İHYÂ-İ ULÛMİ'D-DÎN | HACC 2

 Giriş

 


Şeytan Taşlama

Taşların atılışı şu şekildedir: Yüzünü kıbleye çevirerek durur. Eğer yüzünü cemreye çevirirse de sakınca yoktur. Elini kaldırıp Lebbeyk yerine tekbir getirir, yedi taşı birer birer atar. Her attığı taşla beraber şunları söyler:

Allah herşeyden yücedir. Allah'a itaat ve şeytanın burnunun yere sürünmesi için bu taşları atıyorum. Ey Allahım!

Senin kitabına inanarak ve Hazret-i Peygamber'in sünnetine tâbi olarak bu taşları atıyorum. . .

Taşları attıktan sonra telbiye ile tekbiri kesmelidir. Artık telbiye ve tekbir faslı sona ermiştir. Ancak Kurban gününün öğle namazının farzından başlayarak teşrik günlerinden sonuncusunun sabah namazının akabine dek devam eden farz namazlardan sonraki tekbirler getirilir. Kurban Bayramı gününde dua etmek için Minâ'da herhangi bir vakfeye durmamalıdır. Konakladığı yerde dua etmelidir. Farz namazlardan sonra bayram gününün öğle namazından başlayarak teşrikin son gününün sabah namazına kadar devam eden tekbir şöyledir: Allah herşeyden yücedir. Allah herşeyden yücedir. Allah herşeyden yücedir. Bunda şek ve şüphe yoktur. Bütün hamd Allah'a mahsustur. Sabah akşam (her vakit) Allah'ı her türlü eksikliklerden tenzih ederim. Allah'tan başka ilâh yoktur. Birdir, O'nun ortağı yoktur. İhlâs ile O'na itâat ederim, kâfirlerin hoşuna gitmezse bile. Allah'tan başka ilâh yoktur. O tektir. Va'dine sadakat gösterdi. Kuluna yardım etti. Düşman ordularını tek başına püskürttü. Allah'tan başka ilâh yoktur. Allah herşeyden daha yücedir. . .

Sonra eğer beraberinde getirmişse hediyesini (kurbanı) kesmelidir. Kurbanını bizzat kesmesi daha evlâdır. Kurbanı keserken şöyle demelidir:Allah'ın ismiyle kurbanımı keserim. Allah herşeyden yücedir. Ey Allahım! Bu kurban senden, seninle ve sanadır. Dostun İbrahim'den kabul ettiğin gibi benim kurbanımı da kabul eyle.

Deve kurban etmek en faziletlisidir. Sonra sığır, sonra koyun gelir. Altı kişi ile bir deve veya bir sığıra ortak olmaktansa bir koyunu tek başına kurban kesmek daha efdaldir. Koyun kesmek, keçi kesmekten daha efdaldirHazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: Kurbanların en hayırlısı boynuzlu koçtur. 52

Beyaz renkli kurban, kül renkli veya siyah renkli kurbandan daha efdaldir.

Ebû Hüreyre (radıyallahü anh) şöyle buyurmuştur: Kurban hususunda beyaz renkli bir kurban siyah renkli iki kurbandan daha efdaldir.

Eğer kestiği kurban tatavvu (nafile) kurbanı ise, onun etinden biraz yemelidir. Topal, kulağı kesik, boynuzu kırık, uyuz, sersem, kulakları delik, kulağı önden oyulmuş, Arca, ced'a, adba, cerba, şerka, harka, mukabele, mudabere ve acfa olan hayvanlar kurban olamaz. Arca, topal demektir. Ced'a burnundan ve kulağından kesilmiş, Adba boynuzu kırılmış demektir. Bazen de ayaklarında noksanlık olan hayvana denir. Şerka, üstten kulağı yarılmış, Harka, kulağı alttan yarılmış demektir. Mukabele, kulağı önden, Mudabere, arkadan kulağı oyulmuş demektir. Acla ise, zayıflık sebebiyle kemiklerinde ilik kalmayan hayvan demektir.

Kişi kurbanı kestikten sonra başını traş etmelidir. Başını traş ederken sünnet-i seniyye şudur: Kıbleye yönelmeli. Başının ön kısmından başlamalı. Önce sağ tarafını ensesine uzanan arka kemiklere kadar traş etmelidir. Sonra diğer kısımları traş etmelidir ve traştan sonra şu duayı okumalıdır:

Ey Allahım! Her tüye karşılık bana bir hasene yaz ve her tüye karşılık bir günâhımı affeyle ve her tüyün (yüzü suyu) hürmetine bana bir derece ihsân eyle!

Kadınlar saçlarının uçlarından kesmelidirler. Dazlak olanın usturayı çıplak başının üstünde gezdirmesi müstehabtır.

Cemret'ül-Akabe'ye taşları atıp traş olunca, birinci tahallül (ihramdan ilk çıkış) tamamlanmış olur ve böylece kadınlara yaklaşmak ve avlanmak hariç, ihramda yasak olan herşey kendisine helâl olur.

35) Ebû Dâvud, Tirmizî ve Nesâî, (İbn Ömer'den)

36) Taberânî, (Enes'ten)

37) Ebû Dâvud, (Enes'ten)

38) Beyhakî, (İbn İshâk yoluyla Câbir'den)

39) Müslim ve Buharî (Hazret-i Âişe'den)

40) Müslim ve Buharî, (Ebû Musâ el-Eş'arî'den)

41) Şafii, el-Müsned, (Mücâhid'den mürsel olarak)

42) Müslim ve Buharî, (İbn Ömer'den)

43) Giriş yolunun ismi Seniyyet'ül-Kedâ, çıkış yolunun ismi ise Seniyyetü'l-Kudâ'dır.

44) Müslim ve Buharî, (İbn-i Abbâs'tan)

45) Buharî

46) İbn Ebû Hâtim, (İbn Ömer'den)

47) Tirmizî ve Nesâî, (İbn Ömer'den)

48) Müslim, (Câbir'den)

49) Müslim, (Câbir'den)

50) Mutarrıf b. Abdullah b. Şükayr, Amir kabilesindendir. Künyesi Ebû Abdullah'dır. Kendisi Basra'nın büyük âlimlerindendir.

51) Nesâî ve Hâkim, (Usâme b. Zeyd'den)

52) Ebû Dâvud, (Ubâde b. Sâmit'ten) ; Tirmizî ve İbn Mâce, (Ebû Umâme'den)

Ziyaret Tavafı ve Vakfe

Bunları yaptıktan sonra Mekke'ye gidip daha önceden târif ettiğimiz gibi tavaf yapmalıdır. İşte hacda farz ve rükûn olan tavaf, budur. Bu tavafa aynı zamanda ziyaret tavafı denmektedir. Bu tavafın ilk zamanı bayram gecesinin birinci yarısından sonra başlar. Onun en faziletli vakti, bayram günüdür. Vaktinin sonu yok istediği zamânâ kadar tehir edebilir. Ancak ihramda bulunmak kaydı, bu tavaf yapılıncaya kadar devam eder. Bu tavaf yapılıncaya kadar kadınlar kendisine haramdır. Ne zamanki bu tavafı yaparsa, ikinci tahallül (yani ihramdan tamamen kurtulmak) tamamlanmış olur. O zaman, hanımıyla yatıp kalkmak, kendisine helâl olur. Bu tavaftan sonra ancak teşrik günlerinde cemrelere (şeytanlara) taş atmak ve Minâ'da taş attığı günlerin gecelerinde bulunmak vazifeleri kalıyor ki bunlar da vâcibtir. İhram ortadan kalktıktan sonra hacca ittiba yoluyla bu vâcibler devam eder. Bu tavafın ve sonunda kılınan iki rek'at namazın tavafının Kudûm bahsinde geçtiği gibi, bir keyfiyyeti vardır. Bu tavaftan sonra kılınan iki rek'at namazdan boşaldığı zaman, eğer tavaf-ı kudûm'dan sonra sa'y yapmamışsa, daha önceden belirttiğimiz gibi Safa ile Merve arasında sa'y yapmalıdır. Eğer daha evvelce tavaf-ı kudûmden sonra sa'y yapmışsa o sa'y, rükûn olan sa'y olarak kabul olunurİkinci defa onu tekrarlamak uygun değildir.

Tahallülün (ihramdan tamamen çıkmanın) sebepleri üçtür:

1- Taşlama

2- Traş

3- Farz olan tavaf

Bu üçünden ikisini yaptığı zaman, birinci tahallülü yapmış sayılır. Bu üç şeyi kurban kesmekle beraber tehir ve takdimde her hangi bir sakınca yoktur. Fakat en iyisi önce şeytanı taşlamak, sonra kurban kesmek, sonra traş olmak, sonra tavaf etmektir.

Hacda Okunan Hutbeler

İmâm (devlet başkanı) için, bayram günü zevalden sonra hutbe okumak sünnettir. Bu hutbe, Rasûlüllah'ın vedâ hutbesidir. Bu bakımdan hacda dört hutbe vardır:

1. Zilhiccenin yedinci gününde okunan hutbe

2. Arefe gününde okunan hutbe

3. Kurban bayramı gününde okunan hutbe53

4Birinci ayrılış hutbesi

Bütün bu hutbeler, zevalden sonra okunur. Arefe hutbesi hâriç, bütün bu hutbeler tektir. Ancak Arefe hutbesi iki hutbeden ibârettir ve aralarında hafifçe oturulur. Tavaf bittikten sonra Mekke'den Minâ'ya döner, geceyi orada geçirir ve şeytanları taşlar. O geceye, onun sabahında insanlar orada karar kıldıkları için 'Karar gecesi' denir. Bayramın ikinci gününde güneş zevale erdiği zaman taş atmak için gusletmelidir. Önce birinci cemreye, yani Arafat'a, en yakın olana varır, ki bu cemre yolun sağına düşer. (Müellifin zamanında böyleydi) . Oraya yedi taş atarBirinci cemreyi geçtikten sonra, yolun biraz sağ tarafına geçer, yüzünü kıbleye çevirir, Lâ il-âhe illâllah Allahu Ekber der, huzur-u kalp ile dua eder. Âzaları titrer bir halde duaya devam eder. Bakara sûresini okuyacak kadar kıbleye yönelip duaya devam etmelidir.

Sonra ikinci cemreye giderBirinci cemrede olduğu gibi burada da taşları atmalıdır ve birinci cemreyi geçip dua ettiği gibi, orada da aynı şekilde hareket etmelidir. Sonra üçüncü ve Cemret'ül-Akabe denilen cemreye gelir. Oraya da yedi taş attıktan sonra hiçbir şeyle meşgul olmaksızın doğru konakladığı yere gelmelidir. O gece Minâ'da kalmalıdır. Bu geceye Birinci nefr gecesi denilmektedirÜçüncü gün öğle namazını kıldıktan sonra yine bayramın ikinci gününde olduğu gibi yirmi bir taş atmalıdır. Bu taşları attıktan sonra isterse Minâ'da kalır, isterse Mekke'ye döner. Eğer bayramın üçüncü gününde güneş batmazdan evvel Minâ'yı terkederse, kendisine herhangi bir kan akıtmak lâzım gelmez.

Eğer o gün geceye kadar kalırsa artık Mekke'ye çıkıp gitmesi câiz değildir. O gece orada yatıp ikinci nefr günü diye anılan teşrikin üçüncü ve bayramın dördüncü gününde öğleden önce, daha önce de söylendiği gibi, yirmibir taş atıp Mekke'ye gider. Taş attığı günlerin gecesi, Minâ'da kalmayı veya taş atmayı terkederse, kan akıtmak mecburiyetindedir. Bu niyetle kesilen kurbanın etini fakir fukaraya sadaka olarak vermelidir.

Minâ'da yattığı geceler de Mekke'de kalmamak şartıyla gidip Kâbe'yi ziyaret edebilir. Ancak tekrar dönerek Minâ'da bulunması şarttır. Çünkü Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) böyle yapardı.

Minâ'da olduğu günlerde Mescid-i Hifte cemaatla kılınan namazı kesinlikle terketmemelidir. Zira bunun fazileti çok büyüktür. 54

Minâ'dan Mekke'ye doğru yola çıktığı zaman, el-Muhasseb denilen ve Minâ'dan sayılan yerde konaklaması, orada ikindi, akşam ve yatsı namazlarını kılması ve orada sünnete uymak için biraz uyuması evlâdır. Bu keyfiyeti tâbiînden bir cemaat, sahabîlerden rivâyet etmiştir. 55 Böyle yapmayıp direk Mekke'ye gelirse de herhangi birşey lâzım gelmez.

VIII. Kim, ister hacdan önce, isterse hacdan sonra umre yapmak isterse, önce gusletmeli, ihramını giymeli, hacda olduğu gibi her çeşit ihram mahzurlarından uzaklaşmalıdır. Umre için, umre yerinde ihrama girmelidir. Umre'nin en faziletli mîkatı Cir'âne'dir, sonra Tenim, daha sonra da Hudeybiye'dir.

İhramını bağlar, Umre'ye niyet eder ve Lebbeyk'i okur. Bunu yaptıktan sonra Ta'nîm de bulunan Âişe vâlidemizin mescidine gitmelidir. Orada iki rek'at namaz kılmalı ve dilediği duayı okumalı, sonra Mekke'ye gelmelidir. Yolda gelirken, Mescid-i Haram'a, varıncaya kadar Lebbeyk'i sık sık getirmelidir. Mescid-i Haram'a girdiği zaman, Lebbeyk'i terketmeli. Umre niyetiyle yedi tur tavaf yapmalı. Daha evvelce de söylediğimiz gibi Safa ile Merve arasında yedi defa sa'y etmeli. Sa'y bittikten sonra başını traş etmelidir. Böylece umresi tamamlanmış olur.

