İHYÂ-İ ULÛMİ'D-DÎN | GADAB/ÖFKE, KİN ve HASEDİN AFETLERİ 2

 Giriş

 

25-4

Af ve İhsan'ın Fazileti

Affın mânâsı, kısas veya bir tazminattan dolayı meydana gelen bir hakka müstehak olduğun halde o hakkı almaman ve borçluyu ondan affetmendirAf, hilim ve öfkeyi yutmadan ayrı birşeydirBunun için de biz onu müstakil bir konu olarak zikretmiştik.

Sen bağışlama yolunu tut! İyiliği emret ve cahillerden yüz çevir! (A'raf/199)

Sizin bağışlamanız takvâya daha yakındır! (Bakara/237)

Üç şey vardır, nefsimi kudret elinde tutan Allah'a yemin ederim ki, eğer ben yemin etmiş olsaydım onlar için yemin ederdim:

1Hiçbir mal, sadaka vermekten eksilmezBu bakımdan siz sadaka veriniz!

2Bir kişi Allah nzası için kendisine yapılan bir zulmü affederse Allahü teâlâ kıyâmet gününde onu şeref yönünden, yükseltir.

3Bir kişi nefsi için dilencilik kapısını açarsa Allah da onun için fakirlik kapısını açar67

Tevâzu göstermek, kulun derecesini yüceltirBu bakımdan mütevazi olunuz ki Allah da derecelerinizi artırsınAffetmek ise kulu şeref yönünden geliştirirBu bakımdan affediniz ki Allah sizi aziz kılsınSadaka ancak malı çokluk bakımından etkilerBu bakımdan sadaka veriniz ki Allah size rahmet ve şefkat versin68

Hazret-i Âişe (radıyallahü anh) şöyle diyor: 'Hiçbir zaman Hazret-i Peygamber'in şahsına yapılan bir zulümden dolayı intikam aldığını görmedimMeğer ki Allahü teâlâ'nın haram kıldığı şeyler yapılmış olsun'.

Bu bakımdan Allahü teâlâ'nın yasaklarından biri işlendiği zaman Hazret-i Peygamber, herkesten daha şiddetli kızardıHazret-i Peygamber ne zaman iki şey arasında muhayyer bırakılsa, günah olmadığı takdirde kolayını seçerdi.

Ukbe (radıyallahü anh) der ki: "Bir gün Hazret-i Peygamber ile bir araya geldikBen acele ederek onun elini tuttum veya o acele ederek benim elimi sıktı ve şöyle dedi:

Ey Ukbe! Dünya ve âhiret ehlinin en üstün ahlâkından sana haber vereyim mi? Seni mahrum edene ihsanda bulunmak! Sılayı rahmini kesen akrabana sıla-yı rahim yapmak, sana zulmedeni affetmektir,69

Hazret-i Mûsa (aleyhisselâm) şöyle münacâtta bulundu:

-Yarab! Senin nezdinde hangi kulun daha şereflidir?

-O kulum ki kudreti olduğu halde affeder70

Ebu'd Derda'ya 'insanların en şereflisi' sorulduğu zaman cevap olarak 'Gücü ve kuvveti yettiği zaman affeden kimsedirBu bakımdan siz affediniz ki Allah da sizi aziz kılsın' demiştir.

Bir kişi Hazret-i Peygamber'in huzuruna gelerek şikayette bulunduHazret-i Peygamber onu oturttuAdam kendisine reva görülen zulmün karşılığını almak istediBunun üzerine Hazret-i Peygamber kendisine şöyle buyurdu:

Kıyâmet gününde mazlum kimseler felâh bulan kimselerdir71

Kişi, bu hadîsi dinlediğinde artık intikam almaktan vazgeçtiHazret-i Âişe Hazret-i Peygamberin (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle söylediğini rivâyet eder:

Kim, kendisine zulmedenin aleyhinde bedduada bulunursa, ondan intikamını almış sayılır.

Enes Hazret-i Peygamberin (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle söylediğini rivâyet eder:

Allahü teâlâ kıyâmet gününde, mahlukâtı haşrettiği zaman arşın altından bir dellâl üç defa şöyle bağırır: 'Ey ehl-i Tevhîd zümresi! Muhakkak Allahü teâlâ sizi affetmiştirBu bakımdan siz de birbirinizi affediniz72

Ebû Hüreyre'den şöyle rivâyet ediliyor: Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) Mekke'yi fethettiği zaman, Kâbe'yi ziyaret edip iki rek'at namaz kıldı. Sonra Kâbe'ye geldiKapının iki eşiğine yapışarak şöyle dedi: 'Ey Mekkeliler! Ne diyorsunuz? Ne yapacağımı düşünüyorsunuz?' Hepsi bir ağızdan dediler ki: 'Bize kardeşsin, amca oğlusun, rahim ve kerim bir kimsesin, deriz'Bunu üç defa tekrar ettilerBunun üzerine Hazret-i Peygamber şöyle buyurdu:

Ben de Yûsuf'un dediği gibi derim: 'Bugün size ayıplama yok! Allah sizi bağışlasın! O merhamet edenlerin en merhametlisidir'. (Yûsuf/92)

Ravi der ki: 'Onlar sanki kabirlerinden çıkarcasına İslâm dinine girdiler'.

Süheyl bAmr'dan şöyle rivâyet edilir: Hazret-i Peygamber Mekke'ye geldiği zaman ellerini Kâbe kapısının yanlarına koyduEtrafında da ashâb-ı kîram bulunuyorduBu esnada şöyle buyurdu:

Allah'tan başka ilâh yokturO birdirO'nun ortağı ve şeriki yokturVa'dini doğruladı, kuluna yardım ettiTek başına Ahzâb (Medine'yi basmak üzere toplanan Arab kabileleri) ordusunu püskürttü.

Sonra şöyle dedi:

Ey Kureyş topluluğu! Ne diyorsunuz ve size ne gibi bir muamele yapacağımı sanıyorsunuz?' Süheyl der ki: "Ben 'Biz hayr derizHayırlı şeyler söyleriz ve hayırlı olacağını sanıyoruzKerim bir kardeşsinMerhametli ve şefkatli bir amca oğlusun! Şimdi gücün ve kuvvetin bize yetiyor (Elbette affedersin) ' dedim"Bu söz üzerine Hazret-i Peygamber şöyle buyurdu: 'Ben kardeşim Yûsuf'un dediği gibi derim: 'Bugün size ayıplama yok! Allah sizi bağışlasınO, merhamet edenlerin en merhametlisidir'. (Yûsuf/92) 73

Enes Hazret-i Peygamber'in (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle söylediğini rivâyet eder:

Kullar Allah'ın huzurunda (kıyâmet gününde) durdukları zaman bir dellâl şöyle bağırır: 'Allah'ın katında ecir ve sevabı olan bir kimse ayağa kalksın ve cennete girsin!'

Bu söz üzerine biri Hazret-i Peygamber'e 'Allah katında ecir ve sevabı olan kimdir?' diye sorduHazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) 'Halkı affedenlerdir! Bu yüzden şu şu kadar bin kişi kalkar ve hesaba çekilmeden cennete girer' dedi74

İbn Mes'ûd der ki: Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) 'Herhangi bir konuda idareci olan bir kimseye bir suçlu getirildiği zaman mutlaka onu cezalandırmak gerekmezÇünkü Allah affedicidir ve affı sever' dedikten sonra şu âyeti okudu:

Kusurlarını bağışlasınlar! Aldırmasınlar! Allah'ın bağışlamasını sevmez misiniz?

(Nûr/22) 75 CâbirHazret-i Peygamber'in (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle söylediğini rivâyet eder:

Üç haslet vardırİmanla beraber o üç haslete sahip olan bir kimse cennetin hangi kapısından isterse girer, elâ gözlü hûrîlerden hangisiyle isterse evlenebilir:

1Gizli (delilsiz ve şahidsiz) bir borcunu ödeyen kimse,

2Her namazın akabinde İhlâs suresini okuyan kimse,

3Kendisiyle savaşanı affeden kimse76

Ebû Bekir 'Bu üç hasletten birine sahip olana da aynı mükafat var mı?' deyince, Hazret-i Peygamber 'Veya onlardan birini yapana. . ' diye cevap verdi.

Ashâb'ın ve Âlimlerin Sözleri

İbrahim et-Teymî şöyle demiştir: 'Bana zulmeden kişiye ben merhamet ederimBu ise affetmenin ötesinde bir ihsandırÇünkü o, zulmetmek suretiyle kalbini Allah'ın masiyetine maruz bırakırKıyâmet gününde sorumlu tutulurOysa verilecek cevabı da olmaz'.

Biri şöyle demiştir: Allahü teâlâ bir kuluna ihsan etmeyi irade ettiği zaman, ona zulmeden birini kendisine musallat kılar'.

Bir kişi Ömer b. Abdülaziz'in huzuruna girip kendine zulmeden birinden şikayet ederek aleyhinde bulunduBunun üzerine Ömer ona: 'Senin sana yapılan zulümle Allah'ın huzuruna gitmen, o zulmün intikamını zâlimden alarak Allah'ın huzuruna gitmenden daha hayırlıdır.

Yezid bMeysere der ki: 'Eğer sen sana zulmedene beddua edersen, Allahü teâlâ, ulûhiyet lisanıyla sana şöyle der:

Muhakkak başkası da, sen ona zulmettiğin için sana beddua ederEğer sen dilersen, hem senin bedduanı, hem de aleyhinde yapılan bedduayı kabul edelimEğer dilersen ikisini de kıyâmet gününe tehir edelim ki benim affım ikinizi de kapsamış olsun77

Müslim bYesar kendisine zulmedilen bir kişiye şöyle dedi: 'Zâlimi zulmüne havale etBöyle yapman, onun aleyhinde yapacağın bedduadan daha süratle kabul olunurAncak zâlim onu sâlih bir amele telafi edip bir daha yapmamaya niyetlenirse o zaman başka'.

İbn ÖmerHazret-i Ebû Bekir'den şöyle rivâyet eder: 'Kulağımıza geldiğine göre Allahü teâlâ kıyâmet gününde bir dellâla emrederDellâl şöyle çağırır: 'Kimin Allah nezdinde bir hakkı varsa ayağa kalksın' Böylece dünyada affedenler ayağa kalkarlarAllahü teâlâ dünyada insanlara göstermiş oldukları aflarına karşı onları mükafatlandırır'.

Hişam bMuhammedi'den şöyle rivâyet ediliyorNuman bMünzir'in78 huzuruna iki kişi getirildiBunlardan biri büyük bir suç işlemiştiHükümdar onu affettiDiğeri ise hafif bir suç işlemiştiHükümdar onu cezalandırdıBunun üzerine bir şair şöyle dediPadişahlar büyük suçları, faziletli olduklarından dolayı affederlerKüçük suçu ise, karşılıksız bırakmaz! Böyle yapmaları da cahilliklerinden değildirAncak bunun hikmeti şudur: Padişahların hilmi bilinsinMüdahalenin şiddetinden korkulsun!'

Mübarek bFaddale der ki: Abdullah'ın oğlu Suvar79, Basralılardan bir heyetin başında beni Ebû Cafer'in huzuruna gönderdiBen halifenin huzurunda iken bir kişi huzura getirildiOnun öldürülmesini emrettiBen kalbimden 'müslümanlardan bir kişi benim hazır bulunduğum bir cemaatte öldürülür de ben nasıl durabilirim?!' dedim ve halifeye hitaben şunları söyledim: 'Ey Mü'minlerin emîri! Hasan-ı Basrî'den dinlediğim bir hadîsi size nakledeyim mi?' Halife 'Nedir o hadîs?' dediDedim ki: 'Hasan-ı Basrî'den şöyle duydum: 'Kıyâmet günü olduğu zaman Allahü teâlâ insanları bir yerde toplarÖyle ki çağıran onlara duyurur, göz onları görebilirBu sırada bir dellâl ayağa kalkıp şöyle seslenir: 'Kimin Allah katında bir hakkı ve iyiliği varsa ayağa kalksın!' Dünyada insanları affedenlerden başka kimse ayağa kalkamaz"Halife 'Allah'a yemin ederim ben de bu hadîsi Hasan-ı Basrî'den dinledim' dediBen 'Ben de Allah'a yemin ederim ki bu hadîsi Hasan-ı Basrî'den dinledim' dedimBunun üzerine halife 'O halde biz bu adamı affettik' dedi.

Muaviye şöyle demiştir: 'Fırsat elinize düşünceye kadar hilm ve eziyetlere karşı göğüs germekten ayrılmayınızFırsatı elde ettiğiniz takdirde de affetmek ve faziletli olmaktan ayrılmayınız'.

Rivâyet ediliyor ki, bir rahib, Hişam bAbdulmelik'in huzuruna girdiHişam, rahibe 'Sen Zülkarneyn'i biliyor musun? Peygamber midir acaba?' dediRahib şöyle cevap verdi: Hayır! Peygamber değildirFakat ona verilen saltanat ve hüküm, kendisinde bulunan dört hasletten dolayı verilmiştir:

1Gücü yettiği zaman affederdi.

2Söz verdiği zaman sözünü yerine getirirdi.

3Konuştuğu zaman doğru söylerdi.

4Bugünün işini yarına bırakmazdı.

Biri şöyle demiştir: 'Kendisine zulmedilince hilm gösterip (sabredip) sonra gücü ve imkânı olduğunda intikam alan kimse halîm değildirAksine hâlim o kimsedir ki kendisine zulmedildiği zaman hilm gösterir, gücü yettiği zaman da intikam almaz, affeder'.

Ziyad şöyle demiştir: 'Kudret (gücün yetmesi) , kin ve nefreti siler'.

Hişam'ın huzuruna bir kişi getirildiO kişinin Hişam'ın aleyhinde dedikodu yaptığı halifenin kulağına gelmiştiAdam halifenin huzuruna getirildiği zaman kendisini müdafaa etmek sade dinde delillerini serdetmeye başladıBu durum karşısında Hişam kendisine 'Sen bir de konuşuyorsun ha!' dediKişi "Ey Mü'minlerin emiri! Allahü teâlâ 'O gün herkes gelir, kendi canını kurtarmak için uğraşır ve herkese yaptığının karşılığı tamamıyla ödenirHiçbirine de zulüm yapılmaz' (Nahl/111) buyurmuşturBu bakımdan biz Allah'ın huzurunda kendimizi müdafaa eder, nefsimizi kurtarmaya uğraşır da senin huzurunda bu haktan nasıl mahrum oluruz?" dediHişam 'Evet haklısın! Allah sana merhamet etsin, konuş!' diye karşılık verdi.

Rivâyet ediliyor ki, bir hırsız Sıffîn'de Ammâr'ın çadırına girdiHazret-i Ammar'a denildi ki: 'Onun elini kes! Çünkü o bizim düşmanımızdır'Ammar 'Hayır! Ben onu Allah kıyâmet gününde beni teşhir etmesin diye gizlerim' dedi.

