahıs mal talep ediyorElde etmek için yoğun çaba sarfediyor ve malı kaybediyor. Sonra buluyorOnun için malın kayıp olma hali de, var olma hali de vardırAcaba bu kişinin bu iki halinden hangisi daha üstündür? Bu durumda şuna dikkat etmek gerekir: Eğer gayesi, yaşamak için yemek, din yolunda yürümek ve o maldan bu hususta faydalanmak ise, bu kişi için mal sahibi olması daha faziletlidirÇünkü fakirlik, kendisini mal kazanmakla meşgul eder! Geçim sıkıntısı çeken bir kimsenin tefekkür etmeye, zikretmeye gücü yetmezAncak meşguliyete rağmen yeterli malı bunlara güç yetiren başka! Bu sırra binaen Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur:

Ey Allahım! Muhammed'in (aleyhisselâm) âlinin nafakasını yetecek kadar kıl!

Fakirlik neredeyse küfür olacaktı! Yani zarurî ihtiyaçla beraber olan fakirlik. . .

Eğer istenilen, ihtiyaçtan fazla veyahut ihtiyaç miktarı ise, fakat gaye onunla din yolunda yürümeye yardım etmek değilse, bu durumda fakirlik hali daha üstün ve daha elverişlidirÇünkü harislik ve mal sevgisinde eşit oldukları gibi, din yoluna yardım etmek hususunda, fakirlik ve zenginlik sebebiyle herhangi bir mâsiyete teşebbüs etmemek hususunda da eşittirlerFakat şu hususta ayrılırlar: Mal bulan, edindiği mala ünsiyet eder, o malın sevgisi kalbinde yerleşir, dünyaya bel bağlar! Muhtaç olan fakir ise, kalbi dünyadan uzaklaşır, dünya onun yanında kendisinden kurtulmak istenilen bir hapishane gibi olurBütün haller müsavi olup da dünyadan iki kişi ayrıldığı takdirde onların hali şüphesiz daha korku vericidir; zira onun kalbi dünyaya iltifat eder, âhiretten ürkerTabiîdir ki bu ürkme, dünyaya olan sevgisi nisbetindedirOysa Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

Rûh'ul-Kudüs (Cebrâîl) kalbime şöyle ilham etti: 'Sev sevebildiğini! Muhakkak ondan ayrılacaksın!'

Hazret-i Peygamber'in bu hadîsi, sevgiliden ayrılmanın çok zor olduğuna dikkati çekmektedirBu bakımdan senin için en uygunu senden ayrılmayacak olanı sevmendirO da Allahü teâlâ'dırSenden ayrılacak olan dünyayı sevmemendirSen dünyayı sevdiğin zaman, Allah ile mülâki olmaktan ikrah edersinDolayısıyla ölümle Allah'ın huzuruna varışın, istemediğin bir yere varmak ve sevdiğinden ayrılmak olurKim sevdiğinden ayrılırsa, ayrılıktaki eziyeti, onu sevdiği ve ona bağlandığı nisbette olurDünyayı elde eden ve dünyaya güç yetirenin dünya ile bağlantısı, dünyayı kaybedenin dünya ile bağlantısından daha fazladırİsterse fakir insan dünya hakkında harîs olsun yine de zengin kadar dünyaya bağlı olmazBu tedkik ve tahkik neticesinde anlaşıldı ki fakirlik daha şerefli, daha üstün ve iki yer müstesna bütün insanlar için daha elverişlidir.

O istisna edilen yerlerin biriHazret-i Âişe'nin zenginliği gibi bir zenginliktirBöyle bir zenginin yanında varlık ile yokluk eşittirHatta varlık böylelerinin derecelerini artırır; zira varlıktan ötürü fakir ve miskinlerin duasını kazanırOnların bozuk durumlarının düzelmesine vesile olur.

İkincisi ise, zaruret miktarından daha fakir olmaktır; zira bu şekildeki fakirlik, neredeyse küfre sebep olacak kadar tehlikeli bir fakirliktirBöyle bir fakirlikte hiçbir şekilde hayır yokturAncak onun varlığı hayatını idame ettirip sonra mal ve hayatıyla küfür ve masiyete yardım ediyorsa durum değişirEğer aç olarak ölürse, günahları daha az olurBu bakımdan bu durumda, onun için en iyisi, aç olarak ölmesi ve muhtaç olduğu nafakayı bile elde edememesidirİşte buraya kadar söylediğimiz, zenginlik ve fakirlik hakkındaki hükmün tafsilâtıydıŞimdilik haris, mal talebine alabildiğine dalmış, maldan başka bir hedefi olmayan bir fakir ile malı korumak hususunda o fakirden daha az haris olan ve malın yokluğu ile eğer malı kaybederse fakirin fakirliğinden ötürü duyduğu üzüntü kadar bir üzüntü duymayan bir zengin hakkındaki hükmü tedkik etmek meselesi kaldı.

İşte burada dikkatli olmak gerekirEn açık fetva bu iki şahsiyetin de Allah'tan uzaklığı, malın yokluğundan dolayı duydukları üzüntüleri nisbetindedirAllah'a yakınlıkları ise, malı kaybetmekten dolayı duydukları üzüntünün zâfiyeti nisbetindedirBu husustaki ilim Allah'ın katındadır.

42) Irâkî, bu siyak ile görmediğini, fakat bu mânâda İbn Mâce'nin İbn Ömer'den bir hadîs rivâyet ettiğini söylemiştir.

43) Deylemî, Müsned'ül Firdevs

44) Hâkim

45) İmâm-ı Ahmed, Zühd

46) Müslim, Buhârî

47) Dahhâk b, Müzahim el-Hilalî, meşhur müfessirlerdendir, Hicretin 100, senesinden sonra vefat etmiştir

Fakirliğin Hakîkati, Fakir'in Çeşitli Halleri ve İsimleri

Fakirin, bâtınında, zâhirinde, ihtilât ve fiillerinde uyması gereken birtakım edepleri vardırOnları gözetmesi gerekirBâtın edeplerine gelince, kalbinde Allahü teâlâ'nın kendisine bir deneme olarak vermiş olduğu fakirliği hor görmemesidir; yani Allah'ın fiilini, Allah'ın fiili olmak hasebiyle her ne kadar fakirliği hor görse de hor görmemesidirTıpkı kan aldıran bir kimse gibi. . .

Kan aldırmaktan ötürü eziyet çektiğinden onu hor görürFakat kan alıcıya ve kan alma aletine hor bakmazAksine kan alıcıya karşı minnet duyarİşte derecelerinin en azı budur ve böyle yapmak farzdırBunun zıddı ise haram ve fakirlik sevabını yakıcıdır.

Ey fakirler cemaati! Allah'ın fiiline razı olun! (Bu takdirde) fakirliğinizin sevabını elde etmiş olursunuzAksi takdirde mahrum kalırsınız.

Hazret-i Peygamber'in bu hadîs-i şerîfinin mânâsı şudurBu derecelerin daha yücesi, fakirliği de hor görmeyip, aksine fakirliğe razı olmasıdırFakirliği talep etmek, zenginliğin tehlikelerini bildiğinden dolayı, fakirliğe sevinmek, bâtınında Allah'a tevekkül edip zaruret miktarını kendisine vereceğine güvenmek ve ihtiyaç miktarından fazlasını hor görmek daha yüce bir derecedir.

Hazret-i Ali şöyle demiştir: 'muhakkak ki Allahü teâlâ'nın, fakirlikten ötürü birtakım azapları ve yine fakirlikten ötürü birtakım sevapları vardır'.