Mekke'de oturan bir kimse fazla umre ve tavaf yapmalıdır. Kâbei Muazzama'ya bakmalıdır. Kâbe'nin içine girdiği zaman, iki direk arasında iki rek'at namaz kılmalıdır. Böyle yapmak daha faziletlidir. Kâbe'ye, yalın ayak ve ta'zim ederek girmelidir.

Bir âlime 'Sen bugün, rabbinin beytine hiç girdin mi?' denilir, o âlim de 'Allah'a yemin ederim, ben bu iki ayağımı Kâbe'nin etrafını ziyaret etmeye dahi lâyık görmüyorum. Nasıl olur da onlara rabbimin beytinin içini çiğnemeyi lâyık görürüm. Çünkü ben, bu ayakların nerede yürüdüğünü biliyorum' diye cevap verir.

Zemzem suyunu bolca içmelidir. Eğer mümkünse kendi eliyle kuyudan suyu çekmeli ve kana kana içmelidir. İçerken şu duayı okumalıdır:

Ey Allahım! Zemzemi her hastalık ve sakame şifâ kıl. Bana ihlâs, yakîn, dünya ve âhirette mükâfat ihsan et.

Çünkü Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

Zemzem suyu, hangi maksatla içilirse ona şifâ olur. 56

IX. Ne zaman ki, hac ve umre amellerinden boşalıp memleketine dönmek isterse, önce Mekke'deki işlerini görmeli, yüklerini güzelce hazırlamalı, Kâbe'nin vedâ ziyaretini en son olarak yapmalıdır. Kâbe'nin vedâ ziyareti daha önce de söylediğimiz gibi yedi tur, Kâbe etrafında dönmek demektir. Ancak bu turlarda Remel ve İzdibâ hareketleri yoktur. Bu ziyareti bitirdikten sonra Makam-ı İbrahim'in arkasında iki rek'at namaz kılmalı, zemzem suyundan kana kana içmelidir.

Sonra el Multezim denilen yere gelerek şöyle duâ ve niyâzda bulunmalıdır:

Ey Allahım! Beyt senin beytin, kul senin kulundur. Ben senin kölenle senin câriyenin oğluyum. Bana musahhar kıldığın mahlûklarına beni bindirdin. Beldelerinde beni gezdire gezdire nimetlerine kavuşturdun. İbâdetlerimin ifâsında bana yardım ettin. Eğer sen benden razı olmuşsan, o rızanı daha da artır. Eğer benden razı değilsen, şu anda beytinden uzaklaşmadan önce bana minnet et. Şu an benim dönüş zamanımdır. Eğer senin iznin varsa. . . Seni başka birşeyle değiştirmeksizin, senin beytinin yerine herhangi bir şeyi koymaksızın, senden ve beytinden yüz çevirmeksizin dönüyorum.

Ey Allahım! Bedenime âfiyeti, dinime ismeti arkadaş et. Dönüşümü güzel yap. Ebedîyyen ve kaldığım müddetçe sana itaat etmeyi bana rızık olarak ihsân eyle. Dünya ve âhiret hayrının ikisini birden bana ihsan eyle. Sen herşeye kâdirsin Yârab!

Ey Allahım! Şu ziyaretim, senin Beyt-i Haram'ını ziyaret etmemin sonuncusu olmasın. Eğer bunu ziyaretimin en sonuncusu olarak kılmışsan, beytinin ziyâreti yerine bana cenneti ihsân eyle. . . 57

En iyisi ayrılırken Kâbe gözünden kayboluncaya kadar gözünü Kâbe'den ayırmamaktır.

X. Bu şıkta da Medine-i Münevvere'nin ziyareti ve âdâbı hakkında beyanda bulunulacaktır.

Nitekim Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmaktadır:

Beni vefatımdan sonra ziyaret eden sanki beni sağlığımda ziyaret etmiştir. Kim imkân bulur, eli geniş olduğu halde beni ziyarete gelmezse, muhakkak beni ta'ciz etmiş ve bana cefâ vermiş olur. 58

Kim sadece beni ziyaret etmeyi düşünerek ziyaretime gelirse, beni ona şefaatçı kılmak Allahü teâlâ'ya (lûtf-u ilâhîsi olarak) hak olur. 59

Medine-i Münevvere'nin ziyaretine niyet eden bir kimse, yolda bol bol salâvat-ı şerife getirmelidir.

Ne zamanki Medine'nin duvar ve ağaçlarını uzaktan görürse şöyle demelidir:

Ey Allahım! Şu görünen, senin rasûlünün haremidir. Onu bana ateş için siper yap, azap ve kötü hesap için de emniyet yeri kıl.

Sonra Medineye girmeden önce Hirre kuyusundan su çekerek gusletmelidir. Güzel kokuları bedenine sürmeli, elbiselerinin en güzelini giymelidir. Medine'ye girdiği zaman, mütevazi ve Medine'yi ta'zîm ederek girmelidir.

Medine'ye ayak basar basmaz şöyle demelidir:

Allah'ın ismiyle Medine'ye giriyorum. Rasûlüllah'ın dini üzerine Medine'ye giriyorum. Ey rabbim! Beni doğru bir girişle Medine'ye girdir ve doğru bir çıkışla Medine'den çıkar. Nezdinden bana yardım edecek bir kuvvet ihsân eyle.

Sonra Mescid-i Nebeviye gider, mescide girer, Rasûlüllah'ın minberinin yanında iki rek'at namaz kılar. Minber direğini tam sağ omuzunun hizasına alır. Sandûkanın yanında bulunan direği karşısına alır. Mescidin kıblesinde bulunan daire şeklindeki çizgiyi de gözlerinin tam ortasına alır ve öylece namaza durur. Çünkü Rasûlüllah'ın mescidi, restorasyon (tâdilat) öncesi Hazret-i Peygamberin namaz kıldığı yerdiRasûlüllah zamanındaki mescidde kılınan namazı dikkate almalıdır. Sonra Hazret-i Peygamber'in kabr-i şerifine gelerek, yüzünün hizasında durmalıdır. Bu durum, ancak sırtını kıbleye çevirmek ve kabir duvarına yüzünü döndürmekle mümkün olabilir. Kabir duvarının zâviyesinde bulunan direkten dört zîra kadar uzakta durmalıdır. Kabir üzerine asılan kandil, tam başının hizasına gelmelidir. Duvarlara dokunmak veya öpmek, sünnet değildir. Uzakta durup vazifelerini yapmak hürmete daha yakın bir durumdur.

Uzakta durarak şöyle demelidir:

Ey Allah'ın Rasûlü, Allah'ın peygamberi, Allah'ın emînî, Allah'ın Habîbi, Allah'ın seçkin kulu, Allah'ın en hayırlı kulu, selâm sana! Ey Ahmed, ey Muhammed, ey Ebû'l-Kasım, ey Mâhî, ey Âkid, ey Hâşir, ey Beşir, ey Nezir, selâm sana! Ey Tahir, ey Âdem oğullarının en şereflisi, peygamberlerin efendisi, peygamberlerin en sonuncusu, rabbilâleminin elçisi, selâm sana! Ey haşrın önderi, iyiliklerin fâtihi, rahmetin nebîsi, ümmetin hâdisi, selâm sana! Ey abdestten ötürü alacalı olarak haşrolunan ümmetin önderi, selâm sana! Selâm, sana ve senin ehl-i beytine olsun. O ehl-i beyt ki, Allahü teâlâ onlardan necâseti uzaklaştırmış ve onları pâk kılmıştır. Selâm sana, selâm senin pâk ashâbına, Mü'minlerin anneleri olan pâk zevcelerine olsunAllahü teâlâ, herhangi bir peygambere, ümmetlerinden ötürü vermiş olduğu mükâfatın en faziletlisini bizden ötürü sana ihsân eylesin. Sen, seni zikredenler tarafından hatırlandıkça, gâfiller senden gâfil oldukça, Allahü teâlâ rahmet deryâlarını senin üzerine boşaltsın. Evvelinin ve âhirinin en faziletli, en kâmil, en âli, en yüce, en tayyib ve en temiz olması sebebiyle Allah sana salâvat etsin. Öyle salâvat ki, kullarının üzerine yaptığı salâvatların en âlâsı olsun. Nasıl ki, bizi sayende dalâletten kurtarmış ve yine sâyende bize cehaleti göstermiş ve sâyende bizi cehaletten kurtarmış ise. . .

Allah'tan başka ilâh olmadığına, Allah'ın bir ve ortaksız olduğuna şehadet ederim ve yine şehadet ederim ki, sen, Allah'ın kulu ve rasûlü'sün. Allah'ın emîrıi ve seçkin kulusun. Mahlukât içerisinde en hayırlı kulusun. Şehadet ederim ki sen, risâlet vazifeni hakkıyla tebliğ ettin. Allah'ın sana yüklediği emaneti yerli yerine getirdin. Ümmete nasihatta bulundun. Düşmanlarınla cihâd ettin. Bu bakımdan Allah sana, senin tertemiz ehl-i beytine rahmet deryâlarını coştursun. Seni her türlü kötülüklerden uzak tutsun, şeref versin, kerem versin ve sizi yüceltsin!

Eğer biri kendisine Hazret-i Peygamber'e selâm götürmeyi söylemişse o zaman, şöyle demelidir:

Filân ve falanın sana selâmları var ey Allah'ın Rasûlü!

Rasûlüllah'a karşı vazifesini bitirdikten sonra bir zira' kadar gerileyipHazret-i Ebû Bekir Sıddîk'a (radıyallahü anh) selâm vermelidir, Çünkü Hazret-i Ebû Bekir'in başı, Rasûlüllah'ın omuzları hizasındadırHazret-i Ömer'in başı da, Hazret-i Ebû Bekir'in omuzları hizasındadırHazret-i Ebû Bekir'e selâm verdikten sonra bir zira' kadar gerileyerek Hazret-i Ömer'ul-Fâruk'a selâm vermeli, sonra ikisine hitaben şöyle demelidir:

Ey Allah'ın Rasûlü'nün halifeleri! İkinize de selâm olsun! Ey hayat boyunca din işlerini yerine getirmek hususunda Allah'ın Rasûlü'ne yardım eden iki zat! Selâm size! Allah'ın Rasûlü'nün ölümünden sonra ümmetinin içinde dinî emirleri ayakta tutan zatlar! Selâm sizlere! Siz bunu yaparken, Rasûlüllah'ın yolunu takip eder, onun sünnetleriyle amel ederdinizAllahü teâlâ, herhangi bir peygamberin iki halifesine dinini tebliğ ettiklerinden ötürü vermiş olduğu mükâfatın en hayırlısını size ihsân eylesin.

Bunu söyledikten sonra gerisin geriye dönerek Rasûl-i Zişân'ın (sallâllahü aleyhi ve sellem) başucunda ve kabir ile bugünkü üstüvânenin arasında durmak, yüzünü kıbleye çevirip Allah'a hamdetmelidirRasûlüllah'a bolca salât ve selâm okumalı ve sonra şu şekilde duaya devam etmelidir:

Ey Allahım! Sen şöyle buyurdun ki senin dediğin haktır: 'Eğer onlar nefislerine zulmettikleri zaman sana gelseler de günâhlarına Allah'tan mağfiret dileseler, peygamber de kendileri için af dileseydi, elbette Allah'ı, tevbeleri ziyâde kabul edici, çok esirgeyici bulacaklardı'. (Nisâ/64)

Ey Allahım! Biz, senin sözünü dinledik, senin emrine itâat ederek senin peygamberine geldik. Onu, nezdinde günâhlarımızın affı için şefaatçı kıldık. Belimizi büken günâhlarımızın ağır yükünü kaldırmak için onu şefaatçı getirdik. Sapmalarımızdan tevbe ettik. Günâh ve kusurlarımızı itiraf ettik.

Ey Allahım! Tevbemizi kabul eyle. Şu peygamber-i zişân'nı bize şefaatçı kıl. Onun, nezdindeki derecesiyle ve nezdindeki hakkıyla bizi yücelt. Ey Allahımız! Muhacir ve Ensâr'ı affeyle. Bizleri ve bizden önce îman ile huzur-u ilâhine gelen kardeşlerimizi affeyle.

Ey Allahım! Bu ziyaretimizi, nebiy-i zişân'ın kabr-i şerifini en son ziyaret olarak kılma!

Ey Erhamurrahimîn! Bu ziyaret, hareminin de son ziyareti olmasın!

Bu vazifeleri yaptıktan sonra, Ravza-i Mutahhara'ya gelir. Orada iki rek'at namaz kılar ve gücü yettiği kadar da dua eder.

Çünkü Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

Kabrim ile minberimin arası cennet bahçelerinden bir bahçedir ve minberim, havuzumun üzerinde kurulmuştur. 60

Rasûl'ün minberi yanında dua etmelidirHazret-i Peygamber'in hutbe esnâsında elini üzerine koyduğu en alt düğüme elini koymalıdır. 61

Perşembe günü Uhud dağına gitmesi ve oradaki şehidlerin kabirlerini ziyaret etmesi müstehabdır. Bu bakımdan perşembe gününün sabah namazını Mescid-i Nebevide kıldıktan sonra Uhud'a gitmek üzere çıkar, öğle namazını yine dönüp gelerek Mescid-i Nebevide kılar.

