7 - HACC |
Giriş
Tevhîd kelimesini kullarına sığmak, Beyt-i Atik'i (Kâbeyi) müracaat merkezi yapan Allah'a hamdolsun!. O Allah ki, fazl ve şeref yönünden Beyt-i Atik'i kendi zatına nisbet etmiştir. O Beyt-i Atik'i ziyaret etmeyi, kulu ile azap arasına bir perde olarak germiş ve kalkan yapmıştır.
Rahmet peygamberi ve ümmetin efendisi Hazret-i Muhammed'e, halkın efendileri, hakkın öncüleri olan âline ve ashâbına salât ve selâm olsun!
Hac, İslâm'ın rükûn ve esaslarından biri, ömrün ibadeti, işlerin sonu ve İslâm'ın tamamı, dinin kemâlidir.
Bugün sizin için dininizi kemâle erdirdim. Üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak İslâm'ı seçtim. (Mâide/3)
Hac hakkında Hazret-i Peygamber de şöyle buyurmaktadır:
İmkânı olduğu halde hac etmeyerek ölen bir kimse ister yahûdî, isterse hıristiyan olarak ölsün. 1
Ne büyüktür o ibadet ki, onun olmamasiyle din kemâlini kaybeder ve imkânı olduğu halde onu terkeden bir kimse, dalâlet yönünden hristiyan ve yahudilerle eşit olur. Böyle bir ibadete beşeri takatî yöneltip izahını yapmak, rükûn, sünnet, âdâb, fazilet ve sırlarını teker teker saymak en uygun harekettir. Bütün bunların sayılması Allah'ın tevfîkiyle üç bölümde yapılacaktır.
Birinci bölüm: Haccın, Mekke'nin, Beyt-i Atik'in (Kâbe'nin) fazileti, haccın rükûnleri ve vücûbunun şartları
İkinci bölüm: Seferin başlangıcından dönüşe kadar olan zâhirî amellerin tertibi
Üçüncü bölüm: Bu ibâdetin ince âdâbları, sırları ve bâtınî amelleri
1) İbn Adiyy, (Ebû Hüreyre'den)
7-1
Haccın Fazileti
Bütün insanlara haccı ilan et. Gerek yaya olarak, gerek her uzak yollardan gelen yorgun develer üzerinde sana gelsinler. (Hac/27)
Katâde şöyle der: Allahü teâlâ, kulu ve peygamberi Hazret-i İbrahim'e, bütün insanlara haccı ilân etmesi emrini verdiğinde, Hazret-i İbrahim (aleyhisselâm) şöyle bir çağrıya başladı: 'Ey İnsanlar! Allahü teâlâ bir beyt binâ ettirdi. Onu ziyaret edin!'
Allahü teâlâ hacca gelmenin hikmetini ise şöyle beyan etmektedir:
(Gelsinler) ki kendileri için birtakım faydaları görsünler. . . (Hac/28)
Bazı âlimler bu ibareden hac mevsimindeki ticaret ile âhiretteki ecrin kastedildiğini söylemişlerdir.
Seleften bir âlim, bu yorumu işittiğinde, şöyle demiştir: 'Kâbe'nin rabbine yemin ederim ki haccedenler affolunmuşlardır'.
Bazı âlimler 'İblis şöyle dedi: O halde beni azdırmana karşılık yemin ederim ki, insanoğullarını saptırmak için muhakkak senin doğru yoluna oturacağım, vesvese verip pusu kuracağım' (Âraf/16) ayetinin tefsirinde bu yolun Mekke yolu olduğunu, şeytanın bu yolun üzerine oturup, insanları bu yoldan menetmeye çalıştığını söylemişlerdir.
Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:
Kim fahiş konuşmaksızın, fısk-u fücurda bulunmaksızın Beyti ziyaret ederse, annesinin kendisini doğurduğu gün gibi günahlardan sıyrılmış olur. 2
Şeytan, Arefe gününde olduğu gibi, hiçbir günde küçülmüş, zelil olmuş, hakir olmuş ve kızmış görünmez. 3
Şeytanın bu şekilde görünmesinin hikmeti muhakkak Allah'ın hacılar için, indirdiği rahmeti görmesinden ve Allah'ın büyük günahları affetmesinden dolayıdır.
Bazı günahlara sadece Arafat dağında vakfeye durmak bile kefaret olur. 4
Cafer b. Muhammed, bu sözü Hazret-i Peygamber'e isnâd etmiştir.
Mukarriblerden biri şöyle anlatır: Arafat'ta İblis, bana bir insan sûretinde göründü. Bir de ne göreyim, cismi gayet zayıf, rengi soluk, gözü yaşlı ve beli büküktü. Kendisine sordum:
- Ey İblis! Seni ağlatan nedir?
- Ticaret niyeti olmaksızın hacılar mevlâlarına doğru çıkıp gidiyorlar. Onların Mevlâ'ya yönelmelerinden, Mevlâ'nın da onları mahrum etmeyeceğinden korkarım. Bu durum beni mahzun edip ağlatmaktadır.
- Seni bu kadar zayıf düşüren nedir?
- Allah yolunda atların kişnemesi eğer benim yolumda olsaydı, daha hoşuma giderdi.
- Rengini solduran nedir?
- Cemaatin ibâdet konusunda yardımlaşmasıdır. Eğer onlar günâh konusunda yardımlaşsaydılar, bana daha sevimli gelirdi.
- Peki, belini kamburlaştıran nedir?
- Kulun, Allah'a 'Yâ rabbi! Ben senden güzel sonuç istiyorum' demesidir. Ben daima bir kulun amelini iyi görüp de mağrur olacağı zamanı bekler ve onun benim bu hilemi sezip de mağrur olmaktan kaçınmasından korkarım.
Hazret-i Peygamber haccın fazileti hakkında şöyle buyurmuştur:
Evinden hac veya umre için çıkıp yolda vefât eden bir kimse için, kıyâmete kadar (her sene) hac ve umre yapan kimsenin ecri defterine kaydedilir. Mekke veya Medine'de ölen bir kimse, ne arasat meydanına getirilir ve ne de hesaba mâruz kalır. Kendisine 'Haydi cennete gir' denilir. 5
Mebrur (kabul edilmiş) bir hac, dünya ve dünyadaki şeylerin hepsinden daha hayırlıdır. Mebrur (kabul edilen) haccın karşılığı cennettir. 6
Hac ve umre niyetiyle (Mekke'ye) gidenler, Allah'ın halkı ve ziyaretçileridir. Eğer onlar, Allah'tan isterlerse, Allah kendilerine isteklerini verir. Eğer dua ederlerse, dualarını kabul eder. Eğer şefaatta bulunurlarsa, şefaatları kabul olunur. 7
Ehl-i Beyt yoluyla gelen bir müsned hadîste şöyle buyurulur:
Günahça insanların en büyüğü, Arafat dağında vakfeye durduğu halde Allahü teâlâ'nın kendisini affetmediği zannına kapılan kimsedir,8
İbn-i Abbâs (radıyallahü anh) Hazret-i Peygamber'den şöyle rivâyet eder:
Bu Beyt'in üzerine Allah'ın her gününde yüzyirmi rahmet . inmektedir. Bunların altmışı ziyaretçilere, kırkı namaz kılanlara ve yirmisi de bakanlara taksim olunur. 9
Beyti çokça tavâf (ziyaret) ediniz. Çünkü kıyâmet gününde hasenât sahifelerinizde göreceğiniz en büyük hasene tavâf'dır. Kıyâmet gününde göreceğiniz en kârlı amel de budur. 10
İşte bu sırra binâen hacsız ve umresiz Kâbe'yi ziyaret etmek müstehabdır.
Başka bir haberde de şöyle denilmiştir:
Kim yalın ayak, başı kabak yedi defa peşipeşine tavaf yaparsa, bir köleyi âzâd etmiş kadar sevap alır. Kim, yağmurlu bir havada Kâbe'yi yedi defa ziyâret ederse, onun geçmiş günahları affolunur. 11
Deniliyor ki, Allahü teâlâ Arafat'ta herhangi bir kulun bir günâhını affederse, aynı günâhı işleyen diğerlerinin de o günâhını affeder.
Seleften biri şöyle buyurmuştur: 'Arefe günü, cumaya tesâdüf ederse, Arafat'ta bulunan herkesi Allahü teâlâ affeder. Dünyanın en faziletli günü o gündür. O günde Hazret-i Peygamber vedâ haccını yapmıştır. 12
Hazret-i Peygamber, vedâ haccında vakfe yaparken şu ayet nâzil olmuştur.
Bugün sizin için dininizi kemâle erdirdim. Üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak İslâm'ı seçtim. (Mâide/3)
Kitap ehli şöyle demiştir: 'Eğer bu ayet, bizler için nâzil olsaydı, bu ayetin nâzil olduğu günü bayram olarak kabul ederdik'. Bunun üzerine Hazret-i Ömer (radıyallahü anh) şöyle buyurmuştur: 'Ben Allah için şehadet ederim ki, bu ayet iki bayramın bir arada olduğu bir günde nâzil olmuştur. Yani Arefe ve Cuma gününün bir arada olduğu bir günde Arafat'ta vakfeye durmuşken Hazret-i Peygamber'e nâzil olmuştur'.
Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) bir defasında şöyle dua etmişti:
Rivâyet ediliyor ki, Ali b. Muvaffak Hazret-i Peygamber'in yerine birkaç defa hacca gitmişti. Kendisi şöyle anlatır: Hazret-i , Peygamber'i rüyamda gördüm. Bana şöyle dedi:
- Ey Muvaffak'ın oğlu! Sen mi benim için birkaç defa haccettin?
- Evet yâ Rasûlüllah! Senin yerine haccettim.
- Sen mi benim yerime Lebbeyk dedin?
- Evet yâ Rasülallah! Senin yerine Lebbeyk dedim,
- Ben bunun karşılığını kıyâmet gününde sana vereceğim.
Mahşer yerinde senin elinden tutup mahlûkat hesabın şiddeti içindeyken seni götürüp cennete sokacağım.
Mücâhid ve başka âlimler şöyle demişlerdir: 'Hacılar Mekke'ye geldikleri zaman, melekler deve süvarilerine selâm verirler. Merkeblere binenlerin ellerini sıkarlar, yaya gelenlerin de boyunlarına sarılırlar'.
Hasan-ı Basrî şöyle buyurmuştur: 'Ramazan ayının sonunda veya herhangi bir savaşta veya haccın sonunda ölen bir kişi şehid olarak ölmüştür'.
Hazret-i Ömer şöyle buyurmuştur: 'Hacceden bir kimse affolunmuştur. O hacceden Zilhicce, Muharrem, Safer aylarının tamamında ve Rebiülevvel ayının yirmi gününde kimler için istiğfar etmişse, onlar da affolunur'.
Selef-i salihînin sünnetindendir ki, savaşa gidenleri yolcu ederlerdi. Hacdan gelenleri de karşılaşırlar ve iki gözünün ortasından öper, kendilerinden dua isterlerdi. Hacılar günahlarla kirlenmezden evvel bütün bunları yaparlardı.
Ali b. Muvaffak şöyle anlatır: "Bir sene hacca gittim. Arefe gününün gecesi Minâ'da Mescid-i Hayf'ta uyudum. Rüyamda sırtlarında yemyeşil elbiseler olan iki meleğin gökten indiklerini gördüm. Biri diğerine şöyle diyordu:
- Ey Allah'ın kulu!
- Buyur ey Allah'ın kulu!
- Bu sene rabbimizin beytini ziyaret edenlerden kaç kişinin haccının kabul edildiğini biliyor musun?
- Hayır, bilmiyorum!
- Altı kişinin haccı kabul olundu.
Sonra ikisi de göğe doğru yükseldiler ve kayboldular. Ben korkular içerisinde uyandım. Neredeyse üzüntümden bayılacaktım. Bu durum beni çok müteessir etmişti. Kendi kendime dedim ki: 'ınadem ki altı kişinin haccı kabul edilmiş, ben bu altı kişiden birisi nasıl olabilirim?' Arafat'tan inerken Müzdelife'de, Meş'ar'il-Haramın yanında hacıların çokluğunu ve haccı kabul edilenlerin azlığını düşünürken uyuya kalmışım. Baktım ki, iki kişi yine aynı şekilde tekrar geldiler. Daha önce yaptıkları gibi birbirlerine soru sorup, cevap verdiler. Biri arkadaşına şöyle dedi
- Rabbimizin bu gece nasıl bir hüküm verdiğini biliyor musun?
- Hayır, bilmiyorum.
- Rabbimiz bu gecede, o altı kişinin herbiri için yüzbin kişiyi bağışladı.
Birdenbire uykumdan uyandım. İfade edilmesi güç bir ferah ve sürûra kavuşmuştum".
Yine Ali b. Muvaffak şöyle anlatmaktadır: Bir sene hacca gitmiştim. Hac menâsikleri bittikten sonra, haccı kabul edilmeyenler hakkında düşünüp şöyle dedim: 'Yâ rabbi! Ben haccımın sevabını, haccını kabul etmediğin kimselere hibe ettim'. Sonra rabbimi rüyamda gördüm. Bana dedi ki: 'Ey Ali! Cömertlik ile cömertleri yaratan ben olduğum halde sen bana karşı cömertlik mi taslıyorsun? Ben cömertlerin en cömerdi, ikram edenlerin ikram edicisi ve bütün âlemlerden daha fazla ikram ve cömertlik yapmaya müstahak olan Allahım. Haccını kabul etmediğim kimseleri, haccını kabul ettiğim kimselere bağışladım'.
2) Buharî ve Müslim, (Ebû Hüreyre'den)
3) İmâm-ı Mâlik, (İbrahim b. Ebî Able'den)
4) İmâm Irâkî böyle bir hadîse rastlamadığını söylemektedir.
5) Beyhakî, (Ebû Hüreyre'den birinci şıkkını) ; Beyhakî, Dârekutnî, (Hazret-i Aişe'den ikinci şıkkını) ; hadisin iki versiyonu da zayıf hadîslerdendir.
