İHYÂ-İ ULÛMİ'D-DÎN | KAZANÇ VE GEÇİM ÂDÂBI

 Giriş

IIIKitabu Âdâb'il-Kesb ve'l-Meâş (Kazanç ve Geçim Âdâbı)

1Kazancın Fazileti ve Kazanca Teşvik

2Ticarî İlişkilerin Sıhhatini Bilmek

3Ticarette Haksızlıktan Kaçınıp Adaletli Davranmak

4Ticarette İhsan (İyi Davranmak)

5Dünya ve Âhiret İşlerinde Tüccarın Dini için Titiz Davranması

Giriş

Tevhîdinde hak ve bir olan Allah'tan başka herşeyin bütünüyle yok olup gideceğine inanan muvahhidin hamdiyle Allah'a hamdederizHiç çekinmeden, Allah'tan başka herşeyin bâtıl olduğunu açık bir dille belirten bir kimsenin tâzimiyle Allah'ı tâzim ederizYerde ve göklerde ne varsa, hepsi bir araya toplansa bile ne bir kara sineği, ne de bir çekirgeyi (veya zerreyi) yaratmaya güçlerinin yetmeyeceğini ilân eden bir kimsenin tebciliyle Allah'ı tebcil ederizYeryüzünü kullarına yaygı ve döşek gibi serdiğinden, gökleri de kubbe olarak yücelttiğinden ötürü Allah'a şükrederizGeceyi gündüz üzerine sardığından, geceyi insanlar için örtü kılıp gündüzü de maişet zamanı kıldığından ötürü Allah'a şükrederizGündüzü insanlar için maişet vakti kılmıştır ki, insanlar fazlını aramak için yeryüzüne dağılsınlar ve elde ettikleri nimetlerle ihtiyaçlarını gidersinler.

Rasûlü üzerine rahmet deryalarını coşturmasını talep ederizO öyle bir rasûldür ki, Mü'minler (kıyâmette) susuz olarak onun havzına vardıklarında kana kana o havuzdan içip dönerlerOnun âli ve ashâbı için de aynı temennide bulunuyoruzO ashâb ki, İslâm'a yardımda zerre kadar ihmalkârlık yapmayıp canla başla çalışmışlardır.

Yarab! Hazret-i Peygambere ve ashâbına salât ve selâm eyle!

Terbiyecilerin terbiyesi, sebeplerin hazırlayıcısı olan Allah, âhireti sevab ve ceza evi, dünyayı da kazanç, çalışma ve zorlukları yüklenme yeri kılmıştırDünyadaki çalışma, sadece âhiret için olup, dünya geçimini ihmal etmek demek değildirAksine dünya geçimliği, âhirete selâmetle vardırmak için vesile ve âhiret için yardımcıdırBu bakımdan dünya, âhiretin tarlasıdır ve âhirete selâmetle vardıran bir merdivendir.

İnsanlar (kazanç hususunda) üç kısma ayrılır:

a) Dünya geçimiyle meşgul olan ve kendisini âhiretinden tamamen uzaklaştıran kişi ki helâk olanlardandır.

b) Âhireti kendisini dünya geçiminden alıkoymuş olan kişi ki kurtulmuşlardandır.

c) Âhiretini düşünerek çalışıp, dünya ile ikisini birden yürüten kişi ki orta yolda gidenlerdendirİktisad mertebesine (itidale) , ancak kazanç elde etmek hususunda doğru yoldan ayrılmayan bir kimse varabilirDünyasını âhirete vesile yapsın diye çalışan bir kimse, ilâhî nizamın edebleriyle edeblenmedikçe bu sahada ilerlemiş sayılmazBiz ticaret, sanat ve diğer çalışma dallarının edeb ve sünnetlerini teker teker sayacağız ve bunları beş bölümde açıklayacağız:

Birinci Bölüm: Kazancın fazileti ve ona teşvik edici deliller

İkinci Bölüm: Ticarî ilişkilerin sıhhatini bilmek

Üçüncü Bölüm: Ticarette adâletli olmak

Dördüncü Bölüm: Ticarette iyi davranmak

Beşinci Bölüm: Tüccarın kendisini ve dinini koruması

13-1

Kazancın Fazileti ve Kazanca Teşvik

Âyet-i Kerîmeler

Gündüzü ise, geçim vakti kıldık. (Nebe/11) .

Orada sizin için ve (beslediğinizi sandığınız, fakat aslında) sizin beslemediğiniz kimseler için geçimlikler meydana getirdik. (Hicr/20)

(Hac mevsiminde) rabbinizin lütuf ve keremini aramanızda (alışveriş yapmanızda) sizin için bir günah yoktur. (Bakara/198) .

Bir kısmı Allah'ın fazlından rızık aramak için (ticaret maksadıyla) yeryüzünde yol tepecekler. (Müzzemmil/20)

Sonra namaz kılınınca yeryüzüne dağılın da, Allah'ın fazlından rızık arayın. (Cum'a/10)

Hadîsler

Günahlardan bir kısım vardır ki, onlara ancak kazanç yolunda çekilen üzüntü ve yorgunluklar kefaret olur.

Dürüst tüccar kıyâmet gününde sıddîk ve şehidlerle beraber haşrolunur1

Kim nefsini dilencilikten korumak, çoluk çocuğunun nafakasını temin etmek ve fakir komşularına yardım etmek için helâlinden kazanırsa, o kimse kıyâmet gününde Allah'ın huzuruna yüzü ayın ondördü gibi parıl parıl parladığı halde varır2

Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) günün birinde ashâbıyla beraber oturuyorduAshâb-ı kirâm güçlü, kuvvetli ve sabahın erken saatlerinde çalışmaya giden bir genç görürler ve şöyle derler: 'Bu gence yazık! Keşke gençliğini ve kuvvetini Allah yolunda sarfetseydi'Bunun üzerine Hazret-i

Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurur:

Böyle söylemeyin! Eğer bu genç nefsine yardım etmek, nefsini dilencilikten korumak ve insanlara muhtaç olmamak için çalışıyorsa, onun bu çalışması Allah yolundadırEğer düşkün ebeveyninin nafakası veya zayıf olan çoluk-çocuğunun nafakası için çalışıp onları kimseye muhtaç etmemek ve dilenmekten korumak gayesini güdüyorsa bu da Allah yolundadırEğer böbürlenmek ve servetinin çokluğuyla arkadaşlarına karşı gururlanmak için çalışıyorsa, onun çalışması şeytan yolundadır3

Allahü teâlâ , insanlara muhtaç olmaktan kurtulmak için herhangi bir iş edinen kulunu muhakkak severMal kazanmaya âlet etmek için ilim öğrenen kuluna da muhakkak buğzeder4

Muhakkak ki, Allahü teâlâ, sanatkâr bir Mü'mini sever5

Kişinin yediği en helâl nafaka, kazancından (el emeğinden) ve dürüst alışverişten yediği nafakadır6

Kulun yediği en helâl rızık - (Allah rızası için) nasihatta bulunduğu takdirde- sanatkârın kazandığıdır7

Ticaret yapınız! Çünkü rızkın onda dokuzu ticarettedir8

Anlatıldığına göre, Hazret-i isa (aleyhisselâm) bir kişiyi görür ve ona şöyle sorar.

-Ne yapıyorsun?

-Allah'a ibadet ediyorum.

-Senin geçimini temin eden kim?

-Kardeşim.

-O halde senin kardeşin senden daha fazla Allah'a ibadet ediyor.

Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

Ben sizi cennete yaklaştırıp ateşten uzaklaştırıcı olan her ne biliyorsam muhakkak onu yapmanızı size emrettimYine sizi cennetten uzaklaştırıp cehenneme yaklaştırıcı bildiğim herşeyden sizi nehyettimRûhu'l-Emîn (Cebrâil) benim kalbime vahyetti ki, herhangi bir nefis dünyadaki rızkını sonuna kadar almadıkça ölmezHer ne kadar o rızık, bazen gecikse bile. . . Bu bakımdan Allah'tan korkunuz! Rızık ararken güzel ve helâl yollardan arayınız9

Görüldüğü gibi, Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) burada güzel ve helâl yollardan rızık aramayı emir buyurmaktadır'Rızık aramayı bırakınız' demiyor. Sonra hadîsin sonunda şöyle buyurmuştur:

Sakın rızkın herhangi bir kısmının gecikmesi sizi Allah'a isyan ederek rızık aramaya sevketmesinZira günah ile Allah'ın nezdinde bulunan rızka asla erişilmez.

Pazarlar Allahü teâlâ'nın kurulmuş sofralarıdırKim o sofralara gelirse mutlaka nasibini alır10

Herhangi birinizin eline bir ip alıp sırtında odun taşıması, Allah'ın fazlından rızık verdiği bir kişiye gelip dilenmesinden daha hayırlıdırİster o servet sahibi kendisine versin, isterse vermeyip reddetsin11

Kim nefsi için dilencilikten bir kapı açarsa Allahü teâlâ onun üzerine fakirlikten yetmiş kapıyı açar12

Ashâb'ın ve Âlimlerin Sözleri

Lokman Hekîm, oğluna şöyle demiştir: 'Ey oğlum! Fakirlikten helâl kazanç ile korunZira fakir olan bir kimseye üç felâket isabet eder:

a) Dini zayıflar.

b) Aklında za'fiyet belirir.

c) Mürüvveti giderBu üç felâketten daha şiddetlisi ise, halkın kendisiyle alay etmesidir'.

Hazret-i Ömer (radıyallahü anh) şöyle buyurmuştur: "Sizden hiç kimse çalışmayı bıraktığı halde oturarak 'Ey Allah'ım! Bana rızık gönder' demesin; zira biliyorsunuz ki, gökler altın ve gümüş yağdırmamaktadır".

Zeyd bMesleme, arazisinde fidan dikerdiHazret-i Ömer kendisine 'Çok isabetli bir iş yapıyorsun, sakın kimseye muhtaç olma, bu senin dinin için daha koruyucu olur ve seni halkın gözünde daha da büyütürNitekim kardeşiniz Uhayha bCüllah şöyle demiştir:

Ben (Medine arazisinden bir parça olan) Zevrâ'yı sulayıp imar etmekteyimZira arkadaşları nezdinde ancak mal sahibi olan bir kimse kıymetlidir.