Her gün, Medine'nin mezarlığı el-Baki'ye, Rasûlüllah'a selâm verdikten sonra gitmelidir ve bu gidiş müstehabdır. Orada bulunan Hazret-i Osman'ın kabrini, Hazret-i Hasan b. Ali'nin (radıyallahü anh) kabrini ziyaret etmelidir. Baki'de aynı zamanda Hazret-i Hüseyin'in oğlu Ali Zeynelâbidin'in, onun oğlu Muhammed'in, onun da oğlu Cafer-î Sadık'ın kabirleri de bulunmaktadır. Allah cümlesinden razı olsun! Hazret-i Fâtıma'nın orada bulunan mescidinde namaz kılmalı, Rasûlüllah'ın oğlu İbrahim'in kabrini ziyaret etmelidir. Bütün bu kabirler, Baki'de bulunmaktadır.

Medine'de kaldıkça, her cumartesi günü Kubâ mescidine gitmeli ve orada namaz kılmalıdır.

Çünkü Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

Kim evinden çıkıp Mescid-i Kûba'ya gelir, orada namaz kılarsa, o, bir umrenin dengi sevab elde eder. 62

Kûba'da bulunan Eris kuyusunu ziyaret etmelidir. Çünkü Hazret-i Peygamber'in bu kuyuya tükürdüğü rivâyet edilmektedir. 63

O kuyu, Mescid-i Kûba'nın yanında bulunmaktadır. Ondan abdest almalı ve suyunu içmelidir.

Medine'de bulunan kimseler, Hendek'in yakınında bulunan Fetih mescidine de gitmelidir. İşte böylece Medine'nin bütün mescid ve ziyaret yerlerini gezmelidir.

İmkân dahilinde bunları ziyaret etmelidirHazret-i Peygamber'in abdest aldığı kuyuları da gezmelidir. Çünkü onlardan Hazret-i Peygamber abdest alır, yıkanır ve içerdi. Onlar da yedi kuyudur. Bunları şifâ niyetiyle ve Rasûlüllah'ın feyzinden bereketlenmek için gezmelidir. 64

Eğer Medine'nin hürmetini gözetebiliyorsa, Medine'de oturmakta büyük bir fazilet vardır.

Çünkü Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

Kimin Medine'de ölmeye gücü yetiyorsa, orada ölünceye kadar ikâmet ederek ölsün. Çünkü Medine'de ölen bir kimse için kıyâmet gününde, şefaatçı (veya şâhid) olurum. 65

İşlerini bitirdikten ve Medine'den çıkmak istediğinde en güzel hareket şudur: Kabr-i şerife gelip daha önceden söylediğimiz gibi ziyaret duasını tekrarlamalı ve Rasülullaha vedâ etmelidirAllahü teâlâ'dan ikinci defa gelmeyi istemelidir. Seferinde sağ ve selâmet evine dönmeyi de istemelidir. Sonra Rasûlüllah'ın makamı bulunan küçük ravzada, iki rek'at namaz kılmalıdır. Zira bu yer, mescidin maksûresi binâ edilmezden evvel Rasûlüllah'ın ikâmet yeriydi. Mescid-i Nebeviden çıkarken, evvelâ sol ayağını, sonra sağ ayağını dışarı atmalıdır ve çıkarken şu duayı okumalıdır:

Yâ rabbî! Muhammed'e ve onun âline rahmet deryâlarını coştur. Bu ziyaretim, peygamberi son ziyaretim olmasın. Peygamberin ziyaretinin (yüzü suyu) hürmetine bütün günâhlarımı affeyle. Seferimde selâmeti bana arkadaş eyle. Ehlime ve vatanıma sağ ve selâmet dönmemi nasip et, ey erhamerrahîmîn!. .

İmkân dahilinde Hazret-i Peygamber'in komşularına bolca sadaka vermelidir. Mekke ile Medine arasında bulunan ve yirmiye ulaşan mescidlere giderek oralarda ibâdet etmelidir.

53) Buharî, (Ebû Bekre'den)

54) Ebû Dâvud, el- Merâsil, (Tavus'dan)

55) Buharî, (Enes'ten)

56) İbn Mâce, (Câbir'den zayıf bir senedle) ; Dârektunî ve Hâkim, (İbn-i Abbâs'tan)

57) Taberânî ve Dârekûtnî, (İbn Ömer'den)

58) İbn Adiyy ve Dârekutnî, Garâib'ul-Mâlik İbn Hıbbân ve Hâtib

59) Taberânî, (İbn Ömer'den)

60) Müslim ve Buharî, (Ebû Hüreyre ve Abdullah b. Zeyd'den)

61) Irâkî bu hadîse tesâdüf etmediğini kaydeder.

62) Nesâî ve İbn Mâce, (Sehl b. Hanefî'den sahih bir senedle)

63) Irâkî, bu hadîsi görmediğini fakat Resûlullah'ın el-Besse ve Garez kuyularına tükürdüğü hakkında hadîs vârid olduğunu söyler.

64) Tirmizî, Taberânî ve İbn Adiyy, (Ebû Saîd el-Hudrî'den)

65) Daha önce geçmişti.

Seferden Dönüşün Sünnetleri

Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) , gazâdan, hac veya umreden döndüğü zaman her yüksek yerde üç defa tekbir getirir ve şöyle derdi:

Evine kavuştuğunda Allahü teâlâ'nın kendisine Kâbe'sinin, hareminin ve peygamberinin kabrinin ziyaretini nasip etmekle minnette bulunduğunu unutmamalıdır. O nimetleri inkâr edip yeniden gaflete, boş şeylere ve günâhlara dalmamalıdır. Çünkü böyle hareket, kabul olunan haccın alâmeti değildir. Kabul edilen haccın alâmeti, dünyada zâhidlik, âhirete rağbet göstermek ve Kâbe'yi gördükten sonra Kâbe'nin rabbinin likâsına hazırlanmaktır.

7-5Haccın İnce Edepleri ve Bâtınî Amelleri

Haccın ince edebleri on kısma ayrılır:

1. Nafakası helâl olmalıdır. Hacca giderken kalbini meşgul edecek, zihnini dağıtacak herhangi bir ticaretle meşgul olmamalıdır ki, himmetini mücerred olarak Allah'a yöneltebilsin, kalp itminân halinde Allah'ın zikrine ve ibâdetlerinin tanzimine yönelsin.

Ehl-i Beyt târikiyle gelen bir haberde şöyle rivâyet edilmektedir:

Âhir zamanda insanlar, hacca dört sınıf olarak gidecektir:

a) Saltanat sâhibleri, seyahat için,

b) Zenginler, ticaret,

c) Fakirler dilencilik ve

d) Kur'ân okuyucuları da riyâ ve gösteriş için gideceklerdir. 69

Bu hadîs-i şerifte, hac esnasında düşünülebilecek bütün dünyevî gayelere özetle işaret vardır. Bütün bu gayeler, haccın faziletinden insanı mahrum ederler ve insanın haccını 'sadece hac' olmaktan çıkarırlar. Hele hac ile ticaret edilirse. Yani ücreti mukabilinde başkasının yerine haccedilirse. O daha da tehlikelidir. Zira bu takdirde âhiret ameliyle dünya tâlep edilmiş olur. Takvâ ve bâsiret sâhibleri böyle bir haccı kerih görmüştür. Ancak böyle bir kimsenin gayesi, Mekke'de durmaksa ve Mekke'ye varmak için de imkân sahibi değilse, o vakit, bu gayeyle başkasının yerine hacca gidebilir. Çünkü bu takdirde gayesi din ile dünyayı elde etmek değil, belki dünya ile dini elde etmektir. Bu bakımdan kişinin başlıca hedefi, Allah'ın Kâbe'sini ziyaret etmek ve dolayısıyla da müslüman kardeşinin hac fârizasını düşürmek için müslüman kardeşine yardımda bulunmak olmalıdır.

İşte bunun hakkında Hazret-i Peygamberin şu hadîs-i şerîf i vârid olmuştur: Allahü teâlâ bir hac ile üç sınıfı cennete dâhil eder: a) Haccın yapılmasını vasiyyet edeni, b) Vasiyyeti yerine getireni, c) Müslüman kardeşinin yerine haccedeni. . . 70

Ben 'Ücret ile haccetmek helâl değildir veya kendi nefsi için haccetmiş bir kimsenin ücret karşılığında ikinci bir defa başkasının yerine hacca gitmesi haramdır' demiyorum. Ancak bütün diyeceğim böyle hareket etmemenin daha güzel olduğudur. Bir kimse haccı bu şekilde bir kazanç âleti yapmamalıdır.

Çünkü Allahü teâlâ dünyayı dine bağışlar, fakat dini dünyaya bağışlamaz.

Zira şöyle rivâyet edilmiştir:

Allah yolunda gazâya çıkan ve aynı zamanda ücret (maaş) alanın misâli, Musa'nın anasının misâline benzer. Bu mübârek hâtun oğlu Musa'ya süt emzirir ve buna karşılık ücretini Firavun'dan alırdı. 71

Bu bakımdan kimin misâli ücretle yapmış olduğu hac konusunda Hazret-i Mûsa'nın vâlidesinin misâline benziyorsa, onun ücret almasında herhangi bir sakınca yoktur. Zira böyle bir insan haccetmek ve ziyarette bulunmak için, ücret almaktadır. Onun gayesi, ücreti almak için haccetmek değildir. Aksine, hac yapabilmek için ücret almaktır.

Nitekim Hazret-i Mûsa'nın vâlidesi de kendisine, evlâdına süt verme imkânı kolaylaşsın ve o çocuğun kendisinin olduğu belli olmasın diye ücret alıyordu.

2. Haraç vermek sûretiyle Allah düşmanlarına yardım etmemelidir. Buradaki Allah düşmanları Mekke'nin Mescid-i Haram yolunu kesen emirler ile yolda hacılardan birşeyler alan göçebe arablardır. Çünkü bu kimselere mal vermek, onlara yardım etmek ve onlara zulüm sebeplerini kolaylaştırmak demektir.

Bu bakımdan onlara veren, sanki zulümlerine bilfiil iştirâk etmiş olur. Hangi yoldan olursa olsun onlardan kurtulma çarelerine başvurmalıdır. Eğer böyle bir imkâna sahip değilse, bâzı âlimlerin dediğini yapmakta sakınca yoktur. 'Zâlimlere yardım etmektense nafile haccı bırakarak yoldan dönmek daha efdaldir'. Çünkü hacılardan bir şeyler almak sonradan ihdâs edilmiş bir bid'attır. Bu bid'ata teslim olmak, onu ileride yerleşmiş bir sünnet ve devamlı bir âdet haline getirir. Böyle bir âdetin bulunması ise, müslümanlara cizye verdirmek gibi zillet ve küçüklük olur.

Bâzılarının 'İsteyerek vermiyorum, ben onu vermeye mecburum' diyerek kendilerini haklı çıkarmasının hiçbir değeri yoktur. Zira böyle bir kimse eğer evinde oturur veya yoldan dönerse kendisinden herhangi birşey alınmaz. Belki çok zaman zenginlik sebeplerini belirttiği için kendisinden daha fazla para istenir. Eğer fakirler gibi olsaydı kendisinden para istenmezdi. Bu bakımdan nefsini para vermek mecburiyetine sevkeden kendisidir.

3. Yolculuk müddetinde çok infak etmeli, sarfetmeli ve Allah yolunda verdiklerine de hayıflanmamalıdır. Cimrilik ve israfa kaçmaksızın ortalama bir şekilde normal olarak infakta bulunmalıdır. İsraftan gayem; leziz yemek ve meşrubatın envai çeşidini bankerler gibi yemek ve içmektir. Fakat Allah yolunda çokça sadaka vermekse bu israfa dahil değildir; zira 'israfta hayır vehayırda israf yoktur' denilmiştir.

Hac yolunda malını vermek, Allah yolunda nafaka vermektir. Bir kuruş yediyüz kuruşa bedeldir. Nitekim İbn Ömer (radıyallahü anh) şöyle buyurmuştur: 'Hac seferinde yiyeceğinin güzelliği kişinin kerim (cömert) olmasındandır'.

İbn Ömer, başka bir yerde de şöyle der: 'Hacıların en faziletlisi, niyet bakımından en hâlis ve nafaka bakımından en helâline sahip olanıdır ve yakîn bakımından da en güzel hâlde olanlarıdır'.

Bir hadîs-i şerifte şöyle buyurulmuştur:

Hacc-ı mebrurun karşılığı cennettir buyurduğu zaman kendisinden sorulur: 'Ey Allah'ın Rasûlü! Haccın mebrur olması ne demektir?' Hazret-i Peygamber şöyle cevap verir: 'Güzel ve tatlı konuşmak ve yemek yedirmektir'. 72

4. Fahiş konuşmayı, fısk ve fücurda bulunmayı ve mücadeleyi terketmektir. Nitekim Kur'ân da böyle emretmektedir. Kur'ân'da terki istenilen Refes her türlü lehviyet, ihanet ve fâhiş konuşma mânâsına gelmektedir. Aynı samanda bu terime, kadınların türkü söylemesi ve onlarla şakalaşmak da dâhildir. Cima ve cimaya götüren şeyler hakkında konuşmak da dâhildir.

