İHYÂ-İ ULÛMİ'D-DÎN | KAZANÇ VE GEÇİM ÂDÂBI 2

 Giriş

 

13-4

Ticarette İhsan (İyi Davranmak)

Allahü teâlâ, insanoğluna iyi davranmayı (ihsânı) ve adâleti emir buyurmaktadırAdâlet, kurtuluşun biricik sebebidirBu bakımdan adâlet, ticaret sermayesi yerine geçerİhsan (iyi davranmak) ise, zaferin elde edilmesi ve saadetin kazanılmasına biricik sebeptirBu bakımdan iyi davranmak, ticarette kârın yerine geçerDünya muamelelerinde sadece sermayesiyle yetinip kâra iltifat etmeyen bir kimse, akıllı sayılmadığı gibi, âhiret muameleleri de böyledir; yani bu muamelelerde de kişi, sadece sermaye ile yetinmemeli, kâr aramalıdırDindar bir kimse, sadece adâletle hareket edip zulümden kaçınmakla yetinmemeli, ihsanın (iyi davranmanın) bütün kapılarını çalmalıdır.

Allah'ın sana ihsan ettiği gibi sen de ihsanda bulun! (Kasas/77)

Allah'ın rahmeti ihsan edenlere yakındır! (A'raf/90)

Muhakkak ki Allah, adâleti ve ihsânı emreder. (Nahl/5)

İhsan'dan gayemiz; muamele yapan kişiye fayda verici hareketlerde bulunmaktırBöyle davranmak, gerçi satıcı (veya alıcıya) farz değil ise de, bu şekilde davranmak bir fazilettirZira muamelede farz olan ihsan, adâletli hareket etme ve zulmü terketme bahsine girerBiz de bunu daha önce zikretmiştikİnsanoğlu, ihsan (iyi davranmak) mertebesine ancak aşağıda gelen altı şeyin birisiyle varabilir:

1Kâr etmek hususundadırBu bakımdan müslüman bir kişi, normal olarak insanların aldanmadığı bir şekilde arkadaşını aldatıp fâhiş kârlar elde etmemelidirKâr etmenin aslına gelince,

Allah buna izin vermiştirÇünkü ticaret kâr ile olurKâr ise çok olacağı gibi az da olabilirFakat kişi sattığı mala bu artışı yüklerken en yakın derecesini gözetmelidirZira müşterinin normal kârdan fazlasını vermesi iki sebepten doğar; a) O malı edinmekte çok isteklidir, b) Veya o mala şiddetle muhtaçtırBu bakımdan böyle bir kimseye fâhiş bir şekilde mal satmaktan kaçınmak gerekir ve bu şekilde yapmaksa, ihsan kısmına dâhil olurKandırmak ortada olmadıkça fazla almak (dinen) zulüm sayılmazÂlimlerin bir kısmı satılan malın sermayesinin üçte birinden fazla satıcı kâr ederse, alıcı için muhayyerlik (isterse olduğu gibi kabul, isterse iade eder) icab ettireceğini söylemişlerdirFakat biz aynı fikirde değilizLâkin bu şekilde yapılan kârdan bir kısmını müşteriye bağışlamak ihsâna dâhil olur.

Rivâyet ediliyor ki, Basralı Yûnus bUbeyd'in yanında fiatları çeşitli olan abâ ve izarlar vardıBu giyim eşyasından bir kısmının fiatı dörtyüz dirhemdi, bir kısmının fiatı da ikiyüz dirhemdiBu zat, namaza gidip dükkanı yeğenine bıraktıO esnada bir göçebe geldiKendisi için, mevcut bulunan elbiselerden dört yüz dirhemlik bir elbise istediDükkânda bulunan adam, göçebeye ikiyüz dirhemlik bir elbiseyi gösterdiGöçebe elbiseye baktıBeğenip dört yüz dirheme satın aldı ve gittiElbise, adamın elinde iken camiden dönen Yûnus, onu gördü ve elbiseyi tanıdıGöçebeden kaça aldığını sorduGöçebe dörtyüze aldığını söyleyince, şöyle dedi:

-Bu, ikiyüz dirhemden fazla etmezBu bakımdan, bunu sahibine vermek üzere geri getir.

-Bu elbise, bizim memleketimizde beşyüz dirheme de değer.

Üstelik ben bunu kendi rızamla aldım.

-Sana dön diyorumDinde (müslümanlara) nasihat etmek, dünya ve dünyadakilerden daha hayırlıdır.

Sonra Yûnus, göçebeyi dükkâna getirdiDörtyüzden ikiyüz dirhemi kendisine iade ettiYeğenine 'Neden böyle yaptın?' diye çıkıştı ve şöyle dedi:

-Sen utanmadın mı? Allah'tan korkmadın mı? Malın sermayesi kadar kâr edip müslümanlar için yapılması gereken nasihatı, doğruluğu terkettin.

-Allah'a yemin ederim, o bu elbiseye razı olduktan sonra aldı.

-O razı oldu diyelimYa sen? Kendi nefsin için razı olmayacağını ondan niye esirgemedin?

Böyle bir muamelede günün rayici gizlenmişse ve kandırmak varsa, bu zulüm grubuna girerDaha önce bunun bahsi geçmiştiHadîs-i şerîfte şöyle buyurulmuştur:

Râyici bilmeyen ve tamamen kendisini satıcının vicdanına teslim eden bir müşteriden fazla kâr almak haramdır46

Zübeyr bAdiy47 der ki: 'Ben Hazret-i Peygamber'in onsekiz ashâbına yetiştimOnların hiçbiri doğru dürüst bir dirhem ile et almayı dahi beceremezlerdi'Bu bakımdan bu gibi alışverişten anlamayan zatlardan fazla kâr etmek zulmün ta kendisidirEğer bu kârı kandırmaksızın elde ederse, o vakit Allah'ın insanlardan istediği ihsanı terketmiş olurÜstelik fazla kâr etmek kandırmaksızın ve günün râyicini gizli tutmaksızın pek de kolay elde edilecek birşey değildir.

Katıksız ihsana gelince, o, Sırrî es-Sakatî'den (Cüneyd-i Bağdadî'nin dayısıdır) nakledilen şu hakikattir: Sırrî es-Sakatî, bir ölçek bademi altmış dinara satın aldı ve gelir-gider defterine 'Bunun kârı üç dinardır' diye yazdıYani on dinarda yarına dinar kâr kabul ettiTam bu esnada bademin ölçeği doksan dinara yükseldiSalihlerden bir tellâl, Sırrî es-Sakatî'ye gelerek bademleri almak istediSırrı kendisine şöyle dedi:

-Al götür!

-Kaç dinar kârla götüreyim?

-Üç dinarla. . .

-Badem doksan dinara çıktı! Nasıl olur da, böyle az bir kârla veriyorsun?

-Ben kalbimde bir mukavele akdetmişimOnu artık çözemem.

Ben bu ölçeği ancak atmış üç dinara satarım.

-Ben de Allah ile aramda hiçbir müslümanı kandırmamak üzere mukavele yaptımSenden ancak bunu doksan dinara alabilirim.

Bunun üzerine ne tellâl Sırrı es-Sakatîden o malı satın alabildi, ne de Sırrî o malı satabildiİşte bu, iki taraftan olan katıksız ihsandırZira hâlin hakikâtini bilmekle olan bir davranıştır.

