İHYÂ-İ ULÛMİ'D-DÎN | KALBİN ŞAŞIRTICI HALLERİ 2

 Giriş

 

21-7

Mûtad Yolu Takip Etmeksizin ve Bir Öğrenme Olmaksızın Ehl-i Tasavvufun Marifet'i Elde Etmesinin Sahih Oluşuna Delâlet Ede

İlham yoluyla ve bilmediği bir yönden kalbe gelmek sûretiyle -az da olsa- kendisine birşey keşfolunan bir kimse, tasavvuf ehlinin yolunun doğru olduğunu bilen bir ârif olurHiç bir zaman nefsinde bunu idrâk etmeyen bir kimsenin kalben bunu tasdik etmesi uygundurÇünkü buradaki marifet derecesi cidden pek nadirdirBunun hakikatine şer'î deliller, tecrübeler ve hikâyeler şahitlik etmektedirlerŞer'î delillere gelince, onlardan biri şu ayet-i celîledir:

Bize itâat uğrunda mücahede edenlere gelince, elbette biz onlara yollarımızı gösteririz. (Ankebût/69)

Bu nedenle öğrenmeksizin, ibadete devam etmekten ötürü kalpte oluşan her hikmet keşif ve ilham yoluyla olmuşturNitekim Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur

Bildiğiyle amel eden bir kimseye Allahü teâlâ bilmediğinin ilmini ihsân ederCennete müstehak oluncaya kadar onu çalıştığı sahada muvaffak kılarBildiğiyle amel etmeyen bir kimse ise bilmediğinde şaşkına döner ve çalışma sahasında muvaffak olamazDolayısıyla ateşe müstehak olur31

Allahü teâlâ da şöyle buyurmuştur:

Kim de Allah'tan korkarsa, ona (darlıktan) genişliğe bir çıkış yolu ihsân eder. (Talâk/2)

Yani Allahü teâlâ müşkilât ve şüphelerden çıkmak için kendisine bir yol ihsân eder, öğrenmeksizin ona bir ilim öğretir, tecrübe olmaksızın kendisini tecrübe sahibi yapar.

Ey müminler! Eğer Allah'tan korkarsanız, O size hak ile bâtılı ayırdedecek bir anlayış verir. (Enfal/29)

Bazı müfessirler 'Bu anlayıştan gaye, hak ile bâtılı ayırdedecek bir nûrdur' demişlerdirKişi bu nur vasıtasıyla şüphelerin içinden çıkar ve bunun içindir ki Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) duasında Allah'tan çokça nûr isteyerek şöyle dua etmiştir:

Ey Allahım! Bana nûr ver, nûrumu artırKalbimde bana bir nûr kıl! Kabrimde bana bir nûr kıl! Kulağımda nûr, gözümde nûr kıl! Hatta devamla şunu da buyurmuştur: Kıllarımda, derimde, etimde, kanımda ve kemiğimde nûr kıl!32

Allah'ın İslâm dini için kalbine genişlik verdiği kimse, kalbi mühürlü, nûrsuz kimse gibi midir? Elbette o rabbinden bir hidayet üzeredir. (Zümer/22)

Bu ayet-i celîle'de geçen genişlik 'ten gayenin ne olduğu Hazret-i Peygamber'e sorulduğu zaman, şu cevabı vermiştir:

Nûr bir kalbe atıldığı zaman, göğüs oldukça genişleşir ve inşiraha kavuşur33

Hazret-i Peygamberİbn-i Abbâs için şöyle demiştir:

Ey Allahım! Onu dinde anlayışlı kıl ve ona Te'vîl'i öğret!34

Hazret-i Ali (radıyallahü anh) der ki: 'Biz ehl-i beyt'in yanında Hazret-i Peygamberin gizlice bize teslim ettiği herhangi birşey yok! Ancak Allah'ın kuluna verdiği anlayış vardır'Hazret-i Ali'nin sözünde bahsi geçen kulun anlayışı öğrenmekle değildir.

'Hikmeti dilediğine verir' (Bakara/229) ayetinin tefsirinde denilmiştir ki:

'Bu hikmetten gaye Allah'ın Kitabı'nda anlayış sahibi olmaktır'.

'Biz o meselenin hükmünü Süleyman'a bildirdik'Hazret-i Süleymân'a (aleyhisselâm) keşif yoluyla görünen hakîkat 'fehm' kelimesiyle tahsis edilmiştir.

Ebu'd Derda şöyle der: 'mü'min o kimsedir ki incecik bir perdenin arkasından Allah'ın nûruyla bakarAllah'a yemin ederim! Allah hakîkati onun diliyle söyletir'.

Mü'minin ferâsetinden sakınınız! Çünkü Mü'min, Allah'ın nûruyla bakar!35

Seleften biri şöyle demiştir: 'mü'minin zannı kehanettir'Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

Elbette bunda keskin anlayışlılar için ibret alâmetleri vardır. (Hicr/75)

Biz kesinlikle inanan bir kavim için ayetleri beyan ettik. (Bakara/118)

HasanHazret-i Peygamber'den şöyle rivâyet eder:

İlim iki kısımdır: Bir bâtın ilim vardır ki kalpte saklıdırİşte en fazla fayda veren ilim odur36

Bazı âlimlerden 'bâtın ilmin' ne olduğu sorulduğunda, cevap olarak şöyle demişlerdir: Allahü teâlâ'nın sırlarından bir sırdırAllahü teâlâ o sırrını dostlarının kalbine atarO sırra ne bir melek, ne de bir insan muttali olabilir'.

Yine Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

Muhakkak ki benim ümmetimde ilham alanlar, öğretilenler ve kendileriyle konuşulanlar vardır ve muhakkak ki Ömer de bunlardan biridir37

İbn-i Abbâs 'Senden önce hiçbir peygamber göndermedik' (Enbiya/25) ayetinin hemen akabinde 'Nebî ve ilham alan da göndermedik' ibaresini eklemiştirİbn-i Abbâs 'ilham alanlar'dan sıddîkları kastetmiştirHadîste ve İbn-i Abbâs'ın sözünde geçen 'Muhaddes' kelimesi 'ilham alan' mânâsına gelirİlham alan o kimsedir ki dâhilî cihetten onun kalbinin bâtınında ona hakîkat keşfolunmuşturHariçten ve mahsusat cihetinden değil. . . Kur'ân, takvânın hidayet ve keşif anahtarı olduğunu açıkça belirtmektedirBu ise öğrenmeksizin elde edilen bir ilimdirAllahü teâlâ şöyle buyurmaktadır:

Allah'ın göklerde ve yerde yarattığı bütün varlıklarda, Allah'tan korkan bir kavim için büyük deliller ve ibretler vardır. (Yunus/8)

Görüldüğü gibi, Allahü teâlâ, Allah'tan korkan muttakîleri bu delil ve ibretlerden anlayan kimseler olarak ilân etmektedir.

Yine Allahü teâlâ şöyle buyurmaktadır:

İşte Kur'ân-ı Kerîm'de olan bu kıssalar bütün insanlar için hak sözü açıklamadır ve Allah'tan korkanlar için de bir öğüt! (Âli İmrân/138)

Ebû Yezid ve bir başka âlim der ki: Âlim, kitaptan birşeyler ezberleyen değildirÇünkü ne zaman ezberlediklerini unutursa câhil kesilirAksine âlim o kimsedir ki istediği vakitte ezberlemeksizin ve ders okumaksızın ilmini rabbinden alandır'İşte rabbânî âlim, bu âlimdir!

Nihayet kullarımızdan bir kul buldular ki biz ona katımızdan bir rahmet vermiş ve katımızdan bir ilim öğretmiştik! (Kehf/65)

Bütün ilimler Allah'ın nezdinden gelmesine rağmen ilimlerin bir kısmı insanların öğretmesi vasıtasıyla olduğundan ona 'ledünnî ilim' denilmezBilakis 'ledünnî ilim' o ilimdir ki hariçten gelen ve bilinen bir sebep olmaksızın kalpte açılıp inkişaf ederİşte bunlar naklî delillerdirEğer bu konuda gelen ayet, haber ve eserlerin tamamı bir araya getirilirse hadde hesaba sığmaz.

Tecrübelerle bunu görmeye gelince, bu da hesaba sığmayacak kadar çokturSahabîler, tâbiîn ve onlardan sonra gelenlerde meydana gelmiştirNitekim Ebû Bekir Sıddîk (radıyallahü anh) vefat edeceği zaman, kızı ve Mü'minlerin vâlidesi Hazret-i Aişe'ye şöyle demiştir: 'Ancak onlar senin iki kardeşin ve iki kız kardeşindirler'Ebû Bekir Sıddîk bu sözü söylediği zaman hanımı hamile idi ve bir müddet sonra bir kız doğurduİşte görüldüğü üzere, Ebû Bekir Sıddîk, hanımının doğumundan önce karnındaki yavrunun kız olacağını bilmiştir.

Hazret-i Ömer (radıyallahü anh) , hutbesinin ortasında şöyle haykırdı: 'Ey Sâriye! Dağa, dağa koş!' Çünkü Hazret-i Ömer'e keşfolundu ki düşman, dağın tepesine çıkmaktadırBunu bildiğinden dolayı kumandanı Hazret-i Sâriye'yi bundan sakındırdıHazret-i Ömer'in sesinin Sâriye'nin kulağına gitmesi büyük kerâmetlerdendir38

Enes b. Mâlik şöyle anlatır: Ben yolda giderken bir kadına rastladım ve keskin bakışlarla ona baktımKadının güzelliği hakkında düşündüm ve böylece Hazret-i Osman'ın huzuruna girdimOsman (radıyallahü anh) beni görünce şöyle dedi: 'Sizden herhangi biriniz, iki gözünde zinanın eseri açıkça görüldüğü halde huzuruma giriyor! Ey Enes! Sen bilmez misin? Gözlerin zinası, nâmahrem bir kadına bakmaktırAllah'a yemin ederim, ya sen bu günahtan tevbe edeceksin veya seni cezalandıracağını!7

Bu söz üzerine ben şöyle îtirazda bulundum:

-Hazret-i Peygamber'den sonra vahy var mıdır?

-Hayır! Ondan sonra vahy yokturFakat bâsiret, burhan ve doğru feraset vardır. (Yani ben basiret ve ferâsetimle bunu anladım) .

Ebû Said el-Harraz'dan şöyle rivâyet ediliyor: Mescid-i Harâm'a girdim, orada sırtında iki hırka olan bir fakir gördümİçimden şunları geçirdim: Bu ve benzeri kimseler, halkın sırtından geçiniyorlar, halkın boynunda asalaktırlar! Derhal bana döndü ve dedi ki: 'Ey kişi! Allah senin içinden geçeni biliyor! O halde Allah'ın kahrından kork!' Bunun üzerine Allah'tan af talep ettimTekrar bana haykırdı ve dedi ki: 'Ey kişi! Kulun tevbesini kabul eden O'dur!' Sonra benim gözümden kayboldu ve kendisini bir daha da görmedim.

Davud'un oğlu Zekeriyya der ki: Mesruk'un oğlu Ebû Abbas, hasta olan ve Haşim soyundan gelen Ebû Fadl'ın yanına gittiEbû Fadl denilen bu zat, aynı zamanda çoluk çocuk sahibi idi ve belli bir geliri de yoktuEbû Abbas der ki: Ziyaretinden kalkıp çıkmak istediğim zaman içimden şöyle dedim: 'Bu kişi nereden yiyor?'Arkamdan şöyle bağırdı; 'Ya Ebû Abbas! Bu kötü töhmeti kalbinden at! Çünkü Allahü teâlâ'nın gizli olan nice lûtufları vardır',

Ahmed en-Nakib der ki: Ebû Bekir eş-Şiblî'nin huzuruna girdimBeni görünce dedi ki: 'Ya Ahmed! Fitnelendik!' Ben 'Durum nedir?' diye sorunca dedi ki: "OturuyordumKalbimden 'sen cimrisin' diye geçti'Dedim ki: 'Ben cimri değilim'İkinci bir defa aynı şey hatırımdan geçti: 'Sen cimrisin'Bunun üzerine kendi kendime dedim ki: 'Bugün bana ne gelirse, ilk rastladığım fakire onu vereceğim'Şiblî devamla dedi ki: Kalbimden geçen bu söz henüz tamam olur olmaz, baktım ki halifenin hizmetçilerinden Mü'nis'in bir arkadaşı huzuruma girdiBeraberinde elli dinar vardıBana dedi ki: Bunu maslahatına sarfet! Bunun üzerine ben kalktım, o elli dinarı aldımDışarı çıktım, baktım ki iki gözünden âma bir fakir bir berberin önünde oturmuş, başını traş ettirmekte. . . ona yaklaştım ve elli dinarı eline uzattımBana dedi ki: 'Bunu berbere ver!' Dedim ki: 'Onun hakkı şu kadardır!' Bunun üzerine âma zat bana şöyle dedi: "Biz daha önce sana 'sen cimrisin' demedik mi?" Bu söz üzerine parayı berbere uzattımBerber bana 'Bu fakir benim önümde oturduğu zaman aramızda ücret almayacağımıza dair sözleştik'Şiblî der ki: Bu durum karşısında kalınca parayı Dicle'ye fırlattım ve dedim ki: 'Seni aziz eden bir kimse muhakkak Allah tarafından zelîl edilmiştir'.

Abdullah el-Alevî'nin oğlu Hamza diyor ki: Ebû Hayr et-Tinânî'nin39 huzuruna girdimOna selâm vermek ve onun evinde birşey yemeden çıkıp gelmek niyetindeydimEvinden çıktığım zaman baktım ki, arkamdan bir kap yemek yetiştirdi ve dedi ki: 'Ey genç! Sen artık bu saatte o kalbindeki niyetin dışına çıkmış bulunuyorsun! Onun için ye!' Ebû Hayr et-Tinânî denilen zat, kerametlerle şöhret bulmuştu.

İbrahim er-Rukkî diyor ki: Ebû Hayr et-Tinânî'ye selâm vermek maksadıyla gittimAkşam namazı oldu, nerede ise doğru dürüst Fâtiha'yı sonuna kadar okuyamayacak bir durumdaydıİçimden dedim ki: 'Benim' buraya kadar gelişim boşuna gitti!' Selâm verdiğim zaman abdeste çıktımBir yırtıcı hayvan bana hücum ettiBen Ebû Hayr'ın yanına geri döndüm ve kendisine dedim ki: 'Bir yırtıcı hayvan bana hücum etti'Bu söz üzerine dışarı çıktı ve o yırtıcı hayvana 'Sana, benim misafirlerime karışma demedim mi?'

Bu söz üzerine arslan geri geri çekildiBen de abdest alıp eve dönünce Ebû Hayr şöyle dedi: 'Siz dışınızı düzeltmeye çalışmışsınız! Fakat arslandan korkuyorsunuzBiz de iç âlemimizi düzeltmeye çalışmışızArslan bizden korkuyor'.

Meşâyih-i kirâmın ferâsetinden, halkın inancını okuyuşlarından ve birçok kimsenin kalbinden geçirdikleri niyetleri keşfedişleri hakkında gelen hikâyeler sayılamayacak kadar çokturHatta onların Hızır'ı görmeleri, Hızır'dan sormaları, gaybdan gelen sesleri işitmeleri ve kerametlerin diğer türleri sayılamayacak kadar çokturFakat inkâr eden, nefsinde bu durumu müşahede etmedikçe bu hikâyeler kendisine fayda veremezAslı inkâr eden bir kimse tafsilâtı da inkâr ederKesin delil odur ki hiç kimse tarafından inkâr edilmez, bunlar iki tanedir.

1Doğru rüyaların acaiplikleridirZira doğru rüyalarla gayb âlemi keşfolunurMadem ki bu uyku halinde caizdir ve oluyor, öyleyse uyanıklık halinde de olması muhal değildir demek olurÇünkü uyku ancak beş duyunun durmasıyla uyanıklıktan ayrılırO duyuların görünen şeylerden ilgisini kesmesiyle uyku uyanıklıktan ayrılırOysa nice uyanık kimseler vardır ki oldukça dalmış, ne dinler, ne de görür! Çünkü nefsi ile meşguldür.

2Hazret-i Peygamber'in gaybdan ve gelecekte olacak şeylerden haber vermesidirNitekim Kur'ân bu durumu kapsamaktadırMadem ki peygamberle gaybdan ve gelecekten haber vermek caiz ve mümkündür, öyleyse başkalarının da gaybdan haber vermesi caiz ve mümkün demektirÇünkü peygamber (aleyhisselâm) işlerin hakikatine vâkıf ve halkın ıslahıyla meşgul olan bir şahıs demektirBu bakımdan dünyada işlerin hakikatini keşfedip halkın ıslahıyla meşgul olmayan başka bir şahsın varlığı muhal değildir.

Bu ikinci şahsa 'Peygamber' denilmez, 'Velî' denirKim peygamberlere inanır, doğru rüyayı tasdik ederse, şeksiz ve şüphesiz kalbin iki kapısı olduğuna inanması gerekirBu kapılardan biri, duyulardan ibaret olan ve dışa açılan kapıdır.

İkincisi kalbin dahilinde melekûta açılırBu iç kapı ilham, kalbe üfürme ve vahy kapısıdırNe zaman ki kişi bu iki kapıyı tasdik ederse, bu takdirde ilmi sadece öğrenmek ve bilinen sebeplere öğrenmeyi hasretmek onun için mümkün değildirHatta mücahede etmenin de ilme varan bir yol olmasını caiz görürİşte bu hüküm, bizim söylediklerimizin hakikatine dikkati çekmektedirO söylediklerimiz de şehâdet ve melekût âleminin arasındaki kalbin acaip bir şekilde tereddüdüdür.

İşin rüyâ âleminde tabire muhtaç olan bir misâl şeklinde keşfolunmasının ve böylece peygamberlere ve velîlere çeşitli şekillerde görünmesinin sebeplerine gelince, bunlar da kalp acâipliklerinin esrarındandırBunu izah etmek, mükâşefe ilmine dâhildirBu bakımdan biz söylediklerimizle kalalımÇünkü söylediklerimiz, mücâhedeye teşvik ve mücâhede yoluyla keşfi elde etmeye teşvik hususunda yeterlidir.

Keşif erbabından biri dedi ki: Allah'ın meleği bana göründü! Melek benden kendisine, Tevhîdî müşahedemden gelen gizli zikrimden birşeyler okumamı istedi ve devamla melek bana dedi ki:

-Biz senin herhangi bir amelini yazmıyoruzOysa biz istiyoruz ki seni Allah'a yaklaştırıcı bir amelini Allah'ın huzuruna yükseltip götürelim.

-İkiniz farzları yazmıyor musunuz?

-Evet, yazıyoruz!

-O halde bu sizin için kâfidir!