Çünkü böyle bir konuşma ihram hâlinde mahzurlu olan cima'ya sevkeder. Bu bakımdan mahzurlu bir işe insanı sevkeden herhangi birşey de mahzurlu olur. Kur'ân'da terkedilmesi istenen Fısk ise, Allah'a itaatin dışına çıkan her şeyi kapsayan bir terimdir. Bırakılması emredilen Cidal terimine gelince şiddetli husumet ve kalplerde kinin yerleşmesine vesile olan mücadeleler, himmeti dağıtan ve güzel ahlâka zıt düşen hareketler demektir.

Süfyân es-Sevrî şöyle demiştir: 'Kim ihram hâlinde ve haccın devamı müddetince Refes'te bulunursa onun haccı fâsid olur'.

Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) , tatlı konuşmak ile yemek yedirmeyi haccı 'Mebrur' olmasından saymıştır. Sert münakaşalar ise tatlı konuşmaya zıttır. Bu bakımdan hacı arkadaşlarına, kiracısına ve diğer yolculara çokça itirazda bulunmamalıdır. Aksine yumuşak davranmalıdır. Allah'ın beytini ziyarete gidenlere kanatlarını germelidir. Güzel ahlâktan ayrılmamalıdır. Güzel ahlâk sadece başkasının eziyetine tahammül etmekten ibaret değildir. Aynı zamanda eziyet de etmemektir.

Deniliyor ki: "Yolculuğa, açıklama mânâsına gelen 'Sefer' denilmiştir; zira yolculuk kişinin ahlâkını açığa çıkarır".

Yine bu sırra binaen Hazret-i Ömer (radıyallahü anh) : 'Ben filân adamı tanıyorum' diyen kişiye 'Onun şerefli ahlâkına delâlet eden bir yolculukta kendisiyle arkadaşlık yaptın mı?' diye sorar, adamın 'hayır' demesi üzerine de Hazret-i Ömer 'O halde onu tanımıyorsun' der.

5. Eğer kudreti varsa yaya haccetmektir. Çünkü yaya hacca gitmek daha faziletlidir. Abdullah b. Abbas (radıyallahü anh) ölürken çocuklarına yaya hacca gitmeyi tavsiye ederek şöyle demiştir: 'Ey çocuklarım! Yaya olarak hacca gidin. Zira yaya olarak hacca giden adamın her adımına karşılık harem-i şerifin dahilinde yapılan hasenelerden yediyüz hasene ihsan edilir'. Bu söz üzerine İbn-i Abbâs'dan sorulur: 'Harem-i Şerîf in haseneleri ne demektir?' İbn-i Abbâs 'Harem-i Şerifte işlenen bir hasene (sevab) , başka yerde işlenen yüzbin haseneye bedeldir' der.

Yaya yürümenin en faziletlisi, hac ibâdetindeki yürüyüştür. Mekke'den Arafat sahasına çıkmak, oradan Mina'ya gelmek memleketinden yaya çıkıp Kâbe'ye gitme niyetinden daha efdaldir. Eğer yaya yürümekle beraber memleketinden ihrama da girerse bu, haccın tam mânâsıyla yapılmasıdır, denilmiştir.

Bu sözü Hazret-i Ömer, Hazret-i Ali ve İbn Mes'ûd (radıyallahü anh) şu ayetin tefsirini yaparken zikretmişlerdir

Haccı da umreyi de Allah için, farz ve sünnetleriyle tam yapın! (Bakara/196)

Bazı âlimler şöyle demişlerdir: 'Binerek hacca gitmek, yaya gitmekten daha efdaldir, Çünkü bu takdirde binek sâhiplerine ücret verilmekte ve mal Allah yolunda sarfedilmektedir. Ayrıca nefsin meşakkat çekmesinden uzaklaşılır ve eziyyet azalır. Nefsin selâmetine ve böylece haccın tam yapılmasına vesile olur'.

Bu âlimlerin bu fikri, tedkik edildiği zaman, birinci fikre muhalif düşmez. Ancak tafsilât verilip şöyle denilmelidir: Yürüyerek gitmek kendisine kolay gelen bir kimse için, bu durum daha faziletlidir. Eğer zayıfsa veya yürümek bir kötü ahlâka yol açıyorsa veya herhangi bir amelin kusurlu yapılmasına vesile oluyorsa, o zaman binerek gitmek daha efdaldir. Tıpkı şunun gibi: Oruç, misafir ve hasta kimseler için eğer beden zâfiyetine ve kötü ahlâka yol açmazsa daha efdaldir. Aksi takdirde yemek daha efdaldir.

Bir âlime sorulur: 'Umre yaparken yürüyerek mi gitmeli veya bir dirhem verip bir merkebi kiralayıp binerek mi gitmelidir?' O âlim şu cevabı verir: Eğer para vermek adama daha ağır geliyorsa, hayvan kiralamak, yürüyerek gitmekten daha efdaldir. Zenginler gibi, eğer yürümek para vermekten daha ağır geliyorsa, o takdirde yürüyerek gitmek daha faziletli olmaktadır. (Nefse ne zor geliyorsa onu yapmak gerekir, demek istiyor) . Sanki bu mesele, nefisle mücahede yolunu ihya ediyor. Bunun da kendisine göre, delili vardır. Fakat en faziletlisi, yürüyerek gitmek ve kira için vereceği parayı da böylece fakirlere sarfetmektir. Bunu fakire sarfetmek hayvanını kiralamak karşılığında para alana vermekten daha evlâdır. Eğer nefsi, zahmet ile malın eksilmesini bir arada kabul etmezse, o zaman yukarıdaki fetvayı verenin görüşü uzak bir görüş sayılmaz. Yani onun görüşü gibi hareket etmelidir.

6. Ancak tek başına kiraladığı ve eşyasını yüklediği ve zâmile tâbir edilen hayvana binmelidir. Hevdec'e gelince, bundan sakınmalıdır. Ancak zâmileden kendisini hayvanın sırtında tutmaktan korktuğu için, çekiniyorsa o zaman hevdecli (yani iki kişinin herbiri bir tayında oturmak şartıyle hayvanın sırtına vurulan mahfel demektir) hayvana binmelidir. Bu hususta iki hikmet vardır:

a) Tek başına hayvana binmek, hayvanın sırtına hevdec vurmaktan daha hafiftir. Çünkü hevdec iki kişiyi aldığı için hayvana eziyet vermektedir.

b) Hevdece binmek mütekebbirlerin binişi olduğu için tek başına binmek sûretiyle ondan sakınmalıdır.

Allah'ın yüce rasûlü (sallâllahü aleyhi ve sellem) , bir devenin sırtında, altında yırtık bir palan olduğu ve palan'ın üzerinde dört dirhem kıymetinde yırtık bir kadife bulunduğu halde hacca gitti. 73

Hazret-i Peygamber, herkes hidâyetine ve şekil ve suretine (veya ahlâkına) bakmak imkânına sahip olsun diye devenin sırtında tavâfını yaptı,74

Hac ibâdetlerinizi (yani nasıl yapılacağını) , benden öğrenin!75

Denilir ki, iki kişinin bindiği hevdecleri Haccâc-ı Zâlim ihdâs etmiştir. Onun zamanındaki âlimler, bu hareketi şiddetle tenkid ederlerdi.

Süfyan es-Sevrî babasının şöyle dediğini rivâyet etmektedir: 'Ben Kûfe'den el-Kadisiyye şehrine kadar hac için yürüdüm. Orada çeşitli memleketlerden gelen hacı arkadaşlarla karşılaştım. Baktım ki, bütün hacılar tek başına hayvanlara binmiş, altlarında cevâlik denilen çullar ve palanlar vardı. Bütün o hacılar arasında ancak iki hevdec görebildim'

İbn Ömer, Haccâc-ı Zalim'in sonradan hac seferinde ihdas ettiği konforlu kisvelerle hevdecleri görünce şöyle dedi: 'Hacı azdır. Fakat debdebeli kervan ise çok. . '

Bu hâdiseden sonra İbn Ömer (radıyallahü anh) elbisesi yırtık, bineğinin sırtında cevâlik denilen çulları olan bir fakiri gördüğünde şöyle demiştir: 'İşte şu kişi hacıların en iyisidir'.

7. Hacca gidenin elbiseleri eskimiş olmalıdır. Tozlu topraklı bulunmalıdır. Süs ve ziynete itibar etmediği gibi övünme ve gurura meyletmemelidir. Çünkü böyle yaparsa mütekebbir ve müsriflerin divanına yazılır. Zayıf ve miskinlerin, hele sâlihlerin zümresinden silinir. Zira Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) hac esnasında tozlu ve topraklı olmayı ve elinden geldiği kadar şöhret ve riyadan kaçmayı emretmiştir.

Yine Hazret-i Peygamber hac seferinde fazlaca nimetlere dalmayı ve refaha kaçmayı yasaklamıştır. Bu hususta Fudale b. Ubeyd bir hadîs rivâyet etmiştir. 76

Başka bir hâdis de şöyledir:

Hacı sadece o kimseye denir ki, tozlu topraklı ve ihram müddetinde kirler içinde bulunur. 77

Allahü teâlâ meleklerine şöyle buyurmaktadır:

Benim beytimin ziyaretine gelenlere bakın. Onlar uzak memleketlerden toztoprak içinde benim dergâhıma gelmişlerdir.

Kur'ân'ı Kerîm'de de Allahü teâlâ şöyle buyurmaktadır:

Sonra kirlerini (saç ve tırnaklarını) atsınlar. Adaklarını yerine getirsinler ve o kadîm olan beyti tavâf etsinler(Hac/29)

Ayetteki Tefes diye tâbir edilen mânâ, tozlu topraklı olmak demektir. Onu temizlemek de traşla, bıyıklarının önünü almak ve tırnakları kesmekle olur.

Ömer b. Hattâb (radıyallahü anh) idarecilere şöyle bir ferman göndermiştir. 'Eski elbiseler giyin. Eşyalarda pek lükse kaçmayın'.

Denildi ki: Hacıların süsü, Yemen'den gelen hacılardır. Çünkü onlar tevâzu, zayıflık ve selef-i sâlihinin yaşantısı üzerinde gelmektedir. Bu bakımdan özellikle kırmızı elbiseleri hac mevsiminde giymemeye dikkat etmek ve ne şekilde olursa olsun şöhretten kaçınmak gerekir.

Hazret-i Peygamber seferde iken bir yerde konakladığı zaman ashâb-ı kirâm bindikleri develeri çöle salıverdiler, Bu arada Rasûlüllah, develerin palanları üzerindeki kırmızı çullara bakarak şöyle buyurdu: 'Görüyorum ki, bu kırmızılık size galebe çalmıştır (yani lükse kaçıyorsunuz) '.

Ashâb-ı kirâm şöyle demiştir: 'Rasûlüllah'ın bu serzenişi karşısında derhal harekete geçtik. O kırmızı çulları develerin sırtlarından hemen indirmeye başladık. Öyle acele ettik ki, develerin bazıları ürktü bile. . . '78

8. Bineğe şefkat göstermeli, gücünün yetmeyeceği yükü yüklememelidir. Hevdec bineğin gücünün dışındadır. Bineğin sırtında uyumak, ona eziyet verip ağırlık yapmaktadır. Muttaki kimseler bineklerin sırtında uyumazlardı. Ancak sırtında oturmaktan yorulup arada sırada uyuklama hariç. . .

Selef-i sâlihin, uzun bir zaman bineklerinin üstünde kalmazlardı. (Bazen iner, bazen binerlerdi. Bu şekilde hayvanı da dinlendirirlerdi)

Çünkü Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştu:

Sakın bineklerinizin sırtını kürsü edinmeyin!79

Sabah ve akşam bineğe istirahat vermek gayesiyle inmek müstahabdır ve sünnet-i seniyyedir. 80

Bunun hakkında selef-i sâlihinden birçok eserler vârid olmuştur.

Seleften bazıları, bineği kiraladıkları zaman onun sırtından bir saniye dahi inmemek şartıyla kiralıyor ve buna göre ücret ödüyorlardı. Sonra bineğe kolaylık olsun diye, zaman zaman inerlerdi ki bineğe gösterilen bu kolaylık Allah nezdinde ihsan sayılıp, onun sevabı binek sâhibinin değil onların terazisine konmuş olsun.

Herhangi bir bineğe eziyet verip gücünün dışında kendisine bir yük vuran kişi kıyâmet gününde sorumludur.

Ebu'd Derda (radıyallahü anh) ölüm döşeğindeyken devesine şöyle hitab etti: 'Ey deve! Rabbinin nezdinde'bana dâvacı olma. Çünkü ben senin gücünün üstünde sana bir yük yüklemedim'.

Kısacası her canlı varlığa yapılan iyilik için ecir vardır. Bu bakımdan hacı hem bineğin ve hem de sahibinin hakkını gözetmelidir. Bir saat inip de bineğe rahat ettirmek; hem bineğe rahatlık verir, hem de sahibinin kalbini sevindirir.

Bir kişi İbn-i Mübârek'e şöyle der: 'Benim bu mektubumu gittiğin yere götürür müsün?' İbn-i Mübârek 'Deve sâhibine sorayım. Çünkü ben deveyi kiraladım' diye cevap verir. .

İbn Mübarek'in, ağırlığı hiç denecek kadar olan bir mektubu götürmekten bile nasıl sakındığını dikkate almalısın. Çünkü bu durum takvânın en itmalı hareketlerindendir. . . Zira kişi az birşey için bu kapıyı açarsa, bu hareket yavaş yavaş çoğalır.

