İHYÂ-İ ULÛMİ'D-DÎN | GADAB/ÖFKE, KİN ve HASEDİN AFETLERİ

 Giriş

Giriş

Affına ve rahmetine ancak ümit sahiplerinin güvendiği Allah'a hamdolsunO Allah ki O'nun öfkesinin ve savletinin neticesinden ancak muttakîler sakınırlarO Allah ki, kullarını haberleri olmaksızın sevk ve idare edip, şehvetleri onlara musallat kılmıştırİştahlarının çektiğini terketmeyi kendilerine emretmiştirOnları öfkeye müptelâ kılmıştır.

Öfkelendikleri konularda öfkelerini yutmakla kendilerini zorunlu kılmıştır. Sonra onları şehvet ve lezzetlerle çepeçevre sarmış ve iradelerini yaptıklarını görmek için- ellerine vermiştirBu şekilde iddia ettikleri konuda doğruluklarını bilmek için sevgilerini denemiş ve kendilerine açık ve gizli yaptıkları hiçbir şeyin kendisine gizli olmadığını bildirmiştirHabersizken, ansızın kendilerini yaka-paça, pençe-i kahrıyla yakalayacağını bildirerek şöyle buyurmuştur:

Onların işi sadece korkunç bir sese bakarÇekişip dururlarken ansızın o kendilerini yakalarArtık ne bir tavsiye yapabilirler, ne de ailelerine dönebilirler. (Yâsin/49-50)

Salât ve selâm, peygamberlerin altında toplanacağı sancağın sahibi olan Hazret-i Peygamber'e, âline, hidayete erişip, hidayete götüren ashâbına ve Allah'ın rızasına mazhar olan islâm büyüklerine olsun! Öyle bir salât ki onun adedi, Allah'ın yaratmış olduğu ve yaratacağı şeylerin sayınca kadar olsun! O salâtın bereketinden geçmiş ve gelecek müslümanlar nasipdar olsun!

Bundan sonra bil ki öfke, bir ateş kıvılcımıdırGöğüslerde yanan Allah'ın ateşinden alınmıştırMuhakkak ki öfke ateşi, küllerin altına gizlenen ateş közleri gibi, kalplerin kıvrımlarında gizlidirTaşın, demirin ateş çıkarması gibi, bu öfke ateşini de inatçı ve zâlim olan kişinin kalbinde gizlenen gurur ve azamet dışarıya çıkarırYakîn nûruyla bakanlar bilir ki, İnsan oğlundan, Allah'ın rahmetinden kovulmuş şeytana uzanan bir damar vardırBu bakımdan öfke ateşi kime galip gelirse, o kimsede şeytanın yakınlığı kuvvet bulurNitekim şeytan şöyle demiştir:

Beni ateşten, onu ise çamurdan yarattın! (A'raf/12)

Muhakkak ki çamurun durumu vâkar içinde sükûnettirAteşin durumu ise alevlenmek ve parlamak, hareket ve ızdıraptırKin ve hased, öfkenin doğurduğu kötü neticelerdirHelâk olan kimseler bu iki kötü hasletten dolayı helâk olmuşlardırFesada uğrayanlar da onlardan dolayı fesada uğramışlardırKin ve hasedin kaynağı, bir çiğnem ettirO et, doğru olduğu takdirde, onunla beraber bedenin tümü doğru olurMadem kin, hased ve öfke, kulu felâkete sevkeden âmil ve sebeplerdendir, öyleyse insan, öfkenin tehlikeli durumlarını, çirkin taraflarını bilmeye muhtaçtır ki öfkeden sakınıp, korunsun! Eğer varsa, kalbinden silip söküp atsınEğer kalpte yerleşmiş ise, tedavi etmek sûretiyle sökülmesine çalışsın; zira şerri tanımayan bir kimse şerrin içine girebilirŞerri tanıyana da, şerrin bertaraf edilmesinin ve uzaklaştırılmasının yolunu bilmedikçe sadece tanımak yeterli olmazBiz bu bölümde hased ve kinin âfetlerini, öfkenin kötülüğünü belirteceğizBütün bunları, şu hususlarda toplayacağız: Öfkenin kötülüğünü ve hakikatini açıklamak, sonra öfkenin esasının riyazetle kalpten sökülmesinin mümkün olup olmadığını beyan etmek, sonra öfkeyi kabartan sebepleri beyan etmek, kabardıktan sonra ne yapmak gerektiğini belirtmek, sonra öfkeyi yutmanın faziletini izah etmek, sonra hilm'in faziletini, sonra konuşmanın ne kadarıyla insan davasına yardım edip içini rahat ettirebilir meselesini açıklamak, sonra kin ve doğurduğu kötü neticeler hakkında konuşmak, af ve şefkat göstermenin faziletini belirtmek, sonra hasedi kötülemek hususundaki sözü açıklamak, hasedin hakikatini, sebeplerini, tedavi yollarını, sökülmesi için en son gereken çarenin beyanını, sonra akran, arkadaş, amcazadeler ve akrabaların arasında neden hasedin çokça vâkî olduğunu belirtmek, bu saydıklarımızın dışında hasedin çoğalıp, azalmasını veya zayıflamasını izah etmek, hased hastalığını kalpten söken tedavi yolunu belirtmek, daha sonra kalpten hasedin sökülmesinin farz olan miktarını beyan etmektirTevfîk Allah'tandır!

25-1

Öfke'nin Zemmi

Âyet-i Kerîmeler

O zaman inkâr edenler, kalplerine öfke ve gayreti, o cahiliye öfke ve gayretini koymuşlardı, Allah da elçisine ve Mü'minlere huzur ve güvenini indirdi. (Fetih/26)

Görüldüğü gibi Allahü teâlâ, kâfirleri haksız öfke ve gayretlerinden dolayı zemm ve Mü'minleri de Allah tarafından kendilerine gönderilen vâkar ve sekinetten dolayı medhetmektedir.

Hadîsler

Ebû Hüreyre (radıyallahü anh) rivâyet ediyor ki, bir zatın Hazret-i Peygamber'e 'Ey Allah'ın Rasûlü! Bana yapabileceğim bir ameli tavsiye et! Fakat az olsun!' demesi üzerine Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) 'Öfkelenme!' buyurmuşturKişi aynı suali, başka bir zaman daha sorduHazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) yine 'Öfkelenme!' cevabını verdi1

İbn Ömer (radıyallahü anh) : Hazret-i Peygamber'e (sallâllahü aleyhi ve sellem) 'Bana bir söz söyle! Fakat az olsunUmulur ki ben onu, tam mânâsıyla kavrayıp yaparım' dediHazret-i Peygamber 'Öfkelenme!'2 dediİbn Ömer aynı suali iki defa daha Hazret-i Peygamber'e sorduO da her defasında 'öfkelenme' diye karşılık verdi.

Abdullah bAmr'dan şöyle rivâyet ediliyor: Hazret-i Peygamber'e 'Beni Allah'ın gazabından kurtaracak amel nedir?' diye sordumHazret-i Peygamber cevap olarak 'Öfkelenme!' dedi3

İbn Mes'ûd der ki, Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur: 'Siz aranızda kimi pehlivan kabul edersiniz?' Biz cevap olarak dedik ki: 'Sırtı yere gelmeyen kimseyi pehlivan olarak kabul ediyoruz'Hazret-i Peygamber 'O pehlivan değildirAncak öfkelendiği anda nefsine hâkim olan bir kimse pehlivandır' dedi,4

Ebû Hüreyre Hazret-i Peygamber'in (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu rivâyet eder:

Kuvvetli bir kimse, başkasının sırtını yere getiren kimse değildirKuvvetli o kimsedir ki öfke anında nefsine hâkim olur5

İbn Ömer Hazret-i Peygamber'in (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu rivâyet eder:

Kim öfkesini zaptederse, Allahü Azîmüşşân onun çirkin taraflarını örter6

Süleyman bDâvud (aleyhisselâm) şöyle demiştir: Ey oğul! Fazla öfkelenmekten kaçın! Çünkü fazla öfke, halîm bir kişinin kalbini bile hafifletir.

İkrime 'Seyyid, nefsine hâkim' (Al-i İmrân/39) ayetinin tefsirinde şöyle demiştir: 'Seyyid o kimsedir ki, öfke ona galebe çalmaz'.

Ebu'd Derda Hazret-i Peygamber'e 'Ey Allah'ın Rasûlü! Bana, beni cennete sokmaya vesile olacak bir amel öğret!' dediğinde Hazret-i Peygamber cevap olarak 'Öfkelenme!'7 buyurmuştur.

Hazret-i Yahya, Hazret-i Îsa'ya şöyle demiştir: 'Öfkelenme!' Hazret-i Îsa (aleyhisselâm) , cevap olarak 'Öfkelenmemek benim gücüm dahilinde değildirBen sadece beşerim' dediHazret-i Yahya 'O halde mâl edinme!' deyince, Hazret-i Îsa 'Bu umulur!' demiştir.

Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

Sabur denilen maddenin balı ifsad ettiği gibi, öfke de îmanı ifsad eder8

Bir kimse öfkelendiği zaman muhakkak cehenneme yaklaşır9

Bir kişi Hazret-i Peygamber'e 'Hangi şey daha şiddetlidir?' diye sorunca

cevap olarak şöyle buyurmuştur: 'Allah'ın gazabı!' Kişi 'Beni Allah'ın gazabından uzaklaştıran nedir?' deyince, Hazret-i Peygamber 'Öfke!'10 buyurdu.

Ashâb'ın ve Âlimlerin Sözleri

Hasan-ı Basrî şöyle demiştir: 'Ey Âdem oğlu! Hiddetle yerinden sıçradığın zaman, cehenneme düşecek şekilde oturmandan korkulur!'

Zülkarneyn, meleklerden birine rastladı ve meleğe 'Îman ve yakîn bakımından ilerlemeye vesile olan bir ilmi bana öğret!' diye dilekte bulunduMelek ona 'Öfkelenme! Çünkü şeytanın insanoğluna en fazla hâkim olduğu zaman, öfkelendiği, zamandırBu bakımdan öfkeyi yutmakla reddet! Sevgi ile sükûnete kavuş! Acelecilikten sakın; zira sen acele ettiğin takdirde nasibini kaybetmiş olursunHerkese karşı yumuşak huylu ol! Israrlı ve mütekebbir bir kimse olma!' dedi.

Vehb b. Münebbih'ten şöyle rivâyet ediliyor: Ayazmasında ibadet eden bir râhib vardıŞeytan onu saptırmak istediyse de bir türlü muvaffak olamadıMabedin kapısına gelip onu çağırdı'Bana kapıyı aç' dediyse de rahipten müsbet bir cevap alamadı. Sonra 'Aç kapıyı! Eğer ben gidersem pişman olursun' dediBuna rağmen rahib onun sözüne iltifat etmediBunun akabinde 'Ben mesih Îsa'yım!' dediRahib 'Sen Mesih olsan dahi seni neyleyim! Sen bize ibadet ve ciddiyetle çalışmayı emretmedin mi? Bize kıyâmette buluşmayı va'detmedin mi? Eğer bugün, zamanında yapmış olduğun telkinlerden başkasını getirdiysen onları senden kabul etmeyiz' dediBu durum karşısında kalan İblis dedi ki: 'Ben şeytanım! Seni saptırmak istedim, fakat muvaffak olamadımSana istediğin konuda sual sorman için gelmiş bulunuyorumSorduğun takdirde cevap alırsın!' Rahib 'Hiçbir şeyi senden sormak istemiyorum!' dediBunun üzerine şeytan gerisin geriye dönüp gittiRahib 'Dinler misin beni?' diye seslendiŞeytan 'Evet, dinlerim!' dediRahib İnsanların aleyhlerinde sana en fazla yarayacak ve yardımcı olacak şeyleri bana haber verir misin?' dediŞeytan 'Hiddet ve öfkedir! Zira kişi katı kalpli olduğu zaman, çocukların oynadıkları topu evirip çevirdiği gibi biz de onu evirip çeviririz' dedi.

Hayseme (radıyallahü anh) şeytanın 'Âdem oğlu beni nasıl mağlup edebilir? Oysa Âdem oğlu razı olduğu zaman onun kalbine sokulacak derecede gelip yaklaşırımÖfkelendiği zaman onun beyninde yerimi alıncaya kadar uçarım' dediğini rivâyet etmiştir.

Cafer bMuhammed şöyle demiştir: 'Öfke her şerrin anahtarıdır'.

Ensâr-ı kirâmdan bir zat şöyle demiştir: 'Hamâkatın başı hiddettirSürücüsü öfkedirCehalete razı olan bir kimse halîm olamazOysa halîm olmak kişinin süsü ve kazancıdırCehalet ise çirkinlik ve zarardırAhmağa karşı sükût etmek ise ona cevap vermektir'.

Mücâhidİblis'in şunları söylediğini rivâyet eder: 'Âdem oğulları beni üç haslette yormamış ve hiçbir zaman da yormayacaklardır:

1Onlardan biri sarhoş olduğu zaman onun yularına yapışır, istediğimiz tarafa çeker götürürüz ve sevdiğimizi ona yaptırırız.

2Öfkelendiği zaman, bilmediğini söyler, pişmanlığını gerektiren hareketlerde bulunur.

3Elinde bulunan mal hakkında onu cimri yapar, gücü yetmediği şeyler hakkında da uzun ümit ve emellere sahip kılarız'.

Bir hakîme denildi: 'Filan adam nefsine hâkimdir!' Hakîm

cevap olarak şöyle dedi: 'O halde şehvet onu kul ve köle edinmiş değildir, nefis onu mağlup etmemiştir ve öfke de ona hakîm olmamıştır'.

Seleften biri şöyle demiştir: 'Öfkeden sakın! Zira öfke seni özür dilemek zilletine sürükler'.

Denildi ki: Öfkeden sakınınız! Çünkü sabur denilen acı maddenin balı bozduğu gibi, öfke de îmanı bozar'Abdullah bMes'ud şöyle demiştir: 'Öfkelendiği zaman, kişinin halîmliğini deneyiniz! Tamahkârlığı anında da emin olup olmadığını tecrübe ediniz, kişi öfkelenmediği zaman, hilmini nereden bileceksin? Tamah sahibi olmadığı zaman emin olduğunu nereden anlayacaksın!'