Bu söz işaret eder ki 'Kirâmen kâtibîn' melekleri kalbin sırlarına muttali olmazlar, ancak zâhirî amellere muttalî olurlar.

Ariflerden biri der ki: Abdalların birinden yakînin müşahedesini sordumBu sual üzerine abdal, soluna baktı ve dedi ki: 'Allah senden razı olsun! Bu hususta fikrin nedir?' Sonra sağına baktı ve yine 'Allah senden razı olsun! Bu hususta fikrin nedir?' dedi. Sonra başını öne eğerek 'Allah senden razı olsun! Sen ne dersin?' diye sordu. Sonra dünyada işittiğim cevapların en garibini verdi ve ben kendisine şöyle sordum: 'Neden önce soluna, sağına sonra önüne bakarak birşeyler sordun?' Dedi ki: "Mesele hakkında benim kuvvetli bir cevabım yoktuÖnce soldaki melekten sordumO 'bilmem' dedi. Sonra sağdaki melekten sordum -ki soldakinden daha âlimdir- o da 'bilmem' dedi. Sonra kalbime baktım; ona sordumİşte sana vermiş olduğum cevabı kalbim bana haber verdiBu bakımdan kalbim iki melekten de daha âlimdir".

Sanki bu olay Hazret-i Peygamberin şu hadîs-i şerifinin mânâsıdır'muhakkak benim ümmetimden ilham alanlar vardır ve muhakkak Ömer, onlardan biridir'.

Bir hadîs-i kudsî'de şöyle buyurulmuştur: 'Herhangi bir kulun kalbine bakıp, onun kalbinde zikrime yapışma düşüncesini görürsem, o kulumun idaresini yürüten ben olurumOnun arkadaşı ben, onunla konuşan ben olurum'.

Ebû Süleyman ed-Darânî der ki: 'Kalp, kurulmuş bir çadır mesabesindedirOnun etrafında kapalı kapılar vardırOna hangi kapı açılırsa oradan girer'Böylece anlaşıldı ki kalbin kapılarından bir kapı, melekût ve mele-i âlâ âleminin tarafına açılır ve o kapı ancak mücahede ve takvâ ile açılırDünya şehvetlerinden yüz çevirmek sûretiyle açılır ve bunun için de âdil halîfe Hazret-i Ömer (radıyallahü anh) , hududlarda çarpışan ordu kumandanlarına şöyle yazdı: 'Allah'a itaat eden kullardan dinlediklerinizi ezberleyin! Çünkü Allah'a itaat eden kullara birçok doğru şeyler keşfolunur'.

Âlimlerden biri şöyle demiştir: 'Allah'ın kudret eli hükemanın ağızları üzerindedirBu bakımdan hükema, ancak Allahü teâlâ'nın kendilerine hazırladığı hakikati haykırırlar'.

Başka biri de şöyle demiştir: 'Eğer dilersem diyebilirim ki muhakkak Allahü teâlâ, kendisinden korkan kullarını birtakım sırlarına muttali kılar'.

31) ilim bölümünde geçmişti.

32) Buhârî, Müslim

33) İlim bölümünde geçmişti.

34) Buhârî, Müslim

35) Tirmizî

36) İlim bölümünde geçmişti.

37) Buhârî

38) Vâkıdî, (Usame b. Zeyd'den, o da Hazret-i Ömer'den)

39) Tinan, Musul'un köylerindendir. Bu zat aslen Mağriblidir, el-Ekda mahlasıyla tanınmaktadır.

21-8

Şeytanın Kalbe Vesvese İle Tasallutu, Vesvese'nin Anlamı ve Galebe Çalmasının Sebebi

Söylediğimiz gibi kalp kurulmuş bir çadır gibidir ve birtakım kapıları vardırHer kapısından kendisine durum ve haller gelir ve yine kalbin misâli hedefe benzerOna her taraftan oklar atılır veya kalp, dikilmiş bir aynaya benzerO aynanın üzerinde çeşitli sûretler geçerBir sûretten sonra başka bir sûret görünürO ayna bu geçen sûretlerden boş değildir veya bir havuzun sularına benzerÇeşitli nehirlerden o havuza sular akar. . . Her durumda kalbe akan bu yeni yeni eserlerin giriş noktaları ya beş duyudan veya bâtındandırHayâ, şehvet, öfke ve insan mizacından oluşan şeylerdendirÇünkü insanoğlu beş duyusuyla birşeyi idrâk ettiği zaman, o idrâk edilen şeyden kalpte bir eser oluşurBöylece fazla yemekten veya mizacdaki bir kuvvetten dolayı şehvet kabardığı zaman onun kalpte bir etkisi olurHer ne kadar kalp, hissettirmekten engellense de nefiste meydana gelen hayaller devamlı kalırlarHayal birşeyden diğer birşeye geçerHayalin geçişine göre, kalp de bir halden diğer bir hâle geçerMaksat şudur; kalbin değişmesi ve etkilenmesi daima bu sebeplerdendirKalpte oluşan eserlerin en güzeli hatıralardırHatırat'tan gayemiz; kalpte meydana gelen fikir ve zikirlerdirBunlardan gayemiz; teceddüd veya tezekkür yoluyla gelen ilimlerdirİşte bu ilimlere 'hâtırat' adı verilirÇünkü bunlar, kalp onlardan gâfil olduktan sonra kalbe gelirlerİradeleri harekete getiren hatırat'tırÇünkü niyet, azim ve irade ancak niyet edilen mânânın tamamının kalpte meydana gelmesinden sonra oluşur.

Bu bakımdan fiillerin başlangıcını ve rağbeti tahrik eden hatırat'tırRağbet de azmi tahrik eder, azim de niyeti tahrik ederNiyet ise âzayı harekete geçirirRağbeti harekete geçiren hatırat) şerre dâvet eden, sonucu zarar veren hâtırat ile hayra dâvet eden âhirette fayda veren hâtırat diye ikiye ayrılırBu iki kısım değişik hâtırattırBu bakımdan değişik isimlere muhtaçtırlarGüzel sonuç veren hâtırata 'ilham', kötü hâtırata (şerre dâvet eden âtırata) ise Vesvese' adı verilirBunu bildikten sonra anlarsın ki bu hâtıratlar, hâdis (sonradan olma) dırHer sonradan olanın mutlaka 'Muhdis'i (icat edicisi) vardırHavadis ne zaman değişik olursa, onların değişmeleri, sebeplerinin çeşitliliğine delâlet ederİşte müsebbebleri sebeplere bağlamak tertibindeki Allahü teâlâ'nın kanunundan anlaşılan budur! Ne zaman evin duvarları ateşin ışığıyla aydınlanırsa, tavanı ateşten çıkan duman ile kararırsa, bilirsin ki kararmanın sebebi, aydınlanmanın sebebinden ayrıdır.

İşte böylece kalbin nûrları ve zulmeti için de iki değişik sebep vardırBu bakımdan hayra davet eden hâtırat sebebine 'Melek' ismi verilirŞerre dâvet eden hâtıratın sebebine 'şeytan' ismi verilirKalbin, sayesinde hayır ilhamını kabul etmeye hazır olduğu lûtufa 'tevfîk' ismi verilirKalbin, sayesinde şeytanın vesvesesini kabul etmeye hazır olduğu şeye de 'iğvâ' ve 'hizlân' ismi verilirÇünkü çeşitli mânâlar, değişik isimlere muhtaçtırlarMelek, Allahü teâlâ'nın yarattığı ve şanı hayır ile ilmi ifade etmek olan bir mahlûktan ibarettirBu mahlûk hakkı keşif, hayrı va'd ve emr-i bi'l-ma'ruf yaparAllahü teâlâ onu yaratmış ve bu vazifelerde kullanmak üzere kendisini musahhar kılarak görevlendirmiştirŞeytan ise, öyle bir yaratıktan ibarettir ki, meleğin zıddıdırYani şerri ve fuhşiyatı emreder, hayrı yapmaya azmettiğin zaman fakirlikle korkuturBu bakımdan vesvese ilhamın tam zıddıdırŞeytan ise, meleğin tam zıddıdır. . . Tevfik de hizlân'ın zıddıdır ve bu duruma şu ayet-i celîle ile işaret vardır:

Herşeyden iki çift (erkek-dişi) yarattık. (Zâriyât/49)

Çünkü varlıkların tümü çifttirlerAncak Allahü teâlâ bu hükmün dışındadırÇünkü Allahü teâlâ 'tek'dirO'nun karşılığı yokturBil ki birdir, haktır ve bütün çiftleri yaratandırBu bakımdan kalp, şeytan ile melek arasında çekilmektedirHazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

Kalbe gelen iki şey vardırBirisi melekten gelen şeydir ki hayrı vadedip, hakkı tasdik ederBu bakımdan kim kalbinde bunu görürse, bilsin ki bu Allah'tan gelen bir lütûftur ve bunun için Allahü teâlâ'ya hamdetmelidirDüşmandan gelen ikinci birşey vardırO da şerri va'd edip hakkı yalanlar ve hayrı yasaklarKim kalbinde böyle birşeye rastlarsa kovulmuş şeytanın şerrinden Allah'a sığınsın!40

Rasûlüllah bunu söyledikten sonra şu ayeti okudu.

Şeytan sizi fakirlikle korkutur ve size çirkin şeyleri yapmayı emrederAllah ise size kendi tarafından bir mağfiret ve bir fazl va'dediyorAllah (ın lütfu) geniştir, herşeyi kemâliyle bilendir. (Bakara/268)

Hasan-ı Basrî diyor ki: Kalpteki bu iki hâdise, kalpte durmadan cevelan eden iki himmettirBiri Allah'tan gelen, biri de şeytandan gelen himmet. . . O halde, Allah o kuldan razı olsun ki Allah'tan gelen himmetin hududunda durur ve Allah'tan geleni yapar, Allah'ın düşmanından gelenle mücadele edip reddederKalp, musallat olan bu iki himmet arasında çekildiğinden dolayı Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

Mü'minin kalbi rahman Allah'ın kudret parmaklarından iki parmak arasındadır41

Çünkü damar, kan, kemik ve etten oluşan 'parmak'tan Allahü teâlâ münezzehtirBoğumlara taksim olunan parmaktan Allahü teâlâ'nın şânı yücedirFakat parmaktan maksat süratle çevirmektirHareketlendirme ve bozmaya muktedir olmaktırÇünkü sen, parmağını parmak olduğundan dolayı değil, evirip çevirmekteki çalışmasından dolayı istersinNasıl ki, parmaklarınla fiillerde bulunuyorsan, Allahü teâlâ da yaptıklarını, melek ve şeytanı musallat kılmak sûretiyle yaparBunların ikisi, Allah'ın kudretiyle, kalpleri evirip çevirmekle görevlendirilmişlerdirSenin parmaklarının cisimleri evirip çevirmekte sana musahhar olduğu gibi. . .

Kalp -yaradılış itibariyle- melekten gelen eserleri de, şeytandan gelen eserleri de kabul etmeye eşit bir şekilde elverişlidirBunların biri diğerine esasında ağır basmamaktadırAncak taraflardan birinin ağır basması, nefsin hevasına uymak, şehvetlere düşmek veya şehvet ve hevâ-i nefisten yüz çevirmekle olurEğer insanoğlu öfkesinin ve şehvetinin isteğine ayak uydurursa heva-i nefis vasıtasıyla şeytanın kendisine tasallut ettiği anlaşılırKalp böylece şeytanın yuvası ve kaynağı olurÇünkü heva-i nefis, şeytanın merasıdırEğer insanoğlu şehvetlerle mücahede edip onları nefse musallat kılmazsa ve meleklerin ahlâkına uyarsa, bu takdirde onun kalbi meleklerin istikrar yeri ve iniş merkezi olurHiçbir kalp; şehvet, öfke, hırs, tamahkârlık ve kötü emelden, kısacası hevâ-i nefisten dallanıp budaklanan beşerî sıfatlardan boş olmadığı için şeytanın vesveseyle dolaşmadığı kalp yokturBunun için Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

-Hiç kimse yoktur ki onun bir şeytanı olmasın.

-Ey Allah'ın Rasûlü! Senin de şeytanın var mı?

-Benim de varAncak Allahü teâlâ bana yardım ederek şeytanı mağlup etti ve böylece benim şeytanım teslim olduBu bakımdan o bana hayırdan başkasını emretmez42

Hazret-i Peygamber'in şeytanının böyle olması, şu hikmetten ötürüdür: Şeytan ancak şehvet vasıtasıyla musallat olurO halde şehvetine karşılık Allah'ın yardımına mazhar olan bir kulun şehveti, istediği yerde harekete geçer ve istediği hududlara kadar varır, bu kulun şehveti şerre dâvet etmezBu bakımdan şehvetin zırhına bürünmüş şeytan da ancak hayrı emreder.

Ne zaman hevanın istekleriyle dünyanın zevki kalbe hâkim olursa, şüphesiz şeytan, bir imkân bulur ve vesveseye başlarNe zaman ki kalp, Allah'ın zikrine dönerse, şeytan oradan göçeder ve onun için imkân kapısı oldukça daralır ve böylece melek gelip ilham ederKısacası kalbin savaş meydanında meleklerin ordusu ile şeytanların ordusu arasında daimî bir kavga vardır, kalp ikisinden birine teslim oluncaya kadar devam ederBöylece fetheden geçebilirKalplerin çoğu, şeytanların orduları tarafından fethedilerek mülk edinilmiştirGeçici dünyayı âhirete tercih etmeye, âhireti atmaya dâvet eden vesveselerle dolmuşlardırŞeytan ordularının istilâları şehvetlere ve hevâ-i nefse tâbi olmakla başlar ve bundan sonra kalbin melekler tarafından fethedilmesi şeytanın pisliklerinden, yani hevâ ve şehvetlerden boşaltmak sûretiyle mümkün olurMeleklerin iz bıraktıkları mekân olan kalbi Allah'ın zikriyle tâmir etmek de ancak meleklerce fethedilmesiyle mümkün olur.

Câbir bUbeyde el-Adevî şöyle anlatır: el-Ulaye bZiyad'a kalbimdeki vesveseden şikayet ettimBana dedi ki: 'Bunun misali, içinden hırsızların geçtiği bir evin misaline benzerEğer o evde birşeyler varsa hırsızlar sağa sola başvurur, evi arayıp tararlarEğer birşey yoksa evi bırakıp geçip giderler'.

Yani hevâ-i nefisten boş olan bir kalbe şeytan girmez ve bunun için de Allahü teâlâ şöyle buyurmuştur:

Benim (gerçek) kullarım (a gelince) senin onlar üzerinde hiçbir hâkimiyetin yokturRabbin ise, vekil olarak yeter! (İsrâ/65)

Bu bakımdan hevâ-i nefsine tâbi olan herkes Allah'ın değil, hevâ-i nefsinin kuludur ve bunun için de Allahü teâlâ kendisine şeytanı musallat kılarak şöyle buyurmuştur: ' (Ey Rasûlüm) ! Şimdi o kimseyi gördün ya! (Hidayeti bırakıp keyfine taparcasına) zevkini kendisine ilâh edinmiş' (Câsiye/23) Bu ayet işaret eder ki hevâ-i nefsini kendisine ilâh edinen bir kimse Allah'ın kulu değildir, hevâ-i nefsinin kuludur ve bunun için de Amr bAs Hazret-i Peygamber'e şöyle sorar:

-Ya RasûlüllahŞeytan benimle namazımın ve okuyuşumun arasına girdi!

- O bir şeytandır ki kendisine hanzeb denirSeninle ibadetlerinin arasına girdiğini hissettiğin zaman onun şerrinden Allah'a sığın ve üç defa sol tarafına tükür43

Amr der ki: 'Ben Hazret-i Peygamberin dediğini yaptım ve bu sayede Allahü teâlâ o şeytanı benden uzaklaştırdı'.

Muhakkak ki abdestin 'Velhan' adlı bir şeytanı vardırOnun şerrinden Allahü teâlâ'ya sığının!44

Şeytanın vesvesesini ancak vesvese veren şeyden başkasını düşünmek silerÇünkü herhangi birşeyin hatırlanması kalpte meydana gelirse, ondan önce kalpte bulunan şey yok olurFakat herşey Allahü teâlâ'nın gayrisidir ve herşey Allah ve Allah ile irtibatlı olanın gayrisidirO, vesveseye vesile olup şeytanın at oynatma meydanı olabilirBu bakımdan veseveseyi silip artık bir daha şeytana cevelân etme imkânını vermeyen tek şey, Allah'ın zikridir ve bilinir ki Allah'ın zikrinde şeytanın mecali yoktur ve hiçbir şey zıddından başkasıyla tedavi olunamazŞeytanî vesvesenin tamamının zıddı ise, istiaze etmek vasıtasıyla Allah'ı anmaktırKuvvet ve kudretinden tamamen uzaklaşıp Allah'a iltica etmektirBöyle yapman senin eûzü billâhi min'eş-şeytân'ir-racîm ve lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâhi'l-aliyyıl-azîm demenin mânâsıdırBöyle bir durumu meydana getirmek ancak muttakîlerin işidirO muttakîler ki Allah'ın zikri onlarda galiptirŞeytan ise ancak gaflet anlarında onları ziyaret eder.

Allah'tan korkanlar, kendilerine şeytandan bir vesvese dokunduğu zaman Allah'ı ve azabı düşünürlerBir de bakarsın ki onlar doğru yolu bulup şeytanın vesvesesini atmışlardır bile. . . (A'raf/201)

Meşhur müfessir Mücâhid, Nas suresinin 4ayetini şöyle tefsir etmiştir: 'Şeytan kalbe yayılırNe zaman insan, Allah'ı anarsa, geri çekilip kalıbına dönerİnsanoğlu gâfil olduğu zaman yeniden kalbi istilâya başlar!' Bu bakımdan Allah'ın zikriyle şeytanın vesvesesi arasında zulmet ile nûrun, gece ile gündüzün arasında olduğu gibi, kovalamaca vardırBiri diğerinin zıddı olduğu için Allahü teâlâ şöyle buyurmuştur:

Şeytan onları kuşatmış onlara Allah'ı anmayı unutturmuştur. (Mücâdele/19)

Enes, Hazret-i Peygamber'den şöyle rivâyet eder:

Muhakkak ki şeytan hortumunu Âdem oğlunun kalbine sarkıtırEğer Âdem oğlu Allah'ı zikrederse, şeytan gerisin geriye çekilirEğer Allah'ı unutursa şeytan onun kalbini yutar45

İbn Veddah'ın naklettiği bir hadîs ise şöyledir:

Kişi, kırk yaşına gelip de tevbe etmezse, şeytan onun yüzünü eliyle sıvazlar ve kendisine 'Babam felâha kavuşmamış bir kimsenin yüzüne kurban olsun!' der.

Nasıl ki şehvetler, Âdem oğlunun et ve kanına karışmışsa, şeytanın tasallutu da öylece etine, kanına karışmış ve her taraftan kalbini kuşatmıştır.