Rivâyet edildiğine göre, Şukûk tâbir edilen elbiseler vardıBu elbiselerin bir kısmı beş, bir kısmı da on dirhemliktiMuhammed bMünkedir'in48 dükkânında bulunmadığı bir anda tezgâhtarı beş dirhemlik elbiselerden birini on dirheme sattıDükkâna gelip bu durumu öğrenen Muhammed bMünkedir bütün gün elbiseyi satın alan göçebenin arkasına düşüp aradıNihayet onu bulduKendisine şöyle dedi:

-Hizmetçi yanlışlık yaparak beş dirhem değerindeki bir elbiseyi sana on dirheme satmış.

-Ben buna razı oldum.

-Her ne kadar sen buna razı olmuşsan da biz ancak nefsimiz için razı olduğumuz bir muameleye senin için razı olabilirizBu bakımdan üç yoldan birisini seç; a) Ya gelip on dirhemlik şükûklardan birisini alırsın, b) Veya senin beş dirhemini geri veririm, c) Ya da bizim elbisemizi geri verip bütün paranı geri alırsın.

-O halde benim beş dirhemimi ver!

Böylece Muhammed, göçebenin beş dirhemini geri verdi ve göçebe geçip giderken 'Bu ihtiyar adam kimdir?' diye soruşturmaya başladıKendisine onun, Muhammed bel-Münkedir olduğu söylendiGöçebe 'Allah'tan başka ilâh yoktur. (Bu kelime hayret yerine kullanılır) Bu, o kimsedir ki, biz çöllerde kıtlığa tutulduğumuz zaman, bunun yüzü suyu hürmetine Allah'tan yağmur talep ediyoruz'.

İşte on dirhemde yarım dirhem veya normal olarak satılan eşyada o yerde ne kâr ediliyorsa o kârı yapmak ihsana dâhildirAz bir kâra rıza gösteren bir kimsenin satışı çoğalır ve fazla sarfiyattan çok kârlar elde eder ve böylece bereket görünmeye başlar.

Hazret-i Ali (radıyallahü anh) Kûfe çarşısında elinde kamçısı olduğu halde gezip şöyle derdi: 'Ey tüccarlar! Hakkı alınız ve hakkı veriniz! Böyle yaptığınız takdirde (faizden veya felâketten) salim kalırsınızAz kâra razı olun ki, çok kârdan mahrum olmayasınız. . '

Abdurrahman bAvf a (radıyallahü anh) şöyle denildi:

-Senin zengin oluşunun sebebi nedir?

-Ben ne kadar az olursa olsun, hiçbir zaman, hiçbir kârı tepmiş değilimBenden istenilen bir hayvanın satışını geciktirmiş değilimBen borçla satış yapmamİşte benim zenginliğimin sebepleri bunlardır.

Deniliyor ki, Abdurrahman bAvf (radıyallahü anh) bin deveyi sattıSattığı develerde ancak yularlarını kâr etti. Sonra her yuları bir dirheme sattıBöylece develerde bin dirhem kâr ettiBir de o günlük deve yeminden bin dirhem kâr etti.

2İkincisi, biraz fazlaca kâr vermeye tahammül göstermektirMüşteri eğer zayıf bir kimseden yiyecek maddesi alıyorsa veya herhangi bir fakirden birşey alıyorsa ona biraz fazla kâr vermekte hiçbir beis yokturBöyle bir kimse ile alışveriş yaptığı zaman, müsamaha ve kolaylık göstermesi ve bu şekilde satıcıya iyilik yapması gerekirBir de böyle yapmak suretiyle Hazret-i Peygamber'in 'Allah, satışı kolay bir kişiye rahmet eylesin' hadîsinin kapsamına dâhil olmuş olurZengin ve tüccar bir kimseden herhangi bir malı satın almasına gelince, eğer satıcı ihtiyacından fazla kâr istiyorsa, böyle bir kimsenin fazla kâr istemesine karşı ses çıkarmamak iyi bir hareket değildirÇünkü ecri olmaksızın malını zâyi etmiş ve hiçbir dua da almamış olurEhl-i Beyt yolu ile rivâyet edilen bir hadîste şöyle vârid olmuştur:

Alışverişte kandırılan bir kimse ne övülür, ne de parasının karşılığını görmüş olur49

Basra kadısı Iyaz bMuaviye tâbiîn-i kirâmın akıllılarındandıDiyor ki: 'Ben hilekâr değilimHile ne beni, ne de Muhammed b. Sîrîn'i aldatmazHile ancak Hasan-ı Basrî'yi ve benim babam Muaviye bKırre'yi aldattıEn kâmil vasıf, kişinin aldatmaması ve aldanmamasıdır'.

Nitekim âlimlerden biri, Hazret-i Ömer'in vasfını söylerken şöyle buyurmuştur: 'Başkasını aldatmaktan çok yüce idi ve başkası tarafından aldatılmaktan da çok daha akıllıydı'.

Hazret-i Hasan ve Hazret-i Hüseyin (radıyallahü anh) ve selef-i sâlihînin hayırlı kimseleri alışverişte titiz davranırlar, sonra mallarını hibe yoluyla müslümanlara verirlerdiBunun üzerine bu zevat-ı kirâmdan birisine denildi ki: 'Sen satın alırken az birşey üzerinde titizlikle duruyorsun. Sonra perva etmeksizin birçok şeyi hibe ediyorsunBu nasıl olur?' O zat şöyle cevap verdi: 'Hibe bir fazilettirKandırılmak ise ahmaklıktır'.

Seleften biri şöyle demiştir: 'Ben kandırıldığım zaman, ancak aklım ve basiretimi başkasına kaptırmış olurumBu bakımdan beni kandırmak isteyene bu imkânı vermek taraftarı değilimFakat hibe ettiğim zaman, Allah için vermiş olurumBu bakımdan Allah için verdiğimi hiç de fazla görmem'.

3İhsanın üçüncüsü, satılan malın bedelini tamamen almak ve halkın boynunda bulunan alacaklarını tahsil etmektirBazen müsamaha göstermek suretiyle alacağını tahsil etmekte ihsanda bulunmak, bazen mühlet vermek ve tahsil müddetini geciktirmek suretiyle ihsanda bulunmak. . . Bazen de bir kısmını affetmek suretiyle, bazen de nakdin en güzelini istemekten vazgeçmek suretiyle ihsanda bulunmaktır.

Bütün bunlar mendub hareketlerdir ve insanoğlu bunlara teşvik edilmiştirNitekim Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

Sattığı zaman kolaylık gösteren, satın aldığı zaman kolaylık gösteren, borcunu verdiği zaman ve alacağını istediği zaman kolaylık gösteren bir kimseye Allah rahmet etsin!

Bu bakımdan Hazret-i Peygamber'in duasını kazanmaya çalışılmalıdırNitekim Hazret-i Peygamber, başka bir hadîs-i şerifinde şöyle buyurmaktadır:

Müsamaha göster ki, sana da müsamaha gösterilsin50

Eli darda olan bir borçluya mühlet veren veya alacağını onun için terkeden bir kimse ile, Allahü teâlâ çok kolay bir şekilde hesap görür51

Allah'ın (veya arşının) gölgesinden başka gölge olmayan bir günde Allah o kimseyi arşının gölgesinde gölgelendirir.

Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) , dünyada israfçı bir kişinin Allah huzuruna getirilip hesaba çekildiğini ve bir tek sevabı kalmadığı zaman, melekler tarafından kendisine 'Sen dünyada hiçbir hayır işlemedin mi?' denildiğinde, onun da 'Hayır, ben hiçbir hayır işlemedimAncak halka borç veren bir kimseydim ve hizmetçilerime 'borçluların zenginlerine müsamaha gösteriniz, fakirlerine de mühlet veriniz' emrini veriyordum. (Bütün yaptıklarım bundan ibaret idi) dediğini anlatmıştır.