Bu bakımdan fakirlik, sevabı kazandırdığı zaman onun alâmetlerinden biri, onunla ahlâkını güzelleştirmek, rabbine itaat etmek, halinden şikayet etmemek ve kulluğundan dolayı teşekkür etmektirCezayı gerektirmesinin alâmetlerinden biri fakirlikte ahlâkını kötüleştirmek, ibadetini bırakmak sûretiyle rabbinden şikayet etmek, kaza ve kaderine küsmektir! Bu her fakirin durumunun övülmediğine delâlet ederAllah'ın kaderine kızmayıp, razı olan veya fakirliğe sevinen ve meyvesinin ne olduğunu bildiğinden dolayı razı olan fakir övülür; zirâ şöyle denilmiştir: Herhangi bir kula dünyadan birşey verildiği takdirde ona 'Bunu üç şey üzerine al' denir:

1Meşguliyet

2Üzüntü

3Âhirette uzun hesap.

Zâhirinin edebine gelince, iffet ve güzelliğini belirtip, fakirlik ve şikayetini belirtmemelidirHatta fakirliğini örtbas etmelidirÖrtbas ettiğini de örtbas etmelidir.

Allahü teâlâ çoluk çocuk babası olduğu halde iffetli olan fakiri ve Mü'min kulunu sever48 Bilmeyen, utangaçlıklarından ötürü onları zengin zanneder. (Bakara/273)

Süfyân es-Sevrî şöyle demiştir: 'Amellerin en faziletlisi, meşakkat anında tahammül göstermektir'.

Bir başka zat da şöyle demiştir: 'Fakirliği örtmek, sevabın hazinelerindendir!' Amellerdeki edebi, hiçbir zengine zenginliğinden dolayı tevazu göstermemesidirAksine zengine karşı gururlanmalıdır.

Hazret-i Ali şöyle demiştir: 'Allah'ın sevabına rağbet etmek bakımından zenginin fakire tevazuu ne güzeldir!'

Bundan daha güzeli, Allah'a güvenmek bakımından, fakirin zengine karşı gururlanmasıdır! Bu bakımdan bu bir rütbedirBu rütbeden daha azı, zenginlerle oturmaya rağbet göstermemesidirÇünkü böyle yapmak tamahkârlığın başlangıçlarındandır.

Süfyân es-Sevrî şöyle demiştir: Fakiri, zenginlerle oturup kalktığı zaman görürsen onun riyakâr olduğunu bil! Sultanla oturup-kalktığı zaman görürsen hırsız olduğunu bil!'

Ariflerden biri şöyle demiştir: 'Fakir zenginlerle oturup kalktığı zaman kulpu kopar, ismeti kalkarOnlara gönül verdiği zaman sapıtır!' Zenginlere yağcılık yapmak ve vereceklerine ta mah etmek bakımından, hakkın zikrinden sükût etmesi uygun değildir.

Fiillerindeki edebine gelince, fakirlikten ötürü ibâdetten gevşememeli, kendisinde fazla olanın birazını vermekten imtina etmemeli; zira bunu vermek, yoksulun takati nisbetinde çaba sa fetmesidirBunun fazileti çok ve zenginlikten dolayı verilen birçok mallardan daha fazladır.

Zeyd bEslem'den rivâyet edildiğine göre Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur:

- Sadakanın bir dirhemi, Allah katında, yüz bin dirhemden daha üstündür.

- Ey Allah'ın Rasûlü! Bu nasıl olur?

- Bir kişi malının fazlalığından yüz bin dirhem çıkarıp, sadaka verirse, bir kişi de iki dirheminden birini gönül rızasıyla çıkarıp, sadaka olarak verirse, işte bir dirhemin sahibi yüz bin dirhemin sahibinden (bu takdirde) daha üstün olur49

Hiçbir malı istif etmemesi uygundurİhtiyaç miktarını alıp gerisini çıkarıp vermelidirMalı istif etmekte üç derece vardır:

Biricisi: Sadece bir gün, bir gece için istif etmesidirBu derece, sıddîkların derecesidir.

İkincisi: Kırk gün için azık edinmelidir; zira kırk günden fazla olanı uzun emel beslemeye dahildirKırk günlük müddeti ise, âlimler Hazret-i Mûsa'ya (aleyhisselâm) tayin edilen miaddan anlamışlardır.

Bu bakımdan o miaddan kırk gün yaşamayı ümit etmenin ruhsatlı olduğu anlaşılmaktadırBu derece, muttakîlerin derecesidir.

Üçüncüsü: Bir sene için istif etmesidirBu ise, ruhsatta mertebelerin en uzağıdır ve salihlerin mertebesidir.

Kim azık edinmekte bu son mertebeyi geçerse o, halk tabakasının bilgisizlik ve sarhoşluğuna girerTamamen hususîliğin hudutları dışına çıkar! Bu bakımdan zayıf olan bir salihin zenginliği, kalbinin bir senelik azığı bulunması sebebiyle itminana kavuşmasıdırHavass'tan olan bir kimsenin zenginliği, kırk günlük bir azıktadırHavass'ül-Havass'ın zenginliği, bir gün bir gecelik azıktadırHazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) bu kısımların benzeri üzerinde kadınlarına taksimat yapmıştırMal olduğu zaman bazılarına bir senelik azık verir, bazılarına kırk günlük, bazılarına da bir gün ve bir gecelik. . . Bir gün ve bir gecelik verilenlerden biri de Hazret-i Âişe ile Hazret-i Hafsa'dır.

48) İbn Mâce, Taberânî, İbn Adiyy ve Beyhakî

49) Nesaî, (Ebû Hüreyre'den muttasıl olarak)

34-6

Fakirin Âdâbı

Kendisine gelen bir şey hususunda, fakirin üç şeyi mülâhaza etmesi uygundur.

1Malın kendisini,

2Verenin hedefini,

3Kendisinin almaktaki gayesini.

Malın kendisine gelince, malın helâl ve bütün şüphelerden uzak olması gerekirEğer malda şüphe varsa, onu almaktan sakınmalıdırBiz helâl ve haram bahsinde şüphenin derecelerini, nelerden sakınmanın farz olduğunu ve neden sakınmanın müstehab olduğunu zikretmiştik.

Verenin gayesine gelince, ya fakirin kalbini hoş edip, muhabbetini talep etmektir bu takdirde bu hediyedir veya sevaptır ya da Allah için ona yardım etmektir bu takdirde sadaka ve zekât olur veya anmak, riyakârlık ve gösteriştirBu da ya mücerred olarak kastolunur veya diğer gayelerle karışık olarak kastolunur.

Birincisi

Hediyeyi kabul etmekten ibaret olan birinci kısma gelince, hediye kabul etmekte sakınca yokturÇünkü hediyeyi kabul etmek Hazret-i Peygamber'in sünnetidirFakat hediyede minnetin olmaması gerekirEğer hediyede minnet varsa, en iyisi terkedilmesidirEğer onun bir kısmı hakkında minnetin büyük olduğunu bilirse, o kısmı geri vermeli, diğer kısmı kabul etmelidirÇünkü Hazret-i Peygamber'e (sallâllahü aleyhi ve sellem) yağ, peynir ve bir koç hediye edildiHazret-i Peygamber yağ ile peyniri kabul edip koçu geri verdi50

Aynı zamanda, bazı insanların hediyesini kabul eder, bazılarınkini geri çevirirdi:

Ben Kureyşî, Sakafî, Ensarî ve Devs kabilelerinden başkasından hediye kabul etmemeye azmettim51

Tabiînden bir cemaat da böyle yapmıştırFeth bŞahref el-Mevsilî'ye içinde elli dirhem bulunan bir kese gönderilince, Atâ'nın Hazret-i Peygamber'den rivâyet ettiği şu hadisi nakletti:

Kim istemeden kendisine bir rızık gelir, o rızkı geri çevirirse, onu Allah'a geri çevirip veriyor demektir. (Bu da Allah'ın ikramını kabul etmemek olur!) 52

el-Mevsilî, bu keseyi açtı, bir dirhemini aldı ve diğerini geri verdi.