İbn Mes'ûd pazardan yiyecek satın alıyorduİsteğini satın aldıktan sonra sarığın bir kenarına bağladığı paraları vermek istedi, fakat sarığın açılıp paraların düştüğünü gördü ve şöyle dedi: 'Ben oturduğumda da paralar yerinde duruyordu'Bu söz üzerine etraftakiler parayı çalana beddua etmeye başlayıp şöyle dediler: 'Ey Allahım! O parayı alan hırsızın elini kestirEy Allahım! Onun başına şunu getir, bunu getir!' Bunun üzerine İbn Mes'ûd şöyle dedi: 'Ey Allahım! Onu parayı çalmaya zarurî bir ihtiyacı sevketmişse, o paraları onun için bereketli kıl! Eğer günaha dalmak cesareti ve cüreti onu böyle yapmaya sevketmişse bunu ona en son günah olarak kıl!'

Fudayl şöyle demiştir: "Ben Horasanlı olan bir kişiden daha zâhid bir kimseyi görmedimBenimle beraber Mescid-i Haram'da oturdu. Sonra Kâbe'yi ziyaret etmek üzere kalktıBeraberinde bulunan dinarları (paraları) çalındıBaşladı ağlamaya. . . Ben kendisine 'Sen para için mi ağlıyorsun?' diye sorunca şu cevabı verdi: 'Hayır! Para için ağlamıyorumFakat kendimle o adamı Allahü teâlâ'nın huzurunda düşündümBaktım ki aklım onun delilini çürütmeye galebe çaldıOna merhamet ve şefkatimden dolayı ağladım' dedi".

Mâlik bDinar şöyle anlatıyor: Geceleyin Hakem bEyyub'un evine geldikO zaman Basra valisi idiHasan-ı Basrî de korkmuş olarak oraya geldiHasan-ı Basrî ile beraber valinin huzuruna girdikBiz Hasan'a nisbetle ancak tavuklar mesabesinde idikBunun üzerine Hasan başlayıp Hazret-i Yûsuf un kıssasını ve kardeşlerinin kendisini nasıl sattıklarını ve nasıl kuyuya attıklarını izah etti ve dedi ki: 'Onlar kardeşlerini sattılar, babalarını üzdüler' ve devamla Yûsuf (aleyhisselâm) için kadınların hilelerini anlattıktan sonra şöyle dedi:

Ey emir! Acaba Yûsuf (aleyhisselâm) hakkında Allah ne yaptı?! Onun için kardeşlerinden intikam aldıOnun şânını yücelttiOnun sözünü geçerli kıldıOnu yeryüzünün hazinelerine bekçi kıldıAcaba onun işini kemâle erdirdiği ve aile efradını çölden Mısır'a getirdiği zaman o ne yaptı? O ancak şöyle dedi: 'Bugün size ayıplama yok! Allah sizi bağışlasın! O, merhamet edenlerin en merhametlisidir!' (Yûsuf/92)

Hasan-ı Basrî bunu nakletmekle Hâkem'e 'arkadaşlarını affetmesini' târiz yoluyla bildirmek istediBunun üzerine vali Hâkem dedi ki: "Ben de 'Bugün size ayıplama yok' diyorumEğer ben sırtımdaki bu elbiseden başka birşey edinmeseydim, muhakkak sizi bu elbisenin altında örterdim".

İbn Mukaffa bir dostuna mektup yazarak bir kısım arkadaşlarını affetmesini kendisinden talep etti ve 'Filan adam hatasından ötürü senin affına sığınıyorSenden sana sığınıyorBil ki günah ne kadar büyürse af da fazilet bakımından o kadar büyür' dedi.

Abdülmelik b, Mervan'ın huzuruna Eş'as'ın80 oğlunun adamları esir olarak getirildiğinde Abdülmelik, Reca bHayat'a şöyle sordu:

-Senin görüşün nedir?

-Allahü teâlâ senin sevdiğin zaferi sana ihsan etmiştirBu bakımdan sen de Allah'ın sevdiği affı Allah'a ver! Bunun üzerine Abdülmelik onları affetti.

Rivâyet ediliyor ki Ziyad, Hâricîlerden bir kişiyi yakaladıBu kişi Ziyad'ın elinden kurtulduBunun üzerine Ziyad onun kardeşini yakaladı ve ona dedi ki: 'Eğer sen kardeşini getirirsen ne âlâ! Aksi takdirde senin boynunu vururum!' Bu söze karşılık olarak adam şöyle sordu: ;Acaba Mü'minlerin emîrinden sana bir mektup getirirsem beni serbest bırakır mısın?' Ziyad 'Evet!' dediKişi İşte ben sana Hakîm ve Azîz olan Allah'ın Kitabı'nı getireyim ve onun üzerine Musa ve İbrahim'i de şahid kılayım' deyip sonra şu âyeti okudu: 'Yoksa kendisine haber mi verilmedi? Musa'nın sâhifelerinde bulunan ve çok vefakâr İbrahim'in sahifelerinde bulunan ki hiçbir günahkâr başkasının günahını çekmez!' (Necm/36-38) Bunun üzerine Ziyad 'Onu serbest bırakınÇünkü bu kişi, kendisine delili telkin edilen bir kişidir' dedi.

İncil'de şöyle yazılıdır: 'Kim kendisine zulmeden bir kimse için af talebinde bulunursa muhakkak o kimse şeytanı mağlup etmiştir'.

67) Tirmizî

68) İsfehanî

69) Tirmizî

70) Taberânî, Beyhâkî

71) İbn Eb'id-Dünya

72) Ebû Said Ahmed b. İbrahim el-Mukrî

73) Daha önce geçmişti.

74) Taberânî

75) İmâm-ı Ahmed, Hâkim

76) Taberânî

77) İbn Eb'id-Dünya

78) Münzir, Gassânî soyuna mensup asr-ı saadetten evvel yaşamış bir Arab emîridir.

79) Teymî soyundan olan bu zat Basra kadısı idi.

80) Bu zat Abdurrahman b. Kays b. Muhammed b. Eşas'tır. Dedesi Eşas sahabîdir. Hazret-i Ali ile beraberdi. Hazret-i Ebû Bekir (radıyallahü anh) kızkardeşi Ferve'yi kendisine nikâhlamıştır. Onlardan Muhammed doğup dünyaya geldi. Bu zat, Haccâc-ı Zalim'e karşı kıyâm etmiş, sonra mağlup olarak kaçmış ve daha sonra ele geçirilmiştir. Sicistan valisi Ammara b. Temim'in yanına gönderilmiş, orada büyük bir köşkten atılmak suretiyle öldürülmüştür. Ammar diğer arkadaşlarını da öldürüp başlarını Haccâc'a, o da Abdülmelik'e göndermiştir.

Şefkatin Fazileti

Rıfk (şefkat) göstermek güzeldirBunun zıddı şiddet ve ihtirastırŞiddet ve hiddet, öfke ve katılığın neticesidirŞefkat ve yumuşaklık ise, selâmetle olmanın ve güzel ahlâkın neticesidirBazen de hiddetin sebebi öfkedir.

Bazı kere de sebebi insan kalbini kapsayan amansız harisliktirÖyle ki insanı düşünmekten uzaklaştırır ve doğru karar vermekten menederBu bakımdan işlerde şefkat göstermek bir meyvedirBu meyveyi de ancak güzel ahlâk ağacı verirAhlâk da ancak öfke ve şehvet kuvvetlerini zaptetmek ve normal sınırda durdurmak suretiyle güzelleşirBunun için de Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şefkati överek ve şefkat hakkında cömertçe medh u senâda bulunarak şöyle buyurmuştur:

Ey Âişe! Kim şefkat ve merhametten nasibdâr olmuşsa, ona dünya ve âhiret hayrından nasibi verilmiştirKim şefkatteki nasibinden mahrum kalmışsa, o kimse dünya ve âhiret hayrından olan nasibinden de mahrum kalmıştır81

Allah bir ailenin fertlerini sevdiği zaman onların aralarına şefkat ve merhameti sokar82

Allahü teâlâ, şefkatten dolayı öyle ihsanda bulunur ki şiddetli ve yoğun çalışmaktan dolayı bile kimseye öyle bir ihsanda bulunmazAllah bir kulunu sevdiği zaman, ona şefkat ihsan ederHiçbir aile fertleri yoktur ki şefkatten mahrum olsunlar da Allah'ın sevgisinden mahrum olmasınlar!83

Hazret-i Âişe Hazret-i Peygamber'in (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle söylediğini rivâyet eder:

Allahü teâlâ, şefkat ve merhamet sahibidirŞefkati severŞiddetinden dolayı vermediğini şefkatinden dolayı verir84

Ey Âişe! Şefkat et! Allahü teâlâ, bir ailenin fertlerine iyilik murad ettiği zaman, onları şefkat kapısına muttali kılar85

Şefkatten mahrum olan bir kimse, bütün hayırdan mahrum olur86

Hangi idareci, idarecilik makamına getirildiğinde şefkat gösterir ve yumuşak davranırsa kıyâmet gününde Allahü teâlâ'da ona karşı şefkat gösterir87

Acaba bilir misiniz kıyâmet gününde ateşe kimin haram olduğunu? Kolaylaştıran, yumuşak davranan, rahat ettiren ve cana yakın herkes kıyâmet gününde ateşe haram olur88

Şefkat, berekettirŞiddetli ve yoğun çalışmak ise (eğer Allah için olmazsa) (oburluk) ve bereketsizliktir89

Teenni Allah'tandırAcele ise şeytandandır90

Rivâyet ediliyor ki, bir kişi Hazret-i Peygamber'e gelerek 'muhakkak ki Allahü teâlâ bütün insanlar için sende bir hayır ihsan etmiştirBu bakımdan ben de senden bir iyilik istiyorum' dediHazret-i Peygamber iki veya üç defa elhamdülillâh dedikten sonra kişiye yönelerek iki veya üç defa 'Sen tavsiye mi istiyorsun?' diye sorduKişi 'Evet! Bana tavsiyede bulunmanı istiyorum' dediHazret-i Peygamber de bunun üzerine şöyle buyurdu:

Bir işi yapmak istediğin zaman onun neticesini düşün! Eğer doğruluk ise devam etEğer değilse ondan sakın!91

Hazret-i Aişe'den şöyle rivâyet ediliyor: Bir seferde Hazret-i Peygamber ile beraber serkeş bir devenin sırtında bulunuyordukDeve beni sağa sola götürüyorduBunun üzerine Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle dedi:

Ey Aişe! Deveye şefkat gösterÇünkü şefkat, herhangi bir işe girdi mi onu süslendirir ve herhangi bir işten şefkat ve merhamet çıktı mı mutlaka onu çirkinleştirir92

Ashâb'ın ve Âlimlerin Sözleri

Hazret-i Ömer'in kulağına, halkın valilerinden şikayet etikleri haberi geldiValilerin huzuruna gelmesini emrettiValiler huzura geldikleri zaman kalkıp Allah'a hamd ve senâ ederek şöyle dedi:

Ey insanlar! Muhakkak biz idarecilerin sizin üzerindeki iki hakkımız vardırGıyabımızda nasihat yapmanız ve hayır hususunda yardımcı olmanızdırEy çobanlar! (idareci ve valiler!) Muhakkak ki halkın sizin üzerinde hakları vardırBiliniz ki Allah nezdinde bir imamın (idarecinin) Miminden ve şefkatinden daha sevimli ve daha aziz birşey yoktur ve yine Allah nezdinde bir idarecinin cehaletinden ve ahmaklığından daha çirkin ve daha nefret edilen birşey yoktur.

Vehb b. Münebbih 'Şefkat, hilmin ikiz kardeşidir' demiştir.

İlim Mü'minin dostu, hilim onun veziri, akıl onun delili, amel onun sevkedicisi, şefkat onun pederi, yumuşaklık kardeşi, sabır ise onun ordusunun emîridir93

Seleften biri şöyle demiştir: 'Îman ilimle süslenirse ne güzeldirİlim amelle süslenirse, amel de şefkatle süslenirse ne güzeldirHilmin ilme izafe edilmesi gibi hiçbir şey diğer birşeye izafe edilmiş değildir'.

Amr bel-As, oğlu Abdullah'a şöyle sordu:

-Rıfk nedir?

-Sabırlı olman ve dolayısıyla idarecileri yumuşatmandır.

-Ahmaklık nedir?

- İmamına (idarecine) karşı düşmanlık gütmen, sana zarar vermeye kudretli olana karşı koymandır.

Süfyân es-Sevrî arkadaşlarına şöyle sordu: 'Rıfkın ne olduğunu biliyor musunuz?'

Arkadaşları cevap olarak "Ey Ebû Muhammed! Sen bize ne olduğunu söyle!' dedilerSüfyân şöyle dedi: 'Herşeyi gerekli yerlerine koymandır. (Mesela) şiddeti yerinde, yumuşaklığı da yerinde, kılıcı yerinde, sopayı da yerinde kullanmandır'Bu söz, katılığı yumuşaklıkla, şiddeti şefkatle karıştırmanın gerekliliğine işarettir.

Nitekim şöyle denilmiştir:

Kılıç yerine cömertliği koymak, büyüklüğe zarar verirCömertlik yerine kılıcı koymanın zarar verdiği gibi. .

Bu bakımdan şiddet ile yumuşaklık arasındaki normal ahlâk övülmüştürNitekim diğer huylarda da durum böyledirFakat tabiatlar şiddet ve hiddete daha meyilli olduklarından dolayı onları şefkat tarafına teşvik etmek gerekir ve bunun içindir ki ilâhî nizam, şiddet tarafını değil de şefkat ve merhamet tarafını övmüştür; her ne kadar şiddet de yerinde kullanıldığında yerinde kullanılan şefkat gibi güzel ise de. . . Farz olan şiddetin yerine getirilmesi söz konusu olduğunda ise, hak ile birbirine uygun düştüğünden bal ile kaymaktan daha lezzetli olur.

Rivâyet ediliyor ki Amr bAs, Muaviye'ye yazarak, teenni ile hareket ettiğinden ötürü Muvaviye'yi kınadıBunun üzerine Muaviye kendisine teenni hakkında şu mektubu yazdı:

Hamd, salât ve selâmdan sonra; hayırda anlayışlılık, istikametin fazlalığıdırDoğru bir kimse o kimsedir ki aceleci davranmazMahrum o kimsedir ki teenniden mahrumdurTeenniyle hareket eden bir kimse musibdir veya musib olmaya yaklaşmıştırMuhakkak ki aceleci yanlış yapar veya yanlış yapmaya yaklaşmıştırŞefkatin kendisine fayda vermediği kimseye, şiddet zarar verirDeneme ve tecrübelerin fayda vermediği bir kimse yüksek makamlara yükselemez.

Ebû Avn el-Ensarî şöyle demiştir: 'Halk ağır bir söz söylediği zaman, eğer ona yumuşak bir söz eklerse muhakkak o yumuşak söz, ağır sözün kefareti olur'.