6) Müslim ve Buharî, (Ebû Hüreyre'den)
7) Buharî, (Ebû Hüreyre'den)
8) Hatib, el- Muttefek ve'l-Mufterek, Deylemî, Müsned'ül-Firdev s, zayıf bir senedle
9) İbn Hıbbân ve Beyhaki, (İbn-i Abbâs'dan hasen birsenedle)
10) İbn Hıbbân ve Hâkim, (İbn Ömer'den)
Beyt'in (kâbe'nin) ve Mekke'nin fazileti
Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:
Allahü teâlâ bu Beyt' e öyle bir va'dde bulunmuştur ki, her sene bu Beyt'i altıyüzbin kişi ziyaret eder. Eğer altıyüzbin kişiden az gelirse meleklerle tamamlar. Kâbe, mahşer gününde telli duvaklı gelin gibi haşr olunur. Kendisini dünyada ziyaret edenlerin hepsi perdelerine yapışmış bir halde beraberinde yürürler. Kâbe kendisi cennete girip onları da beraber cennete sokuncaya kadar yürür. 14
Hacer'ul-Esved, cennetin yâkut taşlarından bir yâkuttur. Kıyâmet gününde haşrolunur. Görür iki gözü ve konuşur dili vardır. Hak ve doğrulukla kendisini dünyada istilâm (öpmek veya el sürmek) edenlerin lehinde şehadet eder. 15
Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) Hacer'ul-Esved'i çokça öperdi. 16 Yine rivâyet edildiğine göre, Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) Hacer'ul-Esved'in üzerine secde etmiştir. 17
Hazret-i Peygamber, devesinin sırtına binerek Kâbe'yi ziyaret ederdi. Hacer'ul-Esved'in hizasına gelince, elindeki asâsının bir ucunu taşın üzerine bırakır, diğer ucunu öperdi. 18
Hazret-i Ömer'de, Hacer'ul-Esved'i öptükten sonra şöyle demiştir:
Biliyorum ki sen bir taşsın. Ne kimseye zarar ve ne de kimseye fayda verebilirsin. Eğer Allah'ın Rasûlü'nü seni öperken görmeseydim, seni asla öpmezdim. Bu sözden sonra hüngür hüngür ağlayıp figan etti. Sonra arkasına dönerek baktı ki, Hazret-i Ali orada bulunmaktadır. Hazret-i Ali'ye hitaben 'Ey Ebû Hasan! İşte burada gözyaşı dökülür ve duâlar kabul olunur' dedi. Hazret-i Ali, Hazret-i Ömer'e (radıyallahü anh) şu cevabı verdi: 'Ey Mü'minlerin emiri! Hacer'ul-Esved'in ne zarar ve ne de fayda vermediğini söylediniz. Halbuki Hacer'ul-Esved hem zarar hem de yarar verir'. Ömer 'Nasıl olur?' deyince, Hazret-i Ali şöyle cevap verdi: Allahü teâlâ, Âdem'in zürriyetini bir araya getirip onlardan söz aldığı zaman, onların vermiş oldukları söze dair bir senet yazdı ve o senedi bu taşın içine koydu. Bu nedenle bu taş, sözüne sâdık kalıp ahdine vefa gösteren Mü'minler için lehde şehadet eder. Kâfirlerinde aleyhlerine şehâdet eder'. 19
Bazı alimler tarafından denildi ki, Hazret-i Ali'nin bu sözü, halkın Hacer'ul-Esved'i istilâm ederken söyledikleri şu sözün mânâsını içerir:
Yâ rab! Sana îman ederek, senin kitabına inanarak ve senin sözünü yerine getirmek için bunu yapıyorum!
Hasan-ı Basrî şöyle demiştir: 'Mekke'de bir gün oruç, diğer yerlerdeki yüzbin oruca bedeldir. Orada verilen bir dirhem sadaka, başka yerlerde verilen yüzbin dirheme eşittir. Mekke'de yapılan her hasene yüzbine bedeldir'.
Deniliyor ki, 'Kâbe'yi yedi defa tavâf etmek, bir umreye eşittir. Üç umre de bir hacca eşittir'.
Sahih bir haberde şöyle denilmiştir:
Ramazan ayında yapılan bir umre, benimle birlikte yapılan bir hac gibidir. 20
Kıyâmet gününde ilk önce kabrinden kalkan ben olacağım. Sonra ben Medin-i Münevvere'nin mezarlığı Cennet'ul-Bakiye gelirim. Onlar da kabirlerinden kalkıp benimle beraber gelirler. Sonra Mekke ehline gelirim, Mekke ile Medine arasında haşrolunurum. 21
Âdem (aleyhisselâm) hac yapıp menâsik-i haccı bitirdikten sonra, melekler kendisiyle karşılaştı ve melekler kendisine şöyle dediler: 'Ey Âdem! Haccın kabul edildi (kabul olsun) . Biz senden iki bin sene önceden beri bu beyti ziyaret etmekteyiz'. 22
Allahü teâlâ her gece yeryüzündeki insanlara bakar. İlk baktığı kimseler harem-i şerifin halkıdır. Harem-i Şerif halkı arasında da ilk önce Mescid-i Haram ehline bakar. Kimi Kâbe'yi ziyaret ederken görürse, onu affeder. Kimi namaz kılarken görürse, onu da affeder. Kimi Kâbe 'ye doğru ayakta durup bakarken görürse, onu da affeder.
Evliyaullah'tan biri keşif âleminde şöyle görmüştür: 'Ben gördüm ki, İslâm'ın bütün sınırları (Basra körfezinin yakınında bulunan) Abadan adasına secde ediyorlardı ve yine gördüm ki, Abadan adası da Cidde'ye secde ediyordu'.
Anlatıldığına göre, hiçbir günün güneşi batmaz ki, o günde bu Beyti (Kâbe'yi) Allah'ın abdal kullarından biri ziyaret etmesin. Hiçbir günün fecri doğmaz ki, o günde Allah'ın evtad kullarından biri Kâbeyi ziyaret etmesin. Abdal ve evtadların ziyaretlerinin kesilmesi, Kâbe'nin yeryüzünden kalkmasına vesile olur. Halk sabahladığı zaman bakar ki Kâbe kaldırılmış ve eseri dahi kalmamıştır. Bu hâdise Kâbe yedi sene hiçbir ferd tarafından ziyaret edilmedikten sonra olacaktır, Kâbenin kaldırılışından sonra mushafların yapraklarından Kur'ân'ın bütün ayetleri silinir ve o yapraklarda bir harf dahi görünmez olur. Bundan sonra Kur'ân göğüslerden kaldırılır. Hafızlar Kur'ân'ın bir kelimesini dahi hatırlayamazlar. Bundan sonra halk şiirler, nağmeler ve câhiliyye devrinin haberlerine başvurur, onu aralarında hakem yaparlar. Bundan sonra Deccal ortaya çıkar. İsâ iner ve Deccal'ı öldürür. O zamanlarda kıyâmet, doğum zamanı yaklaşmış bir devenin doğumu gibi, yakın olur.
Bir haberde şöyle denilmiştir:
Bu beyt, (Kâbe) kaldırılmazdan önce onu çokça ziyaret ediniz. Çünkü bu Kâbe iki defa yıkıldı. Üçüncü yıkılışında kaldıracaktır. 23
Hazret-i Ali'nin, Rasûlüllah'tan şu hadîsi naklettiği rivâyet olunmaktadır: Hazret-i Peygamber, Allahü teâlâ'nın şöyle buyurmuş olduğunu rivâyet etti:
Dünyayı yıkmak istediğim zaman ilk önce beytimden başlıyacağım. Onu tahrib edecek, onun arkasından da dünyayı tahrib edeceğim. 24
14) .
15) Tirmizî ve Nesâî, (İbn-i Abbâs'tan)
16) Müslim ve Buharî, (Hazret-i Ömer'den)
17) Bezzâr ve Hâkim, (Hazret-i Ömer'den)
18) Müslim ve Buharî, (Ebû Tufeyl ve Câbir'den)
19) Müslim ve Buharî. Fakat Hazret-i Ali'nin bu sözü onların rivâyetlerinde yoktur.
20) Müslim ve Buharî, (İbn-i Abbâs'dan)
21) Tirmizî ve İbn Hıbbân, (İbn Ömer'den)
22) el-Mufaddal, el-Cundî ve İbn Cevzî, (İbn-i Abbâs'tan)
23) Bezzâr, İbn Hıbbân ve Hakim, (İbn Ömer'den)
24) Irakî aslına rastlamadığını kaydeder.
Mekke'de Oturmanın Fazileti ve Kerâheti
İhtiyatlı davranan ve Mekke-i Mükerreme'deki ikameti mahzurlu gören âlimler, bunu üç sebepten mahzurlu görürler:
1. Usanç gelme korkusu ve beyte karşı olan aşkın azalmasıdır.
Zira her ikisi de Kâbe-i Muazzama'ya karşı olan kalp sevgisinin azalmasına vesile olabilir. Hazret-i Ömer (radıyallahü anh) , hac mevsimi bittikten sonra hacılara şöyle derdi:'Ey Yemenliler! Yemeninize, Ey Şamlılar! Şamınıza, Ey Iraklılar! Irakınıza gidin'.
Yine bu hikmete binaen, halkı çokça tavâf etmekten menetmeyi düşünüyor ve diyordu ki: 'Çok tavâf etmek sûretiyle bu Kâbe'nin hürmetine halel getirmelerinden korkuyorum'.
2. İnsan Mekke'den ayrılınca, Kâbe'ye karşı olan iştiyakı kabarır ve ikinci bir defa ziyaret etmesine vesile teşkil eder. Çünkü Allahü teâlâ, Kâbe'yi insanlar için dönüş yeri ve emniyet merkezi kılmıştır. Yani insanlar zaman zaman ona gelerek ziyarette bulunurlar ve onunla olan ilgilerini kesmezler.
Âlimlerden bâzıları şöyle buyurmuşlardır: 'Başka bir beldede bulunup da kalbin Mekke'ye iştiyak duyar ve Kâbe'ye bağlı olursa, haremde olup oranın yerlisi olmak hasebiyle kalbine usanç gelmiş olmaktan daha hayırlıdır. Mekke'de olup kalbin başka bir memlekete bağlı olmasından, başka memlekette olup kalbinin Mekke'ye bağlı olması daha hayırlıdır'.
Seleften biri şöyle buyurmuştur: 'Horasan memleketinde nice kişiler vardır ki, bu Kâbeyi bilfiil ziyaret edenlerden Kâbe'ye daha yakındırlar'.
Deniliyor ki, Allahü teâlâ'nın birtakım kulları vardır ki Kâbe, Allah'a yakın olmak için onları ziyarete gider.
3. Hata işlemek ve günah yapmak korkusundan Mekke'de oturmayı kerih görmüşlerdir. Zira Mekke'de hata yapmak ve günah işlemek büyük bir tehlike teşkil etmektedir. Bu yerin şerefi için, böyle bir hareketin insan üzerine Allah'ın gazabının celbedilmesine vesile olması gerektir.
Vüheyb b. Verd el-Mekkî'den rivâyet ediliyor: Bir gece İsmail'in (aleyhisselâm) , hücresinde namaz kılıyordum. Kâbe ile örtüsü arasından gelen bir ses duydum. Şöyle diyordu: 'Etrafımda ziyaret edenlerin dünya hâdiselerine dalmasından, bâtıl konuşmalar yapmasından ve gâfil bulunmalarından, önce Allah'a sonra sana şikâyet ediyorum ey Cebrâil! Eğer beni ziyaret edenler bu gafletlerinden men olunmasalar, yemin ederim ki, ben öyle bir patlayacağım ki, bende bulunan her taş, hangi dağdan getirilmişse oraya fırlayacaktır'.
İbn Mes'ûd şöyle demiştir: 'Mekke hariç, Allah'ın hiçbir beldesinde kul niyetini fiiliyat sahasına dökmedikçe hesaba çekilmez. Ancak Mekke'de insan, niyetinden ötürü hesaba çekilir'. Sonra şu ayeti delil olarak getirmiştir:
Kim Mescid-i Haram'da, haktan meyletmeye niyet ederek zulüm yapmaya kalkışırsa, ona acıklı bir azap tattırırız. (Hac/25)
Yani bu azap, sadece kötü niyetinden ve mücerred iradesinden ötürü kendisine verilir.
Deniliyor ki: 'Mekke-i Mükerreme'de sevabların biri yüzbine bedel olduğu gibi günahlar da katmerleşir'.
İbn-i Abbâs (radıyallahü anh) şöyle buyuruyor:
Mekke'de ihtikâr (karaborsacılık) yapmak, haremde zulüm yapmaya niyetlenmektendir.
Yalan söylemenin de böyle olduğu söylenilmiştir. .
İbn-i Abbâs şöyle buyurmuştur: 'Rükye'de yetmiş günâh işlesem, Mekke-i Mükerreme'de tek bir günâh işlemekten daha kolay gelir bana. . . '
Rükye, Mekke İle Tâif arasında bir yerdir. Bu korkudandır ki, Mekke'de ikamet eden bazı kimseler, harem sınırları dahilinde def-i hacet yapmaz, bu sınırları geçtikten sonra ihtiyaçlarını görüp dönerlerdi. Bazıları da Mekke'de bir ay durduğu halde yanını yere koyarak yatmamışlardır. Mekke'de ikamet etmeyi menetmek için alimlerin bazısı Mekke evlerinin kiralanmasını bile kerih görmüştür.
Sakın Mekke'de ikamet etmenin kerahetinin, Mekke bölgesinin faziletiyle tezad teşkil ettiği zannına kapılma. Çünkü ikametteki kerahetin illeti halkın dince zayıf olması, o mübarek makamların hak ve hukukuna riâyet etmek hususunda kusurlu bir halde bulunmasıdır. Bu bakımdan bizim 'Mekke'de ikamet etmemek daha efdaldir' sözümüzün mânâsı, yani kusurlu ve Mekke'den usanç getirecek kadar durmaktan durmamak daha efdaldir demektir. Fakat mübarek makamların hakkına hukukuna tam riâyet ederek ikamet etmenin efdaliyyeti ise, hiçbir zaman sözkonusu bile değildir. Durum nasıl böyle olmasın?
Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) , Medine'den Mekke'ye geldiği zaman, Kâbe-i Muazzama'nın karşısında durarak şöyle buyurmuştur:
Senin, Allahü teâlâ'nın en hayırlı arazisi olduğun ve Allah'ın beldelerinin bence en sevimlisi bulunduğun muhakkaktır. Eğer ben senden çıkartılmış olmasaydım, kesinlikle kendi arzumla buradan ayrılmazdım. 25
Yine hakkına hukukuna riayet ederek Mekke'de ikamet etmek, ikamet etmemekten nasıl üstün olmasın? Halbuki Kâbe-i Muazzama'ya bakmak, ibâdettir ve Mekke'de yapılan iyilikler birkaç misliyle Allah nezdinde kabul olunur. (Nitekim daha önce de bu keyfiyyeti zikretmiştik) .
25) Tirmizî ve Nesâî, İbn Mâce ve İbn Hıbbân, (Abdullah b. Adiyy b. el-Hamra'dan)
Medine-i Münevvere'nin Fazileti
Mekke'den sonra Medine'den daha üstün bir belde yoktur. Medine'de yapılan ibâdetler de kat kat olarak kabul olunur.
Çünkü Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:
Benim bu mescidimde bir namaz, Mescid-i Haram hâriç, diğer mescidlerde kılınan bin namazdan daha efdaldir. 26
İşte böylece Medine'de yapılan her hayırlı iş başka yerlerde yapılan bin hayırlı işe bedeldir, Hazret-i Peygamberin Medine'sinden sonra fazilet bakımından Kudüs-i Şerîf gelir. Kudüs-i Şerifte kılınan bir namaz, Mescid-i Haram ve Medine hâriç, diğer yerlerde kılınan beşyüz namaza bedeldir. Diğer amellerde de durum böyledir.