Hasan-ı Basrî de bahsi geçen hadîsi rivâyet ediyorduFakat bir kişi kendisine bir kese ve bir bohça dolusu da Horasan'ın ince elbisesinden getirdiBunu geri çevirdi ve şöyle dedi: 'Kim benim bu meclisimde oturup insanlardan gelen bu gibi hediyeleri kabul ederse, o kıyâmet gününde nasibi olmadığı halde Allah'ın huzuruna varır'.

Hasan-ı Basrî'nin bu sözü delâlet eder ki âlim veya vâiz verileni kabul ederse, durumu daha şiddetlidirOysa Hasan, arkadaşlarından hediye kabul ederdi.

İbrahim et-Teymî, arkadaşlarından bir veya iki dirhem gibi bir miktarı ister, fakat arkadaşı olmayan bir kimse ona yüzlerce dirhem teklif etse almazdı.

Seleften biri, dostu kendisine mal verdiği zaman, dostuna 'Onu yanında bırak! Dikkat et! Eğer onu kabul ettikten sonra senin kalbinde sevgim, kabul etmeden önceki sevgimden daha üstün ise bana haber ver onu alayımAksi takdirde almayacağım' derdi.

Bunun alâmeti, eğer hediyeyi geri çevirirse, geri çevirmenin kendisine zor gelmemesi, kabul etmekle sevinmesi, dostu hediyesini kabul etti diye onu canına minnet saymasıdırEğer hediyeyi kabul eden ona bir minnet karıştığını bilirse, buna rağmen onu kabul etmek mübahtırFakat sadık fakirlerin nezdinde mekruhtur.

Bişr el-Hafî dedi ki: 'Sırrî es-Sakatî hariç, hiç kimseden birşey istemedimÇünkü nezdimde Sırrî es-Sakatî'nin dünya hakkındaki zâhidliği takarrur etmiştirO, birşeyin elinden çıkmasıyla sevinir, kalmasıyla üzülürÖyle ise istemekle onun sevdiğinde ona yardımcı olmuş olurum'.

Bir Horasanlı, Cüneyd-i Bağdâdî'ye hediye olarak bir mal getirdiO maldan yemesini istediCüneyd dedi ki:

- Onu alıp fakirlere dağıtacağım.

- Böyle yapmanı istemiyorum.

- Ben ne zamana kadar yaşayacağım ki bunu yiyeyim?

- Onu tatlı ve güzel yemeklere sarfetmeni istiyorum.

Bunun üzerine Cüneyd o malı kabul ettiHorasanlı dedi ki:

- Bağdad'da senden daha fazla bana minnet yükleten birini tanımıyorum.

- Ancak senin gibilerden hediye almak uygun olur!

İkincisi

İkincisi, sadece sevap için olmasıdırBu da ya sadaka veya zekâttırBu bakımdan sadakayı (zekâtı) alan, nefsinin sıfatlarını tedkik etmeli, zekâta müstehak olup olmadığını araştırmalıdırEğer şüpheye düşerse alması şüpheli olurBunun tafsilâtını 'Zekâtın Sırları' bahsinde zikretmiştikEğer aldığı sadaka ise, sadaka veren dindar olduğu için ona veriyorsa, içine bakmalıdırEğer gizli olarak bir günah işleyen bir kimse ise ve sadakayı veren eğer o günahı bilirse, kendisinden kaçacağını ve kendisine sadaka vermek sûretiyle Allah'a yaklaşmayı ummuyorsa böyle bir sadakayı alması haramdırNasıl ki sadaka veren, sadaka verdiği kimseyi âlim veya Ehl-i Beyt'den sanıp sadaka verirse ve haddi zatında sadaka alan da böyle değilse, aldığı sadaka katıksız haram ise, aynen onun gibi bu da haramdır!

Üçüncüsü

Verenin gayesi gösteriş, riya ve şöhret sahibi olmaktırBu bakımdan bu kimsenin bozuk maksadını yüzüne çarpmak ve sadakasını kabul etmemek daha uygundur; zira böyle bir kimseden sadaka almak, onun yanlış hedefine yardımcı olmak demektirSüfyân es-Sevrî, kendisine verilen sadakayı geri çevirip şöyle derdi: 'Eğer onların böbürlenerek bu sadakayı zikretmeyeceğini bilmiş olsaydım kabul ederdim!'

Âlimlerden biri kendisine gelen hediyeleri reddetmekten dolayı kınandıBuna

cevap olarak şöyle dedi: 'Ben onların hediyelerini ancak onlara şefkat ve nasihat olsun diye reddediyorumÇünkü onlar hediyelerini zikrederler ve onun bilinmesini isterlerBu bakımdan hem malları gider, hem de ecirleri yanıp kül olur!'

Almaktaki gayesine gelince, verilen sadakaya muhtaç olup olmadığını, nafakasına sarfedip sarfetmediğini araştırması gerekirEğer verilene muhtaç olduğu halde, verilen sadaka ve veren kimse hakkında zikrettiğimiz şüphe ve âfetten selâmet kalmışsa, bu takdirde en faziletlisi almaktır.

Zenginliğinden veren bir kimse, ecir bakımından, muhtaç olduğu zaman alan bir kimseden daha büyük değildir53

Kim dilenmek ve gözetmeksizin kendisine birşey gelirse, o gelen Allah tarafından kendisine sevkedilen bir rızıktırO geleni geri çevirmesin54

Âlimlerin biri şöyle demiştir: 'Kim kendisine verildiği halde almazsa, istemiş de kendisine verilmemiş kimse gibidir!'

Sırrî es-Sakatîİmâm-ı Ahmed bHanbel'e birşeyler gönderirdiBir defasında İmâm-ı Ahmed hediyeyi geri çevirdiBunun üzerine Sırrî es-Sakatî kendisine 'Ey Ahmed! Hediyeyi geri çevirmenin âfetinden sakınÇünkü geri çevirmenin âfeti, almanın âfetinden daha şiddetlidir' dediBunun üzerine İmâm-ı Ahmed ona 'Söylediğini bana tekrar et!' dediSırrî söylediğini tekrar etti ve İmâm-ı Ahmed 'Ben o hediyeyi yanımda bir aylık nafakam olduğundan dolayı geri çevirdimBu bakımdan onu benim için yanında sakla! Bir aydan sonra bana gönder' dedi.

Âlimlerden biri şöyle demiştir: 'İhtiyacına rağmen verileni geri çevirmenin, tamahkârlık belâsına, şüphe veya benzerine girmeye sevketmesinden korkulur'.

Kişiye gelen mal, ihtiyacından fazla ise durumuna bakılır: Durumu ya nefsiyle meşgul olmaktır veya fakirlerin işlerini tekeffül etmek ve onlara tabiatındaki şefkat ve cömertlikten dolayı infak etmektirEğer nefsiyle meşgul ve âhiret yolunun yolcusu ise almasının hiçbir mânâsı yokturÇünkü bu durumda almak, sadece hevâ-i nefse tâbi olmaktırOysa Allah için olmayan amel sadece şeytanın yoluna dâvet ederKim korunun etrafında dolaşırsa (bilmediği halde) koruya girmesi pek yakın bir ihtimaldir! Sonra o kişinin iki makamı vardırOnların biri açıkta sadakayı almak, gizlice sahibine geri vermektedir veya açıkta almak, gizlice fakirlere dağıtmaktırBu makam sıddîkların makamıdırNefse gayet ağır gelirAncak riyazet ile nefsi itminana kavuşan bir kimsenin gücü buna yeter! İkincisi, sahibi onu daha muhtaç bir kimseye sarfetsin diye almaması veyahut alıp daha muhtaç bir kimseye vermesidirBu iki durumu da gizlice veya açıkça yapabilirBiz daha önce fakirliğin bazı hükümleriyle beraber, zekâtın esrarı bahsinde açıkça almanın mı, gizli almanın mı daha iyi olduğunu zikretmiştik.