İbn Mes'ûd (radıyallahü anh) 'Herhangi bir kimseyi, ne dünyasının ve ne de âhiretinin emrinde çalışır olarak görmezsem ondan ikrah ederim' demiştir.

İbrahim en-Nehâî'ye, doğru olan tüccarın hali soruldu: 'Sence doğru bir tüccar mı daha iyidir, yoksa tamamen kendisini ibadete veren bir âbid mi?' İbrahim ise şöyle cevap verdi: 'Bence doğru tüccar daha iyidirÇünkü doğru tüccar daimî bir cihad halindedirŞeytan ölçek ve tartı hususunda devamlı ona hücum eder vermek ve almak cephesinden de ona hulûl etmek isterO ise, şeytanla mücahede ederek onu püskürtür'.

Hasan-ı Basrî şöyle buyurmuştur: 'Bence çoluk çocuğum için alış veriş yaptığım bir yerde ecelimin gelip gırtlağıma sarılmasından daha sevimli bir ölüm yeri yoktur'.

Hadîs âlimi Haysem bCemil el-Bağdadî 'Çok zaman benim aleyhimde konuştuğunu kişiden işitmiş olurumHiçbir şeyde ona muhtaç olmadığımı hatırlayarak aleyhimdeki sözlerinin hiçbir kıymet taşımadığını hissederim' demiştir.

Eyyûb bTemime es-Sahtiyânî 'Çalışıp helâlinden az kazanmak, dilenip çok kazanmaktan benim için daha sevimlidir' demiştir.

İbrahim b. Edhem, gazaya gitmek üzere gemiye binmiş iken şiddetli ve ters bir rüzgâr esmeye başlarGemide bulunanlar, beraberlerinde bulunan İbrahim b. Edhem'e şöyle derler:

-Sen şu şiddetli rüzgârı görmüyor musun?

-Bu şiddet ne ki! Şiddetin en hakîkisi insanlara muhtaç olmaktır.

Yine Eyyûb es-Sahtiyanî der ki: "Ebû Kulabe13 bana 'Pazardan ayrılma (alışveriş yap) ; zira en büyük huzur insanlara muhtaç olmamaktır' demişti".

Ahmed bHanbel'e 'Evinde veya camide oturup 'Ben çalışmayacağım, takdir edilen rızık kendiliğinden bana gelsin' diyen bir kimse hakkında ne dersin?' diye sorulduğunda îmanı Ahmed şöyle cevap vermiştir: 'Bu kimse, ilmi bilmeyen ve düşüncesinde sapıtan bir kimsedirAcaba bu insan Hazret-i Peygamberin (sallâllahü aleyhi ve sellem) şu hadîslerini duymamış mı?'

Allah benim rızkımı mızrağımın gölgesi altında kılmıştır14

Kuş, sabahleyin yuvasından karnı aç olarak çıkarAkşamleyin yuvasına karnı tok olarak döner15

Rasûlüllah'ın ashâbı, karada ve denizde ticaret yaparlardıHurmalıklarında çalışırlardıOnlara uymak elbette bir müslümanın gereken vazifelerindendir ve elbette ki, ancak onlara uyulurGerisi boş laftır.

Ebû Kulabe bir kişiye 'Seni maişetini temin etmek için çabalarken görmem, seni mescidin köşesinde görmemden daha sevimli gelir bana' demiştir.

Ebû Amr el-Evzâîİbrahim b. Edhem'le karşılaşır ve İbrahim'in sırtında bir bağ odun görürİbrahim'e şöyle der: 'Ey Ebû İshak! Ne zamana kadar odun taşıyacaksın? Oysa senin kardeşlerin senin yerine çalışabilirler?' Bunun üzerine İbrahimEvzâî'ye şu cevabı verir: 'Ey Ebâ Amr! Bana böyle serzenişte bulunma! Zira ben bir kısım şeyhlerden şöyle buyurduklarını işittim: "Herhangi bir kimse helâlinden kazanmak yolunda bir zillete düşerse, ona Allah'ın cenneti vacib olur'.

Ebû Süleyman ed-Dârânî şöyle der: 'Bizce ibadet, daima namaz kılmaktan ve başkasının senin nafakanı temin etmesinden ibaret değildirFakat önce ekmeğini temin etmekle işe başlaOnu elde et. Sonra (dâimî) ibadetle meşgul ol'16

Muaz b. Cebel (radıyallahü anh) şöyle buyurmuştur: "Kıyâmet gününde bir tellâl şöyle bağırır: 'Allah'ın yeryüzünde buğzettiği kimseler nerede?' Bu çağrı üzerine, mescidlerde dilenenler ayağa kalkarlar".

Bu söz, İslâm'ın dilenciliği ve başkasından rızık teminine güvenmeyi kötülediğine işarettirBabasından miras yoluyla kalan malı yoksa, ancak çalışmak ve ticaret yapmak kişiyi böyle bir felâketten kurtarır.

Bana 'malı derle ve tüccarlardan ol!' diye vahyedilmedi, bana sadece şu şekilde vahyedilmiştir: 'Rabbinin hamdiyle tesbih et ve secde edenlerden ol! Ölüm sana gelinceye kadar rabbine ibâdet et'17

Selman-ı Fârisî'ye 'Bize tavsiyede bulun!' denildiğinde, 'Sizden herhangi bir kimse hacı olarak veya gâzi veya rabbi için bir mescidi tamir edici olarak ölmek gücüne sahip ise bu şekilde ölsünSakın sizden herhangi bir kimse tüccar veya harac toplayıcısı olarak ölmesin!' buyurmuşturŞayet yukarıda zikrettiğimiz Hazret-i Peygamber'in hadîsîyle, Selman-ı Farisî'nin sözünü öne sürecek olursan, cevap olarak deriz ki; bu hususta gelen bu haberlerin arasındaki şeklî zıddiyetin kaldırılması, cem ve telif edilmesi, hâllerin anlaşılmasına bağlıdırBu bakımdan biz 'Ticaret mutlak mânâda, herşeyden daha üstün ve efdaldir' demiyoruzAksine deriz ki; ticaret ya zarurî nafakayı temin etmek veya servet edinmek ya da yeterli miktardan daha fazlasını elde etmek için istenilirBu nedenle eğer ticaretten (zarurî ihtiyaçtan) daha fazla malın çoğalması ve birikmesi isteniliyorsa ve 'Bu mal, hayır yerlerine ve sadakalara sarfedilsin' niyeti de işin içerisinde yoksa, böyle bir ticaret, kötü bir ticarettirZira bu ticaret, her hatanın başı ve temeli olan dünya sevgisine sarılmaktan başka bir mânâ taşımamaktadırTicarette niyet bu olmakla beraber, tüccar zâlim ve hain ise, o zaman bu mânâdaki ticaret sadece zulüm ve fasıldık olurİşte Selman-ı Fârisi 'Sakın tüccar ve harac toplayıcısı olarak ölme!' sözüyle bunu kasdetmektedirAynı zamanda, tüccardan yeterli olandan daha fazlasını kötü emellerine erişmek için talep eden bir kimseyi kasdetmektedirTicaretten başka geçim yolu olmayıp, ancak ticaretle ailesini geçindirecekse böyle bir kimsenin ticaret yapması onun için faziletli bir hareket olurTembel tembel oturup insanların kendisine yardım etmelerini beklemektense, ticaretle uğraşmalıdırHatta böyle durumlarda ticaretle uğraşarak ailesini geçindirmek bedenî ibadetlerle meşgul olmaktan daha iyidir.

Kazancın terkedilmesi, dört zümre için, terkedilmemesinden daha efdaldir:

1Bedenî ibadetlerle meşgul olan âbidler.

2Mükâşefe ve hâl ilimlerinde kalben çalışıp bâtını ile seyreden kişiler.

3İnsanlara dinî konularda yardımcı olan zâhir ilimleriyle uğraşan âlim, müftü, müfessir, muhaddis ve benzerleri.

4Sultan, kadı ve benzeri gibi toplumun işleriyle uğraşanlar.

İşte bu zümreler, toplum yararına harcanmak için bulunan servetten zarurî ihtiyaçlarını karşıladıkları zaman veya fakirler ve âlimler için fîsebîlillah vakfedilen kaynaklardan zarurî ihtiyaçlarını aldıkları zaman, üzerinde bulundukları vazifeleriyle meşgul olmaları, çalışmalarından daha üstündürBu sırra binaendir ki, Allahü teâlâ -daha önce geçtiği gibi- Rasûlü'ne 'Rabbinin hamdiyle tesbih et ve secde edenlerden ol!' diye vahiy göndermiş, 'Tüccarlardan ol' diye vahiy göndermemiştirÇünkü Hazret-i Peygamber, saydığımız bu dört vasfı nefsinde bulunduran bir zattıBir de dil ile vasfedilmesi mümkün olmayan ek vazifeleri vardıYine bu sırra binaendir ki, Hazret-i Ebû Bekir Sıddîk (radıyallahü anh) halife seçildiği zaman, ashâb-ı kirâm (radıyallahü anh) kendisine ticaretle meşgul olmayı terketmesini söyledilerZira ticaretle uğraşması, kendisini toplumun işlerinden uzaklaştırırdıBöylece kendisi zarurî ihtiyacını devlet hazinesinden karşılıyordu ve böyle yapmasının ticaret yapmaktan daha evlâ olduğuna da kanaat getirmişti. Sonra vefat ettiği zaman, devlet hazinesinden aldıklarının geri verilmesini vasiyyet ettiFakat halife seçildiği ilk dönemde maaş alıp müslümanların idaresiyle meşgul olmayı daha üstün görmekteydi.

Bu dört sınıf insan için iki hâl daha vardır:

A) Bunlar çalışmayı terkettikleri zaman, zarurî ihtiyaçları ancak halkın elinden, halkın verdiği zekât ve sadakalardan dilenciliğe muhtaç olmaksızın temin edilirBu bakımdan böyle bir durumda, çalışmayı terkedip vazifeleriyle meşgul olmaları daha evlâdırZira vazifeleriyle meşgul olmaları, müslümanlara hayırlı işlerde yardım etmektirBir de müslümanlardan, müslümanların boynunda farz bulunan bir hakkı kabul edip yüklenmektedirler.