Muhakkak ki şeytan, insanoğlunun damarlarında dolaşırBu bakımdan siz şeytanın dolaştığı yolları, aç kalmak (oruç tutmak) sûretiyle daraltınız46

Neden şeytanın yolları acıkmak sûretiyle daralır? Çünkü acıkma, şehveti kırarŞeytanın yolu ise şehvetlerdirŞehvetler her taraftan kalbi kuşattığı için Allahü teâlâ İblis'ten hikâye ederek şöyle buyurur:

Öyleyse beni azdırmana karşılık, yemin ederim ki insanoğullarını saptırmak için muhakkak senin doğru yoluna oturacağım, vesvese verip pusu kuracağım. Sonra onlara önlerinden ve arkalarından, sağlarından ve sollarından sokulacağım.

ŞeytanÂdem oğlunu kandırmak için yollarda oturmuştur, Âdem oğlu'nun İslâm yoluna şeytan oturdu ve Âdem oğluna şöyle sordu: 'Sen müslüman mı oluyorsun? Sen dinini ve ecdadının dinini mi terkediyorsun?' Şeytanın bütün ısrarına rağmen Âdem oğlu kendisine isyan ederek müslüman oldu. Sonra şeytanÂdem oğlunu kandırmak için hicret yoluna oturup ona şöyle dedi: 'Sen öz memleketinden hicret mi ediyorsun?' Yine Âdem oğlu şeytana isyan edip hicret etti. Sonra şeytan onu aldatmak için cihad yoluna oturdu ve dedi ki: 'Sen cihada mı gidiyorsun? Oysa cihad, nefsin ve malın telef edilmesidirSavaşıp öldürüleceksinKarıların başkası tarafından nikâh edilecektir ve malın vârislere taksim edilecektir'Âdem oğluşeytanın bu iğvasına rağmen, ona isyan edip cihada devam ettiKim böyle yapıp ölürse, onu cennete göndermek Allahü teâlâ'ya hak olur47

İşte görüldüğü gibi, Hazret-i Peygamber vesvesenin mânâsına zikrettiVesvese, Mücâhid bir kimsenin kalbine 'Sen öleceksin! Kadınların kocaya gidecekler' gibi sözler söyleyerek insanoğlunu cihaddan caydırırBunlar malûm ve herkesce bilinmektedirBu bakımdan vesveseler de müşâhede ile malûmdurlarKalbe gelen herşeyin bir sebebi vardır ve o sebep, bilinmesi için bir isme muhtaçtırBu bakımdan vesvesenin sebebinin ismi şeytandır ve insanoğulları şeytana isyan etmek veya ona tâbî olmak sûretiyle değişik durumda bulunurlar ve bunun için de Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

Hiçbir kimse yoktur ki bir şeytanı olmasın!48

Böylece basiretin bu çeşidiyle vesvese, ilham, melek, şeytan ve hizlân'ın mânâları açığa kavuşmuş olduBu hakikatten sonraşeytanın zâtını düşünüp, acaba lâtif bir cisim midir veya cisim değil midir? Acaba cisim değilse, cisim olan insanın bedenine nasıl girer? Bu tür düşünceye muamele ilminde hiçbir ihtiyaç yokturŞeytanı bu yönden tedkik eden bir kimsenin misâli, tıpkı elbisesinin içerisine yılan girmiş bir kimsenin misâline benzerElbisesinin içerisine yılan girmiş bir kimse, herşeyden önce, yılanı çıkarıp atmaya ve zararını kendisinden uzaklaştırmaya muhtaçtırOysa adam yılanı çıkarıp atmıyor da onun şeklini, rengini, uzunluğunu tedkik etmekle meşgul oluyorBu ise, cehâletin ta kendisidirBu bakımdan insanoğlunu şerre iteleyici hatıratın bir sebepten doğduğu anlaşıldı ve şüphesiz düşman da anlaşıldıBu bakımdan düşman ile mücadele etmekle meşgul olması uygundurAllahü teâlâ da şeytanın düşmanlığını Kur'ân'ın birçok ayetinde tarif etmiştir ki ehl-i îman bu tarif sayesinde şeytanın şerrinden emin olup sakınsın!

Hakîkaten şeytan (öteden beri) size düşmandırSiz de onu düşman edinin! Çünkü o, avanesini cehennemlik olmaya çağırır. (Fâtır/6)

'Şeytana itâat etmeyinO size açık bir düşmandır' diye size öğüt vermedim mi ey Ademoğulları? (Yâsin/60)

Bu bakımdan kulun, düşmanı kendisinden uzaklaştırmakla meşgul olması gerekirDüşmanın soyunu sopunu, yerini yurdunu sormakla meşgul olması gerekmezEvet! Düşmanın silahını bilmesi gerekir ki onu nefsinden uzaklaştırsınŞeytanın silahı ise, hevâ-i nefis ve şehvetlerdir ve bunu bilmek âlimlere kâfidirŞeytanın zatını, sıfat ve hakikatlerini ve meleklerin hakikatini bilmeye gelince, bu ancak mükâşefe ilmine dalmış ârif kişilerin işidirMuamele ilminde bunu bilmeye insanoğlu muhtaç olmazEvet, hatıratın şu kısımlara ayrıldığını herkes bilmelidir:

A) Kesinlikle şerre dâvet eden bir kısmı vardır ve bu kısmın vesvese olduğu da gizli değildir.

B) Kesinlikle hayra dâvet ettiği bilinen hâtırattırBunun ilham olduğunda şek ve şüphe yoktur.

C) Hangi kısım olduğunda tereddüt ve şüphe olandırBunun, meleği yaklaştıran hasletten mi geldiğini, yoksa şeytanı yaklaştıran hasletten mi geldiğini bilmek kolay değildirÇünkü şerri, hayır şeklinde göstermek şeytanın hilelerindendir.

Acaba bu hayır mıdır yoksa şeytanın hilesiyle 'hayır' şeklinde gösterilen 'şer' midir diye ayırmak çok zordurÂbidlerin çoğu bu üçüncü kısımla helâk olmuşlardırÇünkü şeytan onları doğrudan doğruya açık şerre dâvet etmeye muktedir değildirBu bakımdan onları aldatmak için 'şerr'i hayır sûretinde göstererek tasvir ederNitekim âlim kişiye va'z ve nasihat yoluyla der ki: 'Sen halka bakmaz mısın? Onlar cehaletten ölüdürler, gafletten helâk olmuşlar, ateşe yaklaşmışlardırAllah'ın kullarına hiç merhametin yok mudur? Nasihat ve va'zınla onları tehlikelerden neden kurtarmıyorsun? Oysa Allah sana gören bir kalp, ateşli bir dil, halk tarafından kabul edilen bir konuşma ihsan etmiştirBu bakımdan sen nasıl Allah'ın nimetini inkâr eder, dolayısıyla Allah'ın kahrına kendini maruz bırakırsın? Hakîkati haykırmaktan nasıl susarsın? Halkı dosdoğru yola davet etmekten nasıl geri kalırsın?!!' Evet böylece şeytan, âlimin kalbinde bunu yerleştirmeye çalışırOnu ince hilelerle durmadan çeker, ta ki o halka va'z ve nasihat yapmakla meşgul oluncaya kadarMeşgul olduktan sonra onu halka süslü görünmeye, lâfızları güzelce telâffuz etmeye, hayrı açıkça söylemek sûretiyle riyâkârlık yapmaya dâvet eder ve âlime der ki: 'Eğer sen böyle yapmazsan senin konuşmanın tesiri cemaatin kalbinden düşer ve cemaat doğru yolu bulamaz'.

Böylece âlimin kalbinde bunu daimî bir şekilde işler ve böylece âlimin kalbinde riyânın kokularını yerleştirirHalk tarafından kabul edilsin zihniyetini, dünyada rütbe sahibi olmanın lezzetini, yardımcılarının ve kendisinden ilim alanların çokluğuyla aziz olma fikrini, halka hakaret gözüyle bakmayı yerleştirirDolayısıyla miskin âlim, va'z ve nasihatinden ötürü helâke doğru sürüklenir giderHayrı kasdettiğini zannederek konuşurOysa maksadı post kapmak ve halk tarafından kabul görmektir ve bundan dolayı da helâk olur! Allah nezdinde bir kıymeti olduğu zannına kapılırOysa kendisi Hazret-i Peygamber'in şu sözlerinin mefhumuna dâhil olanlardan olur.

Muhakkak ki Allah bu dini, ahlâksız bir kavimle de takviye ve te'kid eder49

Muhakkak ki Allah bu dini fâcir ve fâsık kişiyle de takviye eder50

Bu sırra binaen rivâyet edilir ki İblisHazret-i isa'ya misâl âleminde görünür ve der ki: 'Lâ ilâhe illâllah de!' Buna karşılık olarak Hazret-i isa (aleyhisselâm) şöyle der: 'Lâ ilâhe illâllah hak bir kelimedirFakat senin sözünle bu kelimeyi söylemem!'

Hazret-i isa'nın (aleyhisselâm) böyle söylemesinin hikmeti şudur: İblis'in hayra çağırmasında da birtakım karıştırmalar vardırŞeytanın bu tür karıştırmaları sayılamayacak kadar çoktur ve bu tür karıştırmalarından ötürü birçok âlim, âbid, zâhid, fakir, zengin ve şerrin zâhirinden nefret eden, açık günahlara girmeyi nefislerine uygun görmeyen halk sınıfları helâk olmuşlardır.

Biz bu bölümün sonunda gelen Gurur Kitabı'nda şeytanın hilelerinden bir kısmını zikredeceğizEğer zaman mühlet verirse, biz özel olarak bu hususta bir kitap telif edeceğiz ve telif edeceğimiz kitaba 'Telbîsu İblis(İblis'in Kandırmaları) adını vereceğizÇünkü zamanımızda îblis'in aldatması memleketler ve kullar arasında oldukça yayılmıştırHele mezhep ve inançlar sahasında daha da fazla yaygındırHatta hayırlardan sadece resimler ve görünür tarafları kalmıştırBütün bunlar, İblisin kandırma ve hilelerine kurban olmaktan kaynaklanmıştırBu bakımdan kul'a, kalbine gelen her fikrin yanında durup süzmek gerekir ki bu fikrin melekten mi, yoksa şeytandan mı geldiğini bilsin ve basiret gözüyle derin derin düşünsün ve tabiattan gelen hevâ-i nefisle hareket etmesin! Kişi böyle bir hakikate ancak takva, basiret nûru ve ilmin çokluğu ile vâkıf olabilirNitekim Allahü teâlâ şöyle buyurmuştur:

Allah'tan korkanlar kendilerine şeytandan bir vesvese dokunduğu zaman, Allah'ı ve azabını düşünürlerBir de bakarsın ki onlar doğru yolu bulup şeytanın vesvesesini atmışlardır bile. . . . (A'raf/201)

Yani ilmin nûruna dönmüşlerdir ve böylece onlara müşkil meseleler, hakikî yönüyle görünür ve keşfolunur.

Nefsini takva ile bezemeyen bir kimseye gelince, bu kimse tabiatça hevâ-i nefsine tâbi olduğundan ötürü şeytanın hilesine meyleder ve böylece şeytanın kandırması bu kimsede çoğalır ve bilmediği halde acelece şeytanın helak edici vesveselerine kurban giderBöyle kimseler hakkında Allahü teâlâ şöyle buyurmuştur:

Artık zannetmedikleri bir azap Allah tarafından onlar için meydana çıkmıştır. (Zümer/47)

Denildi ki: 'Onlar için meydana çıkan azap', hayır zannettiği ve hakîkaten günah olan amelleridirMuamele ilminin çeşitlerinin en çözülmez olanı, nefsin hilelerine ve şeytanın desiselerine vâkıf olmaktırOysa bunlara vâkıf olmak, her kul için farz-ı ayınıdırAma halk bunu ihmâl etmiştirKendilerini vesveseye çeken ilimlerle meşgul olmuşlardırŞeytan onlara musallat olmuş, düşmanlığını onlara unutturmuşturŞeytanın düşmanlığından sakınma yolu onlara unutturulmuşturİnsanı ancak vesveselerin kapılarını kapatmak kurtarırHatıratın kapıları ise, beş duyudurBu kapılar şehvetlerden ve dünya ilgilerinden ötürü kalbe açılırKaranlık bir evde oturmak, duyuların kapısını kapatırAile efradından ve maldan uzak durmak, vesveselerin kalbe girişlerini azaltırFakat bununla beraber kalpte cereyan eden hayallerde bulunan bâtınî menfezler kalırBu menfezleri kapatmak da ancak kalbi Allah'ın zikriyle meşgul etmekle mümkün olur. Sonra şeytan durmadan böyle bir kalbi çeker, onunla çekişir ve onu Allah'ın zikrinden gâfil etmeye çalışırBu bakımdan şeytanla daima mücahede etmek gerekirBu mücahede ise, ancak ölümle sonuçlanırZira hiç kimse hayatta oldukça şeytandan kurtulamaz.

Evet! İnsanoğlu bazen şeytana itaat etmeyecek derecede kuvvet kazanırMücahede sayesinde şeytanın şerrini nefsinden uzaklaştırırFakat kan bedende dolaştıkça, bu kişi cihad etmek ve şeytana karşı müdafaada bulunmaktan kurtulamazÇünkü kişi, sağ oldukça şeytanın kapıları onun kalbinde açık bulunur ve kilitlenmezO kapılar da şehvet, öfke, hased, tamahkârlık, oburluk ve benzerleridirNitekim bunların beyanı ileride gelecektirKapı açık bulundukça, düşman da gâfil olmadıkça, düşmanın şerri ancak nöbet beklemek ve mücahede etmek sûretiyle defedilir.

Bir kişi, Hasan-ı Basrî'ye şöyle sorar: 'Ey Ebû Said! Şeytan uyur mu?' Hasan-ı Basrî (radıyallahü anh) tebessüm ederek şöyle cevap verir: 'Eğer şeytan uyusaydı, biz istirahat ederdikHiçbir zaman ehl-i îman şeytandan kurtulamaz'.

Evet! Her müslümanın şeytanı defetmek ve kuvvetini zayıf düşürmek için bir yolu vardırNitekim Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

Muhakkak ki Mü'min kimse, herhangi birinizin sefer hâlinde devesini zayıflattığı gibi şeytanını zayıflatır51

İbn Mes'ûd şöyle der: 'mü'minin şeytani, zayıf ve bi'tabdır'.

Kays bHaccâc şöyle demiştir: "Benim şeytanım bana dedi ki: 'Ben senin bedenine girdiğim zaman kocaman bir deve gibiydimŞimdi ise bir kuş gibi oldum!' Ben ona 'Neden böyle oldu?' diye sorunca, bana 'Sen beni Allah'ın zikriyle eritiyorsun!' diye cevap verdi".

Bu bakımdan takvâ ehli için şeytanın kapılarını kapatmak zor gelmezNöbet beklerse şerrinden sakınmak güç gelmezKapılardan zâhir kapıları ve açık günahlara götüren apaçık yolları kastediyorumTakva sahibi zatlar, ancak şeytanın çözülemez veya çözülmesi zor olan yollarında kayarlarÇünkü onlar bu dolambaçlı yolları bilmezler ki onlardan sakınsınlarNitekim biz buna âlimler ve vâizlerin aldanışı bahsinde işaret etmiştik.

Müşkil olan mesele şudur: Şeytanın kalbe açılan kapıları pek çokturMeleklerinki ise bir tek kapıdırKaldı ki bu tek kapı, şeytanın o çok olan kapılarıyla karışmaktadırBu bakımdan bu kapılarda kul, yolları çok olan ve hangi yolun nereye gideceği pek kestirilmeyen bir çölde, kapkaranlık bir gecede şaşıp kalan bir yolcuya benzerBu yolcu ancak gideceği yolu, basiret gözüyle seçebilecek duruma düşer veya pırıl pırıl parlayan güneşin doğuşuna muhtaç olur.

Burada ki göz ise, takvâ ile temizlenmiş kalptirPırıl pırıl parlayan güneş ise, Allah'ın Kitabı'ndan ve Hazret-i Peygamber'in sünnetinden öğrenilen ilimdirİnsanı, seçilmesi güç olan yollara hidayet eden ilim. . . Eğer böyle bir durum mevcut değilse, yollar çok ve karışıktırÇıkması pek zordurAbdullah bin Mes'ud (radıyallahü anh) şöyle rvayet eder:

Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) birgün bize bir çizgi çizdi ve şöyle dedi: 'İşte bu çizgi Allah'ın yoludur'. Sonra o çizginin sağına ve soluna birçok çizgiler çizdi ve şöyle dedi: 'Bunlar çeşitli yollardırBu yolların herbirinin üzerinde bir şeytan durmakta ve insanları bu yola davet etmektedir'. Sonra şu ayeti okudu: 'Şu emrettiğim yol, benim dosdoğru yolumdurHep ona uyun! Başka yollara (ve dinlere) uyup gitmeyin ki, sizi onun yolundan saptırıp parçalamasınlar'. (En'âm/53)

İşte ayette geçen 'başka yollar' bu çizgilerdirBöylece Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) yolların çokluğunu anlatmış oldu52

Biz, bâtıl yollardan ayırdedilmesi pek güç olan hak yol için bir misal zikrettikO yol ki âlimler ve şehvetlerine sahip olan âbidler, zâhirî kötülüklerden nefislerini meneden kullar onunla aldanırlarBu bakımdan biz Âdem oğlunun yürümeye mecbur olduğu yola bir misal verelimHazret-i Peygamberin şöyle dediği rivâyet edilmektedir:

İsrâiloğulları'ndan bir rahip vardıOnun zamanında şeytan bir kız çocuğunun gırtlağına sarılıp onu boğduYani onu sara hastalığı gibi boğmacaya benzer bir hastalığa müptela etti. Sonra o kızın ailesinin kalbine 'bunun tedavisi ancak rahibin yanında mümkündür' diye ilka ettiBu bakımdan aile efradı, kız çocuğunu rahibe getirdilerRahip ise, onu yanına alıp tedavi etmekten kaçındıOnlar kızı rahibe kabul ettirinceye kadar yalvardılarKız tedavi için rahibin yanında bulunduğu sırada şeytan, rahibe geliverdiKıza yaklaşıp cinsî ilişki kurmasını rahibin kalbine vesvese yoluyla ilka etti ve rahip, kızla cinsî münasebette bulununcaya kadar şeytan bu vesvesesine devam etti ve kız, rahipten gebe kaldıBu sefer şeytan, rahibe şu vesveseyi verdi: "Ey rahip! Ne yapıyorsun? Şimdi rezil olacaksın! Kızın ailesi sana gelecektirO halde kızı öldürÇünkü senin için bundan başka çıkar yol yok! Eğer onlar senden kızın ne olduğunu sorarlarsa, kızın vefat ettiğini söyle"Bunun üzerine rahip, kızı öldürüp gömdü. Sonra şeytan, kızın aile efradına gittiOnlara vesvese verdiKalplerine 'Rahip, kızı gebe bıraktıktan sonra öldürdü ve gömdü' diye ilka ettiBunun üzerine kızın aile efradı rahibe geldiKızın durumunu sorduRahip kızın öldüğünü söylediOnlar rahibi tutup kızın yerine öldürmek istedilerBunun üzerine şeytan, rahibe gelip dedi ki: 'Kızı sara illetine müptela eden ve sonra aile efradının kalbine 'rahibe götürün o tedavi eder' fikrini atan benimBu bakımdan bana itaat edersen, seni onlardan kurtarırım'Rahip 'Nasıl ve ne ile sana itaat edeyim?' dediŞeytan 'Bana iki defa secde et!' dediBunun üzerine rahip, şeytana iki secde yaptı! Şeytan, rahibe şöyle dedi: 'Ben senden beri ve uzağım'.