İmâm Hanbel'in Sırrî es-Sekatî'nin hediyesini almamasına gelince, bu ancak İmâm'ın o sadakaya muhtaç olmamasından ötürüdür; zira o zaman imamın yanında bir aylık azığı vardıOnu alıp da başkasına sarfetmek sûretiyle nefsini meşgul etmeye de razı olmadıÇünkü bu tür meşguliyette âfetler ve tehlikeler vardırMuttakî bir kimse ise, âfetlerin bulunduğu yerden kaçarÇünkü şeytanın nefsini aldatmasından emin değildir!

Mekke-i Mükerreme'de mücavir olanlardan biri şöyle anlatıyor: 'Yanımda biraz para vardıOnları Allah yolunda infak etmek için hazırlamıştımKâbe'yi tavaf etmiş, bitirmiştimGizli birsesle şöyle diyen bir fakiri dinledim:

(Yârab) Gördüğün gibi açım! Gördüğün gibi çıplağım! Acaba gördüğün hakkında ne diyorsun ey gören ve görülmeyen Allah!?

O fakire baktımSırtında iki tane eskimiş elbise vardıBedenini örtecek gibi değildilerİçimden dedim ki: 'Buna sarfetmekten daha iyi bir yer göremiyorum!' Hemen paraları ona getirdimParalara bakıp onlardan beş dirhem aldı ve 'Dört dirhem iki tane peştamalın sermayesidirBir dirhemi de üçe ayırıp infak edeceğimGerisine ise benim ihtiyacım yoktur' deyip gerisini bana iade etti.

Onu ikinci gece gördümSırtında iki tane yeni peştemal vardıBu manzara karşısında içimde ona karşı birşey doğduBana baktı, elimden tuttuBeni beraberinde yedi tur tavaf ettirdiHer turu yer madenlerinden bir cevher üzerinde oluyordu ki o cevherler ayaklarımızın altından topuklarımıza kadar çıkıyor ve ses veriyorduOnlardan bir kısmı altın, gümüş, yakut, inci ve mücevher idiBu manzara, Kâbeyi ziyaret edenlere görünmüyorduBunun üzerine bana dedi ki:

Bütün bunları Allah bana verdi ve ben bunlara karşı zâhidlik gösterdimHalkın elinden geleni alıyorumÇünkü bu cevherler ağır bir yük ve fitnedirHalktan gelende ise, halk için rahmet ve minnet vardır!

Bunları zikretmekten gayem, ihtiyaçtan fazla olan malın, sana imtihan ve fitne olarak verildiğini bildirmektirÇünkü Allah kula onu o malla ne yapacağına bakmak için vermiştir.

İhtiyaç miktarı ise, sana şefkat olarak gelirÖyleyse şefkat ile imtihan arasındaki farktan gâfil olma!

Biz yeryüzünde olan şeyleri kendisine süs olsun diye yarattık ki onların hangisinin daha güzel amelde bulunacağını imtihan edelim! (Kehf/7)

Âdem oğlunun ancak üç şeyde hakkı vardır:

1Belini doğrultan yemekte,

2Avret mahallini örten elbisede,

3Kendisini koruyan evdeBundan fazla olan hesaptır!

Madem ki durum budur, sen bu üç şeyden ihtiyaç miktarı almakla sevap kazanırsınFazlasından eğer Allah'a isyan etmemişsen hesaba mâruz kalırsınEğer isyan etmişsen Allah'ın azabına da mâruz kalırsınAllahü teâlâ'ya yaklaşmak için ve nefsin sıfatını kırmaktan dolayı lezzetlerden birini terketmeye azmetmen de imtihandırMal ise, onunla aklının kuvvetini denemiş olasın diye sana dupduru gelirÖyle ise en iyisi ondan imtina etmendirÇünkü nefse azmini bozmak hususunda ruhsat verildi mi ahdini nakzetmeye meyleder ve eski âdetine dönerArtık onu kahretmek mümkün olmazBu bakımdan onu reddetmek mühimdirO da zühddürEğer alıp bir muhtaca sarfederse, bu da zühdün en son zirvesidirBu zirveye ancak sıddîk olanlar varabilirler! Halin cömertlik, mal vermek, fakirlerin hukukunu korumak, sulehâdan bir cemaati idare etmek olduğu zaman, ihtiyacından fazlasını al! Çünkü o, fakirlerin ihtiyacından fazla değildirOnu hemen onlara sarfetmeye bakOnu azık yapma! Çünkü bir gece dahi onu elde tutmakta büyük fitne ve imtihan vardırBu bakımdan o, çoğu zaman kalbine tatlı gelirSen onu tutarsan senin için büyük bir fitne olabilirBir topluluk kendisim fakirlerin hizmetine verip bunu servet edinmek, yemek ve içmekte israfa kaçmak hususuna vesile kılmışsa bu, helâk olmanın ta kendisidirOysa gayesi şefkat ve şefkatten dolayı sevabı talep etmek olan bir kimse ise, Allah'a hüsn-i zan etmek temeli üzerine borç etmeli, zâlim sultanlara güvenerek borç etmemelidirEğer Allah helâlinden ona verirse borcunu öderEğer ödeyemeden önce ölürse Allah onun yerine öder ve onun alacaklılarını razı ederO da borç aldığı kişilerin yanında durumunun belli olması şartına bağlıdırBu nedenle borç veren kimseyi aldatmamalı, yalancı va'dlerle kandırmamalıdırAksine halini açıklamalı ki o da basiretli bir şekilde bile bile borç versinBöyle bir kimsenin borcunun beytülmâl'den ve zekâttan ödenmesi farzdır.

Rızkı dar olan da Allah'ın ona verdiğinden harcasın. (Talâk/7)

Bu ayetin mânâsının 'İki elbisesinden birisini satsın' veya 'Nüfuzunu kullanmak sûretiyle borçlansın' demek olduğu söylenmiştir; zira nüfuz da Allah'ın kişiye vermiş olduğu nimettendir.

Seleften biri şöyle demiştir: 'Allah'ın birtakım kulları vardır, ellerindeki servet nisbetinde infak ederlerAllah'ın birtakım kulları da vardır ki Allah'a yapmış oldukları hüsn-i zan nisbetinde infak ederler'.

Seleften biri ölürken malını üç gruba vasiyet etti: Kuvvetlilere, cömertlere ve zenginlere. . . Kendisine 'bunların kimler olduğu' sorulunca cevap olarak 'Kuvvetliler Allah'a tevekkül eden kimselerdirCömertler Allah'a hüsn-i zan besleyen kimselerdirZenginler de, kendilerini tamamen Allah'ın ibâdetine veren kimselerdir' dedi.

O halde ne zaman kendisinde, malda ve verende bu şartları görürse onu almalıdırAldığının verenden değil de Allah'tan geldiğini telâkki etmelidirÇünkü veren, vermeye âmâde kılınmış bir vasıtadırKendisini vermeye dâvet eden kuvvetler, irade ve inançlar onu vermeye mecbur etmiştir.

Hikâye olunuyor ki halktan biri Şakîk el-Belhî'yi elli arkadaşıyla beraber dâvet ettiMükellef bir sofra hazırladıŞakîk oturduğu zaman arkadaşlarına "Bu kişi 'Kim bu yemeği hazırladığımı ve getirdiğimi görüp kabul etmezse, benim yemeğim ona haram olsun' diyor" dediŞakîk'in bu sözü üzerine bütün arkadaşları kalkıp çıktılarAncak derecede onlardan eksik olan bir genç sofrada kaldıBunun üzerine, konak sahibi Şakîk'e 'Ben bunu kasdetmedim!' dediŞakîk 'Ben de arkadaşlarımın Tevhîd'ini denemek istedim!' diye karşılık verdi.

