27 - MALA DÜŞKÜNLÜĞÜN VE CİMRİLİĞİN KÖTÜLÜĞÜ |
Giriş
Yaymış olduğu rızkından dolayı hamde müstehak olan Allah'a hamdolsun! Ümitsizlikten sonra zararı kaldıran Allah'a hamdolsun! O Allah ki mahlukâtı yaratmış, rızkı genişletmiş, âlemlere malların çeşitlerini ihsan etmiş. . . Durumların değişmesi üzerine onları, mal hususunda denemiş. . . Onları mal hususunda genişlik ve sıkılık arasında kıvrandırmış. Zenginlik ve fakirlik, tamahkârlık ve ümitsizlik, servet ve iflas, âcizlik ve kuvvet, harislik ve kanaat, cimrilik ve cömertlik, mevcut ile sevinmek, yok olanla üzülmek, kardeşini nefsine tercih etmek, yedirmek, genişletmek, fakirlik, israfçılık ve sıkılık, aza razı olmak ve çoğu hakir görmek arasında insanları evirip çevirmiştir. Bütün bunları insanların hangisinin amel yönünden daha güzel hareket edeceğini denemek için yapmıştır. Hangisinin dünyayı âhirete tercih edeceğini, âhiretten sarf-ı nazar edip döneceğini, dünyayı kendisine azık ve nimet ittihaz edeceğini tecrübe etmek için yapmıştır.
Salât, ümmetiyle diğer ümmetleri nesheden, şeriatıyla diğer din ve meşrebleri ortadan kaldıran Hazret-i Peygamber'in, âli'nin, itaatkâr olarak rablerinin yoluna sülûk eden ashâbının üzerine olsun! Yarab! Onlara çokça selâm et!
Dünyanın fitneleri çok ve afakları geniştir. Fakat mallar dünya fitnelerinin en büyüğü, meşakkatlerinin en baskını ve korkuncudur. Maldaki en büyük fitne, herkes mala muhtaç olduğundandır. Mal elde edildiği zaman, onun fitnesinden kurtuluş yoktur. Eğer mal yok olursa, küfre götürmesi pek yakın olan fakirlik meydana gelir. Eğer mal olursa sonucu zarardan başkası olmayan saldırganlık meydana gelir.
Kısacası mal, fayda ve âfetlerden uzak değildir. Malın faydaları kurtarıcılardan, âfetleri ise helâk edicilerdendir. Malın hayrını şerrinden ayırt etmek, ancak din hususunda basiret sahipleri tarafından mümkün olan zor meselelerdendir. Dinde râsih olan âlimler bunu ayırt edebilirler. Mağrur ve âlim kisvesinde olanlar ise asla ayırt edemezler.
Bunu tek başına şerhedip açıklamak pek mühimdir. Çünkü bizim dünyanın kötülenmesi bahsinde zikrettiklerimiz sadece mal hususunda değildi, umumî dünya hakkında idi; zira dünya her geçici lezzeti içine almaktadır. Mal ise, dünyanın bir parçası, rütbe başka bir parçası, mide ve tenasül uzvunun şehvetinin arkasına takılmak başka bir parçasıdır. . Hased ve öfke ile göğüste kabaran kini dindirmek başka bir parçasıdır, kibir, büyüklük taslamak diğer bir parçasıdır. Dünyanın daha nice parçaları vardır. Dünyanın bütün parçalarını şu cümle ifade etmektedir:
İnsan oğlu için içinde geçici lezzet olan herşey dünyadır.
Bizim bu kitapta anlatacaklarımız sadece mal hakkındadır; zira malda âfet ve tehlikeler vardır. Malın yokluğundan doğan fakirlik sıfatı, yine malın varlığından doğan zenginlik sıfatı vardır. Bunlar, kendileriyle imtihan ve deneme için yapılan iki durumdur.
Sonra malı kaybeden için iki durum vardır:
Kanaat ve harîslik; bu durumlardan birisi kötüdür (yerilir) , diğeri ise güzeldir (övülür) .
Harîs bir kimsenin de iki durumu vardır: Halkın elindeki mala tamah etmesi, halktan ümitsizlikten ötürü sanata dalmasıdır. Bu iki durumun en şerlisi halkın elindeki mala tamah etmesidir!
Servet sahibinin de iki durumu vardır:
1. Cimrilik sâikiyle malı tutmak.
2. İnfak etmek (vermek ve sarfetmek) .
Bunlardan biri kötü, diğeri güzeldir. İnfak edenin de iki durumu vardır:
1. İsraf
2. iktisad.
Övülen iktisaddır. İşte bunlar birbirine benzer durumlardır. Bunlardan çözülmesi müşkil olanın yüzünden perdeyi kaldırmak oldukça mühim bir vazifedir. Biz onu on dört fasılda -eğer Allah dilerse- izah edeceğiz. O fasıllar şunlardır:
Malın kötülenmesi, sonra övülmesi, sonra malın fayda ve âfetlerinin tafsilâtı, sonra hırs ve tamahın kötülüğü, sonra hırs ve tamahın ilâcı, sonra cömertliğin hikâyeleri, sonra cimriliğin kötülüğü, sonra cimrilerin hikâyeleri, sonra îsar (başkasını nefsine tercih etmek) ve fazileti, sonra cömertlik ve cimriliğin hududu, sonra cimriliğin ilâcı, sonra maldaki vazifelerin bütünü, sonra zenginliğin kötülenmesi ve daha sonra fakirliğin övülmesi. . .
Eğer Allah dilerse bunları ele alıp tek tek izah edeceğiz.
27-1
Malın ve Mal Sevgisinin Kötülenmesi
Ayetler
Ey îman edenler! Mallarınız ve çocuklarınız sizi Allah'ı anmaktan alıkoymasın! Kim bunu yaparsa işte onlar ziyana uğrayanlardır. (Münafikûn/9)
Mallarınız ve çocuklarınız (sizin için) bir imtihandır. Büyük mükâfat ise Allah'ın katındadır. (Teğâbün/15)
Bu bakımdan kim, malını ve evladını Allah katındaki sevaba tercih ederse, o zarar etmiştir ve açıkça büyük bir ziyana uğramıştır.
Kimler dünya hayatını ve süsünü isterse, onlara oradaki amellerinin karşılığını tamamen öderiz. Bu hususta onlara noksanlık yapılmaz. (Hûd/15)
Doğrusu insan azgınlık eder. Kendini müstağni gördüğü için. (Alâk/6-7)
Bu bakımdan günahtan dönüş ve ibâdete yöneliş, ancak yüce ve azîm olan Allah'ın kuvvet ve kudretiyledir.
(Mal ve evlât) çoğaltma yarışı, sizi oyaladı. (Tekâsür/1)
Hadîsler
Mal ve şeref sevgisi, kalpte nifakı bitirir; tıpkı suyun sebzeleri bitirdiği gibi.