Ömer b. Abdülaziz, bir valisine şöyle yazdı: 'Öfkelendiğin anda herhangi bir kimseye ceza tatbik etme! Öfken geçinceye kadar onu hapset! Öfken geçtiği zaman, adamı hapisten çıkarSuçu nisbetinde kendisine cezayı tatbik etHiçbir zaman onbeş sopadan fazla vurma!'

Ali bZeyd (radıyallahü anh) der ki: Kureyş'ten bir kişi Ömer b. Abdülaziz'e sert ve kaba çıkışlar yaptıÖmer uzun bir zaman başını eğerek düşündü. Sonra dedi ki: 'Saltanat izzetiyle şeytan beni tahrik etmeye kalkıştı ve senin benden yarın alacağını bugün senden almış olmayı istedim! (Fakat seni affediyorum) '.

Seleften biri oğluna dedi ki: 'Ey oğul! Akıl, gazap anında yerinde durmazNitekim ısıtılmış fırın ve tandırlarda diri bir kimsenin durmadığı gibi. . . '

Bu bakımdan insanların öfkesi en az olanı, en akıllısıdırEğer dünya için az öfkeli olursa, bu deha ve hiledirEğer âhiret için olursa, hilm ve ilimdir.

Denilmiş ki; öfke aklın düşmanıdırÖfke aklın helâk edicisidir.

Hazret-i Ömer (radıyallahü anh) , hutbesinde şöyle demiştir: 'Tamahkârlıktan, hevâ-i nefisten ve öfkeden korunanınız felâha kavuşmuştur'.

Seleften biri şöyle demiştir: 'Şehvetine ve öfkesine itaat eden bir kimseyi onlar ateşe doğru sürükler götürür'.

Hasan-ı Basrî şöyle demiştir: 'İmanda kuvvetli, yumuşaklıkta hazımlı, yakînde imanlı, ilimde halîm, şefkatte akıllı, hakta verici, zenginlikte iktisatçı, fakirlikte vâkur, kudrette ihsan edici, arkadaşlıkta tahammüllü ve şiddette sabırlı olmak müslümanın alâmetlerindendirBöyle bir müslümana gazap galebe çalmazCahiliyye taassubu kendisini felâkete sürüklemezŞehvet kendisine galip gelmezMidesi kendisini rezil etmezHarislik kendisini hafif düşürmezNiyeti kendisini geride bırakmazBu bakımdan mazluma yardım eder, zayıfa merhamet gösterir, cimrilik yapmazMübezzirlik ve israfta bulunmaz ve sıkılığa kaçmazKendisine zulmedildiği zaman affederCahilin kusurundan vazgeçerNefsi, elinden zahmet çekerHalk ise kendisinden ferahlık ve genişlik görür'.

Abdullah bMübarek'e şöyle denildi: 'Güzel ahlâkı bizlere özetle söyle!'

Cevap olarak şöyle dedi: 'Öfkeyi terketmektir'

Peygamberlerden bir zat, ashâbına dedi ki: 'Öfkelenmeyeceğine dair kim bana söz verir ki benim derecemde olmuş olsun ve benden sonra da halifem olsun?' Onlardan bir genç 'Ben söz veriyorum' dedi. Sonra o peygamber, aynı suali ikinci bir defa tekrarladıGenç 'Ben onu herkesten daha iyi yerine getireceğim' dediO peygamber vefat ettiği zaman, ondan sonra genç onun halifesi olduO genç Zülkifl'dirKendisine Zülkifl denilmesinin sebebi, öfkesine hâkim olacağına söz verdiğindendirBu va'dini de yerine getirmiştir.

Vehb b. Münebbih şöyle dedi: Küfrün dört rüknü vardır:

1Öfke

2Şehvet

3Ahmaklık

4Tamahkârlık (ve cimrilik)

1) Buhârî

2) Ebû Yâ'lâ (hasen bir senedle)

3) Taberânî, İbn Abdilberr (hasen bir senedle)

4) Müslim

5) Müslim, Buhârî

6) İbn Eb'id-Dünya

7) İbn Eb'id-Dünya, Taberânî

8) Taberânî, Beyhakî

9) Bezzâr, İbn Adiyy

10) İmâm-ı Ahmed

Öfkenin Hakikati

Allahü teâlâ, canlıları birtakım iç ve dış sebeplerle ölüme maruz kalacak şekilde yarattığı zaman, kendisini koruyucu imkânları da kendisine bahşettiO imkânlar vasıtasıyla kitabında muayyen ecel diye tabir ettiği zamana kadar kendisinden ölümü uzaklaştırır.

Dahilî sebebe gelince, o sebep şudur: Allahü teâlâ canlıları hararet ve rutubetten mürekkeb olarak yaratmış, aynı zamanda hararet ve rutubet arasında zıddiyet kılmış, hararet durmadan rutubeti kurutur, buhar haline getirirEğer alınan gıdadan rutubete yardım yetişip hararet vasıtasıyla buharlaşan cüz'lerin yeri yenileriyle doldurulmazsa, hayat sahibi muhakkak ölürBu bakımdan Allah, canlının bedenine uygun gıda ve canlıda o gıdayı almaya iteleyici şehveti yarattı, Bu yaratılan şehvet tıpkı kırılanı düzeltici, yok olanın yerini doldurucu bir vekil gibidirAllah bu şehveti, onun vasıtasıyla insanı helâktan korusun diye yaratmıştır.

İnsan oğlunda meydana gelen haricî sebeplere gelince, onlar kılıç, mızrak gibi İnsan oğlunun helâk olmasına sebep olan diğer şeylerdirBu hususta İnsan oğlu, içinden gelen bir hamiyet ve kuvvete muhtaçtır ki onun vasıtasıyla kendisinden helâk edicileri uzaklaştırsın! Bu bakımdan Allahü teâlâ, ateşten öfke tabiatını yarattı ve İnsan oğlunda o tabiatı yerleştirdi, onun hamuru ile yoğurduO halde İnsan oğlu hedeflerinin birinden menedildiği zaman, öfke ateşi alevlenirKalbin kanını kaynayacak şekilde kabartırO kan, damarlara yayılırAteşin yükseldiği gibi, bedenin yukarılarına doğru yükselirÇanakta kaynayan su gibi bedende kaynar ve bunun içindir ki insanın yüzüne yayılır ve insanın yüzü, gözü kızarırİnsanın bedeni berrak olduğundan arkasında bulunan kan kırmızılığını dışarıya yansıtırNitekim camın, içinde bulunan maddeyi yansıttığı gibiKan, İnsan oğlu kuvvetçe kendisinden aşağı olan bir kimseye kızdığı zaman dağılırEğer kendisinden üstün olan bir kimseye karşı öfkelenirse ve ondan intikam almaktan ümitsiz ise, bu durumda kan, derinin dışından, kalbin içine doğru çekilir ve üzüntüye dönüşür ve bunun içindir ki İnsan oğlunun rengi sararırEğer İnsan oğlunun kızması, kendisinden üstün olup olmadığı hususunda şüphe ettiği birine karşı olursa, kan bu takdirde toplanma ve yayılma arasında tereddüt ederHem kızarır, hem sararır ve hem de titreme meydana getirirKısacası öfke kuvvetinin merkezi kalptirMânâsı ise intikam talebiyle kalp kanının kaynamasıdırAncak bu kuvvet eziyet vericiler oluşmadan önce kabaran ve yönelen bir kuvvettirEziyet vericiler oluştuktan sonra intikam ve iç rahatlığı maksadıyla bu kuvvet kabarır ve eziyet vericilere yönelirİntikam ise, bu kuvvetin gıdası ve şehvetidirİntikam içinde bu kuvvetin lezzeti vardır ve bu kuvvet ancak intikam ile sükûnet bulur. Sonra bu kuvvet hususunda insanlar, yaratılışın başlangıcında tefrit, ifrat, itidal olmak üzere üç gruba ayrılırlar ve üç derecede bulunurlar.

Tefrife gelince, tefrit, bu kuvvetin yok olmasından veya zayıf düşmesinden doğarBu ise dinen kötüdür ve böyle bir kimse hakkında gayreti yoktur denilmiştirBu sırra binaen İmâm-ı Şâfiî (radıyallahü anh) şöyle demiştir: 'Kim kızdırdığı halde kızmazsa o eşektir!'

Bu bakımdan kim temelinden öfke ve gayret kuvvetini kaybederse o gerçekten eksik bir kimsedirAllahü teâlâHazret-i Peygamber'in ashâbını, şiddet ve gayretle nitelendirerek şöyle buyurmuştur:

Muhammed Allah'ın Rasûlü'dürOnunla beraber olan Mü'minler, kâfirlere karşı şiddetli ve katıdırlarBirbirlerine merhametli ve şefkatlidirler. . . (Feth/29)

Ey peygamber! Kâfirlerle ve münafıklarla cihat et, onlara sert davran. (Tahrim/9)

Ayette geçen gılzet ve şiddet, öfkeden ibaret olan gayret kuvvetinin eserlerindendir.

İfrat'a gelince, bu niteliğin akıl, din ve itaatin siyasetinden çıkması demektirÖyle ki kişinin basireti, düşüncesi ve mefkûresi kalmazİradesi tamamen elinden çıkarHatta mecburen hareket eden robot durumuna düşerBu sıfatın galebe çalmasının sebebi, birtakım tabii ve âdet edinilmiş şeylerdirÇok insan vardır ki fıtraten ve yaradılışça çabuk öfkelenmeye hazırdırÖyle ki sanki yaradılışta onun sureti, öfkelenmenin sureti şeklinde yaratılmıştırKalp mizacının harareti de buna yardımcı olurÇünkü öfke ateştendirNitekim Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

Ancak mizacın serinliği onu söndürür ve şiddetini kırar11

Adî sebeplere gelince, öfkelerini dindirmemekle böbürlenen, öfkelerine itaat etmekle iftihar eden, buna erkeklik ve kahramanlık adı veren bir grupla kişinin karışmasıdırO gruptan biri der ki: 'Ben o kimseyim ki hile ve kurnazlığa karşı sabretmem, hiç kimseden bir zorluğu kabul etmem!' Bu sözünün mânâsı şu demektir: 'Bende akıl ve hilm diye birşey yoktur!' Sonra bu söylediğini cehaletiyle iftihar etmek sadedinde söylemektedirBu bakımdan kendisini dinleyen bir kimsenin kalbinde öfkenin güzel olduğu ve onlara benzeme arzusu yerleşirDolayısıyla bununla öfkesi kuvvet bulurÖfke, ateşi şiddetlendiği, alevleri kuvvet bulduğu zaman sahibini kör ederOnu va'z ve nasihata sağır ederOna va'z edildiği zaman dinlemezHatta va'z ve nasihat onu daha da azıtırAkıl nûruyla ışığa kavuştuğu ve nefsine müracaat ettiği zaman buna gücü yetmez; zira derhal öfke dumanı kendisini sarar, aklın nûrunu söndürür hatta dipten siler götürürÇünkü düşüncenin kaynağı dimağdırÖfkenin şiddetli anında kalp kanının kaynamasından kapkaranlık bir duman dimağa yükselir, fikir kaynaklarının tümünü kapsarFikir kaynaklarını kapladığı gibi, his kaynaklarına da sirayet ederBu bakımdan kişinin gözü kararırÖyle ki görmez olurDünya tamamıyla kendisine kapkaranlık kesilirDimağı, içinde ateş yakılan bir mağara misaline benzerOnun havası kapkaranlık kesilmiş, merkezi kızmış, her tarafı dumanla dolmuşturOrada zayıf bir çıra vardırO da sönmüş veya ışığı görünmez olmuşturBu bakımdan orada ayak durmaz, söz dinlenilmezHerhangi bir suret görülmezNe içten, ne dıştan onu söndürmeye de artık güç yetmezYanmaya elverişli olan herşey yanıp kül oluncaya kadar sabretmek uygundurİşte gazab da kalbe ve dimağa aynı şeyi yaparO zaman gazabın ateşi kuvvetlenirKalp, hayatının kıvamı olan rutubeti yok ederSahibi öfkesinden ölürNitekim mağarada ateş kuvvetlenir, mağarayı çatlatır, altını üstüne getirirBu durum, mağaranın etrafındaki tutucu kuvvetin ateşle iptal olunmasından meydana gelirO kuvvet ki parçaları bir araya getirmiştir, işte öfke anında kalbin durumu da böyledirGemi, denizin ortasında dalgalar arasında, kopan fırtınalarda sallandığı halde, durum bakımından öfkeli kalpten daha güzel ve selâmet bakımından daha ümitlidir; zira sallanan gemide gereken tedbirin alınması için çare arayan, gemiye bakıp kumanda eden bir kimse vardırKalbin ise kaptanı kendisidirÖfke onu kör ve sağır ettiğinden bütün imkânlar onun elinden çıkmıştır! Zâhirde rengin bozulması, âzaların şiddetle titremesi, fiil ve hareketlerin tertib ve nizamdan çıkması, sallantılı olması, abur cubur konuşması, dudaklarda köpüğün belirmesi, gözlerin çanaklarından fırlayıp kızarması, burun deliklerinin kabarıp değişik hâl alması ve ahlâkın geçimsiz bir hâl alması, öfkenin görünen eser ve etkileridirEğer öfkelenen kişi, öfke halinde şeklinin çirkinliğini görmüş olsaydı, o çirkinlikten utanarak öfkesi derhal söner ve ahlâkı da değişirdiÖfkenin iç çirkinliği ise, zâhirî çirkinliğinden kat be kat üstün ve felâketlidirÇünkü görünen taraf, iç aleminin nişanesi ve tezahürüdürFakat iç suret çirkinleştiği için onun çirkinliği ikinci derecede dışa yansımıştırBu bakımdan zâhirin bozulması, iç âleminin bozulmasının ürünüdürDurum bu iken meyveyi, meyve veren ağaca kıyaslayabilirsinİşte bu, öfkenin bedendeki tesiridir.

Dildeki tesirine gelince, dili fâhiş konuşmak ve sövmekle serbest bırakmaktırÖyle ki öfkesi geçtiği zaman, sarfettiği sözlerden akıllı bir kimsenin utandığı gibi, söyleyen de bu fâhiş konuşmasından utanırBu da ibarenin zikzaklı olmasıyla belli olur.