İşte bu rahip hakkında Allahü teâlâ, Haşr sûresinin onaltıncı ayetinde şöyle buyurmuştur:

(Yahudileri savaşa teşvik etme hususunda münafıkların hâli) şeytanın hâli gibidirHâni insana 'kâfir ol!' demişti de o insan kâfir olunca 'Ben senden beriyimÇünkü ben âlemlerin rabbi Allah'tan korkarım' dedi53

Şimdi şeytanın hilelerine, rahibi nasıl bu büyük günahları işlemeye mecbur ettiğine dikkatle bak! Bütün bunlar bir sebepten doğmuşturO da rahibin şeytana itaat edip cariyeyi tedavi etmek için yanına kabul etmesidirBu 'kabul ediş' kolay görünürHatta bunu kabul eden, çoğu zaman bunu hayır ve hasene olarak görür ve şeytan gizli bir heva ile kendisine bunu güzel gösterir ve o da bunu hayır işleyen bir kimse gibi yaparOndan sonra iş kendisinin ihtiyarından çıkar ve bir kısmı diğer bir kısmını çekip davet ederÖyle ki artık kurtuluş yolunu bir türlü bulamazBu bakımdan işlerin başlangıçlarını zâyi etmekten Allah'a sığınırız! Buna Hazret-i Peygamber şu hadîs-i şerîfiyle işaret buyurmuştur:

Kim korunun etrafında dolaşırsa, oraya girmesi pek yaklaşır!54

40) Tirmizî, Nesâî

41) Daha önce geçmişti

42) Müslim, (İbn Mes'ûd'dan)

43) Müslim

44) Tirmizî

45) İbn Eb'id-Dünya, Ebû Yâ'lâ, İbn Adiyy

47) Nesâî.

48) Daha önce geçmişti

49) Nesâî

50) Buhârî, Müslim

51) Ahmed

52) Nesâî

53) İbn Eb'id-Dünya, İbn Merduveyh, (mürsel olarak)

Şeytan'ın Kalbe Giriş Yolları

Kalbin misali, bir kalenin misaline benzerŞeytan, kaleye girmek isteyen bir düşmandırOnu kuşatıp sahip olmak isterKaleyi düşmandan korumak ancak kapılarını, giriş noktalarını ve kalede açılan delikleri korumak ve oralarda nöbet beklemek sûretiyle mümkündürKalenin kapılarını bilmeyen bir kimse, o kapıların nöbetçiliğini yapamaz.

Bu bakımdan kalbi, şeytanın vesveselerinden korumak farzdırHem de her mükellef kulun üzerine farz-ı ayındırİnsanın, sayesinde farza yetiştiği şey de farzdırŞeytanı defetmeye insanoğlu ancak onun giriş noktalarını bilmekle muktedir olabilir.

Bu bakımdan onun giriş noktalarının bilinmesi farzdırŞeytanın giriş noktaları ve kapıları kulun sıfatlarıdırBu sıfatlar pek çokturFakat biz kocaman yollar ve geçitler mesabesinde olan büyük yollarına işaret edeceğizO yollar ki binlerce askerin yürümesiyle dahi daralmaz.

Bu bakımdan şeytanın büyük kapılarından biri gazap (öfke) ve şehvettirÇünkü öfke, aklın kandırıcısı ve helâk edicisidirNe zaman aklın askeri zayıflarsa, şeytanın askeri hücuma geçer ve ne zaman insan öfkelenirse, şeytan onunla oynar, tıpkı çocukların topla oynadığı gibi. . .

Rivâyet ediliyor ki İblisHazret-i Mûsa'ya (aleyhisselâm) rastladı ve ona şöyle dedi: 'Ya Musa! Sen o kimsesin ki Allah Teala seni peygamberliğine seçmiş ve seninle konuşmuşturBen de Allah'ın bir mahlukuyumGünah işledim ve tevbe etmek istiyorumBu bakımdan rabbimin yanında bana şefaatçi ol ki rabbim tevbemi kabul etsin'Musa (aleyhisselâm) 'Olur' dedi, sonra dağa çıkıp rabbi ile konuştuğu zaman oradan inmek istediO vakit Allahü teâlâ,

Musa'ya 'Ya Musa! Emanetini yerine getirdimO halde git kendisine söyle, tevbesinin kabul olunması için gitsin Âdem'in mezarına (tâzim) secdesinde bulunsun'Bundan sonra Musa (aleyhisselâm) , İblis'e rastladı ve kendisine dedi ki: Ya İblis! Senin dileğin kabul edildiTevbenin kabul edilmesi için, Âdem'in kabrine secde etmekle emrolundun'Bu söz üzerine İblis öfkelenip böbürlendi ve dedi ki: 'Âdem hayatta iken ben ona (tâzim) secdesi yapmadımKaldı ki şimdi ölüdürŞimdi ben ona secde mi yapacağım?' Sonra dedi ki: Ya Musa! Sen rabbinin yanında benim için şefaatte bulunduğundan dolayı senin bende bir hakkın vardırO halde (o hakkı ödemek için sana şunları tavsiye ediyorum) :

Beni üç şeyin yanında hatırla! Böyle yaptığın takdirde o üç şeyde seni helâk etmeyeceğim:

1Öfkelendiğin zaman öfkenin benden geldiğini hatırlaÇünkü o anda benim ruhum senin kalbinde, gözüm senin gözündedir ve ben sende, kanın dolaştığı yerlerde dolaşmaktayımÖfkelendiğin zaman beni hatırla! Çünkü insanoğlu öfkelendiği zaman ben onun burnuna üflerim, o âdeta ne yapacağını bilmez bir şaşkına döner.

2Düşmanla karşı karşıya geldiğin zaman beni hatırla! Çünkü ben o anda Âdem oğluna gelir, ona zevcesini, çocuğunu hatırlatırımO arkasını düşmana çevirip kaçıncaya kadar, yakasını bırakmam.

3Sakın mahremin olmayan bir kadının yanında oturma! Çünkü ben o kadının sana gönderilmiş elçisi olurum! Senin de ona gönderilmiş elçin olurumSeni onunla ve onu da seninle fıtnelendirinceye kadar elçilik vazifeme devam ederim.

Şeytan bu sözüyle şehvet, öfke ve harisliğe işaret ettiÇünkü düşmandan kaçmak dünyaya haris olmaktan ileri gelirŞeytanın, Hazret-i Âdem'in ölüsüne secde etmekten kaçınması ise haseddir ve hased de şeytanın giriş noktalarının en büyüklerindendir.

Rivâyet edildiğine göre, velîlerden biri şeytana der ki: 'Âdem oğlunu nasıl mağlup ettiğini bana göster!' Şeytan da ona şöyle cevap verir: 'Ben öfke ve hevâ-i nefis ânında onun yakasına yapışırım'.

Hikâye ediliyor ki İblis bir rahibe göründüRahip, İblis'e şöyle sordu:

- İnsanoğlunun hangi ahlâkı sana daha yardımcıdır?

- Hiddeti! Çünkü kul, hiddetli olduğu zaman, çocukların topu evirip çevirmesi gibi biz de kendisini evirip çeviririz.

Şeytanın şöyle dediği rivâyet ediliyor: 'Âdem oğlu nasıl beni mağlup edebilir? Zira o razı olduğu zaman, ben gelir kendisinin kalbine oturuncaya kadar ona yaklaşırımÖfkelendiği zaman da onun kafasında karar buluncaya kadar uçarım!'

Şeytanın büyük kapılarından biri de hased ve hırstırBu bakımdan kul ne zaman herşeye karşı haris ise, harisliği onu şeylerin ayıbını görmekten kör ve duymaktan da sağır ederZira Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

Bir şeyi sevmen, seni hem kör eder, hem sağır! (Onun ayıbını görmekten seni kör, kusurunu dinlemekten de sağır yapar) 55

Basiret nûru ile şeytanın giriş noktaları bilinirNe zaman hased ve hırs basireti örterse, artık insanoğlu şeytanın giriş noktalarını görmez olurO zaman şeytan fırsatı elde eder ve haris bir kimseye şehvete götüren her şeyi güzel gösterir, hatta şehvete götüren şey münker ve fahiş olsa dahi. . .

Rivâyet ediliyor ki Hazret-i Nûh (aleyhisselâm) gemiye bindiği zaman, her canlıdan bir çifti gemiye aldıNitekim böyle yapmasını Allah kendisine emretmiştiBu esnada gemide tanımadığı bir ihtiyar gördüNûh (aleyhisselâm) bu ihtiyara 'Seni buraya getiren nedir?' diye sorduİhtiyar 'Ben buraya senin arkadaşlarının kalplerine vesvese vermek için girdim, ta ki onların kalpleri benimle, bedenleri seninle olsun!' dediBunun üzerine Nûh (aleyhisselâm) ona 'Ey Allah'ın düşmanı! Gemiden çık! Çünkü sen Allah'ın rahmetinden uzaklaştırılmış bir mel'unsun' dediBunun üzerine İblis, Hazret-i Nûh'a dedi ki: 'Beş şey vardır, onlar vasıtasıyla insanları helâk ederimOnlardan üç tanesini sana haber vereceğimİki tanesini ise bildirmeyeceğim'Bunun üzerine Allahü teâlâ, Nûh'a vahy göndererek 'Sana söyleyeceği o üç şeye ihtiyacın yokturBu bakımdan onları değil de söylemek istemediği o iki şeyi haber versin' dediHazret-i Nûh (aleyhisselâm) İblis'e şöyle sordu: 'Söylemek istemediğin o iki şey nedir?' İblis 'O iki şey sayesinde beni yalanlamazlar, bana muhalefet etmezler, onlar vasıtasıyla halkı helâk ederimOnlardan biri hased, diğeri de hırstır! Hasedden ötürü lânetlendim ve Allah'ın rahmetinden kovulmuş bir şeytan oldumHırsa gelince, o da Adem'e (aleyhisselâm) bir ağaç hariç, bütün cennet mübah kılındıBen ihtiyacımı, hırstan ötürü Âdem'den koparabildim' dedi.

Şeytanın büyük kapılarından biri de her ne kadar helâl ve saf ise de doyasıya yemektirÇünkü doymak, şehveti takviye eder.

Şehvetler ise şeytanın silahlarıdır. Zira rivâyet ediliyor ki İblis, Yahya bZekeriyya'ya göründüYahya (aleyhisselâm) şeytanın üzerinde çengellerin takılı olduğunu gördü.

-Ey İblis! Şu çengeller nedir?

-Bunlar şehvetlerdir! Onlarla Âdem oğlu'nu avlarım!

-Acaba bunlarda bana ait birşey de var mı?

-Sen bazen doyuyorsun! Biz bu takdirde senin namaz kılmanı ve zikir yapmanı ağırlaştırıyoruz.

-Acaba bundan başka bir şeyim var mı?

-Hayır!

-Yeminim olsun ki artık ebediyyen karnımı yemekle doyurmayacağım.

-O halde benim de yeminim olsun ki, bundan böyle hiçbir müslümana nasihatta bulunmayacağım.

Çok yemekte altı tane kötü haslet vardır:

1Allah korkusunu kalpten çıkarır.

2Halka karşı merhameti kalpten sökerÇünkü tok bir kimse herkesin tok olduğunu zanneder.

3İbadetleri ağırlaştırır.

4Tok bir kimse hikmetli bir konuşmayı dinlediği zaman o konuşmanın kalbinde bir incelik meydana getirdiğini hissetmez.

5Tok bir kimse, vaazda bulunur ve hikmetli konuşursa onun konuşması halkın kalbine tesir etmez.

6Tokluk, kişide çeşitli hastalıklar doğurur ve hastalıklarını artırır,

Şeytanın kapılarından biri de ev eşyası, elbise, evin süsü ve fazla konforu sevmektirÇünkü şeytan, bu süsün insanoğlunun kalbinde galip olduğunu görünce o kalpte yumurtlar, civcivler çıkarır ve böylece daimî bir şekilde insanı evi tamir etmeye davet ederEvin tavanını ve duvarlarını süslemeye, odalar ve salonları genişletmeye teşvik ederElbisenin ve bineklerin süsüne davet eder ve bu hususta Ömrü boyunca onu kendisine hizmetçi yaparOnu bir defacık buraya soktuğu zaman ikinci bir defa uğraşmasına gerek kalmazÇünkü bu şeylerin bazısı insanoğlunu diğerine çekip sürükler ve götürürBöylece insanoğlunu bir şeyden diğer bir şeye -eceli gelip ölünceye kadar- bu dünya sevgisi sürükler götürürİnsanoğlu, şeytanın yolunda ve hevâ-i nefsinin arkasındadır ve bu gidişatından ötürü imansız gitmesinden korkulurBöyle bir gidişattan Allah'a sığınırız!

Şeytanın büyük kapılarından biri de halkın elindekine göz dikmek ve tamahkârlık yapmaktırÇünkü bu tamahkârlık kalbe galip geldi mi, şeytan, malına göz diktiği kimseye karşı tasannu yapmasını ve süslü püslü görünmesini, riya ve hilelerin çeşitlerine bürünerek yağcılık yapmasını kendisine süslü gösterirHatta insanın tamah ettiği şey sanki onun ilâhı olur! Böylece şeytan daimî bir şekilde o şeyi insana sevdirmenin yollarını araştırıp durur ve bu hedefe varmak için her çareye başvururEn azından insanoğlu malına göz diktiği bir kimsede olmayan sıfatlarla o kimseyi över, ona karşı emr-i bi'l-ma'rûfu (iyiliği emretmeyi) ve nehy-i an'il-münker'i, (kötülüğü yasaklamayı) terketmek sûretiyle yağcılık yapar.

Saffan bSelim rivâyet ediyor ki: İblis, Abdullah bHanzele'ye göründü ve kendisine şöyle dedi:

- Ey Hanzele'nin oğlu! Benden sana öğreteceğim birşeyi ezberle.

-Senden gelen birşeye ihtiyacım yok!

-Benden öğreneceğin şeye bir bak, eğer hayır ise tut, şer ise reddedip at! Ey Hanzele'nin oğlu! Allah'tan başka hiç kimseden rağbet ederek isteme ve sorma, öfkelendiğin zamanda durumunun nasıl olduğuna dikkat et! Çünkü öfkelendiğin zaman senin gemin benim elime geçer'.

Onun büyük kapılarından birisi de acele etmek ve işlerde tahkik yapmayı bırakmaktırNitekim Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

Acele şeytandandırYavaşça ve teenni ile hareket etmek Allah'tandır56

Allahü teâlâ da şöyle buyurmuştur:

İnsan aceleci yaratıldı. (Enbiya/37)

İnsan pek acelecidir. (İsra/11)

Sana vahyedilmesi henüz tamamlanmadan Kur'ân okumada acele etme! (Tâhâ/114)

Aceleciliğin, şeytanın büyük kapılarından olmasının sebebi şudur: Amellerin, görme ve marifetten sonra yapılması daha uygundurGörmek ise, düşünmeye ve zamana muhtaçtırAcelecilik ise, insanı bundan mahrum ederAcelecilik anında şeytân -insanoğlunun bilmediği şekilde- şerrini insanoğlunun kalbine zerkeder.

Rivâyet edliyor ki; Meryem oğlu İsâ (aleyhisselâm) doğduğu zaman şeytanlar İblis'in yanına gelerek dediler ki: 'Putlar tepetaklak oldu! (Bu nedendir) ?' İblis 'muhakkak bu, bir hâdiseden ötürüdürSiz durun da ben tedkik edip geleyim' dediYeryüzünü gezip dolaştıHiçbir şey görmedi. Sonra Hazret-i İsâ'nın doğduğunu öğrendi ve baktı ki melekler onun etrafını çepeçevre sarmışlarBu manzarayı gördükten sonra, kendisine başvuran şeytanlara dönüp geldi ve dedi ki: 'Dün gece bir peygamber doğmuşHiçbir kadın yoktur ki gebe kaldığı ve doğurduğu zaman, ben onun yanında hazır bulunmayayımAncak bu çocuk müstesna. . . Siz bu geceden sonra putlara ibâdet edileceğinden ümidinizi kesinFakat bundan böyle insanoğluna acelecilik ve düşüncesizlik yönünden gelin'.

Şeytanın büyük kapılarından biri de dirhem ve dinar (para) ile menkul, gayr-i menkul servetlerin diğer sınıflarıdırZira insanın ihtiyacından fazla olan her servet şeytanın istikrar bulduğu yerdirÇünkü beraberinde gıdası ve nafakası bulunan bir kimsenin kalbi, üzüntülerden uzaktırEğer bu kişi, mesela bir yolda yüz dinar bulsa, kalbinde o şehvet kabarırBu şehvetlerin herbiri, başka dinarlara muhtaç olurDolayısıyla elde ettiği yüz dinar ona kâfi gelmezÇünkü dokuz yüz dinara daha muhtaçtırOysa yüz dinarı bulmadan önce zengindiŞimdi ise, bulduğu yüz dinarla zengin olduğunu zannettiOysa onunla beraber dokuz yüz dinara daha muhtaç oldu ki onunla tamir edeceği bir evi, cariyesi, ev eşyaları olsun, güzel elbiseler satın alsınBütün bunlar ise, kendisine uygun düşen başka şeyleri isterBu istekler ise sonsuza doğru gider! Böylece kişi bir uçuruma yuvarlanır ki onun sonucu cehennem derinliğidir ve cehennemden başka onun sonucu yoktur!

Sâbit el-Bennânî der ki: Hazret-i Peygamber, peygamber olarak vazifelendirildiği zaman, İblis yardımcılarına 'Yeryüzünde bir hâdise koptuOnun ne olduğunu tedkik ediniz' diye emir verdiŞeytanlar yeryüzüne dağıldılar, yorulup bîtab düşünceye kadar gezdiler. Sonra gelip 'bilmiyoruz' dedilerİblis onlara 'Ben size bu haberi getiririm' dediGitti, hayli dolaştıktan sonra geldi ve dedi ki: 'Allah, Muhammed'i peygamber olarak göndermiştir'.