İbn-i Abbâs (radıyallahü anh) Hazret-i Peygamber'den şu hadîsi rivâyet etmektedir:
Medine mescidinde kılınan bir namaz, onbin namaza, Mescid-i Aksâ'da kılınan bir namaz bin namaza, Mescid-i Haram'da kılınan bir namaz da yüzbin namaza bedeldir. 27
Medine'nin şiddetine ve sıkıntısına tahammül eden bir kimse için, ben kıyâmet gününde şefaatçı olurum. 28
Medine'de ölmeye gücü yeten (yani ikamet etmek isteyen) Medine'de ölsün. Çünkü Medine'de ölen herkes için kıyâmet gününde şefaatçiyim ben. . . 29
Bu üç bölgeden başka bütün yeryüzü ikamet için eşittir. Ancak İslâm devletinin sınırlarında ikamet etmek, bu hükmün dışında kalır. Hududları beklemek için, sınırlarda ikamet etmekte de büyük bir fazilet vardır.
Nitekim Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) bu hükmü belirtmek gayesiyle şöyle buyurmaktadır:
Ziyâret amacıyla ancak üç mescide kafileler tertib edilebilir: 1) Mescid-i Haram, 2) Şu (Medine'deki) mescidim, 3) Mescid i Aksâ. 30
26) Müslim ve Buharî, (Ebû Hüreyre'den)
27) İmâm Irâkî, bu hadîsin 'garib' olduğunu kaydeder.
28) Müslim, (Ebû Hüreyre, İbn Ömer ve Ebû Said'den)
29) Tirmizî ve İbn Mâce, (İbn Ömer'den) Tirmizî'ye göre 'hadîs-i hasen'dir.
30) Müslim ve Buharî, (Ebû Hüreyre ve Ebû Said'den)
Velilerin Kabirlerini (Meşhedleri) Ziyaret
Bazı alimler, bu hadîs-i şerifle istidlâl ederek meşhedlerin, âlim ve sâlihlerin kabirlerini ziyaret etmeyi menetmeye taraftar görünmüşlerdir. Fakat bana göre bu hadîsten böyle bir anlam çıkmamaktadır. Aksine âlimlerin ve sâlihlerin kabirlerini ziyaret etmek emredilmiştir.
Nitekim Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmaktadır:
Sizi kabir ziyaretinden daha önce menetmiştim. Fakat kabirleri ziyaret ediniz. Yalnız hecr (dine aykırı) konuşmayınız. 31
Yukarıdaki hadîs, sadece mescidler hakkında söylenmiştir. Meşhed kelimesi, hiçbir zaman mescid mânâsında değildir. Çünkü bu üç mescid (Mescid-i Haram, Mescid-i Nebevî ve Mescid-i Aksâ) dışında yeryüzünde bulunan diğer bütün mescidler fazilet hususunda eşittir. Hiçbir İslâm beldesi yoktur ki, orada bir mescid bulunmasın. Bu bakımdan memleketinde mescid bulunan bir kimsenin başka bir memleketteki mescidi ziyaret etmesinde hiçbir mânâ yoktur. Meşhedlere gelince, onlar, hiçbir zaman eşit olmazlar. Onların ziyaretinden elde edilen bereket, kabir sahiplerinin derecelerine göredir.
Evet, bir yerde mescid yoksa, mescidi olan bir yerin ziyaretine gitmek gayesiyle kervan tertip edilebileceği gibi tamamen oraya göç de edilebilir. Keşke bir bilseydim, kabir ziyaretini meneden bir kişi, peygamberlerden Hazret-i İbrahim, Hazret-i Mûsa, Hazret-i Yahya ve diğer zevâtın kabirlerini ziyaret etmeyi de meneder mi? Bu zevât-ı kirâmın kabirlerinin ziyaret edilmesini menetmek son derece muhâl ve çirkin bir harekettir. Eğer peygamberlerin kabirlerini ziyaret etmeyi caiz görürse, o zaman velilerin, alimlerin ve sâlihlerin kabirlerini ziyaret etmek de aynı mânâda değil midir? Bu zevât-ı kirâmın kabirlerini ziyaret etmek, herhangi bir beldeye ziyaret amacıyla tertip edilen kafilenin hedefleri içindedir. Nitekim, hayatta bulunan âlimleri ziyaret de bu yolculuğun hedeflerindendir ve olabilir.
Allah'ı arayan bir kimseye en uygun hareket, eğer seferinden ilmî istifadeler kasdetmezse, bulunduğu memleketten ayrılmamasıdır. Vatanında durumu normal olduğu müddetçe ikamet etmelidir. Eğer vatanında ikamet etmek kendisi için zorlaşmışsa o vakit daha sakin ve dini için daha elverişli ve ibâdetlerini kolayca yapmaya daha müsait bir yere gitmelidir. Yerleştiği o yer onun için, en faziletli yerlerden olur.
Nitekim Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:
Yeryüzü Allah'ındır. İnsanlar da Allah'ın kullarıdır. Bu bakımdan nerede şefkat görürsen, orada oturup Allah'a hamd ü senâ et!32
'Kim bir şeyde bereket bulursa, ona yapışıp elden kaçırmasın. Kim geçimini bir şeyden temin ederse, o durumu bozulmadıkça orayı bırakıp başka bir yere gitmesin'. 33
Ebû Nuaym şöyle arılatır: Süfyân eş-Sevrî'yi heybesini omuzuna koymuş, ayakkabılarını eline almış bir halde gördüm ve kendisine sordum:
- Ey Ebû Abdullah! Nereye gidiyorsun böyle?
- Bir memlekete gidiyorum ki orada bu heybemi bir dirhem ile doldurabileyim. İşittim ki bir köy varmış ve orada herşey ucuzmuş. Oraya gidip yerleşmek istiyorum.
- Ey Ebû Abdullah! Sen de mi böyle şeyler düşünüyorsun?
- Evet! Bir memlekette ucuzluk olduğunu işittiğin zaman, hemen oraya hicret et. Çünkü orası senin dinin için daha selâmetli ve arzularını daha fazla azaltıcı bir memleket olur.
Yine Süfyân es-Sevrî şöyle derdi: 'Bu kötülük zamanıdır. Bu zamanda nâm ve nişanı olmayanlardan dahi korkulur. Acaba şöhret sahiplerinin hâli ne olur? Şimdi bir yerden diğer bir yere gitmek zamanıdır. Kişi, bu zamanda fitneden kaçmak gayesiyle köyden köye, memleketten memlekete hicret etmek mecburiyetindedir'.
Yine Süfyân es-Sevrî bir defasında 'Yemin ederim, hangi beldenin daha sâkin olduğunu farkedemiyorum' der. Bu sözü üzerine kendisine sorulur:
- Horasan nasıldır?
- Horasan'da çeşitli mezhepler ve bozuk fikirler mevcuttur.
- Şam nasıldır?
- Şam'da parmakla gösterilirsin orada şöhret düşkünlüğü vardır.
- Irak nasıldır?
- Diktatörlerin ve zalimlerin diyarıdır.
- Mekke nasıldır?
- Keseyi ve bedeni eritir/pahalıdır, sıcaktır.
Süfyân'a garip bir kişi şöyle bir suâl sorar: 'Mekke'de mücavir olarak ikamet etmek istiyorum. Bana gerekli tavsiyelerde bulun!' Süfyân da ona şöyle der: 'Sana üç şeyi tavsiye ederim: 1) Birinci safta namaz kılma, 2) Kureyş neslinden gelen biriyle ahbaplık edip yüz göz olma, 3) Verdiğin sadakayı açıktan verme'.
Süfyân, birinci safta namaz kılmayı, şöhreti celbettiği için kerih görmüştür. Çünkü devamlı birinci safta namaz kılan bir kimse, görülmediği zaman hâli sorulur. O vakit kalbine riyâ kokusu girmesi muhtemel olduğu için ameline de mürâilik ve yapmacıklık karışır.
30) Müslim ve Buharî, (Ebû Hüreyre ve Ebû Said'den)
31) Müslim, (Bureyde b. el-Asld'den)
32) İmâm-ı Ahmed, Taberâni, (Zübeyr b. Avvam'dan zayıf bir senedle)
33) İbn Mâce, (Enes ve Hazret-i Âişe'den birinci cümlesini hasen bir senedle)
Haccın farz olmasının şartları, rükûn ve farzlarının sıhhati ve mahzurları
7-2
Haccın Şartları
Haccın sahih olması için, iki şart lâzımdır:
a) Vakit (hac mevsimi)
b) İslâmiyet (hacca gidenin müslüman olması)
Bu bakımdan, bülûğ çağma gelmemiş çocuğun haccı sahihtir. Eğer aklı eriyorsa, bizzat ihrama girebilir. Eğer aklı ermiyorsa, velisi onun yerine ihrama girer ve haccın tavâf (ziyaret) , sa'y ve sâir menâsiklerini normal olarak kendisine yaptırır.
Haccın vakti ise, Şevval, Zilkade ve Zilhicce 'nin onuna kadardır. Dokuzuncu gün, kurban bayramının şafağına kadar devam eder. Bu bakımdan kim ki, bu müddetin haricinde hac için ihrama girerse onun yaptığı, hac değil umre sayılır. Senenin bütün ayları umre vaktidir. Fakat Minâ günlerinde haccın ibâdetiyle meşgul olan bir kimsenin umre için ihrama girmesi uygun değildir. Çünkü böyle bir kimse umre için ihrama girdiği takdirde Minâ'dahi haccın cemreleriyle meşgul olduğundan umrenin işleriyle meşgul olma imkânından mahrumdur.
Haccın 'Haccetu'l-İslâm' (farz hac) yerine geçmesi ise, beş şarta bağlıdır:
1. Müslüman olmak
2. Hür olmak
3. Bâliğ olmak
4. Akıllı olmak
5. Vakit bulmak
Eğer çocuk ile köle hac için ihrama girer, fakat Arefe'de veya Müzdelife' de iken köle âzâd edilir, çocuk da bülûğ çağına ererse, bayram gününün fecri doğmazdan önce yeniden Arafat'a, dönüp gelirse, ikisinin de haccı (Haccetu'l-İslâm) yerine geçer. Çünkü hac, Arefe demektir. Böyle yapan köle ve çocuğa kan akıtmak ve kurban kesmek gerekmez. Farz olan umrenin yapılmasında da, vakit hâriç, bütün bu şartların varlığı lâzımdır, (Umre'nin farz oluşu, Şafiîler ile Hanbelîlere göredir) .
Bâliğ ve hür bir kimsenin yaptığı haccın nafile hac yerine geçmesinin şartlarına gelince, farz haccı edâ ettikten sonra yapılan hactır. Çünkü farz olan hac, önde gelen bir ibâdettir.
Sonra Arafat'da vakfe halindeyken ifsâd edilen haccın kaza edilmesi gelir. Sonra adanmış hac, sonra vekâlet hac, daha sonra da nafile hac gelmektedir. Bu tertip lâzımdır. Başka haccı niyet etse dahi yine bu şekilde kabul edilir.
Haccın bir müslümana farz olmasının şartları da beştir:
1. Bâliğ olmak
2. Müslüman olmak
3. Akıllı olmak
4. Hür olmak
5. Haccetmeye gücü yetmek
Kime hac farz olursa, o kimseye umre de farz olur. (Hanefîlere ve Mâlikîlere göre umre sünnettir) .
Mekke-i Mükerreme'ye ziyaret veya ticaret maksadıyla giden bir kimse, eğer odun taşıyıcısı değilse, bir kavle göre, muhakkak ihrama girip, öylece Mekke'ye girmesi gerekir. İhramlı olarak Mekke'ye girdikten sonra hac veya umre amellerini yapmak sûretiyle ihramdan çıkabilir.
Haccetmeye gücü yetmek meselesine gelince, bu iki çeşittir:
A) Bilfiil yapmak. Bunun da birçok sebepleri vardır,
1. Kişinin sağlıklı olması gerekir.
2. Yolun ise, kolay ve emin olması gerekir. Tehlikeli deniz ve saldırgan bir düşmanın bulunmaması lâzımdır.
3. Mal hususunda ise, gidip vatanına dönünceye kadar nafakası bulunmalıdır. İster vatanında aile efradı olsun, ister olmasın. Çünkü vatandan uzak yaşamak çok zor bir şeydir. Bir de hac müddeti boyunca kendisine yetecek kadar nafakaya sahip olması lâzımdır. Borçlarını ödeyebilecek servete sahip olması gerekir. Bineğe sahip olmalı veya kiralamaya gücü yetmelidir. Kiraladığı bineğe, hevdecinde oturmak sûretiyle veya nöbetleşmek sûretiyle binmeye muktedir bulunması gerekir.
B) Hacca gitmeye gücü yetmeyen kötürüm, malıyla başkasını kendi yerine gönderebilir. Yani kendisi için farz haccı yapmış bir kimseyi ücretle tutup, kendi yerine göndermelidir. Böyle bir kimseyi gönderirken sadece nöbetleşe binecek kadar gidiş nafakasını vermek kâfi gelir. (Talep etmedikçe geliş nafakası vermek gerekmez) .
Oğul, kötürüm babasına 'senin yerine ben hacca gideceğim' dediği zaman, babasının haccetmeye gücü yetiyor sayılır. Eğer oğlu 'malımı verip de yerine haccettiririm' derse, o zaman haccetmeye gücü yetiyor sayılmaz. Çünkü bedenle babaya hizmet etmek de evlât için şeref vardır. Fakat malını vermesi ise, babaya bir minnet yüklemiş olur.
Gücü haccetmeye yeten bir kimseye hac lâzım gelir. Fakat tehir edebilir. Ancak tehirde tehlike vardır. Eğer hayatının sonunda olsa dahi, hacca gitmeye muvaffak olursa, farziyet kendisinden düşer. Eğer hac etmeye gücü yettiği halde gitmeyip tehir eder ve haccetmeden ölür giderse, haccı terkettiği için âsi olarak Allah'ın huzuruna gider. Geride bıraktığı servetinden hac bedeli çıkarılır ve haccı yaptırılır ve hatta haccın yapılmasını vasiyet etmezse dahi. Hac meselesi de tıpkı diğer borçlar gibidir. Yani vasiyet olmazsa dahi yapılması mecburîdir.
Eğer bir senede hacca gitmeye gücü yeter de, hacca gidenlerle beraber yola çıkmazsa, halk daha hacca varmazdan önce malı ve serveti yok olduktan sonra ölüp Allah'ın huzuruna giderse, boynunda hac bulunmaz. Zengin olduğu halde haccetmeyip ölen bir kimsenin durumu Allah nezdinde çok tehlikelidir. Hazret-i Ömer (radıyallahü anh) şöyle buyurmaktadır: İstedim ki, bütün valiliklere emirnâme yazayım da, gücü yettiği halde hacca gitmeyen kimselerden harac alsınlar'.