Bir koyun ağılına salıverilen iki yırtıcı kurt, şeref, mal ve mertebenin müslüman kişinin dininde yaptığı tahribattan daha fazla tahribat yapamaz. 1
Mal biriktirenler helâk oldular. Ancak Allah'ın kullarından şöyle ve şöyle (eliyle işaret etti) malı sarfedenler hariç! Onlar da pek azdır. 2
Denildi ki: 'Ey Allah'ın Rasûlü! Senin ümmetinin hangileri daha şerirdir?' Hazret-i Peygamber şöyle buyurdu: 'Zenginler'3
Sizden sonra bir kavim gelecek, en güzel şeyleri yiyeceklerdir. Atın bakımlısına ve her çeşidine bineceklerdir. Kadınların en güzellerini alacaklar. Elbiselerin en güzellerini giyecekler. . . Az ile doymayan karınları, çokla kanaat etmeyen nefisleri vardır. Dünyaya dalmışlar, sabah akşam dünyaya başvururlar. Dünyayı, ilahlarından başka ilâh, rablerinden başka rab edinmişlerdir. Dünyanın emrine girerler, hevâ-i nefislerine tâbi olurlar. Bu bakımdan o zamana yetişen sizin zürriyetlerinizin zürriyetlerine, haleflerinizin haleflerine Abdullah'ın oğlu Muhammed'den bir tavsiyedir ki onlara selâm vermesin, onların hastalarını ziyaret etmesin, cenazelerinin kaldırılmasına katılmasın, büyüklerine hürmet etmesin. Bunları yapan bir kimse İslâm'ın yıkımına yardım etmiş olur. 4
Dünyayı dünya ehline bırakın! Kim dünyadan kendisine yetecek olandan fazlasını edinirse, o bilmeden felâketini hazırlamış olur. 5
Âdem oğlu 'ınalım, malım' der. Acaba yiyip bitirdiğinden, giyip eskittiğinden, sadaka verip tükettiğinden başka malı var mıdır?6
Bir kişi şöyle sordu: 'Ey Allah'ın Rasûlü! Ben neden ölümü sevmiyorum?'
-Senin malın var mı?
-Evet!
-O halde önce malını ver! Çünkü Mü'min bir kimsenin kalbi malıyla beraberdir. Eğer malını kendisinden önce âhirete gönderirse, arkasından gidip malına yetişmeyi sever.
Eğer malı geride ise malıyla beraber geride kalmayı sever. 7
Âdem oğlunun dostları üçtür: Birisi, ruhun alınmasına kadar kendisiyle arkadaşlık yapar.
İkincisi kabrine kadar, üçüncüsü mahşer yerine kadar. . . Ruhunun alınmasına kadar arkadaşlık yapan, kişinin malıdır. Kabrine kadar arkadaşlık yapan ise kişinin aile efradıdır. Haşrine kadar kişiden ayrılmayan ise ameldir. 8
Havarîler Hazret-i Îsa'ya şöyle sordular: 'Sen neden su üzerinde yürüyebiliyorsun da bizim buna gücümüz yetmiyor?' Hazret-i Îsa dedi ki: 'Dinar ve dirhemin sizin nezdinizdeki kıymeti nedir?' Havârîler 'Güzellik ve sevgidir' dediler. Îsa (aleyhisselâm) Fakat onların ikisi benim nezdimde toprakla eşittir!' dedi.
Selman-ı Fârisî, Ebu'd Derda'ya şöyle yazdı: 'Kardeşim! Sakın dünyadan şükrünü eda etmeyeceğini toplama! Çünkü ben Hazret-i Peygamber'in şöyle buyurduğunu işittim:
Dünyada Allah'a itaat eden arkadaşı getirilir. Malı da önünde. . . Ne zaman köprü onu sarsarsa malı kendisine 'Git! Sen bende bulunan Allah'ın hakkını edâ ettin!' der. Sonra malı da omuzunda olduğu halde, dünyada Allah'a itaat etmeyen arkadaşı getirilir. Köprü kendisini sarstıkça malı kendisine 'Azap sana olsun! Neden bende bulunan Allah'ın hakkını eda etmedin?" der. Bu durum, kişi kendisine azap ve helâk isteyinceye kadar devam eder. 9
Zâhidlik ve Fakirlik bölümünde, zenginliğin kötülenmesi ve fakirliğin medhi hakkında belirttiklerimizin tümü aynı zamanda malın kötülenmesi demektir. Bu bakımdan biz onları tekrar etmekle sözü uzatmayacağız. Böylece dünyanın zemmi hakkında zikrettiğimiz herşey umumî mânâsı itibariyle malın kötülenmesini de kapsamaktadır. Çünkü mal, dünya rükünlerinin en büyüğüdür.
Biz, şimdilik özel olarak mal hakkında vârid olanları zikredelim.
Kul öldüğü zaman, melekler 'kendisinden önce ne gönderdi?' derler. Halk da 'arkasından ne bıraktı?' diye sorarlar. 10
Sakın gayr-ı menkul edinmeyin, yoksa dünyayı sevmiş olursunuz!
Bir kişi, Ebu'd Derda'ya (radıyallahü anh) hakaret ederek kötü davrandı. Ebu'd Derda (radıyallahü anh) şöyle dua etti: 'Yarab! Bana kötülük edenin bedenini sıhhatli kıl! Ömrünü uzat, malını çoğalt!'
Dikkat et! Ebu'd Derda, bedenin sıhhati ve ömrün uzamasıyla beraber malın çoğalmasını, belanın katmerlisi olarak görmüştür! Çünkü böyle olmak saldırgan olmasına sebep olur.
Hazret-i Ali eline bir dirhem para aldı ve sonra şöyle dedi: 'Sen benden çıkmadıkça bana fayda vermezsin!'
Hazret-i Ömer, Zeyneb binti Cahş'ın payını (Bahreyn malından) gönderdi. Zeyneb 'Bu ne malıdır?' diye sordu. Dediler ki: 'Ömer sana gönderdi!' Zeyneb şöyle dedi: 'Allah onu affetsin!' Sonra yanındaki bir bezi parçaladı. O parçalardan keseler yaptı. O gelen malı yakınlarının ve himayesinde bulunan yetimlerin arasında taksim etti. Daha sonra da iki elini kaldırarak şöyle dua etti: 'Yarab! Benim bu senemden sonra Ömer'in vereceği mal bana yetişmesin?'11 Böylece duası kabul oldu ve ilk ölüp de Hazret-i Peygamber'e iltihak eden zevcât-ı tâhirelerinden oldu.
Hasan-ı Basrî şöyle demiştir: 'Allah'a yemin olsun! Parayı azîz eden bir kimseyi muhakkak Allah zelîl eder!'
Denildi ki: 'Dinar ve dirhem (altın ve gümüş paralar) ilk sikkelendikleri zaman İblis onları kaldırdı. Sonra alnına koydu, sonra öptü ve şöyle dedi: 'İkinizi seven benim kulum ve kölemdir!'
Semît b. Aclan12 şöyle demiştir: 'Dirhem ve dinarlar, münâfıkların gemleridir. O gemlerle münâfıklar ateşe doğru çekilirler!'
Yahya b. Muaz şöyle demiştir: 'Dirhem akreptir. Eğer onu güzelce afsunlayamayacaksan ona sahip olma. Çünkü o seni ısırırsa zehiri seni öldürür'.
Kendisine şöyle soruldu: 'Onu afsun etmek ne demektir?' şöyle cevap verdi: 'Helâlinden kazanmak ve hakkı olan yere harcamak demektir'.
Ulâ b. Ziyad şöyle demiştir: 'Dünya bana göründü, sırtında her türlü süs vardı. Ben (ey dünya) 'Senin şerrinden Allah'a sığınıyorum' deyince o şöyle dedi: 'Eğer Allah'ın seni benden korumasını istiyorsan dirhem ve dinardan nefret et'.