Âzalar üzerindeki eserine gelince, vurmak, hücum etmek, yırtmak, öldürmek, imkân anında çekinmeden yaralamaktırEğer kendisine öfkelenilen kaçar veya başka bir sebepten dolayı öfkelenenin elinden kurtulur veya öfkelenen ondan intikam almak suretiyle gönlünü rahatlatamazsa bu sefer öfke, sahibine dönerKendi elbiselerini yırtar, kendisini yumruklarBazen de elini yere vururSarhoş şaşkın bir kimsenin koştuğu gibi sağa sola koşarBazen de baygın olarak yere serilirNe koşmayı ve ne de -şiddetli öfke sebebiyle- kalkmayı becerirKriz geçirme gibi durumlara girerBazen cansızlara ve hayvanlara vururMesela önündeki yemek tabağını yere çarparYemek masasında öfkelendiği zaman, masayı kırarDelilerin yaptığını yapar, hayvanlara ve cansızlara küfrederOnlarla konuşur ve der ki: 'Ey filan filan! Ne zamana kadar senden bunu çekeceğim?!' Sanki akıllı bir kimseye hitap ediyormuş gibi davranırHatta bazı kere hayvan kendisine çifte attığında o da hayvana çifte atarak mukabelede bulunur.

Öfkenin, kendisinden öfkelenilenle beraber kalpteki eser ve etkisine gelince, o eser ve etki, kin tutmak, hased etmek, kötülük düşünmek, öfkelendiği kişinin kötü taraflarını yaymak, onun sevilmesine üzülmek, onun sırrını ifşa etmeye azmetmek, onun örtüsünü, maskesini yırtmak, kendisiyle istihza etmek ve bunlardan başka daha nice çirkinlikleri yapmaktırİşte bu saydıklarımız, ifrat derecesindeki öfkenin ürünleridir.

Zayıf olan kıskançlığın semeresine gelince, o semere tiksinilmesi gereken şeyden az tiksinmektirMahremlerine, eşine ve cariyesine yapılan taarruzdan ve zelil kimselerden gelen zillet, nefsi küçültmek ve düşürmekten rahatsız olmayıp bu hareketleri kabullenmektirBu da kötüdürÇünkü mahremine karşı kıskançlık duymamak, bunun meyvelerindendirBu ise kadınımsı bir harekettirNitekim Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

Muhakkak ki Sa'd kıskançtırFakat ben ondan daha kıskancımAllah da benden daha kıskançtır12

Gayret, neseblerin korunması için yaratılmıştır ve halk gayret hususunda gevşeklik gösterirse nesebler karışırİşte bu sırra binaen şöyle denilmiştir'Hangi kavmin erkeklerinde kıskançlık varsa o kavmin nesebi sağlam olur'.

Münker olan işleri gördüğü halde susmak ve korkmak, öfkenin azlığındandırNitekim Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

Benim ümmetimin hayırlıları dinde hiddetli ve sert olanlarıdır13

Zina eden erkek ve kadına Allahü teâlâ'nın emri üzere merhamet ve şefkat etmeyerek yüz değnek vurun! (Nûr/2)

Öfkenin tamamen kaybedilmesi, nefsi terbiye etmekten aciz olmaya yol açar; zira nefsi terbiye etmek ancak öfkeyi şehvete musallat kılmak suretiyle mümkün olur ki nefsi, hasis şehvetlere meylettiği zaman nefsine öfkelensin! Bu bakımdan öfkeyi tamamen kaybetmek kötüdürAncak övülen öfke o öfkedir ki aklın ve dinin işaretini beklerGayretin gerektiği yerde kabarır, hilmin güzel olduğu yerde sönerÖfkeyi normal sınırda tutmak ve korumak, Allahü teâlâ'nın kullarını mükellef kıldığı istikametin ta kendisidirBu durum, Hazret-i Peygamber'in hakkında şöyle dediği durumdur:

İşlerin en hayırlısı orta olanlarıdır!14

Bu bakımdan nefsinde gayretin zayıflığını, gerekmediği halde zulüm ve zilleti kabullendiğini hissedercesine öfkesi gevşekliğe kayan bir kimseye, öfkesi kuvvet buluncaya kadar nefsini tedavi etmesi uygundurKimin öfkesi ifrata doğru kayar, kendisini tehevvür ve çirkin şeyleri pervasızca yapmaya sevkederse, böyle bir kimseye de en uygun olanı, öfkesinin gücünü kırmak için nefsini tedavi etmek ve öfkeyi ifrat ile tefrit arasında hak olan orta noktada durdurmaktırÇünkü sırat-ı müstakim (doğru yol) budur ve bu yol kıldan daha ince ve kılıçtan daha keskindirEğer bundan aciz olursa, kişi buna en yakın olan yolu seçmelidir.

Ne kadar isteseniz de kadınlar arasında (tam) adalet yapamazsınızÖyle ise (birine) tamamen yönelip ötekini askıda (kocasızmış) gibi bırakmayın. (Nisâ/129)

Bu bakımdan, hayrın tamamını yapmaktan aciz olan kimse için şerrin tamamını yapmak uygun değildirŞerrin bir kısmı, diğer bir kısmından daha ehvendirHayrın bir kısmı da diğer bir kısmından daha yücedir.

İşte öfkenin hakikati ve dereceleri bunlardırAllah'tan kendisini razı eden hareketlere bizi sevkeden güzel tevfikini talep ediyoruzÇünkü Allah dilediğine kâdirdir.

l1) Tirmizî

12) Müslim, (Ebû Hüreyre'den)

13) Taberânî, Beyhâkî

25-2

Öfkenin Riyazet Yoluyla Giderilmesinin İmkânı

Bazıları öfkenin tamamen silinmesinin mümkün olduğunu sanarak demişlerdir ki: 'Riyazet, öfkenin silinmesine doğru götürür, riyazetin hedef ve maksadı da budur!' Başkaları da öfkenin tedavi kabul etmez bir asıl olduğunu sanmışlardır ve bu son fikir huyun yaratılış gibi olduğunu ve ikisinin de değişme kabul etmediğini sanan bir kimsenin fikridirBu iki fikir de zayıftırBu hususta hakîkat bizim söyleyeceğimizdirŞöyle ki, İnsan oğlunda bir şeyi sevmek, başka bir şeyden nefret etmek hasletinden bir eser kaldıkça İnsan oğlu gayz ve öfkeden yakasını kurtaramazKendisine birşey uygun, başka birşey de zıd düşerse mutlaka kendisine uygun olanı sever, muhalif düşeni de hor görürÖfke de buna tâbi olurÇünkü kişiden sevdiği alındığı zaman şüphesiz öfkelenirSevmediği ile karşılaştığı zaman da şüphesiz öfkelenirAncak İnsan oğlunun sevdiği üç kısma taksim olunur:

Birinci Kısım

Herkes için zarurî olan gıda, mesken, giyecek ve beden sıhhati gibi şeylerdirKendisine vurulmak istenen kimse elbette öfkelenecektirKişi kendisinden avretini örten elbisesi alınmak, evinden çıkarılmak veya susuzluğunu gideren suyu dökülmek istendiği zaman öfkelenirBunlar yok olmalarından ötürü İnsan oğlunun rahatsız olduğu ve bunlara hücum edene karşı öfkelendiği zarurî şeylerdir.

İkinci Kısım

Rütbe, çok mal, çok hizmetçi ve çok hayvanlar gibi insanların hiçbirine zarurî olmayan şeylerdirÇünkü bunlar, âdet ve işlerin hedeflerini bilmemekten ötürü güzel ve sevilen şeyler olarak kabul edilmişlerdir! Her ne kadar gıda olarak onları kullanmıyorsa da altın ve gümüşün maddeleri bile güzel görünür ki İnsan oğlu onları depo eder ve onları çalana kızarİşte bu tür maddelerden dolayı olan öfkenin sebeplerinden uzaklaşması İnsan oğlunun ayrılması tasavvur edilebilirBu bakımdan insanın fazla bir evi olsa ve bir zâlim o evi yıksa, insan evini yıktığı için zâlime kızmayabilir; zira ev sahibinin dünya işleri hususunda basiret sahibi bir kimse olması, dünyalık hususunda ihtiyacından fazla zâhidlik göstermesi ve onu alana öfkelenmemesi mümkündürÇünkü basiret sahibi olan bir kimse fazla mal varlığını sevmezEğer onun varlığını sevmiş olsaydı zarurî olarak onun alınmasından dolayı öfkelenecektiİnsan oğlunun öfkesinin çoğu zarurî olmayan şeylerden dolayıdır: dünya mertebesi, nam, şöhret, meclislerde en üste oturmak, ilimle böbürlenmek gibi. . . Bu bakımdan bu sevgi kime galebe çalarsa, şek ve şüphe yoktur ki, meclislerde en başta oturmak hususunda kendisiyle yarışan bir kimseye yarışmaya girdiğinde öfkelenirŞöhreti sevmeyen bir kimse ise, böyle şeylere perva etmez, isterse ayakkabıların yanında otursunBaşkası onun üstünde oturduğu zaman öfkelenmezBu çirkin âdetlerdir ki İnsan oğlunun sevgisini veya nefretini çoğaltmış, dolayısıyla öfkesi de çoğalmıştır, irade ve şehvetler çok oldukça, sahibi rütbece daha düşük ve daha eksik olurÇünkü ihtiyaç, eksik bir niteliktirNe zaman çoğalırsa eksiklik de çoğalırCahil bir kimsenin ise daimî bir şekilde çalışması ihtiyaç ve şehvetlerini artırmak hususundadırBilmez ki, bunları artırmak suretiyle gam ve üzüntü sebeplerini çoğaltıyor! Hatta birtakım cahiller kötü âdetler ve kötü arkadaşlardan dolayı kendisine 'Sen kuşlarla güzel oynayamazsın, güzel satranç oynayamazsınFazla içki içmeyi, fazla yemek yemeyi beceremezsin!' gibi sözler veya bunlara benzer rezaletler söylenildiği zaman ona bile kızarlarBu bakımdan bu kısım için kızmak zarurî değildirÇünkü onun sevgisi zaruri değildir.

Üçüncü Kısım

Bir kısım insanlar hakkında zarurî olup, diğer bir kısım hakkında zarurî olmayan şeylerdirMesela âlim kişi için kitap zarurîdirÇünkü âlim kişi kitaba muhtaçtır ve onu severKitabı yakan, suya atan bir kimseye öfkelenirSanat aletleri de çalışan kimseler için böyledirO kimseler nafakalarını ancak o aletlerle temin edebilirler; zira zarurî ihtiyacın vesilesi olan şeyler sevimli olurBu ise şahıslara göre değişir.

Zarurî sevgi ancak Hazret-i Peygamber'in buyurduğu şu sevgidir:

Kim nefsinde veya sanatında emin, bedeninde sıhhatli ve afiyetli olarak -o günün gıdası da olduğu halde- sabahlarsa, sanki dünya bütün varlıklarıyla o insana tahsis edilmiştir15

İşlerin hakikatlerini basiretiyle (kalp gözüyle) bilen bir kimsenin, bu üç kısımdan selâmet kaldığı takdirde bunlardan başkası için öfkelenmemesi düşünülebilirİşte bunlar üç kısımdırBu kısımların herbirinin riyazet, gaye ve hedefini belirtmeye çalışalım:

Buradaki rizayet, kalbin öfkesinin tamamen yok olması için değildirFakat kalbini öfkeye itaat etmeyecek duruma getirmek içindirOnu zahirde dinen müstehab olan bir hududda, aklen de benimsenen bir noktada çalıştırabilmek içindirKalbi bu duruma getirmek mücâhede ve bir müddet zorluklara katlanmak, hilm ve sabır sıfatlarını zoraki bir şekilde nefsinde meydana getirmekle mümkündür ki hilm ve zorluklara karşı sabretmek bünyesinde tabiileşen bir nitelik olsun!

Öfkeyi tamamen kalpten söküp atmaya gelince, bu tabiatın normal olarak istediği birşey olmadığı gibi mümkün de değildirEvet! Heyecanın kabarmasını kırmak, hafifletmek, öfkenin iç âlemde şiddetli bir şekilde boralar koparmasını önlemek mümkündürOnu zayıf düşürmesi, yüzdeki etki ve eseri görülmeyecek dereceye kadar olabilirFakat bunu becermek gerçekten zor birşeydirBu hüküm aynı zamanda üçüncü kısmın da hükmüdür; zira bir şahsın hakkında zarurî olan bir şeye başkasının muhtaç olmaması onu öfkelenmekten alıkoymazBu bakımdan bu hususta riyazet, bununla amel etmeye mâni olur, içteki heyecanını kırar ki buna karşılık sabır göstermek suretiyle elemi şiddetlenmesin!

İki

Riyazet suretiyle o kısımdan dolayı öfkelenmekten kurtulmak mümkündür; zira onun sevgisi kalpten çıkarılabilirŞöyle ki insan kabrin vatanı ve son karar kılacağı yer olduğunu, dünyanın ise üzerinden geçmeye değer bir köprü olduğunu ve bu dünyadan ancak zaruret miktarı azıklanmak gerektiğini, bundan fazlasının ise insanın esas vatanı olan kabir ve istikrar yeri olan âhirette vebal olduğunu bilirDolayısıyla dünyadan kaçınmak suretiyle zâhid olurDünyanın sevgisi kalbinden silinirEğer İnsan oğlunun bir köpeği varsa onu sevmiyorsa, başkası o köpeği dövdüğü zaman öfkelenmezBu bakımdan öfkelenmek sevgiye tâbidirO halde bu hususta yapılan riyazet insanı öfkenin esasını silmeye doğru götürürFakat bu gerçekten az görünen bir durumdurBazen de riyazet, insanı öfkeyi kullanmaktan menedecek bir raddeye vardırır ve öfkenin gereğine göre amel etmekten insanı alıkoyarBu derece birincisinden daha kolaydır.