Hadîsin başka bir lâfzında "Fakirin borcundan vazgeçiniz' ibaresi vardırBunun üzerine Allahü teâlâ o ki kuluna şöyle der:

Mademki sen, aciz bir kul olduğun halde, yoksulların borcundan vazgeçerdin, o halde bizim senin günahından vazgeçmemiz daha uygundurBöylece Allahü teâlâ, o kulun azabından vazgeçer ve onu affeder52

Kim bir zamana kadar müslüman kardeşine bir dinar (altın) borç verirse, o borcun zamanı gelinceye kadar hergün için ona bir sadaka yazılmaktadırZamanı geldiğinde bir daha ona mühlet verirse hergün o alacak kadar onun için sadaka yazılır63

Selef-i salihînden bazıları bir zamana kadar müslüman kardeşinden borcunu edâ etmesini (sadece bu hadîs-i şerîfin ifade buyurduğu hikmetten istifade etmek için) istemiyordu ki böylece her gününde o borç kadar sadaka vermiş bir kimse gibi olmuş olsun.

Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

Gördüm ki, cennetin kapısında şöyle yazılıydı: 'Sadaka on misline, borç vermek ise onsekiz mislinedir'54

Bu hadîs-i şerifin açıklanmasında denildi ki: 'Sadaka, muhtaç olan ve olmayanın eline geçerBorç almak zilletine tahammül etmek ise ancak muhtaç bir kimsenin işidir'.

Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) , başkasının yakasına, alacağını istemek için yapışan birisine baktıAlacaklıya eliyle alacağının yarısını hibe etmesini işaret ettiO da Hazret-i Peygamber'in bu emrini yerine getirdiBunun üzerine borçluya şöyle buyurdu: 'Kalk ve borcunu öde!' 55

Kim birşeyi satar, derhal onun parasını vermek suretiyle sıkıştırmazsa borç vermiş gibi olur.

Rivâyet ediliyor ki, Hasan-ı Basrî, bir katırını dörtyüz dirheme sattıParasını alacağı zaman, alıcı kendisine şu ricada bulundu:

-Ey Ebû Said! Bana biraz müsamaha et!

-Yüz dirhemi bağışladım.

-Biraz daha müsamaha et!

-Yüz dirhem daha bağışladım, dedikten sonra ikiyüz dirhem hakkını aldıKendisine 'Ey Ebû Said! Bu katırın yarı parasıdır' denildiği zaman, İşte ihsan böyle olurBöyle yapmadığın takdirde ihsan etmiş sayılmazsın' dedi.

Hakkını »ister tamam ister eksik olsun- kötü söz söylemeden helâl ve meşru şekilde al ki, Allahü teâlâ seni en kolay şekilde hesaba çeksin50

4Dördüncü emir, borcun ödenmesi hakkındadır.

Borcu güzelce ödemek, ihsâna dahildirBorcun güzelce ödenmesi şu şekildedir: Borçlu kimse, hak sahibine bizzat giderOnu, hakkını almak için gelmeye mecbur etmezNitekim Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

Sizin en hayırlınız, borcunu ödemek hususunda en iyi davrananızdır57

Borcunu ödemeye imkânı olduğu zaman tehir etmeksizin hemen yapmalıdır, velev ki borcun vakti henüz gelmeden de olsa. . . Şart koşulan maldan daha iyisini ve daha güzelini teslim etmelidirEğer borcunu edâ etmekten âciz ise, kalbinde Allahü teâlâ ne zaman kendisine imkân verirse borcunu edâ etmek niyeti olmalıdırÇünkü Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

Bir müslüman vakti gelince ödemek üzere başkasından borç alıyorsa, Allahü teâlâ , onu koruyan ve borcunu ödeyinceye kadar kendisine dua eden bir grup meleği vekil kılar58

Seleften bir cemaat, sadece şu geçen hadîs-i şerifteki fazilete nail olmak için, ihtiyaçları olmadığı halde borç alırlardı.

Hak sahibi, borçluya karşı kaba davranırsa, borçlu tahammül etmeli ve ona yumuşak bir şekilde karşılık vermelidirBunu da Hazret-i Peygamber'e uymak niyetiyle yapmalıdırZira alacaklı, alacağının zamanı geldiğinde çıkıp Hazret-i Peygamber'e geldiKazara Hazret-i Peygamber borcunu verememiştiKişi bunun üzerine Hazret-i Peygamber'e sert konuşmaya başladıAshâb-ı kirâm adamı hırpalamak isteyince Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

Yakasını bırakınız! Çünkü hak sahibinin konuşmaya hakkı vardır59

Borçlu ile alacaklı arasında konuşma cereyan ettiği zaman, aracılık yapanlar için borçlunun lehinde konuşmak ihsandandırZira borç veren kimse, büyük bir ihtimalle zengindirBorç alan ise, ihtiyacından dolayı borçlanmıştırBöylece satıcıdan fazla alıcıya yardım etmek uygundurZira satıcı satılan maldan rağbetini kesmiş, onun paha etmesini isterAlıcı ise, o mala muhtaçtırİşte böyle yapmak en güzel harekettirAncak borçlu sınırı aşacak derecede aşırı giderse, o zaman zulme kaçmaktan onu menetmek ve hak sahibine yardım etmek gerekirZira Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

Kardeşine yardım etİster zâlim olsun ister mazlum60

Ashâb-ı Kirâm 'Ey Allah'ın Rasûlü! Biz nasıl zâlim kardeşimize yardım edebiliriz?' diye sorunca, Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

Kardeşini zulümden menetmen, ona yardımdır.

5Beşincisi, vereceğin bir kısmından vazgeçilmesini isteyen bir kimseyi affetmektirZira ancak alışverişten zarar görmüş ve pişman olmuş bir kimse affedilmesini isterBu bakımdan bir müslüman diğer müslüman kardeşinin onun yüzünden zarara uğramasını istemezNitekim Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

Kim alışverişinden pişman olan bir kimseyi affederse, yani pişmanlığında ona yardımcı olup istediği şekilde muamele ederse, Allahü teâlâ da kıyâmet gününde onun sürçmelerini affedip kaldırır61

Veya Hazret-i Peygamber'in hadîsi söylediği gibi. . .

6Altıncı şey, muamelesinde bir müddete kadar borç vermek için bir grup fakiri aramalı, onlara imkân vermek suretiyle ecir elde etmeye çalışmalıdırBu muameleyi yaparken onların imkânları olmadıkça, onlardan hakkını istememeye azimli olduğu halde yapmalıdırÇünkü selefin sâlihlerinden bazılarının iki defteri vardıO hesap defterlerinden birinde bilinmeyen fakir ve zayıfların isimleri yazılıydıBöyle bir defter tutmanın hikmeti şuydu: Fakir yiyecek maddesini veya meyveyi görürdüCanı onu çekerdiGelir dükkâncıya 'Benim şu maddeden beş batmana ihtiyacım var, fakat almak için param yok' derdiDükkân sahibi de 'A1! Zengin olduğun zaman getirip verirsin' derdiFakire karşı bu şekilde davranan kimse ümmetin hayırlı kimselerinden sayılmazdıBelki fakirin ismini deftere yazmayıp onu fakirin boynuna borç yapmayan ümmetin hayırlılarından sayılırdıBu kimse ancak fakire şöyle derdi: 'İstediğini al! Eğer daha sonra imkânın olursa gelir verirsinEğer imkânın olmazsa sana helâl-i hoş olsun!'