Bunun hikmeti şudur: Dirhem ve dinar dünyanın tamamıdır; zira onlarla dünyanın her çeşidine ulaşılır. Bu bakımdan onların ikisinden uzak duran bir kimse, dünyadan uzak durmuş olur ve bu mânâda şöyle denilmiştir: 'Ben gördüm! Bu bakımdan siz de ondan başkasını sanmayınız!'
(Gördüğüm) takvâ, şu dirhemin yanındadır. Ona sahip olduğun halde onu bırakırsan, bil ki senin takvân müslümanın takvâsıdır.
Yine bu hususta şöyle denmiştir: 'Sakın kişinin yamalı gömleği veya baldırının üstündeki kısa izarı veya secde eseri bulunan alnı seni aldatmasın! Ona parayı göster. Onun sevgisini veya takvâsını o zaman gör'.
Müslim b. Abdülmelik'den13 şöyle rivâyet edilir: Ömer b. Abdülaziz ölüm döşeğinde iken huzuruna girdim ve dedim ki: 'Ey müminlerin emiri! Öyle birşey yaptın ki senden öncekilerin hiçbiri öyle birşey yapmamıştır: Çocuklarını ve yakınlarını parasız pulsuz bırakıp gidiyorsun!'
Zira Ömer b. Abdülaziz'in onüç çocuğu vardı. Ömer yanındakilere 'Beni oturtunuz!' dedi. Oturduktan sonra Müslim'e şöyle dedi: "Senin 'onlara para bırakmadın' sözüne gelince, ben onların hakkı olan birşeyi onlardan menetmiş değilim ve başkasının hakkını da onlara vermedim. Ancak benim evladım da şu iki kişiden biridir: 'Ya Allah'a itaat eder, Allah ona kâfidir -sâlih kimselerin velisi Allah'tır- veya Allah'a isyan eder, bu takdirde nereye düştüğü beni ilgilendirmez".
Muhammed b. Ka'b el-Kurazî büyük bir serveti Allah yolunda infak etti. Kendisine denildi ki: 'Bu serveti senden sonra çocuklarına bıraksaydın! (olmaz mıydı?) ' O cevap olarak 'Hayır! Servetimi rabbimin katında nefsim için azık yapıyorum. Rabbimi de çoluk çocuğuma azık yapıyorum; onları rabbime teslim ediyorum' dedi.
Bir kişi Ebû Abdirabbihi'ye14 şöyle dedi: 'Ey kardeşim! Sakın şer ile Allah'ın huzuruna gidip çocuklarını hayr ile bırakma!' Bunun üzerine Ebû Ahdirabbihi, malından yüzbin dirhemi Allah yolunda infak etti.
Yahya b. Muaz şöyle demiştir:
-İki musibet vardır ki öncekiler ve sonrakiler onların benzerini işitmemişlerdir. Onlar, ölüm çağında kula isabet ederler.
-O iki musibet nedir?
-Bütün malı kendisinden alınır ve bütün malından ötürü de hesaba çekilir!
1) Tirmizî, Nesâî
2) Taberânî, İmâm-ı Ahmed
3) Bu garib hadîs'tir. Irâkî bu ibare ile görmediğini kaydettikten sonra,
Taberânî ve Beyhâkî'nin başka bir lâfızla rivâyet ettiğini söylemektedir.
4) Taberânî
5) Bezzâr
6) Müslim
7) Irâkî bu hadîse rastlamadığını söylemektedir.
8) İmâm-ı Ahmed, Taberânî
9) Beyhâkî
10) Beyhâkî
11) Burada Hazret-i Peygamber'in bir mucizesi tahakkuk etmiştir. Çünkü bir gün, bütün hanımlarıyla otururken 'Sizin en cömertiniz hanginiz ise o hepinizden önce bana iltihak edecektir!' demiştir, (Müslim) Hazret-i Peygamber'in zevceleri arasında Zeyneb'den daha cömerti yoktu. . .
12) Seybanlı ve Basralıdır.
13) Bu zat, Abdülmelik b. Mervan'ın oğludur.
Malın Övülmesi ve Övgü ile Kötülemenin Te'lifi
Allahü teâlâ, Kur'ân'ın birçok ayetinde mala hayr ismini vererek şöyle buyurmuştur:
Birinize ölüm geldiği zaman, eğer bir hayır (mal) bırakacaksa babasına, annesine ve akrabasına uygun bir biçimde vasiyet etmek, Allah'tan korkanlar üzerine bir borçtur. (Bakara/180)
Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:
Sâlih mal, sâlih kişinin elinde ne güzeldir!15
Hac ve sadakanın sevabı hakkında vârid olan âyet, hadîs ve eserler, aynı zamanda malı da övmektedirler; zira hac ve sadakayı İnsan oğlu ancak mal ile yapabilir. Allahü teâlâ şöyle buyurmaktadır:
Duvar ise şehirde iki yetim çocuğundu. Altında onlara ait bir define vardı. Babaları da sâlih bir kimse idi. Rabbin diledi ki onlar güçlü çağlarına ersinler ve rabbinden bir merhamet olarak definelerini çıkarsınlar. Ben bunları kendiliğimden yapmadım. (Kehf/82)
Ve size çok mallarla, oğullarla yardım etsin, size bahçeler versin, ırmaklar versin. (Nûh/12)
Fakirlik küfre (sebep olmaya) yaklaştı. 16
Bu hadîs, malı övmektedir. Sen malın hikmetini, maksadını, âfet ve tehlikelerini bildikten sonra ancak malın övülmesiyle kötülenmesi hakkında gelen hadîslerin tezat teşkil etmediğine vâkıf olabilirsin. O zaman sana malın bir yönden hayır olduğu, diğer bir yönden de şer olduğu, hayır olması hasebiyle güzel birşey olduğu, şer olmak hasebiyle de kötü birşey olduğu görülecektir. Çünkü mal, sırf hayır veya sırf şer değildir. Aksine mal, hem hayrın, hem de şerrin sebebidir. Vasfı ve niteliği bu olan birşey şüphesiz ki hem övülür, hem de kötülenir. Fakat basiret sahibi ve hayrı şerden ayırdeden bir kimse idrak eder ki malın övülen kısmı, kötülenen kısmından başkadır. Bunun açıklanması, Şükür bahsinde zikrettiğimiz hayrat ve hasenat bakımından, nimetlerin derecelerinin tafsilâtı ve bu husustaki miktarın yeterli derecesi dikkate alınarak şöyle yapılır: Akıllıların maksadı ve basiret sahiplerinin hedefi; daimî nimet ve sarsılmaz mülk olan âhiret saadetidir. Bunu istemek şerefli ve akıllı kimselerin âdetidir; zira Hazret-i Peygamber'e 'İnsanların en şereflisi ve en akıllısı kimdir?' diye sorulduğunda, cevap olarak şöyle buyurmuştur:
Ölümü en fazla anan ve hummalı bir şekilde ölüme hazırlanan kimse!17