Ebû Haraza el-Kûfî şöyle demiştir: 'Hizmetçilerden ancak zarurî olanları edinin; zira her insanla beraber bir şeytan vardır'.

Bil ki insanlar şiddetle sana hiçbir şey vermezlerMutlaka şiddetle verdiklerinden daha üstününü yumuşaklıkla verirler,

Hasan-ı Basrî şöyle demiştir: 'müslüman bir kimse çok duraklar, teenni ile hareket eder, o geceleyin odun toplayan kimse gibi değildir'.

İşte bu sözler ilim ehlinin şefkati övmeleridirOnların şefkati övmeleri, güzel olduğundan, her zaman fayda verdiğinden ötürüdürŞiddete bazen ihtiyaç doğarFakat bu pek nadirdirKâmil o kimsedir ki şefkat yerlerini şiddet yerlerinden ayırır ve her işe hakkını verirEğer basireti az ise veya herhangi bir hâdisenin hükmü kendisine şüpheli görünürse mutlaka şefkate meyletsin; zira çok zaman kurtuluş şefkatledir.

81) İmâm-ı Ahmed, Ukaylî

82) İmâm-ı Ahmed, Beyhâkî

83) Taberânî

84) Müslim

85) İmâm-ı Ahmed

86) Müslim

87) Müslim

88) Tirmizî

89) Taberânî, Beyhâkî

90) Ebû Yâ'lâ

91) İbn-i Mübârek

92) Müslim

93) Ebû Şeyh Hased'in Zemmi, Hakikati, Sebepleri, Tedavisi, İzalesinde Gerekli Olan Davranış Şekilleri

25-5

Hased'in Zemmi

Hased kin'in neticelerindendirKin de öfkenin neticelerindendirBu bakımdan hased, öfkenin yavrusunun yavrusudurÖfke ise onun esasının esasıdırHased'in sayılmayacak kadar çok ve kötü dalları vardırHasedin kötülüğü hakkında birçok hadîs vârid olmuştur:

Nitekim Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur:

Ateşin odunu yediği gibi hased de hasenatı yer!94

Hasedden, sebeplerinden ve semerelerinden nehyederek, Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur:

94) İbn Mâce

Sakın birbirinize hased etmeyiniz! Küsüşmeyiniz, birbirinizden nefret etmeyinizBirbirinize sırt çevirmeyinizEy Allah'ın kulları! Kardeş olunuz!95

Hazret-i Enes şöyle anlatır: "Biz birgün Hazret-i Peygamber'in yanında oturuyorduk, şöyle buyurdular:

Şimdi, şu yoldan, cennet ehlinden bir kişi çıkıp yanımıza gelecektir.

Biraz sonra ensâr-ı kîram'dan bir kişi çıkageldiSakalından abdest suyu dökülüyorduAyakkabılarını sol eline almıştı, bize selâm verdiErtesi gün, yine Hazret-i Peygamber aynı şeyi söylediYine aynı kişi oradan çıkıp geldiÜçüncü gün gelip yine aynı şeyi söyleyince, yine aynı kişi çıkıp geldiHazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) kalkıp giderken Abdullah bAmr el-As o kişiyi arkasından takip etti ve dedi ki: 'Ben babamla bir hususta mücadele ettimÜç gün babamın evine gitmemek için yemin ettimEğer bu üç gün bitinceye kadar beni misafir edersen sana misafir olurum'Adam 'Evet! Seni misafir ederim!' dedi.

Abdullah bu kişinin geceleyin kalkıp namaz kıldığını görmediAncak yattığında her kıpırdadığında Allahü teâlâ'yı anıyorduSabah namazına kalkıncaya kadar yatıyorduAbdullah der ki: 'Üç gün geçtikten sonra nerdeyse onun amelini az görerek ona dedim ki: 'Ey Allah'ın kulu! Benimle babam arasında herhangi bir öfke ve küsüşme yokFakat ben Hazret-i Peygamberi şöyle söylerken dinledimBu bakımdan senin amelini görmek için bunu yaptımOysa senin fazla ibadet ettiğini görmedimAcaba seni bu mertebeye getiren nedir?'

Adam 'Senin gördüğünden başka bir amelim yok!' dediAbdullah "Ben ayrılırken adam beni çağırdı ve 'Senin gördüğünden başka birşey yok! Ancak ben nefsimde herhangi bir müslümana karşı, Allah'ın kendisine verdiğinden dolayı hile ve hased taşımamaktayım' dedi".

Abdullah der ki: "Ben ona İşte seni bu mertebeye getiren ve bizim de gücümüzün yetmediği haslet o!' dedim".

Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur:

Üç şey vardırOnlardan hiç kimse kurtulamaz: 1Zan, 2Bir şeyi uğursuz saymak, 3Hasedİşte ben size bunlardan kurtuluş yolunu haber vereceğim. (Bir kimse hakkında) zanda bulunduğun zaman zannını tahkik safhasına koyma! Herhangi bir şeyi uğursuz saydığın zaman (bunun tam aksine) onu yap! Hased ettiğin zaman zulmetme!

Hadîsin bir başka rivâyetinde lâfız şöyledir:

Üç şey vardır, onlardan hiç kimse kurtulmaz ve onlardan kurtulan da pek azdır. . .

İşte bu son rivâyette kurtuluş imkânını ispatlamış oldu. . .

Fakirlik nerdeyse küfre yaklaştıHased ise kadere galebe çalmaya yaklaştı97

Sizden önceki ümmetlerin hastalığı size de sirayet etmiştir. (O da hased ve buğzetmektir) Buğzetmek, sıyırıcıdırBen 'o tüyleri sıyırıyor' demiyorumAksine 'dini sıyırıyor' diyorumMuhammed'in (aleyhisselâm) nefsini kudret elinde tutan Allah'a yemin ederim, siz îman etmedikçe cennete giremezsiniz ve birbirinizi sevmedikçe de îman etmiş olamazsınızSevgiyi aranıza yerleştiren hasletten size haber vereyim mi? Aranızda selâmlaşmayı yayınız!96

Benim ümmetime de diğer ümmetlerin hastalığı isabet edecektirAshâb-ı kiram 'O ümmetlerin hastalığı nedir?' diye sordu, Hazret-i Peygamber 'Kibir, zulüm, malıyla veya soyuyla böbürlenmek, dünya hakkında münafese ve mücadele etmek, uzaklaşmak, birbirlerine hased etmek, öyle ki sonu zulüm, sonra karmakarışık olur'98

Sakın müslüman kardeşinin musibetine sevinme yoksa Allah ona afiyet, sana da belâ verir"

Rivâyet ediliyor ki, Hazret-i Mûsa (aleyhisselâm) rabbinin münâcaatı için acele ettiği zaman, arşın gölgesinde bir kişi gördüOnun o makamına gıpta etti ve 'Bu adam rabbinin nezdinde pek kerîmdir' dediRabbinden o kişinin ismini kendisine haber vermesini dilediAllahü teâlâ onun ismini Musa'ya haber vermedi ve 'Onun amelinden üç hasleti sana söyleyeceğim' dedi:

1Allahü teâlâ'nın fazl ve kereminden insanlara vermiş olduğundan dolayı onlara hased etmiyordu.

2Annesine ve babasına karşı gelmiyordu.

3Dedikodu yapmıyordu.

Zekeriyya (aleyhisselâm) şöyle demiştir: "Allahü teâlâ 'Hased edici bir kimse benim nimetimin düşmanı, kaza ve kaderime küsmüş, kullarımın arasında yapmış olduğum taksimata razı olmamış bir kimsedir' buyurmuştur".

Ümmetim için en fazla korktuğum şey onların elinde malın çoğalması, dolayısıyla birbirlerini kıskanmaları ve savaşa tutuşmalarıdır100

İhtiyaçların yerine getirilmesi hususunda gizlilikten yardım talep edinizÇünkü her nimetin sahibine hased edilir101

Allahü teâlâ'nın nimetlerinin düşmanı vardır.

Denildi ki: 'Onlar kimlerdir?' Hazret-i Peygamber 'Onlar o kimselerdir ki Allah'ın fazl-ı kereminden vermiş olduklarına hased edip insanları kıskanırlar' buyurdu102

Altı sınıf vardırHesaptan bir sene önce cehenneme girerlerDenildi ki: 'Ey Allah'ın Rasûlü! Onlar kimlerdir'Hazret-i Peygamber şöyle cevap verdi: 'Emirler zulümden, bedevî araplar cahiliye âdetinden, ağalar gururdan, tüccarlar hainlikten, köylü ve çiftçi ise cehaletten, âlimler de hasedden'103

Ashâb'ın ve Âlimlerin Sözleri

Seleften biri şöyle demiştir: 'Yeryüzünde ilk vukû bulan hata haseddirİblis'in Hazret-i Âdem'e mertebesinden dolayı hased etmesi ve ona tâzim secdesinde bulunmamasıdırBu bakımdan İblis'i isyana hased zorlamıştır'.

Hikâye ediliyor ki, Avn bAbdullah104 Fadl bMuhalleb'in huzuruna girdiFadl o zaman Vâsıt şehrinin valisi idiAvn dedi ki:

-Sana bir nasihat vermek istiyorum!

-Nedir o?

-Kibirden kaçın! Çünkü kibir, Allah'a karşı işlenen ilk günahtır.

Bunu söyledikten sonra şu âyeti okudu:

Meleklere 'Âdem'e secde edin' demiştik de bütün melekler secde etmişlerdiAncak İblis secde etmekten yüz çevirip kibirlendi ve kâfirlerden oldu. (Bakara/34)

-Harislikten de kaçın! Çünkü harislik, Âdem'i (aleyhisselâm) cennetten çıkardıAllahü teâlâ Âdem'i, eni gökler ve yer kadar olan bir cennete bırakmıştıYasakladığı bir ağaç hariç, o cennetin meyvelerinden istediği şekilde yiyebilirdiFakat o ağaçtan yedi ve Allah

Teâlâ kendisini cennetten çıkardı.

Sonra şu âyeti okudu:

'Hepiniz oradan inin' dedikYalnız benden size bir hidayet (peygamber ve kitab) geldiği zaman, kimler benim hidayetime uyarsa artık onlara bir korku yoktur ve onlar mahzun da olmazlar.

-Hasedden sakın! Çünkü Âdem'in oğlu (Kabil) , kardeşine (Hâbil'e) hased ettiği zaman onu öldürdü.

Sonra şu âyeti okudu:

Onlara Âdem'in iki oğlunun haberini gerçek (bir kıssa olarak) oku! Hani herbiri birer kurban sunmuşlardı, birinden kabul edilmiş, diğerinden kabul olunmamıştıKurbanı kabul olunmayan (Kabil) , diğerine (Habil'e) 'Seni öldüreceğim!' demiştiO da 'Allah, ancak takvâ sahiblerinin kurbanını kabul eder!' dedi. (Mâide/27)

Hazret-i Peygamberin ashâbından bahsedildiği zaman onlar hakkında menfi fikir beyan etmekten sakınKaderden bahsedildiği zaman sükût et105 Yıldızlardan bahsedildiği zaman sus!

Abdullah bEbû Bekir şöyle anlatıyor: Adamın birisi bir padişaha giderPadişahın karşısında durur ve şöyle der: İyilik yapana iyiliğinden dolayı iyilik yap! Çünkü kötülük yapanın kötülüğü ona yeter'Kişinin bu makamından dolayı başka biri ona hased etti ve onu padişaha ihbar ederek dedi ki: 'Padişahım! Senin karşına dikilen ve söylediklerini söyleyen o kişi var ya! O 'Padişahın ağzı kokuyor' diyor.

-Senin bu sözlerine nasıl inanayım?

-Onu huzuruna çağırSana yaklaştığı zaman ağzındaki kötü kokuyu koklamamak için eliyle burnunu kapadığını göreceksin.

-Sen git biz bu durumu tedkik edelim.

İhbarcı padişahın yanından çıktı ve o adamı evine davet ettiOna sarımsaklı bir yemek yedirdiO kişi ihbarcının evinden çıkarken âdeti üzere padişahın karşısına dikildiİyilik yapana, iyiliğinden dolayı iyi davran, çünkü kötülük yapana kötülüğü yeter de artar!' dediBunun üzerine padişah ona 'Bana yaklaş!' dediPadişaha yaklaştıPadişah kendisinden sarımsak kokusunu hissetmesin diye eliyle ağzını kapattıBunun üzerine padişah ihbarcıyı kasdederek içinden 'Ben filan adamı doğru söylemiş olarak görüyorum' dediO padişah, kendi el yazısıyla ancak büyük bir hediyeyi veya bir caizeyi yazardıBu adama kendi el yazısıyla memurlarından birisine bir mektup yazdı: 'Bu mektubu taşıyan kimse sana geldiği zaman onu öldür, derisini yüz ve içini saman doldur ve bana gönder!' Adam mektubu padişahın elinden aldı, dışarı çıktıKarşısına kendisini ihbar eden kişi çıktıİhbarcı 'Bu elindeki mektup nedir?' diye sorduAdam 'Padişahın el yazısıdırBana büyük bir hediye verilmesini emrediyor!' dediİhbarcı 'Bana hibe eder misin?' dediAdam 'Senin olsun!' dediİhbarcı mektubu alarak doğruca idareciye gittiİdareci mektubu okurken, getirene şöyle dedi:

-Senin mektubunda seni öldürüp derini yüzmem emrediliyor!

-Bu mektub benim değildirBenim için Allah'tan kork! Padişaha müracaat etmeden beni öldürme!

-Padişahın mektubu için müracaat olmaz.

Sonra adamı öldürüp, derisini yüzdü, saman doldurdu ve padişaha gönderdi. Sonra öbür adam, âdeti üzerine padişahın huzuruna geldi ve yine eskiden söylediklerini söylemeye başladıPadişah hayretler içerisinde kaldı ve şöyle sordu:

-Sen mektubu ne yaptın?

-Filan adam bana rastladıMektubu kendisine hibe etmemi talep ettiBen de mektubu kendisine verdim.

-O adam bana dedi ki: 'Sen padişahın ağzından pis koku geliyor' diyormuşsun.

-Hayır! Ben böyle birşey demedim.

-O halde o gün huzuruma gelirken ağzını neden elinle kapattın?

-O adam (ihbarcı) , bana sarımsaklı bir yemek yedirdiSarımsağı sana koklatmayı hoş görmediğimden öyle davrandım!

-Doğru söyledinKendi yerine geç! Kötüye kötülük kâfi geldi.

İbn Sîrin der ki: 'Dünya nimetinden hiçbir şey için başkasına hased etmedimÇünkü o kimse eğer cennet ehlindense cennete nazaran pek hakir olan dünya için ben ona nasıl hased edebilirim? Eğer cehennem ehlinden ise, ben dünya için ona nasıl hased edeyim? Oysa o ateşe doğru gidiyor'.