Hazret-i Mûsa (aleyhisselâm) şöyle demiştir: 'Yarab! Gördüğün gibi rızkımı, İsrailoğulları'nın eliyle veriyorsunŞu adam bir gün sabah yemeğini, öbür adam akşam yemeğini bana yediriyor'Bunun üzerine Allahü teâlâ, Musa'ya 'Veli kullarım hakkında böyle yaparımOnların rızıklarını tembel kullarımın elleriyle veririm ki o tembelleri ecir sahibi kılayım' diye vahyettiBu bakımdan vereni, ancak musahhar ve Allah tarafından me'cûr (ecir sahibi) olarak görmelidir.

Allahü teâlâ'dan hüsn-ü tevfîkini talep ederiz!

50) İmâm-ı Ahmed

51) Ebû Dâvud, Tirmizî

52) Irâkî bu şekilde mürsel olarak görmediğini söylemektedir, ancak bundan sonra gelen hadîs bu hadîsin mânâsını doğrulamaktadır.

53) Taberânî

54) Daha önce geçmişti.

34-7

Dilenciliği Haram Kılan Zenginlik

Dilenmek hakkında birçok yasaklar ve tehdidler ve yine dilenmenin ruhsatı hakkında da hüküm vârid olmuşturZira Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur:

Dilenci atın sırtında binici olarak gelse bile hakkı vardır55

Yanmış bir tırnakla olsa dahi dilenciyi sevindirerek geri gönderin56

Eğer dilencilik mutlaka haram olsaydı saldırgan bir kimseye saldırganlığından dolayı yardım edilmesi caiz olmazdıOysa dilenciye vermek ona yardım etmek demektirBu bakımdan burada perdeyi kaldıran (hüküm) şudur: Dilencilik esasında haramdırAncak zaruretten veya zarurete yakın mühim bir ihtiyaçtan dolayı mübah olurEğer dilencilik mecburî değilse, haramdırBiz 'dilencilik esasında haramdır' sözünü dilencilik haram olan üç şeyden ayrılmadığı için söyledik.

1Allahü teâlâ'dan şikayet etmek; zira dilencilik fakirliği belirtmek ve Allah'ın nimetinin kendisine eksik verildiğini zikretmektirBu ise, şikayettirNasıl ki başkasının mülkü olan köle, dilendiği takdirde, dilenmesi efendisini horlamak olursa, aynen bunun gibi kulların dilenmesi de Allahü teâlâ'yı kınamaktırBunun haram olması uygundurDilenmek, murdar hayvanın etinin zaruretten dolayı helâl olduğu gibi ancak zaruretten dolayı helâl olabilir.

2Dilencilikte şahsın Allah'ın gayrisine karşı nefsini zelil etmesi vardırOysa Mü'min bir kimse Allah'tan başkasına karşı nefsini zelil etmezAksine nefsini ancak mevlâsına karşı zelil edebilirÇünkü böyle bir zillette izzet vardırDiğer halk da onun gibi kullardırZaruret olmaksızın onlara karşı zillet göstermemelidir.

Dilencilikte verene nisbeten isteyenin zilleti vardır.

3Dilenci, verenin eziyetinden çoğu zaman kurtulamazÇünkü veren çoğu zaman can ü gönülden vermezEğer dilenciden utanarak veya riyakârlık yaparak verirse bu, verene de haramdır.

Eğer vermezse çoğu zaman utanır ve vermediğinden dolayı nefsinde eziyet duyar; zira nefsini cimriler sûretinde görürBu bakımdan vermekte malın eksikliği, vermemekte manevî mertebenin eksikliği vardırBunların ikisi de eziyet vericidirlerBu eziyetin sebebi de dilencidirOysa zaruret olmaksızın eziyet vermek de haramdırSen bu üç mahzuru anladığın takdirde,

Hazret-i Peygamber'in şu hadîsini anlamış olursun:

Dilenmek fâhiş haraketlerdendirFâhiş hareketlerden de dilenmekten başkası helâl kılınmamıştır!57

Dikkat edersen Hazret-i Peygamber, dilenciliği fâhişlerden saymıştır! Oysa fâhişin ancak zaruretten dolayı mübah olacağı gizli değildirNitekim boğazına lokma tıkanmış ve yanında şaraptan başka içecek bir madde mevcut olamayan bir kimse için şarabın (lokmayı indirecek kadarının) mübah olması gibi. . .

Kim zengin olduğu halde dilenirse o ancak cehennem közlerini toplamış olurKim kendisini zengin eden bir serveti olduğu halde dilenirse, kıyâmet gününde, yüzü takırdayan bir kemik olduğu halde Allah'ın huzuruna gelirYüzünde et diye birşey olmaz58

Başka bir lâfızda 'Onun dilenmesi onun yüzünde yara ve bere olur' şeklinde gelmiştir.

Bu lafızlar dilenmenin haramlığı ve şiddetli azabı gerektirdiği hakkında açıkça vârid olan lâfızlardırHazret-i Peygamber, bir kavimle İslâm üzerine biat ettiOnlara İslâm'ı dinlemelerini ve itaat etmelerini şart koştu. Sonra onlara hafif bir kelime söyledi: 'Halktan hiçbir şey dilenmeyin'Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) çok zaman dilenmekten sakınmayı emrederek şöyle derdi:

Bizden isteyene veririzFakat kim kendisini zengin sayarsa Allah onu zengin ederKim bizden istemezse bizim nezdimizde daha sevimlidir59

- Halktan müstağni olunuz! Az isteyen daha hayırlıdır.

- Senden istemekten de mi?

- Benden istemekten de. . . 60

Hazret-i Ömer, akşam namazından sonra bir dilencinin sesini işittiKavminden birine 'Bu kişiyi götür, akşam yemeğini yedir!' dediKişi dilenciyi götürüp akşam yemeğini yedirdi. Sonra Hazret-i Ömer ikinci bir defa onun sesini işitti, o kişiye 'Ben sana bunu götürüp akşam yemeğini yedir demedim mi? dediAdam 'Ben ona akşam yemeği yedirdim' dediBunun üzerine Hazret-i Ömer dikkat ettiDilencinin eli altında ekmekle dolu bir sepet gördü ve şöyle dedi: 'Sen dilenci değil tüccarsın!' Sonra sepeti alıp zekât develerinin önüne serdi ve dilenciyi kamçı ile dövüp 'İkinci bir defa dilenme!' diye emir verdi.

Eğer dilenmek haram olmasaydı, Hazret-i Ömer dilenciyi dövmez, sepetini elinden almazdıBelki himmeti zayıf ve kursağı dar olan fakîh, Hazret-i Ömer'in bu yaptığını uzak görür ve der ki: 'Hazret-i Ömer'in dilenciyi dövmesi, dilenciyi terbiye etmektirŞeriatta ta'zir cezası vardırHazret-i Ömer'in ondan malı alması ise, müsadere etmektirOysa şeriat, malı almak sûretiyle ceza verme hakkında bir hüküm getirmemiştirAcaba Hazret-i Ömer nasıl bunu caiz görmüştür?' Fakîhin Hazret-i Ömer'in bu hareketini uzak görmesinin sebebi, fıkıh ilmindeki eksikliğindendirAcaba bütün fakîhlerin fıkhı, Hazret-i Ömer'in fıkhı yanında nedir? Onun Allah'ın dininin sırlarına muttali olması ve kullarının maslahatlarını bilmesi yanında bütün fakîhlerin fıkhı nerede kalır? Acaba Hazret-i Ömer'in malı müsadere etmesinin caiz olmadığını bilmediğini mi sanıyorsun veya bildiği halde öfkesinden dolayı Allah'a karşı bu mâsiyeti işlediğini mi sanıyorsun? Biz, Hazret-i Ömer'i bundan tenzih ederiz. Veya maslahat gereği Hazret-i Peygamber'in teşrî buyurduğu yolun gayrisiyle, sakındırmak istediğini mi sanıyorsun? Bunlar Hazret-i Ömer'den ne uzak şeyler; zira bu sonuncusu mâsiyettirBu meselede Hazret-i Ömer'in o dilenciyi dilenmekten müstağni gördüğünü ve kendisine birşey verenin ancak muhtaç olduğuna inanarak verdiğini, kendisinin yalancı olduğunu, hile yapmakla beraber aldığı malın mülkiyetine girmediğini ve o malı ayırdedip sahiplerine geri vermesinin de zor olduğunu iyi düşün; zira o malın sahiplerinin kimler olduğu bilinmemektedirBu bakımdan ortada sahipsiz bir mal vardırÖyleyse o malı maslahata sarfetmenin farz olduğunu, zekat develeri ve yemlerinin de maslahattan olduğunu gören fakîh kâmil bir fakîhtirYalancı olduğu halde, ihtiyacını belirtmekle beraber dilenenin alması, Hazret-i Ali'nin soyundan olduğunu iddia edip bu vasıfla alanın yalancı olduğa halde alması gibidirZira böyle bir kimse aldığını mülk edinmezYine salih olduğundan dolayı kendisine sadaka verilen sûfinin oysa iç âleminde öyle bir günah işliyor ki şayet sadaka sahibi, onun o günahı işlediğini bilse kendisine birşey vermeyecek aldığı gibidirBiz bu kitabın birçok yerinde, bu vechile, aldıklarını mülk edinmediklerini ve kendilerine haram olduğunu ve sahibine geri verilmesinin farz olduğunu zikrettikBu bakımdan birçok fakîhin gâfil oldukları bu mânânın doğruluğuna Hazret-i Ömer'in yaptığıyla delil getir!