Sabit der ki: Bundan böyle İblisşeytanlarını ashâb-ı kirâm'a gönderdiŞeytanlar mahrum olarak, İblisin yanına döndüler ve şöyle dediler: 'Biz bunlar gibi bir kavim görmedik, onları aldatıyoruz, sonra namaza kalkıyorlar ve o günahları siliniyor!' İblis 'Onlar hakkında sabırlı olun! Umulur ki Allah onlara dünyayı açsınO vakit biz ihtiyacımızı kendilerinden alırız' dedi.

Rivâyet ediliyor ki Hazret-i İsâ bir gün bir taşı yastık edindiİblis onun yanından geçerek şöyle dedi: 'Ey isa! Sen dünyaya rağbet mi ettin?' Bu söz üzerine Hazret-i İsâ (aleyhisselâm) taşı aldı ve İblis'e fırlatarak şöyle dedi: İşte bu, dünya ile beraber senin olsun!'

Hakîkaten bir taş alıp uyku sırasında onu yastık yerine kullanan bir kimse şeytanın eline kendisini kandırmak için bir koz vermiştirÇünkü mesela geceleyin namaza kalkan bir kimse, yastık edinecek bir taş yakınında bulunduğu zaman, o taş onu uykuya ve kendisini yastık yapmaya davet ederEğer böyle bir taş olmazsa, uyku onun kalbine gelmez ve uykuya bir isteği de olmazİşte bir taş böyle ise, acaba yumuşacık yastıklar, yayılı yataklar, güzel tenezzühler edinenin hâli ne olacaktır? Böyle bir kimse Allah'ın ibâdetine ne zaman dalacaktır?

Şeytanın büyük kapılarından biri de cimrilik ve fakirlikten korkmaktırZira insanı infak etmekten ve sadaka vermekten, ancak cimrilik ve fakirliğin korkusu menederİnsanı azık edinmeye, mal biriktirmeye ve elem verici azaba davet eden cimriliktirİstifçiler için Kur'ân'ın buyurduğu gibi, va'dedilen de budur.

Hayseme bAbdurrahman57 der ki: Şeytan şöyle dedi:

Eğer Âdem oğlu beni bir defa mağlup ederse de, kesinlikle üç şeyde beni mağlup edemez:

1Ona malı, hakkı olmayan yerden edinmeyi emrettiğim,

2Malı, hakkı olmayan yere infak etmesini emrettiğim ve,

3Malı, hakkından menetmeyi emrettiğim zamanYani almasına müstehak olmadığı bir yerden almayı, müstehak olmayan bir kimseye infakı ve müstehak olan bir kimseden menetmeyi kendisine emrettiğim zaman, bana muhalefet etmez.

Süfyân es-Sevrî der ki: -'Şeytanın, fakirlik korkusu kadar keskin bir silahı yokturNe zaman onun bu vesvesesi kabul edilirse, bâtıla başlar, hakkı meneder, hevâ-i nefisle konuşur ve rabbi hakkında kötü zanlara kapılır!'

Cimriliğin âfetlerinden biri de mal toplamak için pazarlardan ayrılmamaya heves etmektirOysa pazarlar, şeytanların yuvalarıdır, daimî olarak şeytanlar orada merkez kurarlarOradan ayrılmayan bir kimse aldatılabilirNitekim Ebû Umâme Hazret-i Peygamber'in (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

İblis yeryüzüne indiği zaman şöyle dedi:

-Ya rabbî! Beni yeryüzüne gönderdin ve beni rahmetinden uzaklaştırdınO halde bana bir ev ver.

-Senin evin hamamlardır.

-Yarab! Bana bir meclis ver!

-Senin meclisin çarşılar, pazarlar ve yol kavşaklarıdır.

-Yarab! Bana bir yemek ver.

-Senin yemeğin, üzerine Allah'ın ismi anılmayan yemektir.

-Yarab! Bana bir içki ver!

-Senin içkin, aklı gideren her türlü şeydir.

-Yarab! Bana bir müezzin ver!

-Senin müezzinin 'ınizmar' denilen çalgı aletleridir.

-Yarab! Bana bir Kur'ân ver!

-Senin Kur'ân'ın şiirdir.

-Yarab! Bana bir kitap ver!

-Senin kitabın derilere yapılan dövmelerdir.

-Yarab! Bana bir hadîs ver!

-Senin hadîsin yalandır.

-Yarab! Bana avlanma aletleri (tuzaklar) ver.

- Senin avlanma aletlerin (tuzakların) kadınlardır!58

Şeytanın büyük kapılarından biri de mezhepler, hevâ-i nefisler için gösterilen taassub ve hasımlara karşı kin gütmek, onlara istihza ve istihkâr gözüyle bakmaktırBu hareketler, hem âbid, hem de fâsık kimseleri felâkete götüren hareketlerdir! Zira halkı ayıplamak, onların eksikliklerini zikretmekle meşgul olmak, tabiatta yaratılmış yırtıcı sıfatlardan bir sıfattırNe zaman şeytan, insanoğluna bunun hak olduğunu hayâl ettirirse ve bu da insanoğlunun tabiatına uygun ise, bunun tadı insanoğlunun kalbine galip gelirİnsanoğlu bütün himmetiyle bununla meşgul olur, bununla sevinir, övünür: Böylece din hakkında gayret sarfettiğini sanırOysa şeytanların arkasına takılıp gitmektedir! Onlardan birisini görürsün ki Hazret-i Ebû Bekir (radıyallahü anh) için ifrat derecede taassub gösterir, onu sever görünürOysa haram yer, gereksiz sözlerle ve yalanla dilini meşgul eder, fesâdın her çeşidini işlerEğer Hazret-i Ebû Bekir kendisini görseydi, onun baş düşmanı olurduZira Ebû Bekir Sıddîk'ı seven; onun yolunda giden, onun yaşantısına uyan, onun ağzından çıkanı hıfzeden bir kimsedirEbû Bekir Sıddîk'ın (radıyallahü anh) sîretinden biri, fuzulî işler hakkında konuşmak için, ağzına taş koymasıydıAcaba fuzulî konuşan bu insan Hazret-i Ebû Bekir'i sevdiğini ve onun ahlâkıyla ahlâklandığını nasıl iddia edebilir?

Başka bir fuzulî şey daha görüyoruz ki, Hazret-i Ali'nin (radıyallahü anh) taassubunu güdüyorOysa Hazret-i Ali zühd ve takvası gereği halife olduğu zaman, üç dirheme satın aldığı ve yenlerini bileklerine kadar kestiği bir elbise giymiştiOnu sevdiğini iddia eden bu fâsık ise, ipekli elbiseler giymekte, haramdan kazandığı mallarla süslenmektedirBuna rağmen Hazret-i Ali'yi sevdiğini iddia etmektedir Oysa kıyâmet gününde onun ilk hasmı Hazret-i Ali olacaktırKeşke bilseydim, bir insanın aziz ve gözünün nûru olan evlâdını, hayatı olan yavrusunu alıp döven, parçalayan, saçlarını çeken ve makasla etlerini doğrayan bir kimse, bununla beraber nasıl o yavrunun babasını sevdiğini ve onun arkasından gittiğini iddia edebilir? Bu câni insanın, bu babanın yanında durumu acaba nasıl olur? Herkesin malûmudur ki din ve şeriat, Ebû Bekir, Ömer, Osman, Ali ve diğer sahabe nezdinde onların evlatlarından, hatta öz nefislerinden daha sevimlidirŞer'an günah sayılan şeylere pervasızca dalanlar ise dini yırtıp paramparça edenlerdirŞehvetlerin makaslarıyla parçalayanlardırBöyle yaptıklarından dolayı Allah'ın düşmanı ve velîlerinin düşmanı iblis'e yaklaşıyor ve onun sevgisini kazanıyorlarAcaba bu kimselerin kıyâmet gününde sahabenin ve Allah'ın velî kullarının nezdinde hallerinin ne olacağını ve nasıl karşılanacaklarını tahmin edebilir misin? Hayır! Eğer perde kalksaydı ve bu kimseler, ashâbın Ümmet-i Muhammed'den kimleri sevdiklerini bilseydiler, muhakkak o sahabîlerin isimlerini bile bu kötü fiillerinden ötürü ağızlarına almaktan utanacaklardıBütün bu hakikatlerden sonra bil ki, şeytan onlara şu hayali vermektedir: Herhangi bir kimse, Hazret-i Ebû Bekir ve Hazret-i Ömer'i sevdiği halde ölürse, ateş ona yaklaşmazŞeytan başka birisine de şu hayali vermektedir: Hazret-i Ali'yi sevdiği halde ölen bir kimse için, korku sözkonusu değildirOysa Hazret-i Peygamber'i kendisinden bir parça olan kızı Hazret-i Fâtıma'ya (radıyallahü anh) şöyle derken görüyoruz:

Ey Fâtıma! Çalış ve amel et! Muhakkak ki ben Allah'ın azabından zerre kadar sana fayda verici değilim59

Hevâ-i nefisten olarak zikrettiğimiz bir misâldir bu. . . İmâm-ı Şâfiî, İmâm Ebû Hanîfeİmâm-ı Mâlik ve İmâm-ı Ahmed bHanbel için taassub gösterenlerin hükmü de böyledirDiğer imamların müfrit taraftarlarının hükmü de budurBu bakımdan herhangi bir kimse müctehid imamlardan birisinin mezhebini takib ettiğini iddia edip o imamın ahlâkıyla ahlâklanmazsa, bu kimsenin kıyâmet gününde en büyük hasmı o mezhebin kurucusu olan imamdırZira o İmâm, kıyâmet gününde bu sahtekâra der ki:

Benim mezhebim, çalışmak ve amel etmektiSadece dil ile söylemek değildiDil ile söylemek ise, hezeyan kusmak için değil, aksine amel etmek içindirSen amelde ve ahlâkta bana muhalefet ettiğin ve yürüyüp Allah'a vardığın yolundan ibaret olan mezhebimde bana aykırı hareket ettiğin halde neden yalandan benim mezhebimin mensubu olduğunu iddia ettin?

Evet! Bu kapı, şeytanın giriş noktalarının büyüklerindendirŞeytan bu noktadan girmiş, âlemin çoğunu helâk etmiş ve böylece Allah'tan az korkan, din hususunda basiretleri zayıflamış bulunan, dünyaya olan rağbetleri oldukça kabaran, yardımcılar edinmeye fazlasıyla haris bulunan ve bunu da ancak taassub yoluyla elde edenlerin eline medreseler teslim edilmiştir! Bu kimseler, bu kötülükleri kalplerinde gizlemekte, şeytanın buradaki hilelerine muttali olmakta ve halkı mütenebbih kılmamaktadırlarAksine şeytanın hilesini infaz etmek hususunda, şeytanın vekili olmuşlardırBöylece halk, bu sathî görüşün üzerinde yürümekte, dinin temel meselelerini unutmuş bulunmaktadırBöylece hem kendileri helâk oldular ve hem de helâk ettilerAllah onların da bizim de tevbemizi kabul etsin!

Hasan-ı Basrî der ki: Kulağımıza geldiğine göre İblis şöyle demiştir: 'Ben günahları, Ümmeti Muhammed'in gözünde süslü püslü gösterdimFakat onlar benim belimi, tevbe-istiğfar etmek sûretiyle kırdılarBöylece ben onlara birtakım günahları cilveli bir şekilde gösterdim ki onlar onun günah olduğunu bilmedikleri için ondan istiğfar etmiyorlarBu günahlar da hevâ-i nefistir'.

Mel'un doğru söylemiştirÇünkü Ümmet-i Muhammed, nefsin hevâlarının insanı günahlara çeken sebeplerden olduğunu bilmemektedirO halde onun için nasıl istiğfar edip af dileyeceklerdir?

Şeytanın büyük hilelerinden biri de mezheplerde ve husûmette insanlar arasında vâki olan ihtilâflarla insanı meşgul edip insana nefsini unutturmasıdır.

Abdullah bMes'ud der ki: 'Bir kavim oturup Allah'ı zikrettiŞeytan onları dağıtmak ve o meclisten kaldırmak için geldiFakat buna gücü yetmediO oturan gruba katılmak üzere ikinci bir grup geldiOnlar dünya işlerinden konuşmakta idiler ve böylece Allah'ı ananların arasını bozdularKalkıp birbirlerine girişip kıyasıya dövüştülerOysa bu dövüşenler şeytanın hedefi değildiBunlar dövüşürken, Allah'ı ananlar, bu sefer, onları ayırmak için kalkıp meşgul oldular ve böylece meclislerinden dağılıp gittilerZaten şeytanın maksadı da bu idi'

Şeytanın kapılarından biri de okumamış avam tabakasını Allah'ın zâtı, sıfatları ve avamın aklının yetmediği konularda onları düşünmeye zorlamasıdır ki onları dinin esasında şek ve şüpheye düşürsün, Allah'ın münezzeh olduğu hayâlleri onların kafalarına yerleştirsin! O hayâller ki insan onlarla kâfir veya bid'atçı olurOysa kişinin kalbine girmiş olan şek ve şüpheden dolayı kişi mesrur ve sevinçli olurÇünkü kişi, kalbine geleni mârifet ve basiret sanmaktadır ve zanneder ki zekâsı ve fazla aklıyla kendisine keşfolunan bir hakikattirBu bakımdan insanların hamakat yönünden en şiddetlisi, akıllı olduğuna en fazla inanandırİnsanların akıl yönünden en doğrusu, nefsini en şiddetli itham edenidir ve âlimler arasında en fazla soru soranlardırHazret-i Âişe Hazret-i Peygamber'in (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle dediğini nakleder:

Şeytan herhangi birinize gelerek der ki:

-Seni yaratan kimdir?

-Beni yaratan Allahü teâlâ!

-O halde Allah'ı kim yarattı?

Bu bakımdan sizden bir kimse böyle bir vesveseyi hissettiği zaman şöyle desin: 'Ben Allah'a ve onun Rasûlü'ne îman ettim'Zira böyle demek ve inanmak, o vesveseyi kişinin kalbinden söküp atar60

Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) , bu vesvesenin tedavisi hakkında tedkik yapmayı emretmemiştirÇünkü âlimler değil, halk tabakası bu vesveseyi kalbinde bulmakta ve hissetmektedirOysa halk tabakasının vazifesi; îman edip kayıtsız-şartsız Allah'a ve nizamına teslim olmaktır, ibâdet ve geçimiyle meşgul olup, ilmi âlimlere terketmektirHalk tabakasından olan bir kimsenin zinâ etmesi ve hırsızlık yapması dahi ilim hakkında konuşup fikir beyan etmesinden daha hayırlıdır! Zira ilmi tam mânâsıyla hazmetmeden Allah ve dini hakkında konuşan bir kimse, bilmediği bir noktadan küfre girmiş olurTıpkı yüzmeyi bilmediği halde denize atlayan bir kimse gibi. . . Şeytanın inançlar ve mezheplerle ilgili hileleri sayılmayacak kadar çokturBiz söylediğimizle sadece bir misâli belirtmek istedik.

Şeytanın kötü kapılarından biri de müslümanlar hakkında su-i zanda bulunmaktırNitekim Allahü teâlâ 'Ey îman edenler! Zannın bir çoğundan sakınınız! Muhakkak ki zannın bir kısmı günahtır!' (Hucurât/12) buyurmuşturBu bakımdan zanna dayanarak başkası hakkında şer ile hükmeden bir kimseyi şeytan, gıybeti yapılan adamın aleyhinde kışkırtmaktadır ki helâk olsun veya herhangi bir müslümanın hak ve hukukunu yerine getirmekte kusur göstersin veya gereken ikramında gevşeklik edip hakaret gözüyle baksın, nefsini ondan daha hayırlı görsün! İşte bütün bunlar insanı helâk eden âmil ve sebeplerdendir ve bunun için de Allah'ın şeriatı müslümanları itham oklarına hedef tutmayı menetmiştirNitekim Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: İtham edileceğiniz yerlerden sakınıp korunun!'61 Hatta Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) bizzat böyle yerlerden korunmuştur.

Safiye validemiz şöyle anlatır:Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) mescidde îtikâfta bulunuyorduBen Hazret-i Peygamber'e gittim ve yanında konuştumAkşam olunca kalktım odama döndümHazret-i Peygamber de benimle beraber gelerek beni uğurladıO anda ensardan iki kişi Hazret-i Peygamber'e selâm vererek yanımızdan geçtilerBizden uzaklaşan bu iki kişiyi Hazret-i Peygamber geri çağırarak kendilerine şöyle dedi: 'Benim yanımda bulunan kadın zevcem Safiye'dir'O iki kişi şöyle dediler: 'Ey Allah'ın Rasûlü! Biz senin hakkında hayırdan başka birşey düşünmemekteyiz'Bunun üzerine Hazret-i Peygamber şöyle buyurdu:

Muhakkak ki şeytanÂdem oğlu'nun bedeninde kanın dolaştığı gibi dolaşıp cevelân etmektedir ve ben şeytanın sizi hakkımda vesveseye düşürmesinden korktum62.

Bak, Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) , bu iki kişinin dinleri hakkında nasıl şefkat göstermiş ve dinlerinin ifsad olmasından kendilerini nasıl korumuştur! Yine bak ki Hazret-i Peygamber, ümmetine ithamdan korunma yolunu göstermek sûretiyle nasıl şefkat göstermiştir ki muttaki ve dindarlığıyla tanınan âlim kişi dahi gevşeklik göstermesin ve demesin ki: 'Benim gibi âlim kişinin hakkında hayırdan başka birşey düşünülmez'Böylece nefsine aldanıp mağrur olmasınÇünkü insanların en muttakîsi ve en bilgini olan bir kimseye dahi bütün insanlar aynı gözle bakmamaktadırlar, bir kısım insanlar rıza, bir kısım insanlar da kem gözle bakmaktadırlarNitekim şair der ki:

Rıza gözü her ayıptan kapalıdır, görmez.

Fakat kem göz çürük tarafları araştırıp meydana çıkarır.

Bu nedenle su-i zandan sakınmak, şerir kimselerin ithamından korunmak farzdırÇünkü şerir kimseler, bütün insanlar hakkında, şerden başkasını düşünmezlerO halde halkın ayıplarını düşünerek su-i zanda bulunan bir insanı gördüğün zaman bil ki bu insan iç âleminde çirkin ve habis bir insandır ve bil ki dışarıya sızan onun içteki habasetidirO herkesi kendisinde bulunan sıfatla görmektedirÇünkü Mü'min bir kimse insanların mazeretlerini, münâfık bir kimse ise ayıplarını araştırırMü'minin kalbi bütün insanlar hakkında temizdir.