İtiraz: Birinci kısmın zarurî olanı, muhtaç olduğu şeyin elden kaçmasıyla öfkelenmek değildir, elem duymaktırMesela, bir kimsenin gıdası olan bir koyunu olsa ve koyun ölse, o koyunun ölümünden dolayı hiç kimseye öfkelenmezHer ne kadar koyunun ölümü onda bir acı meydana getirirse de her acının gereği ille öfke değildir; zira İnsan oğlu kan aldırmak veya hacamat yaptırmak suretiyle de acı duyarFakat kan alana veya hacamat yapana hiç de öfkelenmezBu bakımdan Tevhîd onun üzerine bütün eşyanın Allah'ın kudret elinde ve Allah'tan olduğuna inanacak bir şekilde galip gelmiştirO kimse Allah'ın hiçbir yarattığına kızmaz; zira onları kudretin kabzasında âlet olarak görürTıpkı kalemin, kâtibin elinde âlet olması gibi!. . . Bu bakımdan, padişah boynunun vurulmasını yazarsa, o kimse kaleme kızmazTıpkı koyunun ölümüne kızmadığı gibi, ölmek üzere olan koyununu kesen kimseye de kızmaz; zira hem kesmeyi, hem de ölümü Allah'tan bilirBu bakımdan Tevhîdin galebe çalmasıyla öfke bertaraf edilir ve yine Allah hakkında hüsn-i zan ile de öfke bertaraf edilirŞöyle ki, kişi herşeyi Allah'tan bilir ve Allahü teâlâ'nın kendisine ancak yapılmasında hayır olan bir şeyi takdir ettiğini görürÇoğu zaman hasta düşmesinde, aç kalmasında yaralanmasında, öldürülmesinde hayır olduğunu düşünürBu bakımdan kan alan ve hacamat yapan bir kimsenin yaptıklarında hayır gördüğünden dolayı onlara kızmadığı gibi, bunlara da kızmaz.

Ey Allahım! Ben beşerim, beşerin kızdığı gibi kızarımBu bakımdan hangi müslümana kızmış veya lanet okumuş

Cevap: Bu yönde, bu gelişme muhal değildirFakat Tevhîdin bu raddeye kadar galebe çalması, ancak şimşek gibi gelip geçicidirAnsızın çakan hallerde galebe çalar ve devam etmezHalk derhal vasıtalara bakarBu kalbin tabiî bir dönüşüdürAsla kalpten uzaklaştırılamazEğer daimî bir şekilde Tevhîd galebesinin bu raddeye vardığı, herhangi bir beşer için tasavvur edilseydi muhakkak Hazret-i Peygamber için tasavvur edilmesi gerekirdiOysa Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) bazen yüzü ve yanakları kızaracak kadar öfkelenirdiHatta bir duasında şöyle buyurmuştur:

veya vurmuşsam, benim o yaptığımı kıyâmet gününde o müslüman için namaz, zekât ve o müslümanı sana yaklaştırıcı bir amel olarak kıl!16

Abdullah bAmr bÂs (radıyallahü anh) dedi ki: 'Ey Allah'ın Rasûlü! Ben senin mübarek ağzından gerek öfkeli anında, gerek öfkesiz anında çıkan her şeyi yazıp kaydediyorum'Hazret-i Peygamber şöyle dedi:

Yaz! Beni hak peygamber olarak gönderen Allah'a yemin ederim ki benden ancak hak çıkar17

'Benden' sözüyle diline işaret etmiş ve 'Ben öfkelenmem' dememiştirSadece 'Öfkelenmek beni hakikatten dışarıya çıkarmaz' demiştir.

Hazret-i Âişe kendisinden şöyle sordu: 'Senin de şeytanın yok mu?' Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle dedi:

Evet! Benim de şeytanım varFakat ben Allah'a yalvardımOna karşı bana yardımcı olduBu bakımdan o teslim oldu, bana hayırdan başkasını emretmez.

Dikkat edilirse, Hazret-i Peygamber 'Benim şeytanım yoktur' dememiştir ve şeytandan gayesi öfke şeytanıdırFakat şöyle buyurmuştur: 'Benim şeytanım beni şerre itelemez'.

Hazret-i Ali şöyle demiştir: 'Hazret-i Peygamber dünya için öfkelenmezdiBir haktan ötürü öfkelendiği zaman, hiç kimse kendisini tanımaz ve öfkelendiği için hiçbir şey kıpırdamazdıTa ki o hak yerine gelinceye kadar. . . '18

Bu bakımdan o, haktan dolayı öfkeleniyorduAllah için öfkelenmesi demek vasıtalara iltifat edip bakması demektirHatta zarurî nafakasını ve dini hakkında kendisine gerekli olan ihtiyacını elinden alana karşı öfkelenen bir kimse, ancak Allah için öfkeleniyor demektir ve Allah için öfkelenmekten böyle bir kimsenin ayrılması mümkün değildirEvet, zarurî olan hakkında bazen gerekli olan öfkenin esası kaybolurBu da ancak kalp, o zarurîden daha mühim olan başka bir zarurî şey ile meşgul olduğu zaman mümkün olurBu bakımdan kalp, daha mühim ve zarurî olan için öfkelenmekle meşgul olduğundan ikinci bir öfkeye kalpte yer kalmaz; zira kalbin bir kısım önemli şeylerle meşgul olması onların dışındaki şeyleri hissetmekten onu menederBu tıpkı Selman-ı Fârisî'ye küfredildiği zaman söylediği şu söz gibidir: 'Eğer benim terazim hafif gelirse ben senin dediğinden daha şerir ve daha çirkinimdirEğer terazimin sevap kefesi ağır basarsa, senin söylediğin bana hiçbir zarar vermez'.

İşte dikkat edildiği zaman görülür ki, Selman'ın himmeti âhirete yönelik olduğundan dolayı kalbi başkasının küfrüyle etkilenip müteessir olmamıştırRabia bHayseme'ye de küfredildiğinde küfredene şunları söylemiştir: 'Ey kişi! Allah senin konuşmanı dinlediKesinlikle cennetin yolunda engebeler ve gedikler vardırEğer ben onları geçersem senin söylediklerin bana zarar vermezEğer onları geçmezsem ben senin söylediklerinden daha düşük ve şeririmdir!'

Bir kişi Hazret-i Ebû Bekir Sıddîk' a sövdüSıddîk (radıyallahü anh) ona cevap olarak dedi ki: 'Allah'ın örttüğü kabahatlerim senin bildiğinden daha çoktur!'

Ebû Bekir Sıddîk nefsi için, Allah'tan korktuğu için kendi kusurlarına bakmakla meşguldüAllah'ı gereği gibi tanımak hususundaki kusurunu dikkate almakla meşguldü ve bundan dolayı başkasının onu eksikliğe nisbet etmesine öfkelenmedi; zira kendi nefsine, kendisi eksik gözüyle bakıyorduBu ise onun kıymetinin büyüklüğünden kaynaklanır.

Bir kadın, Mâlik bDinar'a 'Ey riyakar! Mâlik!' dediCevap olarak 'Yemin ederim, senden başkası beni tanımış değildir!' dediSanki Mâlik, nefsinden riya âfetini uzaklaştırmak ve şeytanın nefsine vesvese olarak telkin ettiklerini sökmekle meşguldüBu bakımdan kendisine nisbet edilene öfkelenmedi.

Bir kişi Şa'bî'ye sövdüŞa'bî cevap olarak dedi ki: 'Eğer sen doğru isen Allah beni affetsin! Eğer yalancı isen Allah seni affetsin!'

İşte bunlar zâhirde selefin kalpleri dinlerinin mühim meseleleriyle meşgul olduğundan dolayı öfkelenmediklerine delâlet eden sözlerdirİhtimal ki bu sözler, onların kalbine tesir etmiştirFakat onunla meşgul olmamışlar, önemsememişlerdirAksine kalplerine daha galip olanla meşgul olmuşlardırBu bakımdan kalbin bir kısım mühimlerle meşguliyeti, birtakım sevilenlerin elden çıktığında kabarması gereken öfkenin kabarmasına mâni olması uzak bir ihtimal değildirO halde, gayzın yok olması tasavvur edilebilirBu yok oluş; ya kalbin mühim birşeyle meşgul olmasıyla olur veya Tevhîd düşüncesinin galebe çalmasıyla veya üçüncü bir sebeple olur.

Bu üçüncü sebep de Allahü teâlâ'nın öfkelenmemeyi sevdiğini bilmesidirBu bakımdan Allah'a karşı olan sevgisinin şiddeti Öfkesini söndürürBu da pek nadir durumlarda olmakla beraber tahakkuk etmesi muhal olmayan bir durumdurArtık anlaşılmıştır ki öfke ateşinden kurtulmanın yolu dünya sevgisini kalpten silmektirBu ise dünya âfetlerini ve açacağı belâları bilmekle mümkün olurNitekim dünyayı zemmeden bahiste bu durum gelecektirKim, kalbinden meziyetlerin sevgisini çıkarırsa, öfkenin birçok sebeplerinden kurtulmuş olurSilinmesi mümkün olmayanın ise hiddetini kırmak, zayıf düşürmek mümkündürDolayısıyla öfke zayıf düşer ve öfkeyi defetmek kolaylaşır.

Allahü teâlâ'dan lûtuf ve keremi sayesinde, hüsnü tevfikini dilerizÇünkü O herşeye kâdirdirHamd, bir ve tek olan Allah'a mahsustur!

15) Tirmizî, İbn Mâce

16) Müslim, Buhârî

17) Ebû Dâvud

18) Tirmizî

Öfkeye Yol Açan Sebepler

Anlaşıldı ki her illetin ilâcı, onun maddesini ve sebeplerini ortadan kaldırmaktırBu bakımdan öfkenin sebeplerini tanımak gerekir.

Hazret-i Yahya, Hazret-i Îsa'ya şöyle dedi:

- Hangi şey daha şiddetlidir?

-Allah'ın öfkesi ve gazabı. . .

-İnsanı Allah'ın öfkesine yaklaştıran nedir?

-Senin öfkelenmendir.

-Öfkeyi açığa çıkaran ve bitiren nedir?

-Kibir, böbürlenmek, kendini büyük görmek ve körü körüne taassub!

Öfkeyi kabartan sebepler, büyüklük taslamak, ucub, mizah yapmak, müstehcen konuşmak, başkasıyla alay etmek, başkasını ayıplamak, mücadele etmek, düşmanlık gütmek, hainlik, fazla mal ve mertebeye şiddetle harislik göstererek düşkün olmaktırBunların tümü, düşük ve dinen kötü sıfatlardırBu sebepler İnsan oğlunda kaldıkça öfkeden kurtulması mümkün değildirBu bakımdan herşeyden önce bu sebepleri, zıtları ile bertaraf etmelidirO halde, tevazu göstermek suretiyle gururu öldürmelisin, nefsini tanımak suretiyle ucubu öldürmelisinNitekim bunun bahsi Kibir ve Ucub bölümünde gelecektirMağrur olmayı, senin de kölenin cinsinden olduğunu bilmekle silebilirsinÇünkü insanlar bir babadan gelmişlerdirAncak fazilette değişik mertebelere ayrılmışlardırBu bakımdan Ademoğulları bir cinstirAncak faziletlerle iftihar edilirİftihar etmek, ucub gütmek ve kibre kapılmak rezaletlerin en büyüklerindendirBunlar, rezaletlerin aslı ve başıdırlarSen bunlardan boşalmadıkça başkasından hiçbir üstünlüğün olmayacaktırKölenin cinsinden olduğun halde böbürlenmeye hakkın yoktur! Çünkü bünye, neseb, dış ve iç organlar bakımından kölenle aynı cinstensin.

Mizaha gelince, mizahı ancak insan ömrünün tamamını kapsayan dinî vazifelerle meşgul olmak suretiyle sökebilirBunu bildiğin zaman artık mizahtan uzaklaşırsın.

Müstehcen konuşmaya gelince, faziletlerin araştırılmasında, güzel ahlâkın ve seni âhiret saadetine ulaştıracak dinî ilimlerin araştırılmasında ciddiyet göstermek suretiyle onu bertaraf edebilirsin.

Başkasıyla istihza etmeye gelince, bunu insanları üzmekten kaçınmak ve nefsini istihza edilmekten korumak suretiyle silebilirsin.

Ayıplamaya gelince, çirkin sözlerden kaçınmak ve acı cevabı vermekten nefsini korumak suretiyle bu illetten kurtulabilirsinMaişetin fazlalıklarına karşı gösterilen şiddetli kanaatsizlik olan harisliğe gelince, o da zaruret miktarıyla kanaat etmek suretiyle bertaraf edilebilirOnu da muhtaç olmamanın azizliğini istemek ve ihtiyaç zilletinden kaçınmak için yapmalısınBu ahlâkların ve bu sıfatların tedavisinde İnsan oğlu riyazet yapmaya ve meşakkatleri yüklenmeye muhtaçtırBu riyazetin sonucu; tehlikelerini tanımaya dönüşürNefsin kendisinden uzaklaşması ve çirkinliğinden nefret etmesi için tehlikelerini tanımak gerekirBundan sonra uzun bir müddet, bilfiil bu çirkin ahlâkların zıdlarına devam edip nefse kolay ve alışkanlık hâline gelinceye kadar bu işe devam ettiğin takdirde nefisten onlar silinirNefisten silindiği takdirde de nefis gelişir ve bu rezaletlerden ayrılırBu rezaletlerden doğan öfkeden de kurtulmuş olursunCahillerin çoğunu öfkeye sevkeden sebeplerin en şiddetlilerinden biri öfkeye kahramanlık, erkeklik, izzet-i nefis ve himmetin büyüklüğü ismini vermeleridirÖfkeyi cehalet ve hamakatlarından dolayı övülen sıfatlarla sıfatlandırmalarıdır ki nefisleri öfkeye meyletsin, öfkeyi güzel görsün ve iyi kabul etsinBüyük insanlardan öfkenin şiddetini erkekliğin simgesi gibi hikâye etmekle bu durum kalpte daha da yerleşirNefisler de kendilerini büyüklere benzetmeye meyyaldirlerDolayısıyla kalpte öfke kabarırBu şekilde öfkeye izzet-i nefis ve erkeklik ismini vermek katıksız bir cehalettirAksine bu, manevî kalp hastalığı ve akıl eksikliğidirBu nefsin zayıflığından ve eksikliğinden doğarBunun, nefsin zayıflığından doğduğunun belirtisi şudur: Hasta bir kimse sağlam bir kimseden, kadın erkekten, çocuk büyük insandan, zayıf ve yaşlı zayıf olmayan bir yaşlıdan, kötü ahlâk sahibi faziletler sahibinden daha çabuk öfkelenirBu bakımdan rezil bir kimse, lokması elinden kaçtığı zaman şehvetinden dolayı, parası elinden düştüğü zaman cimriliğinden dolayı öfkelenirHatta bu durumda aile efradına, çocuğuna ve arkadaşlarına bile öfkelenirKuvvetli o kimsedir ki öfkelendiği anda nefsine hâkim olurNitekim Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

Şiddetli ve kahraman, başkasının sırtını güreşte yere getiren kimse değildirPehlivan ancak o kimsedir ki, öfkelendiği anda nefsine hâkim olur19

Bu cahil kimseleri, hâlim ve affedici kimselerin hikâyelerini okumak ve onların öfkelerini nasıl yuttuklarını anlatmak suretiyle tedavi etmek daha uygundurÇünkü böyle yapmak, peygamberler, velîler, hükemâ ve âlimlerden nakledilmiştirFaziletli padişahların büyüklerinden de nakledilmiştirBunun zıddı ise, Kürt ve Türk'ün zâlimlerinden, câhil, fazilet ve akıldan yoksun olan ahmaklardan nakledilmiştir.