9. Kendisine vâcib olmasa bile kan akıtmak sûretiyle Allah'a yaklaşmalıdır. Kestiği kurbanın en semiz ve en güzellerinden olmasına dikkat etmelidir. Eğer tatavvu kurbanı ise, etinden yemelidir. Eğer vâcib ise, etinden yiyemez.

Bazı âlimler 'Bu uzaklaşma Allah'a eş koşanlar içindir. Fakat kim Allah'ın dinini (veya hac farzlarını) büyük tanırsa şüphe yok ki bu, kalplerin takvâsındandır' (Hacc/32) ayetinin tefsirinde şöyle demişlerdir: 'Tâzimden gaye; güzel ve semiz kurbanı seçmektir'.

İhram bağladığı yerden hedy tabir edilen kurbanları sevketmek ve sürüp getirmek daha efdaldir. Tabiîdir ki, bu da kişinin zahmet ve meşakkat çekmemesine bağlıdır. Eğer zahmet çekmesi sözkonusu ise, kurbanı Minâ'dan alıp kesmek, ihram yerinden getirmekten daha efdaldir. Kurbanı alırken ucuza almaya pek heveslerımemelidir. Zira selef-i sâlihin üç şeyi mümkün olduğu kadar yüksek fiatlarla alırlardı ve onların hakkında çenebazlık yapıp fiyat düşürmeyi çirkin görürlerdi. O şeyler şunlardır:

1. Hacda kesilen hedy

2. Hacda kesilen kurban

3. Âzâd etmek içine alman köle

İbn Ömer'in rivâyet ettiğine göre, Hazret-i Ömer (radıyallahü anh) bir deveyi hedy olarak kesmek ister. Ancak o deve kendisinden üçyüz dinar karşılığında satın alınmak istenir. Bunun üzerine Hazret-i Ömer (radıyallahü anh) Rasûlüllah'a sorar: 'Ben bunu satıp onun parasıyla daha büyük bir deve alayım mı?' Rasûlüllah (sallâllahü aleyhi ve sellem) , Hazret-i Ömer'i bu hareketten alıkoyar ve der ki: 'Belki onu hediye edersin'. Buna gerekçe olarak şöyle buyurur: 'Çünkü güzel olan az, zayıf olan çoktan daha hayırlıdır'. 81

Üçyüz dinarla otuz deve alınabilir. Böylece et çoğalır. Fakat kurbandan gaye, et değildir. Gaye, kurban kesenin nefsinin tezkiyeye kavuşup cimrilik sıfatından temizlenmesi ve Allahü teâlâ'nın yüce cemâliyle süslenmesidir. Çünkü kesilen kurbanların ne eti, ne de kanı Allah'a yetişmez. Aksine Allah'a ulaşacak olan takvadır. Bu takvâ ise, adetlerin çokluk veya azlığını gözetmekle değil, belki kesilen kurbanın kıymet bakımından değerli olduğu sebebiyledir.

Hazret-i Peygamber'den (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle sorulur: 'Haccın birr'i (mebrur ve makbûl olması) ne demektir?' Rasûlüllah 'Lebbeyk demek sûretiyle sesini yükseltmek ve kurban kesmektir'82 buyurur.

Hazret-i Âişe'nin rivâyet ettiğine göre Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

İnsanoğlu için Kurban Bayramı'nda Allah nezdinde kurban kesmek sûretiyle akıttığı kandan daha sevimli bir amel yoktur. O kurbanlar, kıyâmet gününde boynuzları ve tırnaklarıyla gelirler. Kurbanların kanı, yere düşmezden evvel Allahü teâlâ'nın nezdinde kabul olunur. Bu nedenle kurbanlara sevinin. 83

Kurbanın derisinde bulunan her kıla karşılık sizin için bir sevap vardır. Akan kanın da her damlasına karşılık bir sevab. . . Kurban sizin mizanınıza konur. Bu bakımdan sevinin. 84

Hediyelerinizi (kurbanlarınızı) en güzelinden yapın. Çünkü o hediyeler kıyâmet gününde sizin için bineklerdir.

10- Hac yolculuğunda sarfettiği nafaka ve verdiği hediyeleri isteyerek seve seve vermelidir. Çoğu zaman hac yolculuğunda kişiye malı ve bedeni cihetinden musibet ve zararlar isabet eder. Eğer böyle birşey olursa, bu, onun hacc'nın kabul olduğuna delildir. Zira hac yolundaki musibet, Allah yolundaki nafaka ile eşittir. Bu yolculukta sarfedilen bir dirhem normal vakitlerde sarfedilen yediyüz dirheme eşittir. Bu yolda sarfedilen mal, cihad yolunda çekilen sıkıntı ve şiddetler mesabesindedir. Bu bakımdan bu yolun yolcusunun başına gelen her eziyet ve kendisine isabet eden her zarar için sevap vardır. Allah nezdinde bunun hiçbir şeyi zayi olmaz.

Deniliyor ki: Bunlar gibi, haccın kabul olunmasının alâmetlerinden birisi de eski günahlarını terketmek, kötü arkadaşlar yerine salih arkadaşlar edinmek, gaflet meclisleri yerine zikir meclislerine gitmektir.

69) Hâtib, (Enes'ten meçhul bir senedle)

70) Beyhakî, (Câbir'den zayıf bir senedle)

71) İbn Adiyy, (Muaz'dan)

72) İmâm-ı Ahmed, (Câbir'den)

73) Tirmizî ve İbn Mâce, (Enes'ten zayıf bir senedle)

74) Daha önce geçmişti.

75) Müslim ve Nesâî, (Câbir'den)

76) Ebû Dâvud

77) Tirmizî ve İbn Mâce, (İbn Ömer'den)

78) Ebû Dâvud, (Rafı b. Hadîc'den)

79) İmâm-ı Ahmed, (Sehl b. Muaz'dan zayıf senedle)

80) Taberânî, (Enes'ten)

81) Ebû Dâvut!

82) Tirınizî, İbn Mâce, Hâkim vo Bezzâr, (Ebû Bekir'den)

83) Tirmizî ve İbn Mâce

84) İbn Mâce, Hâkim ve Beyhâkî, (Zeyd b. Erkam'dan

7-6Haccın Batınî Amelleri

A) Niyette ihlâsın yolu

B) Mübarek makam ve meşhedleri ziyaret

C) Ziyaret esnasında tefekkür

D) Başından sonuna değin haccın sır ve mânâlarını düşünmek

Haccın başı anlayıştır. Anlayıştan gaye; haccın dindeki yerini anlamaktır. Sonra ona karşı şevk beslemek, onu yapmaya azimle sarılmak, hacca mâni olan engelleri ortadan kaldırmak, ihram olarak bağlanan havluları satın almak, yolda kullanılan bineği satın almak, satın alma gücü yoksa kiralamak, memleketten çıkmak, çölleri kat'etmek, Lebbeyk demek sûretiyle Mîkat'ta ihrama girmek, Mekke'ye varmak ve daha önce dediğimiz şekilde hac sırasında yapılması gereken fiilleri tamamlamaktır. Bu işlerin herbirinde hatırlayan ve ibret alan kimseler için ibretler, sadık müride uyanmak, zekî kimse için işaret ve tarif vardır. Bu bakımdan biz bunların anahtarlarına işaret edelim ki, kapılar açıldığı ve sebepler bilindiği zaman her hacı için kalbinin saflığı, bâtınının temiz ve anlayışının çokluğu nisbetinde sırlar keşfolunsun.

Fehm (Haccın Gerçeğini Kavramak)

Allahü teâlâ'ya , ancak şehvetlerden uzaklaşmak, lezzetlerden çekinmek, zarurî ihtiyaçla yetinmekle yaklaşılabilir. Bütün hareketlerinde ve işlerinde herşeyden uzaklaşarak sadece kendini Allah'a adamakla o makama varabilir. İşte bu mertebeyi elde etmek için eski milletlerin ruhbanları halktan kaçınarak dağ başlarını seçmiş ve halktan uzak durmayı tercih etmiş ve Allah'a yaklaşmak için bunları yapmışlardırAllahü teâlâ'nın aşkı için halihâzırdaki lezzetleri terkederek nefislerini âhireti elde etmek gayesiyle zor mücahedelere koşmuşlardırAllahü teâlâ böyle kimseleri Kur'ân-ı Kerîm'de övmektedir:

Sevgi bakımından müminlere en yakın olanlarını da 'Biz hristiyanız' diyenlerini bulacaksın.

Bunun sebebi şu: Çünkü onların içinde bilgin keşişler ve dünyayı terkeden râhibler vardır. Hakîkaten onlar hakkı kabul hususunda büyüklenmez ve kibirlenmezler. (Mâide/82)

Bu devir inkıraza uğradıktan ve halk şehvetlerinin arkasında sürünüp gittikten, sadece kendilerini Allah'ın ibadetine vermeyip ve bu sahada gevşeklik gösterdikten sonra Allahü teâlâ peygamber-i zişân'ı Muhammed Mustafa'yı âhiret yolunu ihya etmek ve âhiret hakkındaki peygamberlerin sünnetini yenilemek için gönderdi. Bu bakımdan Hazret-i Muhammed'e 'Geçmiş dinlerde ruhbanlık ve seyyahlık var mıydı?' diye sorduklarında, Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle cevap vermiştir:

Allahü teâlâ bize onun yerine cihad etmeyi ve her tepeye çıkışımızda tekbir getirmeyi (yani haccetmeyi) verdi. 85

Hazret-i Peygamberden Kur'ân'daki Sâlihîn diye tâbir edilen kavmin kimler oldukları sorulunca 'Onlar oruç tutanlardır' cevabını vermiştir.

Bu bakımdan Allahü teâlâ hac ibâdetini, ruhbanlık yerine geçirmek sûretiyle bu ümmete büyük bir nimet ve ihsanda bulundu. Beyt-i Atîk'in şerefi, Allahü teâlâ'nın zât-ı ulûhiyyetine izafe edilmesinden ileri gelmektedir. Onu kullarına maksud (hedef) olarak göstermesinden kaynaklanmaktadır. Onun etrafındaki arâzileri ona harem tâyin etmesi de onun şânının yüceliğine delâlet eder.

Arafat sahasını havuzuna akan oluk gibi kılmıştır. Harem sınırları dahilindeki avlanmayı ve oradaki bitkilerin kesilmesini haram kılmak sûretiyle Harem'in hürmetini daha da takviye etmiştir. Harem'i tıpkı pâdişahların huzuru ve has bahçesi gibi kılmıştır ki, uzak memleketlerden gelen ziyaretçiler Beyt'in rabbine tevazu göstererek toztoprak içinde oraya gelirler. Onun celâline boyun eğerek izzetinin önünde meskenet ve zilletlerini göstererek oraya gelirler.

Bununla beraber onun herhangi bir Beyt'e sığmaktan veya herhangi bir beldenin sınırlarının içine girmekten münezzeh olduğunu da itiraf ederler ki, bu onların kulluk ve köleliklerini daha açık ve itâatlarnı daha tam bir şekilde göstermiş olsun. İşte bu sırra binâen nefislerinin ünsiyet kuramadığı ve bir türlü çözemedikleri birtakım vazifeleri hac konusunda kendilerine yüklemiştir. Meselâ cemrelere taş atmak. Safâ ile Merve arasında yedi defa sa'y etmek gibi. Bu, mânâsı bilinmez ve sırrı çözülmez hareketleri yapmakla insanoğlu sadece Allah'a karşı kulluğunun kemâlini izhar etmiş olur. Zira diğer ibadetlerde aklın idrak ettiği sırlar mevcut olduğu için, insan onlara meyledebilir.

Meselâ zekâtta fakir fukaraya karşı şefkat vardır. Bu yönü anlaşılır ve akıl da buna meyleder. Oruç, Allah düşmanının elinde bir âlet olan şehvetin kılıcıdır. Nefsi meşgul eden şeylerden menedip sadece ibadete yöneltir. Namazdaki rükû ve secde, Allahü teâlâ'ya tevazu biçiminde birtakım fiillerden ibarettir. Nefislerin Allahü teâlâ'nın tâzimiyle ünsiyet kurması belli bir hakikattir. Fakat Safâ ile Merve arasındaki sa'y, şeytan taşlamaları ve benzeri hac hareketleri ise, nefisler bunlardan nasibdar olamaz ve insan tabiatı bunlara ünsiyet kuramaz. Akıl da bunların mânâ ve medlûlünü bir türlü çözemez. Bu bakımdan bunları yapmak, olsa olsa, ancak Allahü teâlâ'nın mücerred emrine uymak içindir ve onun emrine uyulması vâcib olmasını düşünerek uyma niyetidir.

Bu gibi amellerde akıl, tasarruf sahasından uzaklaştırılır. Nefis ve tabiat ünsiyet ettiği yerden kaydırılır. Çünkü akılla mânâsı idrâk edilen şeylere . tabiat birazcık da olsa meyleder. Bu bakımdan tabiatın bu birazcık meyli, o emri yerine getirmeye yardımcı olur. Böyle bir emri yerine getirenin tam mânâsıyla kulluk ve itâati bilinmemiş olur.