Bu saadet üç vesile ile elde edilir, O vesileler de nefiste olan faziletlerden ibarettir: İlim, güzel ahlâk, selâmet, sıhhat gibi bedenî ve mal gibi bedenin haricinde olan faziletlerdir. Önce bedenî faziletler, sonra bedenin haricinde olanlardır. O halde bedenin haricinde olanlar bunların en düşüğüdür. Mal ise haricî vesilelerdendir. Malın en düşüğü dirhem ve dinarlardır. Çünkü dirhem ve dinarlar hizmet ederler. Onların hizmetçisi yoktur. Dirhem ve dinar, bizzat kendileri için istenmez. Başka şeyler için istenir. Zira nefis, saadeti matlub olan cevherdir. Nefis, ilim, marifet ve ahlâka, onu zatında nitelik ve sıfat yapsın diye hizmet eder. Beden de duyu ve azalar vasıtasıyla nefse hizmet eder. Yiyecekler, giyecekler de bedene hizmet ederler. Daha önce de geçtiği gibi yemeklerden gaye, bedenin sağlam kalmasıdır. Evlenmeden gaye, neslin idamesidir. Bedenin sağlam kalmasından gaye; nefsin temizlenmesi, ilim ve ahlâkla süslenmesidir. Kim bu tertibi biliyorsa o, malın kıymetini, şerefin yolunu öğrenmiştir ve malın şerefinin yiyecek ve giyeceklerin zarurî olmasından ileri geldiğini de anlamıştır. Öyle bir zaruret ki bedenin yaşaması için gereklidir. Öyle beden ki nefsin kemâli için zarurîdir. Öyle kemâl ki hayrın ta kendisidir. O halde bir şeyin faydasını, gayesini, hedefini bilen ve şeyi o gaye için kullanan, o gayeyi gözeten, onu unutmayan bir kimse güzel davranmış ve faydalanmış demektir. Gayeye vasıtasıyla ulaşılan şey de güzeldir. Bu bakımdan mal, doğru bir maksada ve hedefe vesile olduğu gibi, kötü maksadlara da alet ve vesile edinilebilir. O kötü maksadlar, insanı âhiret saadetinden alıkoyan maksadlardır. İlim ve amel kapısını kapatan maksadlar!. . Bu bakımdan durum bu iken mal hem iyi, hem de kötü'dür. Güzel maksada nisbeten iyi'dir. Kötü maksada izafeten kötü ve çirkin'dir. Bu bakımdan dünyadan kendine yetenden daha fazlasını alan ve edinen bir kimse, hadîs-i şerîf de vârid olduğu gibi farkına varmadan kendi mahvını hazırlamış olur!
Tabiatlar Allah yoluna mâni olan şehvetlerin arkasında sürüklenmeye meyyal olduklarından, mal da bunu kolaylaştırdığından ve alet olduğundan ötürü, yeterli miktarından fazla olan mal hakkındaki tehlike oldukça büyüktür. Bunun için peygamberler onun şerrinden Allah'a sığınmışlardır.
Ey Allahım! Muhammed'in (aleyhisselâm) âlinin nafakasını yetecek kadar kıl!"
İşte görüldüğü gibi Hazret-i Peygamber, dünyadan sadece katıksız hayır olanı istemiştir.
Yarab! Beni miskin olarak dirilt! Miskin olarak öldür. Miskinler zümresinde haşreyle!19
Hazret-i İbrahim de istiaze ederek şöyle demiştir:
Bir zaman İbrahim şöyle demişti: 'Rabbim! Bu şehri korkulardan emin kıl! Beni ve oğullarımı putlara tapmaktan uzak tut'. (İbrahim/35)
Hazret-i İbrahim'in putlardan gayesi; altın ve gümüştür; zira nübüvvet mertebesi, taşlarda ulûhiyyeti düşünme korkusundan pek yücedir; zira İbrahim (aleyhisselâm) peygamber olmadan önce küçüklüğüne rağmen putlara ibâdet etmekten kaçınmıştır. Altın ve gümüşe ibâdet etmenin mânâsı; onları . sevmek, onlarla aldanmak ve kalben onlara meyletmektir.
Altının kölesi olan helâk olmuştur. Gümüşün kölesi olan helâk olmuştur ve bir daha kurtulamaz. Ayağına diken battığı zaman o diken çıkmaz (yani çıkmasın!) 20
Görüldüğü gibi altın ve gümüşü sevmenin, onlara ibâdet etmek olduğunu beyan etmiştir. Kim bir taşa ibâdet ederse o, puta tapmış demektir. Hatta Allah'tan başkasına kul olan kimse putperesttir. Kendisini Allah'tan alıkoyan bir kimse, bu sebepten Allah'ın hakkını ödemediği takdirde puta tapan bir kimse gibi olur. Bu ise şirktir. Şirk iki kısımdır:
1. Gizli şirk ki ebediyyen cehennemde kalmayı gerektirmez. Böyle bir şirkten Mü'minlerin pek azı kurtulur. Çünkü bu şirk, karıncanın iz bırakmasından daha gizlidir.
2. Açık şirk ki ebediyyen cehennemde kalmayı gerektirir. Biz bütün bunların şerrinden Allah'a sığınırız!
14) Dımeşkli ve zâhid bir zattır. Özel isminde ihtilâf vardır.
15) İmâm-ı Ahmed, Taberânî
16) Ebû Müslim el-Leysî, Beyhâki
17) İbn Mâce
18) Daha önce geçmişti.
19) Müslim, Buhârî
20) Buhârî
27-2
Malın Âfetleri ve Faydaları
Malın Faydaları
Mal, yılan gibidir. Ağzında zehir, etinde tiryak (panzehir) vardır. Bu bakımdan malın faydaları, panzehiri gibidir. Tehlikeleri ise zehirleridir. O halde malın tehlike ve faydalarını bilen bir kimse malın şerrinden sakınma ve hayrını elde etme imkânına sahiptir.
Faydaları da dünyevî ve dinî olmak üzere iki kısma ayrılır. Dünyevî faydalarını zikretmeye ihtiyaç yoktur. Onların bilinmesi halk arasında ortak bir keyfiyettir. Eğer bu böyle olmasaydı halk mal aramak (servet edinmek) için dünyayı dolaşmazdı!. .
Dinî faydalarına gelince, onların tümü üç kısımda toplanır: Birinci Kısım
Malı kendi nefsine infak etmesidir. Ya ibâdet hususunda veya ibâdete yardım hususunda infak eder. İbâdet hususunda infak etmeye gelince, bu husus, malın yardımıyla hacca ve cihada gitmek gibidir; zira kişi ancak mal vasıtasıyla hacca ve cihada gidebilir. Hac ve cihad Allah'a yaklaştırıcı ibâdetlerin temellerindendir. Fakir bir kimse bu iki ibâdetin faziletinden mahrumdur.
İbâdeti takviye etmek hususunda sarfedilmesine gelince, onlar yemek, elbise, mesken, evlenme ve hayatın diğer zarurî ihtiyaçlarıdır. Çünkü bu ihtiyaçlar yerine getirilmediği zaman, kalp onları düşünür ve dini için çalışmaya vakti kalmaz. O halde kendisiyle ibadet edebildiği şey de ibâdetin ta kendisidir. Bu bakımdan yetecek kadar -dine yardım olsun diye- dünyalık edinmek, dinî faydalardandır. Dünyadan zevk almak ve yeterli olandan fazla edinmek bu kısma dahil olmaz. Çünkü bu sadece dünya vasıflarındandır.