İşte buraya kadar selef-i sâlihîn'in ticarî muamelelerinin yollarını belirttikBu yollar şimdilik tamamen ortadan kalkmıştırBöyle hareket eden bir kimse, bu sünneti yeniden diriltmeye ve bid'atları öldürmeye çalışmış olurKısacası ticaret insanlar için mihenk taşıdırTicaret ile kişinin dindarlığı ve takvâsı ölçülürBunun için de şâir şöyle demiştir:

Sakın kişinin yamaladığı elbisesi veya topuğunun üstüne kadırdığı izarı (peştamalı) veya secde eseri bulunan alnı seni aldatmasınParayı ona göster (veya paranın yanında ona bak!) Onun dalâletini takvasından o zaman ayırabilirsin.

Bunun içindir ki, şöyle denildi: 'Hazerde kişinin komşuları, seferde arkadaşları, çarşıda kendisiyle alışveriş yapanlar, kendisini övdükleri zaman, onun sâlih bir kişi olduğunda şüpheniz kalmasın'.

Hazret-i Ömer'in yanında, birisi şahitlik yaptıHazret-i Ömer, şahide 'Seni tanıyan birini getir' dediAdam giderek birini getirdiGelen adam şahidin lehinde konuşmaya başlayınca Hazret-i-Ömer şöyle sordu:

-Sen onun çıkış ve girişini bilen en yakın komşusu musun?

-Hayır!

-Onun iyi ahlâklı olduğuna delâlet eden bir yolculukta kendisiyle arkadaşlık ettin mi?

-Hayır!

-Onunla, kişinin takvâsını bildiren dirhem ve dinar (para) ile bir alışveriş yaptın mı?

-Hayır!

-Sanırım sen onu mescidde namaz kılarken, Kur'ân'ı teganni ile okurken, kâh başını eğip, kâh kaldırırken görmüşsün.

-Evet! Bu şekilde gördüm!

-O halde çık git! Onu tanımıyorsun!

Sonra adama şöyle dedi: 'Seni tanıyan bir kimseyi getir!'

46) Taberânî, (Ebû Umâme'den zayıf bir senedle) ; Beyhakî, (Câbir'den hasen bir senedle)

47) HemedanlıdırKünyesi Ebû Adiyy'dirRey şehrinin kadısıydıH131 senesinde Rey'de vefat etmiştir.

48) Künyesi Ebû Abdullah'tırII130 senesinde yetmiş küsur yaşındayken vefat etmiştir.

49) Hakîm-i Tirmizî, Nevadir

50) Taberânî, (İbn Abbâs'tan)

51) Müslim, İmâm-ı Ahmed, İbn Mâce ve İbn Hıbbân

52) Müslim, (Ebû Mea'ud'dan) ; Müslim ve Buharî, (Ebû Huzeyfe'den benzerini)

53) İbn Mâce, (Büreyde'den) ; İmâm-ı Ahmed ve Hâkim

54) İbn Mâce, (Enes'ten zayıf bir senedle)

55) Müslim ve Buharî, (Ka'b b. Mâlik'ten)

56) İbn Mâce, (Ebû Hüreyre'den hasen bir senedle)

57) Müslim ve Buharî, (Ebû Hüreyre'den)

58) İmâm-ı Ahmed(Hazret-i Âişe'den)

59) Müslim ve Buharî, (Ebû Hüreyre'den)

60) Müslim ve Buharî, (Enes'ten)

61) Ebû Dâvud ve Hâkim, (Ebû Hüreyre'den)

13-5

Dünya ve Âhiret İşlerinde Tüccarın Dini İçin Titiz Davranması

Dünya kazancı, tüccarı âhiretinden uzaklaştırmamalıdırBöyle olduğu takdirde tüccarın ömrü zâyi olur, ticareti de zarardan başka birşey olamazÂhiretin kârından kaçırdığını, elde ettiği dünyalıkla telafi etmesi mümkün değildirBöyle hareket ettiği takdirde âhiretini verip, dünya hayatını satın alan kimselerden olurBilâkis akıllı bir kimse, herkesten evvel nefsine şefkat göstermelidirNefse şefkat göstermek de ancak sermayeyi korumak suretiyle olur. (Hakikî) sermayesi ise dinidir ve dinindeki ticaretidirSeleften bazıları şöyle buyurur 'Akıllı bir kimse için en iyi şey, geçici dünyada en fazla muhtaç olduğu şeydirGeçici dünyada en fazla muhtaç olduğu şey ise, gelecek âlemde neticesi en güzel olan şeydir'.

Muaz b. Cebel (radıyallahü anh) vasiyetnamesinde şöyle yazdı: 'Senin dünyadaki nasibin elbette ki senin için lâzımdırFakat sen âhiret nasibine dünya nasibinden daha fazla muhtaçsınBu bakımdan önce âhiret nasibinden başla, onu edin; zira böyle yaptığın takdirde nasibinin yanından geçer, onu da tanzim edersin'Nitekim Allahü teâlâ şöyle buyurmuştur:

Dünyada olan nasibini unutma. (Kasas/77)

Yani âhiretin için dünyadan olan nasibini dünyada unutmaÇünkü dünya, âhiretin tarlasıdırSevaplar dünyada kazanılırTüccarın dinini korumak makamındaki şefkati ancak yedi şeyi gözetmekle tamamlanabilir:

1Birincisi, ticaretin başlangıcında güzel niyet ve inançtırTüccar bir kimse ticaret yapmakla helâlinden kazanıp halkın elinden gözünü ayırmak ve dilenciliği bırakmak niyetini taşımalıdırElde ettiği servet ile dinine yardım etmeyi, çoluk çocuğunun nafakasını temin edip bu hususta Mücâhid olanların zümresinden olmaya niyet etmelidirAynı zamanda müslümanlar için nasihat etmeyi ve kendi nefsi için sevdiğini başka insanlar için de sevmeyi niyet edip kasdetmelidirDaha önce söylediğimiz gibi, alışverişinde adâlet ve ihsan yoluna tâbi olmaya niyet etmelidirPazarda gördüğü her işte emr-i bilmaruf ve nehy-i an'il-münker'e niyet etmelidirZira tüccar bir kimse bu niyetleri kalbinde taşıdığında ve bu inançlara sahip bulunduğunda âhiret yolunda çalışmış bir kimse olurEğer bu çalışma neticesinde mal da elde ederse bu da kâr üzerine kârdırEğer bu niyetlerle beraber dünyalık hususunda zarar etse dahi âhiretindeki kârı muhakkaktır.

2İkincisi, sanatında veya ticaretinde farz-ı kifayelerinden birini yapmayı kasdetmektirZira sanatlar ve ticaretler terkedildiği takdirde hayat dumura uğrar, insanların çoğu helâk olurBu bakımdan insanların işlerinin intizama girmesi, ancak bütün insanların yardımlaşmasıyla ve her grubun çalışmasıyla cemiyetin hayatını tekeffül etmeye bağlıdırEğer insanların tamamı bir sanata yönelirse diğer sanatlar dumura uğrar ve bütün insanlar helâk olurİşte insanların bir kısmı Hazret-i Peygamber'in (sallâllahü aleyhi ve sellem) 'Ümmetimin ihtilâfı rahmettir'62 hadîs-i şerifini bu mânâ üzerine hamletmişlerdirYani ümmetin sanatlar ve işlerdeki değişik fikirleri onları helâk olmaktan korumak bakımından rahmettir.