İşte buraya kadar saydıklarımız, şeytanın kalbe açılan giriş noktalarının bir kısmıdırEğer şeytanın bütün giriş noktalarını belirtmeye kalksam buna gücüm yetmezBu söylediklerimiz de başka noktalara dikkati çekmek için yeterlidirBu bakımdan Âdem oğlunda bulunan her kötü sıfat, şeytanın silâhı ve giriş noktalarından bir noktadırEğer "Şeytanı defetmenin ilacı nedir? Acaba burada Allah'ın zikri kâfi midir?

İnsanoğlunun 'Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh' demesi yeterli midir?" diye sorarsan bil ki, bu konuda kalbin ilacı, bütün bu giriş noktalarını, kalbi bu kötü sıfatlardan temizlemek sûretiyle kapatmaktırBunun izahı pek uzun sürerOysa eserin bu bölümünde bizim hedefimiz öldürücü sıfatların ilacını beyan etmektirBu sıfatların herbiri -ileride izah edileceği gibi- müstakil bir esere muhtaçtır.

Evet! Bu sıfatların temelleri kalpten sökülüp atıldıktan sonra şeytan durmaksızın kalbe uğrar ve geçerArtık orada şeytanın durabilme imkânı sözkonusu değildirBu durumda şeytanı oradan geçmekten meneden Allah'ın zikri olurÇünkü zikrin hakikati ancak kalp, takva ile tamir edildiği ve kötü sıfatlardan temizlendiği takdirde mümkün olabilir, Aksi takdirde zikir, nefsin konuşmasından fazla birşey ifade etmezKalpte müsbet olarak herhangi bir tesiri bulunmaz ve böylece şeytanın tasallutuna mâni olamaz! Bunun için de Allahü teâlâ şöyle buyurmuştur:

Allah'tan korkanlar, kendilerine şeytandan bir vesvese dokunduğu zaman Allah'ı ve azabı düşünürlerBir de bakarsın ki onlar, doğru yolu bulup şeytanın vesvesesini atmışlardır bile. . . (A'raf/201)

Allahü teâlâ bu durumla, muttaki bir kimseyi tahsis etmiştirBu nedenle şeytanın misâli, aç olan ve sana yaklaşmak isteyen bir köpeğin durumuna benzerEğer senin önünde ekmek ve et yoksa ona 'hoşt' demek sûretiyle köpek geri çekilir, sadece 'hoşt' demek onu ürkütür.

Eğer önünde et varsa, o da acıkmış bir durumdaysa, sadece hoşt demekle geri çekilmez ve ete saldırırBu bakımdan şeytanın azığından boş olan bir kalpten şeytan sadece zikirle uzaklaşırŞehvet kalbe galip geldiği zaman, zikrin hakikatini kalbin etrafına kaydırır ve böylece zikir kalbin merkezinde istikrar bulmaz ve şeytan gelip kalbin merkezinde karar kılarHevâ-i nefis ve kötü sıfatlardan tertemiz ve boş bulunan muttaki kimselerin kalplerine gelince, şeytan bu kalplere şehvet vardır diye değil de zikirden gâfil olduğu için ansızın gelmektedirNe zaman bu kalbin sahibi zikre dönüş yaparsa, şeytan geri çekilirBunun delili şu ayettir:

Kur'ân okumak istediğin zaman, hemen o kovulmuş şeytandan Allah'a sığın! (Nahl/98)

Zikir hakkında vârid olan diğer ayet ve hadîsler de yukarıdaki ayet gibi bunun delilidirler.

Ebû Hüreyre der ki:) Mü'min bir kimse ile kâfir bir kimsenin şeytanı bir araya geldiGörüldü ki kâfirin şeytanı semiz, oldukça dolgun ve giyiniktiMü'minin şeytanı ise zayıf, pejmürde, tozlu topraklı ve çırıl çıplaktıKâfirin şeytanı Mü'minin şeytanına şöyle sorar: 'Sen neden böyle zayıfsın?' Mü'minin şeytanı şöyle cevap verir: 'Ben öyle bir kişi ile bulunuyorum ki yediği zaman besmele çekiyor, böylece ben aç kalıyorumİçtiği zaman besmele çekiyor, böylece ben susuz kalıyorumGiydiği zaman besmele çekiyor, böylece ben çıplak kalıyorumSaçını sakalını yağladığı zaman besmele çekiyor, böylece benim saçım sakalım pejmürde kalıyor'Kâfirin şeytanı bunları dinledikten sonra şöyle söyler: Takat ben öyle bir kimse ile beraberim ki bunlardan hiçbirini yapmazBen onun yemesinde, içmesinde ve giyiminde ortağıyımdır'.

Muhammed bVâsî hergün sabah namazından sonra şu duayı okurdu:

Ey Allahım! Sen bize ayıbımızı bilen, gerek kendisi, gerek kabilesi bizim tarafımızdan görülmediği halde bizi gören bir düşmanı musallat kılmışsınEy Allahım! Sen o şeytanı rahmetinden ümitsiz, affından nasipsiz kıldığın gibi, onu bizden de ümitsiz kılOnunla rahmetinin arasını uzaklaştırdığın gibi bizimle onun arasını da uzaklaştırMuhakkak sen herşeye kâdirsin!

Râvi der ki: Günün birinde cami yolunda şeytan Muhammed bVâsî'ye göründü ve kendisine dedi ki:

-Sen beni tanıyor musun?

-Sen kimsin?

-Ben İblisim!

-Ne istiyorsun ey İblis?

-Benim isteğim, senin hergün sabah namazından sonra okuduğun bu sığınma duasını hiç kimseye öğretmemendir ve ben de bundan böyle sana karışmayacağım.

-Vallahi! Bu istiâze duasını, öğrenmek isteyenden esirgememSen de elinden geleni yap!

Abdurrahman bEbi Leylâ'dan şöyle rivâyet ediliyor: Bir şeytan Hazret-i Peygamber'e, elinde ateşten bir köz olduğu halde gelirHazret-i Peygamber namaz kıldığı zaman, o da Hazret-i Peygamberin önünde dikilirBunun üzerine Hazret-i Peygamber istiâze eder buna rağmen şeytan gitmezBunun üzerine Cebrâil (aleyhisselâm) , gelip Hazret-i Peygamber'e şöyle der:

De ki: 'Allah'ın kelimelerini ne doğru, ne fâsık ve ne de fâcir bir kimse geçemez, onların hürmetine, yere giren ve yerden çıkan, gökten inen ve göğe yükselen şeylerin şerrinden, gece ve gündüzün fitnesinden, gece ve gündüzde ansızın gelip kapıyı dövenin şerrinden Allah'a sığınıyorumAncak hayır ile gelip kapıyı döven müstesnadırYa rahman!

Hazret-i Peygamber bu duayı okudu ve böylece şeytanın elindeki köz söndü ve şeytan da yüz üstü yere serildi.

Hasan-ı Basrî (radıyallahü anh) der ki: Bana şöyle haber verildi: Cebrâil (aleyhisselâm) , Hazret-i Peygamber'e geldi ve dedi ki: 'Cinlerden bir ifrit sana hile yapmak istiyor! Bu bakımdan sen yatağına girdiğin zaman Ayet'el-Kürsî'yi oku!' 64

Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle demiştir:

Şeytan bana geldi ve benimle mücadele ettiBunun üzerine ben onun gırtlağına sarıldımBeni hak peygamber olarak gönderen Allah'a yemin ederim, onun dilinden akan suyun serinliğini, elimin üzerinde hissetmedikçe gırtlağını bırakmadımEğer kadeşim Süleyman'ın duası olmasaydı o, mescidde upuzun bir şekilde sabahlayacaktı!65

Ömer (radıyallahü anh) bir yola giderse, muhakkak şeytan o yolu değiştirip başka bir yola gider66

Bunun hikmeti şudur: Ashâb-ı kirâmın kalpleri şeytanın mer'asından ve şehvetlerden tertemizdiBu bakımdan şeytanın senden uzaklaşmasını, mücerred zikir ile sağlamayı Hazret-i Ömer'in (radıyallahü anh) sağladığı gibi sağlamak istersen, bu isteğin muhâldir ve sen âdeta kaba maddelerden mideyi boşaltmadan önce ilaç içmek isteyen bir kimseye benzemiş olursunOysa mide, kaba yemeklerle doludurBuna rağmen midesini boşalttıktan sonra ilacı alıp da fayda gören bir kimse gibi, ilacın kendisine fayda vermesini ümit ederZikir ise ilaçtır, devâdırTakva ise mideyi kaba maddelerden boşaltmak mânâsına gelen ihtima, yani kalbi şehvetlerden boşaltmaktırBu bakımdan zikir, temizlenmiş bir kalbe indiği zaman, yemeklerden boşalmış mideye ilacın inmesiyle hastalığın ortadan kalktığı gibi, şeytan ortadan kalkar ve uzaklaşırNitekim Allahü teâlâ şöyle buyurmuştur:

Muhakkak ki bunda, kalbi olan yahut şahid olarak kulak veren kimse için bir öğüt vardır.

(Kaf/37)

şeytan hakkında şöyle hüküm verilmiştir: Kim onu dost edinirse, 'muhakkak bu o kimseyi saptırır ve cehennem azabına götürür! (Hac/4)

Ameliyle şeytana yardım eden bir kimse şeytanın yardımcılarından ve dostlarındandır, diliyle Allah'ı zikretse bile. . . Eğer "Mutlak bir şekilde 'zikir şaytanı kovar' diye bir hadîs vârid olmuştur" dersen, bu takdirde şeriatın umumî ahkâmının çoğunun din âlimlerinin naklettikleri birtakım şartlarla ilgili olduğunu anlayamamışsın demektir! Bu bakımdan nefsine bak! Çünkü işitmek, gözle görmek gibi değildirDüşün! Senin zikrin ve ibadetinin zirvesi namazdırNamazda olduğun zaman kalbini murâkabe et! Bak şeytan onu nasıl çarşı ve pazarlara çekmektedirÂlemin hesabına nasıl kaydırmaktadır! İnatçı kimselerin, cevabına nasıl götürmektedir! Hatta sen dünyanın fuzulî meselelerinden unuttuklarını bile namazda hatırlarsın ve şeytan namaza başladığın zaman senin kalbini karıştırıp saldırır.

Bu bakımdan namaz kalplerin mihenk taşıdırNamazı kılarken kalplerin iyilikleriyle kötülükleri belirirO halde dünya şehvetleriyle ağzına kadar dolu bulunan kalplerden namaz kabul olunmazŞek ve şüphe yok ki şeytan senden uzaklaşmazAksine çoğu zaman vesvesene vesvese katarTıpkı mide boşaltılmadan önce alınan ilacın fayda vermemesi, üstelik hastalığın üzerine hastalık getirmesi gibi. . . Eğer sen şeytandan kurtulmayı istiyorsan takva yoluyla manevî mideyi boşalt. Sonra hemen onun akabinde zikir ilacı ile tedavi ol! Böylece şeytanHazret-i Ömer'den kaçtığı gibi senden kaçacaktırBu sırra binaen Vehb bMünebbih şöyle demiştir: 'Allah'tan kork! Gizlide şeytanın dostu olduğun halde, açıkta ona küfretme'

Âlimlerden biri şöyle demiştir: 'İyilik yapanı iyiliğiyle tanıdıktan sonra, ona karşı isyan eden şeytanı saldırganlığıyla tanıdıktan sonra o mel'una itâat eden bir kimse ne acaiptir? Böyle bir kimsenin haline şaşmamak mümkün değildir'Nitekim Allahü teâlâ şöyle buyurmuştur:

Beni çağırınız, size cevap vereyim. (Mü'min/60)

Oysa sen Allah'ı çağırıyorsun, o sana cevap vermiyor ve Allah'ı andığın halde şeytan senden kaçmıyorZira zikrin ve duanın şartları ortada yoktur!

İbrahim b. Edhem'e şöyle denildi: "Neden biz Allah'a dua ediyoruz da Allah bizim duamızı kabul etmiyorOysa Allahü teâlâ 'Beni çağırınız! Sizin duanızı kabul edeyim' buyurmuştur"İbrahim b. Edhem cevap olarak 'Çünkü sizin kalpleriniz ölüdür de ondan' dedi, 'Acaba kalplerimizi öldüren nedir?' diye sorulduO da şöyle cevap verdi: 'Kalplerinizi öldüren sekiz haslettir:

1Siz Allah'ın hakkını biliyorsunuz, fakat yerine getirmiyorsunuz.

2Kur'ân'ı okuyorsunuz, fakat onun emirlerini tatbik etmiyorsunuz.

3'Biz Hazret-i Peygamberi seviyoruz' diyorsunuz, fakat sünnetine göre amel etmiyorsunuz.

4'Ölümden korkarız' diyorsunuz, fakat ölüm için hazırlık yapmıyorsunuz.

5Allahü teâlâ 'muhakkak şeytan sizin için düşmandır, Bu bakımdan siz de onu düşman edinin' (Fatır/6) buyurmuşturSiz ise günahlar hususunda şeytana uyuyorsunuz.

6'Biz ateşten korkuyoruz' diyorsunuz, oysa bedenlerinizi ateşte helâk ediyorsunuz.

7'Biz cenneti seviyoruz' diyorsunuz, oysa cennet için hiçbir amelde bulunmuyorsunuz.

8Yataklarınızdan kalktığınız zaman, ayıplarınızı sırtınızın arkasına atıyorsunuzHalkın ayıplarını getirip önünüze seriyorsunuzBöylece rabbinizi gazaba getiriyorsunuz! Acaba durum böyle iken rabbiniz sizin duanızı nasıl kabul edecektir?'

Eğer 'İnsanoğlunu çeşitli günahlara çağıran şeytan bir midir veya birkaç tane midir?' dersen, bil ki muamele ilminde bunu bilmeye ihtiyaç yokturBu bakımdan sen düşmanı püskürtme yollarını ara, düşmanın sıfatlarını öğrenmeye çalışma, sebze nereden geliyorsa ye ve sebze tarlasını sorma! Fakat basiret nûruyla haberlerin delillerinde görülen şudur: Şeytanlar donatılmış hazır bir ordudur ve her çeşit günahın özel bir şeytanı vardırİnsanoğlunu o günaha o davet ederBasiretin yolunu izah etmek uzun sürerBu bakımdan bizim zikrettiğimiz miktar sana kâfidirŞöyle ki: Müsebbeblerin değişik olması, sebeplerin değişik olmasına delâlet ederNitekim biz bunu ateşin ışığı ve dumanın siyahlığı bahsinde zikrettik.

Haberlere gelince, Mücâhid şöyle demiştir: İblisin beş tane evladı vardırOnların her birini bir işe tayin etmiş, o iş onun eline verilmiştirİsimleri şunlardır:

1Seber

2A'ver

3Mısvet

4Dasim

5Zelembur

Seber: O, musibetlerin arkadaşıdırMusibet ânında azabı çağırmaya, yakaları yırtmaya, yanakları yumruklamaya ve cahiliyet âdetlerinin icrasına insanı teşvik etmektedir.

A'ver: O, zinanın arkadaşıdırZinayı emreder ve insana güzel gösterir.

Mısvet: O, yalanın arkadaşıdır.

Dasim: O, insanın yanında ailesini ayıplar, onu ailesine karşı kışkırtır.

Zelembur: O, çarşı ve pazarların arkadaşıdır, oraları idare etmektedirOndan dolayıdır ki alışverişle uğraşanlar durmadan zulümden şikayet etmektedirler ve başkalarına zulüm yapmaktadırlar.

Namazın şeytanına Hınzeb denir67 Abdestin şeytanına Velhan denir ve bu hususta birçok haber vârid olmuştur68 Şeytanların çokluğu gibi, melekler de çokturlarBiz Şükür Kitabı'nda meleklerin çokluğunu, sırrını ve her birinin kendisine mahsus bir işte çalıştığını zikrettikEbû Umâme el-Bahilî Hazret-i Peygamber'in (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle dediğini rivâyet eder:

Mü'minden, gücü yetmediği musibetleri defetmek için yüzaltmış melek vazifelendirilmiştirO yüzaltmış melekten yedi tanesi, yazın en hararetli gününde bal çanağının sineklerden korunduğu gibi, gözden musibetleri kovmakla ve gözü korumakla görevlidirlerO melekler insanoğlundan öyle şeyleri uzaklaştırıyorlar ki eğer o uzaklaştırılan şeyler size görünmüş olsaydı, siz insanoğlunu her ovada ve dağda, elini yaydığı, ağzını açtığı halde uzandığını görecektiniz! Eğer insanoğlu göz açıp kapayıncaya kadar kendi nefsine terkedilirse, kesinlikle şeytanlar onu kaparlardı69

Eyyub bYunus bZeyd der ki: 'Bize gelen haberlerde insan çocuklarıyla beraber cin çocuklarının doğacakları, sonra onlarla beraber yetişecekleri bildirilmiştir'.

Câbir bAbdullah şöyle rivâyet ediyor: Adem (aleyhisselâm) yere indirildiği zaman şöyle dedi:

-Ya rabbî! Şu şeytan ki benimle onun arasında düşmanlık koymuşsun, eğer ona karşı bana yardım etmezsen, benim kendisine gücüm yetmez.

-Senden doğup dünyaya gelen her evlâdının korunması için bir melek görevlendirilecektir.

-Ya rabbî! Fazlasını ver!

-Yapılan günahı bir günah olarak yazacağımYapılan bir sevaba karşılık, on veya istediğim kadarını yazacağım.

-Ya rabbî! Daha da artır.

-Tevbenin kapısı, ruh bedende oldukça açıktır.

Bunun üzerine İblis dedi ki:

-Ya rabbî! Sen onu benden daha şerefli kıldın, eğer ona karşı bana yardım etmezsen ona gücüm yetmez!

-Ona verdiğim her evlâda karşılık senin de bir evlâdın olacaktır.

-Ya rabbî! Daha fazlasını ver!

-Onların bedeninde kanın damarlarda dolaştığı gibi dolaşacak, göğüslerini yuva edineceksin!

-Ya rabbî! Daha fazlasını ver!

-Hem insanlardan gücün yettiği kimseleri (şehevî çalgılarla) kaydır ve fenalığa götüren süvari ye piyadelerinle üzerlerine yaygara koparMallarına ve (zina yaptırmakla) evlatlarına ortak ol! Onlara (yalan yere) va'dlerde bulun'Fakat şeytan onlara yalnızbir aldanış va'deder'. (îsra/64) :

Ebu'd Derda Hazret-i Peygamberin (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu rivâyet eder::

Allahü teâlâ cinleri üç sınıf olarak yarattıBir sınıfı yılanlar, akrepler ve yerin haşeratı (sûretindedir) . . . Başka bir sınıf da esen rüzgâr gibidirDiğer bir sınıf üzerinde ise ceza ve mükâfat sorumluluğu vardır.