Böyle yapmak, onlar için daha efdal ve evlâdır.

B) İkinci hâl, dilenmeye muhtaç olmaktırYani yukarıda belirtilen vazifelerine devam etmek için çalışmayı terkederlerse, nafakalarını ancak dilenmek suretiyle temin edeceklerdirİşte bu durum, üzerinde düşünülecek bir durumdurDilencilik ve onu kötülemek hususunda yukarıda rivâyet ettiğimiz şiddetli haberler zâhirde dilencilikten kaçınmanın başka bir vazifeyi görmekten daha evlâ olduğuna delalet ederlerFakat durumları tedkik etmeksizin şahısların hususî ve umumî hallerini göz önünde bulundurmaksızın 'Bu hadîsler mutlaka dilenciliği menetmekte ve zemmetmektedir' demek çok zor bir hüküm olur! Belki bu hüküm, esasında kulun ictihadına ve nefsi hakkındaki düşüncesine havale edilmiş bir hükümdürŞöyle ki; meşgul olduğu ilim ve amelden kendisine ve başkalarına dokunacak fayda ile, dilenciliğin şahsındaki zilletini ve başkalarına yükleyeceği yükü mukayese ederBu takdirde çok kimse vardır ki, halka temin ettiği fayda ve kendisinin de ilim ve âmelle meşgul olmaktaki faydası çoğalırAz bir târiz ve işaret yapmak suretiyle zarurî ihtiyacının tahsili ise, bu faydalara nisbet edildiği zaman, daha basit gelir kendisine. . Çok kimseler hakkında da bu durumun tanı aksi tecelli etmektedir.

Çok zaman durumundan elde ettiği fayda ile mahzuru karşılaştırır, ikisi eşit çıkarBu bakımdan müridin böyle bir durumda müftîler kendisine fetva verseler dahi kalbinden fetva istemesi daha uygundurZira fetvalar suretlerin tafsilâtları ve durumların incelikleri ihâta edilmeksizin verilirler, (Ama şahıs kendi iç âlemini ve ahvâlinin inceliklerini güzelce ihâta edebilir. O halde kendi fetvası, kendisi için daha uygun ve muteberdir. Eğer fetva verecek kabiliyette ise) .

Seleften bazı kimselerin üçyüzaltmış dostu vardıBütün seneyi bu dostlarının her birine bir gece misafir gitmek suretiyle geçirirdiBir kısmının da otuz dostu vardıİşte bunlar ibadetle meşgul olup (dostlarından geçiniyorlardı) Çünkü kesinlikle bilirlerdi ki; geçimlerini sağlayan dostları, böyle yapmaktan aciz olmadıkları gibi, kendilerine -iyilikleri bu sâlih kimselerce kabul olunduğundan ötürü- bunu bir minnet sayarlarBu bakımdan selef-i sâlihînden bu kimselerin dostlarının iyiliklerini kabul etmeleri, onların ibadetlerine eklenen bir hayırdıO halde, bu konularda inceden inceye ve derin bir şekilde düşünmek gerekirEğer alan, kabul ettiği mal ile dinine yardım ediyor, veren de cânu gönülden veriyorsa, alanın ecri de verenin ecri gibidirBu mânâlara muttali olan bir kimse, nefsinin hâlini bilmek imkânına sahip olabilirHâline ve vaktine nisbetle kendisi için neyin yapılmasının daha efdal ve uygun olduğunu da kalbine danışarak öğrenebilirİşte bu, kazancın faziletidirBu bakımdan kazanca vesile olan akid, dört hususu kapsayıcı olmalıdır:

1Sıhhat

2Adâlet

3İhsan

4Dinî (emirlere) gösterilen titizlik

O halde biz, bu dört hususun herbiri hakkında bir bölüm ayıracak ve ikinci bölüme sıhhat sebeplerini zikrederek başlayacağız.

1) Tirmizi ve Hâkim, (Ebû Said'den)

2) Ebû Şeyh, Ebû Nuaym ve Beyhakî, (Ebû Büreyde'den)

3) Taberânî, (Ka'b b. Acre'den zayıf bir senedle)

4) Irakî, hadisi bu şekilde görmediğini kaydeder.

5) İbn Adiyy, (İbn Ömer'den zayıf bir senelie)

6) İmâm-ı Ahmed(Rafî'den)

7) İmâm-ı Ahmed(Ebû Hüreyre'den)

8) İbrahim el-Harbî, (Ebû Nuaym b. Abdurrahman'dan

9) İbn Eb'id-Dünya ve Hâkim, (İbn Mes'ûd'dan)

10) Irakî, hadîsi merfû olarak görmediğini kaydeder.

11) Müslim ve Buhârî, (Ebû Hüreyre'den)

12) Tirmizî, (Ebi Kebşe'den)

13) Bu zat, mevsuk ve mutemed bir zâttırH114 senesinde kadı olmak istemediği için kaçmış ve Şam'da vefat etmiştir.

14) İmâm-ı Ahmed

15) Tirmîzî ve İbn Mâce

16) Ebû Nuaym, Hilye; 'Nefsin nafakası teinin edildiği zaman itminana kavuşur ve ibadet için boşalırVeseveseler de böyle bir nefisten uzaklaşırlar'.

17) İbn Merduveyh, (İbn Mes'ûd'dan)

13-2

Ticarî İlişkilerin Sıhhatini Bilmek

Kesb/Alışveriş, Ribâ (Fâiz) , Selem, İcare, Kırad ve Şirket (Ortaklık) ve Çalışıp Kazanmanın Hareket Noktasını Teşkil Eden Bu Tasarrufların Sıhhatli Olması İçin Şer'an Gereken Şartlar

Her çalışan müslümana bu konunun ilmini elde edip bilmek farzdırZira ilmin elde edilmesi, her müslüman için farzdır ve müslümanların boynunda farz olan ilim de, muhtaç olduklarının ilmidirÇalışan bir müslüman ise, çalışma ilmine muhtaçtırNe zaman ki, bu konunun ilmini elde ederse, muâmeledeki bozucu unsurlara vâkıf olur ve böylece onlardan sakınırBu konunun dışında kalan müşkül ve girift fer'î meseleler ise, o meselelerin neden girift olduklarına vâkıf olup onları bilen kimselerden sorup hakîkatlerini öğreninceye kadar onlar hakkında menfî veya müsbet bir hüküm vermekten kaçınmalıdır; zira kişi, fesadın sebeplerini icmalî de olsa bilmediği zaman, ne zaman duraklamasını ve ne zaman meseleyi soracağını bilemezEğer kişi 'Ben çalışma ile ilgili ilmi daha önceden öğrenmeyi bir ihtiyaç saymamAncak çalışıp sabrederimNe zaman bir hâdise vâki olursa, o zaman gidip öğrenirim ve bilmediğim için de ehlinden fetva isterim' derse, ona şöyle cevap verilir: Akidleri nelerin bozduğunu özet olarak bilmediğin zaman, hâdisenin meydana geldiğini ne ile bileceksin? Zira özet olarak akidleri nelerin bozduğunu bilmeyen bir kimse fasid olduğu halde- alışverişine ve tasarruflarına devam edip giderOnların sahih ve mübah olduklarını zannederBu bakımdan mübah olanı, mahzurlu olandan ayırmak, girift yerleri açık yerden tefrik etmek için az da olsa ticaret ilmini bilmek gerekirBu sırra binaen Hazret-i Ömer çarşıda gezer, bazı tüccarları kamçısıyla dövüp şöyle derdi:

Bizim çarşımızda ancak bilenler alışveriş yapabilirAksi takdirde bilmeyen Allah'ın haram kıldığı ribâyı ister istemez yer!

Akidlerle ilgili ilim çokturAncak yukarıda beyan ettiğimiz bu altı akidden çalışan bir kimse hiçbir zaman ayrılamazBu altı akid de şunlardır:

1Bey' (Alışveriş)

2Riba

3Selem

4İcare

5Şirket

6Kırâd

3- Ticarette Haksızlıktan Kaçınıp Adaletli Davranmak

İki kişi arasındaki ticarî ilişki öyle bir şekilde cereyan eder ki, müftü bu muamelenin sıhhatine hükmederFakat aslında bu muamele haksızlığı gerektirecek denli haddi aşar ve muamelenin sahibi Allah'ın gazabına müstehak olur; çünkü yasak olan herşey, anlaşmanın bozulmasını gerektirmezBu da zararın umumi olması ve sadece anlaşmanın kendisiyle yapıldığı kişiye mahsus olması bakımından iki kısma ayrılır:

Zararı Umumi Olan

Bu da birkaç çeşittir ve birincisi ihtikâr/karaborsacılıktırYiyecek maddelerini satan bir kimse o maddeleri fiyatların yükselmesine kadar depo edip bekletiyorsa, bu bekletme umumî bir zulümdürBunu yapan insan, şer'an kötü bir insandırNitekim Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

Bir kimse kırk gün yiyecek maddelerini depo edip (pahalansın diye) bekletirse, sonra o maddelerin hepsini Allah yolunda sadaka verse bile onun bu sadakası ihtikârcılığının kefareti olamaz24

İbn ÖmerHazret-i Peygamber'den (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle rivâyet eder:

Her kim kırk gün yiyecek maddelerini (ihtiyaç olduğu halde) istif edip satmıyor ve pahalılığı bekliyorsa, hem onun Allah'tan ilgisi, hem de Allah'ın ondan ilgisi kesilir!25

Böyle yapan bir kimsenin bütün insanları öldürmüş gibi olacağı söylenmiştir.

Hazret-i Ali'den şöyle rivâyet edilir: 'Kırk gün yiyecek maddelerini (pahalı satmak için) istif eden bir kimsenin kalbi katılaşır'.