Bir kişi Hasan-ı Basrî'ye şöyle dedi: 'müslüman bir kimse hased eder mi?' Hasan-ı Basrî

cevap olarak şöyle dedi: 'Yakub'un oğullarını sana unutturan nedir? Evet müslüman hased ederFakat hasedinin üzüntüsü göğsünde kalırÇünkü hasedin gereğini elinle ve dilinle yapmadıkça onun zararı sana dokunmaz'.

Ebu'd Derda şöyle demiştir: 'Bir kul fazlasıyla ölümü hatırlarsa, onun sevinmesi ve hasedi pek az olur'.

Muaviye şöyle demiştir: 'Her insanı razı edebilirimAncak nimetten dolayı hased eden bir kimse müstesna! Çünkü onu ancak o nimetin ortadan kalkması razı eder'Bunun için denilmiştir ki:

Bütün düşmanlıkların öldürülüp kalpten atılmaları mümkündür!

Ancak hasedden dolayı düşmanlık yapanın düşmanlığı müstesna!

Hükemadan biri şöyle demiştir: 'Hased iyileşmez bir yaradırHasedçinin hasedi atılmaz'.

Bir bedevî şöyle dedi: 'Ben hiçbir zâlim görmedim ki hasedçiden daha fazla mazluma benzesin! Çünkü hasedçi senin nimetini kendisi için bir hikmet ve azap olarak görmektedir'.

Hasan-ı Basrî şöyle demiştir: 'Ey Âdem oğlu! Neden kardeşine hased ediyorsun? Eğer ona nimeti veren, ondaki bir şereften dolayı o nimeti kendisine vermişse, sen Allah'ın ikram ettiği bir kimseye nasıl hased edebilirsin? Eğer böyle değilse sonu ateş olan bir kimseye neden hased ediyorsun?'

Biri şöyle demiştir: 'Hasedçi kendisiyle beraber oturduğu bir kimsenin ancak kötü ve zelil telâkki edilmesine sebep olurMeleğin de ancak lanet ve buğzuna kavuşurHalktan da üzüntü ve gamdan başka birşey elde etmezÖlüm anında da ancak şiddet ve korku elde ederMahşerde de rezillikten ve azaptan başka birşey kazanmaz'.

94) İbn Mâce

95) Müslim, Buhârî

96) Tirmizî

97) Ebû Müslim, Beyhâkî

98) İbn Eb'id-Dünya

99) Tirmizî

100) İbn Eb'id-Dünya

101) İbn Eb'id-Dünya, Taberânî

102) Taberânî

103) Deylemî

104) Hüzeyl kabilesinden olan bu zat Mekkeli ve güvenilir bir zattı. H.

120'den önce vefat etmiştir. Yezid b. Muâviye'nin zamanında Emeviler'e baş kaldırdığından dolayı bütün aile fertleriyle öldürülmüştür. Allah rahmet eylesin!

105) Çünkü kader Allah'ın sırlarından bir sırdır, ona dalmak uygun değildir. (İthâfu's-Saâde, VI/55)

Hased'in Hakîkati, Hükmü, Kısımları ve Mertebeleri

Hased ancak nimete karşı yapılırBu bakımdan Allahü teâlâ, kardeşine bir nimet ile ikramda bulunursa, o nimet hakkında iki durumda olabilirsin:

Birincisi: O nimeti hoş görmemen ve onun yok olmasını istemendirBu durumun ismi haseddirBu bakımdan hasedin tarifi nimeti hoş görmemek ve kendisine nimet verilenden o nimetin yok olup gitmesini istemek demektir.

İkincisi: Nimetin yok olmasını sevmez, onun varlığını ve devamlılığını kerih görmez, fakat onun benzerini kendisi için de isterBu durumun adı gıbta'dırBazen de buna münafese denirBazen de münafeseye hased, hasede münafese denilirİki lâfzın herbiri diğerinin yerinde kullanılırMânâlar anlaşıldıktan sonra isimlerin kullanılmasında herhangi bir sakınca yokturNitekim Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur:

Mü'min gıbta, münafık ise hased eder.

Birincisi, her durumda haramdırAncak bir fâcir veya kâfirin sahip olduğu ve fitne çıkarıp müslümanların arasını bozan, halka eziyet etmekte kullanılan bir malın veya rütbenin onunla bu adamın elinden alınmasını temenni etmek bir zarar vermezÇünkü sen nimetin nimet olması hasebiyle yok olmasını istemiyor, fesada alet edildiği için yok olmasını istiyorsunEğer onun fesadından emin olsaydın onun nimeti seni üzmezdiHasedin haram olduğuna bizim naklettiğimiz haberler delâlet etmektedirBu tür hased Allahü teâlâ'nın bir kısım kullarını diğer bir kısmından üstün kılan kaza ve kaderine küsmektirBu ise ne özür ne de ruhsat kabul ederAcaba bir müslümanın rahat etmesinden kıskançlık duyulmasından daha büyük bir günah mı olur? Oysa ondan sana hiçbir zarar da sözkonusu değildirKur'ân, buna şöyle işaret etmektedir:

Size bir iyilik dokunsa (bu) onları tasalandırır, size bir kötülük dokunsa ona sevinirler. (Al-i İmrân/120)

İşte ayetteki sevinmek, şamata diye tabir edilen durumdurHased ile şamata biri diğerinden ayrılmayan eş mânâlardır.

Kitab ehlinden çoğu, gerçek kendilerine besbelli olduktan sonra sırf içlerindeki kıskançlıklarından ötürü sizi imanınızdan sonra küfre çevirmek isterler. (Bakara/109)

Görüldüğü gibi Allahü teâlâ onların, îman nimetinin müslümanlardan yok olmasını istemelerinin hased olduğunu haber veriyor.

Sizin de kendileri gibi inkâr etmenizi istediler ki onlarla bir olasınız. (Nisa/89)

Allahü teâlâ, Hazret-i Yûsuf'un kadeşlerinin hasedini zikretmiş ve onların kalplerindekini şu şekilde tabir etmiştir:

(Kardeşleri) demişlerdi ki: 'Yûsuf ve kardeşi babamıza bizden daha sevgilidirOysa biz bir topluluğuzBabamız açık bir yanlışlık içindedir!' İçlerinden bir sözcü 'Yûsuf'u öldürün, yahut onu uzak bir yere atın ki babanızın sevgisi yalnız size kalsın ve ondan sonra (tevbe edip) sâlih bir topluluk olursunuz!' (Yûsuf/8-9)

Yûsuf un kardeşleri, babalarının Yûsuf'u sevmesini hoş görmedikleri ve bu sevgi onlara nahoş geldiği ve bu sevginin Yûsuf'a gösterilmemesini istediklerinden dolayı Yûsuf'u babalarından uzaklaştırdılar.

Onlara verilen şeylerden dolayı nefislerinde bir kaygı duymazlarKendilerinin ihtiyaçları olsa bile (onları nefislerine tercih ederler) . . (Haşr/9)

Yani göğüsleri, kardeşlerine verilenden dolayı daralmaz ve ondan dolayı üzülmezlerAllahü teâlâ ensâr-ı kiramı hasedleri olmamakla övmektedir.

Yoksa Allah'ın fazlından insanlara verdiği nimetlere hased mi ediyorlar? Gerçekten biz İbrahim hanedanına kitap ve hikmet verdikHem de onlara büyük bir mülk ve saltanat ihsan ettik. (Nisâ/54)

İnsanlar tek bir ümmet idiAllah peygamberleri müjdeciler ve uyarıcılar olarak gönderdi; onlarla beraber ayrılığa düştükleri konularda insanlar arasında hükmetmek üzere hak ile kitabı indirdiHüküm etmek için o peygamberlerle kitab gönderdiOysa kendilerine kitap verilenler, kendilerine açık deliller geldikten sonra sırf aralarındaki bağy'den (zulüm ve kıskançlıktan) ötürü o (Kitab hakkı) nda anlaşmazlığa düştü (ler) . (Bakara/213)

Ayette geçen ve zulümle tefsir ettiğimiz bağyen kelimesi hased mânâsına yorumlanmıştır.

Onlar kendilerine ilim geldikten sonra sadece aralarındaki çekememezlik yüzünden ayrılığa düştüler. (Şûrâ/14)

Allahü teâlâ, ilmi, onları bir araya getirsin, Allah'ın ibadet ve taatinde onları birleştirsin diye ihsan ederek ilimde birleşmelerini emretmiştirFakat onlar birbirlerine hased ettiler, ihtilâfa düştülerÇünkü onların herbiri reis olmak ve sözünün kabul edilmesi sevdasında idi! Bu bakımdan birbirlerinin sözünü reddettiler.

İbn-i Abbâs şöyle demiştir: 'Hazret-i Muhammed (sallâllahü aleyhi ve sellem) peygamber olmadan önce yahûdîler bir kavimle savaştıkları zaman, Allahü teâlâ'ya şöyle dua ederlerdi: 'Yarab! Göndereceğini bize va'dettiğin peygamberin hürmetine, indireceğin kitabın hürmetine bize yardım et'Allahü teâlâ da onlara yardım ederdiNe zaman Hazret-i İsmail'in evladından Hazret-i Muhammed peygamber olarak gönderildi, onu tanımalarına rağmen inkâr ettiler.

Vakta ki onlara Allahü teâlâ tarafından yanlarında bulunanı tasdik edici bir Kitab geldi, daha önce Arap müşriklerine karşı yardım isteyip dururlarken o bildikleri kendilerine gelince onu inkâr ettilerArtık Allah'ın laneti kâfirler üzerinedirAllah'ın, kullarından dilediği kimseye lütfuyla (vahiy) indirmesini çekemeyerek Allah'ın indirdiği Kur'ân'ı inkâr etmek için kendilerini ne alçak şeye sattılar da gazap üstüne gazaba uğradılar. (Bakara /89-90)

Ayette geçen bağy kelimesi hased mânâsınadırHazret-i Safiye şöyle anlatır: 'Bir gün babam, amcama 'Sen bu zat (Hazret-i Muhammed) hakkında ne dersin?' diye sorduAmcam 'Bence Musa'nın müjdelediği peygamber budur!' Babam 'O halde ne yapmalıyız?' dediAmcam 'Hayatta oldukça ona düşmanlık edelim!' diye cevap verdi.

İşte haramlık hususunda hased'in hükmü budurMünafese ise haram değildirAksine münafese ya vâcib veya mendup veya mübahdırBazen münafese terimi yerine hased tabiri kullanılırHased'in yerine de münafese tabiri kullanılır

Kusem bAbbas106 der ki: 'Kardeşim Fadl ile Hazret-i Peygamber'e gidip zekât toplama memuru olmak için ricada bulunmayı düşündükHazret-i Ali 'gitmeyiniz! O sizi zekât toplamaya memur etmez!' dediği zaman onlar Hazret-i Ali'ye şöyle dediler: 'Senin bu sözün bize karşı ancak bir münafese'den ibarettirAllah'a yemin ederiz ki Hazret-i Peygamber kızını sana verdiği zaman, biz bunun için sana karşı münafese etmedik'.

Münâfese lûgatta nefaset (imrenmek) kökünden gelirMünâfese'nin helâl olduğuna delâlet eden âyet şudur:

Ki sonu misktirİşte yarışanlar, bunun için yarışsınlar. (Mutaffifin/26)

Rabbinizden bir mağfirete ve genişliği göklerle yerin genişliği gibi olan bir cennet için yarışın ki o, Allah'a ve peygamberlerine îman edenler için hazırlanmıştırO, Allah'ın ihsanıdırOnu dilediği kimselere verirAllah çok büyük ihsan sahibidir. (Hadîd/21)

Müsabaka ve yarışma elden çıkma korkusu olduğu zaman yapılırBu, mevlâlarının hizmetine koşuşan iki köle gibidir; zira bu kölelerin herbiri, arkadaşı kendisinden önce mevlâsının hizmetine yetişip, mevlâsının nezdinde kendisine nasip olmayan bir mertebeyi elde eder diye korkarBu nasıl böyle olmasın? Zira Hazret-i Peygamber açıkça belirterek şöyle buyurmaktadır:

Hased ancak iki haslette vardır:

1Allah bir kişiye mal vermiş ve onu o malı hak yola sarfetmeye muvaffak kılmıştır.

2Bir kişi ki Allah kendisine ilim vermiş, o da kendisine verilen ilimle amel eder ve o ilmi halka öğretir107

Sonra Hazret-i Peygamber, bu hadîs-i şerifini Ebû Kebşe el-Enmarî'nin108 rivâyet ettiği hadiste (tefsir ederek) şöyle buyurmaktadır:

Şu ümmetin misâli, dört kişinin misâline benzer:

1Bir kişidir ki, Allah ona mal ve ilim vermiştir, o da ilminin gereğiyle malından tasarruf eder.

2Bir kişi ki Allah ona ilim vermiş, mal vermemiştirO da şöyle der: 'Yarab! Eğer filan adamın malı kadar benim malım olsaydı, ben onun yaptığı kadar malımdan tasarruf eder, senin yolunda harcardım'Bu iki kişi ecirde eşittirler.

İkinci kişinin bu temennisi, yani başkasının malı kadar malının olmasını ve onunla o mal sahibi gibi infak etme temennisi, diğer kişinin nimetinin zâil olmasını istemek değildir.

Ve devamla şöyle buyurmuştur:

3Bir kişi ki Allah ona mal vermiş, ilim vermemiştirO da kendisine verilen o malı Allah'ın günah saydığı yerlerde sarfeder.

4Bir kişi ki Allah kendisine ne ilim, ne de mal vermiştirO da der ki: 'Eğer filan adamın malı kadar benim malım olsaydı ben de onun gibi günah yerlere sarfederdim!' İşte bu iki sınıf günahta eşittirler!109

Görüldüğü gibi Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) , (dördüncü kişiyi) mâsiyet için temennide bulunduğundan dolayı kötülemiştirYoksa başkasına verilen nimet kadar kendisine de nimet verilmesini istemesinden dolayı kötülemiş değildir.