İkinci Kısım
Halka sarfettiğidir. Bu da dört kısma ayrılır:
1. Sadaka olarak verdiği
2. Mürüvveti gereği verdiği
3. Namusunu korumak için verdiği
4. Çalıştırma ücreti olarak verdiği
Sadaka'nın sevabı herkesin malûmudur. Sadaka Allah'ın gazabını söndürür. Biz daha önce onun faziletini belirtmiştik.
Mürüvvet'ten gayemiz; ziyafet, hediye ve bunlara benzer yerlerde malı zenginlere ve eşrafa sarfetmektir. Böyle bir sarfiyata sadaka denilmez; zira sadaka, muhtaca verilen mal demektir. Ancak bu sarfiyat dinî faydalardandır; zira böyle bir sarfiyatla kul, arkadaş ve dost edinir, cömertlik sıfatını kazanır, cömertlerden olur. Cömertlik sıfatıyla, ancak iyilik yapan, mürüvvet yolunda yürüyen bir kimse sıfatlanır. Bu da sadaka gibi sevabı pek büyük olan bir harekettir; zira hediye ve ziyafetler hususunda -yiyenlerin fakir olması şart koşulmaksızın- birçok hadîsler vârid olmuştur.
Namusu korumak için verilme hususuna gelince, biz bundan şairlerin hicvini önlemek, sefihlerin hakaretini önlemek ve şerlerini uzaklaştırmak için verilen malı kastediyoruz. Bu mal da faydası dünyada görülmekle beraber dinî nasiplerdendir. Nitekim Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:
Kişinin namusunu koruyan mal, kişi için bir sadaka sayılır!21
Nasıl sadaka yazılmasın? Bu verilen malda gıybet yapanı, gıybetin günahından alıkoymak olduğu gibi, düşmanlığı gerektiren konuşmasından sakınmak da vardır. Öyle bir düşmanlık ki karşılık vermek ve intikam almak hususunda insanı şerî hududları geçmeye zorlar!
İstihdam ve çalıştırmaya gelince, o şu demektir: İşin yapılması için insanın birçok sebepler hazırlaması gereken işlerdir. Eğer kendi onları yaparsa vakitleri zayi olup, sâliklerin makamlarının en yücesi olan fikir ve zikir ile âhiret yolunun yolculuğu kendisine zor gelecektir. Malı olmayan bir kimse ise, kendi hizmetini kendisi yapmak mecburiyetinde kalır. Yemeğini satın almak, un ve bulgurunu öğütmek, evini süpürmek, hatta muhtaç olduğu kitabı bile yazmak gibi işleri yapmak mecburiyetinde kalır. Öyle ise, başkası tarafından yapılması mümkün olan ve senin meşgul olduğun takdirde yorulacağın işler seni hedefin olan ilim, amel, zikir ve fikirle uğraşmaktan alıkoyar. Oysa zikir ve fikrin senin yerine, başkası tarafından yapılması düşünülemez. Bu bakımdan burada yani zikir ve fikrin dışında vakti zayi etmek zarardır.
Üçüncü Kısım
Belli bir insana sarfetmediği maldır. Fakat o mal ile umumî bir hayır meydana gelir. Camiler, köprüler, tekkeler, darülacezeler inşa etmek, yollara gözcüler dikmek ve hayırlar için yapılan diğer vakıflar gibi. . . Bunlar ebedî hayırlardır. Ölümden sonra da fayda verirler. Sâlih kimselerin dualarını celbedici hayırlardır. Hayır bakımından bunlar sana yeter. Bu söylediklerimiz, din hususunda malın birtakım faydalarıdır. Bunların dışında dünyada olan daha nice nice faydalar vardır. Dilencilik ve fakirlikten kurtulmak, halk arasında izzet ve cömertlik sahibi olmak, arkadaşları, yardımcıları ve dostları çoğaltmak, kalplerde kendisine karşı ikram ve vekarın belirmesi gibi faydalar. . . Bütün bunlar malın temin ettiği dünyevî faydalardır.
Malın Âfetleri
Bunlar da dinî ve dünyevî olmak üzere iki kısımdır: Dinî âfetler üç gruptur:
Birincisi
Günahlara sevketmesidir. Çünkü şehvetler çok değişiktir. Âcizlik ve imkânsızlık bazen kişi ile günah arasına perde olarak gerilir. Nitekim 'bulmamak, masum kalmaktandır' denilmiştir. İnsan oğlu günahın bir çeşidinden ümitsiz olduğu zaman, artık ona karşı şehveti kabarmaz. Günaha muktedir olduğunu hissettiği zaman nefis kendisini dürter. Mal da kudretin bir çeşididir ve günaha davet edici karakteri insanı dürter. Eğer kişi onun isteğini yaparsa helâk olur. Eğer sabrederse, sıkıntıya girer; zira yapma gücü olduğu halde sabretmek daha zordur. Zenginlik fitnesi fakirlik fitnesinden daha büyüktür.
İkincisi
Mübahlara dalmaya (ve israfa kaçmaya) sürükler. Bu ise malın âfetlerinin başlangıcıdır. Bu bakımdan mal sahibinin arpa ekmeği yemeye, yamalı elbise giymeye, yemeklerin lezzetlilerini bırakmaya, Hazret-i Süleymân'ın (aleyhisselâm) zenginliği terkettiği gibi terketmeye gücü ne zaman yetebilir? Öyle ise mal sahibinin en güzel durumu (kendisine göre) dünya ile lezzetlenmek, nefsini buna alıştırmaktır. Öyle ki dünya ile lezzetlenmek, onun yanında normal bir âdet haline gelir. Dünya zevklerinden uzak duramayacak bir duruma gelir! Dünyanın bir kısmı kendisini, diğer bir kısmına çeker. İnsan bu zevklere alıştığı zaman, bazen helâl kazanç ile bunlara ulaşma imkânından yoksun olur. Dolayısıyla şüphelilere dalar! Maddî durumunu düzeltip, dünya lezzetlerine nail olmak için riyakârlık, yağcılık, yalan, nifak ve diğer rezil şeylere yeltenir; zira malı çok olan bir kimsenin halka ihtiyacı çok olur. Halka ihtiyacı olan bir kimse ise, elbette onlara münafıklık yapmak, onların rızasını kazanmak için Allah'a isyan etmek mecburiyetinde kalır. Eğer insan bilfiil lezzetlere başlamaktan ibaret olan birinci âfetten kurtulursa, bu ikinci âfetten kurtulamaz. Düşmanlık ve dostluk da halka olan ihtiyaçtan doğar. Bu ihtiyaçtan hased, kin, riya, gurur, yalan, kovuculuk, gıybet, kalp ve dile mahsus olan diğer günahlar neşet eder! Bu günahların diğer azalara sirayet etmesinden de insan kurtulamaz. Bütün bunlar malın uğursuzluğundan, onu korumak ve çoğaltmak ihtiyacından doğar.
Üçüncüsü
Öyle bir beladır ki hiç kimse bu beladan kurtulamaz, Şöyle ki, malı koruyup çoğaltmak İnsan oğlunu Allah'ın zikrinden alıkoyar. İnsanı Allah'ın zikrinden alıkoyan herşey zarardır ve bunun için de Hazret-i Îsa (aleyhisselâm) şöyle demiştir:
-Malda üç âfet vardır; biri helâlinden kazanmamaktır.