Yine Hazret-i Ali ihtikârca bir kimsenin istif ettiği yiyecek maddelerini ateşe atıp yakmıştırİhtikârı terketmenin fazileti hakkında Hazret-i Peygamber'den şu hadîs rivâyet edilmektedir:

Kim günün rayiciyle satmak üzere bir yiyecek maddesi getirirse, sanki o yiyecek maddesinin tamamını sadaka vermiş gibi olur26

Başka bir lâfızda 'Sanki bir köleyi âzad etmiş gibi olur' şeklinde gelmiştir.

'Kim mescid-i haram'dahaktan saparak zulüm yaparsa ona acıklı bir azab tattırırız' (Hac/25) ayetinin tefsirinde İhtikâr zulümdendir ve bu ilâhî tehdide dâhil olmaktadır' denilmiştir.

Rivâyet edilir ki; Vasıt şehrinde bulunan seleften bir zât orada bir gemi dolusu buğdayı Basra'ya doğru yola çıkarır ve Basra'daki vekiline şöyle yazar: 'Bu buğdayı Basra'yageldiği zaman günün rayiciyle satSakın onu yarma tehir etme'Buğdayın Basra'yagelişi maddelerin ucuz olduğu bir güne rastlarTüccarlar buğdayı satana derler ki: 'Bir hafta tehir ettiğin takdirde bugünkü kârın birkaç mislini kâr edersin'Adam buğdayı bir hafta tehir eder ve geldiği günün kârının birkaç mislini kâr ederMal sahibine bu durumu daha sonra bildirirMal sahibi de kendisine şöyle yazar:

Biz dinimizin selâmetiyle beraber az kâra kanaat getirmiştikSen ise sözümüze muhalefet etmiş bulunuyorsunBiz dinimizden herhangi bir şeyin elden gitmesi pahasına birkaç misli kâr etmeyi dahî sevmeyizSen bizim nâmımıza bir suç işlemiş bulunuyorsunBu bakımdan benim bu mektubum eline varır varmaz, bütün malı al! Basra fakirlerine sadaka verKeşke o malın bütününü sadaka vermek suretiyle başbaşa ne lehte ve ne aleyhte olmak suretiyle ihtikârcılığın günahından yakayı kurtarmış olsaydım.

İhtikârcılık hususundaki yasak, mutlak ve kayıtsızdırVaktin ve satılan yiyecek maddelerinin cinsi hakkında düşünmek gerektir.

Cins

Gıdaların bütün cinslerinde ihtikâr yasaktırGıda olmayan ve gıda olan maddelere yardımcı da bulunmayan ilâçlar, bitkiler, zaferan ve benzerleri gibi nesnelere gelince, bunlar ihtikârcılık hakkında vârid olan yasak hükmüne dâhil olamazlarHer ne kadar bunlar yenecek (ve yutulacak) maddeler ise de. . . Et ve meyveler gibi gıdaya yardımcı olan, daimî değil de arada sırada gıdanın yerini tutan maddelere gelince, onlarda bu yasak hükmünün uygulanıp uygulanmayacağı biraz düşünülmesi gereken bir durumdurAlimlerden bazıları bu yasak hükmünün yağ, bal, susam, peynir, zeytinyağı ve bunların yerini tutan maddelerde de vârid olduğunu söylemişlerdir.

Vakit

Yiyeceklerin cinsi gibi bu yasak hükmünün bütün vakitlerde geçerli olması muhtemeldirBasra'ya gönderilen ve yüksek fiyatla satılmak istenen buğday hikâyesi buna delildirİhtimal ki bu yasak, yiyecek maddelerinin az olduğu ve halkın onlara karşı ihtiyacı bulunduğu bir vakte tahsis edilsinÇünkü bu takdirde yiyecek maddesinin satışını geciktirmekte zarar sözkonusudurYiyecek maddelerinin çok bulunduğu ve halkın onlara pek fazla bir ihtiyacı bulunmadığı ancak onları az bir fiyatla almaya talip oldukları bir zamanda ise, bu maddelerin sahibi -onları istif etmekle gayesi herhangi bir kıtlığa sebep olmak değilse- istif edebilirBöyle bir istifçilikte hiçbir kimseye zarar vermek sözkonusu değildir.

Zaman kıtlık zamanı ise, balın, yağın, susamın ve benzerlerinin depo edilmesinde başkalarına zarar vermesi sözkonusu ise, bu takdirde bu malın depolanmasının haram olup olmadığı, halka zarar verip vermediğine bağlıdırÇünkü sadece yiyecek maddelerinin ihtikârcılığını haram etmekten bu anlaşılmaktadır.

Eğer yiyecek maddelerinin istifçiliği başka bir kişiye zarar vermezse dahi, mekruh olmaktan asla kurtulamazZira bu ihtikâr işini yapan şahid, zararın başlangıcını beklemek, zararın kendisini beklemek gibi mahzurludurAncak zararın kendisini beklemek, daha fazla mahzurludurZararın kendisini beklemek bilfiil başkasına zarar vermekten daha az mahzurlu olduğu gibi. . . Bu bakımdan zarar vermenin dereceleri miktarınca kerahiyet ve haramlık dereceleri de değişir.

Kısaca, yiyecek maddelerinde ticaret yapmak müstehab değildir; zira böyle bir ticaret, kârı beklemek demektirYiyecek maddeleri ise beşerin hayatını devam ettirmek için asıl faktörler olarak yaratılmıştırKâr ise, fazlalıkların cümlesindendirBu bakımdan kârı temeli teşkil eden maddelerden değil, fazlalıklar cümlesinden olan maddelerden elde etmeye bakmalıdırÖyle maddeler ki bünyenin onlara zarurî olarak ihtiyacı sözkonusu değildir.

Bu sırra binaen tâbiîn-i kirâmdan bir zat bir kişiye şöyle vasiyette bulunmuştur: 'Sakın çocuğunu iki çeşit alışveriş ve iki çeşit sanata çırak olarak verme! a) Yiyecek maddelerini satmak, b) Kefenleri satmak; zira bu nesneleri satan kimse, daima kıtlığı ve insanların ölmesini temenni ederO iki sanat ise, a) Mezbahacı olmaktırÇünkü bu sanat, kalbi katılaştırırb) Kuyumcu olmaktırÇünkü kuyumcu olan bir kimse, dünyayı altın ve gümüşle süslendirir'.

İkincisi, parayı karşıdaki adama verirken geçerli olmayan kalp paraları sokuşturmaktırBu da zulümdürZira muamele yapan kişi, eğer bilmezse, böyle yapmakla zarar görür. . . Eğer biliyorsa o da başkasına bunu sokuşturmaya kalkışacaktırÜçüncüsü ve dördüncüsü de böyle yapacaktır ve bu kalp para ellerde dolaşacak, zarar umumîleşecek ve fesad gittikçe genişleyecektirHepsinin günâhı ve vebâli ise, ilk defa bu işi yapana ait olacaktırZira bu kapıyı ilk kez açan odur.

Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

Kim kötü bir âdet icad edip kendisinden sonra gelenler o âdetle amel ederse, o âdetten neş'et eden günah, ilk icad edenin boynunda olduğu gibi, o kötü âdetle ondan sonra amel edenlerin günahları kadar da günahlarından birşey eksik olmaksızın onun defterine işlenir27

Âlimlerden biri şöyle buyurmuştur: 'Kalp olan bir dirhemi infak etmek, yüz dirhemi çalmaktan daha beterdir; zira çalmak, bir günahtır ve sona ermiştirKalp parayı piyasaya sürmek ise, dinde gösterilen bir bid'attır ve kötü bir yoldurKalpazandan sonra gelenler de o parayla alışveriş yapacaklardırBu bakımdan kalpazan öldükten sonra yüz seneye kadar o para ile muamele edenlerin günahı kadar onun defterine günah yazılacaktır veya iki yüz seneye kadar veya o para yok oluncaya kadar onun defterine devamlı günah işlenecektirGünahı da kendisiyle beraber ölen kimseye ne saadet! Uzun azap o kimseye olsun ki, kendisi ölür, günahları yüz sene, iki yüz sene veya daha fazla devam ederO da kabrinde habire günahlardan ötürü azap çeker ve o günahlar sona erinceye kadar onların hesabını verirAllahü teâlâ şöyle buyurmaktadır:

Gerçekten biz ölüleri diriltiriz. (Ölümlerinden önce iyi ve kötü) ileri gönderdikleri amelleri ve (öldükten sonra) geri bıraktıkları iyi ve kötü eserleri yazarızBiz herşeyi Levh-i Mahfuz'da yazıp saymışızdır. (Yâsin/12)

Yani insanların ölmeden önce âhirete gönderdikleri amellerini yazdığımız gibi, geride bıraktıkları iyi veya kötü amellerini de yazıyoruz!

(O zaman) insanın yapıp öne sürdüğü (yapmayıp) geri bıraktığı herşey kendisine haber verilir. (Kıyâmet/13)

Bu gibi ayetlerin tefsirinde şöyle denilmiştir: İnsanoğlunun bıraktığı kötü bir âdet ki, başkaları onunla amel etmiştirİşte geriye bıraktığı budur.

Bilinmiş olsun ki, kalp paralarda riayet edilmesi gereken beş mesele vardır:

1Kişinin sermaye (kapital) olarak verdiği paradan kalp olduğu için, birşey geriye iade edilirse, onu ellerin yetişmeyeceği bir kuyuya atması uygundurBaşka bir alışverişte onu piyasaya sürmekten sakınmalıdırEğer o kalp parayı, bir daha kendisiyle muamele edilmeyecek derecede bozarsa caizdir.

2Ticaret yapan bir kimseye parayı anlamak ve öğrenmek farzdırBu öğrenmekten gayem kendisini kalp paradan korumak değildirBilakis gayem, bilmeyen bir müslümana kalp bir parayı teslim etmemektirZira bilmeyen bir müslümana kalp bir parayı teslim ettiği takdirde, eğer bilmiyorsa, vazifesi olanı öğrenmekte kusur ettiği için günahkâr olurBu bakımdan her amelle ilgili bir ilim vardırO amel, ancak o ilmi öğrenmek suretiyle tamam olduğu gibi, o ilmi bilen bir kimse müslümanlar için o sahada nasihati tam yapmış sayılırBu bakımdan bu ilmi öğrenmek bu sahada çalışana farzdırİşte böyle bir hikmet için selef-i Sâlihîn nakdin alâmetlerini öğrenirlerdiDünyalarını kurtarmak için değil, dinlerini kurtarmak için bunu yaparlardı.