İşte bu sırlara binâen Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) , sadece haccın niyetinde şöyle demiştir:

Haccı yapmak ile hizmetinde olurum. Onu hakkıyla yapar, taabbüd ve kulluğumu göstermek için yerine getiririm. 86

Böyle bir şeyi ne namazda, ne başka ibadette söylemiş değildir. Mâdem ki, Allahü teâlâ'nın hikmet-i ilâhisi, kullarının kurtuluşu, amellerinin tabî isteklerine muhalif olmasına bağlanıp, tabiatın dizgini şeriatın eline verilsin istemiştir. Buna binaen kullar da amellerinde itaat üzere devam edip, kulluk gereğinden ayrılmamalıdır. O halde mânâları aklen çözülmeyen, sadece Allah'ın emridir diye yapılan ibadetler nefislerin tezkiyesi, onları tabiat ve aklın gereğinden uzaklaştırıp kulluk gereğince hareket ettirmesi ibadetlerin en açık ve büyük kısmındandır.

Bu hikmeti anladığın zaman, kesinlikle anlamış olacaksın ki, nefislerin bu acaip fiillerden ürkmesinin sebebi, ibadet sırlarından gâfil olunmasındandır. Haccın esası hakkında bu kadarını anlamak kâfidir.

85) Ebû Dâvud, (Ebû Umâme'den)

86) Daha önce geçmişti.

Şevk (Hacca İştiyak)

Şevk, Beyt'in, Allah'ın Beyti olduğunu bildikten, dünyevî padişahların huzurlarının benzeri olarak kurulduğunu ve oraya kavuşmak isteyenin Allah'a kavuşmak istediğini, Allah'ın ziyaretinde bulunduğunu ve dünyada beyti ziyaret edenin, ziyaretinin zâyi olmayacağını bildikten sonra insanın hacca karşı iştiyâkı artar ve şevki kabarır. Evet, dünyada ziyaret eden âhirette kendisine va'dedilen hedefe mutlaka varacaktır. O hedef de, Dâr'ul-Karâr olan âhirette Allahü teâlâ'nın cemâline bakmaktır. Çünkü dünyada fânî ve yetersiz olan gözler Cemâl-i İlâhi'nın bakışından gelen nûru kabul etmeye müsait değildir ve buna güç yetiremezler. O gözler kusurlu olduğu için, o nûr ile sürmelenmeye kabiliyet kazanmış değildir. O gözler, âhirette bâkî olacağı için eksiklik ve fânilik sebeplerinden uzaklaştırılır, o zaman Allah'ın cemâlini görüp temaşa etmeye müsait bir vaziyete gelmiş olur. Fakat, bu kusurlu göz, Kâbe'yi istemek ve ona bakmak sayesinde Allahü teâlâ'nın va'd-i ilâhîsinin gereğince âhirette Kâbe'nin rabbî olan Allahü teâlâ'nın cemâline ve mülâkatına hak kazanır. Bu bakımdan Allahü teâlâ'nın âhiretteki mülâkatı, insanoğlunu bu mülâkatın dünyadaki sebeplerine teşvik eder. Bununla beraber âşık, mâşukun uzaktan veya yakından ilgisi bulunan herşeye müştaktır. Kâbe ise, Allahü teâlâ'ya izafe edilmiş (Allah'ın Beyti) tir. Bu bakımdan sadece bu izafet için olsa bile, Allah'ın âşığı Kâbe'ye müştak olmalıdır. Halbuki Kâbe'ye varan kimse için Allahü teâlâ büyük sevapları da va'detmiştir.

Azm

Kişi azminin sayesinde aile efradından ve vatanından ayrılmayı kasteder. Şehvet ve lezzetlerden uzaklaşır, Allah'ın beytini ziyaret etmeye yönelir. O halde böyle yapan bir insan Beyt'in kıymetini ve Beyt'in sahibi olan Allahü teâlâ'nın yüceliğini nefsinde çok yüksek bilmelidir ve yine bilmelidir ki, Kâbe'ye gitmek azmiyle, şânı yüce, fakat dört taraftan tehlikelerle sarılmış bir şeye azmediyor. Çünkü büyük hedeflere yönelen o nisbette büyük tehlikeleri de göze almış olmalıdır. Kişi bu azmini riya ve gösterişten uzak tutacak sadece Allah için göstermelidir. Kesinlikle bilinmelidir ki, kastında ve amelinde ancak hâlis olanı kabul olunur ve yine bilmelidir ki, padişahın beytine ve haremine gayesi orası değil de başka şey olarak giden bir kimsenin hareketinden daha çirkin bir hareket yoktur. Bu bakımdan nefsiyle beraber azmini de düzeltmelidir. Azmin düzeltilmesi ise, ancak ihlâs ile olur. İhlâs ise, ancak riya ve gösterişten uzak olmakla mümkündür. O halde kişi zevali yakın ve geçici olan dünyaya, ebedî ve daha hayırlı olan âhiretini fedâ etmekten sakınmalıdır.

Alâkaların Kesilmesi

Bunun mânâsı zulmen aldığı herşeyi sahiplerine iade etmektir. Bütün günahlardan ihlâsla Allah rızası için tevbe etmek demektir. Çünkü zulmen alman herşey insanoğlu için bir alâka ve ilgidir. Her alâka da insanoğlunun yakasına yapışmış, âdeta kendisine 'Sen nereye gidiyorsun? Benim borçlarımı ödemeden nereye ayrılıyorsun?' diyen bir alacaklı gibidir. Bu alacaklı aynı zamanda şöyle de bağırır: 'Sen padişahlar padişahının beytine gidiyorsun. Halbuki o padişahın emrini daha kendi evindeyken zâyi etmişsin. Onunla alay edercesine, onun dediklerini ihmal etmiş, yerine getirmemişsin. Utanmaz mısın, âsi bir kulun varışı gibi padişahlar padişahının huzuruna varmaktasın. Böyle gidersen o seni kabul değil, elbette reddedecektir. Eğer ziyaretinin kabul edilmesini istiyorsan o padişahlar padişahının emrini yerine getir, zulmen aldıklarını iade et. Herşeyden önce bütün günahlarından pâdişahlar pâdişahına dönüş yap. Kalbinin, arkanda bıraktıklarınla meşgul olmasına engel ol ki, bütün kalbinle o pâdişahlar pâdişahına yönelmiş olasın. Nitekim zâhirî yüzünle de onun beytine yönelmişsin. Eğer bunu yapmazsan muhakkak bil ki, bu seferinden ancak zahmet ve meşakkat elde edersin. Hepsi o kadar! Sonunda da reddedilir, kovulursun'.

Kişi, aynı zamanda vatanından da alâkasını kesmelidir. Tıpkı o vatandan çıkıp bir daha oraya gelmeyecek bir kimse gibi. . . Çoluk çocuğuna ve aile efradına vasiyyetini yapmalıdır. Çünkü misafir ve misafirin malı, Allah'ın koruduğu hâriç, büyük bir tehlike ile karşı karşıyadır.

Hac seferi için alâkalarını kestiği zaman, âhiret seferi için alâkalarının kesileceğini de hatırlamalıdır. Zira âhiret yolculuğu kişinin önünde ve çok da yakınındadır. Bu hac seferine, âhiret yolculuğunda faydası olacak şeyler için çıkılmalıdır. Zira âhiret yolculuğu kararlaştırılmış, eninde sonunda yapılacak bir yolculuktur.

Bu bakımdan hac seferine hazırlanırken bu yolculuğu (âhiret yolculuğunu) unutmamak gerekir.

Azık

Azığı helâlinden edinmelidir. Ne zaman ki, nefsinde fazla azık edinme, sefer boyunca yetecek ve hedefe kadar dayanacak ve bozulmayacak azık edinme iştiyakını hissederse, derhal nefsine şunu hatırlatmalıdır: 'Âhiret seferi bu seferden daha uzundur. O seferdeki geçerli azık, ancak takvâdır. Takvânın dışında âhiret yolculuğuna faydası olmayan azıkların tamamının ölüm ânında geride kalacağını, tıpkı yaş yiyecekler gibi, daha seferin başlangıcında bozulacaklarını hatırdan çıkarmamalıdır. Takvâ dışında kalan azıkların, böyle bir tehlike ile karşı karşıya oldukları için, tam muhtaç olduğu ve bütün imkânlardan mahrum bulunduğu bir zamanda bunların bozulduklarını görünce hayret ve şaşkınlık içinde kalıp, bocalıyacağını hiçbir zaman unutmamalıdır. Bu bakımdan ölümden sonra kendisiyle beraber olmayan ve âhiret yolculuğunda kendisine fayda temin etmeyen amellerden sakınmalıdır. Çünkü böyle ameller, riyanın karışmasıyla ve kusurların bulandırmasıyla kesada uğrar, boşa gider.

Binek

Sefere çıkmak için, bineği hazırladığı zaman, kalbiyle Allahü teâlâ'ya o hayvancağızı kendisine müsahhar kılıp teslim ettiğinden dolayı şükretmelidir. Çünkü sırtında taşıyacağı yükleri taşımak ve yolda binmek sûretiyle meşakkati azaltmak hususunda binek kendisine ilâhî bir lütuf olarak verilmiştir.

Aynı zamanda âhiret yolculuğunda bineceği tabutu da hatırlamalıdır. Zira hac işi bir cihetten âhiret seferine benzemektedir. Acaba hac yolculuğunda kullanacağı bu binek, âhiret yolculuğunda kullanacağı binek için, bir azık oluyor mu ve aralarında bir münasebet var mıdır? Bütün bunları düşünmek mecburiyetindedir.

Çünkü bilinmez, belki ölüm kendisine hac yolculuğundan daha yakındır. Belki tabuta binmesi, hac yolculuğu için deveye binmesinden daha yakındır. Bir de tabuta girmesi yüzde yüzdür. Deveye binmesi ise, aynı kesinlikte değildir. Hac seferinin bütün sebeplerinin kendisine yâr olacağı da muhakkak değildir. Bu bakımdan bu kadar şüphelerle kapalı bulunan bir yolculuk için, bu kadar tedbirleri alıp, azığını o yolculukta yüklenen merkebi hazırlamasına karşılık, yüzdeyüz kesin olan bir yolculuğu ihmal etmesi akıl kârı değildir.

İhramda Bağlanan Bezler

Onları satın alırken kefeni hatırlamalıdır. Kefene nasıl sarılacağını hayalinden geçirmelidir. Çünkü bu kişi yakın bir gelecekte Allah'ın Beyti'ne yaklaştığı bir zamanda, bu iki havluyu ihram niyetiyle birisini rida, diğerini izar olarak kullanacaktır. Belki de bu seferi sona ermeden, yolda ölecek ve o havlular kendisine kefen olacaktır. Zaten ölüp kefene sarılması da muhakkaktır. Bu bakımdan nasıl ki giyimini ve durumunu değiştirmeden Allah'ın Beytine gidemiyorsa, aynı şekilde ölümden sonra, dünya elbisesine muhalif bir elbiseye bürünmeden de Allah'ın huzuruna varamaz. Hacda ihram olarak giydiği bu elbise, âhiret yolculuğunda giydiğine yakındır. Çünkü kefende dikiş olmadığı gibi, ihramda da yoktur.

Yola Çıkış

Aile efradından ve vatanından Allah'a yönelerek sefere çıktığı zaman bilmelidir ki, dünyanın diğer seferlerine benzemeyen bir yolculuğa çıkmıştır.

Bu bakımdan kalbinde neyi irade ediyor, nereye yöneliyor ve kimin ziyaretini kastediyorsa, bütün bunları kalbinde hazır etmelidir ve bilmelidir ki, pâdişahlar padişahı Allahü teâlâ'nın kapısına diğer ziyaretçilerle beraber yönelmiştir. Öyle ziyaretçiler ki, daha önce buraya dâvet edilmiş ve kendileri de bu dâvete icabet etmişlerdir. Daha önce şevkleri tahrik edilmiş ve kendileri de iştiyakta bulunmuşlardır. Gelmeleri istenilmiş ve gelmişlerdir. Alâkaları kesilmiş, mahlûktan ayrılmış, emri yüce, şânı büyük ve kıymeti yüksek bulunan Allahü teâlâ'nın huzuruna varmak diye kabul etmişlerdir. Hedeflerinin en sonuna kavuşuncaya, mevlâlarının cemâlini seyretmekle mesud oluncaya kadar bu gayretleri devam edecektir. Kalbinde Allahü teâlâ'ya varmayı ve nezd-i ilâhîsinde kabul olunmayı rahmetinden ümid etmelidir. Sefere çıkmak, aile efradından ve servetinden ayrılmak sûretiyle mârifetullah'a vâsıl olacağını kafasından silmelidir. Ancak Allahü teâlâ'nın faziletine güvenmeli, beytini ziyaret edene va'd buyurduğu faziletinin tahakkukunu ummalıdır. Eğer yolda ölüm yetişirse, Allahü teâlâ'nın lûtfuna mazhar olduğunu şu ayet kesinlikle bildirmektedir:

Kim Allah'a ve Rasülü'ne itâatle hicret ederek evinden çıkar da sonra kendisine ölüm yetişirse onun ecri (mükâfatı) gerçekten Allah'a düşer. Allah çok bağışlayıcı, çok esirgeyicidir(Nisâ/100)

Mîkat'a Giriş

Çölleri Mîkat denilen yerlere kadar geçip o dar geçitleri görünce, dünyadan ölümle çıkışını kıyâmet mîkatına varışını ve aralarındaki şiddetli azab, soru ve cevapları hatırlamalıdır. Yolun sıkıntılarını atlatırken, Nekir ve Münker'in suallerinin şiddetini hatırlamalıdır. Çöldeki yırtıcı hayvanlarla, kabirdeki akrep, yılan ve çıyanları hatırlamalıdır. Aile ve akrabalarından ayrılmakla, kabrin vahşetini, üzütüsünü ve tenhalığını hatırlamalıdır. Kısacası, seferin korku ve zahmetleriyle, kabrin korku ve zahmetlerine hazırlık yapmalı ve buna vesile aramalıdır.