-Helâlinden kazanırsa diğer âfet nedir?
-Hakkı olmayan yere sarfetmektir!
-Hakkı olan yere sarfedilirse diğer âfet nedir?
-Bu takdirde de malı korumak ve geliştirmek kendisini
Allah'ın zikrinden alıkoyar!
İşte müzmin hastalık budur. Çünkü ibâdetlerin temeli, beyni ve sırrı Allah'ın zikrini ve azametini düşünmektir. Bu ise, herşeyden boş olan bir kalp ister. Gayri menkulün sahibi ise sabah akşam çiftçi ile mücadele edeceğini, hesaba tutulacağını, ortaklarla münakaşa edeceğini, su ve sınır meselelerinde münazaa edeceğini, vergi hususunda devlet memurlarıyla uğraşacağını, tamirde ücretlilerin kusur gösterdiği şeyler hususunda münakaşaya tutuşacağını, çiftçilerin hainlik yapıp çaldıkları için, onlarla mücadele edeceğini düşünür.
Ticaret sahibi, ortağının hiyanetini kârı kendisine alacağını, çalışmaktaki kusurluluğunu ve malı zayi edeceğini düşünür. Koyun sahibi de bunun gibi şeyler düşünür. Diğer mal sahipleri de bu tür şeyler düşünür. Oysa İnsan oğlunun düşüncesi, parayı nereye sarfedeceği nasıl koruyacağı, birisi ona muttali olursa ne olacağı ve halkın oradan tamahlarını nasıl keseceği hususunda durmadan düşünür. Dünya için düşünmenin sonu gelmez. Günlük nafakasını bulan bir kimse, bütün bunlardan emin ve salimdir. İşte dünyevî âfetlerin özeti bunlardır. Hele mal sahiplerinin dünyada çektikleri korku, üzüntü, gam; hased edicileri defetmek hususundaki yorgunluk, malın kazanılması korunması hususundaki zorluklar da cabası! Onlarda durum bu iken, malın panzehiri; nafakasını ondan almak, kalanını hayrat yollarına sarfetmektir. Bundan başkası zehir ve âfettir. Allahü teâlâ'nın selâmetini, lütuf ve keremiyle güzel yardımını talep ediyoruz. Allah herşeye kâdirdir.
21) Ebû Yâ'lâ
Hırs ve Tamahkârlığın Kötülenmesi, Kanaat Etmenin ve İnsanlardan Müstağni Olmanın Övülmesi
Fakirlik bölümünde söylediğimiz gibi fakirlik övülmüştür. Fakat fakirin kanaatkâr olması, halktan tamahını kesmesi, halkın elindeki mala iltifat etmemesi, nereden gelirse gelsin zihniyetiyle malı elde etmeye haris olmaması gerekir. Bu ise fakir için ancak zaruret miktarı yemek, giymek, meskenle kanaat edip, kıymet bakımından en düşüğüyle, çeşit bakımından en azıyla yetinirse mümkündür. Emelini yaşadığı güne veya yaşadığı aya döndürür ve kalbini bir aydan sonrası ile meşgul etmezse mümkündür. Eğer çoğa iştiyaki olup uzun emel beslerse, kanaatin azizliği elinden kaçar, tamahkârlık ve harisliğin zilletiyle kirlenir. Tamahkârlık ve harislik kendisini çirkin huylara, mürüvvetleri yıkıcı münkerleri yapmaya sürükler. Zaten Âdem oğlu hırs, tamahkârlık ve az kanaat üzerine yaratılmıştır.
Hadîsler
Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:
Eğer Âdem oğlunun iki vâdi dolusu altını olsaydı muhakkak üçüncü bir vâdi daha isterdi! Âdem oğlunun gözünü ancak toprak doyurur. Tevbe edenin tevbesini Allah kabul eder. 22
Ebû Vakıd el-Leysî 23 şöyle anlatır: Hazret-i Peygamber'e vahiy geldiği zaman biz ona geliyorduk. O bize gelen vahyi öğretiyordu. Ben bir gün Hazret-i Peygamber'e geldim. Hazret-i Peygamber şöyle buyurdu:
Allahü teâlâ buyurmaktadır ki biz malı, namazın kılınması, zekâtın verilmesi için ihsan ettik. Eğer Âdem oğlu'nun bir vâdi dolusu altını olsa muhakkak ikincisinin olmasını ister. Eğer ikincisi olsa muhakkak üçüncüsünü ister. Öyleyse Âdem oğlunun gözünü ancak toprak doyurur. Tevbe edenin tevbesini Allah kabul eder. 24
Ebû Musa el-Eş'arî şöyle demiştir: 'Berâe sûresine benzer bir süre nâzil oldu. Sonra Allah tarafından kaldırıldı. Ancak o sûreden şu âyet aklımda kaldı:
Muhakkak Allahü teâlâ bu dini, nasipleri olmayan kavimlerle takviye eder. Eğer Âdem oğlu'nun iki vâdi dolusu malı olsa, muhakkak üçüncü vâdiyi temenni eder. Âdem oğlu'nun gözünü ancak toprak doyurur. Ancak Allah tevbe edenin tevbesini kabul eder.
Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur:
Doymayan iki aç vardır. Birincisi ilme, ikincisi mala aç olandır. 25
Âdem oğlu ihtiyarlar, fakat onunla beraber iki şey gençleşir: 1. Emel, 2. Mal sevgisi!26
Bunlar Âdem oğlunun saptırıcı ve helâk edici niteliğidir. Allahü teâlâ ve Hazret-i Peygamber kanaati övmüşlerdir.
Cennet o kimseye olsun ki geçimi yetecek kadar olduğu ve kanaat ettiği halde İslâm dinine hidayet olunmuştur. 27
İster fakir olsun, ister zengin, hiç kimse yoktur ki kıyâmet gününde dünyada nafaka verilmiş olmasını temenni etmesin. 28
Zenginlik, servetin çokluğu değildir. Zenginlik, ancak gönül zenginliğidir. 29
Hazret-i Peygamber, hırsı ve mübalağalı bir şekilde dünyayı aramayı yasaklayarak şöyle buyurmuştur:
Ey insan! Helâlinden kazanmaya bak! Çünkü hiçbir kul yoktur ki kendisine yazılan rızıktan başka birşey elde etsin! Kendisine yazılan rızık eline geçmeden önce hiçbir kul dünyadan göç etmez,30
Rivâyet ediliyor ki, Hazret-i Mûsa (aleyhisselâm) rabbine şöyle sordu:
-Senin kullarının hangisi daha zengindir?
-Verdiğime en fazla kanaat edeni.
-Hangisi daha âdildir?
-Nefsinden, başkasının hakkını alan.
İbn Mes'ûd Hazret-i Peygamber'in (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu rivâyet eder:
Muhakkak ki Ruh'ul-Kudüs (Cebrâîl) benim kalbime 'Rızkını tamamen yemedikçe hiçbir insan ölmeyecektir' diye ilham etti. Bu bakımdan siz Allah'tan korkun! Kazançta meşrû olandan ayrılmayın!31
Ebû Hüreyre, Hazret-i Peygamber'in (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu rivâyet eder:
Ey Ebû Hüreyre! Ne zaman fazlasıyla acıkırsan, sana bir ekmek ile bir testi su (kâfidir) . (Bundan sonra) dünya (isterse) helâk olsun!32
Müttaki ol, insanların en âbidi olursun. Kanaatkâr ol, insanların en şükredicisi olursun! Kendi nefsin için sevdiğini insanlar için de sev, Mü'min olursun.