3Eğer parayı teslim ederse ve muamele yapan adam da onun teslim ettiği paranın kalp olduğunu biliyorsa yine de parayı teslim eden mesuliyetten kurtulmazÇünkü muameleci o parayı başka bir müslümana haber vermeden sokuşturmak için alırEğer muamelecinin böyle bir niyeti olmasaydı, asla o parayı almaya rağbet göstermezdiKalp parayı muameleciye teslim eden bir kimse, ancak o muameleciye kalp parayı tanıdığı halde kabul ettiğinden dolayı gelen zararın günahından kurtulur.

4Kalp parayı, Hazret-i Peygamberin şu hadîsinin hükmüne dâhil olmak için müşteriye kolaylık gösterip almaktır:

Allahü teâlâ, satışı, alışı, verişi ve alacağını tahsil edişi kolay olan bir kişiye rahmet etsin!28

Bu bakımdan alıcıdan herhangi bir kuyuya atmak için kalp parayı kabul eden bu duanın bereketine dahildirEğer o kalp parayı başka bir muamelede kullanmak niyetinde ise, onun böyle yapması esasında hayr suretinde kendisine şeytandan gelen bir serdirBu bakımdan borcunu alırken kolaylık gösteren kimseler zümresine dahil olamaz.

5Kalp paradan gayemiz, içinde hiç gümüş olmayan para demektir; ancak gümüş suyu ile yaldızlanmıştır veya o paradır ki, onun içinde altın yokturYani dinarlarda altın olmayınca, kalp para olurİçinde gümüş bulunan paraya gelince, eğer bakır ile karışık ise ve aynı zamanda memleketin revaçtaki parası ise, âlimler böyle bir para ile muamele olup olmayacağı hususunda ihtilâf etmişlerdirBizim görüşümüze göre; eğer bu para memleketin rayiçte olan parası ise ister içindeki gümüşün miktarı bilinsin, ister bilinmesin, bu para ile muamelenin ruhsatlı olduğudurEğer o para, geçerli para değilse bununla alışveriş yapmak caiz değildirMeğer ki, içindeki gümüşün miktarı bilinmiş olsunEğer tüccarın malında bir parça varsa, o parçanın içindeki gümüş memleketin rayiçte bulunan parasının gümüşünden daha azsa, bu tüccara gereken vazife, o durumu kendisiyle muamele yaptığı adama bildirmektir ve bu parayı kalp para ile muamelelerin helâl olmadığını savunan bir kimseye teslim edebilirKalp para ile muamelenin helâl olduğunu savunan kimseye o kalp parayı teslim etmek caiz değildirBu kalp para ile muamele yapmanın helâl olduğunu savunan bir kimseye bu parayı teslim etmek demek, o kimseyi günah işlemeye itmek demektirBu tıpkı üzümden şarap yaptığını bildiği bir kimseye üzümü satmak gibi olur29 Böyle bir satış ise, şerre yardım ve ortaklık olduğu için mahzurludurBu gibi bir misâl ile ticarette hak yolunu tâkip etmek, ibadetin nâfile kısımlarına devam etmek ve kendini nafile ibadetlere adamaktan daha zor ve daha faydalıdırBunun için seleften bazıları şöyle buyurmuştur: 'Doğru bir tüccar, Allah nezdinde âbid bir kimseden daha üstündür'.

Selef böyle muamelelerde ihtiyatlı davranırdıHatta Allah yolunda gazâ edenlerin biri şöyle anlatır: 'Ben atımı bir kâfir öldürmek için sürdümAtım ona yetişmedi, geri döndüm. Sonra o kâfir bana yaklaştıİkinci bir defa ona hücum ettimYine atım ona yetişmedi. Sonra üçüncü defa hücum ettimAtım bu sefer serkeşlik yapıp dizginlere râm olmadıOysa ben böyle kötü bir huyunu görmemiştimBöylece üzülerek döndümBaşım eğik, kalbim kırık vaziyette oturdumÇünkü o düşmanı elimden kaçırmıştımBir de atımın kötü huyundan nefret etmiştimBaşımı çadırın direği üzerine koydumAtım da yanımda duruyorduRüyamda gördüm ki, at bana sanki şöyle diyordu: 'Sırtımda üç defa o iriyarı kâfiri tutmak için teşebbüse geçtinOysa dün akşam bana yem aldın ve o yeme kalp bir dirhem verdinBöyle şey olur mu?' Bu zat diyor ki, 'Uykudan korkuyla uyandımYem satanın, yanına gittimOna akşamleyin verdiğim kalp parayı değiştirdim'.

İşte zararın umumî misâli budurBu bakımdan bu misâlin benzerleri de buna kıyas edilsin.

24) Deylemî, Müsned'il-Firdevs, (Hazret-i Ali'den) ; Hâtib, Tarih, (Enes'ten) İkisinin senedi de zayıftır.

25) İmâm-ı Ahmed ve Hâkim, (kuvvetli bir senedle)

26) İbn Merduveyh, (İbn Mes'ûd'dan zayıf bir senedle)

27) Müslim, (Cerir b. Abdullah'tan)

28) Buharî, (Câbir'den)

29) Hanefî fıkhında'şıradan şarap yaptığını bilen bir kimseye şıra (ve üzüm) satabilir' hükmü vardırFakat şerhler 'şarap yapan' ibaresini şarap yapabilen hristiyan, yahûdî ve benzeri kimselerle yorumlamışlardırBu hususa dikkat edilmelidirKudurî'nin Cevher adlı şerhinin Mahzurât veya Meşrubat bahsine bakılabilir.

13-3

Zararı Sadece Ticaret Yapana Mahsus Olan

Mumele yapan ne ile zarara uğrarsa, o zulümdürAdalet odur ki, kişi müslüman kardeşine zarar vermesinBuradaki umumî kaide şudur: Müslüman kişi nefsi için neyi severse ve isterse, kardeşi için de aynı şeyi sevip istemelidirHer muamele ki, eğer bu muameleyi yapana başkası tarafından o muamele yapılmış olsaydı, ona ağır gelecekti, o muameleyi onun da başkasına yapmaması gerekirMüslüman kişinin nezdinde kendi parasını korumasıyla başkasının parasını korumak eşit olmalıdırSeleften bazısı şöyle demiştir: 'müslüman kardeşine, herhangi birşeyi bir dirhem ile satarsa -oysa eğer o şeyi satın almış olsaydı onu ancak beş danike (dirhemin altıda biridir) alabilirdi- bu kimse, muamelede müslüman kardeşine yapılması gereken nasihati terketmiş olurKendi nefsi için sevdiği şeyi müslüman kardeşi için sevmemiş demektirİşte kısacası budurTafsilâtı ise dört emirde toplanır:

1Satacağı malı, olan vasıfları dışında övmemek.

2Onun ayıplarını ve gizli özelliklerinden birini gizlememek.

3Tartısında ve miktarında hiçbir şeyi inkâr etmemek.

4Rayicinden öyle bir şeyi inkâr etmemeli ki eğer muamele yapan onu bilirse muameleden çekinir.

Birincisine gelince, malı medhetmeyi terketmektirZira malda bulunmayan sıfatlarla malı övmek yalanın ta kendisidirEğer onun bu övmesinden dolayı müşteri o malı kabul ederse, müşteriyi aldatmış ve müşteriye zulmetmiş olmakla beraber yalan da söylemiş olurOlmayan vasıfları söylemesine rağmen müşteri kabul etmezse, böyle söylemesi yalan ve mürüvvetsizlik olurZira malın rayicine tesir eden yalan, zâhirde insanın mürüvvetine zarar vermez. (Tesir etmeyen yalan ise yalancılıkla beraber zâhirde mürüvvetsizliği de doğurur) Eğer malın esasında bulunan vasıflarla onu överse, bu da en azından hezeyan olur ve gereksiz bir konuşma ile konuşmuş sayılırÇünkü kişi her söylediği kelimeden ötürü sorumludurBu kelime ile neden konuştun diye sorguya çekilirNitekim Allahü teâlâ şöyle buyurmaktadır:

(İnsan) , hiçbir söz söylemez ki yanında (onu) gözetleyen, dediklerini zapteden (bir melek) hazır bulunmasın. (Kaf/18)

Ancak sattığı malda müşterinin bilmediği ve eğer kendisi de söylemezse müşteri tarafından sezilmeyen vasıflar varsa, onları söymekte bir zarar yokturNitekim sattığı kölenin, cariyenin ve hayvanların gizli ahlâklarını söyleyebileceği gibi. . . Bu bakımdan mevcut olan miktarı belirtmekte bir beis yokturAncak mübalâğaya ve aşırıya kaçmamak şartıyla. . . Sattığı malı vasfederken müslüman kardeşini o maldaki özelliklere muttali kılmak ve onu o malı almaya teşvik, dolayısıyla onunla ihtiyacını gidermek gayesini taşımalıdırHiçbir zaman sattığı mal için yemin etmesi, uygun bir hareket değildirZira yemin eden kişi, eğer yalancı ise, büyük günahkârlardan olup memleketlerin altını üstüne getiren 'yemîn-i gamus' etmiş sayılırEğer doğru ise, o zaman Allahü teâlâ'yı kastetmek gerekmezBir haberde şöyle vârid olmuştur:

Evet vallahi, hayır vallahi'den ötürü tüccara cehhennem vardırYarın veya öbür günden ötürü de sanatkâra cehennem vardır30

Yalan yere yemin, ticaret malını sattırır, bereketi de yok eder31

Ebû Hüreyre (radıyallahü anh) Hazret-i Peygamber'in şöyle buyurduğunu rivâyet eder:

Üç zümre vardırKıyâmet gününde Allah onların yüzüne bakmaz: a) Kibirli fakir, b) Sadakasını başa kakan, c) Ticaret malın yeminiyle satan32

Madem doğrulukla beraber satılması istenen malın övülmesi mekruhtur -ki böyle bir övgü fuzulî birşeydir ve rızkın zerresini dahi artırmaz- o halde böyle bir yerde yemin etmenin daha şiddetli ve felâketli olması aşikârdır.