Said b. Cübeyr, İbrahim en-Nehaî, Mücâhid ve Tâvus'dan şöyle dedikleri rivâyet edilir: 'Kendisine hac farz olmuş zengin bir kimsenin haccetmeden önce öldüğünü bilirsem, cenaze namazını kılmam'. Nitekim bir âlimin zengin bir komşusu vardı. Haccetmeden önce ölünce, o âlim onun cenaze namazını kılmadı.
İbn-i Abbâs 'Kim zekât vermeden ve hac yapmadan ölürse, ikinci bir defa dünyaya gelmeyi temenni eder' demiş ve şu ayeti okumuştur:
Diyecekler: 'Rabbim! Beni dünyaya geri çevir ki, ben terkettiğim îmanı yerine getirip sâlih bir amelde bulunayım'. (Mü'minûn/99)
Bunun ardından da 'Salih amelden maksat hacdır' diye ilâve etmiştir.
Haccın Rükûnları
Şu rükûnlar olmadan hac sahîh olamaz. Bu rükûnlar beş tanedir:
1. İhrama girmek
2. Bayram gününden itibaren Kâbeyi yedi defa ziyaret etmek
3. Bu ziyaretten sonra Safa ile Merve arasında yedi defa sa'y yapmak
4. Arafat'da vakfeye durmak
5. Arafat vakfesinden sonra traş olmak Arafat'ta vakfeye durmak hâriç bütün bu rükûnler, Umre'de de lâzımdırlar.
Terkedildiğinde kurban kesmeyi gerektiren vacibler altı tanedir:
1. Mîkatta (belirli yerlerde) ihrama girmek. İhrama girmeden o belirli yerleri geçenin bir koyun kesmesi gerekir.
2. Cemrelere taş atmak. Buraya taş atmayı terketmek bir kavle göre kan akıtmayı (kurban kesmeyi) icab ettirir.
3) Arafat 'da güneş batıncaya kadar vakfeye durmak.
4) Müzdelife'de gecelemek.
5) Minâ'da gecelemek.
6) Vedâ ziyaretini yapmak
Bu vaciblerin son dört tanesi, İmâm-ı Şâfiî'nin bir kavline göre terkedildiği takdirde kurban kesmekle giderilir. İkinci kavline göre ise, bunların terkinde ancak kan akıtmak müstehabdır, vâcib değildir.
7-3
Hac ve Umre'nin Eda Şekilleri
Hac ve Umrenin edâ şekilleri üç tanedir.
1. Hacc-ı İfrad
Hacc-ı İfrad, hacların en faziletlisidir. Keyfiyeti şöyledir: Sadece hacca niyet eder ve umreden evvel haccı yapar. Ne zaman ki haccı bitirirse, harem sınırının dışına çıkarak Hıll arazisinde ikinci kez ihrama girip umreye başlar. Umre ihramına girmek için Hıll arazisinin en faziletlisi Cir'ane mevkiidir. Sonra Tenîm'dir. Daha sonra Hudeybiye'dir. Hacc-ı İfrad'a niyet eden bir kişinin kurban kesmesi farz değildir. Ancak sünnet kurbanı kesebilir.
2. Hacc-ı Kıran
Hacc-ı Kıran'ın keyfiyeti şöyledir: Kişi Hac ile Umre'yi bir araya getirip şöyle der: 'Ey Allahım! Hac ve umreye birden başlamak sûretiyle senin hizmetine giriyorum'.
Böylece hac ve umre için ihrama girer. Sadece hacda yapılması gereken amelleri yapmak kâfidir. Abdest almak, gusle girdiği gibi, umre de bu şekilde hacca girmiş olur. Yani ayrıca bir umreye lüzum kalmaz. Fakat Arafat'da vakfeye durmadan evvel Kâbe-i Muazzama'yı tavâf edip Safâ ile Merve arasında, tavâftan sonra sa'y etmişse, o sa'y hem hac ve hem de umre sa'yı olarak kabul olunur. Tavaf ise, haccın tavâfı olarak kabul olunmaz. Çünkü hacda farz olan tavâfın Arafat vakfesinden sonra yapılması şarttır.
Hacc-ı Kıran'a niyet eden kişiye kurban kesmek gerekir. Ancak Mekke ahalisinden olursa o zaman, kurban kesmek lâzım değildir. Çünkü Mekke'de oturan kimsenin ihram yeri Mekke olduğu için ihramdan çıkmış sayılmaz.
3. Hacc-ı Temettû
Hacc-ı Temettû'nun keyfiyeti şöyledir: Umre'ye ihram bağlayarak Mîkatı geçip Mekke'ye varır. Orada umrenin amellerini yaptıktan sonra ihramını çözer, hac zamanı gelinceye kadar ihramda mahzurlu olan bütün lezzetlerden istifade eder. Hac zamanı geldi mi, Mekke'de hacı ihramını bağlayarak Arafat'a doğru yola çıkar.
Kişi ancak beş şartla mütemettî sayılabilir:
1. Mescid-i Haramın hazır bulunan ahalisinden olmamaktır.
Mescid-i Haramın hâzır bulunan ahalisi, namaz kısalmayacak mesafede bulunan kimseler demektir.
2. Umreyi hactan önce yapmak
3. Umreyi hac aylarında yapmak
4. Hac mîkatma veya o kadar mesafeye dönüp yeniden hac ihramı bağlamamak
5. Haccı ve umresi aynı şahıs için olmak
Bu vasıflar mevcut olduğu zaman kişi mütemetti (hacc-ı temettü'ya ihram bağlamış bir kimse) olur ve böyle bir kişiye bir koyun kurban kesmek lâzımdır. Eğer koyun kesmeye gücü yetmiyorsa, Kurban bayramından önce üç gün oruç tutar. İster bu üç günü peşipeşine tutsun, isterse ayrı ayrı tutsun. Yedi gün de memleketine döndüğü zaman oruç tutar. Toplam on gün olmaktadır. Eğer hacda iken üç gün oruç tutmayıp, memleketine dönünceye kadar tehir ederse, memleketinde peşipeşine veya ayrı ayrı olarak on gün oruç tutar. Hacc-ı Kıran ile Hacc-ı Temettû'da kesilmesi gereken kurbanların bedeli eşittir.
Hac çeşitlerinin en faziletlisi İfrad'tır. Sonra Temettû, sonra Kırandır. (Hanefî mezhebine göre en faziletlisi Hacc-ı Kırandır) .
7-4
Hac ve Umrenin Mahzurları
Hac ve Umre'nin mahzurları altıdır.
1. İç gömlek ve don giymek, mesti ayağına geçirmek ve başına sarık sarmaktır. İhrama giren bir kişiye en uygun gelen şey, bir peştamalı göbekten aşağı kısma bağlamak, diğerini de sırtına atmak ve ayaklarına nalın giymektir. Eğer nalınlar yoksa topuklarını kapatmamak şartıyla ökçeli ayakkabı giyebilir. Eğer göbekten aşağı bağlanan peştamalı bulamazsa, setr-i avret olacak kadar uzun bir don giymelidir. Kemer bağlamak, mahfelin gölgesinde gölgelenmekte hiçbir sakınca yoktur. Fakat başının açık kalması gerekir. Zira erkeğin ihramı başındadır. Kadın da istediği dikişli elbiseyi giyebilir. Ancak yüzünü yüz derisine temas edecek bir peçe veya benzeriyle kapatmamak şartıyla. Zira kadının ihramı da yüzündedir.
2. Koku sürünmektir. Akıllı insanlarca güzel koku sayılan her şeyden kaçınmalıdır. Eğer bedenine koku sürer veya dikişli elbise giyerse, bir koyun kurban etmesi gerekir.
3. Traş olmak ve tırnak kesmektir. Traş olmak ve tırnak kesmekte fidye vardır. Fidyeden gayem, bir koyunun kurban edilmesidir. Gözüne sürme çekmek, hamama girmek, bedeninden kan aldırmak, hacamat yaptırmak ve saç-sakalını taramakta sakınca yoktur. 34
4. Cinsel birleşmede bulunmak. Eğer birinci tahallülden (birinci ve ikinci tahallüllerin ne olduğu hususu ileride gelecektir) önce cinsî münasebette bulunursa haccı fâsid olur ve aynı zamanda bir deve veya bir sığır yahut da yedi koyunu ceza kurbanı olarak kesmek mecburiyetindedir. Eğer birinci tahallülden sonra cinsî münâsebette bulunursa, haccı fâsid olmaz, sadece bir deve kurban etmek gerekir.
5. Abdestini bozan kadına el sürmek ve öpmek gibi cimanın mukaddime ve öncüleridir. Böyle bir hareket, birinci tahallülden sonra ise, haram olup olmaması hususunda ihtilâf vardır. Böyle bir harekette bulunan kişiye ceza olarak bir koyun kesmek gerekir. Eliyle istimna yapmak da böyledir. İhramdayken nikâh kıymak haramdır. Fakat böyle bir hareket, kan akıtmasını gerektirmez. Çünkü esasında böyle bir nikâh kıyılmamış sayılır.
6. Kara hayvanını av olarak öldürmektir. Yani eti yenen veya eti yenen ile eti yenmeyen hayvanların birleşmesinden doğan hayvanları öldürmemelidir. Eğer bir av hayvanı öldürülürse, onun benzerini eti yenen hayvanlardan ceza olarak kurban etmesi gerekmektedir. Öldürdüğü hayvan ile kurban olarak kestiği hayvan arasında cüsse bakımından yakınlık gözetilmelidir. Deniz avı ise helâldir ve herhangi bir cezayı gerektirmez.
34) Eğer tarayınca kılları düşmezse, sakınca yoktur. Fakat mekruhtur. Eğer düşerse haramdır. ( Bkz. el-Fıkıh alâ'l-Mezâhib'il-Erbaa)
Hac Seferinin Başlangıcından Memlekete Geri Dönûnceye Kadar Yapılması Gereken ameller
Hac Seferinin Başlangıcından Memlekete Geri Dönûnceye Kadar Yapılması Gereken Zâhirî Amellerin Tertibi
Bütün bunlar on maddede toplanır:
I. Evden çıkıştan başlayıp ihrama girişe kadar devam eden durumları kapsar.
Bu da sekiz kısma ayrılır:
1. Hacca giden bir insan öncelikle tevbe etmeli. Zulmen aldığı malları sahiplerine iâde edip, borçlarının tamamını ödemelidir. Üzerine nafakası vâcib olanların dönünceye kadar ki nafakalarını vermelidir. Yanındaki emanetleri sahiplerine iâde etmelidir. Cimrilik etmemek sûretiyle gidiş ve gelişine yetecek derecede helâl ve temiz maldan beraberinde bulundurmalıdır. Yiyeceğinde fakir fukaraya yardım edeceğinden kendisine yetecek derecede yanında para bulundurmalıdır.
Evinden çıkmadan önce biraz sadaka vermelidir. Yolda binmek için yük taşımaya el verişli bir hayvanı ya satın almalı veya böyle bir hayvan kiralamalıdır. Eğer bineği kiralarsa, binek sahibine az veya çok bineğe neler yükleyeceğini söylemeli ve rızasını almalıdır.
2. Sâlih, hayırsever ve kendisine yardımcı olacak bir arkadaş araması uygundur. Öyle bir arkadaş aramalıdır ki, unuttuğu zaman kendisine hatırlatsın, hatırladığı zaman, kendisine yardımcı olsun, korktuğunda kendisine cesaret versin, acizliğinde kuvvet, sıkıntı anında sabır tavsiye etsin. Hacca gitmeyen arkadaşlarıyla vedâlaşmalı, din kardeşleri ve komşularıyla helâllaşmalıdır.
Onlarla vedâlaşıp dualarını almalıdır. Çünkü Allahü teâlâ onların da dualarında büyük faydalar ve hayırlar kılmıştır.
Vedâ'da sünnet-i seniyye şöyledir:
Dinini, emanetini ve amelinin sonuçlarını Allah'a ısmarlarım. 35
Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) sefere giden bir kimseye şöyle derdi:
Allah'ın koruması ve himayesinde ol. Allah sana takvâyı azık olarak versin. Senin günahını bağışlasın. Nerede olursan ol, seni hayra muvaffak kılsın. 36
3. Evinden çıkmak istediği zaman, iki rek'at namaz kılıp birinci rek'atta Fâtiha'dan sonra Kâfirûn sûresini, ikinci rek'atta da İhlâs sûresini okuması uygundur. Namazı bitirdikten sonra ellerini kaldırıp saf bir ihlâs ve sâdık bir niyetle Allahü teâlâ'ya duâ ederek şöyle demelidir:
Allahım! Seferde arkadaşım sensin. Geride bıraktığım aile efradımın, malımın, çoluk çocuğumun ve arkadaşlarımın benim yerime bakıcısı sensin. Bizi ve onları her çeşit âfet ve felâketten koru.
Ey Allahım! Bu seferimizde senden takvâ ve seni razı edecek amelleri isteriz.
Ey Allahım! Senden yolu bize kısaltmanı, seferi bize kolaylaştırmanı isteriz. Bu seferimizde beden, din ve mal selâmetini bize ihsân et. Bizi beytinin ziyaretine, habîbi edibin Muhammed Mustafa'nın kabr-i şerifini ziyaret etmeye vâsıl eyle.
Ey Allahım! Seferin şiddetinden, dönüşün üzüntü verecek durumlarından, aile efradı, mal, evlât ve arkadaşlarımızın kötü görünmelerinden sana sığınıyoruz.
Yâ rabbî! Bizi ve onları himayene al. Nimetini bizden ve onlardan alma. Âfiyetini bizden ve onlardan esirgeme!
4. Evinden çıkınca şöyle demelidir:
Allah'ın ismiyle başlarım, Allah'a tevekkül ettim. Günahtan dönüş ve ibadete başlayış ancak Allah'ın yardımıyladır.
Ey rabbim! Dalâlete gitmekten ve götürmekten, zelil olmaktan ve zelil etmekten, sapmaktan ve saptırmaktan, zulmetmekten ve zulme uğramaktan, cahillik etmekten ve bana cahillik edilmesinden sana sığınıyorum.
Allahım! Ben zâlim, mütecâviz, riyâkâr ve şöhretperest olarak bu sefere çıkmadım. Bu sefere çıkışımın sebebi senin gazabından korunmak, rızanı elde etmek, farz ibâdetimi yerine getirmek, peygamberinin sünnetine uymak ve seninle mânen bir araya gelmenin şevkini tatmaktır.
Yoluna devam ettiği zaman da şöyle demelidir:
Yâ rabbî! Senin kuvvetinle yürüyorum. Sana tevekkül ettim. Senin kopmaz ipine tutundum. Kalbimi sana yönelttim. Güvenim için ümidim sensin. Benim için önemli olan ve olmayan herşeyden bana lûtufda bulun. Senin benden daha iyi bildiğin konularda bana lûtufta bulun. Senin komşuluğun elde edilmez bir komşuluktur. Senin senân azametlidir. Senden başka ilâh yoktur. Yârabbi! Azık olarak bana takvâyı ihsân et. Günâhımı bağışla. Nereye yönelirsem yöneleyim, beni hayra yönelt!
Her inip konakladığı yerde bu duayı okumalıdır.