Sanatların bir kısmı vardır ki, pek önemli değildir ve bir kısmı da vardır ki, dünyada süslü gezmek, lüks bir hayat yaşamak için talep edilirBöyle bir sanattan da Mü'min bir kimse müstağnidirMü'min bir kimse, cemiyetin hayatında önemli olan bir sanatla uğraşmalıdır ki, o sanat ile uğraştığında müslümanların ihtiyaç cephelerinden birini kapatmış olsunAynı zamanda da uğraştığı sanatın dince de önemli olması gerekir ki o sanatı yapmakla beraber, dinin önemli saydığı bir açığı kapatmış olsunNakışçılık, kuyumculuk ve harç ile duvarları kuvvetlice yapmak sanatından ve dünyanın süslenmesine elverişli olan bütün sanatlardan sakınmak gerekirZira bütün bu sanatları dindar kimseler kerih görmüşlerdir.

Çalgı ve benzeri aletleri yapmak, kullanılması haram olan aletleri imâl etmek gibi sanatlardan kaçınmak, zulmü terketmek kabilindendirTerzinin, erkekler için (saf) ipekliden cübbe dikmesi, dökümcünün altından terkip edilmiş at eğeri veya erkekler için altın yüzükler yapması, bunların hepsi kullanılması haram olan aletleri yapmak grubuna dâhildirOnların terkedilmesi zulmü terketmek gibidirBütün bunları yapmak günahlardandırBunların karşılığında alınan ücret haramdırİşte bu sırra binaen biz bunlarda zekâtın farz olduğunu söyledikHer ne kadar biz (Şâfiîler) süs eşyasında zekâtın farz olmadığına kani isek de. . . Zira süs eşyaları erkekler için olursa, haram olurlarEğer bu şekil süs eşyaları kadınlar için dahi yapılmış ise, kadınlar için mübah olan ziynet grubuna dahil olamazlarEğer onlarda kadınlar için ziynet kastedilmezse. . . Bu bakımdan kadınlar için yapılan bu şekildeki eğerler ve altın yüzükler, ancak kadının süs eşyası kastıyla yapıldığı takdirde, süs eşyası hükmüne geçer.

Biz daha önce yiyecek maddelerinin ve kefenlerin satılmasının mekruh olduğunu söylemiştikZira bunları satmak, insanları ölümünü beklemeyi ve piyasanın anormal bir şekil almasını istemeyi gerektirmektedirKişinin hayvan kesicisi olması da mekruhturÇünkü bu sanatla insanın kalbi katılaşırKişinin haccam (kan alıcı) veya süpürgeci olması da mekruhturÇünkü bu sanatlarda necasete karışmak ve uğraşmak vardırDebbağ ve debbağlık mânâsında herhangi bir sanata sahip olmak da böyledirİbn Sîrîn, kişinin tellâl olmasını da mekruh görmektedirEbû Katâde bDeâme, tellâlın ücretinin mekruh olduğunu söylemiştirUmulur ki tellâl ücretinin mekruh oluşu, tellâlların pek az yalandan kurtulmaları ve malın satılması ve fiyatının yükselmesi için ifrat derecede o malı övmeleri buna sebep olsa gerekBir de tellâllıkta çalışma miktarı hiçbir zaman belli olmazBazen az olur bazen de çokTellâllık ücretinde, tellâlın çalışmasına bakılmazBelki satılan elbisenin kıymetine bakılır ve âdet de böyledirBu ise, zulmün ta kendisidirBilâkis bir insanın yorgunluk miktarına bakarak onun ücretini takdir etmek gerekir.

Ticaret için hayvan satın almayı da kerih görmüşlerdirZira hayvanı ticaret için alan bir insan, o hayvan hakkındaki ilâhî kaza ve kaderi hoş görmezYani hayvanın ölümünü iyi karşılamazOysa 'Hayvanı sat! Arazi, ev ve arsa gibi ölmezleri al!' denilmiştir.

Selef-i Sâlihîn sarraflık yapmayı da kerih görmüştürZira sarraflık, bizzat kendisi istenmeyen, ancak geçerliliği kastolunan bir nesnede onun ince özelliklerini aramak demektirÇok zaman malın sahibi paranın inceliklerinden gâfil olup onun gafletinden istifade etmeksizin kâr etmek sarraf için mümkün değildirSarraf ne kadar ihtiyatlı davranırsa davransın hilelerden çok az kurtulabilirSarraf bir kimse ve başka bir satıcı için tüm paranın ve dinarların kırılması mekruhturAncak o paranın katışık olmasından şüpheye düşer veya zaruret olursa, o vakit kırabilir.

Ahmed bHanbel şöyle buyurmuştur: 'Hazret-i Peygamber ve onun ashâbından, kırılmamış paralardan eritip başka bir maddeyi dökmek ve yapmak (kuyumculuk) hakkında yasak vârid olmuşturBen de tedâvüldeki paraların kırılmasını ve parçalanmasını mekruh görmekteyimAncak kişi dinarlarla dirhemleri satın alır. Sonra dirhemlerle altını satın alır ve o altından istediği eşyayı yapar'.

Manifaturacılık yapmayı, müstehab görmüşlerdirSaid bMüseyyeb şöyle buyurmuştur: 'ınanifaturacılıkta fuzulî yerde yemin etmek sözkonusu değilse, bence bu ticaretten daha sevimli bir ticaret yoktur'.

Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur:

Ticaretlerinizin en hayırlısı bezzazlık (kumaş ticareti) dirSanatlarınızın en hayırlısı ise, inci işlemeciliğidir63

Eğer cennet ehli ticaretle uğraşsaydı, muhakkak ki bez ticareti (manifaturacılık) yaparlardıEğer cehennem ehli ticaretle uğraşsaydı, muhakkak ki, sarraflık yaparlardı64

Selef büyüklerinin çoğu şu on sanatı tercih ederlerdi:

1İnci işlemeciliği

2Ticaret

3Nakliyecilik

4Terzilik ve ayakkabıcılık

5Bez ağartıcılık

6Terlik imalâtı

7Demircilik

8Dokumacılık

9Karada ve denizde avcılık

10Yazıcılık/Hattatlık

Abdulvehhab el-Verrak65 şöyle anlatır; Ahmed bHanbel benden 'Sanatın nedir?' diye sorduBen ise 'Yazıcılık/Hattatlık' dedimBunun üzerine ' Yazıcılık/Hattatlık helâl kazançtırEğer ben elimle bir sanat yapsaydım mutlaka senin sanatını yapardımSakın orta kısmına yazmaktan şaşmaHâşiyelerde (sahife kenarlarında) yer bırakCüz'lerin arka kısımlarına da yazma' dedi.

Sanatkârlardan dört grup halkın nezdinde zayıf görüşe sahip olmakla bilinirler.

a) Örücüler

b) Pamukçular

c) Yün eğiricileri

d) Muallimler

Bu grupların halk nezdinde zayıf görüşlü olarak bilinmelerinin hikmeti şu olabilir: Çünkü bunların karıştıkları ve konuştukları, çoğunlukla kadınlar ve çocuklardırAklen gelişmemiş kimselerle oturup-kalkmak ise, aklın zâfiyetine yol açarNitekim akıllılarla oturup-kalkmak da aklın artmasına vesile olduğu gibi. . .

Mücâhid'den şöyle rivâyet edilir:66 Hazret-i isa'nın annesi Meryem (aleyhisselâm) , oğlu isa'yı ararken dokumacıların yanından geçerek yolu sorduDokumacılar ise, Meryem'e yanlış yol gösterdilerBunun üzerine Hazret-i Meryem onlara şu bedduâda bulundu: 'Ey Allahım! onların kazancından bereketi kaldır! Onları fakir olarak öldür ve onları insanların gözünde hakir göster!' Allahü teâlâ tarafından Hazret-i Meryem'in bu duası kabul olundu. (Şâyân-ı itimad bir rivâyet değildir) .