Yunus bUbeyd -ki kendisi ipekli kumaş satan biriydi- şöyle anlatır: "Satın almak için benden ipekli kumaş istendiHizmetkârım bir yumak ipekli çıkarıp açtı ve o ipekliye bakarken şöyle dedi: 'Ey Allahım! Bize cenneti nasip et!' Bunun üzerine ona 'O ipekliyi yerine koy' dedim ve o malı satmadım".

Hizmetçinin bu duasını belki de malının bir nevi övülmesi gibi telâkki ettiğinden ötürü onu satmaktan vazgeçtiİşte bunlar gibi kimseler, dünyada ticaret etmiş, ticaretleri uğrunda dinlerini zâyi etmemiş kimselerdirBunlar âhiretin kârını istemenin dünyanın kârını istemekten daha kârlı ve daha verimli olduğunu bilen kimselerdir.

İkincisi; satmak istediği malın bütün eksikliğini, gizlisini ve açığını ortaya dökmek, ondan hiçbirşeyi gizlememektirBöyle yapması farzdırEğer bunu gizlerse zâlim ve hileci olurHile ise haramdırEğer bunu yaparsa muamelede karşısındaki müslümana nasihat etmeyi terketmiş demektirOysa muamelede nasihat etmek farzdırNe zaman elbisenin iyi tarafını gösterir, diğer tarafını gizlerse hileci olurYine elbiseyi karanlık yerlerde müşteriye gösterirse hilecidirEğer mestlerin veya pabuçların ve benzerlerinin en güzellerini gösterirse, yine hilecidirHazret-i Peygamber'den rivâyet edilen şu hadîs hilekârlığın haram olduğuna delâlet etmektedir:

Hazret-i Peygamber yiyecek maddesi satan birinin yanından geçtiSattığı nesneler Hazret-i Peygamber'in hoşuna gittiBunun üzerine Hazret-i Peygamber elini gördüğü yiyeceğin içine daldırdıİçinde ıslaklık görerek şöyle buyurdu: 'Bu rutubet nereden geliyor?' Adam 'Yağmur yedi ya Rasûlüllah!' dediHazret-i Peygamber şöyle buyurdu: 'O halde neden yağmur yiyen kısmı, yiyeceğin üstüne bırakmadın ki, halk onu görmüş olsun? Bize hile yapan bizden değildir'33

Satılan malın eksikliklerini açıklamak suretiyle alıcıya nasihat yapmanın farz olduğuna Hazret-i Peygamber'den rivâyet edilen şu kıssa delâlet etmektedir: Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) , Cerir34 ile İslâm bîatını yaparken Cerir dönüp gitmek istediHazret-i Peygamber onun elbisesini arkadan çekiverdiCerir döndüHazret-i Peygamber Cerir'e, her müslüman için nasihat yapmayı şart koştuBundan sonra Cerir, herhangi bir eşyayı satmak istediği zaman, müşteriye o eşyanın eksikliklerini gösterir, sonra onu, alıp almamakta muhayyer bırakıp şöyle derdi: İstersen al, istersen terket!' Bunu görenler Cerir'e dediler ki: 'Böyle yaparsan alışveriş yapamazsın'.

Cerir 'Biz Hazret-i Peygamber'e (sallâllahü aleyhi ve sellem) , her müslüman için nasihat etmek hususunda bîat ettik ve söz verdik' dedi.

Vasile bEska pazarda duruyorduBir adam devesini üçyüz dirheme sattıDeve satılırken Vasile gaflete dalmıştı: Müşteri deveyi alıp giderken Vasile farkına vardıMüşterinin arkasından koşarak şöyle dedi: 'Sen şu deveyi etlik için mi, yoksa çalıştırmak için mi aldın?' Adam 'Çalıştırmak için aldım' dediVasile 'Onun ayağında yara vardırGördün mü? O devamlı bu şekilde yürüyemez'Bu söz üzerine kişi geri gelip deveyi sahibine iade ettiDeve sahibi eski fiyatından yüz dirhem eksiğine yemden deveyi o adama sattı. Sonra Vasile'ye35 dedi ki: 'Allah senden razı olsunSen benim alışverişimi ifsad ettin'Vasile 'Biz Hazret-i Peygamber'e her müslümana nasihat etmeyi ve doğruyu söylemeyi taahhüd edip söz verdik' diye cevap verdi. . Vasile diyor ki: Hazret-i Peygamber'in, şöyle dediğini işittim:

Kişiye ancak sattığı malın afetlerini belirtmek suretiyle bir alışveriş yapmak helâldir ve yine ancak satılan malın eksikliklerini bilip müşteriye belirten bir kimse için helâl olur36

Ashâb-ı kirâm nasihat'tan 'kendi nefsi için razı olduğu birşeyi müslüman kardeşi için razı olur' mânâsını anlamışlardır ve böyle yapmayı fazilet ve makamların artırılmasından saymamışlardırBelki Hazret-i Peygamber'le yapmış oldukları biatlerinin cümlesine giren İslâm şartlarından sayıp inanmışlardırBu durum birçok kimseye zor gelir ve bu sırra binaen de ashâb-ı kirâm halktan uzak durup kendilerini ibadete vermek suretiyle halkın kalbini kırmaktan ve nefretlerini kazanmaktan sakınmışlardırZira halkla haşır-neşir olmakla beraber Allah'ın haklarını yerine getirmek ancak sıddikların becerebileceği bir mücâhededirBu, kul için ancak iki şeye inandığı takdirde mümkün olabilir:

1Bilmelidir ki, sattığı malın eksikliklerini söylememek ve o malı yalanla tervic etmek, rızkına zerre kadar bir fazlalık getirmezAksine rızkını mahvedip bereketini silerÇeşitli hilelerden elde ettiği bir serveti Allahü teâlâ bir defada mahvederÇünkü hikâye ediliyor ki, bir adamın sağman bir ineği vardıO ineği sagar, sütüne su karıştırır ve satardıBilâhare bir sel gelerek ineği boğduAdamın evlatlarından birisi: 'Hani o yavaş yavaş süte karıştırdığımız sular var ya! İşte onlar birikerek bir defada bendini aşarak ineğimizi boğdu!' dediNasıl böyle olmasın? Nitekim Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

Alıcı ile satıcı doğru söyledikleri ve birbirlerine nasihat ettikleri zaman, alışverişlerine Allahü teâlâ bereketini ihsan ederNe zaman hakikati inkâr edip yalan söylerlerse, alışverişlerinin bereketi ortadan kalkar37

İki ortak birbirlerine hıyânet etmedikçe Allah'ın kudret eli onların üzerindedirHıyânet ettikleri zaman Allahü teâlâ kudret elini onlardan kaldırır38

Sadaka malı eksiltmediği gibi, hıyânet etmek suretiyle elde edilen servet de malı artırmaz. . . Kim artış ve eksilmeyi ancak teraziden bilirse, o Hazret-i Peygamberin yukarıda bahsi geçen hadîsine inanmamıştırKim bir tek dirhemin, bazen Allah tarafından bereketli olup insanoğlunun dünya ve âhiret saadetine sebep teşkil ettiğini ve bazen biriktirilen binlerden de Allah tarafından bereketin kaldırılıp sahibinin helakine sebep olduğunu -öyle bir şekilde helakine sebep olur ki sahibi ondan iflâs etmesini temenni eder ve bazı hâllerde iflâs etmenin kendisi için daha iyi olduğunu görürbilirse, o kimse 'Hıyânet etmek, malı artırmazSadaka da malı eksiltmez' sözünün mânâsını bilmiş olur.

2İkinci mânâ, nasihatin tamam olup kişiye yapılması kolay gelmesi için inanması gereken husus şudur: Kişi âhiretin kârının ve zenginliğinin, dünyanın kârından daha hayırlı olduğunu ve dünya malının faydasının ömrün sona ermesiyle bittiğini bilmelidirO mallardan gelen zulüm ve günahlar ise, daimîdirBu bakımdan akıllı bir kimse az olan bir nesne için en hayırlıyı feda etmeyi ruhsatlı görmezHayrın tamamı dinin selâmetindedirNitekim Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur:

Lâ ilâhe illâllah sözü halktan -dünya alışverişlerini âhiret alışverişlerine tercih etmedikleri müddetçe- Allah'ın öfkesini defedip uzaklaştırır39

Halk, dinlerinin selâmeti için dünyalarından eksik olana perva etmedikçe, 'La ilâhe illâllah' onlardan Allah'ın gazabını uzaklaştırırNe zaman ki, dünyalarından, dinlerinin selâmeti için fedakârlık yapmazlarsa; 'Lâ ilâhe illâllah' deseler bile Allahü teâlâ onlara şöyle der: 'Yalan söyledinizSiz 'Lâ ilâhe illâllah' derken doğru değildiniz!'

Kim ihlâs ile lâ ilâhe illâllah derse cennete girer40

Hazret-i Peygambere soruldu: "Buradaki 'ihlâs' ne demektir?" Hazret-i Peygamber 'Lâ ilâhe illâllah'ı Allah'ın haram kıldıklarından korumak demektir' diye buyurdu.

Kur'ân'ın haram saydıklarını helâl sayan bir kimse Kur'ân'a îman etmemiştir41

Bu işlerin imanına menfi tesir yaptığını bilen ve îmanın sermayesinin âhiret ticaretinde olduğuna inanan bir kimse sonsuz hayatına hazırlanmış sermayesini elbette zâyî etmezElbette sayılı günlerde kendisine fayda veren bir kâr için, ebediyette kendisine lâzım olan bir sermayeyi heder etmeye yanaşmaz.