Öfkeyi Yenmenin Çâresi

Bizim bu söylediklerimiz, öfkenin sebeplerini yok etmek ve kabarmasını önlemek içindirBu bakımdan öfke kabardığı zaman teenni ile hareket etmek farz olur ki öfkenin sahibi, kötü bir şekilde onu icra etmeye mecbur olmasınÖfke kabardığı anda, ancak ilim ve amel macunu ile tedavi edilirİlim ise altı kısımdır.

1Bizim bundan sonra, öfkeyi yutmak, affetmek, hilm göstermek, eziyet ve meşakkatlere göğüs germek hakkında zikredeceğimiz sözleri düşünmektirDolayısıyla onun sevabını elde etmeye teşvik edilmiş olurBu bakımdan öfkeyi yutmaktan elde edilen sevaba karşı isteği olan kendisini intikam almak suretiyle gönlünü rahat ettirmekten meneder ve dolayısıyla kabaran öfkesini söndürür.

Mâlik bEvse bHadsan20 şöyle anlatıyor: "Hazret-i Ömer (radıyallahü anh) bir kişiye kızdı ve onun dövülmesini emrettiBu kişi Hazret-i Ömer'den 'Affet! İyiyi emret ve cahillerden yüzçevir!' (A'raf/199) ayetini okumasını istediBu isteğine karşılık Hazret-i Ömer (radıyallahü anh) âyeti okudu, âyet hakkında derin derin düşündüÇünkü Hazret-i Ömer, kendisine Allah'ın Kitabı okunduğu zaman kıpırdamadan dururduAllah'ın Kitabı hakkında çok düşünürdüBu bakımdan Hazret-i Ömer, bu âyet hakkında da düşündü ve adamı serbest bıraktı".

Ömer bAbdüiaziz bir adamın dövülmesini emretti. Sonra o adam 'Öfkelerini yutarlar' (Al-i İmrân/134) ayetini okuduBunun üzerine Ömer, hizmetkârına 'onu serbest bırak' diye emretti.

2Nefsini Allah'ın azabıyla korkutmaktırŞöyle ki: 'Allah'ın bana karşı olan kuvvet ve kudreti benim bu insana karşı olan kuvvet ve gücümden daha büyüktürEğer ben bu insana öfkemin icabını tatbik edersem, Allahü teâlâ'nın da kıyâmet günü affedilmeye en muhtaç olduğum bir anda, öfkesini benim hakkımda tatbik etmeyeceğinden emin değilim' demelidir.

Allahü teâlâ, kadîmkitaplarından birinde şöyle buyurmuştur:

Ey Âdem oğlu! Öfkelendiğin zaman beni hatırla ki ben de öfkelendiğim zaman seni hatırlayayım ve yok edilecekler arasında seni yok etmeyeyim.

Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) Vâsı'ı bir iş için gönderdiVâsı' gecikti, geldiğinde Hazret-i Peygamber kendisine şöyle dedi:

Eğer kısas olmasaydı, kesinlikle senin canını yakardımBurada 'Kıyâmet'teki kısas olmasaydı' denilmek istenmiştir.

Denildi ki, "İsrailoğulları'nda yanında bir hakîm bulunmayan hiçbir padişah yoktuPadişah öfkelendiği zaman o hakîm, padişahın eline bir sahife tutuştururduO sahifede şunlar yazılıydı: Fakire acı! Ölümden kork! Âhireti an! Padişah, öfkesi dininceye kadar o sahifeyi okurdu".

3Nefsini, düşmanlık ve intikamın akibetinden, düşmanın, mukabele etmek için çalışmasından ve hedeflerini yıkmak için gayret göstermesinden, musibetleriyle sevinmesinden korkutmaktırOysa kendisi hiçbir zaman musibetlerden kurtulmazBu bakımdan nefsini öfkenin dünyadaki kötü neticelerinden -eğer nefis âhiretteki neticelerinden korkmasa bile- korkutmalıdırBu ise şehveti öfkeye saldırtmaya ve musallat kılmaya dönüşürBu, âhiret amellerinden değildir ve bundan dolayı sevabı da yoktur.

Çünkü kişi, geçici zevk ve safâlarının bir kısmını diğer bir kısmına tercih etmek suretiyle zevk ve safâsına koşmaktadırAncak kaçındığı hususlar ilim ve ameline engel olacak şeyler olup aradıkları ameline yardım edecek şeyler ise, bu takdirde sevabdar olur.

Şöyle ki, öfke anında başkasının yüzünü hatırlamak ve kendi öfkesinin çirkinliğini düşünmek ve öfke sahibinin saldırgan bir köpeğe ve adi bir yırtıcı hayvana benzerliğini düşünmek; halîm, sakin, öfkeyi terkeden bir kimsenin de peygamberlere, velî kullara, âlimler ve hükemâya benzediğini düşünmekdirBunları düşündükten sonra nefsini serbest bırakmalıdırİsterse nefis kendisini köpeklere, yırtıcı hayvanlara ve insanların düşüklerine benzetsin, isterse âlimler ve peygamberlere benzetsinEğer zerre kadar aklı varsa, nefsi bunlara uymanın sevgisine meyleder.

5Kendisini intikam almaya çağıran sebep hakkında düşünmektirÖfkesini yutmasına mâni olan illeti süzmektir; zira her öfkenin mutlaka bir sebebi vardır ve olmalıdırMesela şeytan kendisine 'Sen öfkeni yutarsan senin âcizliğine, nefsinin küçüklüğüne, zilletine ve hakirliğine yorumlanırHalkın gözünde hakir düşersin' derBu bakımdan şeytanın bu sözüne karşı, öfkelenen kişi nefsine şöyle söylemeli: 'Sen ne acaip mahluksun! Şimdi eziyetten kaçmıyorsun da kıyâmet gününün rezalet ve sefaletinden kaçınmıyorsun! O gün karşındaki adam senin elinden tutar ve senden intikam alırİnsanların gözünde küçük düşmekten sakınıyorsun da Allah nezdinde, melek ve peygamberler katında küçük düşmekten kaçınmıyorsun!' Bu bakımdan kişi, ne zaman öfkesini yutarsa, öfkesini sadece Allah rızası için yutması uygundurBu niyetle öfkesini yutarsa Allah nezdinde alabildiğine kıymetli olurBu durumda insanların yanında kıymetli olmanın ne önemi kalır! Dünyada kendisine kötülük edenin kıyâmet günü uğrayacağı zillet, daha şiddetli olurAcaba kişi kıyâmet gününde 'Allah katında ecri olan ayağa kalksın!' diye çağırıldığı zaman ayağa kalkanın kendisi olmasını istemez mi! Zira bu çağrıya ancak, dünyada affedenler icabet ederek ayağa kalkarBu ve bunun benzerleri îmanın mârifetlerindendirBunları kalpte yerleştirmek gerekir.

6Öfkesinin Allah'ın isteğine göre cereyan eden birşeye şaşıp hayret ederek geldiğini bilmelidirEvet, bu şey kendi isteğine göre cereyan etmediğinden dolayı öfkelenir! Acaba 'Benim isteğim Allah'ın isteğinden daha evlâdır' demesi nasıl olur? Oysa Allah'ın kendisine kızması, kendisinin kızmasından -tehlike bakımdan- daha büyüktürAmele gelince, senin dilinle eûzübillâhi min'eşşeytan ir-racîm demendir; zira Hazret-i Peygamber, öfke anında böyle söylemeyi emretmiştirHazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) zevcesi Âişe validemiz öfkelendiği zaman ağzını eliyle kapatır ve şöyle derdi:

Ey Ayşecik! De ki: 'Ey Allahım! Ey Muhammed'in (aleyhisselâm) Rabbi! Benim günahımı affet! Kalbimin öfkesini giderFitnelerin saptırmasından beni koru!'21

Bu bakımdan senin de bu duayı okuman müstehabdırEğer öfken bu duayı okumakla da gitmezse ayakta isen otur, oturuyorsan uzanKendisinden yaratılmış olduğun toprağa yaklaş ki nefsinin zilletini bilmiş olasınOturmak ve uzanmakla sükûnete kavuşmaya çalış! Çünkü öfkenin sebebi hararettir, harareti oluşturan harekettirNitekim Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur:

Muhakkak öfke, kalpte parlayan bir ateş közüdürSiz öfkelenen kişinin avurtlarının şiştiğini, gözlerinin kızardığını görmez misiniz? Bu nedenle bazılarınız böyle bir şeyi hissettiği zaman eğer ayakta ise derhal otursun, eğer oturuyor ise derhal uzansın22

Eğer bununla da öfke geçmezse o zaman soğuk su ile abdest alsın veya gusletsinÇünkü ateşi ancak su söndürürNitekim Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur:

Biriniz kızdığı zaman su ile abdest alsın; çünkü kızgınlık ateştendir23

Başka bir rivâyette 'muhakkak öfke şeytandandırMuhakkak şeytan da ateşten yaratılmıştırAteş ancak su ile söndürülürO halde biriniz öfkelendiği zaman abdest alsın!' demiştir.

İbn-i AbbâsHazret-i Peygamber'in şöyle dediğini rivâyet eder: Öfkelendiğin zaman sus!24

Ebû Hüreyre der ki: 'Hazret-i Peygamber öfkelendiği zaman, ayakta ise otururduOturduğu halde öfkelendiği zaman uzanırdı ve öfkesi geçerdi'25

Ebû Said el-Hudrî, Hazret-i Peygamber'in şöyle dediğini rivâyet eder:

İyi bilin ki öfke, Âdem oğlu'nun kalbinde bir parça ateştirSiz onun gözlerinin kızardığına, boyun damarlarının gerildiğine bakmaz mısınız? Bu bakımdan kim böyle birşey hissederse, yanağını yere yapıştırsın26

Hazret-i Peygamber 'Yanağını yere yapıştırsın' sözü ile secdeye işaret etmiştirBu, azaların en azizini, yerlerin en zelili olan toprağa değdirmeye işarettirBöylece nefsi zilletini hissetmiş olsun, nefsin gururu ve öfkenin sebebi olan bencilliği ortadan kalksın.

Rivâyet ediliyor ki Hazret-i Ömer birgün öfkelendiDerhal su isteyip burnuna su çekti ve şöyle dedi: 'Öfke şeytandandırSu ise öfkeyi giderir!'

Urve bMuhammed şöyle diyor: Yemen'e vali olarak tayin edildiğim zaman babam bana 'Vali mi oldun?' diye sorduBen 'evet' cevabını verince şöyle dedi: 'Öfkelendiğin zaman üstündeki göklere ve altındaki yere bak. Sonra onları yoktan varedeni yücelt (ve hatırla. . ) '

Rivâyet ediliyor ki, Ebû Zer Gıfârî bir kişiye aralarında geçen bir olay nedeniyle 'Ey kızılcığın oğlu!' diye hakaret ettiBu söz Hazret-i Peygamber'in kulağına gittiHazret-i Peygamber Ebû Zer'e şöyle hitap etti:

Ey Ebû Zer! Kulağıma geldiğine göre, sen bugün (din) kardeşini annesinden dolayı ayıplamışsın!

Ebû Zer 'Evet! Doğru!' dedikten sonra arkadaşını razı etmek için hemen faaliyete geçtiFakat o kişi, Ebû Zer kendisini görmeden önce Hazret-i Peygamber'in huzuruna vardı ve Ebû Zer'in yaptığı hakaretleri Hazret-i Peygamber'e söylediBunun üzerine Hazret-i Peygamber, Ebû Zer'e şöyle hitab etti.

Ebû Zer! Başını kaldır da bak! Sonra bil ki sen bu kainatta bulunan ne bir kırmızıdan ve ne de bir siyahtan üstünsünMeğer ki amelinle kendisinden üstün olasınÖfkelendiğin zaman ayakta isen otur! Oturuyorsan yaslan! Yaslanmış vaziyette isen uzan. . 27

Mu'temer bSüleyman28 şöyle anlatıyor: Sizden önce geçmiş milletlerin arasında bir kişi vardıÖfkelenir ve öfkesi şiddetli olurduBu kişi üç kağıda birşey yazarak her sayfayı bir kişiye verdiBirinci sayfayı verdiği kişiye dedi ki: 'Ben öfkelendiğim zaman bana bu sayfayı ver!' ikincisine 'Öfkem biraz dindiği zaman benim elime bu sayfayı sıkıştır' dedi. Üçüncüsüne de 'Öfkem tamamen geçtikten sonra bu sayfayı elime ver' dediBir müddet sonra öfkesi alabildiğine kabardıKendisine birinci sayfa verildiSayfayı açınca sayfada şöyle yazılı olduğunu gördü: 'Sen nerede bu öfke nerede! Sen ilâh değilsin, beşersinSenin bir kısmını diğer kısmının yeme ihtimali vardır'Bu yazıları okuduktan sonra öfkesinin bir kısmı dindiBunun üzerine kendisine ikinci sayfa verildiBaktı ki ikinci sayfada şunlar yazılıdır: 'Yeryüzünde olanlara şefkatli ve merhametli ol ki göklerde hükmü olan Allah da sana merhamet etsin!' Bunun akabinde kendisine üçüncü sayfa verildiBaktı ki üçüncü sayfada şunlar yazılıdır: 'İnsanları ancak

Allah'ın hakkını zayi ettiğinden dolayı muâhaze etÇünkü onları ancak bu ıslah eder'

Mehdî bMuhammed bAbdullah el-Abbâsî, bir kişiye kızdı (ve intikam almak istedi) Şebih ona dedi ki: "Allahü teâlâ için Allahü teâlâ'dan daha fazla kızma!'

20) H. 93 senesinde vefat etmiştir.

21) Müslim, Buhârî

22) Tirmizî

23) Ebû Dâvud

24) İmâm-ı Ahmed, İbn Eb'id-Dünya, Taberânî

25) İbn Eb'id-Dünya

26) Tirmizî

27) İbn Eb'id-Dünya

28) Tarhan Teymî'nin torunu olan bu zatın künyesi Ebû Muhammed'dir, Basralıdır. Güvenilir olan bu zat, H. 87 senesinde vefat etmiştir.