Ebû Eyyûb el-Ensarî'nin rivâyet ettiği bir hadîste Hazret-i Peygamber tamahkârlığı yasaklamaktadır: Bir bedevî Hazret-i Peygamber'e gelerek 'Bana nasihat et! Fakat kısa olsun!' dedi. Hazret-i Peygamber bunun üzerine şöyle buyurdu:
Namaz kıldığın zaman veda eden bir kimsenin namazı gibi kıl! Yarın kendisinden dolayı özür dileyeceğin bir konuşmayı sakın yapma! Halkın elindeki servetten ümitsiz ol!33
Avf b. Mâlik el-Eşcâî şöyle anlatıyor: Biz Hazret-i Peygamber'in yanında yedi, sekiz veya dokuz kişiydik. Hazret-i Peygamber şöyle dedi: 'Siz Allah'ın Rasûlü'ne bîat etmez misiniz?' Biz 'Sana daha önce biat etmedik mi?' dedik. Bu sözümüzden sonra yine 'Siz Allah'ın Rasûlü'ne bîat etmez misiniz?' dedi. Bunun üzerine biz ellerimizi uzattık ve bîat ettik. Bu esnada bizden biri 'Biz sana bîat ettik ama neyin üzerine biat ediyoruz?' diye sordu. Hazret-i Peygamber şu cevabı verdi:
Allah'a ibâdet edip ona hiçbir şeyi ortak koşmayacağınıza, beş vakit namazı kılacağınıza, başınızdakinin sözünü dinleyip itaat edeceğinize dair biat ettiniz.
Gizlice birşey konuştuktan sonra İnsanlardan hiçbir şey istemeyeceğinize dair biat ettiniz?' dedi.
Râvî der ki: 'Bu kişilerden bazıları elinden kamçısı düştüğü zaman kamçısının kendisine verilmesini dahi kimseden istemez, bineğinden iner, kamçısını kendisi alırdı'.
27-3
Hırsın, Tamahkârlığın İlâcı, Kanaat Etmenin Devası
Bu ilâç, üç esastan mürekkeptir:
Sabır,
İlim ve
Amel.
Bunun toplamı da beş şeydir:
Birincisi
Birincisi ameldir. Amel demek, maişette tutumlu hareket etmek ve infakta normal olmak demektir. Bu bakımdan kim, kanaatin azizliğini istiyorsa, mümkün olduğu kadar nefsine çıkış kapılarını kapatması ve nefsini sadece zarurî kısma çevirmesi gerekir. O halde, fazla çıkış noktaları olan, infakı genişleyen bir kimseye kanaat etme imkânı kalmaz. Hatta böyle bir kimse tek başına olursa, yamalı bir elbise ile kanaat etmesi uygundur. Tek bir yemeğe kanaat etmelidir. Katıklarını mümkün olduğu kadar azaltmalı ve bu hususta nefsini alıştırmalıdır. Eğer çoluk çocuk sahibi ise, onların her birini de bu miktara alıştırmalıdır. Çünkü bu miktar az bir çalışma ile elde edilir. Bu miktarı helâlden kazanmak mümkün, normal yaşantı kolaydır. Kanaatte esas budur. Biz infak etmekte, yumuşaklık göstermekten bunu kastediyoruz. Bu husustaki cehalet ve hamâkatı terketmelidir. Nitekim Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur:
Allahü teâlâ, bütün işlerde rıfk ve yumuşaklığı sever. 36 Tutumlu hareket eden bir kimse fakir olmaz!37
Üç şey vardır ki kurtarıcıdırlar:
1. Tenhada ve açıkta Allah'tan korkmak,
2. Fakirlik ve zenginlikte normal hareket etmek,
3. Öfke ve rızada adalet!38
Rivâyet ediliyor ki, bir kişi Ebu'd Derda'nın yerden çekirdek topladığını ve şöyle söylediğini gördü: 'ınaişetinde yumuşaklığın muhakkak ki kendi fıkhını bilinendendir'.
İbn-i Abbâs Hazret-i Peygamber'in (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu rivâyet eder:
iktisad (normal hareket) , güzel huy ve sâlih bir gidiş, peygamberlikten olan cüzün yirmi küsurundan bir parçadır. 39
Tedbir maişetin yarısıdır. 40
iktisad eden bir kimseyi Allah zengin, israf edeni de fakir eder. Kim Allah'ı anarsa Allah onu sever!41
Bir iş yapmak istediğin zaman Allah sana genişlik ve çıkış nasip edinceye kadar yumuşaklık ve normal hareketten ayrılma!42
İnfakta normal hareket etmek işlerin en mühimlerindendir.
İkincisi
Elinde kişiye yetecek kadar servet bulunduğu zaman geleceği için şiddetli sallantılara girmesi uygun değildir. Bu hususta başlıca yardımcısı, emeli kısaltmaktır. Kendisine, takdir edilen rızkın muhakkak eline geçeceğine inanmaktır. Her ne kadar ona karşı fazla bir harislik göstermese bile. . . Çünkü harisliğin fazlası rızıkların sahiplerine gelmesi için yegâne sebep değildir. Aksine Allah'ın sözüne güvenmesi uygundur.
Yeryüzünde hiçbir canlı yoktur ki rızkı Allah'a ait olmasın. (Allah) onun durduğu ve emanet bırakıldığı yeri bilir. Bunların hepsi apaçık bir kitapta yazılıdır. (Hûd/6)
Bunun hikmeti şudur: Şeytan insanı fakirlikle korkutur, kötülüğü emreder ve der ki: 'Eğer malın toplanmasına ve korunmasına harislik göstermezsen hastalanabilir, çalışmaktan aciz kalabilir ve dilencilik zilletine mecbur olabilirsin!' İşte bu şekilde vesvese yapan şeytan, insanı ömür boyunca mal toplamak için durmadan çalıştırır! Allah'tan gâfil olduğu halde, çalışıp yorulmasından dolayı şeytan ona güler. Bütün bunları ikinci halde de yorulacağı vehmi ile yapar! Oysa bu da çoğu zaman olmaz. Bunun benzeri hakkında şöyle denilmiştir: 'Kim fakirlik korkusundan dolayı mal toplamak için saatlerini harcarsa, onun işlediği fakirliktir'.
Hâlid'in iki oğlu43 Hazret-i Peygamber'in huzuruna girdi. Hazret-i Peygamber kendilerine dedi ki:
Başınız sallandığı sürece rızıktan ümitsiz olmayın! Çünkü İnsan oğlunu annesi, kıpkırmızı bir et parçası olarak doğurup dünyaya getirir. Onun üzerinde herhangi bir kabuk yoktur. Sonra Allahü teâlâ onun rızkını verir.