Selef-i Sâlihîn, farz-ı kifâyeler ve ibâdetler kabilinden olan herhangi bir şeyin karşılığında ücret almayı hoş görmezlerdiMeselâ, ölü yıkamak, ölüyü gömmek, ezan okumak, teravih namazını kıldırmak gibi. . . Her ne kadar bu çalışmalar karşılığında alınan ücretin doğruluğuna hükmedilmiş ise de. . . Kur'ân ve şer'î ilimleri öğretmek de böyledirZira bu çalışmalar karşılığında dünya ücreti değil de âhiret ücreti düşünülmelidirBunların karşılığında ücret almak ise, âhireti dünya ile değiştirmek mânâsına gelirBöyle bir muamele ise, müstehab değildir.

3Üçüncüsü, dünya pazarı, müslüman kişiyi âhiret pazarından menetmemelidirÂhiretin pazar yerleri camilerdirNitekim Allahü teâlâ şöyle buyurmuştur:

Nice adamlar vardır ki, ne bir ticaret ne de bir alışveriş, Allah'ı anmaktan, namazı gereği üzere kılmaktan ve zekât vermekten kendilerini alıkoymaz. (Nûr/37) Aynı sûrenin 36ayetinde de şöyle buyurulmaktadır:

Bu lamba, o mescidlerde yakılır ki, onların yüce tanınmasını ve içlerinde isminin anılmasını Allah emretmiştir.

Bu bakımdan müslüman tüccar gündüzün başlangıcından pazar kuruluncaya kadar vaktini âhiret pazarına girmeye tahsis etmelidirCamide zikir ve fikir ile meşgul olmalıdırVirdlerine devam etmelidirHazret-i Ömer tüccarlara şu şekilde hitab ediyordu: 'Ey tüccarlar! Gündüzlerinizin başlangıcını âhiretinize tahsis edinizOndan sonraki zamanınızı da dünyanıza. . . '

Selef-i Sâlihîn günün başlangıcını ve sonunu âhirete ayırarak günün ortasında ticaretle uğraşırlardıHerise (dövmeden yapılmış bir yemektir) ve kelle-paçayı sabahleyin ancak bâliğ olmayan çocuklar ve İslâm diyarında yaşayan zimmîler satarlardıÇünkü bâliğ müslümanlar ise, o zaman hâlâ mescidlerde ibadet etmekle meşguldüler.

Melekler, kulun amel defterini Allah'ın huzuruna götürdükleri zaman, o defterde günün başında ve sonunda Allah'ın zikri ve işlenilmiş bir hayır varsa Allahü teâlâ bu iki vaktin arasında işlenen kötü amellerine onu kefaret kılar67

Gece nöbetçisi bulunan meleklerle gündüz nöbetini devralan melekler fecrin doğuşunda ve ikindi namazında bir araya gelirlerBunun üzerine Allahü teâlâ -herşeyi onlardan daha iyi bildiği halde- kendilerine şöyle sorar:

-Kullarımı nasıl ve ne ile uğraşırken bıraktınız?

-Onları namaz kıldıkları halde terkettik ve (yine nöbeti devralmak için) geldiğimizde onları namaz kılarken gördük.

-O kullarımı affettiğime dair sizi şahid kılıyorum.

Sonra kişinin günün ortasında birinci (öğle) veya ikindi namazı için okunan ezanı işittiği zaman, başka bir işe yönelmemesi, yerinden kalkıp işini bırakması uygun bir harekettirZira İmâm ile beraber alınan tekbirin faziletini kaçırmaya karşılık olarak dünya içindekilerle beraber verilse yine de değmezEğer tüccar bir kimse cemaat namazına iştirak etmezse, bir kısım âlimlere göre günahkâr olur.

Selef-i Sâlihîn ezanı işitir işitmez pazar ve çarşıları çocuklar ile zimmîlere bırakıp boşaltır, camilere akın ederlerdiNamaz vakitlerinde dükkânlarını korumak için kıratlar (paranın küçük birimleri) vererek çocuklar veya zimmîleri bekçi tutarlardı ve bu ücretler de bu tür işlerde çalışanlar için maişet vesilesi olurdu'Onları Allah'ın zikrinden ne bir ticaret, ne de bir alışveriş meşgul etmez' (Nûr/37) ayetinin tefsirinde şöyle vârid olmuştur: Onlar demirci ve inci işlemecisi idilerBu bakımdan onlardan herhangi biri çekicini demire indirmek üzere yukarı kaldırır veya inciyi delmek üzere çarkı harekete geçirir ve tam bu durumda iken ezan sesini işitir, çarkı inciden çekmez, yukarıda kalan çekici demire vurmaz, derhal elindekileri atar, namaza kalkardı.

4Sadece bununla yetinmemeli, çarşıda ve pazarda Allah'ın zikrini daimî bir şekilde yapmalı, tehlil ve tesbihlerle (alışveriş esnasında dahi) meşgul olmalıdır.

Çarşıda gâfiller arasında Allah'ı zikretmek camide zikretmekten daha faziletlidirNitekim Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

Gâfiller arasında Allah'ı zikreden, düşmanın önünden kaçanların arkasında savaşan ve ölüler arasında diri bulunan bir kimse gibidir.

Bu hadîs 'Kurumuş bitkiler arasında yemyeşil bir ağaç gibidir' şeklinde de gelmiştir.

Kim çarşı ve pazara girip 'Allah'tan başka ilâh yok! Allah kuvvet ve kudretinde tekdirO'nun ortağı yokturMülk O'nundurHamd O'nundurDirilten ve öldüren O. . . O, ölümsüz diridirHayr O'nun kudret elindedirO, herşeyi yapmaya kâdirdir' dese Allahü teâlâ onun için bir milyon hasene yazar68

İbn Ömer, Salim bAbdullah, Muhammed bVasık ve diğer sahabîler69 çarşı ve pazara bu zikrin faziletine nail olmak için giderlerdiHasan-ı Basrî şöyle buyurmuştur: Pazarda veya çarşıda Allah'ı zikreden bir kimse kıyâmet gününde haşre gelirOnun ayın ziyası ve güneşin burhanı gibi bir burhanı vardırPazarda Allah'tan af dileyen bir kimseye Allahü teâlâ o pazarda bulunanların adedince sevap verir'.

Hazret-i Ömer (radıyallahü anh) , çarşıya girdiği zaman şöyle derdi:

Ey Allahım! Küfürden ve fısktan ve bu çarşıdaki şeylerin şerrinden sana sığınıyorumEy Allahım! Yalan yemin etmekten, zarar edici bir alışverişten sana sığınıyorum.

Ebû Câfer el-Ferganî şöyle anlatır: Bir gün biz Cüneyd-i Bağdâdî'nin yanında bulunuyordukOnun meclisinde camilerde oturup kendilerini sûfîlere benzeten, camide oturmanın âdabında kusur yapan ve pazarlara gidenlerin ayıplarını araştıran birtakım kimselerden bahsedildiBunun üzerine Cüneyd şöyle buyurdu: 'Çarşıda nice kişiler vardır ki, camiye girip camide (güya) zikir ile meşgul olan bazı kimselerin kulağından tutup camiden dışarı atıp onun yerine oturmak selâhiyetine sahiptirBen çarşıda çalışan bir kişiyi biliyorum ki, hergün üçyüz rek'at ve otuz bin tesbih onun virdi ve vazifesidir'Ferganî diyor ki: 'Benim aklıma Cüneyd'in bu söz ile kendi nefsini kastettiği geldi'.