Nitekim biz, birçok yerde bunu takrir eyledikBu fıkıhtan gâfil olarak Hazret-i Ömer'in yaptığının bâtıl olduğuna delil getirme! Dilenmenin zaruretten dolayı mübah olduğunu bildiğin zaman anla ki insan, bir şeye ya mecbur, ya şiddetli bir şekilde veya az muhtaçtır veyahut da kendisine muhtaç değildirİşte bunlar dört haldir: Mecbur olmaya gelince o, ölümünden veya hastalığından korktuğu zaman aç veya bedenini örtecek bir elbisesi olmayan çıplak bir kimsenin dilenmesidirİstenilen malın mübah olması hususunda ve kendisinden istenilenin de iç âleminde razı olması ve isteyenin de çalışmaktan aciz olması hususunda zikredilen diğer şartlar mevcut olduğu takdirde, bu dilenme mübah olurÇünkü çalışmaya kudreti olup, tembellik yapan bir kimse dilenmezAncak ilmî araştırma onun bütün vaktini alırsa durum değişir.

Kimin yazısı varsa o, yazıcılık yapmak sûretiyle çalışmaya muktedirdirMüstağni'ye gelince, müstağni o kimsedir ki yanında bir veya birkaç misli olduğu halde, birşeyi başkasından isterBöyle bir kimsenin dilenmesi kesinlikle haramdırZikredilen bu iki taraf apaçıktır.

Şiddetli bir şekilde muhtaç olana gelince, ilaca muhtaç olan hasta gibidirİlacı kullanmazsa korkusu belirmezFakat buna rağmen korkudan da uzak değildir ve cübbesi olup kış mevsiminde o cübbenin altında hiç gömleği olmayan, soğuktan, zaruret hududuna varmayan bir şekilde eziyet çeken bir kimse gibidirZahmetle yürümeye muktedir olduğu halde binek kiralamak için dilenen kimsenin hükmü de böyledirDilenmenin mübahlığı, böyle bir kimsenin üzerine de tahmil olunmaya uygundurÇünkü bu da kesin bir ihtiyaçtırFakat bu takdirde dilenmesine 'Mekruh' denilmez'Benim cübbemin altında iç gömlek yokturSoğuğa katlanıyorum, fakat bana çok zor geliyor!' derse, eğer bu sözünde doğru ise, doğruluğu dilenciliğine eğer Allah dilerse kefaret olur.

Hafif ihtiyaca gelince, evden çıkarken elbisenin üstüne giyip yırtıklarını örtmek için bir elbise dilenen ve elinde ekmek olduğu halde katık dilenen kimse gibi. . . Merkebin kirasına gücü yettiği halde atın kirası için dilenen gibi. . . Devenin sırtında durabilecek haldeyken hevdec kiralamak için dilenmek gibi. . . Bu ve benzeri olanlar eğer bunlardan gayrisini belirtmek sûretiyle halini örtbas etmeye çalışırsa- haramdırEğer yoksa ve kendisinde şikayet, zillet ve karşıdaki insana eziyet vermekten ibaret olan üç mahzurlu şeyden biri varsa, yine dilenmek haramdırÇünkü böyle bir ihtiyaçla bu mahzurlar mübah olmazlarEğer dilenmesinde bu mahzurlardan herhangi biri yoksa, bu şartlar dahilinde kerahetle beraber dilenmesi mübahtır.

Soru: Dilenmenin bu üç mahzurdan uzak olması nasıl mümkün olur?

Cevap: Şikayet, Allah'a şükretmeyi ve halktan müstağni olmayı belirtmek ve muhtaç olan bir kimsenin dilenmesi gibi dilenmemekle defolurFakat şöyle demelidir: 'Ben elimdeki malla zenginimFakat serkeş nefis elbisenin üzerinden giymek için bir elbise daha istiyor'Bu ise, ihtiyaçtan fazla ve nefisten gelen bir fazlalıktırBu bakımdan böyle demekle, şikayet hududundan çıkmış olurZillete gelince, babasına, yakınına veya dilenmekten ötürü gözünden düşmeyeceği ve alaya mâruz kalmayacağı dostundan ve yahut da malını böyle durumlar için âmâde kılan bir kimseden istemesidirBu durumdan ötürü zillet, kendisinden sakıt olur; zira zillet, şüphesiz minnetin gereğidir! Eziyet vermeye gelince, bundan kurtulmanın çaresi, dilenirken özellikle bir şahsı kastetmemesidirSözü ortaya atmalı ki ancak gönülden teberruda bulunan bir kimse buna yanaşırEğer topluluğun içinde belli bir kişi varsa dilenciye vermediği zaman kınanacaksa onun bulunduğu mecliste, umumî şekilde dilenmek de ona eziyyettir; zira o çoğu zaman kınanmaktan korktuğu için istemeyerek verirOysa onun hoşuna giden eğer kınanmaksızın kurtulursa vermemektirBelli bir şahıstan istediği zaman, açıkça istememelidirKişinin eğer vermemek istiyorsa duymamazlıktan gelebileceği bir şekilde istemelidirEğer kişi duymamazlıktan gelmeye muktedir olmakla beraber, duymamazlıktan gelmeyip verirse, vermeye rağbeti vardır demektirİşte bu vermekle eziyet görmüş olmuyor demektirÖyle bir kimseden dilenmesi gerekir ki eğer kendisini reddeder veyahut da duymamazlıktan gelirse, kendisinden utanmamalıdırÇünkü dilenciden utanmak, kendisinden dilenene eziyet verirNitekim dilencinin gayrisiyle beraber olan riyanın eziyet verdiği gibi. . .

Soru: Vereni teşvik eden şeyin, ya dilenen veya hazır olanlardan utanması olduğunu bildiği halde verileni alırsa, acaba bu helâl midir veya şüpheli midir?

Cevap: Katıksız bir haramdırHaramlığında ümmet arasında ihtilâf yokturHükmü, başkasının malını, dövmek veya müsadere etmek sûretiyle almanın hükmüdür; zira sopayla bedenin zâhirini dövmek ile hayâ ve kınanma korkusunun kamçısıyla kalbi dövmenin arasında fark yokturHatta kalbi dövmek, akıllılara daha şiddetle tesir ederBu adam sadece zâhirde razı olmuştur.

Ben ancak zâhirle hükmederimGizlilere ise, Allah hükmeder!