Öfkeyi Yenmenin Fazileti

Allahü teâlâ 'Öfkelerini yutarlar' (Al-i İmrân/134) buyurmuştur ve bunu müslümanları medhetmek için söylemiştir.

Hadîsler

Hazret-i Peygamber de şöyle buyurmuştur:

Allah öfkesini frenleyen bir kimseye azabını durdururRabbine mazeretini arzeden bir kimsenin özrünü Allahü teâlâ kabul ederKim dilini korursa Allah onun çirkin taraflarını örter29

Sizin en pehlivanınız ve en erkeğiniz o kimsedir ki öfkelendiği zaman nefsine hâkim olur! Sizin en haliminiz, düşmanından intikam alma imkânı olduğu halde onu affeden kimsedir30

Öfkesinin gereğini yerine getirme imkânı varken bundan vazgeçen kimsenin kalbini Allahü teâlâ kıyâmet gününde rızasıyla doldurur31

Bir rivâyette 'O kimsenin kalbini Allah emniyet ve îman ile doldurur' diye vârid olmuştur.

ibn Ömer Hazret-i Peygamberin şöyle dediğini rivâyet eder:

Allah rızası için öfkesini yutmaktan, ecir bakımından daha büyük bir şey yoktur ki kul onu yapsın32

İbn-i Abbâs Hazret-i Peygamber'in şöyle dediğini rivâyet eder:

Kesinlikle (bilinsin ki) cehennemin bir kapısı vardırO kapıdan ancak Allah'a isyan etmek suretiyle öfkesine uyup gönlünü rahat ettiren bir kimse girer33

Allah nezdinde kulun öfkesini yutmasından daha sevimli hiçbir şey yokturKul öfkesini yuttuğu takdirde Allah onun kalbini îman ile doldurur34

Kim yerine getirmeye kudreti olduğu halde öfkesini yutarsa, Allahü teâlâ mahlukatın gözleri önünde onu çağırır ve cennet hurilerinden 'hangisini istersen al' diye onu serbest bırakır35

Ashâb'ın ve Âlimlerin Sözleri

Hazret-i Ömer (radıyallahü anh) şöyle demiştir: 'Allah'tan korkan bir kimse, öfkesini yutar ve bu hususta nefsinin isteğini yapmazAllah'tan korkan bir kimse istediğini yapamaz. (Ancak Allah'ın isteğini yerine getirebilir) Eğer kıyâmet günü olmasaydı siz bugün benden gördüğünüzün tam aksini görecektiniz!'

Lokmân Hakîm oğluna şöyle demiştir: 'Ey oğul! Dilencilik etmek suretiyle yüzünün suyunu dökme! Rezil olman pahasına öfkenin isteğini yapma! Kıymetini bil ki hayatın sana fayda versin!'

Eyyub bSehtiyanî şöyle der: 'Bir saat halîmlik İnsan oğlundan birçok şerri uzaklaştırır'.

Süfyân es-Sevrî, Ebû Huzeyme, Fudayl b. İyaz bir araya geldiler, Zühdün ne olduğunu müzakere ettilerSonunda şu karara vardılar: 'Amellerin en üstünü kızdığı anda halîmlik, musibetler anında da sabır göstermektir'.

Adamın biri Hazret-i Ömer'e şöyle haykırdı: 'Yemin olsun, sen adaletle hükmetmiyor ve çok mal vermiyorsun!' Buna karşılık Hazret-i Ömer yüzünde öfkenin alâmetleri görülecek derecede kızdıBu esnada bir kişi kendisine şöyle hitap etti: "Ey Mü'minlerin emiri! Sen Allahü teâlâ'nın ' Affet! iyiliği emret ve câhillerden yüz çevir' (A'raf/119) buyurduğunu işitmedin mi? İşte bu kişi de câhillerdendir. (Bu bakımdan sen de onu affet!) " Bu söz karşısında Hazret-i Ömer 'doğru söyledin' dediSanki o öfke bir ateşti, söndü.

Muhammed b. Ka'b şöyle demiştir: Üç haslet kimde varsa o kimse Allah'a olan imanını kemâl derecesine vardırmıştır:

1Razı olduğunda bu durumu kendisini bâtıla sokmaz.

2Öfkelendiğinde öfkesi kendisini haktan çıkarmaz.

3Kuvvet ve kudreti yettiğinde hakkı olmayan bir şeye el uzatmaz!

Bir kişi Selman-ı Fârisî'nin yanına gelerek şöyle dedi: 'Ey Allah'ın kulu bana nasihatta bulun!' Buna karşılık Selman şöyle dedi:

-Öfkelenme!

-Öfkelenmemek benim elimde değil!

-O halde, öfkelendiğin zaman diline ve eline hâkim ol!

29) Taberânî, Beyhâkî

30) İbn Eb'id-Dünya, Beyhâkî

31) İbn Eb'id-Dünya, Ebû Dâvud

32) İbn Mâce

33) Lisanın Âfetleri bölümünde geçmişti.

34) İbn Eb'id-Dünya

35) Lisanın Âfetleri bölümünde geçmişti.

25-3

Hilm'in Fazileti

Hilm, öfkeyi yutmaktan daha üstündürÇünkü öfkeyi yutmak, olmayan halîmlik sıfatını kazanmaya çalışmaktırOysa öfkeyi yutmaya ancak öfkesi kabaran bir kimse muhtaç olur ve bu hususta şiddetli bir mücahedeye muhtaçtırFakat bunu bir müddet âdet edindiği zaman kendisine alışkanlık olur ve artık bir daha öfkesi kabarmazKabarsa da onu yutmakta herhangi bir zorluk sözkonusu değildirBu tabii halîmliktirBu, aklın kemâle ermesi ve bedeni kontrol altına almasının delâletidirÖfke kuvvetinin kırılması ve akla teslim olmasıdırFakat bunun başlangıcı, kendini hilme zorlamak, zoraki bir şekilde öfkeyi yutmaktır.

Hadîsler

İlim ancak öğrenmekledirHilm de halîmliğe kendini zorlamakladırKim hayrı kasdederse ona hayır verilirŞerden sakınan bir kimse ise şerden sakındırılır36

Hazret-i Peygamber bu hadîs-i şerîfiyle hilm sıfatının yolunun önce kendini hilme zorlamak ve onun ağırlığına katlanmak olduğuna işaret etmiştirNitekim ilim öğrenmenin yolunun da öğrenmek ve bu husustaki zahmete katlanmak olduğu gibi.

Ebû Hüreyre Hazret-i Peygamber'in şöyle dediğini rivâyet eder:

İlmi isteyiniz ilimle beraber sekineti (vâkarı) ve hilmi de isteyinizÖğrettiğiniz ve kendisinden ilim öğrendiğiniz kimselere yumuşak davranınızSakın âlimlerin katılarından olmayınız ki cehaletiniz hilminize galebe çalmasın37

Görüldüğü gibi Hazret-i Peygamber bu hadîs-i şerîfiyle gururun, katılığın, öfkeyi tahrik edip kabartan biricik âmil olduğuna işaret buyurmuşturHilm ve yumuşaklığın engelinin bu sıfatlar olduğunu belirtmiştirŞu dua, Hazret-i Peygamber'in duasındandır:

Ey Allahım! Beni ilimle zengin kıl! Hilimle süslendirTakvâ ile şereflendirAfiyet ile güzelleştir!38

Ebû Hüreyre Hazret-i Peygamber'in şöyle dediğini rivâyet eder: Allah'ın katında yüksek derece arayın,

Ashâb 'O yücelik nedir?' diye sorunca Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur:

Senden alâkayı kesene karşı ilgiyi devam ettirmelisinSeni mahrum edene vermelisinSana karşı cehalet ile hareket ederek vaziyet alana hilm göstermelisin39

Beş şey peygamberlerin sünnetlerindendir: 1Hayâ, 2Hilm, 3Hacamat (kan aldırmak) , 4Misvak kullanmak, 5Güzel koku sürünmek40

Hazret-i Ali Hazret-i Peygamberin şöyle dediğini rivâyet eder:

Müslüman kişi, hilim sıfatı sayesinde gündüz oruçlu, gece ibadet yapan bir kimsenin derecesine varırMüslüman kişi himayesi altında ailesi olduğu halde Cebbâr zorbalardan yazılır41

Ebû Hüreyre der ki: 'Bir zat Hazret-i Peygamber'e gelerek: 'Benim birtakım akrabalarım vardırBen onlara sılayı rahim yaptığım halde onlar benden alâkayı kesiyorlarBen onlara iyilik yapıyorumOnlar ise, bana kötülük. . Onlar câhillikle bana karşı çıktıkları halde ben onları hilimle karşılıyorum' dedi.

Cevap olarak şöyle buyurdu:

Eğer dediğin gibi ise sen âdeta onların yüzüne kum serpiyorsunDurmadan bu ahlâka devam edersen, seninle beraber Allah'tan gelen bir yardımcı olacaktır42

Metinde geçen mel kelimesi kum demektirMüslümanlardan bir kişi dedi ki:

Ey Allahım! Benim yanımda bir mal yok ki sadaka vereyimBu bakımdan bir kişi, benim hakkımdan herhangi bir şeyi ihlâl ederse, o hakkım onun için sadaka olsun.

Bunun üzerine Allahü teâlâ Hazret-i Peygamber'e (sallâllahü aleyhi ve sellem) 'Ben onu affettim' diye vahyetti.

Bazılarınız Ebû Damdan gibi olmaktan âciz midir?

Ashâb-ı kîram 'Ebû Damdan kimmiş ya Rasûlüllah!' diye sorunca şöyle buyurmuştur:

Ebû Damdan sizden önce yaşamış biriydiSabahladığı zaman şöyle derdi: 'Ey Allahım! Muhakkak ben bugün bana zulmedene hakkımı sadaka olarak vermiş bulunuyorum'43

Rabbâniyyûn (Al-i İmrân/79) kelimesinin tefsirinde şöyle denilmiştir: 'Bunlardan maksat hâlim olan âlimler'dir'.

Hasan-ı Basrî'nin 'Câhiller onlara hitap ettikleri zaman, onlar selâm derler' (Furkan/63) âyetinin tefsirinde 'Hâlim kimselerdir ki eğer cehaletle kendilerine karşı yapılan bir hakarete mâruz kalırlarsa, o şekilde karşılık vermezler' dediği rivâyet olunur.

Atâ bEbî Rebah der ki: "Hevnen (Furkan/63) tabiri hilm mânâsındadır".

İbn Ebî Habib; ve kehlen (Al-i îmran/46) kelimesinin tefsirinde 'Kehl, hilmin son mertebesidir' demiştir.

Mücâhid 'Onlar lağvın yanından geçerken şerefli olarak geçerler' (Furkan/72) âyetinin tefsirinde 'Onlara eziyet edildiği zaman affederler' demiştir.

Rivâyet ediliyor ki, İbn Mes'ûd kendisine hakaret edenlerin yanından geçtiFakat hiçbir karşılık vermediBunun üzerine Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

İbn Mes'ûd şerefli olarak sabahladı ve akşamladı44

Sonra bu hadîsin râvisi İbrahim bMeysere 'Cahiller kendilerine lâf atarsa selâm derler': (Furkan/63) ayetini okumuştur.

Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

Allah bana o günü göstermesin, öyle bir zaman gelecek ki âlimlere uyulmayacak, hilm sahibi insanlardan utanılmayacaktırİşte o zaman dilleri Arab, fakat gönülleri Acem gönlüdür!45

İçinizden akıl sahipleri beni takip etsin! Onlardan sonra gelenler ve daha sonra gelenler, sakın ihtilaf etmeyin, yoksa gönülleriniz de ayrılırSokak fitnelerinden de korununuz!46

Rivâyet ediliyor ki Eşeç 47 adlı zat Hazret-i Peygamber'e elçi olarak geldiDevesini kapıda çöktürdü. Sonra deveyi bağladıSırtında bulunan iki elbiseyi çıkardıTorbasından iki tane güzel elbise çıkarıp onları giydiBütün bunları Hazret-i Peygamberin gözü önünde yapıyorduHazret-i Peygamber onun yaptığını görüyordu. Sonra Hazret-i Peygamber'e doğru, yürümeye başladıBunun üzerine Hazret-i Peygamber kendisine şöyle dedi:

-Ey Eşec! muhakkak sende iki'ahlâk vardırAllah da,Peygamber de onları sever!

-Annem ve babam sana feda olsun! Onlar nelerdir?

-Onlar hilm ile sabırdır!

-Acaba bu iki ahlâkı ben çalışarak mı elde ettim, yoksa tabiî olarak mı bende vardı?

-Hayır! Allah seni o ahlâklar ile beraber yaratmıştır.

-Hamd o Allah'a mahsustur ki beni Allah ve Rasûlü tarafından sevilen iki ahlâk ile yaratmıştır!48

Allah, hâlim olan, Allah'tan utanan, zengin, namuslu, çoluk çocuk babası ve muttaki bir kimseyi sever ve muhakkak ki fâhiş konuşan, çenesi düşük olan, dilencilik yapan, ısrarcı olan bir ahmaktan da nefret eder49

İbn-i Abbâs (radıyallahü anh) Hazret-i Peygamberin şöyle dediğini rivâyet eder:

Kim de şu üç hasletten birisi bulunmazsa, o kimsenin amelinden hiçbir şeye güvenmeyiniz:

1Kendisini Allah'a karşı olan günahlardan menedecek takvâ,

2Sefih bir kimseyi durduracak hilm,

3İnsanlar arasında idare etmesine vesile olacak bir ahlâk50

Allahü teâlâ kıyâmet gününde mahlukları bir araya getirdiği zaman bir dellâl şöyle çağırır: 'Fazilet ehli nerede?' Bu çağrı üzerine, az oldukları halde, bir kısım insanlar kalkıp süratle cennete doğru yürürlerMelekler bunları karşılar ve kendilerine şöyle derler:

-Biz sizin süratle cennete doğru gittiğinizi müşahede ediyoruz!

-Biz fazilet ehliyiz!

-Sizin faziletiniz neydi?

-Biz zulme uğradığımız zaman sabrederdikBize kötülük yapıldığı zaman affederdikBize karşı cehaletle muamele edildiği zaman hilm gösterirdik.

-Cennete giriniz! Çalışanların ecri olmak bakımından cennet ne güzel evdir!51

Ashâb'ın ve Alimlerin Sözleri

Hazret-i Ömer şöyle demiştir: İlim öğreniniz! İlim için sekinet ve hilm öğreniniz!'