Abdullah'tan biridirSalim bAbdullah ise Hazret-i Ömer'in torunu ve İbn Ömer'in oğludur. Yedi fakîhten biridirAbid ve fâzıl bir kimseydi, Muhammed bVâsık bCâbir bAhnes, el-Ezdi kabilesine mensupturBasralı, itimad edilir bir âlim, âbid bir kimseydiH123 senesinde vefat etmiştirİşte dünyanın lezzetlerine dalmak için değil sadece ekmeğini temin etmek için ticaret yapanların ticaretleri böyleydiZira âhirete yardımcı olsun diye dünyayı arayan, nasıl olur da âhiret kârını elden kaçırır? Çarşı, cami ve ev aynı hükümdedirlerKurtuluş ancak takva iledirNitekim Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem. ) şöyle buyurmuştur:

Nerede olursan ol, Allah'tan kork! (Günahın arkasından iyilik işle ki o günahı silsin. Halka güzel ahlâkla muamele et) 70

Bu bakımdan takva dindar kimselerden -durumlar ve haller onları nerelere sürüklerse sürüklesin- ayrılmazOnların hayatı ve yaşayışı onunladırZira onlar ticaretlerini ve kârlarını ancak takvada görürler.

Denildi ki: 'Âhireti seven yaşarDünyayı seven ise, taşar; yani delidir'Ahmak odur ki, sabah akşam hiç peşinde gezerAkıllı odur ki, kendi nefsinin ayıplarını arar, bulur (ve ıslah eder) .

5Beşincisi, pazar ve ticarete fazlasıyla haris ve düşkün olmamaktırŞöyle ki, herkesten evvel pazara gidip herkesten sonra pazardan ayrılanlardan olmamalıdırTicaret peşinde deniz yolculuğuna çıkmamalıdırZira herkesten evvel çarşıya gelip herkesten sonra ayrılmak ve ticaret için deniz yolculuğuna çıkmak mekruhtur71

Ancak hac veya umre veya muharebe için deniz seferi yapılır72

Abdullah bAmr bAs şöyle buyurmaktadır: 'Sakın herkesten önce çarşıya giren ve herkesten sonra çarşıdan ayrılan olma! Zira orada şeytan yumurtlamış ve civcivler çıkarmıştır'.

Muaz b. Cebel ve Abdullah b. Ömer'den şöyle rivâyet edilir: İblis, Zelembur adlı çocuğuna şöyle emir verir: 'Askerlerinle beraber geceleyin gitPazarcıların yanına varOnlar için yalan söylemeyi, yemin etmeyi, kandırmayı, hile yapmayı ve hıyânette bulunmayı süslü gösterHerkesten evvel pazara girenle ve herkesten sonra pazardan çıkanla beraber ol!'

Yerlerin en şerlisi çarşı ve pazarlardırÇarşı ve pazar ehlinin en şerlisi de, çarşıya ilk giren ve son çıkandır73

Bu ihtirazın (korunmanın) tamamı, kişinin günlük nafakasına yetecek kadar kazanmayı murakabe etmesidirNe zaman yetecek kadar nafakasını elde ederse gitmeli ve âhiret ticaretiyle meşgul olmalıdırSelefin salihleri böyleydiSelefin sahillerinden bazıları vardı ki, bir danik (dirhemin altıda biridir) kâr ettiği zaman onunla kanaat eder, derhal alışverişi bırakır, âhiret ticaretiyle meşgul olmak üzere ayrılırdıHammad bSelme (veya Seleme) 74 içinde koku saklanan bir kabı (yani bir tablayı) önüne bırakıp onun üzerinde peçe satardıNe zaman iki habbe kâr ederse (habbe, o devrin para birimi) derhal koku kabını kaldırır, alışverişi bırakır giderdi.

İbrahim bBeşşar75 şöyle anlatır; İbrahim b. Edhem'e dedim ki;

-Bu günümü boş mu geçireyim, yoksa duvarcıların yanında çamurda mı çalışayım? (Veya bugünümü çamurda çalışmak suretiyle geçirmek istiyorum) .

-Ey Beşşar'ın oğlu! Sen hem arıyor, hem de aranıyorsunElinden kurtulmaya imkân olmayan biri tarafından aranıyorsun.

Senden istenmiyen birşeyi de sen arıyorsunSen hiç mahrum olmuş bir hârisi ve çeşitli nimetlerle donatılan bir zayıfı görmedin mi?

-Bakkalın yanında benim bir danik param vardır.

-Bir danik paran olduğu halde çalışmayı arıyorsun ha! Doğrusu bu bana çok ağır geldi. (Veya doğrusu bu kadar sabırlı olman seni gözümde daha da büyüttü) .

Seleften bazıları öğle namazından sonra alışverişi terkedip giderdi. Bazıları da ikindi namazından sonra. . . Bazıları da haftada bir veya iki gün çalışır, bununla yetinirlerdi.

6Altıncısı, sadece haramdan sakınmakla yetinmemelidirBilâkis şüpheli şeylerden kaçınmalıdırŞekkin kokusu bulunan yerlerden uzaklaşmalıdırBu hususta fetvalara pek fazla kulak asmamalıdırSadece kalbinden fetva istemelidirEğer kalbinde yapacağı işe karşı bir ürkeklik görürse, derhal ondan sakınmalıdırKendisine bir mal geldiği zaman, o mal kendisini şüpheye sevkediyorsa, onun durumunu sormalı, nereden geldiğini anlamalıdırEğer sormaksızın yerse, şüpheli birşeyi yemiş olurHazret-i Peygamber'e (sallâllahü aleyhi ve sellem) süt getirildiŞüpheli gördüğü için getirenlere şöyle sordu:

- Bu süt nereden elinize geçti?

-Koyundan. . .

-Bu koyun nereden elinize geçti?

-Filân yerden. . .

İşte bu cevap üzerine Hazret-i Peygamber sütten içerek şöyle buyurdu:

Biz peygamberler zümresi, ancak helâli yemek ve salihi işlemekle emrolunduk76

Yine Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur: 'muhakkak ki, Allahü teâlâ, peygamberlerine emrettiklerini Mü'min kullarına da emrederek şöyle buyurmuştur: 'Ey Mü'minler! Size verdiğim rızıkların temiz ve helâlinden yeyin ve Allah'a şükredin! Eğer hakîkaten ona ibadet ediyorsanız. . . (Bakara/172) .

İşte görüldüğü gibi, Hazret-i Peygamber, birşeyin aslını ve aslının aslını sormuşturFakat öteye gitmemiştirÇünkü ötekileri bilmek güçtürBiz Helâller ve Haramlar bölümünde bu kabil soruların nerede farz olduğunu belirteceğizÇünkü Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) , kendisine getirilen herşeyi sorup tahkik etmezdiTüccar bir kimse alışveriş yaptığı kimsenin haline ve tavrına bakmalıdırZulme, hıyânet, hırsızlık veya faize nisbet edilen bir kimse ile alışveriş yapmamalıdırCündîlerle (paralı asker) , zâlimlerle hiçbir şekilde alışveriş yapmamalıdırÇünkü bunlarla alışveriş yapmak onların zulmüne yardımcı olmak demektirAnlatıldığına göre bir kişi, İslâm hududlarının herhangi birinde yapılmakta olan bir sur'un müteahhitliğini aldıAdam diyor ki; 'Buradan aldıklarım kalbime şüphe getirdiHer ne kadar böyle birşeyi yapmak hayırlı işlerden, belki İslâmî farzlardansa da. . . ' Çünkü o kişinin mıntıkasındaki emîr, zâlimlerdendi.