Bu bakımdan başkasına bir nimetten ötürü imrenip onun nimeti gibi nimet isteyene herhangi bir zarar sözkonusu değildirŞu şartla ki, başkasının nimetinin yok olmasını istemeyip o nimetin devamlılığından rahatsız olup kıskanmıyorsa. . . Evet! Eğer o nimet îman, namaz ve zekât gibi dinî ve farz olan nimet ise, burada münafese etmek de farzdırKişi imanlı, namazlı ve zekâtlı bir kimse gibi olmayı istemelidirÇünkü böyle olmayı istemediği takdirde günaha razı olmuş olurBu ise haramın ta kendisidirMalları şerefli yerlerde, sadakalarda sarfetmek gibi eğer nimet faziletlerdense burada münafese mendupturEğer nimet mübah bir şekilde kendisinden istifade edilen nimetlerden ise, burada münafese mübahtırBütün bunlar kişinin nimet sahibiyle eşit olmayı isteyeceği yerlerdirNimette ona yetişmeyi temenni etmeye ve nimetten rahatsız olmamak şartıyla bu nimetin altında iki şey vardır:

1Kendisine nimet verilenin rahatlığı

2Başkasının bu hususta eksikliği ve kendisinden geri kalması

Kişi bu iki şeyden birini kerih görür, O da nimet sahibinin geri kalması ve onunla eşit olmayı sevmesidirBu bakımdan nefsinin başkasından geri kalmasını hoş görmemekte ve mübahlar hususunda nefsinin eksik kalmasını kerih görmekte bir sakınca yokturBu hareket faziletleri eksiltirZühd, tevekkül ve rızaya ters düşerİnsan oğlunu yüce makamlardan mahrum ederFakat günahı gerektirmezBurada ince ve çözümlenmesi zor bir nokta vardırŞöyle ki: Kişi öyle bir nimete varmaktan ümitsiz olduğu zaman -oysa bu hususta geri ve eksik kalmayı kerih görür- şüphe yok ki bu takdirde kişi eksikliğin ortadan kalkmasını isterEksiğin ortadan kalkması ise ya nimet sahibi gibi bir nimete konmasıyla veya o nimetin sahibinden alınmasıyla mümkündürO halde bu iki yoldan biri kapandı mı kalp ikinci yolu istemekten ayrılmazHatta nimet sahibinin nimeti yok olduğu zaman, nimetin devamından göğüse daha şifâ verici ve serinletici olur; zira nimetin zevaliyle geri kalması ve başkasının önde olması ortadan kalkarBu ise kalbin onulmaz bir durumudurEğer böyle bir durumda iş kendisine havale edilir, ihtiyarına bırakılırsa, mutlaka nimet sahibinin nimetini ortadan kaldırmaya çalışacaktırBu takdirde şer'an ve dînen ayıplanan bir hasedci olurEğer takvâ onu nimet sahibinin nimetini ortadan kaldırmaktan alıkoyarsa, o da nimet sahibinin nimetinin ortadan kalkmasıyla meydana gelen rahatlıktan vazgeçebiliyorsa, aklı ve diniyle nefsinin bu hareketini hoş görmemesi gerekirHazret-i Peygamber'in, şu hadîs-i şerîfiyle böyle bir kimse kastedilmiş olabilir:

Üç haslet vardır ki hiçbir insan o hasletlerden ayrılamazBirisi hased, ikincisi zan, üçüncüsü tefe'üldür.

Mü'min için bunlardan çıkış yolu vardır: Birisine hased ettiğin zaman zulme kaçma!110

Yani kalbinde hasedden birşey hissettiğin zaman onun gereğini yapma!

İnsan oğlu nimet hususunda kardeşine yetişmek iradesinde olup bu hedefine varmaktan da aciz ise, bütün bunlara rağmen yarıştığı kimsenin nimetinin ortadan kalkmasına meyletmekten sakınması pek uzak bir ihtimaldir; zira nimet sahibinin nimeti devam ettikçe, şüphesiz onun ağırlığını hissederBu derecedeki bir münafese haram olan hasedle boğuşmaktadırBu bakımdan bu

Hased ve Münafese'nin (İmrenmenin) Sebepleri

Münâfese'nin (İmrenmenin) Sebebi

Münâfese'nin sebebi, hakkında münâfese yapılan şeyin sevgisidirEğer o şey dinî birşey ise, onun sebebi Allah'ın ve Ona ibadetin sevgisidirEğer dünyevî birşey ise, onun sebebi, dünyanın mübah şeylerini sevmek ve onlarla nimetlenmektirBizim şu anda düşüncemiz kötü olan hased ve onun gerçekten çok olan giriş noktaları hakkındadırBütün bunlar yedi kısımdır.

Birincisi adavet (düşmanlık) , ikincisi taazzuz, üçüncüsü kibir, dördüncüsü ucub, beşincisi sevilen hedeflerin elden gitmesinden korkmak, altıncısı riyaset sevdası, yedincisi nefsin habaseti ve cimriliği'dirÇünkü kişinin başkasının nimetini hoş görmemesi onun kendisinin düşmanı olmasından kaynaklanırBu ise, sadece akran ve emsallere mahsus bir durum değildirHatta bazen hasis bir kimse padişaha da hased ederYani padişahın nimetinin yok olmasını isterÇünkü hasis, ya padişah kendisine kötülük yaptığından dolayı veya bir sevdiğini üzdüğünden dolayı padişaha buğzeder veya hased eden bir kimse, hased ettiği kimsenin malıyla kendisine karşı kibir ve gurur tasladığını bildiği için hased eder.

Hased eden ise, onun kibrine tahammül etmemekte, nefsinin izzetli oluşundan dolayı onun gururuna dayanamamaktadırİşte taazzuzdan gaye budur veya hased edenin tabiatında hased edilene karşı kibir vardırFakat hased edilenin nimeti ve serveti olduğundan dolayı bir türlü ona güç yetirip ona karşı kibirlenememektedirİşte kendisini kibre zorlamaktan gayesi budur. Veya nimet ve mertebesinin büyüklüğüdürİşte o nimetin benzerini emsalinin elde etmesinden hayrete düşerHayretten maksad da budur veya o nimetten dolayı maksatlarına ulaşamamaktan korkmasıdırŞöyle ki, hased edilen adam o nimetten dolayı hased edenle hedeflerinde boy ölçüşür veya hased edilen adamın elinde bulunan ve o hususta o adamla eşit olmayan nimetin üzerine bina edilen riyaseti sevmez veya bu sebeplerden birisiyle değil de sadece nefsinin habaseti ve Allah'ın kullarına verdiği nimeti çok görmesinden olurBütün bu sebepleri açıklamak gerekir.

1. Düşmanlık ve Buğz

Bu sebep, hasedin en şiddetli sebeplerindendir; zira herhangi bir sebepten dolayı kendisine eziyet eden herhangi bir yönden ve hedeften kendisine muhalefette bulunan bir kimseden İnsan oğlunun kalbi nefret eder ve ona kızarNefsinde ona karşı kin besler, kin ise içinin rahat etmesini ve intikam almayı isterBuğzeden kimse kendi nefsiyle içini rahat ettirmekten aciz kaldı mı, bu sefer zamanın o adamdan intikam alması ile içini rahat ettirmeyi ister ve çoğu zaman da bu şekilde hâdiseleri Allah nezdindeki büyük derecesine yorarak tefsir eder! Bu bakımdan düşmanına bir belâ isabet etti mi sevinir ve zanneder ki kendisi o düşmana buğzettiğinden dolayı Allah o belâyı vermek suretiyle kendisini mükafatlandırmıştır ve kendisinin hatırı için vermiştir! Ne zaman düşmanına bir nimet isabet ederse kızarÇünkü bu onun muradının aksidir ve çoğu zaman da kalbine Allah nezdinde hiçbir dereceye sahip olmadığı zannı gelir! Çünkü kendisine eziyet veren düşmanından Allah intikam almamış aksine nimet vermiştirKısaca hased, buğz ve düşmanlığı gerektirir ve onlardan ayrılmazTakvânın gayesi, zulmetmemektir ve böyle bir şeyi nefsinde görmeyi çirkin saymaktırİnsan oğlu başka bir insana buğzetsin, sonra o insanın nezdinde kendisini sevmesi ile sevmemesi eşit olsun, yani buğzunun icabına göre hareket etmesin, bu mümkün değildirBu durum yani düşmanlıktan dolayı hased öyle bir durumdur ki Allah kâfirleri onunla vasıflandırmıştırÇünkü şöyle buyurmuştur:

(Siz) kitabın tamamına inanırsınızOnlar sizinle karşılaştıkları zaman 'inandık' derlerAma kendi başlarına kaldıklarında, size karşı öfkeden parmak uçlarını ısırırlarDeki: 'Öfkenizden ölün! Şüphesiz Allah göğüslerin özünü bilir'Size bir iyilik dokunsa (bu) onları tasalandırır; size bir kötülük dokunsa ona sevinirlerEğer sabreder, Allah'tan korkarsanız, onların hilesi size hiçbir zarar vermezŞüphesiz Allah onların yaptıklarını kuşatmıştır. (Âli İmrân/119-120)

Onlar size fenalık yapmakta, fesat çıkarmakta kusur etmezler ve sıkıntıya girmenizi arzu ederlerOnların size olan kin ve düşmanlıkları taşmaktadırKalplerinde gizledikleri düşmanlık ise daha büyüktür. (Al-i İmrân/118)

Buğzetmekten dolayı meydana gelen hased, bazen işi mücadeleye hatta savaşa kadar götürürHayatını, hilelerle ve ihbarcılıkla perdeyi yırtmaya ve benzer hareketlerle hased edilen adamın nimetini ortadan kaldırmaya sarfedip heder eder durur.

2. Taazzuz

Taazzuz demek, başkasının kendisinden maddeten ve mânen yüksek olmasına tahammül etmemek ve bunu dayanılmaz görmektirBu bakımdan akran ve emsallerinden birisine büyük bir mevki, ilim veya servet verildiğinde onun bu mertebesinden dolayı kendisine karşı böbürlenmesinden korkarak, buna da tahammül edemeyeceğini tahmin ederek ve nefsinin o arkadaşının ahmakça bir hareketini kaldıramayacağından endişe ederek hased etmektirGayesi gurur ve kibir taslamak değildirAksine kibirlenmek suretiyle karşısındakinin kibrini bertaraf etmektirÇünkü kendisi onun eşitliğine razı olmuştur, fakat onun büyüklük taslamasına razı değildir ve tahammül etmez.

3. Kibir

Kibir demek, kişinin tabiatında hased ettiği insana karşı böbürlenmenin bulunması demektirOnu küçümsemesi, hizmetlerine koşturması, ondan elpençe divan durmayı beklemesi, onu gaye ve hedeflerinin arkasında sürüklemeyi istemesi demektirBu bakımdan kendisine hased edilen adam herhangi bir nimete konduğu zaman hasedçi, kendisinin nimetten gelen gururunu hazmedemeyeceğinden, tebaiyetinden yüz çevireceğinden veya kendisiyle eşit olmaya doğru adımlar atacağından ve nefsini kendisinden daha yüksek göreceğinden korkarBu bakımdan daha önce altta olduğu halde bu sefer üste çıkması sözkonusu olur! Kâfirlerin çoğunun Hazret-i Peygamber'e karşı hasedleri, tekebbür ve taazzuzdan ileri geliyordu; zira onlar dediler ki: 'Yetim bir genç bizi nasıl geçer, biz ona nasıl başeğeriz!' İşte bu hakikati ilân eden âyet!

Yine şöyle dediler: 'Şu Kur'ân iki kentten (Mekke ve Tâif ten) büyük bir adama (mal ve mevkii büyük bir kimseye) indirilmeli değil miydi?' (Zuhruf/31)

Yani 'Böyle bir kimseye Kur'ân indirilseydi ona baş eğmek bize ağır gelmezdiMalca büyük olan o kimseye biz tâbi olurduk!'

Böylece biz onların bir kısmını diğer bir kısmıyla imtihan ettik ki 'Allah aramızdan şunlara mı lütfu lâyık gördü?' desinler! (En'âm/53)

Onların bu sözleri, fakir müslümanları tahrik etmek ve onlara karşı böbürlenmek içindir.

4. Taaccüb

Nitekim Allahü teâlâ, gelmiş ve geçmiş ümmetlerden haber vererek onların şöyle dediğini bize nakletmektedir:

Sizler ancak bizim gibi beşersiniz! (Yâsîn/15)

Bizim gibi olan iki beşere mi îman edelim? (Mü'minûn/47)

Eğer siz sizin gibi bir beşere itaât ederseniz o zaman siz, mutlaka zarar edenlersiniz demektir. (Mü'minûn/34)

Kâfirler peygamberlerin Risalet mertebesinden, vahy almalarından ve Allah'a yakın olmalarından hayrete düştülerÇünkü peygamberler de onlar gibi beşer idilerBu bakımdan peygamberlere hased ettilerPeygamberliğin onlardan alınmasını istedilerKendileri gibi beşer olan ve yaradılışta benzerleri olan kimselerin kendilerinden üstün olmasından sıkıldılarOnların böyle yapması tekebbür kasdından veya riyaset talebinden veya eski bir düşmanlıktan veya diğer sebeplerin birisinden ileri gelmiyorduOnlar hayret ederek şöyle dediler:

Allah bir beşeri mi rasûl olarak gönderdi?! (İsrâ/94)

Üzerimize melekler indirilse ya(Furkan/21)

Korunup da merhamet edilmeniz için, aranızdan sizi uyaracak bir adam aracılığı ile bir zikir gelmesine şaştınız mı? (A'raf/63)

5. Maksatların Elden Kaçmasından Korkmak

Bu tür hased, bir tek maksadın etrafında birbirini kıskananlar arasında meydana gelir ve bunların herbiri maksadını elde etmekte yardımcı olacak her nimet hususunda arkadaşına hased ederKumaların kadınlık maksatlarından ötürü birinin diğerine hased etmesi bu türdendirAnne ve babanın kalbindeki şefkate erişmek için kardeşler arasındaki hased de bu tür hasedtirBu hasedi mal ve şeref maksadlarına varmak için güderlerAynı hocanın talebeleri arasında hocalarının kalbindeki şefkate nail olmak için yapılan hased de bu türdendirPadişahın yakınları ve hizmetçileri de onun gözüne girmek için bu tür bir kıskanma içerisindedirlerGayeleri gözde olup mal ve mertebeye ulaşmaktırBelli fakîhlerin takdirini kazanmak için sürtüşen ve biri diğerine hased eden âlimlerin kıskanması da böyledir; zira birtakım gaye ve hedeflere varmak için onların herbiri insanların kalbinde taht kurmak isterler.

6. Riyaset Sevgisi

Bu sebep; riyaset sevgisi ve herhangi bir maksada ulaşmak için değil de sadece (kuru bir hevesle) kendi nefsine rütbe ve nüfuz istemesidirBu, herhangi bir sanatta emsali olmasın diye çırpınan bir kişi gibidirBu kişiye halkın methetme sevgisi galebe çaldığı ve 'filan adam ihtisas sahasında asrının biricik adamıdır' diye övgüler yağması kişiyi bu bâdireye sürükler! Çünkü bu kişi kâinatın en ücra köşesinde bile bir benzerinin olduğunu işittiği zaman rahatsız olur ve onun ölümünü ister veya kendisine eşit olmasına vesile olan nimetinin ortadan kalkmasını isterMesela kahramanlık, ilim, ibadet, sanat, güzellik, servet veya özelliği olan herhangi bir hususta kendisine ortak ve eşit olan bir kimsenin bu nimetinin elinden gitmesini ister ve bu hususta tek başına kalmak kendisini sevindirirBu hasedin sebebi, daha önce vâki olan bir düşmanlık, taazzuz ve tekebbür değildirSadece tek başına 'filan sahada önder ve reistir' denmesinden duyduğu övünçten ve başka gayesinin yok olma korkusu da değildirBu mânâ reislik haricinde bulunan birtakım maksadlarına varmak için halkın kalbinde taht kurmak isteğinden ibaret olan birtakım âlimlerin arasında cereyan eden mânânın ötesinde bir mânâdırYahûdî âlimleri, Hazret-i Peygamber(sallâllahü aleyhi ve sellem) tanıdıklarını inkâr ediyorlar ve ona îman etmiyorlardıÇünkü ilimleri Hazret-i Peygamberin gelmesi sebebiyle ortadan kalktığı zaman, baş olmaları ve reislikleri iptal olunmuş ve ortadan kalkmıştı!