Tâbiînden bir zat şöyle demiştir: 'Eğer ben mescide girsem, mescidi tıka basa namaz kılanlanla dolu bulsam ve bana 'Bunların en hayırlısı hangisidir?' diye sorulsa, muhakkak derim ki, İçlerinde kendilerine en fazla nasihat eden kim ise, o onların en hayırlısıdır'Bana 'En fazla nasihat edeni şudur' denildiği zaman, 'İşte bu, onların en hayırlısıdır' derimEğer bana 'Bunların en şerlisi kimdir?' diye sorulsa 'İçinde kendilerine en fazla hile yapanıdır' derimBana 'İçinde işte en fazla hile yapanı budur' denildiği zaman da, hiç çekinmeden 'Bu, onların en şerlisidir' derim.

Alışverişin ve sanatların hangi dalında olursa olsun hileli hareket haramdırBu bakımdan sanatkâr, eğer başkası kendisine yaparsa razı olmayacağı bir şekilde sanatında gevşeklik göstermemelidirBilâkis sanatını en güzel şekilde, en kuvvetli şekilde icra etmelidirEğer malında kusur varsa, müşteriye onu belirtmelidirAncak böyle yapmak suretiyle kendini mesuliyetten kurtarabilirBir kunduracı (Ebû Hasan Ali b. Sâlim el-Basrî -Kut'ul-Kulûb müellifinin mürşidi-) İbn Salim'e sordu:

-Efendi! Ben pabuçların satışında dinimi nasıl kurtarabilirim?

-Yaptığın pabuçların iki yüzünü bir yapacaksınSağı, diğerinden fazla kuvvetli ve sağlam yapmayacaksınYüzlerin arasına koyduğun madde temiz ve güzelinden olsun ve tam birşey olsunDikişlerin arasını yaklaştırPabuçların birisini diğerinin üzerine koyma!

Ahmed bHanbel'e elbise satışı hakkında sorulan soru da o kabildendirYaması ve kusurlu oluşu belli olmayan bir elbisenin yamalaması ve tamiri hakkında İmâm Hanbel'e sual sorulduŞöyle buyurdu: 'O elbiseyi satan bir kimseye yamasını ve tamirini gizlemek (ve müşteriye söylememek) caiz değildirTamirci bir kimse, ancak, elbiseyi tamir ettiren adamın satış anında müşteriye elbisenin kusurlarını söyleyeceğini bildiği zaman veya elbisesini satmak için değil de giymek için tamir ettiğini anladığı zaman tamir etmesi helâl olurAksi takdirde helâl olmaz'

Eğer şöyle dersen: İnsanoğluna satılan malın ayıplarını ve kusurlarını söylemek farz olduğu müddetçe muamele tamam olamazYani müşteri, kusura muttali olduktan sonra bırakıp gider'; cevap olarak şöyle derim: Söylediğin şey doğru değildirZira tüccarın birinci şartı satış için ancak kendi nefsine -eğer alıcı ise-razı olacağı güzel ve temiz bir malı almaktır. Sonra tüccar, alışverişinde az bir kâr ile kanaat etmelidir ki, Allahü teâlâ o alışverişte kendisine bereket ihsan buyursun ve hile yapmaya muhtaç olmasınBunun zor olması, ancak, tüccarların az kâr ile kanaat etmeyişlerinden doğarÇok kârı da ancak hile yapmak suretiyle elde edebilirBu bakımdan İslâm dininin istediği şekilde ticareti âdet edinen bir kimse, malının kusur ve ayıplarını örtmezEğer binde bir eline ayıplı bir mal geçerse, o malın ayıbını müşteriye söylemeli ve o malın ayıplı olarak kıymeti ne ise, onunla kanaat etmelidirİbn Sîrin, bir koyun sattı ve alıcıya dedi ki: 'Bu koyuncağız ayağıyla yiyeceğini çeviriyorBu bakımdan onda bir ayıp varsa, şimdiden senden tebrie ve helâllaşma istiyorum'.

Hasan b. Sâlih42 bir cariye satar ve müşteriye 'Bizim yanımızda bu cariye bir defacık kan kustu' der.

3Üçüncüsü, satılan malın miktarında herhangi birşeyi gizlememektirBu ancak, terazinin tam mânâsıyla tartılmasına ve doğru dürüst kullanılmasına bağlıdırBir de ölçeğin dürüstçe kullanılmasına bağlıdırBu bakımdan kişi kendi nefsi için, başkasından nasıl doğru tartıp veya ölçüp alıyorsa, başkasına da aynı şekilde vermelidirAllahü teâlâ şöyle buyurmaktadır:

Azap olsun ölçüde ve tartıda noksanlık edenlere ki, onlar, insanlardan (haklarını) aldıkları zaman tam olarak alırlarFakat insanlara (verilmek) üzere ölçtükleri yahut onlara tarttıkları zaman eksiltirler. (Mutaffifin/1-3)

İnsanoğlu bu felâketten ancak, verdiği zaman ağır ağır tartıp ve ölçüp vermek, aldığı zaman da eksik almak suretiyle kurtulur.

Zira bu konuda kılı kılına adâlet yapmak az tasavvur edilebilirBu bakımdan kişi fazlalığın veya eksikliğin görülmesiyle yetinmelidirÇünkü hakkını noksansız almak isteyen bir kimse, o hakkı geçmek tehlikesiyle de karşı karşıyadır.

Âlimlerden biri şöyle buyurmuştur: 'Ben bir daneyi almak suretiyle Allah'tan azabı satın alamam'Bu bakımdan bu zat, hakkını aldığı zaman yarım dane kadar eksik alırdı, verdiği zaman da, bir dane fazla verirdi ve derdi ki: 'Genişliği gökler ve yer kadar olan cenneti bir daneye satana azap olsun! Tûbayı azap ile satan büyük bir zarardadır'.

Ulema bunun ve bunun gibi tevbesi mümkün olmayan şeylerden -mezâlimlerden oldukları için- şiddetle sakındırmışlardırZira danelerin sahipleri bilinmez ki, onları bir araya getirip haklarını edâ edesinBu sırra binaen Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) birşey satın aldığı zaman, tartıcı o şeyin karşılığını öderken, tartıcıya şöyle söylerdi:

Tart ve ağır ağır tart43

Fudayl b. İyaz, oğluna baktı ki, bir dinarı yıkıyorÇocuk o dinarda bulunan sürmeyi silip onu tertemiz yaptıktan sonra sarfetmek istiyordu ki o sürmeden ötürü ağır gelmesinBunu gören Fudayl, oğluna şöyle demiştir: 'Ey oğlum! Senin şu yaptığın şey, iki hac ve yirmi umreden daha efdaldır'.

Seleften biri şöyle demiştir: 'Tüccar ve satıcının nasıl kurtulacağına hayret ediyorumBütün gün tartar, yemin ederBütün gece uyur'.

Hazret-i Süleymân (aleyhisselâm) , oğluna şöyle demiştir: 'Ey oğlum! Daneler iki değirmen taşının arasına girdiği gibi, günah da satıcı ile alıcı arasına girer!'

Sâlihlerden birisi muhannes (kadınlar gibi giyinip kırıtan erkek) bir kimsenin cenaze namazını kıldıO sâlih zata denildi ki: 'Namazını kıldığın bu insan fâsıktı'Sâlih zat sesini çıkarmadı.

İkinci bir defa kendisine aynı şey söylendiğinde şöyle buyurdu: 'Ben sandım ki, sen bana bu adamın iki terazisi vardıBiriyle verir, öbürüyle alırdı diyeceksin7.

Sâlih kimse, bu sözüyle işaret eder ki o adamın fâsıklığı kendisiyle Allah arasında bulunan bir günahtırFakat terazi sahibinin günahı ise, kullara karşı yapılan günahtır ve böyle bir günahkâra müsamaha ve affın olması daha uzak bir ihtimaldirTerazi hakkındaki teşdid ve tehdid çok büyüktürBu tehdidden kurtulmak bir dane veya yarım dane ile mümkündür.

. . . . Ki ölçü ve adâlette hududu aşmayınızBir de tartıyı adâletle tutun da teraziyi noksan etmeyin. (Rahmân/9)

Abdullah bMes'ud'un kırâatinde 'Adâletle tutun' anlamına gelen bi'l-kıst yerine bi'l-isan tâbiri vârid olmuştur. ('Bir de tartıyı terazinin dilini düzeltmek suretiyle dikkat edip noksan tartmayın') Zira terazinin eksik veya fazla tartması, ancak terazi dilinin duruşundan belli olurSonuç olarak, kim nefsinin hakkı olarak başkasından bir kelime de olsa bile, intikam alıp da kendi nefsinden başkasına karşı o şekilde hareket etmezse o, Allahü teâlâ'nın Mutaffifin sûresinin ilk üç ayetinin kapsamına girmiş olurYani azaba müstehak olmuş olurÇünkü ölçekte ve tartıda böyle yapmanın haram olduğu, sadece 'onlar ölçülür veya tartılır maddelerdir' diye değildirBelki kastedilen, bir işte adâlet ve insaf terkedildiğinden dolayı böyle bir tehdid vardırBu bakımdan bu tehdid bütün amellerde geçerlidirO halde terazi sahibi azab tehlikesiyle karşı karşıyadırHer mükellef fiillerinde, sözlerinde ve düşüncelerinde terazilerin sahibi gibidirBu bakımdan, eğer bu söylenenlerde adaletten ayrılırsa, onun için azab vardırO zaman istikametten ayrılmış demektirEğer bu adâleti yerine getirmek hususu zor ve muhal birşey olmasaydı, Allahü teâlâ'nın şu ayeti nâzil olmazdı:

İçinizden oraya gitmeyecek hiç kimse yokturBu, rabbinin katında kesinleşmiş bir hükümdür. (Meryem/71)

O halde, mâsum olmayan bir kul, kesinlikle istikametten ayrılmaktan yakasını kurtaramaz, Ancak istikametten sapmanın dereceleri arasında büyük farklar vardır ve bu sırra binaendir ki, insanların ateşten kurtuluş zamanına kadar orada durma müddetleri değişirHatta bazılarının ancak girmesiyle çıkması bir olur. Bazıları da bin sene veya binlerce sene kalırlarBiz Allah'tan bizleri istikamet ve adalete yaklaştırmasını istiyoruzZira dosdoğru yol üzerinde koşup herhangi bir tarafa meyletmemek pek zor birşeydirÇünkü o yol kıldan ince ve kılıçtan daha keskindirEğer o yol olmasaydı onun üzerinde istikametli olarak geçen bir kimse cehennem üzerine uzatılmış köprünün üzerinden geçmeye muktedir olmazdıO cehennem üzerindeki köprü ki, kıldan daha ince ve kılıçtan daha keskin olmak onun özelliği ve sıfatıdırDünyada dosdoğru yolun üzerinde insanın istikameti ne derece ise, kıyâmet gününde köprü üzerinde o kadar hafiflik hissederKim yiyecek maddelerine, toprak veya başka bir maddeyi katıp sonra onu tartıp veya ölçüp satmışsa, o kimse tartı ve ölçüde hile yapanlardandırBir kasap etle beraber satılması âdet edilmemiş bir kemiği satarsa, o da terazide hile yapanlardandırBunun üzerine diğer takdirleri kıyas edebilirsinHatta kumaş satıcısının âdet ettiği metrede dahi bu cereyan etmektedirÇünkü bezzaz elbiselik kumaşı satın alıp ölçtüğü zaman, gevşek bırakır ve çekip gerdirmezOnu sattığı zaman ise, metrede çekip gerdirir ki, miktar da bir farklılık baş göstersinBütün bunlar azabı gerektiren hileciliğe dahildir.