İhram ve Telbiye

Bu telbiyenin mânâsı Allahü teâlâ'nın dâvetine icâbet etmektir. Bu bakımdan Allah'tan ümit et ki, Lebbeyk derken Allah tarafından kabul olunasın, red olunmayasın. Kısaca; korku ile ümit arasında bulunmalısın. Kuvvet ve kudretinden sıyrılıp tamamen Allahü teâlâ'nın fazilet ve keremine yaslanmalısın. Çünkü telbiyenin vakti haccın başlangıcıdır ve çok tehlikeli bir vakittir.

Süfyân bUyeyne (radıyallahü anh) şöyle anlatır: Hazret-i Hüseyin'in oğlu Ali Zeynelâbidîn (radıyallahü anh) hacca giderken ihramını bağladı, devesinin üstüne bindi. O anda benzi attı ve tir tir titremeye başladı. Lebbeyk diyemeyecek derecede dili tutuldu. Kendisine bu hali müşahede edenlerden biri 'Neden Lebbeyk demiyorsun?' diye sordu. Ali Zeynelâbidîn (radıyallahü anh) 'Ben Lebbeyk dediğimde, Allahü teâlâ'nın bana 'Ne Lebbeyk, ne de sa'deyk' diye cevap vereceğinden korkuyorum'. Bütün bunlara rağmen kendisi Lebbeyk der demez bayılıp yere düştü. Artık haccı bitinceye kadar baygınlıklar geçirmeye devam etti.

Ahmed b. Ebi'l-Havarî şöyle anlatır: Ebû Süleyman ed-Dârâni'yle beraberdim, İhramını bağladığı zaman, Lebbeyk demeye muktedir olamadı. Tâ ki bir mil mesafe yürüyünceye kadar. . . O zaman baygınlık geçirdi. Uyandığında bana şöyle hitab etti: "Ey Ahmed! Allahü teâlâ (Celle Celâlühü) kulu ve peygamberi Musa'ya vahyetti ki: 'Ey Musa! İsrâiloğularının zâlimlerine emret ki, beni zikretmesinler. Çünkü onlar beni zikrederlerse ben de kendilerini lânetle yâdedeceğim'. Ey Ahmed! Bana gelen hadîslerden edindiğim şu hakîkat vardır; kim helâl olmayan mal ile hacca giderse, ihram bağlayıp Lebbeyk dediği zaman, Allahü teâlâ kendisine 'Sen elindeki haram malı iade etmedikçe ne sana Lebbeyk ve ne de Sa'deyk' der. Biz de Allahü teâlâ'nın bize de böyle demeyeceğinden emin değiliz!"

Lebbeyk deyip de Mikat'ta sesini yükselten kişi, Allahü teâlâ'nın dâvetine icabet ettiğini hatırlamalıdır. Çünkü Allahü teâlâ Kur'ân'da 'Bütün insanlara haccı ilân et' (Hacc/27) buyurmaktadır.

Aynı zamanda Lebbeyk diyen bir kimse bununla Sûr'un üfürülüşünü ve insanların kabirlerinden haşre gelişini, kıyâmet arasında Allahü teâlâ'nın nidâsına cevap vermek sûretiyle toplanışlarını, iki kısma ayrılıp, birisinin Allah'a yakın, diğerinin de Allah'ın gazabına uğrayışnı; kimisinin makbul, kimisinin merdud oluşunu, tıpkı Mîkat'ta mütereddid gezen, 'Acaba haccım kabul olunur mu, olunamaz mı?' diye düşünen hacılar gibi, korku ve ümit arasında oluşlarını hatırlamalıdır.

Mekke'ye Giriş

Mekke'ye girince emniyet içerisinde Allah'ın haremine ulaştığını hatırlamalı, Allah'ın azabından emin olacağını Allah'tan ummalıdır. Allah'ın yakınlığına ehil olmayıp Allah'ın haremine mahrum olarak girmekten ve azaba müstahak olmaktan korkmalıdır. Fakat ümidi korkusundan daha galip ve üstün olmalıdır. Çünkü Allahü teâlâ'nın kerem-i ilâhîsi umumîdir ve O büyük merhamet sâhibidir. Beyt'in şerefi de büyüktür. Ziyaretçinin hakkı da gözetilir. Sığınanların sığınma hakları gözetilip zâyi edilmez.

Kâbe'yi Müşahede

O zaman, Kâbe'nin azametini kalbinde hâzır bulundurmalıdır. Kâbeyi değil de sanki Kâbe'nin rabbini görüyor gibi kendine çeki düzen vermelidir. Beytine bakmayı nasib ettiği gibi, mübarek cemâlini de görmeyi nasib edeceğini ümit etmelidir. Kendisini bu mertebeye ulaştırdığı ve misafirlerinin arasına girmeyi nasip ettiği için, Allahü teâlâ'ya şükretmelidir. O zaman kıyâmet gününde cennete doğru, cennete girmek için akın eden insanların selini hatırlamalıdır. Sonra bu insanların iki kısma ayrıldıklarını, birisine cennete girme izni verildiğini, diğerlerinin de geriye çevrildiğini aklından çıkarmamalıdır. Hacıların da aynen bu şekilde iki kısma ayrıldığını, bir kısmının makbul, diğer kısmının merdud olduğunu unutmamalıdır. Kısacası; bütün gördüklerini âhiret işleriyle karşılaştırmalı ve âhiret işlerinden gâfil olmamalıdır. Zira hacca gelenlerin bütün hareketleri âhiret durumlarına delâlet eden birer delildir.

Kâbe'yi Tavaf Etmek

Kâbe-i Muazzama'nın ziyareti namaz gibidir. Bu bakımdan ziyaret esnasında kalbinde tâzim, korku, ümit ve muhabbet bulunmalıdır. (Nitekim bunun tafsili Namaz bölümünde geçmişti) .

Tavâf etmekle kendini Allah'ın arşının etrafında durmadan dönen meleklere benzetinelidir. Zannetmemelidir ki Kâbe'yi ziyaret etmekteki gaye; bedeninin ziyaretidir. Ziyaret Kâbe'den başlayıp, yine Kâbe ile sonuçlandığı gibi, zikrin de Allah'la başlayıp, O'nunla sonuçlandığını kalbinden çıkarmamalıdır.

Şerefli ziyaret kalbin rububiyet huzurundaki ziyaretidir. Kâbe ise, mülk âleminde bunun zâhirî bir misalidir. Çünkü o huzur melekût âlemi olduğu için göz ile görülemez. Nitekim bedende bulunan ve şehâdet âleminde göz ile görülmeyen ve gayb âleminden olan kalp gibi. . .

Yine bilmiş ol ki, mülk ve şehâdet âlemi, Allahü teâlâ tarafından basiret verilen ve kendisine kapı açılan bir kimse için, gayb ve melekût âleminin merdivenidir. Bu denge ve bağa şu sözle işaret edilmiştir: 'Göklerdeki Beyt'ul-Ma'mur, tam Kâbe-i Muazzama'nın hizasındadır. İnsanlar Kâbe'yi tavaf ettikleri gibi melekler de onu tavaf ederler'.

İnsanların çoğu melekler gibi böyle kâmil bir tavaftan aciz oldukları için, imkân nisbetinde bu tavafı yapanlara kendilerini benzetmekle emrolundular.

Bir kavme kendisini benzeten o kavimdendir,87

Böyle denilmekle de kendilerine onlardan sayılacakları va'dedilmiş oldu.

Böyle bir tavafı yapmaya gücü yeten bir kimse için denilmektedir ki: 'Kâbe de onu tavaf eder'.

Nitekim bu hakikati keşf ve kerâmet ehlinden bazıları Allahü teâlâ'nın bazı velî kulları için müşahede etmişlerdir.

87) Ebû Dâvud (İbn Ömer'den sahih bir senedle)

7-7Hacer'ul-Esved'e Yüz Sürmek

Hacer'ul-Esved'e dokunurken veya öperken kesinlikle inanmalısın ki, Allah'a tâat ve ibâdet etmek hususunda biat etmektesin. Bu bakımdan bîatını harfiyyen tatbik etmeye hazır ol. Çünkü bîatta hile yapan bir kimse şiddetli azâba müstahak olur.

Nitekim İbn-i Abbâs (radıyallahü anh) Hazret-i Peygamber'den şöyle rivâyet eder:

Hacer'ul-Esved Allah'ın yeryüzündeki sağ elidir. Allah onunla istediği kuluyla musafaha eder. Tıpkı kişinin kardeşi ve dostu ile musafaha ettiği gibi. . . 88

88) İlim bahsinde geçmişti.

Kâbe'nin Örtülerine Sarılmak

Mültezim'de niyetin şu olmalıdır: Sevgi ve iştiyâk ile hem Kâbe'ye ve hem de onun rabbine yaklaşmak istediğini ilân ediyorsun. Örtüye yapışmak veya duvarı kucaklamakla bereketini istemeli, bedeninin bütün zerrelerinin daimî ateşten korunmasını ummalısın. Örtüye asıldığın zaman, Allahü teâlâ'nın mağfiretini, azâbından emîn olmayı, tıpkı günahkârın, hakaret ve zulme uğrayandan günâhının affı için özür dilemesi ve 'Senden başka beni affedici herhangi bir sığınak ve melce yoktur' demesi gibi, ısrarla Allahü teâlâ'dan affını istemeyi niyet etmelisin. Çünkü günahkâr insan için Allahü teâlâ'ınn kerem ve affından başka sığınak yoktur ve 'Ya rabbî! Beni affedip istikbalimi teminat altına almayınca senin dergâhından ayrılmayacağım' zihniyeti ile hareket etmelisin!

Safâ ve Merve Arasında Sa'y

Bu tıpkı pâdişahın sarayına zaman zaman gelip hizmetkârlığının gereğini yapmak ve padişahın kendisine marhemetle muamelede bulunmasını isteyen bir kulun hareketine benzer. Durumu tıpkı pâdişahın huzuruna girip pâdişahın kendisine, ne gibi muamele yapacağını, kendisini kabul mü yoksa red mi edeceğini bilmediği halde o huzurdan çıkan bir kimsenin durumuna benzemektedir. Böyle bir kimse, zaman zaman sarayın kapısına gelir, birisinde olmasa, belki ikincisinde padişah kendisine rahmet edecektir ümidinde bulunur. Senin de bu ruh ve ümidi taşıman gerekmektedir.

Safâ ile Merve arasında sa'y yaparken kıyâmette hayır ve günahları tartan terazinin iki kefesi arasında gidip gelmeyi hatırlamalısın. Safâ'yı hasenat tartan kefeye, Merve'yi seyyiat tartan kefeye benzetmelisin. İki kefe arasında gidip gelirken hangi tarafın daha ağır olduğunu ve hangi tarafın daha hafif kaldığını gözetmelisin. Böylece azâb ile af arasında koşup geldiğini hatırdan çıkarmamalısın.

Arafat'ta Vakfe

Oradaki insanların izdihamı, seslerinin yükselmesi, çeşitli dillerin bulunması ve her grubun Meş'arlara (ibadet yeri) gidip gelirken imamlarına ve delillerine tâbî olması ve onlara uyması ile kıyâmet arasâtmı ve oradaki peygamber ve imamlarıyla toplanan ümmetleri ve her ümmetin peygamberinin arkasında gidişini ve her ümmetin peygamberlerinin şefaatini ummasını ve orada red ve kabul arasında mütehayyir ve şaşkın bulunduklarını hatırlamalıdır. Bunları hatırladığın zaman,Allahü teâlâ'dan ısrarla rahmete mazhar olmuş ve zafer kazanmış kimselerle bareber seni haşretmesini talep eyle. Şerefli bir makamda bulunduğun için bu talebinin kabulüne kesin gözüyle bakmalısın. Zira Allahü teâlâ'nın rahmeti ilâhîsi yeryüzünün kazıkları mesabesinde bulunan aziz kalpler vasıtasıyla bütün insanlara ulaşır. Arafat vakfesi, ebdal ve evtad denilen Allah'ın sevgili kullarından sâlihler ve iyi kalp sahiplerinden boş kalmaz.

Bu bakımdan bütün bu hâlis kulların himmetlerinin birleştiği, kalplerinin Allahü teâlâ'ya yöneldiği bir zamanda, elleri Allahü teâlâ'nın rahmetine ve boyunları azamet-i ilâhîsi önünde eğildiği bir zamanda, gözleri göklerde, kalpleri aynı anda çarparak rahmet istemeye yöneldiği anda yapılan dualar kabul olunur. Bu bakımdan Allahü teâlâ'nın bu kullarının emeğini boşa çıkaracağını, sa'y ve gayretlerini hiçe indireceğini, isteklerini vermeyeceğim ve kendilerini rahmetine daldırmayacağını zannetmemelidir. İşte bu sırra binâen şöyle denilmiştir: 'Günahların en büyüklerindendir ki, kişi Arafat'ta, hâzır bulunsun ve Allahü teâlâ'nın kendisini affetmediğini zannetsin'.

Sanki kalplerin hep birden vurması, çeşitli memleketlerden gelerek Abdal ve Evtadlara Arafat'ta, komşu olmak, haccın sırrı, gaye ve hedefidir. Bu bakımdan Allahü teâlâ'nın rahmet-i ilâhîsini oluk halinde temin etmek için, sünnetlerin birleşmesi ve kalplerin aynı anda yardımlaşmasından daha güçlü bir sebep yoktur.