7. Nefsin Habâseti

Yedinci sebep, nefsin habâseti ve Allah'ın kullarına isabet eden hayırdan ötürü onları kıskanmasıdır; zira riyaset ve gururla meşgul olmayan, mal istemeyen bir kimseyi görürsün ki onun yanında Allah'ın kullarından birinin iyi durumlarından bahsedildiği ve Allah'ın kullarına nimet olarak verdiklerinden bahsedildiği zaman kendisine ağır gelir! Kendisine insanların işlerinin bozukluğundan ve karışık durumlarından, amaçlarının suya düştüğünden, hayatlarının bulanık geçtiğinden bahsettiğin zaman sevinir! Bu kimse hiçbir zaman başkasının rahatlığını hoş görmezDaima başkasının perişanlığı hoşuna giderAllah'ın nimetlerini kullarına çok görürCimrilik yaparSanki o kullar o nimetleri onun mülkünden ve hazinelerinden almışlar gibi davranırİki türlü bahil (cimri) vardırBiri, öz malıyla halka karşı cimrilik yaparDiğeri, başkasının malıyla halka karşı cimrilik yaparİşte bu insan da Allah'ın nimetleriyle başkasına karşı cimrilik yaparKendisiyle aralarında herhangi bir bağ ve düşmanlık olmayan kullara Allah'ın vermiş olduğu nimetleri çok görür! Bunun zâhirî bir sebebi yokturAncak nefiste bulunan bir habaset ve tabiatta bulunan bir rezaletten başka! Bu insanın yaratılışı böyle bir habâset üzerinedir, bunu tedavi etmek gayet güçtürÇünkü diğer sebeplerle meydana gelen hasedin sebepleri ârızî olduğu için onun sökülmesi ve tedavisi düşünülebilir ve insan tedavisine ümit bağlarHasedin şu son kısmı ise, insanın yaradılışında bulunan bir çirkinliktirHerhangi bir ârızî sebepten doğmamıştırBu bakımdan onun sökülmesi güçtür; zira mucize kabilinden olmazsa normal yollardan sökülüp atılması imkânsızdır.

İşte bunlar hasedin sebepleridirBazen bu sebeplerin bir kısmı veya tümü veya çoğu bir şahısta toplanır, dolayısıyla o şahısta hased oldukça kabarık olurÖyle bir duruma gelir ki kişi onu düzeltmek ve karşısındaki insana zâhirde olsun idare-i kelâm etmek kuvvetine bile sahip olamazAksine idare-i kelâm etmek perdelerini yırtar, açıkça belirtmek suretiyle düşmanlığı su yüzüne çıkarHased edenlerin çoğunda bu sebeplerin bir veya birkaçı bulunurHerhangi bir sebebin bunlardan ayrılması pek enderdir

Emsal Akran, Kardeş, Amca Çocukları ve Akrabalar Arasındaki Hased Çokluğunun Sebebi ve Başkaları Arasındaki Hasedin Azlı

Hased, daha önce belirttiğimiz sebepler bir kavmin arasında çoğaldığı takdirde çoğalırBu sebeplerden bir kısmı bir kavmin arasında belirgin bir şekilde kuvvet bulursa, hased de onların arasında kabarır, kuvvetlenir; zira bir şahsa birkaç sebepten ötürü hased edilmesi mümkündürMesela başkasının kibir ve gururlanması ağırına gider ve başkalarına karşı kibir gösterir veya düşmanlığından ötürü kibir gösterirBunlar gibi daha nice sebepler vardır.

Bu sebeplerden biri, diğerine çeşitli bağlarla bağlı bulunan kimseler arasında çoğalırO bağlar ki onlardan dolayı sohbet meclislerinde bir araya gelirlerYine o bağlardan dolayı hedeflerde birleşirlerBu bakımdan onlardan bir kimse herhangi bir gayede arkadaşına muhalefet ederse, arkadaşının tabiatı ondan nefret eder ve böylece arkadaşının kalbinde kin yerleşir, kin yerleşince de arkadaşı kendisini tahkir eder ve kendisine karşı böbürlenir.

Gayesinde kendisine muhalefet etmesinin bir karşılığı olarak bunu yapar ve kendisini gayelerine ulaştıracak nimete, başkasının sahip olmasından hoşlanmazİşte bu sebeplerden bir yığını arka arkaya gelirÇünkü uzak iki memlekette bulunan iki şahsın arasında herhangi bir bağlantı yokturBu bakımdan böyle olan iki şahsın arasında kıskanma ve hased de sözkonusu olamazİki ayrı mahallede oturanlar için de böyledir.

Evet! Bir meskende veya bir çarşıda veya bir medresede veya bir mescidde komşu olan, gayeleri çarpışan, maksat ve hedefleri aynı olan insanlar arasında gayelerden dolayı zıddiyet, nefret ve hasedleşme belirir ve kabarırBundan da hasedin diğer sebepleri doğup meydana gelirİşte bunun için âlim âbide değil de âlime hased ederÂbid âlime değil de başka bir âbide hased ederTüccar tüccara hased ederÖyle ki ayakkabı tamircisi kumaş satıcısına değil de başka bir ayakkabı tamircisine hased ederAncak, sanat birliği değil de başka bir sebepten dolayı ayakkabı tamircisi kumaş satıcısına buğzediyorsa, o zaman başka! Kişi öz kardeşine ve amcasının oğluna, yabancı kimselere hased ettiğinden daha fazla hased ederKadın, kumasına ve kocasının cariyesine kayın validesine ve kocasının başka hanımından olan kızına hased ettiğinden daha fazla hased ederÇünkü bezzazın hedefi, ayakkabı tamircisinin hedefinden başkadırBu bakımdan onlar maksad ve hedeflerde sürtüşmemektedirler; zira bezzazın gayesi servettirBunu da ancak fazla bezzaziye getirmek suretiyle elde ederO halde bu bezzazla başka bezzazın gayeleri çarpışır; zira bezzazın müşterisi, ayakkabı tamircisi tarafından davet edilmezAksine başka bir bezzaz onu davet edebilir. Sonra manifaturacının bitişiğindeki manifaturacı ile yarışması, kendisinden uzak olup çarşının öbür tarafında olan bir manifaturacı ile yarışmasından daha fazladırBu bakımdan hiç kuşkusuz komşusuna karşı hissettiği hased daha fazladırKahraman bir kimse de başka bir kahramana hased eder, âlime hased etmezÇünkü onun gayesi kahramanlıkla yâdedilmesi ve şöhret bulmasıdırBu haslette tek başına kalmasıdırÂlim bir kişi bu hedefte onunla yarışmazBöylece âlim âlime hased eder, kahramana hased etmez. Sonra vâizin vâize hased etmesi, vâizin fakihe ve doktora hased etmesinden daha fazladırÇünkü iki vâiz arasındaki mücadele, fakih ve doktor ile müşterek olduğu hedeften daha özel bir hedef içindirBu bakımdan bu hasedlerin kökü düşmanlıktırDüşmanlığın kökü de bir hedef üzerinde çarpışmaktırO tek hedef de uzak olan kimseleri değil de bir diğeriyle münasebeti ve ilgisi olan kimseleri kapsarÖyle ise bu sırra binaen hased, münasebetleri olan iki kişi arasında daha çok vâki olurEvet! Post kapmak hususunda amansız bir hırsa sahip olan ve bütün kâinatın en ücra köşelerine kadar nam ve şöhretinin yayılmasını isteyen bir kimse, uzak da olsa bu hususta kendisiyle boy ölçüşen herkesi kıskanır ve hased eder! Bütün bunların menşei dünya sevgisidirÇünkü toslaşanlar için daralan saha ancak dünyadırÂhiret ise, orada darlık sözkonusu değildirÂhiretin misali, ilim nimetinin misâli gibidirŞüphe yoktur ki Allah'ın sıfatlarının, meleklerinin, peygamberlerinin, gökler ve yer melekûtunun marifetini seven ve isteyen bir kimseden hiç kimse bu isteği bilinse bile nefret etmezÇünkü marifet, âriflerin çokluğuyla daralmazHatta bir tek malûmu bir milyon âlim bilir ve onu bilmesinden dolayı sevinir ve zevk duyarHiçbirinin lezzeti diğerinin lezzetinden dolayı eksilmezAksine âriflerin çokluğu sebebiyle yakınlık daha da artarİstifade ve ifade etmenin semeresi ve meyvesi daha da çoğalırİşte bu sırra binaendir ki din âlimleri arasında kin ve hased yokturÇünkü maksadları Allah'ın mârifetidirBu ise engin bir denizdirHiç kimsenin dalmasıyla daralmazDin âlimlerinin gayeleri Allah nezdinde büyük bir makama sahip olmaktırAllah katında ise darlık diye birşey yokturÇünkü Allah katındaki nimetlerin en güzeli onunla mülâki olmaktırBu lezzette ise hiçbir mümanaat ve toslaşma sözkonusu olmazDoya doya seyredenlerin bir kısmı diğer bir kısmına yeri daraltmazAksine onların çokluğuyla yakınlık daha da artarEvet! Âlimler ilimleriyle mal ve dünya rütbesi istedikleri zaman, biri diğerine hased ederÇünkü mal, görünen cisimlerdirBirisinin eline girdi mi başkasının eli ondan boş kalırMakam ve mertebenin amacı, kalpleri elde etmektirNe zaman bir şahsın kalbi bir âlimin yüceltilmesiyle dolarsa, o kalp âhireti yüceltmekten yüz çevirir veyahut bu hususta eksilirİşte böylece bu durum hasedleşmeye ve toslaşmaya sebep olurBir kalp Allah'ın mârifetinin sevgisiyle dolduğu zaman bu sevgi başkasının da kalbinin dolmasına mâni değildir ve başkasının sevinmesine engel de teşkil etmez.

İlim ile mal arasındaki fark şudur: Mal, Zeyd'in elinden çıkmadıkça, Amr'ın eline giremezİlim ise âlimin kalbinde istikrar bulmuşturBaşkasının kalbine de o âlimin öğretmesiyle yerleşirO âlimin kalbinden göç etmeksizin başkasına da nasib olurMal, cisimler ve ayinlerdirBunların ise sonu vardırBu bakımdan eğer insan yeryüzündeki bütün serveti elde ederse, başkasının elde edeceği bir servet kalmazİlmin ise sonu yoktur ve tamamının bir insan tarafından elde edilmesi de düşünülemezBu bakımdan Allah'ın celâl ve büyüklüğü hakkında, yerin ve göklerin büyüklüğü hakkında düşünmeyi kendi nefsine âdet edinen bir kimsenin katında bu düşünce her nimetten daha tatlı gelir ve bu kimse bundan menedilemez ve bu hususta bununla çekişen hiç kimse de bulunmazBu bakımdan bu kimsenin kalbinde hiç kimseye hasedi olmaz! Çünkü bu kimseden başkası da onun mârifeti gibi mârifet sahibi olursa, lezzetinden zerre dahi eksiltmezAksine o ikinci kimsenin ünsiyetinden dolayı lezzeti gittikçe artarBu bakımdan bu kimselerin lezzeti daimî bir şekilde melekût âleminin acaibliklerini mütalâa etmekten gelir ve cennetin ağaçlarına ve bahçelerine zâhir gözüyle bakan bir kimsenin lezzetinden daha büyük olurÇünkü ârif bir kimsenin nimeti ve cenneti, onun zâtının sıfatı olan mârifetidirO mârifetin gitmeyeceğinden emindir! Arif kişi daima o mârifetin meyvelerini koparıp yemektedir!. .

Bu bakımdan ârif kişi ruhuyla, kalbiyle, ilminin meyveleriyle gıdalanmaktadır ve bu meyve herhangi bir elle kesilip ambalajlanmış, başkasının bedavadan yemesinden menedilmiş bir meyve değildirAksine bu meyveler, isteyenlere yaklaşmış meyvelerdirÂrif kişi eğer zâhirî gözünü kapatırsa, onun ruhu daima yüce cennetlerde pırıl pırıl parlayan bağ ve bahçelerde yayılırEğer âriflerin çok olduğu farzedilirse, bunların biri diğerine hased ediciler olmazlarAksine Allahü teâlâ'nın haklarında şöyle buyurduğu kimseler gibi olurlar:

Biz o cennettekilerin kalplerindeki kinleri çıkarır atarızHepsi kardeşler olarak tahtlar üzerinde karşı karşıya otururlar. (Hicr/47)

İşte onların, daha dünyada iken halleri böyledirAcaba perde kalktığı zaman âhiret âleminde mahbub görüldüğü zaman onlar nasıl olurlarBu bakımdan cennette hasedin varlığı düşünülemezCennet ehlinin dünyada da hased etmeleri sözkonusu değildirÇünkü cennette ne darlık, ne de çekişme vardırO cennet ancak Allah'ın mârifetiyle elde edilirO mârifet ki dünyada bile onda çekememezlik sözkonusu değildirCennet ehli zarurî olarak, gerek dünyada gerek âhirette hasedden beridir.

Genişliğinden uzaklaşmış, siccîn'in darlığına yaklaşmış kimselerin sıfatlarındandır ve bunun için de Allah'ın rahmetinden kovulmuş şeytan bu vasıfla vasıflandırılmıştırOnun sıfatlarından biri, Hazret-i Âdem'e ihsan edilen özellikten dolayı Hazret-i Âdem'e hased etmesidirİblis secdeye davet edildiği zaman gururlanarak secde etmekten çekinmiş ve isyan ederek temerrüd etmiştirAnlaşılmıştır ki hased, ancak hepsine yetmeyecek bir hedefe üşüşmekten ileri gelirBunun için halkın, göğün ziynet ve süsüne bakmakta birbirlerine hased etmediklerini, ancak yeryüzünün küçücük bir parçası olan dağ ve bahçelerden dolayı hased ettiklerini görürsünOysa bütün arzın semaya nisbeten hacim bakımından hiçbir kıymet ifade etmediği âşikârdırSema, genişliğinden dolayı insanların bakışları için yeterlidirSema için insanlar arasında çekişmek ve hasedleşmek asla sözkonusu olamazEğer basiretli isen ve nefsin için şefkatli isen öyle bir nimeti aramalısın ki o nimetten dolayı hiç kimse ile çekişme ve o nimetin hiçbir zaman yok olması sözkonusu olmasınBu nimet dünyada ancak Allah'ın mârifetinde, sıfat ve fiillerinin marifetinde, gökler ve yerin melekûtunun acaibliklerinde bulunabilirÂhirette de bu mertebeye ancak bu mârifet ile varılabilirEğer sen Allah'ın mârifetine müştak değilsen, onun lezzetini duymazsan, bu husustaki görüşün gevşemiş, bu husustaki isteğin dumura uğramışsa, o vakit sen mâzur sayılırsın; zira cinsî ilişkiden mahrum olan bir kimse, asla cimanın lezzetine iştiyak göstermezÇocuk da taht ve tacın lezzetine ihtiyaç duymazÇünkü bunlar öyle lezzetlerdir ki çocuklar ve erkek olmayanlar değil de ancak erkekler o lezzetleri idrak edebilirlerMârifetin lezzeti de böyledirOnun idrâki, ancak erkeklerin şânındandır.