Hazret-i Peygamber'in bu sözünü öne sürmek de caiz değildirÇünkü Hazret-i Peygamber'in bu hadîsle kasdettiği husûmet ve davaları halletmekte kadıların mecburiyeti ve zarurî durumlarıdır; zira husûmetleri bâtına ve hallerin karinelerine dönüştürmek onlar için mümkün değildir! Bu bakımdan kadılar, dil ile olan sözün zâhiriyle hükmetmeye mecbur kaldılarOysa dil, birçok yalanın tercümanıdırFakat zaruret bunu gerektirdiBu, Allah ile kul arasındaki şeyden sual etmektirBuradaki 'Hâkim', 'Ahkem'ül Hâkimîn'dirOnun nezdinde kalpler, diğer hâkimlerin nezdindeki diller gibidirHer ne kadar sana fetva verseler de sen bu hususta kalbine bak; zira fetva veren, kadıların ve sultanın muallimidirDünyada hükmetsinler diye onlara öğretmiştirKalplerin müftüsü ise, âhiret âlimleridirOnların fetvasıyla âhiret sultanının satvetinden kurtulur.

Fakîhin fetvasıyla dünya sultanının satvetinden kurtulduğu gibi. . . Madem ki durum budur, sahibinin gönül rızasıyla vermediği şey Allah katında kendi mülkü olmaz! Onu sahibine geri vermek mecburiyetindedirEğer geri çevirmekten utanır da geri çevirmezse, o, dilenilen malın kıymetini hediye şeklinde sahibine vermelidir ki mesuliyetten kurtulsunEğer mal sahibi hediyesini kabul etmezse onu mal sahibinin varislerine geri vermelidirDilenip kazandığı mal eğer elinde zâyi olursa, Allah katında o malı ödemeye mecbur olurO malda tasarruf ettiği için âsîdirEziyete vesile olan dilenmekle de âsî olmuştur.

Soru: Bu bâtın bir iştirBuna muttali olmak çok zordurBundan kurtuluş yolu nedir? Çoğu zaman dilenci mal sahibinin, malını rızasıyla verdiğim zannederOysa mal sahibi malını vermeye çoğu kez hiç de razı değildir.

Cevap: Bu sebeple muttakîler dilenmeyi tamamen terketmişler, hiç kimseden birşey almamışlardırBişr el-HafîSırrî es-Sakatî'den başka kimseden birşey almazdı'Biliyorum ki Sırrî, elinden malın çıkmasıyla sevinirBen de sevdiği bir hususta ona yardımcı oluyorum' derdi.

Dilencilik hakkında tehdid ve iffete sarılma hakkındaki emirlerin tekidi bu hikmetten ileri gelse gerek; zira eziyet ancak zaruretten dolayı helâl olurO da şu demektir: Dilenci tehlike ile karşı karşıyadırKurtuluş yolu kalmamıştırKendisine isteyerek ve eziyetsiz kimse yardımda bulunmazBu takdirde kendisine dilenmek mübah olurNitekim zaruret halinde (ölmeyecek kadar) domuz ve murdar eti yemenin mübah olması gibi. . .

Bu bakımdan dilenmemek müttakîlerin yoludurKalp erbabı içinde hallerin karinelerine muttali olmakta basirete güvenenler vardıOnlar sadece bazı kimselerden alırlardıOnlardan sadece dostlarından alan da vardıBir kısmı da verilenin bir kısmını alır bir kısmını geri çevirirdiHazret-i Peygamber'in koç, yağ ve peynir hususunda yaptığı gibi yaparlardıBunların bu durumları, istemeksizin kendilerine verilen hediye hususunda cariydiÇünkü kendiliğinden verilen bir hediye, şüphesiz ki verenin rağbetinden ileri gelirFakat verenin rağbeti bazen mertebe elde etmek, riya veya iştihardırİşte böyle olduğu zaman o muttakî yoksullar onu almaktan sakınırlardıDilenmeye gelince iki yer hariç, ondan tamamen imtina ederlerdi.

Birincisi zarurettirZaruret halinde, peygamberlerden üç kişi istemiştir: Hazret-i SüleymânHazret-i Mûsa ve Hızır!61

Şüphe yoktur ki bu zatlar, ancak kendilerine vermeyi isteyen bir kimseden istemişlerdirİkincisi, dostlardan istemektirSelef, dostlarının malını, izin almaksızın ve istemeksizin alırdıÇünkü kalp sahipleri maksadın kalbin rızası olduğunu, dilin konuşması olmadığını bilirlerOnlar arkadaşlarına güvenirlerdiArkadaşlarının kendilerine vermekle sevineceklerini bilirlerdiArkadaşlarının isteklerini vermekte şüphe ettikleri zaman sadece isterlerdiAksi takdirde dilleriyle istemekten müstağni idiler; yani istemeksizin alırlardıDilenmenin mübah olmasının hududu; verenin, eğer sende bulunan ihtiyacı bilirse, dilenmeksizin sana yetecek kadarını vereceğini bilinendirBu takdirde istemenin, ihtiyacı belirtmekten başka hiçbir tesiri yokturOnu hayâ ile harekete getirmek, hilelerle onun vicdanını kabartmak değildirBazen dilenciye öyle bir hâl olur ki bu halde kendisinden mal talep edilen adamın kalben razı olmasından şüphe etmezBu da hallerin karinesiyle bilinirBu bakımdan birinci halde almak, katıksız helâldir.

İkinci halde almak ise katmerli haramdırBu iki halin arasında, hakkında şüphe edilen birçok haller vardır, kişi o hallerde kalbinden fetva istemelidirKalbini rahatsız eden hali bırakmalıdırÇünkü bu günahtırBu bakımdan kendisini şüpheye düşüreni bırakıp, şüphesiz olanı almalıdırHallerin karineleriyle bunu idrâk etmek, zekâsı kuvvet bulmuş, hırsı ve şehveti zayıflamış bir kimse için pek kolaydırEğer harisliği kuvvet bulmuş, zekâsı zâfiyete uğramış ise bu durumda işine gelen kendisine görünürBu bakımdan kerahete delâlet eden karineleri sezemez.

Bu inceliklerle Hazret-i Peygamber'in şu hadîs-i şerîfinin sırrına muttali olunur:

Kişinin kazancından yemesi, yiyeceğinin en helâlidir.

Hazret-i Peygamber'e, kelimeleri toplayıcı ifade tarzı ihsan edilmiştirÇünkü çalışması olmayan ve babasının veya yakınlarından birinin çalışmasından kendisine miras olarak kalan bir mala sahip bulunmayan kimse, insanların elinden dilenmeksizin yese bile, ancak dindarlığından ötürü yemiş olurO halde, eğer iç âlemi keşfolunduğunda dindarlığından dolayı kendisine birşey verilmeyecek durumda ise aldığı haram olurEğer dilenmekten dolayı kendisine verilirse, acaba kendisinden mal istediğinde kalbi vermeye razı olan var mıdır? Acaba sadece zarurî ihtiyacı kadar dilenen var mıdır? Halkın elinden yiyen bir kimsenin hallerini tedkik ettiğinde anlarsın ki yediğinin hepsi veya çoğu haramdır ve yine anlarsın ki helâl, senin veya sana miras bırakanın helâlinden çalışıp kazandığı kazançtırBu bakımdan halkın elinden yemek ile takvanın bir arada bulunması uzak bir ihtimaldirÖyleyse Allah'tan dileğimiz; başkasından tamahımızı kesmesi, helâliyle bizi haramından müstağni etmesi, faziletiyle kendisinden başkasından bizi müstağni kılması, minnet ve cömertliğinin genişliğiyle bunları bize yapmasıdırÇünkü O, dilediğinin üzerinde kudret sahibidir.

55) Ebû Dâvud, (Hüseyin b. Ali'den)

56) Ebû Dâvud, Tirmizî

57)

58) Ebû Dâvud ve İbn Hıbbân

59) İbn Eb'id-Dünya

60) Bezzâr, Taberânî.