4Dördüncüsü, günün fiyatında (rayicinde) doğru olmasıdırGünün rayicinden herhangi birşeyi gizlememelidirZira Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem}, malını şehire satmak için getirenleri karşılamayı yasak etmiştir. 44 Neces denilen alışverişi de yasak etmiştir. 45 Gelen kervanları karşılamaya gelince, bu şöyle olur: Gelen kervanı karşılar. Getirilen malı daha şehire varmadan önce zapt u rapt altına alır ve şehrin geçerli narhında da yalan söyler. Oysa Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur;

Sakın kervanları karşılamayın!

Bu bakımdan kervanları karşılayan kim olursa olsun, eşya sahibi pazara geldikten sonra muhayyerdirİsterse yolda yapılan alışverişini bozabilirBu alışveriş, esasında olmuşturFakat eğer eşya sahibi yolda kendisini karşılayıp malını alanın yalan söylediğini görürse, şehrin narhı onun dediğinden farklı ise, satıcı için caymak imkânı sabit olurEğer adam dediği narhta doğru ise, o vakit satıcı cayabilir mi, cayamaz mı diye ulema ihtilâf etmiştirZira yukarıdaki haberin umumiliği ile kandırmanın olmaması burada çarpışmaktadırlar, (Yani bu hususta vârid olan haberin umumuna bakılırsa, satıcı cayabilir. Fakat hakikatte kandırmanın olmamasına bakılırsa, satıcı cayamaz, İşte bu noktadan ötürü ulema ihtilâf etmiştir) .

Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) , şehirlinin, dışardan gelen bir kimsenin malını satmasını yasaklamıştırŞöyle ki, çölde yaşayan adam, beraberinde satılacak maddeler olduğu halde şehire gelirOnları aceleden satıp elinden çıkarmak isterŞehirli kendisine der ki: 'Onları yanıma bırakNe zaman, daha fazla pahalılaşırsa ve narh yükselirse, o zaman satayım'İşte yiyecek maddeleri hususunda böyle yapmak haramdırYiyecek maddesi olmayan diğer mallarda ise, haram olup olmadığında ihtilâf vardırFakat en açık fetvaya göre, diğer mallarda da haram olmasıdırZira bu husustaki yasak, umumî bir şekilde vârid olmuşturBir de böyle bir malı satıştan çekip bekletmek insanlar için bir nevi sıkıntı olurÜstelik bu darlığı meydana getiren fuzulî adamın (şehirlinin) bunda herhangi bir faydası da yoktur.

Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) , Neceş tâbir edilen alışveriş şeklini de yasaklamıştırNeceş şöyle yapmak demektir: Malı istek ile satın almak isteyen bir kimsenin yanında, satıcıya yanaşıp daha fazla bir fiyatla o malı satın almak istediğini söylemektirOysa esasında malı almak taraftarı da değildir, böyle yapmaktaki gayesi; ancak müşteriyi o mala daha fazlasıyla teşvik ve tahrik etmektirEğer böyle yapmak daha önceden satıcı ile gizli anlaşmasından ötürü değil ise, geçerlidirEğer daha önceden satıcı ile anlaşarak bunu yapıyorsa, alıcının daha sonra aldığı malı geri çevirebilir mi veya çeviremez mi hususunda ihtilâf vardırEn uygunu geri çevirebilmesidirZira müşteri birkaç gün sağılmaksızm memesinde sütü fazla gösterilen sağman bir ineğin alışında aldandığına benzer bir hareketle aldatılmıştır ve yine kervanların önüne çıkıp da şehirin rayicinden haberi olmayan kimselerden mal alan bir kimse, onları aldattığından dolayı onların bilâhare cayabilecekleri gibi, burada da müşteri cayabilirİşte bu söylediklerimiz birtakım yasaklardırSatıcı ile alıcının vaktin narhında hile yapmalarının caiz olmadığına delâlet eder ve yine satıcı ile alıcının satılan malda bulunan herhangi bir eksikliği -ki karşı taraf onu bildiği takdirde o malı almayacaktır- örtbas etmeleri caiz olmadığı gibi, zamanın rayicini de örtbas etmenin caiz olmadığına delâlet ederBu bakımdan böyle yapmak müslümanlara farz olan nasihatin zıddı bulunan haram ve hileyi irtikâb etmek demektir.

Tâbiin-i kiramdan bulunan bir zattan hikâye ediliyor ki, kendisi Basra'da bulunuyorduHorasan yakınlarında bulunan Sus şehrinde onun bir hizmetkârı vardıBu zat Basra'dan şeker alıp Sus'ta satılmak üzere gönderiyorduHizmetçisi kendisine şöyle bir mektup yazdı: 'Şeker kamışlarına bu sene hastalık isabet ettiBu bakımdan stok etmek üzere şeker al' Bunun üzerine adam çok şeker aldıŞekerin satış zamanı geldiğinde, o şekerden zamanın parasıyla otuz bin kâr etti. Sonra evine gitti, bütün gece düşündüKendi kendine 'Evet, otuz bin kâr ettimFakat yapmakla mükellef olduğum nasihati terkettim' dediSabah olunca şeker satıcısına giderek parayı geri verdi ve "Allah senin için bu paraya bereket versin" dediŞekerci 'Bu para nereden geliyor?' deyince, adam 'Ben senden şeker alırken gerçeği gizledimOysa şeker pahalanmıştı' dediŞekerci 'Allah sana rahmet etsinİşte şimdi bildirdinBen bunu sana helâl ettim' dedi.

Bunun üzerine o zat otuz bini tekrar alıp götürdüDüşündü ve o gece uykusuz kaldıKendi kendine 'Ben şeker satıcısına gereken nasihati yapmadımBelki o benden utandı da bu parayı bana iade etti' diyerek sabahın erken saatlerinde parayı satıcıya götürüp ona şöyle dedi: 'Allah sana afiyet ihsan etsinŞu malını alÇünkü alman kalbime daha uygun geliyor'Bunun üzerine şeker sahibi parayı teslim aldı.

İşte yasaklar konusunda vârid olan bu haber ve hikâyeler, kişinin fırsatçı olmamasına ve satılan malın sahibinin gafletinden istifade etmemesine, satıcıdan veya alıcıdan günün rayicini ve narhın değişmelerini gizlememesine delâlet ederEğer bunları yaparsa zâlim olurAdâleti terketmiş olmakla beraber müslümanlar için nasihat yapmayı da terketmiş olur.

Ne zaman, elindeki malı kârlı satarsa, meselâ 'Şu mal bana ne kadara mal olmuşsa veya ben onu ne ile satın almışsam sana öyle devrediyorum', dediği zaman, doğru söylemesi gerekirDoğru söylemekle beraber akidden sonra o malda ortaya çıkan eksik ve noksanlıkları da alıcıya söylemelidirEğer o malı bir müddete kadar borç ile almışsa, onu da söylemelidirEğer dostundan veya evladından müsamahalı bir şekilde satın almış ise, onu zikretmesi de vacibdirZira muamele yapan insan, yaygın olan âdetine itimad ederek, onun satılacak malının bütün vasıflarını zikretmesine güvenerek pek fazla tedkike lüzum görmezÇünkü müslüman bir satıcı, kendisi için aldığı zaman, muhakkak malın her tarafına bakarBu bakımdan eğer satın aldığı malın tedkikini herhangi bir sebepten ötürü güzelce yapmazsa, satıcıya keyfiyeti bildirmek farz olur; zira müşteri burada satıcının emanetine ve dindarlığına güvenmektedir.

30) Deylemî, Müsned'il-Firdevs, . (Enes'ten benzerini senedsiz olarak) Irâkî'ye göre bu hadîsin aslı yoktur,

31) Müslim ve Buharî, (Ebû Hüreyre'den)

32) Müslim

33) Müslim, (Ebû Hüreyre'den)

34) Cerir, Cabir bAbdullah'ın torunudurH51 senesinde vefat etmiştir.

35) Tebuk muharebesinden önce müslüman olmuştur ve Ashâb-ı Suffe'dendirŞam'da en son ölen sahabîdir.

35) Hâkim ve Beyhakî.

37) Müslim ve Buharî, (Hakim b. Huzzam'dan)

38) Ebû Dâvûd ve Hâkim, (Ebû Hüreyre'den)

39) Ebû Ya'la ve Beyhakî, (Enes'ten zayıf bir senedle)

40) Taberânî, (Zeyd ve Erkam'dan)

41) Tirmizî, Taberânî, Beyhakî

42) Künyesi Ebû Abdullah'tırKûfelidirHadîs ilminde güvenilir bir kimseydiH100 senesinde doğmuş ve H169 senesinde vefat etmiştir.

43) Sünen sahipleri ve Hâkim, (Suveyd b. Kays'tan

KAZANÇ VE GEÇİM ÂDÂBI konusu devamı;