Kendilerini ne ticaretin, ne de bir alışverişin Allah'ı anmaktan, namaz kılmaktan, zekât vermekten alıkoymadığı kimseler. . . (Nûr/37)

Bu lezzete onlardan başkası iştiyak göstermezÇünkü iştiyak ancak tatmaktan sonra olurTatmayan bilmez, bilmeyen müştak olmazMüştak olmayan aramazAramayan idrâk etmezİdrâk etmeyen de esfel-i sâfilînde mahrumlarla beraber olur.

Kim Rahmân'ın zikrini görmemezlikten gelirse, biz ona şeytanı musallat ederizArtık bu ona arkadaştır! (Zuhruf/36)

Hasedi Kalpten Söküp Atmanın Çaresi

Hased, kalplerin en büyük hastalıklarındandırKalplerin hastalıkları ancak ilim ve amelle tedavi edilirHased hastalığı için faydalı ilim ancak şudur: Hasedin senin için, âhirette ve dünyada zararlı olduğunu, öteki adama ise ne âhirette ve ne de dünyada zararlı olmadığını bilmendirHatta kendisine hased edilen adam; hem âhirette hem de dünyasında kendisine karşı güdülen hasedden fayda görürSen bunu basiretinle bilip gördüğün zaman nefsinin düşmanı, düşmanının dostu değilsen, kesinlikle hasedden vazgeçmen gerekir.

Hasedin Dindeki Zararı

Sen hasedin yüzünden Allah'ın kaza ve kaderine küsmüş olur, kulları arasında taksim ettiği nimetini hor görür, gizli hikmetiyle mülkünde ikame ettiği adaletini çirkin sayar, kerih görürsünBu ise Tevhîdin özüne karşı işlenilen bir cinayet, îmanın gözünde bir çapaktırDin hususunda cinayet olması sana yeter de artar bile! Sen bununla Mü'minlerden bir kişiye hile yapmayı, ona nasihat etme vazifesini terketmeyi, Allah'ın veli ve peygamber kullarının, diğer kullar için hayır istemeleri hususunda onlardan ayrılmış olursunİblis ve diğer kâfirlerin Mü'minlere belâlar verilmesine ve Mü'minlere verilen nimetlerin kalkmasına sevinmeleri hususunda onlara uymuş olursunBütün bunlar kalpte bulunan habaset ve çirkinliklerdirAteşin odunu yediği gibi bunlar da kalbin hasenelerini yerGecenin gündüzü silip ortadan kaldırdığı gibi, haseneleri silip ortadan kaldırırlar.

Hasedin Dünyadaki Zararı

Sen dünyada, hasedinden dolayı elem duyar veya durmadan üzüntü içerisinde kendi kendine sıkıntı yüklemiş olursun; zira Allahü teâlâ onlara vermiş olduğu nimetten onları uzaklaştırmazSen ise onlara verilen nimeti gördükçe durmadan sıkıntı çeker, onlardan uzaklaşan her belâdan dolayı elem duyar, mahrum, üzüntülü, kalbin dağınık, göğsün dar bir vaziyette yaşarsınDüşmanlarının senin için istedikleri belâ dolayısıyla senin başına gelmiş olurOysa sen düşmanlarına böyle bir belâ istiyordunSen düşmanına meşakkat istiyordun, oysa buna karşılık olarak sana meşakkat ve üzüntü verilmiştirBununla beraber senin hasedin den ötürü, hased edilen kimsenin nimeti yok olmazEğer sen ölümden sonra dirilmeye ve hesap vermeye inanmıyorsan, hiç olmazsa akıllılığın gereği olarak -eğer aklın varsa- hasedden sakınmalısınÇünkü hasedde kalbin elemi ve hoşnutsuzluğu vardır ve bununla beraber hiçbir fayda da yokturNasıl olur? Oysa sen hased hususunda âhirette başına gelecek şiddetli azabı bilen bir kimsesin! Akıllı bir kimse elde edeceği hiçbir fayda olmadığı halde, üstelik yüklendiği bir zararla beraber, çektiği meşakkate rağmen, nasıl kendisini Allah'ın gazabına maruz bırakır da dinini ve dünyasını faydasız bir şekilde yok eder.

Din ve dünyası hususunda kendisine hased edilen zatın hiçbir zararı olmadığı keyfiyetine gelince, bu güneşten daha bâriz bir hakikattirÇünkü ona verilen nimet senin hasedinden ötürü ondan alınmaz ki! Aksine Allahü teâlâ'nın takdir ettiği ikbal ve nimet, muhakkak yine takdir ettiği zamana kadar devam edecektirOnu kaldırmaya hiçbir güç yetmezHerşey Allah katında bir ölçüye göredir ve her müddetin bir hududu vardırBu sırra binaen peygamberlerden bir zat (Salât ve selâm onların üzerine olsun) halka musallat olan zâlim bir kadından şikayet ettiAllahü teâlâ, o peygambere 'onun günleri sona erinceye kadar onun önünden kaçmamasını' vahyetti.

Ezelde bizim takdir ettiğimizin değişmesine imkân yokturBu bakımdan kaza ve kaderde onun ikbal ve izzetinin devamlılığı için takdir edilen müddete kadar sabret!

Madem nimet hasedle ortadan kalkmaz, o halde kendisine hased edilen kişinin dünyada hiçbir zararı yokturÂhirette de suçu olmadığından dolayı günahkâr olamazSen şöyle diyebilirsin: 'Keşke nimet, benim hasedimden dolayı, hased ettiğim kimseden alınsaydı!'

Senin böyle demen, cehaletin son derekesidirÇünkü bu bir belâdır ki önce sen kendi nefsine istiyorsun; zira sen de hasedinden dolayı düşmandan kurtulamazsınEğer hasedden dolayı nimet ortadan kalksaydı, o vakit Allahü teâlâ sana da hiçbir nimet bırakmazdı ve hiçbir mahlukuna da îman nimeti dahil, hiçbir nimeti bırakmaması icabederdiÇünkü kâfirler imanlarından dolayı Mü'minlere hased ederler.

Kitab ehlinden çoğu, gerçek kendilerine besbelli olduktan sonra nefislerindeki hasedlerinden ötürü sizi imanınızdan sonra küfre çevirmek isterler! (Bakara/109)

Zira hasudun istediği olmazEvet! Hasûd bir kimse kendi iradesiyle başkasına dalâleti istediğinden dolayı dalâlete gider; zira küfrü istemek küfürdürBu bakımdan nimetin hasedden dolayı hased edilenden alınmasını isteyen bir kimse, sanki kâfirlerin hasediyle îman nimetinin kalkmasını ve diğer nimetlerin de kalkmasını istiyor gibidir! Eğer kendi hasedinle halktan nimetin zâil olmasını istemiyorsan bu cehaletin katmerlisidir; zira hasedçi ahmaklar Allah'ın kendisine bu özelliği vermesini isterOysa sen başkasından bu özelliği almak hususunda evlâ ve gözde değilsinBu bakımdan hasedle sana verilen nimeti senden almamak nimetine karşı Allah'a şükretmek sana farzdırSen ise cehaletinle onu hor görmektesin.

Kendisine hased edilen şahsın, hasedçinin hasedinden hem dünya hem de âhirette fayda göreceği hususuna gelince bu husus da açıktırDin hususunda fayda görmesi, ona hased ettiğin için mazlum olmasıdırHele hased seni onun aleyhinde atıp tutmaya, bilfiil onun gıybetinde bulunmaya, ona zarar vermeye sürüklerse, onun perdesini yırtmaya, onun kötülüklerini anmaya sevkederse, bütün bunlar ona takdim ettiğin hediyelerdirBu sözden benim gayem, sen bunlarla kendi sevaplarını ona hediye etmiş olursun ve kıyâmet gününde onun karşısında mahrum bir durumda kalırsınTıpkı dünyada nimetten mahrum olduğun gibi.

Evet! Allah'ın senin üzerinde bir nimeti vardırÇünkü Allahü teâlâ seni hasene ve sevapları elde etmeye muvaffak kılmış, sen ise o hasenelerini kıskandığın kimseye nakletmiş bulunuyorsunOna verilen nimete ikinci bir nimeti ekledin, kendi nefsinin şekavetine ikinci bir şekavet kattınKendisine hased edilen kişinin hasedden dolayı dünyada fayda görmesine gelince, bu durum da şöyledir: Halkın gayelerinin en mühimi; düşmanlarını kötülemek, üzmek, şekavete sürüklemektirOnların üzülmelerini görmektirOysa kendisi hasedden doğan elem içinde kıvranır, ondan daha şiddetli bir azap yokturDüşmanlarının temennilerinin en son noktası, kendilerinin nimet içinde yüzmeleri, senin ise, onlardan dolayı üzüntü ve hasret içinde kıvranmandırOysa sen onların maksadlarını bizzat kendi başına getirmiş bulunuyorsun ve bundan dolayı da düşmanın senin ölümünü istemezAksine hayatının uzamasını isterAncak bu hayatın hased azâbı içinde devamlı olmasını ister ki sen Allah'ın ona vermiş olduğu nimetlere bakıp kalbin kıskançlık ve hasedden paramparça olsun! Bu sırra binaen şöyle denilmiştir:

Düşmanların ölmemişler, sende gizli bulunan hasedi görünceye kadar diri kalmışlardır.

Sen nimetten dolayı hasede mâruz kalıyorsunAncak kâmil o kimsedir ki kendisine hased edilir!

Bu bakımdan düşmanlarının, senin üzüntü ve hasedinden dolayı sevinmeleri, ellerindeki nimetlerden dolayı sevinmelerinden daha büyüktürEğer düşmanın senin hasedin elem ve azâbından kurtulacağını bilirse, onun bu bilgisi kendisi için en büyük musibet ve belâdırO halde sen içinde kıvrandığın hased üzüntüsüyle ancak düşmanının istediği bir durumdasınBunu düşündüğün zaman senin, kendi nefsinin düşmanı ve düşmanının da dostu olduğunu anlamış olursun; zira sen hem dünya ve hem de âhirette sana zarar, düşmanına fayda veren bir yoldasın, Allah'ın nezdinde çirkin bir durumdasınGerek hâli hazırda, gerek gelecekte insanlar nezdinde de çirkin durumdasınSen istesen de istemesen de hased ettiğin insanın nimeti devam edecektir. Sonra sen düşmanına kâr sağlamakla kalmadın, düşmanlarının en katısı olan İblis'i de sevindirdinÇünkü İblis seni ilim, takvâ, mertebe ve düşmanına verilen maldan mahrum olarak görüp, senin hased ettiğin adama verilen nimete razı olup sevapta -onu sevdiğinden dolayı- ona ortak olacağını bilir ve korkarÇünkü müslümanlar için hayrı seven, hayırda onların ortağı olurKim, din hususunda büyük olanların mertebesini elden kaçırırsa onları sevmek sevabı daima elindedirBu bakımdan İblis, senin, Allah'ın kuluna verdiği din ve dünya nimetinden dolayı sevineceğini ve bu sevinç sebebiyle de muzaffer olacağını düşünerek korkarBu sırra binaen onu sana çirkin gösterir ki amelinle onun mertebesine varmadığın gibi, sevgiyle de varamayasın.

Bir bedevî Hazret-i Peygambere şöyle dedi:

-Kişi dindar olan kavmi sever, oysa onların derecesine yetişemez,

-Kişi sevdiğiyle beraberdir111

Bir bedevî Hazret-i Peygamber hutbe okurken yanına sokularak şöyle der:

-Kıyâmet ne zaman kopacak?

-Kıyâmet için ne hazırladın?

-Kıyâmet için çok namaz, çok oruç hazırlamış değilimAncak ben Allah'ı ve onun Rasûlü'nü seviyorum.

-Sen sevdiğinle berabersin112

Enes der ki: 'müslümanlar, müslüman olduktan beri o gün sevindikleri kadar hiçbir zaman sevinmiş değillerdi'Bu da müslümanların en büyük hedeflerinin Allah'ın ve Hazret-i Peygamber'in sevgisi olduğuna işarettir.

Enes der ki: 'Biz Hazret-i Peygamberi, Ebû Bekir ve Ömer'i sever, fakat onların ameli gibi amel edemeyiz! Ümit ederiz ki onlarla beraber olalım!'

Ebû Musa şöyle demiştir: Ben 'Kişi namaz kılanları sever, fakat kendisi namaz kılmazOruçluları severFakat kendisi oruç tutmaz' diyerek birkaç kişi saydımCevap olarak Hazret-i Peygamber şöyle dedi:

O, sevdiğiyle beraberdir113 Bir kişi Ömer b. Abdülaziz'e şöyle sorar:

-Deniliyor ki, eğer âlim olmaya gücün yetiyorsa âlim ol! Eğer buna gücün yetmiyorsa öğrenci ol! Eğer buna da gücün yetmiyorsa onları sev! Eğer onları sevmeye gücün yetmiyorsa bari onlara buğzetme!

-Sübhanallah! Allahü teâlâ bizim için çıkar yol kılmıştır!

Şimdi dikkat et! İblis sana nasıl hased etmiştir? Sevginin sevabını senin elinden nasıl çıkarmıştır? Sonra bununla da kanaat etmemiş, müslüman kardeşini sana mebğuz göstermiştirSeni onu sevmemeye teşvik etmiştirSen günâhkar oluncaya kadar yakanı bırakmamıştırNasıl öyle olmasın? Umulur ki sen, âlimlerin birisine buğzediyor, onun dinde yanılmasını istiyorsun ki yanıldığı görülsün ve dolayısıyla rezil olsun! İstiyorsun ki konuşamayacak şekilde dili tutulsunÖğrenemeyecek derecede hastalansın! Artık bundan daha fazla derecede hangi günah olabilir? Keşke sen, ona yetişmek fırsatı elinden kaçtığı ve bundan dolayı üzüldüğün zaman, bari günah ve âhiret azabından sâlim kalmış olsaydın!

Cennet ehli üç sınıftan ibarettir:

1Muhsin

2Muhsini seven

3Muhsini savunan!114

Yani muhsin'den eziyetini uzaklaştıran, ona hased, buğz ve kerahet getirmeyen. . .