61) Hızır'ın peygamber olup olmadığı ihtilaflıdır. Âlimlerin çoğu velî olduğu fikri üzerinde ittifak etmişlerdir. Müellif ise peygamberliğine kaildir.

34-8

Dilenmede Ölçü

Kim zengin olmasına rağmen dilenirse, o ancak ateş korunu isterÖyleyse ister bunu azaltsın, ister çoğaltsın!

Bu hadîs dilenciliğin haram oluşuna açık bir delildirFakat buradaki zenginliğin sınırını tâyin etmek çok zordurBunun sınırını tâyin etmek bizim vazifemiz değildirBunlar ancak şeriat sahibinden dinlemekle öğrenilebilir.

Allah'ın zenginliği ile Allah'tan başka şeylerden müstağni olun!62

Allah'ın zenginliği nedir?' denince, Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur: 'Bir günlük sabah kahvaltısı ve akşam yemeğidir!'

Elli dirhemi veya onun değeri kadar altını olduğu halde dilenen bir kimse ısrarla dilenmiş olur!63

Başka bir lâfızda 'Kırk dirhem' diye vârid olmuşturNe zaman takdirler değişik, haberler de sıhhatli olursa o zaman o haberleri değişik durumlara hamletmek gerekir; zirâ hak bir tanedirTam olarak takdir etmek ise mümkün değildirBurada mümkün olan en son şey, yaklaşık olarak tahmin ve takdir etmektirBu ise ancak muhtaçların hallerini kapsayıcı bir taksimle tamamlanır.

Bu bakımdan Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

Âdem oğlunun ancak üç şeyde hakkı vardır: Belini doğrultan bir yemek, avretini örten bir elbise, ayıbını gizleyen bir ev. . . Bundan fazlası hesaptır!64

Bu bakımdan bu üçü, ihtiyaçlarda, cinsleri açıklamada, miktarda, vakitlere bakmak hususunda esas kabul edilmelidirCinsler, hadîste bahsi geçen o üç şeydirOnların durumunda olanlar da onlara dahildirHatta misafir yürümeye muktedir olmadığı zaman binek kirası da buna dahildirBunun gibi olan diğer mühim işler de böyledirKişinin nefsi, ailesi, çocuğu ve hayvanları gibi kefaleti altında bulunan herşey buna dahil olur.

Miktarlara gelince, elbisede, dindarlara uygun olanı gözetmelidirO da bir elbise, bir iç gömleği, bir mendil, bir don ve bir ayakkabıdır.

Her cinsten iki tane edinmeye ihtiyaç yokturBuna evin bütün eşyası kıyas edilmelidirElbisenin ince, kapların bakırdan olmasını istemek uygun değildirÇünkü onların göreceği vazifeyi, çamurdan yapılmış kap kacak da görürBöylece insan onlardan müstağni olurBu bakımdan bir tane ve en düşüğü ile eğer âdetten pek fazla uzak değilse yetinmelidirYemeğe gelince, onun günlük miktarı bir avuçturO da şeriatın takdir ettiği miktardırOnun çeşidi ise arpadan olsa dahi gıda olan şeydirKatık ise, zarurî olan gıdadan fazla bir şeydirKatığı tamamen kesmek zarar verirBu bakımdan bazı durumlarda katık için dilenmeye ruhsat vardır.

Meskene gelince, onun en azı, yeteri kadar olmasıdır Bu da, ancak ziynet olmaksızın böyledirMeskeni süslemek ve genişletmek için dilenmekse, zengin olduğu halde dilenmek gibidir! Vakitlere izafeten olmasına gelince, hal-i hazırda muhtaç olduğu bir günlük yemeğe, giyeceği bir elbiseye, sığınacağı bir meskene muhtaç olduğunda şüphe yokturGelecek zaman için dilenmesine gelince, bunun üç derecesi vardır:

Birincisi, yarın muhtaç olacağı miktardır.

İkincisi, kırk veya elli gün sonra muhtaç olacağı miktardır.

Üçüncüsü, bir senede muhtaç olacağı miktardır.

Kendisine ve eğer ailesi varsa ailesine beraberinde bir sene yetecek kadar yiyecek bulunan bir kimsenin dilenmesi haramdırÇünkü bu zenginliğin en son haddidirHadîs-i şerifteki 'Elli dirhem'le takdir, bu mânâ üzerine hamledilir; zira tutumlu hareket ederse, bir kişiye beş dinar kâfi gelirÇocuk sahibi bir kimseye ise, çoğu zaman bu miktar kâfi gelmezEğer bir seneden önce buna muhtaç olursa, (bu takdirde durumuna bakılır) : Eğer o zaman dilenmeye kudreti olacak ve fırsat elinden kaçmayacaksa şimdiden dilenmek kendisi için helâl değildirÇünkü şimdilik muhtaç değildirÇoğu kez de yarına kadar yaşayamazBu bakımdan muhtaç olmadığı bir şeyi dilenmiş olurO halde, sabah kahvaltısı ile akşam yemeği kendisine kâfi gelirBu miktar ile takdir etmek hakkında vârid olan hadîs de buna hamledilirEğer dilenme fırsatı gelecekte elinden çıkacak ve şimdi dilenmezse muhtaç olduğu anda kendisine yardım edecek bir kimseyi bulamayacaksa şimdiden dilenmek kendisine mübah olur; zira bir sene yaşayacağını ummak uzak bir ihtimal değildirOysa o, dilenmeyi tehir etmekle, zarûri gıdasını temin etmekten aciz olup zarara uğramış olurEğer gelecekte dilenmekten aciz kalma korkusu zayıf ve kendisi için dilendiği şey de zarurî değilse, bu şartlar altında dilenmesi mahzurludurKerahiyet mecburiyetin, zayıflığın ve fırsatın elden gitme korkusunun ve dilenmeye muhtaç olacağı zamanın gecikmesinin nisbetinde olur!

Bütün bunlar kontrol altına girmeyen şeylerdirBu durum, ancak kulun iştihadına, Allah ile olan haline bakmasına bağlıdırBu bakımdan bu hususta kalbinden fetva isteyip onunla amel etmelidirEğer âhiret yolunun yolcusu ise böyle yapması gerekirKimin yakîni daha kuvvetli, gelecek zamanda rızkının gelmesine güveni daha tam ise, bu kimsenin Allah katındaki derecesi daha yücedirBu bakımdan bu durumda gelecek korkusu olmazOysa Allahü teâlâ sana ve ailene, günlük nafakanı vermiştirGelecek endişesi, yakînin zâfiyetinden ve şeytan korkusuna kulak vermekten ileri gelir.

şeytan sizi kendi dostlarından korkutur, eğer inanmış iseniz onlardan korkmayın benden korkun. (Âl-i İmrân/175)

Şeytan sizi fakirlikle korkuturSize çirkin şeyleri yapmayı emrederAllah ise, size kendi tarafından bağışlama ve lütuf va'dediyor. (Bakara/268)

Dilenmek, zaruretten dolayı mübah kılınan bir çirkinliktirGelecek bir zamanın ihtiyacı için dilenen bir kimsenin hali velev ki dilendiği şeye sene içerisinde muhtaç olsa bile miras olarak edindiği bir malı, ikinci seneye saklayan bir kimsenin halinden daha kötüdürFakat bu iki durum da fetvanın zâhirine göre mübahtırAncak bunların ikisi de dünya sevgisinden, uzun emelden ve Allah'ın fazlına güvenmemekten kaynaklanırBu haslet helâk edici hasletlerin temelidir. Allah'tan güzel tevfîkini, lütûf ve keremiyle talep ederiz.

62) Ebû Dâvud ve İbn Hıbbân

63) İbn Adiyy

64) Tirmizî

FAKR VE ZÜHD konusu devamı;