Şeytan Taşlamak

Onunla kulluğunu ilân etmek sûretiyle Allahü teâlâ'ya itâat ettiğini kastetmelisin. Akıl ve nefsin payı olmaksızın sadece Allahü teâlâ'nın mücerred emrine uyduğun için, bunu yaptığına niyet etmelisin. Sonra bu taşları atmak sûretiyle, Hazret-i İbrahim'e (aleyhisselâm) benzediğini düşünmelisin. Çünkü iblis o yerde İbrahim'in (aleyhisselâm) kalbine vesvese vermek, haccını şüpheye düşürmek ve mâsiyyet hususunda fitnelendirmek gayesiyle görünmüştür. Bunun üzerine Allahü teâlâİblis'i kovmak ve ümitlerini kesmek için İbrahim kuluna onu taşlamasını emretmiştir:

Eğer kalbine 'Şeytan, Hazret-i İbrahim'e göründüğü için, Hazret-i İbrahim ona taş attı. Bana ise şeytan görünmüyor ki ona taş atayım' şeklinde bir vesvese gelirse bilmiş ol ki, bu vesvese şeytandan gelmektedir ve senin kalbine, taş atmak azmini kırmak için bu vesveseyi ilkâ eden de şeytandırŞeytan sana bu fiilin faydasız ve mânâsız olduğunu düşündürür, Bu işin oyun gibi birşey olduğunu, bununla meşgul olmamanı telkin eder. Bu nedenle sen onun burnunu kırmak için taş atışında gayet ciddî ve samimi ol. Bu sûretle de onu kov ve bil ki, zâhirde taşları o çukurlara atmaktasın. Hakikatte ise, attığın taşlar şeytanın yüzüne çarpmaktadır ve o taşları atmak sûretiyle şeytanın belini kırmış oluyorsun. Çünkü şeytanın beli ancak Allahü teâlâ'nın emrini, onun emri olduğu için, yerine getirmek, nefsin ve aklın o emri yerine getirmekte payı var mıdır diye düşünmemek sûretiyle kırılabilir.

Kurban Kesmek

Allah'ın emrine uymakta ona bir yakınlık vardır. Bu bakımdan en iyi kurbanı kesmeye dikkat et ve kurbanın her parçasıyla Allahü teâlâ'nın senin bir parçanı ateşten âzad edeceğini ümit et. 89 Çünkü va'd bu şekilde vârid olmuştur. Bunun için kurbanın büyüklüğü ve parçalarının çokluğu nisbetinde ateşten âzâd edilirsin.

Medine'yi Ziyaret

Medine'nin evlerini gördüğün zaman, derhal şunu hatırlamalısın ki, Allahü teâlâ bu beldeyi peygamber-i zişânı Hazret-i Muhammed (sallâllahü aleyhi ve sellem) için seçmiştir ve Rasûlü'nün hicretini de oraya münâsip görmüştür. Medine öyle bir yerdir ki, Hazret-i Peygamber orada rabbinin farz olan emirlerini ve kendisinin de sünnetlerini ilân etmiş ve oradan düşmanlarına savaş ilân etmiştir ve yine orada dinini ölünceye kadar öğretmeye devam etmiştir. Sonra gerek kendisinin ve gerek kendisinden sonra hakkı ilân eden iki halifesinin mezarları da oradadır. Bütün bunları hatırladıktan sonra Hazret-i Peygamberin, Medine'de gezerken yere bastığı mübarek ayağını ve onların yerlerini görüyor gibi düşünerek ve edebe bürünerek gezmelisin. Belki de her attığın adım Rasûlüllah'ın mübarek adımlarının yerleridir ve her attığın adım, mutlaka onun çiğnediği toprak üzerinde olmaktadır. Bu bakımdan sükûnetle, vekar ve edeble gezmelisin.

Hazret-i Peygamberin Medine'nin çarşılarında gezdiğini ve o topraklara bastığını hiçbir zaman kalbinden çıkarmamalısın. Gezerken Allah'a karşı nasıl bir tavır takındığını, ne gibi bir huşû ve sükûnete riâyet ettiğini de düşünmelisin. Allah'ın ismiyla birlikte anılan o büyük şânı da kalbinden hiçbir zaman çıkarmamalısın. Unutma ki Allahü teâlâ , o rasûl-ü zişâna karşı, sesini onun sesinden daha yükseltmek sûretiyle de olsa, edebe muhalif hareket edenin amelini boşa çıkarır. Sonra Rasûlüllah'ın sohbeti sayesinde yüce mertebelere vardırmak sûretiyle Allah'ın minnet ettiği o mübarek sahâbîleri, Rasûlüllah'ı görmekle saadetin zirvesine eren ve onun kelâmını dinlemek suretiyle derecelerin en yücesine varan o mutlu topluluğu da hatırlamalısın. Bütün bunlardan sonra elinden kaçan Rasûl'ün sohbeti ve ashâb-ı kirâmın arkadaşlığı için son derece üzülmelisin. Sonra şu hakikati de hatırlamalısın! Dünyada Rasûlüllah'ı görmek fırsatı elinden kaçtığı gibi, âhirette de onu görmemek şeklinde senin için büyük bir tehlike sözkonusudur. Belki de sen onu ancak büyük bir teessür ve hasrete kapılarak göreceksin ki, senin kötü amellerin seninle onun arasında büyük bir perde olmuştur.

Nitekim, bu hâdiseye işaret ederek Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur:

Allah Azîmüşşân, beni görmek için bir kavmi karşıma çıkarır. Onlar beni görüp 'Yâ Muhammed! Yâ Muhammed!' diye bağırırlar. O zaman ben de 'Ey rabbim! İşte bunlar ashâbımdır' diyeceğim. Bunun üzerine Allahü teâlâ bana şu cevabı verecektir: 'Sen onların, senden sonra neler ihdâs ettiklerini bilemezsin'. Bunun üzerine ben onlara 'uzaklık ve azap sizlere olsun' diyeceğim. 90

Eğer Hazret-i Muhammed'in şeriatının hürmetini bir an bile de olsa- terkedersen seninle onun arasına uzaklık gireceğinden, onun muhabbetinden sıyrıldığın için ondan uzak kalacağından korkmalısın. Bununla beraber ümidin büyük olmalıdır. Çünkü Allahü teâlâ sana îman ihsân ettikten sonra seni herhangi bir ticarî ve dünyevî maksatla değil, sadece onun ziyâreti için vatanından çıkarıp göndermiştir. Senin burayı ziyaret etmen, sadece ona karşı olan sevgin ve onun eserlerine, onun kabrinin duvarına olan aşkının bir neticesidir. Zira elinden kaçan o mübarek yüzün cemâline bakmayı telâfi etmek için nefsine memleketinden çıkarak bunca zahmetlere katlanma müsamahasında bulunmuşsun. Bu nedenle bu niyetinden ötürü Allahü teâlâ'nın sana rahmet gözüyle nazar etmesi, haline en uygun düşen bir lûtuf olsa gerektir,

Mescid-i Şerîfe vardığın zaman hatırla ki, orası Allah'ın peygamberine seçtiği ve müslümanların en şerefli nesline ithaf ettiği bir meydandır ve yine bil ki, Allahü teâlâ'nın farz ibâdetleri ilk önce o meydanda yerine getirilmiştir. O meydan, gerek diri ve gerek ölü olsun Allahü teâlâ'nın en faziletli kullarını sinesinde barındırmıştır. Oraya girdiğinden ötürü, sana rahmet edeceği hususunda çok ümitli olmalısın.

Bu bakımdan oraya Allah'tan korkarak ve oranın hürmetini kalbinde yücelterek girmelisin. Her Mü'minin kalbinde en fazla huşû ve huzur isteyen bir mekândır orası. . .

Nitekim Ebû Süleyman -ed-Dârânî şöyle anlatır: "Veysel Karânî haccedip Medine'ye geldiği zaman, mescidin kapısında durur Kendisine 'Şurası Rasülullah'ın kabr-i şerifidir denildiği zaman, düşüp bayılır. Gözünü açtığında 'Beni dışarı çıkarın' derHazret-i Muhammed'in defnolunduğu bir beldede benim için lezzet duymak ne mümkün!"

90) Müslim ve Buharî (İbn Mes'ûd ve Enes'ten)

Rasûlüllah'ı Ziyaret

Daha önce dediğimiz gibi, onun huzur-u saâdetinde durman ve onu diri iken ziyaret ettiğin gibi, ziyaret etmen en uygun bir harekettir. Eğer sağ olsaydı onun şahsına ne kadar yaklaşabiliyorsan, kabrine de o kadar yaklaşmalısın. Nasıl ki onun şahsına temas etmek ve onun bedenini öpmek hürmetsizlik olduğu için, onun huzurunda biraz uzakta durup onun emrini yerine getirmeye hazır bir vaziyette durmak gerektiği gibi, şu anda da öyle yapman lâzımdır. Zira mezarı kucaklamak ve öpmek hristiyanların ve yahudilerin âdetidirRasûlüllah senin orada hazır bulunduğunu, orada ziyaretçi olduğunu bilmektedir. Ona verdiğin selâm ve getirdiğin salâvat-ı şerîfeler kendisine aynı anda yetişir. Bu bakımdan onun mübârek suretini hayalinde canlandır. Mezarında oturduğunu ve senir: hareketlerini seyrettiğini hayâline getir. Onun büyük rütbesini kalbinde yaşat.

Çünkü Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

Allahü teâlâ benim kabrimde bir meleği vekil kılıp orada vazifelendirmiştir. Ümmetimden bana selâm verenlerin selâmını o melek bana tebliğ eder. . . 91

Hadîste 'selâmı Rasûlüllah'a tebliğ edilen kimseler, kabr-i şerife varıp ziyarette bulunmayan kimselerdir. Acaba vatanından ayrılıp o uçsuz bucaksız çölleri aşarak aşk ve şevk ile Rasûlüllah'ın mânevî huzuruna varmak isteyen ve onun meşhedini görmekle yetinen, onun mübarek yüzünü bilfiil görmediğinden ötürü hasretler çeken bir kimsenin vermiş olduğu selâm ve getirmiş olduğu salât ü selâmlar nasıl olur?

Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

Kim bana bir defa salât ve selâm getirirse (ona karşılık olarak) Allahü teâlâ o kimseye on defa salât ve selâm okur. 92

Bütün bunlar diliyle Rasûlüllah'a salât ve selâm getirenin mükâfatıdır. Acaba bedeniyle Rasûlüllah'ı ziyaretinde hazır bu lunanların mükâfatı ne olur?

Rasûlüllah'a selâm okuyup, salât ve selâm getirdikten sonra minberine gitmeli, orada Rasûlüllah'ın (sallâllahü aleyhi ve sellem) hutbe okumak ve va'z u irşadda bulunmak için o minbere vekar ve tâzim ile çıkışını tasavvur etmelisin. Minber üzerinde durduktan sonra yüzünü ashâb-ı kirâma nasıl çevirdiğini ve o yüzün nasıl pırıl pırıl parladığını da hayal etmelisin. Yine orada onun Allahü teâlâ'ya hutbesiyle, ashâb-ı kirâmı itâat etmeye teşvik ettiğini ve muhacirler ile ensarın (radıyallahü anh) onun etrafını nasıl çevirdiklerini hatırlamalısın. Orada Allahü teâlâ'dan şu istekte bulunmalısın: Kıyâmette seninle onun arasına herhangi bir mâni girip seni ondan uzaklaştırmasın.

İşte bütün bunlar hac amellerinde kalbin vazifeleridir. Ziyarete gelen kişi, bütün bu vazifeleri yaptıktan sonra kalben mahzun olması ve korkması gerekir. Çünkü kişi acaba haccı kabul olunup kendisi mahbublar zümresine kaydedildi mi, yoksa haccı reddolunup kendisi rahmet kapısından kovulanlara mı ilhak edildi? Bunun keyfiyetini bilmemektedir. Bu keyfiyeti kalbinden ve amellerinden öğrenmeye çalışmalıdır. Eğer kalbinin dünyadan uzaklaşmasının daha fazla olduğunu, Allah'a ve ünsiyet evine daha yakınlaştığını görür ve amellerinin de şeriat mizanıyla tartıldığını müşahede ederse o zaman haccı'nın kabul olunduğuna can ü gönülden inanmalıdır.

Çünkü Allahü teâlâ ancak kendisini sevenin amelini kabul eder ve Allahü teâlâ kimi severse onun yardımcısı olur. Sevgisinin alâmetlerini onda belirtir ve gösterir. Melun İblis'in ona tasallut etmesini önler. Bu bakımdan o kimsede böyle bir durum bulunursa, muhakkak bilmelidir ki bu, haccın kabul olunmasına delâlet eder. Eğer tam bunun aksini görürse, o vakit belki de seferinden ancak meşakkat ve yorgunluk kalmıştır. Böyle bir durumdan Allahü teâlâ'ya sığınırız!

Kitabu Esrâr'il-Hac (Haccın Sırları) bölümü burada sona erdi. Bu bölümün ardından -inşallah- Kitabu Âdâbı Tilavet'il-Kur'ân (Kur'ân Okumanın Âdâbı) bölümü gelecektir!

91) Nesâî, İbn Hıbbân ve Hâkim, (İbn Mes'ûd'dan)

92) Müslim, (Ebû Hüreyre ve Abdullah b. Amr'dan)