Hazret-i Ali şöyle der: 'Hayr, malının ve evladının çoğalması değildirHayr, ilminin çoğalması, hilminin büyümesi, ibadetinle halka karşı böbürlenmemen, iyilik yaptığın zaman Allah'a hamdetmen, kötülük yaptığın zaman Allah'tan af dilemendir'

Hasan-ı Basrî şöyle demiştir: İlmi arayınız! Fakat onu vâkar ve hilimle süslendiriniz!'

Eksem bSayf şöyle demiştir: 'Aklın direği ve dayanağı hilm'dirİşin temeli de sabırdır'.

Ebu'd Derda şöyle demiştir: 'Ben halkın dikensiz yaprak oldukları bir zamanda onlara yetiştim. Sonra yapraksız dikenler oluverdilerOnları tanıdığın takdirde seni tenkid ederlerOnları bıraktığın takdirde seni bırakmazlar'.

Dinleyenler, kendisine 'O halde ne yapmalıyız?' diye sorunca cevap olarak şöyle demiştir: 'Kendi hakkından fakirlik günün için onlara borç vermelisin?

Hazret-i Ali (radıyallahü anh) şöyle demiştir: 'Halîm bir kimsenin hilminden ötürü kendisine ilk verilen mükâfat şudur ki; bütün insanlar câhile karşı ona yardımcı olurlar'.

Muaviye şöyle demiştir: 'Kulun, hâlimliği câhilliğini, sabırlılığı da şehvetini mağlup etmedikçe ictihad derecesine varamaz ve buna da ancak ilim kuvvetiyle varabilir'.

Muaviye, Amr bEthem'e52 şöyle dedi: 'İnsanların hangisi daha cesur ve kahramandır?' Cevap olarak Amr şunu söyledi: 'Hâlimliğiyle cahilliğini geri çeviren kimse'.

Muaviye devamla dedi ki: 'Erkeklerin hangisi daha fazla cömerttir?' Amr cevap olarak 'Dünyasını dininin salâhı için feda eden kimse insanların en cömertidir' dedi.

Enes b. Mâlik 'İyilikle kötülük, mücazat ve mükâfat hususunda eşit değildirO halde sen kötülüğü en iyi şekilde defet' (Fussilet/34-35) ayetinin tefsirinde şöyle demiştir: 'Gazabı (öfkeyi) sabırla, cehaleti ilimle, kötülüğü affetmekle defet!'

Aranızda düşmanlık olan bir kimseye böyle davranırsan o kimse sana dost gibi olurBu haslete ancak sabır ve nefislerini intikamdan men edenler ve îman ve kemâl-i nefis sahipleri sahip olurBu güzel ahlâk sayesinde cennet ehli olurlar!.

Bahsi geçen kişi öyle bir kişidir ki onun arkadaşı kendisine küfrettiği halde arkadaşına 'Eğer sen yalan söylüyorsan Allah seni affetsin, eğer doğru söylüyorsan Allah beni affetsin' diyendir.

Seleften biri şöyle demiştir: 'Basra halkından birine küfrettimO da bana karşı hilm gösterdi ve bu göstermiş olduğu hilimden dolayı beni uzun bir zaman kendisine kul ve köle gibi mutî kıldı'.

Muaviye, Arabe bEvs'e53 şöyle sordu: 'Ey Arabe! Sen neyle milletinin efendisi oldun?' Arabe cevap olarak şöyle dedi: 'Ey Mü'minlerin emiri! Ben kavmimin cahillerine karşı hilm gösterirdimİsteyenlere verirdimOnların ihtiyaçlarına koşardımBu bakımdan benim yaptığımı yapan bir kimse benim gibidirBu hususta beni geçen bir kimse benden üstündürBenden geri kalan kimseden ise, ben daha hayırlıyımdır'.

Bir kişi İbn-i Abbâs'a (radıyallahü anh) küfrederek, içindekini döktükten sonra İbn-i Abbâs kölesine şöyle hitap etti: 'Ey İkrime! Acaba kişinin bizce görülecek bir ihtiyacı var mıdır ki görelim?' Bunun üzerine adam başını eğerek utandı ve yaptığından pişman oldu.

Bir kişi Ömer b. Abdulaziz'e hitaben: 'Ben şahidlik ederim ki sen fâsıklardansın!' dediÖmer 'Senin şahidliğin kabul olunmaz!' diye karşılık verdi.

Bir kimse, Hüseyin'in oğlu Ali Zeynelâbidîn'e küfrettiBuna karşılık o, sırtında bulunan gömleği o kişiye verdi ve bir de kendisine bin dirhem de para verilmesini emrettiBundan dolayıdır ki seleften biri şöyle demiştir: 'Zeynelâbidîn için övülen beş haslet bir araya gelmiş oldu:

1Hilm,

2Eziyeti kaldırmak,

3Kişiyi Allah'tan uzaklaştıran hasletlerden kurtarmak,

4Kişiyi pişman olmaya ve tevbe etmeye teşvik edip zorlamak,

5Kişinin kendisini kötülemesine rağmen onu medhetmeye mecbur etmekBütün bunları az bir miktarla (bir abâ, bin dirhem) satın aldı!

Bir kişi Cafer bMuhammed'e54 dedi ki: "Benimle bir kavmin arasında herhangi bir hususta münâzaa vâki olduBen onu terketmek istiyorumFakat bana 'onu terketmen senin için zillettir' denilmesinden korkuyorum"Bunun üzerine Câfer cevap olarak şöyle dedi: 'Zelil, zâlim kimsedir'.

Halil bAhmed55 şöyle demiştir: 'Önce deniliyordu ki: 'Kim kötülük yaptığı halde kendisine iyilik yapılırsa, bu iyilik onun kalbinde bir engel olurOnu o kötülüğün benzerinden meneder'.

Ahnef b. Kays derdi ki: 'Ben hâlim bir kimse değilimFakat hâlim olmaya kendimi zorluyorum'.

Vehb b. Münebbih dedi ki: 'Acıyana acınırSusan bir kimse selâmet bulurCahillik yapan bir kimse mağlup olurAcelecilik yapan bir kimse yanılırŞerre karşı halislik gösteren bir kimse selâmette kalmazKim cedeli bırakmazsa kendisine küfredilirŞerden nefret eden bir kimse korunurAllah'ın emirlerine tâbi olan bir kimse korunurAllah'ın kahrından çekinen bir kimse emin olurKim Allah'ı kendisine velî edinirse, her türlü tecavüzden menolunurKim Allah'tan istemezse fakir olurKim Allah'ın azabından emin olursa, mahrum olurKim Allah'tan yardım talep ederse muzaffer olur!'

Bir kişi Mâlik bDinar'a 'İşittiğime göre sen beni kötülükle yadetmişsin!' deyince, Mâlik cevap olarak dedi ki: 'Böyle yaptığım takdirde, sen benden, nezdimde daha fazla şerefli olursunBen bunu yaptığım takdirde sevaplarımı sana hediye etmiş olurum'.

Alimlerden biri şöyle demiştir: 'Hilm akıldan daha yücedirÇünkü Allahü teâlâ hilm ile isimlenmiştir'.

Bir kişi hükemadan birine 'Allah'a yemin ederim, ben sana öyle bir küfredeceğim ki seninle beraber kabrine girecek!' Hakîm ona dedi ki: 'Benimle beraber değil, aksine seninle beraber kabre girecektir!'

Meryem'in oğlu Îsa Mesih (aleyhisselâm) , yahudilerden bir grubun yanından geçtiOnlar Hazret-i Îsa'ya çirkin laflar attılarHazret-i Îsa da onlara güzel sözlerle karşılık verdiBunun üzerine Hazret-i Îsa'ya şöyle sordular: 'Onlar çirkin, sen ise hayırlı konuşuyorsun!' Îsa (aleyhisselâm) , cevap olarak şöyle dedi: 'Herkes yanındaki sermayeden harcar!'

Lokmân Hakîm şöyle demiştir: Üç haslet vardır, onlar ancak üç durumda bilinirler:

1Hâlim bir kimse ancak öfkelendiği zaman bilinir.

2Kahraman bir kimse ancak savaş halinde bilinir.

3Kardeş de ancak kendisine ihtiyaç olduğu zaman bilinir.

Hakimlerden birisinin dostu evine misafir geldiHakîm kendisine yemek takdim ettiBu arada hakîmin kötü ahlâklı hanımı çıkıp misafirin önünden sofrayı kaldırdı, kocasına küfürler savurduBu manzara karşısında hakîmin dostu, öfkeli olarak hakîmin evinden çıktıHakîm onun arkasından çıkarak kendisine dedi ki: 'O günü hatırla ki senin evinde yemek yiyordukYukardan bir tavuk sofranın üzerine düştüSofrada bulunan yemekleri dağıttı ve bu manzara karşısında hiçbirimiz de öfkelenmedik! (O halde neden öfkeleniyorsun?) ' (Hakîmin dostu) 'doğru söyledin' dediHakîm dedi ki: 'O halde bu kadını da o tavuk gibi kabul edip kızmamalısın!' Böylece adamın öfkesi geçti ve yoluna devam ederek 'Hakîm doğru söylediHilm her elemin şifa veren ilâcıdır' dedi.

Adamın biri, bir hakîmin ayağına vurup acıttıHakîm buna rağmen öfkelenmedi, hakîme 'Neden öfkelenmedin?' diye sorunca cevap olarak şöyle dedi: 'Ben o kişiyi ayağıma takılıp kaymama sebebiyet veren bir taş yerine koydumDolayısıyla öfkeyi boğazlamış oldum'.

Mahmud el-Verrak şöyle dedi: Her günahkarı, bana karşı işlediği cürümleri çok olsa dahi affetmeyi, nefsime gerekli bir vazife kılacağım; zira insanlar ancak üç sınıftan biridir: 1Şerefli olan, 2Şeref bakımından mağlup olan ve 3Mukavemette denk olan! Benden üstün olana gelince, onun kıymetini bilir ve bu yüzden ona karşılık vermem ve onun hakkında hakka uyarımHakka uymak da lâzımdırDerece bakımından benden küçük olana gelince, o birşey söylerse kendisine cevap vermemekle namusumu korurum, cevap vermemekten dolayı bir kimsenin kınamasına uğramış olsam dahiBenim gibi olana gelince, eğer o kayar veya düşerse, ben faziletli olurumÇünkü hilimden dolayı olan fazilet, herşeye hâkimdir!'

36) Taberânî, Dârekutnî

37) İbn Sinnî

38) Irakî aslına raslamadığını kaydeder.

39) Hâkim, Beyhakî

40) Hakim-i Tirmizî, Nevadir'ul-Usûl

41) Taberânî

42) Müslim

43) Ebû Nuaym, Beyhâkî

44) İbn Mübarek

45) İmâm-ı Ahmed

46) Müslim

47) Eşec, Abdî kabilesindendir. Kendisine Abduhaysın Eşecî denirdi. Adı

Münzir b. Âbid b. Hars'tır. Vakidî'ye göre H. 10 senesinde gelmiştir. Bir rivâyete göre de H. 8'de Mekke'nin fethinden önce gelmiştir. (İthâfu's-Saâde)

48) Müslim, Buhârî

49) Taberânî

50) Ebû Nuaym, Taberânî

51) Beyhâkî

52) Temim soyundan olan bu zatın künyesi Ebû Nuaym'dır. Kendisine Ebû Ribî de denir. Sahabîdir.

53) Evs kabilesinin Haris koluna mensuptur. İbn Sa'd, cömertlikle meşhur olduğunu söyler.

54) Adı Câfer b. Muhammed b. Ali b. Hüseyin b. Ali b. Ebi Tâlib'dir.

55) Bu zat, Nahiv ilminin imamlarından kabul edilmiştir.

Haksızlığa Nasıl Karşı Konulmalıdır?

Bir şahıstan sâdır olan zulme, benzeriyle karşılık vermek caiz değildirMesela gıybete gıybetle, tecessüse tecessüsle, sövmeye sövmekle mukabele caiz değildir! Diğer günahlar da böyledirAncak kısas ve cezalandırma, Allah nizamının belirttiği oranda olurBiz bunları yazmış olduğumuz fıkıh kitaplarında belirtmiş bulunuyoruzSövmeye gelince, ona benzer bir sövmekle karşılık verilmemesi hususu sabittirÇünkü Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

Eğer bir kişi sende bulunan bir hasletten dolayı seni ayıplarsa, sakın onda bulunan bir hasletten dolayı onu ayıplama!56

Küfreden iki kişi birbirine ne söylerlerse, mazlum haddini aşmadıkça günah ilk başlayan zâlimin boynunadır.

Birbirlerine küfreden iki kişi birbirleriyle toslaşan iki şeytan gibidir57

Bir kişi Ebû Bekir Sıddîk'a küfrettiHazret-i Ebû Bekir de susarak dinliyorduHazret-i Ebû Bekir adama karşılık vermeye başlayınca Hazret-i Peygamber ayağa kalkıp yürüdüBunun üzerine Hazret-i Ebû Bekir Hazret-i Peygamber'e 'O bana küfrettiği zaman sen susmuş dinliyordunBen ona karşılık vermeye başlayınca kalkıp gidiyorsun!' dediHazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) ona şöyle cevap verdi:

Çünkü sen sustuğun zaman, bir melek senin yerine ona cevap veriyorduSen konuştuğun zaman melek gitti, şeytan geldiBen, içinde şeytan bulunan bir mecliste oturmam58

Bir grup dedi ki: 'Karşıdaki insana yalan olmayan bir sözle karşılık vermek caizdir'Ancak Hazret-i Peygamber, ayıplamaya ayıplama ile karşılık vermeyi tenzihi olarak nehyetmiştirEn faziletlisi, karşılık vermeyi terketmektirFakat karşılık verirse günahkâr olmazRuhsat verilen durum 'Sen kimsin? Sen ancak filan soydansın!' demektedir.

Sa'd bEbî Vakkas, İbn Mes'ûd'a şöyle demiştir: 'Sen ancak Benî Huzeyl soyundan bir kimsesin!' İbn Mes'ûd da cevap olarak şöyle demiştir: 'Sen de ancak bir cariyeciğin oğlusun!'

Kişinin 'Ey ahmak!' demesi de bunun gibidirMutarrıf59 der ki: 'Herkes Allah ile arasındaki muamele hususunda ahmaktırAncak insanların bir kısmının bu husustaki ahmaklığı, diğer bir kısmının ahmaklığından daha azdır'.