Allahü teâlâ insanları da üç sınıf olarak yarattı: Bir sınıf vardır ki hayvan gibidirNitekim Allahü teâlâ şöyle buyurmuştur: "Yemin olsun ki cin ve insanlardan birçoğunu cehhennem için yarattıkOnların kalpleri vardır, bu kalplerle gerçeği anlamazlarGözleri vardır, onlarla görmezlerKulakları vardır, onlarla nasihat dinlemezlerİşte bunlar hayvanlar gibidirDoğrusu daha sapık ve şaşkındırlarGâfil olanlar da işte bunlardır'. (A'raf/179)

Başka bir sınıf vardır ki, görünüşleri insan gibidir, fakat ruhları ise şeytanların ruhlarıdırBaşka bir sınıf vardır ki kıyâmet gününde Allah'ın (arşının) gölgesinden başka gölgenin bulunmadığı o günde Allah'ın (arşının) gölgesindedirler70

Vüheyb bal-Verd der ki: Gelen haberlerde şu vardır: İblis bir ara Hazret-i Zekeriyya'nın oğlu Hazret-i Yahya'ya göründü ve dedi ki: "Ben sana nasihat etmek istiyorum!' Yahya (aleyhisselâm) 'Senin nasihatına ihtiyacım yok, fakat Ademoğulları'ndan bana haber ver!' dedi.

Bunun üzerine İblis şunları söyledi: 'Ademoğulları bizim nezdimizde üç sınıftır: Onlardan bir sınıf- ki bizim için yenilmesi en çetin olan sınıftır- vardır ki, biz onlardan herhangi birini fitneye düşürmek ve kalbine hâkim olmak için yöneldiğimizde o derhal istiğfar ve tevbe ederBu bakımdan ondan elde etmiş olduğumuz herşeyi alt üst ederBiz tekrar onu şüphelendirmeye uğraşırızO tekrar tevbeye müracaat ederKısaca biz ondan ne ümidimizi keseriz ve ne de ihtiyacımızı koparabilirizBu bakımdan onun elinden zahmet çekmekteyizDiğer sınıfa gelince, onlar elimizde, çocukların elindeki top gibidirlerBiz dilediğimiz şekilde onları evirip çeviririzNefislerini aldatmak hususundaonlar bizim vazifelerimizi yapmaktadırlarÜçüncü sınıfa gelince, onlar senin gibi mâsum kimselerdirBiz onlardan herhangi birşeyi koparmaya muktedir değiliz'.

Soru: Şeytan nasıl olur da bir kısım insanlara görünür, bir kısmına ise görünmez! Acaba herhangi bir sûrette göründüğü zaman o, şeytanın hakikî sûreti midir, yoksa bir misâl midir ki şeytan onunla temessül ediyor? Eğer şeytan hakikî sûreti üzerinde ise nasıl çeşitli suretlerde görünebilir ve aynı anda iki yerde iki başka sûrette nasıl görünebilir? Öyle ki iki ayrı şahıs onu iki ayrı sûrette görebiliyorlar?

Cevap: Melek ile şeytanın iki sûreti vardırO da hakikî sûretleridirOnların sûretlerinin hakikati müşahede ile görünmezAncak nübüvvet nûrlarıyla görünebilirBu bakımdan Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) Cebrâil'i asıl sûretinde ancak iki defa görmüştür.

Bu görüşme şundan ileri gelmiştirHazret-i Peygamber, Cebrâil'den hakikî sûretinde kendisini göstermesini dilediCebrâil de Baki'de (Medine'nin mezarlığı) Peygambere görünmeyi va'detti ve böylece Hira'da ona göründüGökleri şarktan garba kadar doldurduDiğer bir zaman, Mirac gecesinde sidretü'l-müntehâ'nın yanında Hazret-i Peygamber, Cebrâil'i hakikî sûretinde gördüÇoğu zaman peygamber onu Âdem oğlu sûretinde görüyordu71 Bazen Dıhyetu'l-Kelbî'nin sûretinde onu görmekteydiÇünkü Dıhyetu'l-Kelbî güzel yüzlü bir zattı.

Melekler genellikle mükâşefe ehlinden erbâb-ı kulûbe sûretinin misâliyle görünürŞeytan, uyanıklık halinde mükâşefe ehline temessül eder ve mükâşefe ehli onu gözüyle görür, kulağıyla konuşmasını dinlerBu da onun hakikî sûretinin yerine geçerNitekim uyku âleminde sâlihlerin çoğuna göründüğü gibi. . . Uyanık iken keşfe mazhar olan zat o kimsedir ki dünya ile duyularının meşguliyeti uyku âleminde olan keşiften onu menetmeyecek bir dereceye varmıştırBu bakımdan başkasının ancak uyku âleminde gördüğünü o uyanıklık halinde görür.

Ömer b. Abdülaziz'den şöyle rivâyet ediliyor: Adamın birisi, Allahü teâlâ'dan, şeytanın, Âdem oğlunun kalbindeki yerini kendisine göstermesini istediBunun üzerine uyku âleminde bir insanın cesedini gördü; billûr gibiydi, içi dışından görünüyorduŞeytanı bir kurbağa sûretinde insanoğlunun sol omuzu üzerinde, omuzu ile kulağı arasında oturduğunu ve ince bir hortumu olduğunu, o hortumu sol omuzdan insanoğlunun kalbine salıverdiğini ve böylece vesveseler yaptığını gördü ve yine gördü ki insanoğlu Allah'ı andığı zaman bu şeytan gerisin geriye kaçıyor.

İşte böyle bir müşahede bazen uyanıklık halinde gözle de olurKeşif ehlinden bazısı, şeytanı bir leşe konmuş ve insanları o leşe çağıran bir köpek sûretinde görmüştür! Şeytanın önündeki leş dünyanın misâlidirİşte bu, şeytanın hakikî sûretinin müşahedesi yerine geçerZira kalbin, melekût âlemine açılan yönünden şeytanın hakikî sûretinin görünmesi muhakkak lâzımdırBu durumda mülk ve şehâdet âlemine açılan yönünde onun eseri doğup meydana gelirÇünkü biri diğeriyle bitişik ve irtibatlıdırBiz daha önce kalbin iki yönlü olduğunu, o yönlerden birinin gayb âlemine açıldığını ve gayb âlemine açılan bu yönün ilhâm ve giriş noktası olduğunu ve diğer bir yönünün de şehâdet (dünya) âlemine açıldığını beyan ettikBu bakımdan şehâdet âlemine açılan yönde beliren şekil ancak şeytanın hayalî bir sûreti olabilirÇünkü şehâdet âleminin tamamı hayallerden ibarettirAncak hayal, bazen şehâdet âleminin zâhirine bakmaktan his ile hasıl olur.

Bu bakımdan sûretin mânâya uygun olmaması mümkün ve caizdirÇünkü insan, bazen güzel sûretli bir şahsı görürOysa o şahsın iç âlemi habis ve sırrı kabihtirÇünkü şehâdet âlemi fazlasıyla karışıktırKalp sırlarının bâtınları üzerine melekût âleminin pırıltılarından hayalde oluşan şeyler ise, onlar ancak sıfatı hikâye etmekte ve sıfata uygun düşmektedirlerÇünkü melekût âlemindeki sûret, sıfata tâbi ve ona uygundurŞüphe yok ki kabih mânâ ancak kabih bir sûrette görünürBu bakımdan şeytan, köpek, kurbağa, domuz ve benzeri hayvanlar sûretinde görünürMelek ise güzel sûrette görünürO halde görünen sûret, mânâların ünvanı ve onların doğru bir yansımasıdırBu sırra binaen maymun ve domuz, rüyada görüldükleri zaman kötü bir insana delâlet ederlerKoyun ise, halim ve selîm insana delâlet ederBöylece rüya ve tabirin bütün kapılarının hükmü bu şekilde yorumlanırBunlar acaip sırlardırKalbin acaipliklerinin sırlarındandırOnları belirtmek muamele ilmine uygun düşmez, ancak burada belirtilen miktardan gaye, senin kesinlikle şeytanın erbâb-ı kulûbe göründüğünü tasdik etmen içindirMelek de böyle bazen temsil ve mukayese yoluyla görünürNitekim uykuda olduğu gibi. . . Bazen de hakîkat yoluyla olurÇoğu zaman mânâyı hikâye eden sûret ile temsil o mânânın misâlidirOnun aynısı değildirAncak o mânâ gözle muhakkak görülürOnun görünmesi de ancak keşif ehline mahsusturKeşif ehlinin etrafında uyuyan kimse gibi olanlara değil!

54) Buhârî, Müslim

55) Ebû Dâvud

56) Tirmizî

57) Ebû Sire Yezid bMâlik Cafi'nin oğludurBabası ve dedesi sahabedendiİbn Main ve Nesâî'ye göre güvenilir bir kimsedirÇok cömert olduğu söylenmiştirHicrî 80 senesinden sonra vefat etmiştir

58) Taberânî, el-Kebir, (cidden zayıf hır isnadla)

59) Buhârî, Müslim

60) Buhârî, Müslim, İmâm-ı Ahmed, Bezzâr, Ebû Yâ'lâ

61) İmâm Irâkî hadisin aslına rastlamadığını kaydetmektedir

62) Buhârî, Müslim

63) İbn Eb'id-Dünya (mürsel olarak)

64) İbn Eb'id-Dünya, (mürsel olarak

65) İbn Eb'id-Dünya, (mürsel olarak)

66) Buhârî, Müslim

67) Müslim

68) Tirmizî

69) İbn Ebt Dünya, Taberânî

70) İbn Eb'id-Dünya, İbn Hıbbân

71) Buhârî, Müslim

Kulun, Kalbin Vesveselerinden, Himmet ve Hatıratından ve Maksudunun Hangi Kısımlarından Muâhaze Edilip-Edilemeyeceğinin izahı

Bu konu, çözülmesi çok zor bir iştirBu hususta birtakım âyetler ve (zahirde) biri diğeriyle çarpışan haberler gelmiştirBu haberleri telif etmek ancak âlimlerin zekî ve ilimde râsih olanlarına kolaydırÇünkü Hazret-i Peygamber'den şöyle rivâyet edilir:

Ümmetimden, konuşmadıkları veya yapmadıkları takdirde, sadece düşündükleri kötülükler affedilmiştir72

Ebû Hüreyre Hazret-i Peygamber'in şöyle buyurduğunu rivâyet eder:

Allahü teâlâ, koruyucu meleklere 'Benim kulum herhangi bir günahı işlemeye kast ve teşebbüs ederse, onu yazmayınEğer onu bilfiil işlerse, o zaman bir günah olarak yazınEğer kulum bir sevabı işlemeyi kast ve teşebbüs ettiği halde bilfiil işlememişse, onu bir hasene (bir sevap) olarak yazınEğer bilfiil işlerse, o vakit on sevap yazın' buyurur73

Bu hadîs, kalp amelinin ve günahı işleme teşebbüs ve kasdinin bağışlandığına delildirBaşka bir lâfızda şöyle gelmiştir:

Kim herhangi bir sevabı işlemeyi kastederse, fakat buna rağmen işlemezse, ona bir sevap yazılır, kim herhangi bir sevabı işlemeyi kastederse ve bilfiil işlerse, ona yediyüz katına kadar sevap yazılır, kim bir günah işlemeyi kastederse ve bilfiil işlerse, ona yediyüz katına kadar günah yazılır, kim bir günah işlemeyi kasteder ve bilfiil yapmazsa o günah defterine yazılmazEğer işlerse o zaman yazılır74

Başka bir lâfızda da şöyle vârid olmuştur:

Kulum herhangi bir günahı işlemeyi tasarlarsa, onu işlemedikçe ben onu affederim.

İşte bütün bunlar, affa delâlet etmektedirlerMuâhazeye delâlet eden deliller ise şunlardır:

Siz içinizde olan şeyi açıklasanız da saklasanız da Allahü teâlâ sizi onunla hesaba çekerNihayet dilediğini bağışlar ve dilediğine de azap ederAllah herşeye kâdirdir. (Bakara/284)

Hakkında bilgi sahibi olmadığın birşeyin ardından gitmeÇünkü kulak, göz ve kalp, bunların hepsi ondan sorumludur. (İsra/36)

İşte bu âyet işaret eder ki, kalbin ameli, kulak ve gözün ameli gibi bağışlanmaz.

Şahidliği gizlemeyin kim onu gizlerse muhakkak onun kalbi günah içindedirAllah ne yaparsanız hakkıyla bilendir. (Bakara/283)

Allah sehven ve kasıtsız olarak yaptığınız yeminlerden dolayı sizi sorumlu tutmazFakat bilerek yaptığınız yeminlerden ötürü sizi sorumlu tutar. (Mâide/89)

Bizim kanâatimize göre insan bu meseledeki hakîkate, başlangıcından meydana çıkıncaya kadar olan kalp amellerini tafsilâtıyla ihâta etmedikçe vâkıf olamaz.

1Kalbe ilk gelen şey 'Hâtır'dırNitekim kişiye yolda giderken arkasında yürüyen, geri baktığında görebileceği bir kadının sûretinin tahattur etmesi gibi. . .

2Bakmaya olan rağbetin heyecanıdırBu, tabiatta bulunan şehvetin hareketi demektirBu hareket 'birinci hâtır'dan doğarBiz buna 'tabiatın meyli' adını veriyoruzBirincisine 'nefsin hâdisi' dediğimiz gibi. . .

3Kalbin 'şunu yapmak uygundur'; yani o kadına bakmak uygundur hükmüdürZira tabiat meylettiği zaman, engeller bertaraf edilmedikçe himmet ve niyet harekete geçmezÇünkü bazen hayâ veya bakmaktan gelen korku engel olurBu engellerin yokluğu çoğu zaman düşünce ile elde edilirBu hüküm her durumda akıldan gelen bir hükümdür ve buna 'îtikad' adı verilirBu hüküm 'hâtır' ile 'meyl'e tâbidir.

4Dönüp kadına bakmak azmini ve bu azimdeki niyetini sadeleştirmektirİşte biz buna 'bilfiil himmet, niyet ve kasıt' adını veriyoruzBu himmet, bazen zayıf bir başlangıçla olurFakat kalp, birinci hâtıra kulak verdiği zaman nefsi cezbetmesi uzadığı takdirde, bu himmet kuvvet kazanırSonunda kesin bir iradeye dönüşürİrâde kesinlik kazandığı zaman, insanoğlu bu kesinlikten sonra bazen pişman olur, o fiili terkederÇoğu zaman da bir ârızdan ötürü gaflete dalar, onu ne işler, ne de iltifat ederBazen de herhangi bir engel onu geciktirir ve böylece onu işlemesi zorlaşır.

Bu bakımdan burada âza ile işlemezden önce kalbin dört hâl ve durumu vardır:

1Hâtır (Buna nefsin hadisi adı verilir) .

2Meyl

3İtikad

4Himmet

Hâtır'a gelince, Allahü teâlâ ondan dolayı kişiyi muahaze etmezÇünkü bu, kişinin ihtiyarına bağlı değildir.

Meyl ve Şehvet'in heyecanı da böyledirÇünkü bunlar da ihtiyar altına girmezler.

Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) : 'Ümmetimden düşündükleri kötülükler bağışlanmıştır' hadîs-i şerîfleriyle meyl ve şehvetin heyecanını kastetmiştirBu bakımdan nefsin hâdisi nefiste hâsıl olan hâtırattan ibarettirBunda işlemek azmi yoktur.

Himmet ile Azm'e gelince, bunlara 'nefsin hâdisi' denilmezNefsin hâdisi, Osman bMaz'un'dan rivâyet edildiği gibidir.

Zira Osman, Hazret-i Peygamber'e (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle der:

-Ey Allah'ın Rasûlü! Benim nefsim, eşim Havle'yi boşamamı söylüyor!

Yavaş ol! Muhakkak nikâh benim sünnetimdendir.

-Nefsim bana, kendimi hadım etmemi söylüyor.

Yavaş ol! Benim ümmetimin hadımlaştırılması, oruca devam etmektir.

- Nefsim bana rahiplik etmemi, yani insanlardan uzaklaşıp ibâdete sarılmamı söylüyor.

Yavaş ol! Ümmetimin ruhbanlığı cihad etmek ve hacca gitmektir.

- Nefsim bana et yemeyi terketmemi söylüyor.

Yavaş ol! Muhakkak ben eti severim Eğer onu bulursam yerimEğer isteseydim Allahü teâlâ mutlaka bana et yedirirdi75

İşte bunlar yapılmasına azim olmaksızın nefiste meydana gelen hâtırattır ve nefis hâdisi dediğimiz budurBu sırra binaen Osman bMaz'un Hazret-i Peygamber ile bunları yapıp yapmaması hususunda istişare etmiştirÇünkü bu hâtıratla beraber azim ve yapma himmeti yoktur.

Üçüncüsü, yapılmasının uygun olduğuna inanmak ve kalben hükmetmektirBu hüküm, ihtiyar ile ıztırar arasında gezmektedirYani bazen ihtiyarî, bazen de ıztırarî olurBuradaki durumlar değişiktirBu işin ihtiyarî kısmından insan sorumludurIztırarî ve mecburî kısmından sorumlu değildir.

Dördüncüsüne gelince, bilfiil himmet edip kasdetmektirİnsanoğlu bundan sorumludurAncak bilfiil yapmadığı takdirde düşünülürEğer Allah korkusundan bırakmış ve bu himmetinden dolayı pişmanlık duymuşsa, bu himmeti kedisine bir hasene olarak yazılırÇünkü bunu kasdetmek günah, o günahı işlemekten imtina edip bu hususta nefsiyle mücahede etmek ise sevaptırTabiatın muvafakatına binaen kasdetmek insanoğlunun Allah'tan tamamen gâfil olduğuna delalet ederTabiatın hilafına mücahede edip de o işi yapmaktan imtina etmek ise büyük bir kuvvete muhtaçtırBu bakımdan tabiata muhalefetindeki çalışma ve gayreti Allah için amel etmektirAllah için amel etmekse tabiata mutabık ve uygun bir şekilde şeytana uymaktan daha şiddetlidirBu bakımdan kişiye bir hasene yazılırÇünkü kişinin o günahı işlememekteki gayret ve himmeti, bilfiil onu yapmak hususundaki himmetine galip gelmiştirEğer işlemesi, herhangi bir sebepten veya Allah'tan korkarak değil de herhangi bir özürden ileri geliyorsa bu takdirde defterine bir günah yazılırÇünkü himmeti ve kasdı, kalpten gelen ihtiyarî bir fiildirBu tafsilâtın delili Sahîh-i Müslim'de mufassalan rivâyet edilen hakîkattirHazret-i

Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur

Melekler dediler ki: 'Yârab! O senin kulun yok mu? O bir günâhı işlemeyi irade ediyor', Allahü teâlâ şöyle buyurur: 'Onu gözetleyin! Eğer o, o gün kasdettiği günâhı işlerse, işlediği günâhın bir mislini onun defterine yazınEğer terkederse, terkettiği o günâhı kendisi için bir hasene olarak kaydedinÇünkü o günâhı benim hatırım için terketmiştir'76

Allahü teâlâ 'Eğer o günâhı işlemezse' sözüyle, 'Onu Allah için terkettiğini murad etmiştirAma fâhiş bir fiili işlemeye kesinlikle azmeder, sonra o fâhiş fiili işlemek bir sebep veya gafletten ötürü kendisine zorlaşırsa, bu takdirde kendisine nasıl bir hasene yazılabilir.