5. Bir bineğe binerken de şöyle demelidir:
Bismillâh ve billâh. Allah herşeyden daha büyüktür. Allah'a tevekkül ettim. Günahtan dönüş ve ibâdete varış, ancak yüce olan Allah'ın kudretiyle olur. Allah neyi dilerse o olur. Dilemeyince olmaz. Bize bu vasıtayı musahhar kılan mutî yapan Allah, her çeşit eksiklikten yücedir. Yoksa biz bunlara güç yetiremezdik. Muhakkak biz dönüp rabbimize varacağız. Yârab! Yüzümü sana yönelttim. Bütün işlerimi sana tefviz eyledim. Bütün işlerimde sana tevekkül ettim. Sen bana kâfisin ve ne güzel vekilsin! Bineğin sırtına yerleştiği ve binek de altında karar kıldığı zaman, yedi defa şöyle demelidir:
Allah her noksandan münezzehtir. Hamd, Allah'a mahsustur. Allah'tan başka ilâh yoktur, Allah herşeyden yücedir!
Daha sonra şu duâyı okumalıdır:
Hamd, bizi bu doğru yola ileten Allah'a mahsustur. Eğer Allah bizi bu doğru yola iletmeseydi, biz kendiliğimizden bunu bulamazdık. Ey Allahım! Bineğin sırtına bindiren sensin. Her işte yardım eden sensin!
6. Sünnet-i seniyye odur ki, güneş kızışmadıkça yoluna devam edip istirahat için inmemelidir. Yolculuğun ekserisi, geceleyin olmalıdır.
Çünkü Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:
Geceleyin yolculuk yapmaya gayret gösteriniz. Çünkü yer yüzü, gündüzden daha fazla geceleyin kısalır. 37
Gece az uyumalıdır ki yürümek sûretiyle mesafe katedebilsin.
Herhangi bir konak yerine vardığında şöyle dua etmelidir:
Ey Allahım! Yedi kat göğün ve o göklerin gölgesinde bulunanın, yedi kat yerin ve o yerin üstünde bulunanların, şeytanların ve dalâlete götürdüklerinin, rüzgârların ve bıraktıklarının, denizlerin ve süpürüp götürdüklerinin Rabbi! Bu konağın ve bu konaktakilerin hayrını senden talep ediyorum. Onun ve ondakilerin şerrinden sana sığınıyorum. Bunların şerlilerinin şerrini benden uzaklaştır!
Konağa indikten sonra orada iki rek'at namaz kılmalı ve namazdan sonra şöyle demelidir: 'Ne doğrunun, ne de yalancının geçemediği ve tam olan ilâhî kelimelerle yarattıklarının şerrinden sana sığınıyorum'.
Gece olduğu zaman şunu söylemelidir:
Ey kürre-i arz! Senin de benim de rabbimiz Allah'tır. Senin ve sendekilerin şerrinden ve senin üzerinde yürüyenlerin şerrinden Allah'a sığınırım. Arslanların, yılanların ve akreblerin şerrinden, bu memlekette bulunanların şerrinden, baba ve evlâdının şerrinden Allah'a sığınırım!
Sonra da şu ayeti okumalıdır:
Halbuki gecede ve gündüzde yerleşen ve hareket eden ne varsa O'nundur. O herkesin sözlerini işiten, bütün hallerini bilendir. (En'am/13)
7. Gündüzleri ihtiyatlı hareket etmek uygundur. Bu bakımdan kafilenin haricinde tek başına yürümemelidir. Çünkü çok zaman hileye uğrar veya yolunu şaşırabilir. Geceleyin de uyku zamanında tedbirli bulunmalıdır. Eğer gecenin başlangıcında uyursa, kolunu yayarak uyumalıdır. Eğer gecenin sonunda uyursa, kolunu yastık yaparak başını elinin ayasına alarak uyumalıdır.
Çünkü Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) seferde böyle uyurdu. Zira uykunun ağır gelip, güneş doğuncaya kadar uykuda kalma ihtimali mevcuttur. O zaman hacdan elde ettiği faziletten daha üstün olan namaz faziletini elden kaçırmış olur. En sevimlisi, geceleyin iki arkadaş nöbet tutmakta yardımlaşmalıdırlar. 38
Birisi uyuduğu zaman diğerlerinin nöbet tutması, sünnettir.
Gece veya gündüzde hacca giden bir kimseye herhangi bir düşman veya yırtıcı bir hayvan saldırırsa Âyet'el-Kürsî'yi, Şehidallahü'yü, İhlâs ve Muavvizeteyn'i okuyarak şöyle demelidir: Allah'ın ismiyle korunurum. Allah neyi dilemişse, o olacaktır. Kuvvet ancak Allah'tandır. Allah bana kâfidir. O'na tevekkül ettim. Allah neyi dilerse o olur. Hayır ancak Allah'tan gelir. Allah neyi dilerse, o olur. Kötülüğü ancak Allah defeder. Allah benim için kâfidir. Allah dua edenin duâsını kabul eder. Allah'tan sonra hedef yok. Allah'tan başka sığmak yok. Allah şöyle hüküm vermiştir:
Celâlim hakkı için, hem ben galip geleceğim, hem de peygamberim. Şüphe yok ki, Allah çok kuvvetlidir ve herşeye galibdir.
Azim olan Allah'ın kalesine sığındım. Yârab! Uyku tutmayan gözünle bizi gözet. Hiçbir düşmanın eli yetişmeyen himayene al bizi. . . Sen bizim ümid, güven kaynağımız olduğun halde kudretinle bize rahmet eyle ki, helâk olmayalım. Yârab! Erkek ve dişi kullarının kalplerini bize karşı merhametli kıl. O kalplere bize karşı rahmet ve şefkat doldur. Rahmet edenlerin rahmet edicisi ancak sensin.
8- Ne zaman ki, bir tepeciğe çıkarsa orada üç defa tekbir getirmesi müstehabdır. Tekbir getirdikten sonra şöyle demelidir: 'Ey Allahım! Her yükseğin üzerindeki yükseklik, sana mahsustur. Her hâl ve durumda hamd sana mahsustur'.
Dereye indiğinde tesbih etmelidir. Sefer esnasında herhangi bir vahşetten korktuğu zaman şöyle demelidir:
Ruh ve meleklerin rabbi olan, Kuddûs ve Melik bulunan Allah her noksandan münezzehtir. Gökler onun izzet ve ceberutunu iclâl (celâlini kabul) etmektedirler.
II. Mîkat'tan Mekke'ye girinceye kadar ihramın âdâbları beş tanedir:
1. İhrama girmek niyetiyle gusletmek. Yani kişi, meşhur mîkata ki herkes orada ihrama girmektedir vardığında gusletmelidir. Guslünü temizlik yapmak, saç ve sakalını taramak, tırnaklarını kesmek, bıyıklarının önünü almak sûretiyle tamamlamalıdır. Taharet bölümünde zikrettiğimiz temizliğin şartlarını burada tam mânâsıyla yerine getirmelidir.
2. Dikişli elbiseleri çıkarıp, ihram denilen iki peştemalı bağlamalıdır. Birisi omuzlarına atmak sûretiyle ridâ, diğerini de belden aşağı bağlamak sûretiyle izâr yapacaktır. Bu iki peştemalın beyaz olması daha iyidir. Çünkü Allah'ın nezdinde en sevimlisi beyaz olanıdır, İhrama girmezden evvel gerek elbisesine, gerek bedenine koku sürmelidir. İhramdan sonra kalıntısı devam edebilecek kokuyu sürmekte de sakınca yoktur. Çünkü ihramdan sonra Hazret-i Peygamberin saçları arasında ihramdan evvel sürünen miskin kalıntıları görülmüştür. 39
3. İhram elbiselerini giydikten sonra hemen niyet getirmemelidir. Bineği hareket edinceye veya yaya ise kendisi sefere başlayıncaya kadar sabretmelidir. İşte o an haccın ihramına veya umrenin ihramına istediği gibi hacc-ı kıran veya ifradın ihramına niyet etmelidir. İhramın başlaması için mücerred niyet kâfi gelirse de Sünnet-i seniyye şudur ki, niyetle beraber telbiye lâfzına başlayarak şöyle demelidir:
Ey Allahım! Hizmetine geldim. Hizmetine geldim. Hizmetine geldim. Senin ortağın yoktur. Hizmetine geldim. Hamd ve nimet senindir. Mülk de senin. Senin ortağın yoktur.
Eğer bu ibâreden fazla söylemek istiyorsa, şunları da ekleyebilir: Hizmetine geldim. Senin dinine yardım ederim, senin dilline yardım ederim. Hayrın tamamı senin kudretindedir. İstekler ancak sendedir. Hak, kulluk ve kölelik yönünden hacca niyet ederek senin hizmetindeyim, senin hizmetinde Yârab! Muhammed'e ve onun âl'ine rahmet deryâlarını coştur.
İhrama girip Lebbeyk okumayı bitirince şöyle demesi müstahabdır: Yâ rabbi! Ben haccetmeyi irâde ediyorum. Onu bana kolaylaştır. Haccın farzını edâ etmekte bana yardım et ve edâ ettiğim hac farizasını benden kabul eyle. Yâ rab! Hacdaki farizayı edâ etmeye niyet ettim. Beni senin dâvetine icâbet eden, va'dine îman eden ve emrine tâbi olan kullarından kıl. Kendilerinden razı olduğun, huzuruna kabul ettiğin ve amellerini makbul kıldığın cemaatinden eyle beni. Niyyet ettiğim haccın edâsını bana kolaylaştır ey rabbim!. . . Yârab! Senin için etim, saçım, kanım, damarım, iliğim ve kemiklerim ihram bağladı. Nefsime kadını, güzel kokuyu haram kıldım. Dikişli elbiseyi yasakladım. Bütün bunları senin cemalinle müşerref olmak ve âhiret evini elde etmek gayesiyle yapıyorum.
İhrama girdikten sonra daha önce zikrettiğimiz altı mahzur kendisine haram olur. Bu bakımdan onlardan şiddetle korunmalı ve kaçınmalıdır.
5. İhramın devamı müddetince Lebbeyk'i zaman zaman söylemek müstehabdır. Hele arkadaşlarla birleştiği toplulukların bulunduğu yere vardığı, iniş ve çıkışları yaptığı, bineğine bindiği ve ondan indiği zamanlarda Lebbeyk'i tekrarlamak daha da müstahabdır. Hançeresini tahriş etmeyecek ve usanç vermeyecek derecede Lebbeyk'i söylerken sesini yükseltmelidir.
Çünkü haddinden fazla sesi yükseltmenin hiçbir mânâsı yoktur. Zira ne sağır ve ne de gâib bir kimseyi çağırıyoruz. Nitekim bu keyfiyet, bir hadîste de böyle vârid olmuştur.
Zira o, ne sağırı ve ne de gâibi çağırmıyor. 40
Üç mescidde sesli olarak Lebbeyk'i okumakta sakınca yoktur. Çünkü bunlar hac menâsikinin icrâ edilen yerleridir. Üç mescidden gayem Mescid-i Haram, Mescid-i Hıf ve Mîkat Mescidi'dir. Diğer mescidlerde ise, sessiz olarak telbiye okumakta sakınca yoktur. Çünkü Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) hoşuna giden birşey gördüğü zaman şöyle derdi:
Senin hizmetindeyim. Hayat ancak âhiret hayatıdır. 41
III. Mekke'ye girişinden tavâfa kadar olan âdâb hakkındadır. Bu âdâb da altı tanedir:
1) Mekke'ye giriş için Zi Tuva denilen yerde gusletmektir. Hacda müstahab ve sünnet olan gusüller dokuzdur:
a) Mîkatta ihrama girmek için,
b) Mekke'ye girişte,
c) Kudûm (varış) tavâfı için,
d) Arafat'ta vakfe için
e) Müzdelife'deki vakfe için,
f, g, h) Üç cemreye taş atmak için yapılan üç gusül. (Cemret'ul-Akabe'ye atılan taşlar için gusül yoktur) .
i) Vedâ tavâfı için gusüldür.
İmâm-ı Şâfiî (radıyallahü anh) , sonraki görüşünde, ziyaret ve vedâ tavâfları için guslün gerekmediğini ileri sürmektedir. Bu bakımdan bu duruma göre, hacda sünnet ve müstehab olan gusuller yediye düşmüş olur.
2. Mekke'nin haricinde bulunan Harem sınırına ilk girişinde şöyle demelidir: Ey Allahım! Bu senin haremin, emniyetli bölgendir. O halde buraya giren etimi, kanımı, tüylerimi ve derimi ateşe haram kıl. Beni kullarını diriltip haşrettiğin günde azabından emin kıl. Beni velîlerinden ve ibadetini yapan kullarından eyle.
3. Mekke'ye el-Ebtah tarafından Seniyet'ul-Kedâ yolundan girmelidir. Çünkü Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) ,Mekke'ye varınca, yolu değiştirerek Seniyet'ul-Kedâ'ya giderek oradan Mekke'ye girmiştir. 42
Bu bakımdan Rasûlüllah'a uymak daha evlâdır.
Mekke'den çıktığı zamanda ise, Seniyet'ul-Kudâ denilen aşağı yoldan çıkmalıdır. Giriş yolu ise, Mekke'nin üst kısmında kalmaktadır. 43
4. Mekke'ye girdiği zaman, Ra's'ur Redm denilen yere varınca, kendisine Kâbe-i Muazzama görünür. (Müellifin zamanında böyle ise de, şimdi böyle değildir) .
Kâbe görünür görünmez durarak derhal şu duâyı okumalıdır:
Allah'tan başka ilâh yoktur. Allah herşeyden yücedir.
Ey Allahım! Selâm sensin ve sendedir. Senin evin selâm evidir. Sen her çeşit eksiklikten münezzehsin, ey celâl ve ikram sâhibi. . .
Ey Allahım! Şu beyti (Kâbe'yi) yücelten, kemâl ve şerefe nâil kılan sensin.
Yâ rabbi! Şu beyti daha da büyüt, Şeref ve keremini daha da artır. Azametini insanların kalbinde daha da fazlalaştır. Onu ziyaret edenleri de iyilik ve kerem yolunda geliştir.
Ey Allahım! Bana rahmet kapılarını aç ve beni cennetine dahil eyle. Beni şeytanın şerrinden koru!
5. Mescid-i Haram'a girdiği zaman, Benî Şeybe kapısından girmeli ve şöyle demelidir: Allah'ın ismiyle başlarım. Allah'tan yardım talep eder, iyiliklerin Allah'tan geldiğine inanır ve Allah'a dönerim. Allah yolunda ve Rasûlüllah'ın milleti (dini) üzere bu hayırlı fiillerime devam ederim.
Beyte yaklaştığı zaman ise şöyle demelidir:
Hamd Allah'a mahsustur. Selâm Allah'ın seçkin kullarına olsun!
Ey Allahım! Kulun ve rasûlün Muhammed, dostun İbrahim ve bütün peygamber ve resûllerin üzerine rahmet deryâlarını coştur.