İbn Ömer şöyle demiştir: 'Bütün insanları Allah'ın zatı hakkında ahmak olarak görürsün. . . '60

Kişinin 'ey cahil!' demesi de böyledir; zira hiç kimse yoktur ki onda cehalet bulunmasın! Bu bakımdan böyle diyen bir kimse karşısındaki insanı yalan olmayan bir sözle üzmüş olurKişinin 'ey kötü ahlâklı!' veya 'ey ince yüzlü!' veya 'ey haysiyetlere saldıran köpek!' demesi de -eğer bu sıfatlar muhatabında varsa- böyledir, kişinin 'Eğer sende haya olsaydı seninle konuşmazdımSen yaptığınla benim gözümde çok hâkir düştünAllah sana müstehakını versin ve senden intikam alsın' demesi de böyledir.

Nemime (kovuculuk) , gıybet, yalan, anne ve babaya küfretmeye gelince, bütün ulemanın ittifakıyla haramdırÇünkü rivâyet ediliyor ki, Halid bVelid ile Sa'd bEbî Vakkas arasında bir tartışma olduBir kişi Sa'd'ın yanında Hazret-i Halid'in aleyhinde konuştuHazret-i Sa'd ona sert bir çıkış yaparak sus dedi: 'Bizim aramızdaki kırgınlık dinimize tesir edecek dereceye varmamıştır!' Yani 'Birimizin diğeri hakkında günahkâr olacak raddeye varmamıştır' deyip kötü konuşmayı dinlemediBu bakımdan, böyle karşılık vermek hiç de caiz olmaz.

Zinaya nisbet etmek, fuhuş ve küfür gibi yalan ve haram olmayanla hasmına karşılık vermenin caiz olduğuna delil, Hazret-i Âişe'nin rivâyet ettiği şu hadîs-i şeriftir: Hazret-i Peygamberin zevceleri Hazret-i Peygamber'e elçi olarak kızı Hazret-i Fâtıma'yı gönderdilerHazret-i Fâtıma Hazret-i Peygamber'e gelerek dedi ki: 'Zevcelerin beni elçi olarak sana gönderdilerEbû Kuhafe'nin kızı hakkında (Hazret-i Âişe kasdediliyor) adalet yapmayı senden talep ediyorlar!' Hazret-i Fâtıma bu sözleri söylerken Hazret-i Peygamber uzanmış bulunuyorduOna cevap olarak şöyle dedi:

Ey kızım! Benim sevdiğimi sever misin?

-Evet

-O halde şunu (Aişe'yi) sev!

Bunun üzerine Hazret-i FâtımaHazret-i Peygamber'in zevcelerine dönüp onlara bu konuşmayı anlattıOnlar dediler ki: 'Ey Fâtıma! Sen bizim için hiçbir şey yapamadın?' Bunun üzerine Cahş'ın kızı Zeyneb'i Hazret-i Peygamber'e elçi olarak gönderdilerO Zeyneb ki Hazret-i Peygamber'in sevgisi hususunda benimle yarışırdıZeyneb, Hazret-i Peygamber'e gelerek 'Ebû Bekir'in kızı, Ebû Bekir'in kızı!' diye aleyhimde durmadan atıp tuttuBen de susarak dinliyordumHazret-i Peygamberin bana cevap vermek hususunda izin vermesini bekliyordumNihayet Hazret-i Peygamber bana cevap vermek hususunda izin verdi. . Ben de dilim kuruyuncaya kadar Zeyneb'e karşılık verdimBundan sonra Hazret-i Peygamber şöyle buyurdu:

Ey Zeyneb! Öyle söyleme! Muhakkak o, Ebû Bekir'in kızıdır. (Sen hiçbir zaman konuşmakta onu mağlup edemezsin!) 61

Metindeki ona küfrettim ibaresinden fâhiş konuşma kastolunmazYalan katılmaksızın onun konuşmasına cevap vermek kastediliyorHazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

Birbirine söven iki kişinin söylediklerinin mesuliyeti önce başlayanın boynunadırTa ki mazlum, kendisine söylenilenden daha fazlasını söyleyinceye kadar. . 62

Görüldüğü gibi Hazret-i Peygamber, mazlum bir kimseye haddi aşmamak şartıyla karşılık verme hakkını tanımıştırİşte bahsi geçen grubun helâl gördükleri miktar bu kadardırBu, zâlimin eziyetine karşılık ona eziyet vermek hususunda bir ruhsattırRuhsat, bu söylenen miktardan öteye gitmezFakat en faziletlisi terketmektirÇünkü zâlimin söylediği nisbetinde ona cevap vermek her ne kadar mübah ise de onun ötesine insanı sürüklediğinden dolayı ve hak olan miktarın sınırını geçmemenin mümkün olmamasından dolayı en faziletlisi terketmektirEsasında cevap vermemek daha evlâdırÇünkü böyle yapmak cevap vermekten daha kolay ve cevaptaki şeriatın çizmiş olduğu sınırı tesbit etmekten daha rahattırFakat buna rağmen insanlardan birtakım kimseler vardır ki öfkeleri kabardığı sırada kendilerini zaptetmeye güçleri yetmezAncak öfkeleri çabuk geçerBir kısım da vardır ki nefsini başlangıçta tutarFakat daimî bir şekilde karşısındaki adamdan nefret eder.

İnsanlar öfke hususunda dört sınıfa ayrılırlar:

1Bazıları kındıra otu gibi erken yanar ve çabuk söner.

2Bazıları seksek ağacı gibi geç tutuşur, çabuk söner.

3Bazıları ise geç tutuşur, tez sönerEğer bu durumu gayret hususunda gevşekliğe sürükleyici olmazsa bu en iyisidir.

4Bazıları da çabuk tutuşur, geç sönerBu ise en şerlileridir.

Mü'min bir kimse çabuk öfkelenir, çabuk razı olur.

Yani parlamasıyla sönmesi aynı andadırDüşmanlık göstermezÖyle ise onun parlayışına kefaret olarak çabuk razı olması kifayet eder63 İmâm-ı Şâfiî (radıyallahü anh) şöyle demiştir: 'Kim kızdırıldığı halde öfkelenmezse o eşektirKim razı olması istenildiği halde razı olmazsa şeytandır!'

Ebû Said el-Hudrî Hazret-i Peygamber'in şöyle buyurduğunu rivâyet eder:

İyi bilin ki Âdem oğulları çeşitli derece ve tabakalarda yaratılmışlardırOnlardan bazıları vardır ki geç öfkelenir, çabuk sakinleşirBir kısmı vardır ki çabuk öfkelenir, çabuk sakinleşirOnun sakinleşmesi öfkelenmesinin kefareti olurBir kısmı da vardır ki çabuk öfkelenip, geç sakinleşirDikkat edilsin, insanların en hayırlısı geç öfkelenip çabuk sakinleşenlerdirEn şerlisi ise çabuk öfkelenip geç sakinleşenlerdir64

Öfke, her insanda heyecana yol açar ve tesir eder, o halde sultana, öfkeli olduğu zaman, hiç kimseye ceza tatbik etmemesi farzdırÇünkü sultan öfkeden dolayı gereken cezanın hududunu aşabilir veya kendisine ceza tatbik edilen adama kızgın olabilirDolayısıyla gönlünü rahat ettirmek için aşırı gidebilirBu bakımdan saltanat sahibinin intikam alması ve zâlime tatbik edilen cezayı kendi nefsi için değil sadece Allah için tatbik etmesi lâzımdır.

Hazret-i Ömer (radıyallahü anh) bir sarhoş gördüOnu tutup cezalandırmak istediSarhoş Hazret-i Ömer'e küfrettiBunun üzerine Hazret-i Ömer onu cezalandırmaktan vazgeçtiBu durum karşısında kendisine 'Ey Mü'minlerin emiri! Bu adam sana küfrettiği zaman onu bıraktın' denildiğinde,

cevap olarak şöyle demiştir: 'Çünkü o beni öfkelendirdiEğer ben tazir ederek cezalandırmış olsaydım, kendi nefsim için öfkelendiğimden dolayı bunu yapmış olurdumOysa ben kendi nefsimin himaye ve korunması için hiçbir müslümana vurmayı sevmem'.

Ömer b. Abdülaziz kendisini öfkelendiren bir kişiye şöyle dedi: 'Eğer sen beni öfkelendirmeseydin mutlaka seni cezalandırırdım'.

56) İmâm-ı Ahmed

57) Daha önce geçmişti

58) Ebû Dâvud

59) Abdullah oğlu Mutarrıf tâbün-i kiramdandır. Güvenilir bir zattır.

60) İlim bahsinde geçmişti.

61) Müslim

62) Müslim ve İmâm-ı Ahmed

63) Daha önce geçmişti.

64) Daha önce geçmişti.

Hıkd'ın (Kin'in) Anlamı, Neticeleri, Affetmenin ve Şefkat Göstermenin Fazileti

Hâli hazırda intikam almak sûretiyle gönlünü rahat ettirmekten âciz olduğundan dolayı öfkesini yutmak lâzım geldiği zaman öfke içeride birikmeye başlar ve kin'e dönüşürHıkd'ın (kin'in) sonucu, kalbe ağırlığını yükleyip buğzetmek ve buğzettiği kimseden uzaklaşmak ve bu durumu devam ettirmektirOysa Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

Mü'min bir kimse kindar bir kimse değildir65

Bu bakımdan hıkd, öfkenin meyvesidirHıkd sekiz şeyi doğurur:

1Hased etmeye yol açarHased kin'in seni buğzettiğin insanın nimetinin yok olmasını temenni etmeye zorlaması demektirBu bakımdan ona verilen bir nimetten dolayı sen üzülür, ona isabet eden bir musibetten dolayı da sevinirsinBu ise münafıkların hasletlerindendirAllahü teâlâ'nın izniyle, böyle yapmanın aleyhinde vârid olan âyet ve hadîsler ilerdeki bahislerde gelecektir.

2Bâtında (iç âleminde) fazlasıyla hasedi saklamayı artırmaktırBöylece buğzettiğin kimseye isabet eden musibet ve belalardan ötürü sevinmiş olursun.

3Buğzettiğin kimseyi terketmek, onunla gırtlak gırtlağa gelmek ve kendisinden uzaklaşmaktırO seni arayıp istese bile yine bu duruma devam edersin!

4Onu küçük gördüğünden dolayı ondan yüz çevirmendirBu dördüncü netice, üçüncü neticeden (ceza bakımından) daha hafiftir.

5Helâl olmayan yalan, gıybet, sırrı açıklamak, örtüsünü yırtmak ve benzeri şeylerle onun hakkında konuşmaktır.

6Onunla istihza etmek, onu alaya almak için onun taklidini yapmandır.

7Vurmak ve bedenine elem verici bir şey ile ona eziyet etmektir.

8Zulmen kendisinden alınan bir şeyin geri verilmesine veya sıla-yı rahmine veya hakkı olan bir alacağının verilmesi gibi haklarına mâni olmandır.

Bütün bunlar haramdırHıkd'ın en az derecesi, bu belirtilen sekiz kötü neticeden sakınmandırBöylece hıkd'dan dolayı Allahü teâlâ'ya karşı isyan olacak durumlara düşmezsinFakat buna rağmen içinde onu ağır görürsünKalbini, ona buğzetmekten bir türlü vazgeçiremezsin! Öyle ki daha önceden ona gösterdiğin güler yüzlülük, şefkat, ona verdiğin ihtimam, onun ihtiyaçlarını yerine getirmek, Allah'ı anmak hususunda onunla oturmak, ona yardım etmek veya ona daha önceden yapmış olduğun duayı terketmek veya kendisine yapılacak iyilik ve insanlığı teşvik etmekten vazgeçersin.

İşte bütün bunlar din hususunda senin derecenin eksilmesine vesiledirlerBunlar seninle büyük bir faziletin ve hudutsuz bir sevabın arasına girerHer ne kadar bu şekildeki buğz seni Allah'ın azabına maruz bırakmazsa da yukardaki tehlikeler sözkonusudur.

Ebû Bekir Sıddîk (radıyallahü anh) , kızı Aişe'ye yapılan iftira meselesinde dedikodu yapan ve aynı zamanda akrabası olan Mıstah'a66 nafaka vermeyeceğine dair yemin ettiği zaman şu âyet nâzil oldu:

Sizden fazilet ve servet sahibi olan kimseler akrabasına, fakirlere ve Allah yolunda hicret edenlere infak ve ihsan etmemeye yemin etmesinler, affetsinler geçsinlerAllah'ın sizi bağışlamasını sevmez misiniz? Allahü teâlâ mağfiret ve rahmet edicidir. (Nûr/22)

Bunun üzerine Ebû Bekir Sıddîk (radıyallahü anh) 'Evet! Biz Allah'ın affetmesini sever ve isteriz' deyip yeniden (eskisi gibi) Mıstah'a infak ve ihsanda bulundu,

Buğzettiği insana yeniden infak ve ihsanda bulunmalı, mümkünse nefsini gemlemek ve şeytanın burnunu yerlere sürmek için ihsanını daha da artırmalıdırBu ise sıddîkların makamıdır, mukarreb (Allah'a yakın) kimselerin amellerinin faziletlilerindendirBu bakımdan kendisine hased edilen ve kin duyulan bir kimsenin üç durumu vardır:

Birincisi: Hakkını eksik ve fazla olmamak şartıyla tam almaktır ki bu adalettir.

İkincisi: Hasedciyi affetmek, sıla-yı rahim yapmak suretiyle ona iyilikte bulunmaktır ki bu fazilettir.

Üçüncüsü: Hasedcinin müstehak olmadığı zulmü kendisine yapmasıdır ki bu da zulüm ve eziyet etmektir!

Bu üçüncü şıkkı ancak düşük insanlar seçerlerİkinci şık ise, sıddîkların seçtiği bir şıktırBirincisi ise sâlih kimselerin derecelerinin zirvesidirBu bakımdan biz şimdilik af ve ihsanın faziletini zikredelim.

65) İlim bahsinde geçmişti.

66) Mıstah b. Esase b. Ubbad b. Mutallib b. Abdimenaftır. Annesi Ebû Bekir in halasının kızı idi. İslâm'ın başında müslüman olmuştu. Hazret-i Ebû Bekir, yakınlığından dolayı ona nafaka verirdi.

GADAB/ÖFKE, KİN ve HASEDİN AFETLERİ konusu devamı;