Oysa Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

İnsanlar ancak niyetleri üzerine haşrolunurlar.

Oysa biz biliriz ki, geceleyin bir müslümanı öldürmeye veya bir kadınla zina etmeye azmeden bir kimse, o gece ölürse günâhı üzerine ısrar ettiği halde ölmüş olur ve niyeti üzerine haşredilirOysa bu kişi, bir günâhı işlemeyi kasdetmişse de bilfiil işlememiştirBu husustaki kesin delil, Hazret-i Peygamberden rivâyet edilen şu hadîs-i şeriftir:

İki müslüman kılıçlarıyla çarpıştıkları zaman, ölen de öldürülen de ateştedir.

Bu söz üzerine denildi ki: 'Ey Allah'ın Rasûlü!! Öldüreni anladık! Fakat öldürülenin suçu ne?' Cevap olarak şöyle buyurmuştur: 'Çünkü öldürülen de arkadaşını öldürmeyi kasdetmiştir'.

İşte bu, mücerred irade ile kişinin ateş ehlinden olduğuna delâlet eden bir nasstırOysa kişi, mazlum olarak öldürülmüştürDurum bu iken acaba Allahü teâlâ'nın niyet ve kasıttan ötürü insanları muâhaze etmeyeceği nasıl düşünülebilir? Aksine kulun ihtiyarı dahilinde olan her kastından kul muâhaze edilirAncak onu bir sevap ile sildirmişse, hüküm değişirAzmi pişmanlıkla kırmak sevaptır ve bunun için de böyle yapan bir kimseye bir sevap yazılırMaksadın herhangi bir sebeple yerine getirilmesi ise sevap değildir

Kalbin hâtıratı, nefsin hâdisi, rağbetin heyecanı ise, bunlar insanoğlunun ihtiyarı dahilinde değildirlerBunlardan ötürü insanoğlunu muâhaze etmek teklîf-i mala yutak (insanın güç yetiremediği ile insanı mükellef kılıp zorlamak) olur.

Siz içinizde olan şeyi açıklasanız da saklasanız da Allahü teâlâ sizi onunla hesaba çeker. (Bakara/ 284)

Bu ayet indiği zaman, ashâb-ı kirâmdan bir grup Hazret-i Peygamber'e gelip şöyle dediler:

Biz gücümüz ve tâkâtimizin dışında olan bir emirle mükellef kılındıkMuhakkak hepimizin nefsi kalbin istemediği ve sevmediği şeyleri kendisine söylemektedir. Sonra Allah tarafından bundan dolayı hesaba çekilirse (durumumuz ne olur?)

Bunun üzerine Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

Zannederim siz, yahudilerin dediği gibi diyorsunuz: 'Biz dinledik ve isyan ettik'Sakın böyle demeyin, aksine şöyle deyin: 'Biz dinledik ve itaat ettik'77

Bunun üzerine ashâb-ı kirâm 'Biz dinledik ve itaat ettik' dedilerO zaman Allahü teâlâ bir sene sonra kurtuluş ve sevgiyi şu ayet-i celîlesiyle indiriverdi:

Allah, kimseye gücünün üstünde birşey teklif etmez! (Bakara/286)

Bu ayetle açıklandı ki kalp amellerinden insanoğlunun ihtiyarı dahiline girmeyen her şeyden insanoğlu sorumlu tutulmazİşte şüphenin yüzünden perdeyi kaldırmak budurHerhangi bir kimse kalpte cereyan eden herşeye nefis hadisi adı verilir zannederse ve bu üç kısım arasında ayrım yapmazsa, elbette bu kimsenin yanıldığına hükmetmelidir.

İnsanoğlu hased, nifak, riyâ, ucub ve kibir gibi kalbin amellerinden ve kalp amellerinin diğer kötülüklerinden nasıl muâhaze edilemez? Aksine kulak, göz, kalp ve bütün bunlardan insanoğlu sorumludurEğer kişinin gözü -ihtiyarı olmaksızın- namahrem bir kadına takılırsa, ondan muâhaze edilmezEğer ikinci bir defa kendi ihtiyarıyla bakarsa, bu defa sorumludurÇünkü ikinci bir bakışta muhtardırKalbin hâtıratı da böylece bu mecrada seyrederHatta kalp muâhaze edilmeye daha uygundurÇünkü kalp, bütün azaların esasını teşkil ederNitekim Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

Bunu söylerken Hazret-i Peygamber mübarek kalbine işaret etmiştir.

Onların ne etleri, ne de kanları Allah'a erişmezFakat takvânız O'na ulaşır. (Hac/37) )

Yine Hazret-i Peygamber şöyle buyurmaktadır: Günah odur ki kalplere tesir eder79)

Sevap o şeydir ki kalp onunla mutmaindir, sana aksine fetva verseler de, sana aksine fetva verseler de. . . 80

Hatta ben derim ki;) kalp, bir şeyin farziyyetine hükmederse ve esasında kalp de burada yanılmışsa, kişi yine bundan dolayı sevap kazanırHatta temizlendiğini zanneden bir kimsenin namaz kılması gerekirEğer namazı kılıp sonra abdest almadığını hatırlarsa, kılmış olduğu namazdan dolayı sevabı vardırEğer hatırlar sonra bırakırsa, o zaman bundan dolayı cezalandırılırYatağında bir kadın olsa ve o kadının kendi eşi olduğunu zannetse, onunla yatmaktan dolayı günahkâr olmaz, yabancı bir kadın olsa bile. . Eğer o kadının yabancı olduğunu zanneder, sonra onunla yatarsa, bu fiilinden dolayı günahkâr olur, o kadın kendi eşi olsa bile. . . Bütün bunlar âzâlara değil, kalbe bakılarak verilen hükümlerdir.

72) Buhârî, Müslim

73) Buhârî, Müslim

74) Buhârî, Müslim

75) Hakim-i Tirmizî, Nevâdir'ul-Usûl

76) Müslim

77) Müslim

78) Müslim

79) İlim bölümünde geçmişti.

80) Taberânî, (Ebû Sa'lebe'den)

Zikir Anında Vesveselerin Tamamen Yok Olup-Olmayacağı Meselesi

Kalpleri murakabe eden âlimler, kalbin sıfat ve acaipliklerine bakan müdekkikler bu meselede beş gruba ayrılmışlardır:

1Bir grup şöyle dedi: Vesvese Allah'ın zikriyle kesilirÇünkü

Hazret-i Peygamber (aleyhisselâm) şöyle buyurmuştur.

Allah anıldığı zaman şeytan tahannüs eder81 Tahannüs susmak demektirSanki şeytan susar!

2Diğer bir grup 'Vesvese tamamen yok olmazAncak kalpte tesiri olmaksızın cereyan ederÇünkü kalp Allah'ın zikriyle kaplandığı zaman, vesvese ile müteessir olup etkilenmekten perdelenirTıpkı kendi himmet ve maksadıyla meşgul olan bir kimse gibi. . . Zira bu kimse bazen konuşur, fakat ne konuştuğu anlaşılmazHer ne kadar onun kulağından bir ses geçiyorsa da' demişlerdir.

3Başka bir grup dedi ki: 'Vesvese yok olmazEseri de ortadan kalkmazFakat kalbe galebe çalması mümkün olmazSanki uzaktan ve zayıf bir şekilde kalbe vesvese gelir'.

4Diğer bir grup dedi ki: 'Vesvese, zikir anında bir anda yok olurDiğer bir anda zikir yok olur, vesvese ile zikrin yok oluşları yakın aralıklarla birbirlerini takip edişleri yakın olduğu için âdeta yarışma halinde oldukları zannedilirBu tıpkı yüzeyinde çeşitli noktalar olan bir küre gibidirSen o küreyi süratle çevirdiğin zaman o noktaları süratle gezer görürsün ki onlar hareketten ötürü birbirlerine bitişmişlerdir'Bu grup şeytanın zikir anında sustuğunu bildiren hadîsle istidlal etmişlerdirOysa biz, zikirle beraber vesveseyi aynı zamanda müşahede ederizBu bakımdan bunun çıkar tarafı bundan başkası değildir.

5Diğer bir grup dedi ki: 'Vesvese ile zikir, daimi bir şekilde, kalpte sonu gelmeyen bir yarışma halindedirlerNasıl insanoğlu bazen aynı halde iki gözü ile iki şeyi görüyorsa, öylece kalbi de aynı halde iki şeyin cereyan merkezi olur'Nitekim Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur:

Her kulun dört gözü vardır ikisi başındadır. Onlarla dünyasının işlerini görür. İki gözü de kalbindedir. Onlarla dininin işlerini görür. 82

Hâris el-Muhâsibî de bu görüşü tercih etmiştirBize göre sıhhatli fetva şudur: Bu görüşlerin hepsi de doğrudurFakat vesvesenin bütün sınıflarını kapsamaktan uzaktırlarBu görüş sahiplerinin her biri vesvesenin bir sınıfına bakıp ondan haber vermiştirOysa vesvese birkaç sınıftan ibarettir:

Bir

Birincisi, vesvesenin, hak sûretinde gelmesidirZira şeytan bazen hak sûretinde gelerek insanoğluna der ki: 'Lezzetlerle nimetlenmeyi terkediyorsun, oysa hayat uzundurHayat boyunca lezzetleri terketmek büyük bir elemdir'İşte bu vesvese ânında insanoğlu Allah'ın büyük hakkını, büyük sevap ve cezasını hatırladığı ve nefsine 'şehvetleri bırakmak zordur ama ateşe sabretmek bundan daha zordur ve bunlardan muhakkak birisini yapmak lâzımdır' dediği zaman şeytanın vesvesesi yok olurYine kul, Allah'ın va'dini ve vaîdini hatırladığı, imanını ve yakînini yenilediği zaman, şeytan susar ve geri kaçarZira şeytan ona 'günahları işlemek hususunda sabretmekten ateş daha kolaydır' ve 'Günah insanı ateşe götürmez' diyemezÇünkü kişinin Allah'ın kitabına îman etmesi, şeytanın böyle söylemesine kulak vermemeyi gerektirirBöylece vesvese ortadan kalkarYine şeytan kişinin amellerini beğenmekle de kişiye vesvese vererek der ki: 'Senin Allah'ı tanıdığın gibi hangi kul Allah'ı tanır? O'na ibâdet ettiğin gibi hangi kul ibâdet eder? Bu bakımdan Allah nezdindeki makamın çok büyüktür!' Böyle bir vesvese ânında kul, marifetinin, kalbinin ve amellerinde kullandığı âzâlarının ve ilminin Allahü teâlâ'nın yarattığı şeyler olduğunu hatırlar, bunu hatırladığı zaman artık bunlarla mağrur olması düşünülemezBöylece şeytan susarÇünkü şeytanın ona 'Bunlar Allah'tan değildir' deme imkânı yokturÇünkü böyle dediği takdirde, kulun marifet ve îmanı onu şiddetle reddeder, işte bu da vesvesenin diğer bir çeşididirMârifet ve îman nûruyla gören ariflerden bu vesvese tamamen kesilir.

İki

İkincisi, vesvesenin heyecan ve şehvetin tahrikinden gelmesidirBu tür vesvese kulun yakînen günah olduğunu bildiği ve zann-ı galib ile günah olduğunu zannettiği kısımlara ayrılırEğer yakînen günah olduğunu biliyorsa, şeytan şehvetin tahrikine tesir eden heyecanı veremezFakat heyecan vermekten tamamen uzaklaşmazEğer günah olduğunu zan ile biliyorsa, bu takdirde bazen müessir olarak kalır, öyle ki onu defetmekte mücâhede etmeye insanoğlu mecbur kalırBu bakımdan vesvese mevcutturFakat galebe çalacak vaziyete gelmeden defedilir.

Üç

Üçüncüsü, vesvesenin mücerred hâtırat ve insanoğlunda galip olan hallerin hatırlanmasından olmasıdırMesela; namazda namazın dışında birşey düşünmekten gelmesidirBu bakımdan kişi zikre yöneldiği zaman bu vesvesenin bir an gidip, başka bir an geri gelmesi, yine gidip yine gelmesi tasavvur edilebilirBöylece zikir ile vesvese birbirini takip eder ve ikisinin yarışmaları da düşünülebilirHatta insanın anlayışı okunanın mânâsını anlamasıyla o hâtıratı birden kapsaması sanki bunların herbiri kalbin başka bir yerinde imiş gibi düşünülebilirKalbe gelmeksizin tamamen bu vesvesenin kaldırılması cidden uzak bir ihtimaldirFakat muhal değildirÇünkü Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur.

Kim iki rek'at namaz kılıp, o iki rek'at namaz esnasında kalbine dünyanın hiçbir işi gelmez ve vesvese yapmazsa, o kimsenin geçmiş günahları bağışlanır83

Eğer vesvesenin tamamının ortadan kaldırılması düşünülmeseydi, Hazret-i Peygamber böyle dermiydi? Ancak vesvesenin tamamen ortadan kalkması, Allah'ın sevgisinin galip gelip aklını kaybetmiş bir kimse gibi olan insan hakkında düşünülebilir.

Zira biz kalbi bir düşman ile meşgul olan kimseleri görüyoruz ki düşmanıyla nasıl mücadele edeceği hususunda uzun bir tefekküre dalmaktadırÖyle ki düşmamyla yapacağı mücadeleden başka onun kalbine birşey gelmemektedirMuhabbete dalan bir kimse de böyledirBazen kalbiyle mahbubunun muhaveresine dalarOnun düşüncesiyle gark olurÖyle ki sevdiğiyle konuşmaktan başka onun kalbine birşey gelmezEğer başkası kendisiyle konuşursa dinlemez, önünden başkası geçerse sanki onu görmezBir düşmanın korkusu bu derece düşündürürse, mal ve rütbeye karşı harislik ânında böyle bir dalış muhal değil ise, acaba ateş korkusundan, cennete olan iştiyaktan ötürü böyle bir derece neden düşünülmesin? Fakat bu derece, Allah'a ve son güne îman etmek (çoğu insanlarda) zayıf olduğu için pek nadir görülen bir derecedir.

Sen bu kısımları ve vesvesenin bu sınıflarını güzelce düşündüğün zaman bileceksin ki, daha önce beyan ettiğimiz mezhep ve meşreplerin herbirinin bir yönü vardırFakat bu hususî bir yere aittirKısacası bir anda veya bir saatte şeytandan kurtulmak uzak bir ihtimal değildirFakat ömür boyu şeytandan kurtulmak cidden uzak bir ihtimaldir ve varlık âleminde muhaldirEğer herhangi bir şahıs hâtırat ve rağbeti tahrik etmekten ötürü meydana gelen şeytanın vesveselerinden kurtulmuş olsaydı mutlaka Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) kurtulurduOysa rivâyet ediliyor ki, Hazret-i Peygamber namazın içinde sırtındaki elbisenin nişanlarına baktıSelâm verdiği zaman, o elbiseyi sırtından çıkarıp attı ve şöyle dedi: 'Bu elbise beni namazda meşgul etti' ve devamla şunları söyledi:

Bunu Ebû Cehm'e götürünBana Ebû Cehm'in enbicaniye'sini (bir nevi elbise) getirin'84

Yine Hazret-i Peygamber'in parmağında bir altın yüzük bulunuyorduMinberde hutbe okurken o altın yüzüğe baktı. Sonra onu çıkarıp attı ve dedi ki: 'Bir ona, bir de size bakıyorum'Hazret-i Peygamber'in böyle yapması, şeytanın vesvesesinden ileri geliyorduŞeytan bakışın lezzetini altın yüzüğe ve elbisenin nişanına tahrik etmek sûretiyle bu vesveseyi yaptırıyorduBu hâdise, altın haram edilmezden önce olmuştur ve bunun içinde Hazret-i Peygamber, önce yüzüğü parmağına takmış, sonra da çıkarıp atmıştırBu bakımdan dünya malından gelen vesvese, ancak onu atmakla, ondan ayrılmakla sona ererKişi ihtiyacından fazla bir şeyi mülk edindikçe -velev ki bir dinar olsun- şeytan onu namazında o dinar hakkında düşünmeye sevkederek vesveseden boş bırakmaz'O dinarı nasıl harcayacağı, kimse onu görmesin diye onu nasıl gizleyeceği veya onu gösterip de başkasına karşı onunla nasıl övüneceği' gibi vesveseler onun yakasını bırakmaz! Bu bakımdan tırnağını dünyaya batıran ve bununla beraber şeytanın hilelerinden kurtulmak isteyen bir kimse, âdeta tepeden tırnağına kadar bala dalmış, sonra sivrisineklerin gelip bedenine konmayacağını sanmış bir kimse gibi olur, bu ise muhaldirO halde dünya şeytanın vesvesesi için büyük bir kapıdır ve vesvesenin bir tek kapısı yoktur, aksine birçok kapısı vardır.

Hükemadan birisi şöyle demiştir: 'Şeytan günahlar yönünden Âdem oğlu'na başvururEğer Âdem oğlu bu yönden kendisine itaat etmezse, nasihat yönünden ona gelir, onu bir bid'ate götürünceye kadar devam ederEğer burada da Âdem oğlu şeytana itaat etmezse, bu sefer şeytan kendisine sakınma ve takva yönünden şiddete başvurmayı emrederÖyle ki insanoğlu haram olmayan şeyleri bile haram bilir, eğer burada da şeytana itaat etmezse şeytan onu abdest ve namazından şüpheye düşürürÖyle ki, vesveseli kimse ilmin dairesinden çıkar, eğer burada da şeytana itaat etmezse, bu sefer şeytan kendisine iyi amellerini hafif gösterirHatta insanlar onu sabırlı ve iffetli olarak görürlerKalpleri ona meylederBu sefer o da nefsine mağrur olur ve böylece helak olup gider! Bu durum meydana geldiği zaman ihtiyaç oldukça katılaşırÇünkü bu, derecelerin sonudur ve şeytan bilir ki eğer bu kul bu dereceyi de geçerse, yakasını kendisinin elinden kurtarıp cennete varacaktır'.

81) İbn Eb'id-Dünya, İbn Adiyy

82) Deylemî

83) Namaz bölümünde geçmişti.

84) Daha önce geçmişti