Böyle dedikten sonra iki elini kaldırıp sunu da demelidir:
Ey Allahım! Şu makamında amellerimin başlangıcında senden dileğim benim tevbemi kabul etmen, günahlarımdan vazgeçmen ve belimi büken yüklerimi sırtımdan atmandır. Beni insanlar için dönüş ve emniyet yeri kılınmış Beyt-i Harâmına vardıran Allah'a hamdolsun. O Allah ki, bu beyti âlemlere hidâyet rehberi ve mübarek kılmıştır. Ey Allahım! Ben kölenim. Bu belde ise senin belden. Harem senin haremin, beyt senin beytin. Sana geldim, rahmetini talep ediyorum. Senin azabından korkan ihtiyat sâhibinin girişiyle dergâh-ı izzetine giriyorum. Rahmetini umar ve rızana tâlip olan bir kimsenin yalvarışıyla yalvarırım.
6. Bunları yaptıktan sonra Hacer'ul-Esved'e gider, sağ eliyle ona dokunup öptükten sonra şu duayı okur:
Ey Allahım! Bende bulunan emaneti yerine getirdim, verdiğim söze sadakat gösterdim. Sen de böyle yaptığıma dair benim için şahidlik yap.
Eğer Hacer'ul-Esved'i öpmeye imkân bulamazsa onun karşısında durup bu duâyı okumalıdır. Sonra tavâftan (Kâbe'yi yedi defa ziyaretten) başka herhangi bir şeyle meşgul olmamalıdır. Bu tavâfa Tavâf'ul-Kudûm adı verilmektedir. Bu tavâftan ancak cemaatla farz namaz edâ ediliyorsa vazgeçilir. Namaz edâ edildikten sonra tavâfa başlanır.
IV. İster Tavâf-ı Kudûm, isterse başka tavâf olsun, tavâfa başlamak istediği zaman şu gelecek altı şeye riayet etmesi uygun olur:
1. Setr-i avret, mekân, beden ve elbise temizliğiyle abdestli bulunmak gibi namazın şartlarına riâyet etmektir. Bu bakımdan Kâbe-i Muazzama'yi tavâf etmek namaz demektir. Ancak Allahü teâlâ burada konuşmayı helâl kılmıştır. Tavâfa başlamazdan önce üst havlusunun ortasını sağ koltuğunun altına getirmek sûretiyle iki tarafını sol omuzuna atmalı, bir ucu sırtında, diğer ucu ise göğsüne sarkmalıdır. O zaman Lebbeyk'i kesip gelecekte zikredeceğimiz tavâf duâlarıyla meşgul olmalıdır.
2. Omuzundaki peştemali böyle yerleştirdikten sonra Kâbe-i
Muazzama'yı soluna alarak. Hacer'ul-Esved'in yanında durmalıdır. Fakat azıcık aralıklı bir şekilde durmalı ki Hacer 'ul-Esved tam mânâsıyle kendisinin karşısında olsun. Sonra bütün bedeniyle
Hacer 'ul-Esved'in önünden geçmiş sayılsın. Tavâf ederken Kâbe ile arasında üç adımlık bir mesafe olmalıdır. Daha fazla mesafe bırakmamaya dikkat etmelidir ki Kâbe'ye yakın bir yerde bulunsun ve Şazırevan denilen eski temelin üzerinde yürüyerek tavâf yapmamış olsun. Çünkü Şazırevan, Kâbe'den sayılır. Hacer'ul- Esved'in yanında Şazırevan belirtecek taşlar yoktur. Ancak orada Şazırevan yeri ile birleşmekte ve orada karıştırma sözkonusu olmaktadır. Şazırevan üzerinde yürüyerek tavâf etmek sahih (doğru) değildir. Çünkü o zaman kişi, Kâbe'nin içinde tavâf etmiş sayılır. Halbuki tavâfın Kâbe dışında ve etrafında olması gerekir.
Şazırevan Duvarlar üstten daraldıktan sonra Kâbe duvarının eninden dışarıda fazla olarak kalan kısmına denir. Kişi Hacer'ul-Esved'in karşısındaki vaziyetini tam aldıktan sonra oradan tavâfa başlar.
3. Tavâfın başlangıcında ve daha Hacer'ul-Esved'i geçmezden önce şöyle demelidir: Allah'ın ismiyle tavâfa başlarım. Allah herşeyden daha yücedir. Ey Allahım! Bu tavâfımı sana îman ettiğimden, kitabına inandığımdan, ahdine vefâ gösterdiğimden ve nebiyy-i zişânın Muhammed Mustafa'nın sünnetine uyduğumdan yapıyorum.
Bunu söyledikten sonra tavâfa başlar. Hace'ul-Esved'i iyice geçtikten sonra Kâbe'nin kapısına gelir ve orada şu duâyı okur:
Ey Allahım! Bu beyt, senin beytindir. Bu harem, senin haremindir. Bu emin yer, senin emin kıldığın yerdir. Bu makam ateşten sana sığınan kimselerin makamıdır.
Makam-ı İbrâhim'e vardığında gözüyle Hazret-i İbrahim'in makamına işaret ederek şöyle der: Ey Allahım! Muhakkak senin beytin büyüktür. Senin vechin kerimdir ve sen rahmet edenlerin rahmet edicisisin. Bu bakımdan beni ateşten ve dergâhından kovulmuş şeytandan koru. Benim etimi ve kanımı ateşe haram kıl. Beni kıyâmet gününün şiddetlerinden emin kıl. Dünya ve âhiret nafakasında bana yardımcı ol.
Bu duâyı okuduktan sonra Rükn-i Irâkî'ye (Kâbe'nin Irak cephesine bakan köşesine) varıncaya kadar Allah'ı tesbih eder, hamdeder. Sonra Rükn-i Irâkî yanında durup şöyle demelidir:
Ey Allahım! Ben şirk, şek, küfür, nifak, kötü ahlâk, aile efradı, mal ve evlâtta beliren kötü manzaradan sana sığınıyorum.
Mizabirahme'ye (Altın Oluk) vardığı zaman şöyle demelidir:
Ey Allahım! Arşının gölgesinden başka gölge bulunmadığı bir günde bizi arşının altında gölgelendir. Ey Allahım! Bana Muhammed'in (sallâllahü aleyhi ve sellem) kadehiyle öyle bir su içir ki, ebediyyen ondan sonra artık susamayayım.
Rükn-i Şâmî'ye (Şam cephesine bakan köşeye) vardığında şöyle demelidir: Ey Allahım! Haccımı kabul olunmuş bir hac say. Sa'yimi sahibine teşekkür edilen bir sa'y kabul et. Günâhımı bağışlanmış günah et ve ticaretimi zarar etmeyen ticaretlerden kıl. Ey Azîz, ey Gafûr Allah. . . Yârab! Affeyle, rahmet eyle, bildiğin günahların karşılığını vermekten vazgeç. Çünkü en azîz ve en kerîm sensin.
Rükn-i Yemânıye (Yemen tarafına düşen köşeye) vardığı zaman şöyle demelidir: Ey Allahım! Küfürden sana sığınıyorum. Fakirlikten sana sığınıyorum. Kabir azâbından, hayat ve ölüm fitnesinden sana sığınıyorum. Dünya ve âhirette rezil olmaktan senin izzetine iltica ediyorum.
Rükn-i Yemânî ile Hacer'ul-Esved'in arasında şu duayı okumalıdır: Ey Allahım! Ey rabbimiz! Dünyada ve âhirette bize iyilik ver. Bizleri rahmetinle kabrin fitnesinden ve ateşin azâbından koru.
Hacer'ul-Esved'e vardığı zaman şöyle demelidir:
Ey Allahım! Rahmetinle beni affeyle. Ben borçtan ve fakirlikten, sıkıntıdan ve kabir azâbından şu taşın rabbine sığınırım! İşte o zaman, şavt diye tâbir edilen yedi turluk ziyaretin birinci turu bitmiş olur. Bu bakımdan kişi, bu şekilde ve bu duaları okumak sûretiyle böylece yedi tur ziyaret yapmalıdır.
4. İlk üç turda Remel yapar. Son dört turda ise, normal olarak yürür. Remel'in mânâsı; sık adımlar atmak sûretiyle koşar gibi yürümektir. Fakat tam koşmak olmadığı gibi normal yürüyüşün de biraz üstünde bir yürüyüştür. Gerek Remelden ve gerek Izdıba'dan gaye şetâretini, celâdet ve kuvvetini göstermektir, İslâm'ın başlangıcında bu hareketleri yapmaktaki gaye buydu ki, din düşmanlarının emelleri kırılsın. İşte bu Sünnet-i seniyye daimî bir sünnet olarak ümmete kalmış oldu. 44
Remel yaparken Kâbe'ye yakın olmak daha efdaldir. Eğer izdihamdan dolayı yaklaşmak mümkün değilse, uzaktan dolaşmak sûretiyle Remel yapmak daha efdaldir. İzdihamlı zamanlarda kişi metaf (tavâf yeri) 'nin kenarına çıkıp üç defa remel yapmalı, sonra Kâbe'ye yaklaşarak dört defa turlarını tamamlamalıdır. Eğer mümkün ise her turun sonunda Hacer'ul-Esved'i istilâm etmelidir. Eğer zahmetten dolayı onun yanına sokulması mümkün değilse, eliyle Hacer'ul-Esved'e işaret etmeli ve onun yerine elini öpmelidir. Bütün rükûnler arasında ancak Rükn-i Yemânıyi istilâm etmek müstehabdır.
Hazret-i Peygamber Rükn-i Yemânıyi istilâm eder, öper ve ya naklarını üzerine koyardı.
Hacer'ul-Esved sadece öpüp, Rükn-i Yemânîye el sürmekle yetinmek etmek daha evlâdır.
5. Yedi defa tavâf yapıldıktan sonra Mültezim denilen Hacer'ul-Esved ile Kâbe kapısının arasına düşen yere gelmelidir. Burası duaların kabul edildiği bir yerdir. Burada göğsünü Kâbe'nin duvarına dayamalı, perdelerine asılmalı, sağ yanağını taşların üzerine koymalı, ellerini ve kollarını duvarların üzerine uzatmalı ve şöyle demelidir:
Ey Allahım! Ey bu Beyti Atik'in sahibi! Benim boynumu ateşten azâd eyle. Beni koğulmuş şeytandan koru. Beni her kötülükten de koru. Bana rızık olarak verdiklerinle beni kanaat sâhibi kıl ve o verdiklerine bereket bahşet. Ey Allahım! Bu beyt senin beytin, bu kul senin kulundur. Bu makam ateşten sana sığınanların makamıdır. Ey Allahım! Beni nezdinde en makbul olanlardan kıl.
Bunları söyledikten sonra aynı yerde çokça Allah'a hamd etmelidir. Orada özel ihtiyaçlarını Allah'a arzetmeli ve günahlarından Allah'a sığınarak af dilemelidir.
Selef-i sâlihînden bazıları Mültezim'de yakınlarını uzaklaştırırlar, onlara 'Benden uzaklaşınız ki, ben rabbime günahlarımı itiraf edeyim' derlerdi.
6. Mültezim'deki dua faslı bittikten sonra en uygunu Makam-ı İbrâhim'in arkasına geçip iki rek'at namaz kılmaktır. Birinci rek'atın Fâtihasından sonra Kâfirûn sûresini, ikinci rek'atta da İhlâs sûresini okumalıdır. Bu namaza tavâf namazı denir.
Zührî şöyle buyurmuştur: Sünnet-i seniyye olarak devam edegelen, yedi tur tavâftan sonra iki rek'at namaz kılmaktır. 45
Eğer birkaç defa üst üste tavâf ederse hepsinin sonunda iki rek'at namaz kılarsa caizdir. 46
Her yedi tur bir tavâftır. Tavaftan sonra kılınan iki rek'at namazı müteâkip şöyle demelidir:
Ey Allahım! En kolay yolu müyesser eyle. Beni en zor yoldan uzaklaştır. Dünya ve âhirette beni bağışla. Lûtuflarınla beni koru ki, sana isyan etmeyeyim. İbadetlerimi yapmakta tevfîkinle bana yardım et. Beni sana karşı isyan sayılan hareketlerden koru. Seni, meleklerini, râsûllerini ve sâlih kullarını sevenlerden eyle.
Ey Allahım! Beni meleklerine, resûllerine ve sâlih kullarına sevdir.
Ey Allahım! Beni İslâm dinine hidâyet ettiğin gibi, lüftunla ve himayenle beni İslâm dini üzerinde sabit kıl. Beni Allah ve Rasûlünün tâatinde çalışmaya muvaffak kıl. Beni fitnelerin saptırmasından koru.
Bundan sonra Hacer'ul-Esved'e dönmeli, onu yemden istilâm etmeli ve böylece tavâfını Hacer'ul-Esved'i istilâm ederek sonuçlandırmalıdır.
Çünkü Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:
Kim Kâbe-i Muazzama'yı yedi tur tavâf eder, sonunda iki rek'at namaz kılarsa onun için bir köle âzâd etmiş gibi ecir vardır. 47
İşte tavâfın keyfiyeti böyledir. Bu yapılanların içinde namaz şartlarından başka, turları yediye tamamlamak, Hacer'ul-Esved'den başlamak, Kâbe'yi soluna alarak turlara devam etmek, mescidin içinde ve Kâbe'nin dışında tavâfa devam etmek de vaciblerdendir. Şazırevan denilen temelin üzerinde yürüyerek veya Hicr-i İsmâil'den geçerek tavâf etmek tavâf sayılmaz.
Turlara normal denmeyecek kadar uzun aralık vermemelidir. Zira turları normal olarak arka arkaya yapmak da vâcibtir. Bunların dışında kalan hareketlerin ise kimisi sünnet, kimisi de haccın âdetlerindendir.
V. Tavafı bitirdikten sonra, Rükn-i Yemânî ile Hacer'ul-Esved'in tam ortasındaki duvarın hizasına düşen Safâ kapısından çıkmalıdır. O kapıdan çıkıp Safâ dağına vardığı zaman, bir insan boyu kadar Safâ dağına tırmanmalıdır.