Dikkat et! İblis seni bu üç giriş noktasından da uzaklaştırmıştır ki sen asla bu üç gediğin hiçbirisinin ehlinden olmayasın! İşte İblis'in hasedi sana nüfuz etmiş, fakat senin hasedin düşmanından değil, aksine öz nefsinden nüfuz etmektedirEy hasedci, hâlin uyanıklık veya uyku hâlinde sana gösterilse, nefsini, okunu düşmanının öldürücü bir yerine isabet etsin diye atan ve isabet ettiremeyen, aksine oku dönüp sağ gözünün bebeğine değip de gözünü çıkaran bir kimsenin suretinde göreceksinBu kimse bundan sonra oldukça öfkelenir ve ikinci bir ok atmak isterBirinci atıştan daha şiddetli bir şekilde atarBu sefer o ikinci gözüne gelir ve kendisini iki gözden de mahrum ederÜçüncü defa ok atar ve geri tepen ok gelip başını delerOysa her durumda düşmanı sapasağlamdırOku zaman zaman kendisine dönerDüşmanları ise etrafında sevinmekte, gülmekte ve tepinmektedirlerİşte bu hasedçinin hali şeytanın onunla oynamasıdırHalbuki senin hased hususundaki halin bundan daha çirkindirÇünkü geri tepen oklar, sadece adamın iki gözünü götürmüştürEğer o iki göz yerinde kalsaydı bile mutlaka ölümle yine yok olacaklardıOysa hased günah getirirGünah ise ölümle sona ermezGünahın İnsan oğlunu Allah'ın gazabına ve ateşe sürüklemesi sözkonusudurİnsan oğlunun dünyada gözünün kör olması, gözü kalıp da o kalan gözle cehenneme girmesinden daha hayırlıdırÇünkü cehenneme o gözle girdi mi alevler onu çıkaracaktırDikkat et! Allah, hased edenden nasıl intikam alır? Çünkü hased eden, hased edilenin nimetinin alınmasını istediAllah ondan o nimeti almadı. Sonra o nimeti hased edenden aldıZira günahtan zak kalmak bir nimettirGam ve üzüntüden sâlim kalmak da nimettirOysa bunların ikisi de hased edenden uzaktırlar.

Yeryüzünde kibirlenmeleri ve kötü tuzak (lar) kurma (larını artırdı) Kötü tuzak, ancak sahibinin başına geçer. (Fâtır/43)

Hased eden insan çoğu zaman düşmanının istediğinin ta kendisiyle müptelâ olurBir müslümanın düşüşü ile sevinen bir kimse çoğu zaman aynı şeyle karşılaşır.

Hazret-i Aişe der ki: 'Ben Hazret-i Osman için neyi temenni etmişsem hepsi benim başıma geldiHatta ben onun için ölümü temenni etseydim, mutlaka öldürülürdüm'.

İşte hasedin günahı budurAcaba sürüklediği ihtilâf, hakkı inkâr etmek, dil ve eli serbest bırakıp düşmandan intikam almak için kötülükler işlemek gibi çirkinlikler nasıl olur? Hased öyle bir hastalıktır ki geçmiş milletler onunla helâk olmuşlardır.

İşte buraya kadar söylediklerimiz ilmî ilâçlardırİnsan oğlu saf bir zihin ve hazır bir kalp ile bu ilâçları tedkik ederse onun kalbindeki hased ateşi sönerKendi nefsini hasedle helâk edip düşmanını sevindirmiş olduğunu, rabbini kızdırıp hayatını karmakarışık ettiğini anlar.

Bu husustaki faydalı amele gelince, bu hasede hükmetmektirBu bakımdan hasedin istediği her söz ve fiilin zıddını yapmaya nefsini zorlamalıdırEğer hased kendisini, hased ettiği kimseyi zemmetmeye zorluyorsa onu övmeye, dilini onu medhetmeye zorlmalıdırHased ona karşı gururlu davranmasını isterse, ona karşı nefsine yüklenmelidir, ondan özür dilemelidirHased kendisini, ona karşı iyilik yapmamaya zorlarsa, nefsini daha fazla ona iyilik yapmaya zorlamalıdırBunu zoraki bir şekilde yaptığı ve kendisine hased edilen adam bunu bildiği zaman o adamın kalbi sevinirDolayısıyla o da bunu sevmiş olur, Onun sevgisi görüldüğü zaman hased eden de onu sevmeye başlarBundan da aralarında uygunluk doğmuş olur ve onunla da hasedin maddesi ortadan kalkarÇünkü tevâzu, övgü ve nimete sevindiğini belirtmek, kendisine nimet verilenin kalbini rikkate getirir, şefkat ve merhametini gerektirir, iyilikle buna karşılık vermeye kendisini zorlar. Sonra bu iyilik birincisine dönüşürOnun da kalbi hoşlanırBöylece başlangıçta zoraki yaptığı birşey kendisine tabiî ve normal gelmeye başlarŞeytanın kendisine "Eğer sen, kıskandığın adama karşı tevazu gösterir, kendisini översen, düşmanın bunu senin acizliğine veya münafıklığına veyahut korkaklığına hamlederDüşmanın bu şekilde telâkkisi senin için zillet olur!' demesi, onu bu şekilde davranmaktan alıkoymamalıdırBu vesveseler şeytanın kandırma ve hilelerindendirHatta zoraki bir şekilde tatlılık göstermek tarafların saldırganlığını önlerDüşmanlık isteğini azaltırKalplere karşılıklı yakınlık ve sevgi girer ve bununla da kalpler, hasedin eleminden, karşılıklı buğzetmenin üzüntüsünden kurtularak rahata kavuşmuş olurişte bunlar hasedin şifalı ilâçlarıdırAncak kalplere pek acı gelirFakat fayda acı ilâçtadırKim ilâcın acılığına tahammül göstermezse şifanın tatlılığına varamazAncak bu ilâcın acılığı, yani düşmana karşı tevazu göstermek, övmek suretiyle onlara yaklaşmak, daha önce zikrettiğimiz mânâları bilmekle kolaylaşırAllah'ın kaza ve kaderine rıza göstermek, Allah'ın sevdiğini sevmekle kolaylaşırNefsin mağrur olması, isteğinin hilâfına kâinatta bir şeyin olmasını kabul etmeyişi cehalettirBu cehaleti takınan bir nefis olmayanı istiyor demektirOnun isteğinin olacağından herhangi bir ümit yokturİstenilenin elde edilmemesi zillettirBu zilletten kurtuluş ancak iki şeyle olur: Ya isteğin olması ile veya olacak bir şeyin istenmesiyle!

Birincisi senin elinde değil!. . Zorlama ve çabanın burada hiçbir müdahalesi yokturİkincisi ise, onun hakkında mücadele etmenin giriş noktası vardırOnun riyazetle elde edilmesi mümkündürBu bakımdan her akıllı kimsenin bunu elde etmesi gerekirİşte bu umumi bir devâ ve ilâçtır.

Mufassal ve izahlı devâya gelince; hasedin, kibir, gurur, nefsin izzeti, fayda vermeyen şeylere şiddetli harislik göstermek gibi sebeplerini araştırmaktırEğer Allah dilerse bu sebeplerin tedavilerinin izahı özel bahislerinde gelecektir; zira bu hastalığın maddeleri ve mikroplarıdırHastalık ancak mikrobun sökülmesiyle sökülürEğer sen maddeyi sökemezsen, bizim söylediklerimizle sadece teskin edebilirsinFakat zaman zaman geri gelirMaddelerin kalmasıyla beraber onu teskin etmek için uğraşmak uzayıp gider; zira kişi rütbe âşığı olduğu sürece, kendisinden başka halkın kalbinde mertebe edinenlere hased eder ve onların mertebe edinmesi kendisini üzerOysa gayesi nefsinin üzüntüsünü azaltmak, bunu ne diliyle, ne de eliyle belirtmemektirBundan tamamen boşalmak ise mümkün değildirTevfîk Allah'tandır!

111) Müslim, Buhârî

112) Müslim, Buhârî

113) Müslim, Buhârî

114) Irâkî tarafından aslına rastlanılmamıştır.

Hasedin Kalpten Silinmesi Gereken Miktarı

Eziyet, tabii olarak sevilmezSana eziyet verenden nefret etmemek, çoğu zaman mümkün değildirOnun eline bir nimet geçtiği zaman o nimeti kerih görmemek senin imkânın dahilinde değildirDüşmanının güzel veya perişan halinin nezdinde eşit olması ve nimetini hoş karşılamak senin elinde değildirSen nefsinde bu iki durum arasında fark hissedersinŞeytan da daima seni karşıdaki insana hased etmeye çağırırEğer bu durum sende fiil ve sözle hasedi gösterecek raddeye sürükleyecek kadar kuvvet kazanmışsa ve bu da senin ihtiyarî fiillerinden biliniyorsa, sen hem hasedçi ve hem de hasedinden dolayı günahkâr bir kimsesinEğer sen tamamen zâhirini kontrol altına alıp ancak içinden nimetin zevâlini istiyorsan ve senin nefsinde de bu durumu kınayıcı ve kerih telâkki edici birşey yoksa, sen yine asi bir hasedçisinÇünkü hased, fiilin değil kalbin sıfatıdır.

Ve onlardan önce Medine'yi yurt ve îman evi edinenler, kendilerine hicret edip gelenlere sevgi beslerlerOnlara verilen şeyden dolayı nefislerinde bir kaygı duymazlar. (Haşr/9)

Sizin de kendileri gibi küfre sapmanızı istediler ki hepiniz eşit olasınız! (Nisa/89)

Eğer sana herhangi bir iyilik isabet ederse onların hoşuna gitmez. (Al-i İmrân/120)

Fiile gelince, o gıybet ve yalan demektirO, hasedden doğan bir ameldirHasedin bizzat kendisi değildirHasedin kaynağı kalptir, âzalar değildirEvet, bu hased bir zulüm değildir ki onun için helâlleşmek farz olsunO, seninle Allah arasında geçen bir günahtırSadece âzâların yaptığı şeyler için helâlleşmek farz olurSen zâhirini günahtan menettiğin ve bununla beraber tabii olarak kalbin den hased edilenin nimetinin kalkmasından ibaret olarak kalp sızıntısından iğrendiğin zaman, âdeta tabiatından olan bu kötülükten dolayı nefsine kızarsınBu takdirde o kerahet, tabiat cihetinden gelen o kötü meylin karşısına akıl cihetinden dikilen bir siper olurEvet, böyle yaptığın takdirde üzerindeki farz ve vazifeyi yerine getirmiş olursunBirçok durumlarda bundan daha fazlası senin imkân ve ihtiyarının dahilinde değildirEziyet veren ile iyilik yapanın eşit olması ve onlara verilen nimetten dolayı sevinmenin veya onların başına gelen musibetten dolayı üzülmenin eşit olması hususunda tabiatın değişmesine gelince, bu durum, tabiat dünya lezzetlerine iltifat ettiği müddetçe, tabiatın itaat etmeyeceği bir durumdurAncak tabiat Allah sevgisiyle sendeleyen sarhoş gibi sarhoş olursa kalbi kulların hallerinin tefsirine bakmazAksine tümüne aynı gözle bakarO da şefkat gözüdürTümünü Allah'ın kulu olarak görürOnların fiillerini Allah'ın yarattıkları olarak ve kendilerini de Allah'a müsahhar olarak görürBu durum -eğer olursa- çakan şimşek gibi gelir-geçer, devam etmez. Sonra kalp yine tabiatına dönerDüşman da onunla mücadele etmeye gelir; zira şeytan vesvese ile kalple mücadele etmektedirNe zaman İnsan oğlu bunu kerih görür, kalbine bu durumu gerekli kılarsa, mükellef olduğu vazifesini edâ etmiş olur.

Bazı ulema, kişinin hasedi âzalarına (ortaya) dökmedikçe günahkâr olmayacağına kail olmuşturNitekim Hasan-ı Basrî'ye hased hakkında sorulduğunda, cevap olarak şöyle demiştir: 'Onu dışarıya çıkarmadıkça sana zarar vermez!'

Mevkûf olarak Hasan-ı Basrî'den, aynı zamanda merfû olarak Hazret-i Peygamber'den şöyle rivâyet edilir:

Üç haslet vardırHiçbir Mü'min onlardan boşalmazFakat Mü'min için onlarda çıkar yol vardır.

Bu bakımdan Mü'minin hasedden çıkış noktası zulmetmemesidirEn- doğrusu, bu Hadîs-i şerîfin bizim söylediğimize hamledilmesidirYani tabiatın düşmanın nimetinin zâil olmasını istediği zaman, karşısına din ve akıl cihetinden gelen bir tiksinmenin çıkmasıdırO tiksinme, İnsan oğlunu zulmetmekten ve eziyet vermekten engeller; zira hasedin aleyhinde vârid olan bütün hadîslerin zâhirî delâlet eder ki hasedçi bir kimse günahkârdır. Sonra hased, fiillerden değil de kalbin sıfatından ibarettirBu bakımdan kim bir müslümanın kötülüğünü isterse o hasedçidirO halde sadece kalbin hasediyle -ortada fiil yokken- kişinin günahkâr olup olmadığı içtihada açıktırEn açık fetva, âyet ve hadîslerin zâhirinden ve mânâ bakımından belirttiğimizdir; zira bir müslüman için kötülük istemesi ve kalbinin bundan tiksinmemesi kul için affedilmesi uzak bir ihtimaldirBütün bunlardan anlaşılmıştır ki senin için düşmanların hakkında üç durum vardır:

Birincisi, tabii olarak onların kötülüğünü istemen ve fakat bu duruma sevindiğini de hoş karşılamamandırAklınla bunu çirkin görür, kendi kendini kötüler, bu arzuna ulaşmak istemezsinHatta bu hastalığın tedavisi için elinden geleni yaparsınBunlardan sonra böyle bir eğilim kesinlikle affolunmuşturÇünkü bundan daha fazlası insanın ihtiyarı dahilinde değildir.

İkincisi, bunu istemen ve düşmanının kötülüğüne karşı sevindiğini açıkça göstermen, dilinle veya âzalarınla bunu belirtmendirİşte kesinlikle mahzurlu olan hased budur.

Üçüncüsü -ki bu birinci ve ikinci durumlar arasında bir durumdur- kalben hased etmendirFakat hasedinden dolayı nefsine buğzetmezsin kalbine karşı senden bir tiksinme belirmez, ancak âzalarını hasedin istediği istikamette, kalbin emrine vermezsinBu da ihtilâf yeridir! Açık fetvaya göre bu da günahtan hâli değildirO sevginin kuvveti ve zayıflığı nisbetinde bir günah sözkonusudurAllah en doğrusunu bilir!

Hamd, âlemlerin rabbi olan Allah'a mahsusturAllah bize kâfidir ve O ne güzel vekildir!