Adam der ki; Süfyân es-Sevrî'ye gidip bu durum hakkında fetva sordumSüfyân bana 'Sakın az veya çokta zâlimlere yardımcı olma!' buyurduBunun üzerine şu karşılığı verdim: 'Bu yapılan müslümanlar için ve Allah yolunda yapılan bir sur mudur?' Bana şöyle cevap verdi: Evet öyledirBu vazifeyi aldığından ötürü sana gelecek en az felâket, senin ücretini vermek için bu sur'u yaptıran zâlimlerin hayatta kalmalarını sevmen olacaktırBöylece Allah'a isyan eden bir kimsenin yaşamasını isteyip sevmiş olursunOysa Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur:

Zâlim bir kimsenin yaşaması için dua eden bir kimse, Allah'ın mülkünde Allah'a isyan etmeyi sevmiş olur77

Fâsık bir kimse övüldüğü zaman muhakkak Allah gazaba gelir78

Kim herhangi bir fâsığa ikramda bulunursa, o kimse İslâm'ın yıkımına yardım etmiş olur79

Süfyân, el-Mehdî'nin huzuruna girdi80 el-Mehdî'nin elinde beyaz bir kâğıt vardıel-Mehdî, Süfyân'ı görünce şöyle dedi'Ey Süfyân! Bana divit ver ki yazayım!' Süfyân da şöyle dedi: 'Bana söyle, ne yazacaksın? Eğer hak bir sözü yazacaksan sana diviti vereyim'.

Emirlerden birinin yanında, mahpus bulunan âlimlerden birinden emîr mektubunu mühürlemek için çamur istedi81 ki, onunla yazmış olduğu mektubu mühürlesinBunun üzerine âlim şöyle dedi: 'Ey emîr! Evvela mektubu bana verOnun içinde neler olduğunu göreyim. (Ondan sonra sana kurutman ve mühürlemen için çamur vermek suretiyle yardım edeyim) '.

İşte selef-i Sâlihîn böylece zâlimlere yardım etmekten kaçınırlardıZâlimlerle iş yapmak ise, yardım çeşitlerinin en şiddetlisidirBu bakımdan dindar kimseler imkân buldukça onlarla iş yapmaktan sakınmalıdırlar.

Kısaca, müslüman kişinin nazarında insanlar 'kendileri ile iş yapılır' ve 'kendileriyle iş yapılmaz' diye iki kısma ayrılırBu zamanda kendileriyle iş yapılanlar; iş yapılmayanlardan daha azdır.

Seleften biri şöyle buyurmuştur: "İnsanlar için bir zaman geldi ki, kişi çarşıya gider, çarşıdakilere 'Benim için şu insanlardan hangisiyle iş yapmayı münasip görürsünüz?' derdiBu sözünü işitenler de İstediğinle iş yapAncak filân ve falan adamla yapma!' derlerdiDaha sonra üçüncü bir zaman geldi ki, kendisine şöyle denildi: 'Sakın filan ve falandan başka kimselerle iş yapmayasın'Ben korkuyorum ki, dördüncü bir zaman gelsin ki, bu kadarı da o zamanda kalmamış olsun".

Sanırım ki, bu zâtın korktuğu zaman gelip çatmıştırİnnâ lillâhî ve innâ ileyhi râciûn!

7Yedincisi, iş yaptığı şahısların herbiriyle muamelesinin cereyan etme şekillerinin tamamını murakabe ve kontrol etmektirZira kişi murâkıb ve muhâsiptirBu bakımdan, hesap ve ikab gününde her yaptığından sorumlu tutulduğu anda verilecek cevapları şimdiden hazırlamalıdırHer sözünden 'Neden bunu söyledin veya yaptın?' diye sorulacaktırÇünkü denildi ki, tüccar bir kimse kıyâmet gününde her alışveriş yaptığı kimse ile teker teker durup onların adedince muhasebeye çekilir.

Seleften biri şöyle anlatır: Ben bazı tüccarları rüyamda gördüm ve şöyle sordum:

-Allah sana nasıl muamele etti?

-Allahü teâlâ benim önüme elli bin sahife yığdı.

-Önüne yığılan bütün bu sahifeler günahlar mıdır?

-Bunlar insanlarla yapmış olduğum işlerdirDünyada iş yaptığım her insan için müstakil bir sahife yazılmıştırMuamelenin başlangıcından sonuna kadar benimle onun arasında cereyan edenlerin tamamı burada mevcuttur.

İşte buraya kadar saydıklarımız çalışan bir kimsenin çalışmasındaki adâlet, ihsan ve dinindeki şefkattirEğer kişi sadece adalete riayet ederse salih kimselerden olur ve adaletle beraber bir de ihsana riayet ederse mukarriblerden olur.

Eğer kişi -beşinci bölümde zikredildiği gibi- bununla beraber dinî vazifelerini de ihmâl etmezse sıddîkîn'den olurAllah en doğrusunu bilir!

Kitabu Âdâb'il-Kesb ve'l-Meâş (Kazanç ve Geçim Adabı) bölümü burada sona erdiHamd ve senâ Allah'a mahsustur.

62) Kitab'u1-İlim'de geçmişti.

63) İmâm Irâkî, bu hadisin isnadına vakıf olmadığını söylüyorDeylemî ise, Hazret-i Ali'den rivâyet etmektedir.

64) Deylemî, (Ebû Said el-Hudrî'den zayıf bir senedle)

65) Künyesi Abdülvehhab bAbdilhakem bNafi bHasan el-Bağdadî'dirVerrak (hattat) mahlasıyla şöhret bulmuşturH50 senesinde vefat etmiştir.

65) Tâbiîn-i kirâmdandırŞâyân-ı itimad bir kimsedir.

66) Tâbiîn-i kirâmdandırŞâyân-ı itimad bir kimsedir.

67) Ebû Yâ'la, (Enes'ten benzerini zayıf bir senedle)

68) Zikir bölümünde geçmişti.

69) İbn Ömer'in adı Abdullah'tırMeşhur dört Abdullah'tan biridirSalim bAbdullah ise Hazret-i Ömer'in torunu ve İbn Ömer'in oğludur. Yedi fakîhten biridirAbid ve fâzıl bir kimseydi, Muhammed bVâsık bCâbir bAhnes, el-Ezdi kabilesinemensupturBasralı, itimad edilir bir âlim, âbid bir kimseydiH123 senesinde vefat etmiştir.

70) Tirmizî, (Ebû Zer'den salâh bir senedle)

71) Deniz seferind karadan daha fazla tehlike olduğundan bu hükme varılmıştır.

72) Ebû Dâvud(Abdullah b. Amr'dan)

73) Ebû Nuaym, (İbn-i Abbâs'tan)

74) Künyesi Ebû Selem'dirBasralıdırŞâyân-ı itimad ve âbid bir kimseydi.

75) Sûfî ve zâhid bir zat idiTercüme-i hali daha önce geçmişti.

77) Bu hadis, merfû olarak bulunamamıştırAncak İbn Eb'id-Dünya, Hasan'ın sözünden nakletmektedir.

78) İbn Eb'id-Dünya, İbn Adiyy, Ebû Ya'lâ ve Beyhakî, Şuab'il Îman, (zayıf bir senedle)

79) İbn Adiyy, (Hazret-i Aişe'den) ; Taberânî, Evsat; Ebû Nuaym, Hilye, (zayıf senedlerle) İbn Cevzî'ye göre hepsi de uydurma dur.

80) el-Mehdi Li-dinillah, Abbasî halifelerindendi.

81) O zaman mühürler çamurdan yapılırdı.