Çünkü Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) , kendisine Kâbe görünecek derecede Safâ dağına tırmanmış ve yukarı doğru çıkmıştır. 48
Sa'yin başlangıcı, dağın tam eteğinden yapılırsa yine kâfidir. Fakat bir insan boyu kadar dağa tırmanmak müstehabdır. Ancak unutulmamalıdır ki, dağda yapılan merdivenlerin bazıları sonradan icat edilmiştir. Bu bakımdan dağı arkasında bırakmamalıdır. Zira böyle yaptığı takdirde sa'yi tamamlanmış sayılmaz. Safâ dağından başladığı zaman. Safâ ile Merve arasında yedi defa sa'y etmelidir. Safa'ya bir insan boyu kadar çıkınca yüzünü Kâbe'ye doğru çevirip şu duâyı okuması uygundur. Allah herşeyden daha yücedir. Allah herşeyden daha yücedir. Bizi hidâyete ulaştırdığından dolayı hamd Allah'a mahsustur. Bütün nimetine karşılık bütün hamdleriyle hamdetmek Allah'a mahsustur. Allah'tan başka ilâh yoktur. Ulûhiyette Allah birdir. Onun ortağı yoktur. Mülk onundur, hamd onundur. O, diriltir ve öldürür. Hayır, O'nun kudretindedir. O herşeye kâdirdir. Ondan başka ilâh yoktur. O biricik Allah'tır. Va'dinde doğrudur. Kuluna yardım etti. Ordusunu galip kıldı. Tek başına düşmanları püskürttü ve mağlup etti. Ondan başka ilâh yoktur. İhlâs ile O'na itâat ederiz, kâfirler bizim bu itâatimizi hoş görmeseler de. Ondan başka ilâh yoktur. Biz ihlâs ile O'na itâat ederiz. Hamd âlemlerin rabbi olan Allah'a mahsustur. Akşamladığınızda ve sabahladığınızda Allah'ı her türlü eksikliklerden tenzih ediniz (ve ederiz) . "Yerde ve göklerde, akşam ve sabah (ikindi ve öğle namazları vaktinde) Allah'ı tesbih edin. O, ölüden diriyi çıkarır ve diriden de ölüyü çıkarır. Toprağa ölümden sonra hayat verir. Siz de kabirlerinizden böyle çıkarılacaksınız. Sizi topraktan yaratması onun varlığının delillerindendir. Ondan sonra ansızın sizler beşer olarak yeryüzüne yayılıp haşrolursunuz".
Daha sonra şu duayı okur:
Ey Allahım! Senden daimî îman, dosdoğru yakîn, yararlı ilim, korkan kalp ve zikredici bir dil isterim! Senin affını, âfiyetini, dünya ve âhiretteki daimî mükâfâtını dilerim!
Bu duâdan sonra, Hazret-i Muhammed Mustafa'ya salât ü selâm okur, istediği ihtiyaçları Allah'tan diler. Bunlardan sonra Safâ dağından iner, sa'ya başlar.
Sa'ya başlarken şu duâyı okumalıdır:
Yârab! Affeyle, rahmet eyle, sence malûm olan günahlarımın cezasından vazgeç. Çünkü en aziz ve en güçlü sadece sensin. Yârab! Dünya ve âhirette bize iyilik ihsân eyle. Bizi ateş azâbından koru.
Normal olarak yürüyüşe devam etmelidir, tâ ki yeşil Mil'e varıncaya kadar. Safâ 'dan inince ilk rastladığı mildir bu. . . Bu mil, mescid-i harâmın bir zâviyesine düşer. Mil ile arasında altı zira'lık bir mesafe kalınca remel yapıp süratle yürümelidir, tâ ki, ikinci yeşil mil'e varıncaya kadar. Oraya vardı mı, normal yürüyüşüne dönüp devam etmelidir. Ne zaman ki, Merve tepesine varırsa, Safâ'ya çıktığı gibi, oraya da çıkmalıdır. Yüzünü Safa'ya çevirip, Safa'da yaptığı duâyı orada da yapmalıdır. İşte böylece bir defa sa'yetmiş sayılır. Merve 'den Safa'ya varınca iki sa'y yapmış sayılır.
Bu sa'yları yediye kadar devam ettirmeli her defasında remel yeri bulunan yeşil direkler arasında koşar adımlarla yürümelidir. Daha önce geçtiği gibi normal yerlerde de normal şekilde yürümelidir. Her defasında gerek Safâ ve gerek Merve tepelerine çıkmalıdır. Ne zaman ki bu şekilde sa'yı bitirirse işte o zaman Tavâf-ı Kudûm ve sa'yı bitirmiş olur. Gerek Tavâfı Kudûm, gerek sa'y ikisi de sünnettir. Sa'y yaparken abdestli olması müstehabdır. Vâcib değildir. Fakat tavâf tam bunun aksinedir.
Tavâf-ı Kudûm'dan sonra sa'y yapmışsa Arefe vakfesinden sonra ikinci bir defa sa'yın tekrarı uygun değildir. Ancak Tavâf-ı Kudûm'den sonra yapılan sa'y rükün olan sa'yin yerine geçer ve yeterlidir. Zira rükûn olan sa'yin Arefe vakfesinden sonra yapılması şart değildir. Vakfeden sonra yapmak ancak farz olan tavâfta şarttır. Evet, sa'yın hangisi olursa olsun, tavâftan sonra yapılması şarttır.
VI. Hacı, ancak Arefe gününde Arafat'a varırsa, artık ondan Mekke'ye gidip Arafat vakfesinden evvel Tavâf-ı Kudûm yapması mümkün değildir.
Ancak Arafat'a çıkmazdan birkaç gün önce, Mekke'ye varırsa, o zaman Tavâf-ı Kudûm yapar, eğer Hacc-ı İfrad'a niyet etmişse ihramlı olarak Zilhicce'nin yedinci gününe kadar Mekke'de durur. O gün öğle namazından sonra İmâm (devlet başkanı) Kâbe'nin yanında durarak bir hutbe okur. Halka Terviye (Zilhicce'nin sekizinci) gününde Minâ'ya gitmek ve Arefe gecesi Minâ'da yatmak için hazırlanmayı emreder. Minâ'da yatanlar arefe sabahı öğleden sonraki arefe vakfe'sinin farziyetini yerine getirmek için Minâ'dan Arafat'a doğru yola çıkarlar. Zira Arafat'ta vakfe zevalden başlar, tâ Kurban Bayramı gününün fecri doğuncaya kadar devam eder. Bu bakımdan Minâ'ya giderken Lebbeyk'i okuması uygundur.
Müstahab odur ki, Mekke'den hac bitinceye kadar eğer kudreti varsa her ibadet yerine yaya gitmelidir. İbrahim Mescidi diye bilinen (nâm-ı diğer Mescid-i Nemre) den Arafat vakfesinin yerine kadar yaya gitmek en efdal ve en uygun şekildir.
Kişi Minâ ya vardığı gün şöyle duâ etmelidir:
Yârabbi! Şurası Minâ'dır. Tâat ve ibâdet ehline ve velî kullarına neyi minnet edip ihsan etmişsen bana da onu ihsân eyle. O gece Minâ da sabahlamalıdır. Bu sadece bir konaklama gecesi olmaktadır. Hacc'ın ibâdet kısmıyla ilgisi yoktur. Arefe günü sabahladığı zaman Minâ'da sabah namazını kılar, güneş Sabir denilen Minâ dağında görülür görülmez Arafat'a doğru yola çıkar ve şu duâyı okur:
Ey Allahım! Bu sabahı gördüğüm sabahların hepsinden daha hayırlı, rızâna daha yakın ve öfkenden daha uzak kıl.
Ey Allahım! Senin kapında sabahlarım. Senden umar, sana güvenir ve senin cemâlini isterim. Bugün beni, benden daha hayırlı ve üstün bulunan kimselerin yanında iftihar edeceğin kullarından eyle.
Arafat'a vardığı zaman çadırını mescide yakın Nemre muhitinde kurmalıdır. Çünkü Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) , çadırını orda kurmuştur. 49
Nemre, Ürene denilen vâdinin iç kısmıdır. Ne Mevkıftan, ne de Arafat'tandır. Vakfesini yapmak için gusletmelidir. Güneş zevale geldiği zaman İmâm kısa ve veciz bir hutbe okur. Birinci hutbenin sonunda İmâm oturur, müezzin kalkar ezana başlar. İmâm da müezzin ezana devam ederken ikinci hutbeyi okur. Müezzin, hemen ezanın arkasından kamet getirir. Müezzin, kameti bitirince İmâm da ikinci hutbeyi bitirmelidir. Hutbeden sonra İmâm öğle ve ikindi namazlarını bir ezan ve iki kametle kasr yaparak (kısaltarak) bir arada edâ etmelidir. Namazdan sonra vakfe yerine gitmelidir. İmâm, Arafat sınırları dahilinde vakfe yapmalı Ürene vâdisinde vakfeye durmamalıdır.
Hazret-i İbrâhim'in (aleyhisselâm) mescidi ise, onun kıble tarafı Ürene vâdisine, son kısımları ise, Arafat sınırlarına dahildir. Bu bakımdan adı geçen mescidin ön kısımlarında vakfeye duran kimsenin, Arafat vakfesi yapılmış sayılmaz. Arafat sınırları, mescidden büyükçe ve döşenmiş taşlarla belirtilmiştir.
Arafat'ta vakfeye durmak için, en faziletli yer, (Rahmet dağının eteğinde bulunan büyük) taşların yanında ve imama ayrılan yerin yakınında bulunan yerdir, Orada kıbleye yönelerek bineğin sırtında vakfeye durmak en güzeldir. Vakfeye durduğu zaman, çokça, hamd, tesbih, tehlil, Allah'a senâ, dua ve tevbe etmelidir. Arefe gününde yapılan duâların daha canlı bir şekilde yapılması için, o günde oruç tutmaması daha evlâdır. Arefe gününde Lebbeyk duasının kesilmesi evlâ değildir. Belki aralıklı olarak Lebbeyk ile, Arafat'ta, okunması gereken duayı okumak daha uygun olur.
En uygunu, güneş battıktan sonra Arafat'tan, ayrılmaktır ki Arafat'ta gündüz ile geceyi bir araya getirmiş olsun. Eğer Zilhicce'nin sekizinci gününde bir saatlik Arafe vakfesine gitme imkânına sahipse gitmelidir. Çünkü zilhiccenin hilâlinde yanlışlık olabilir. Böylece haccı şüpheden kurtarmış olur ve Arefe vakfesinin fevtinden emin olur. Kim bayram gününün fecrine kadar Arafat'ta vakfe yapmaya muvaffak olmazsa onun haccı fevt olunup kazaya kalmış olur. Böylece bir kimsenin umre amellerini yapıp ihramdan çıktıktan sonra fevtolunan Arefe vakfesi için kan akıtması, sonra gelecek senede o haccı kaza etmesi lâzımdır.
Arefe vakfesine çıkan bir kimsenin o günde en önemli vazifesi; çokça dua ile meşgul olmaktır. Zira böyle bir bölgede ve müslümanların içtima yerinde duaların kabul olunmasının ümidi daha da artar.
Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) ve selef-i sâlihinden vârid olan duâyı okumak daha evlâ ve daha efdaldir. Bu bakımdan Arefe vakfesinde duran bir kimse şöyle demelidir:
Allah'tan başka ilâh yok. O biricik Allah'tır. O'nun ortağı yoktur. Mülk ve hamd O'na mahsustur. Dirilten ve öldüren O'dur. Ölümsüz ve bütün hayırları kudret elinde tutan O'dur. O herşeye kâdirdir. Ey Allahım! Kalbime, kulağıma, gözüme ve dilime nur ihsan eyle. Ey Allahım! Göğsümü hakîkatleri kavramaya âmâde kıl. Emrini bana kolaylaştır.
Bu duadan sonra şöyle demelidir:
Ey Allahım! Ey hamdin yaradanı! Dediğimiz ve dilediğimizden daha hayırlı olarak yapılan hamd sana mahsustur. Namazım, ibadetim, ölümüm ve hayatım senindir. Dönüşüm sanadır. Sevabım senin dergâh-ı izzetinde kıymetlendirilir.
Ey Allahım! Göğsümün vesveselerinden, işlerimin dağınıklığından ve kabir azâbından sana sığınıyorum.
Ey Allahım! Gecede ve gündüzde olan hâdiselerin şerrinden, esen rüzgârların getirdiği hâdiselerin şerrinden ve zamanın helâk edici şeylerinin şerrinden sana sığınıyorum.
Ey Allahım! Verdiğin sıhhatin hastalığa dönüşmesinden, âni olarak gelen azâbından ve öfkenin tamamından sana sığınıyorum.
Yâ rabbî! Hidâyetinle beni doğru yola ilet. Dünya ve âhirette affına mazhar olan kullarından eyle. Ey hedeflerin en hayırlısı ve kendisine başvurulanların en iyisi! İstekleri en cömertçe veren Allahım! Halkının herhangi birisine vermiş olduğun nimetin veya maişetin en faziletlisini bana da ihsân eyle.
Ey erhamerrâhîmin! Beytinin ziyaretçilerinden herhangi birisine verdiğin nimetlerin en âlâsını ben âciz kuluna da ihsân eyle.
Ey Allahım! Ey yüce derecelerin ihsân edicisi ve bereketlerin göndericisi! Ey yerler ve gökleri yoktan vareden! Bugün sesler çeşitli dillerle sana yükselmekte ve senden çeşitli ihtiyaçlar talep edilmektedir. Benim de senden ihtiyaç ve dileğim, beni belâlar evi bulunan bu dünyada, dünya ehli beni unuttuğu zaman unutma.
Ey Allahım! Konuşmamı dinler, beni görür, gizli yanlarımı bilir, açık yanlarıma vâkıf olur bir zâtsın. İşlerimin hiçbir yanı senden gizli değildir. Ben azâbından rahmetine, kahrından şefkatine sığınan ümitsiz, fakir bir kulunum. Korkan, şefkat dileyen veya günahını itiraf eden bir kulunum.
Fakir bir kulun isteğiyle senden rahmet diliyorum. Zelil ve günahkâr bir kulun yalvarmasıyla sana yalvarıyorum. Zarar görmüş, hâdiseler karşısında eğilmiş bir kulun sesi gibi sesimi yükseltiyorum. Boynumu rahmetinin karşısında bükerek merhametini dileyen bir kulun merhamet dilemesi gibi merhamet diliyorum. Dergâh-ı izzetinden coşan deryâlar gibi gözyaşları döken, iskeleti rahmetinin önünde ezilip bükülen, burnu kahrının önünde yerlere sürünen bir kulunun edâsıyla sana yalvarıyorum.
Ey Allahım! Beni duamla şakî kılma. Bana şefkatli ve merhametli ol. Ey yalvarılanların iyisi ve verenlerin en cömerdi Allahım!. . .
Yâ ilâhî! Kim sana karşı nefsini medh ü senâ ederse etsin ben kulum. Sana karşı nefsimi hor görür onu kınarım. Yârab! Günahlar benim dilimi konuşmaz kılmıştır. Rahmetine varmam için bana vesile olan herhangi bir amelim de yoktur. Rahmetini ummaktan başka şefaatçim de mevcut değildir.
Yâ ilâhî! Muhakkak biliyorum ki, benim günahlarım senin nezdinde bana herhangi bir güvenilir mertebe bırakmamıştır. Özür dilemeye yüzüm kalmamıştır. Fakat sen keremde bulunanların en kerîmisin. . .
Yâ ilâhi! Eğer ben rahmetine müstahak değilsem, senin rahmetin de bana ulaşmaya lâyık değil midir? Senin rahmetin herşeyi içine alır genişliktedir. Ben de o herşeyin içinde olan bir şeyim. Beni de ihâta etsin.
Yâ ilâhi! Günahlarım gerçi büyüktür. Fakat senin affına nisbeten hiçbir şey değildir. Yâ kerîm! O küçücük günahlarımı bana bağışla.
Yâ ilâhi! Sen sensin, ben de benim. Ben günahlara dönecek tipte yaratılmışım. Sana ise affa başvurmak yakışır. Yâ ilâhi! Eğer sen itaat ehlinden başka kimseyi affetmek istemiyorsan günahkârlar kime sığınsınlar?
Yâ İlâhi! Kasten senin itaatından yüz çevirerek isyana yöneldim. Sen her türlü eksiklikten münezzehsin ve beniazaba çarptırmak için elindeki delil çok büyüktür. Fakat beni affetmek için de kereminin sınırı yoktur.
Yâ ilâh'el-âlemîn! Beni azaba dûçar etmemek için senin en büyük olan delilinle, beni affeyle. Sana olan ihtiyacımın, senin de benden müstağni oluşunun hürmetine beni affetmekten başka bir muameleyi bana reva görme. Ey çağrılanların en hayırlısı ve umulanın en faziletlisi! İslâmın hürmetine, Muhammed aleyhisselâmın zimmetine yapışarak sana tevessül ediyorum. Bütün günahlarımı affeyle. Beni şuracıkta bütün ihtiyaçlarımı verdiğin halde memleketime döndür. Senden ne istiyorsam bana hibe eyle. Temenni ettiğim konularda ümidimi boşa çıkarma.
İlâhi! Bana öğrettiğin duâ ile seni çağırıyorum. Yine bana bildirdiğin ümitten beni mahrum eyleme.
Yâ ilâhi! Günahını önünde itiraf eden bir kuluna ne gibi bir muameleyi reva göreceksin? Zilletinden ötürü senden korkan, cürmünden ötürü önünde baş eğen kulun, amelinden ötürü sana yalvarıyor. Günahından ötürü senin dergâhına başvuruyor. Zulmünden senin affına sığınıyor. Kendisini affetmen hususunda kapında ısrar ediyor, yalvarıyor. İhtiyaçlarının giderilmesi hususunda rahmetinden ümitvâr oluyor. Birçok günahlarıyla beraber Arafat vakfesine durmuş, rahmetini ümid ediyor. Ey her canlının sığınağı, her Mü'minin velîsi, ihsan eden, kulun ancak senin rahmetinle zafere ulaşır. Günah işleyen kulun da günahıyla helâk olur. (Veya helâk mı olsun) .
Ey Allahım! Senin kapına ulaşmayı isteyerek yola çıktık. Senin evinin geniş sahasında konakladık. Seni arıyoruz. Senin nezdindeki rahmetini talep ediyoruz, senin ihsanını elde etmeye çıktık. Senin rahmetini umuyor, azâbından tirtir titriyoruz. Günahlarımızın ağır yükleriyle senin kapına kaçtık. Senin Beyt-i Haramına koştuk.
Ey dileyenlerin bütün ihtiyaçlarını elinde (kudretinde) tutan Allah! Sükût eden kullarının kalbim bilen Allah! Ey beraberinde çağrılacak bir yaratıcı bulunmayan Allah (veya rüşvetle insanı geçirecek bir kapıcısı bulunmayan Allah) ! Ey fazla istemekten usanmayıp belki daha cömertlik ve keremde bulunan (mevlâm!) ihtiyaçların çokluğu karşısında daha fazla fazilet ve ihsanda bulunan Allah!. . .
Ey Allahım! Sen her misafir için bir ziyafeti âdet etmişsin. Biz ise senin misafirleriniz. Bizim ziyafetimiz de senin nezdinde cennetin olsun.
Ey Allahım! (Padişahların dergâhına) gelen her heyete ve ziyaretçiye bir ikram vardır. Her dileyene ihtiyacı veriliyor. Her umana sevap verilmektedir. Senin nezdindeki rahmeti talep eden herkese bir mükâfat ihsan ediliyor. Rahmet dileğinde bulunan herkese bir rahmet var. Sana yaklaşmak isteyen herkese bir yaklaşma derecesi veriliyor. Senin rahmet eteğine yapışan herkese af ihsan ediliyor. İşte bizler de senin Beyt-i Haramına geldik. İşte bu büyük Meş'arlarda vakfeye durduk. Bu şerefli mevkileri gözümüzle gördük, müşahede ettik. Bütün bunları yapmaktaki gayemiz senin nezdinde lûtfa nail olmaktır.
Ey ilâhî! Bizim gayretimizi boşa çıkarma. Nefisleri itminana kavuşturacak kadar nimetlerin oluk gibi akmaktadır. Senin varlığını ilân etmek için cansız nesneleri dahi konuşturacak kadar ibretleri belirttin, velîlerin dahi sana karşı vazifelerini bihakkın yerine getirmekten âciz olduklarını itiraf edecek derecede onlara nimetlerde bulundun. Göklere ve yere açık ve seçik bir şekilde senin varlığının ve birliğinin delillerini haykıracak derecede âyetlerini izhâr eyledin. Kudretinle, herşeyi izzetine karşı başeğecek derecede tecellî ettirdin. Bütün yüzler senin azametinin önünde secdeye vardılar. Kulların kötülük yaparsa onlara halîm davranıp cezalarını tehir etmektesin, iyilik yaparlarsa kabul eder fazilette bulunursun. İsyân ettikleri takdirde günahlarını örter, günah işledikleri takdirde de affedersin. Seni çağırdığımız zaman icabet edersin. Şikayetlerimizi dinlersin. Sana yöneldiğimiz zaman yaklaşırsın. Senden kaçtığımız zaman bizi çağırırsın.
Yâ ilâhî! Sen Kitâb-ı Mübîn'inde enbiyânın hâtemi Hazret-i Muhammed Mustafâ'ya şöyle buyurmuştun:
Ey rasûlüm! O küfredenlere de ki, eğer peygambere düşmanlıktan vazgeçerlerse geçmişteki günahları bağışlanır. (Enfal/38)
İnkârdan sonra kelime-i Tevhîd getirmeleri seni onlardan razı kıldı. Biz ise itaat ederek senin birliğine şahitlik etmekteyiz. Muhammed Mustafa'nın risâletini ihlâs ile ilan ediyoruz. Bu bakımdan bu şehadetin (yüzü suyu) hürmetine geçmiş günahlarımızı affeyle. Hiç olmazsa bu kelimeyle İslâm dinine yeni girenlerin nasibinden az kılma nasibimizi. .
Yâ rabbenâ! Sen savaş neticesinde elde etmiş olduğumuz köleleri azad etmek suretiyle sana yakınlaşmamızı seversin. İşte biz de senin köleleriniz. Bizi azad etmekle fazilette bulunman, elbette bizim başka köleleri affetmemizden daha ehven ve güzel olur. Bize, fakirlerimize sadaka vermeyi emrettin. İşte bizler de senin fakirleriniz. Sen bize sadaka vermek hususunda daha yetkili ve daha fazilet sahibisin. Bizlere, bize zulüm edenleri affetmeyi tavsiye ettin. İşte bizler de nefislerimize zulmettik. Sen kerem ve fazilete herkesten daha lâyık ve bizi affetmek hususunda daha yetkilisin.
Ey rabbimiz! Bizi affeyle, bize rahmet eyle. Çünkü mevlâmız sensin.
Ey rabbimiz! Dünya ve âhirette bize iyilik ihsan eyle. Rahmetinle bizi ateş azabından koru!
Arafat vakfesinde Hızır aleyhisselâmın duasını çokca okumalıdır. O dua şudur:
Ey hiçbir durum kendisini diğer bir durumdan, hiçbir ses, kendisini başka bir sesi dinlemekten meşgul etmeyen Allah!
Ey seslerin çeşitliliği kendisini şüpheye düşürmeyen Allah! Ey çeşitli suallerin sorulması kendisini yanıltmayan Allah! Ey aynı anda çeşitli lûgatlerin mânâsını bilen Allah!
Ey ısrar eden ve ısrarla isteyenlerin istekleri kendisini herhangi bir müşkilâtta bırakmayan, istekçilerin çeşitli isteklerinden kırılmayan Allah! Göğsümüzü affının serinliğiyle serinlet! Affının serinliğini bize tattır. Münacaatının lezzetini bize nasib eyle!
Bundan sonra kişi istediği duaları yapmalı. Kendi nefsine, anne-babasına, bütün müslüman erkek ve kadınlara istiğfar ve af talebinde bulunmalıdır. Duasında çok ısrar etmelidir.
İstediğini Allah'tan (meşrû olduktan sonra) talep etmelidir.
Çünkü Allahü teâlâ'dan istenilen hiçbir şey O'nun hazinesi karşısında büyük sayılamaz.
Mutarrıf b. Abdullah50 Arafat vakfesinde şu duayı okudu: 'Ey Allahım! Bu vakfede bulunan hacıları benim yüzümden mahrum eyleme!',
Bekri el-Müzenî şöyle der: 'Arafat ehline baktım ve zannettim ki, eğer ben aralarında bulunmasaydım Allahü teâlâ hepsini affedecekti'.
VII. Arafat vakfesinden sonra Minâ 'da yatmak, cemreleri taşlamak, kurban kesmek, traş olmak ve tavaf etmekten ibaret olan haccın diğer menasıkı beyan olunacaktır.
Kişi güneş battıktan sonra Arafat'tan Müzdelife ye doğru dönerken sükûnet ve vekar ile yürümelidir. Atını seğirtmek ve devesini şiddetle sürmekten sakınmalıdır. Nitekim cahiller böyle yapıyorlar. Böyle yapılmamalıdır.
Hazret-i Peygamber atın seğirtilmesinden ve devenin koşturulmasından nehy ederek şöyle buyurmuştur: 'Arafat'tan inerken Allahü teâlâ'dan korkunuz. Güzelce yürüyünüz, zayıfları çiğnemeyiniz. Herhangi bir müslümânâ da eziyet etmeyiniz'. 51
Müzdelife'ye vardığı zaman, Müzdelife vakfesi için gusletmelidir. Çünkü Müzdelife Harem'den sayılır. Bu bakımdan Müzdelife'ye gusül ederek girmelidir. Eğer yürüyerek Müzdelife'ye varmaya kudreti varsa, vasıtaya binmekten daha efdaldir ve harem'e hürmet etmeye de daha yakındır. Yolda Lebbeyk'i sesli okumalıdır. Müzdelife'ye vardığı zaman şu duayı yapmalıdır:
Ey Allahım! Şurası Müzdelife'dir. Burada çeşitli dillerde konuşan insanlar bir araya gelmiştir. Yeni yeni ihtiyaçlar dergâh-ı izzetine arzolunmaktadır, Beni, senden isteyip de duası kabul olunanlardan eyle. Sana tevekkül eden ve her çeşit felâketten koruduğun kullarından eyle beni. . .
Sonra Müzdelif'de akşam ile yatsı namazını bir arada ve yatsı vaktinde, yatsı namazını kısaltmak sûretiyle bir ezan iki kamet getirerek kılmalıdır. İki namazın arasında herhangi bir nafile kılmamalıdır. Ancak akşam namazının nafilesiyle yatsı namazının nafilesini ve vitir namazını, iki farzı kıldıktan sonra bir arada sırayla kılmalıdır. Çünkü seferde nafile namazlarını terketmek açık bir zarardır. O nafileleri vakitlere ayırma zorluğu ise, o da ayrı bir zahmettir. Onlarla farzların arasındaki bağı kesmektir. Madem ki bir teyemmümle farz namazlarla beraber nafilelerin de edâ edilmesi, bu bağdan dolayı câizdir. Bu bakımdan tebaiyyet hükmüyle cem-u takdim veya cem-u tehirle kılınan farz namazların arkasına nafilelerin kılınması da hem caiz hem de evlâdır. Nafilenin binek üzerinde eda edilmesinin câiz olması hususunda farzdan ayrılması, burada (Müzdelife'de veya seferde) nafilenin farzdan sonra kılınmasına mâni teşkil etmez. Çünkü biz böylece nafile namazın kılınmasının ihtiyaçtan ileri geldiğine işaret ettik.
Müzdelife'de namazı kıldıktan sonra, o gece Müzdelife'de kalmalıdır. O gece orada kalmak ibadete dahildir. Kim gecenin birinci yarısında Müzdelife'den çıkıp orada gecelemezse, kan akıtması (ceza kurbanı kesmesi) gerekir. Kudreti olan bir kimse için bu geceyi ihya etmek ibadetlerin en güzellerindendir.
Geceyarısı olduktan sonra gitmeye hazırlanmalıdır. Cemreleri taşlamak için gereken yetmiş taşı Müzdelife'den toplamalıdır. Çünkü Müzdelife'de yumuşak taşlar vardır. Onlardan ihtiyacı kadar olan yetmiş taşı almalıdır. Fazla taş almakta zarar yoktur. Belki bir tedbir olarak fazla taş alınabilir. Zira (cemrelere taş atarken) çoğu zaman elinden taşlar düşebilir. Yeniden taş atmaya ihtiyacı olabilir. Bu bakımdan ihtiyat olarak yanında fazla taş bulundurması gerekir. Taşlar parmak uçlarının arasına sığacak kadar hafif ve küçük olmalıdır. Taşları topladıktan sonra namazını erken saatlerde ve alaca karanlıkta kılmalı. Ondan sonra yoluna devam etmelidir. Müzdelife'nin sonunda bulunan Meş'aril Harâm'a vardığı zaman, orada sabah güzelce aydınlanıncaya kadar vakfede durmalı ve şu duayı okumalıdır: Ey Allahım! Meş'ar-il-Harâm'ın hakkına, Beyt-i Harâm'ın, bu haram ayın, rüknün ve makamın hakkına, Muhammed'in ruhuna bizlerden tahiyye ve selâm tebliğ et. Ey celâl ve ikram sâhibi! Bizi dar'üs-selâm'a dahil et.
Sonra Müzdelife'den güneş doğmazdan evvel ayrılır. Tâ ki Muhasser vâdisi denilen yere varıncaya kadar, orada bineğini hızlandırarak ve koşturarak vadiyi geçmek müstahabtır. Eğer yaya ise yürüyüşünü hızlandırmalıdır.
Sonra kurban bayramının sabahına girdiği zaman Lebbeyk ile tekbiri karışık söylemelidir. Bazen Lebbeyk, bazen tekbir getirmelidir. Böylece Minâ'ya ve cemrelerin yerine varır.
Bunlar üç cemredir. Birinci cemreyi geçer, ikinci cemreyi de geçer; zira Kurban Bayramı gününde oralara atılacak taş yoktur. Cemret'ul-Akabe'ye (Akabe adlı vâdide bulunan en büyük cemreye) varıncaya kadar yürüyüşüne devam eder. Cemret'ul-Akabe kıbleye doğru giden kimsenin sağına düşer. Taş atılacak yer dağın eteğinde azıcık yüksektedir. Taş atılan yer cemrelerin bulunduğu mıntıkada belli bir yerdir. Güneş çıkıp bir mızrak kadar yükseldikten sonra Cemret'ül-Akabe'ye taşlar atılır.
HAC KONUSU DEVAMI;