Bir ara, üzüntülü olan İbn Mes'ûd'un yanından Hazret-i Peygamber geçti ve şöyle buyurdu:
Üzüntünü çoğaltma! Takdir edilen olur! Sana rızık olarak ayrılan sana gelecektir. 44
Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur:
Ey insanlar! Çalışma da güzel davranın! Çünkü hiçbir kul için kendisine takdir edilenden başka birşey yoktur ve kul kendisine yazılan rızık eline geçmeden, dünyadan göç edip gidemez. 45
İnsan oğlu harislikten, Allahü teâlâ'nın kullarının rızıklarını takdir etmesi hususundaki tedbirine güvenmek suretiyle ve meşrû olarak çalışmakla rızkın geleceğine inanmakla kurtulur. Hatta uygun olan kulun haberi olmadığı halde Allah'ın onun için takdir ettiği rızkın daha fazla olduğunu düşünmesidir.
Kim Allah'tan korkarsa Allah ona bir çıkış yolu ihsan eder ve onu ummadığı yerden rızıklandırır. Kim Allah'a tevekkül ederse O, ona yeter. (Talâk/2-3)
Kendisinden rızık beklediği bir kapı kapandığı zaman, onun için kalbinin muzdarip olması uygun değildir.
Allahü teâlâ Mü'min kuluna ummadığı bir yerden rızık verir. 46
Süfyân es-Sevrî şöyle demiştir: 'Allah'tan ittika et! Zira hiçbir muttakînin muhtaç olduğunu görmedim!' Yani muttaki kul, zarurî ihtiyacını elde etmek için çaba sarfetmeye bırakılmaz. Allahü teâlâ, müslümanların kalplerine onun rızkını vermeyi ilka eder.
Fadl ed-Dubdî 47 der ki: 'Bir bedevîye şöyle sordum:
- Senin maişetin nereden geliyor?
- Hacıların adak ve nezirlerinden. . .
- Eğer hacılar hacca gelmekten menedilirlerse ne olacak?
- Eğer biz sadece bildiğimiz kaynaktan gıda almayı beklersek yaşamamamız gerekir!
Tâbiînden Ebû Hâzım Seleme b. Dinar şöyle demiştir: 'Dünyayı iki şey olarak buldum. O iki şeyden biri benim! Onun vakti gelmeden önce edinemem, gökler ve yerin kuvvetiyle onu istesem yine de durum değişmez. Onlardan diğeri ise başkasınındır. Ona da geçmiş zamanda yetişemedim ve gelecekte de yetişebileceğimi ümit etmiyorum. Başkası için olan benden menedilir. Tıpkı benim için olan da başkasından menedildiği gibi. . . İşte ben bunların hangisinde hayatımı tüketirsem, mârifet cihetinden benim için devadır. Şeytanın fakirlikle korkutmasının defedilmesi için mutlaka bu ilâca ihtiyaç vardır!'
Üçüncüsü
Kanaatte olan zenginliğin izzetini, harislik ve tamahkârlıkta olan zilleti bilmesidir. Kişinin nezdinde bu sabit oldu mu kanaate rağbet eder. Çünkü harislikte yorgunluktan, tamahkârlıkta da zilletten kurtulamaz. Kanaatte şehvet ve fuzulî şeylere sabretmenin zorluğu ve elemi vardır. Bu eleme ancak Allah muttali olur. Bu elemi çekmekte âhiret sevabı vardır. Harislikteki yorgunluk ve zillet ise halkın gördüğü şeylerdendir. Bunlarda vebal vardır, vebalden başka bu durum, nefsin izzetini ve hakikate tâbi olma kudretini de elden çıkarır. Çünkü tamahkârlığı ve hırsı çoğalan bir kimsenin halka ihtiyacı pek fazla olur. Bu bakımdan halkı hakka davet etmek imkânından mahrum olup, yağcılık yapmak mecburiyetinde kalır. Bu ise dinini yokedecek bir harekettir. Nefsinin azizliğini, midesinin şehvetine tercih etmeyen bir kimse bunak ve îmanı eksiktir.
Mü'min bir kimsenin azizliği, halktan müstağni olması demektir. 43
Bu bakımdan kanaatte hürriyet ve izzet vardır. Bunun için de şöyle denilmiştir: İstediğin bir kimseden müstağni ol, onunla eşit olursun! İstediğin bir kimseye muhtaç ol, onun esiri olursun. İstediğin bir kimseye iyilik yap, onun emiri olursun!'
Dördüncüsü
Yahudilerin, hristiyanların, ahlâkça düşük insanların, ahmakların, bedevî serserilerinin, dinsiz ve akılsız kimselerin nimetler içinde yüzdüklerini çokça düşünmeli. . . Sonra peygamberlerin ve velî kulların durumlarını düşünmeli! Hulefa-i Râşidînin, diğer sahabe ve tabiin'in yaşayışlarını düşünmeli, hayatlarına kulak vermeli, durumlarını mütalaa etmelidir. Aklını düşük insanlara benzemek veya Allah nezdinde yaratıkların en şerefli sınıfına uymak arasında serbest bırakmalıdır ki böyle yapmaktan dolayı darlık ve az ile kanaat etmek hususunda sabretmek kendisine kolay gelsin. Çünkü kişi, eğer midesinin doldurulmasından lezzetleniyorsa (muhakkak bilmeli ki) eşşek yemek bakımından kendisinden pek ileridedir! Eğer cinsî münasebetten zevk alıyorsa domuz bu hususta daha ileridedir. Eğer elbise ve binek hususunda süslenmekten zevk alıyorsa, yahûdîler içerisinde bu hususta ondan daha ileride olanlar vardır. Eğer aza kanaat eder, razı olursa onun bu rütbesinde peygamberler ve velî kullar ortaklık yapmaktadırlar.
Beşincisi
Malın Âfetleri kısmında zikrettiğimiz gibi, mal toplamadaki tehlikeyi anlamasıdır. Mal için sözkonusu olan hırsızlık, yağma edilmek ve zayi olmak korkusunu düşünmesidir. Eli dünyadan boşaldığı takdirdeki emniyetini de anlamalıdır. Malın âfetleri ve insanı cennetten beş yüz sene geri bırakması hakkında söylediklerimizi dikkatle izlemelidir. 49 Çünkü kişi, yetecek kadarıyla kanaat etmezse zenginler zümresine ilhak olunur. Fakirlerin defterinden silinir. Fakirler defterinde kalmak ise, daima dünyada malca kendisinden aşağı olana bakmak, kendisinden yukarı olana bakmamak suretiyle temin edilir. Çünkü şeytan daima dünya hususunda kişiden üstün olana kişinin dikkatini çekmek ister ve kendisine 'ınal edinmekten gevşeme! Çünkü mal sahipleri yemek ve elbise içinde yüzmektedirler' vesvesesini verir! Din hususunda ise nazarını kendisinden aşağı olana çevirerek der ki: 'Neden nefsine bu kadar eziyet veriyorsun. Allahtan bu kadar korkuyorsun? Halbuki filan adam senden daha bilgindir. Buna rağmen (senin kadar) Allah'tan korkmuyor! Bütün halk zevk ve sefasıyla meşguldür. Sen neden onlardan ayrılmak istiyorsun?!'
Ebû Zer el-Gıfârî şöyle demiştir: 'Benim dostum (Hazret-i Muhammed) bana dünya hususunda benden üstün olana değil de benden aşağıda olana bakmamı tavsiye etmiştir'. 50
Ebû Hüreyre Hazret-i Peygamber'in (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu rivâyet eder:
Sizden bir kimse, Allah tarafından mal ve yaratılış bakımından üstün kılınan bir kimseye baktığı zaman, hemen bu hususlarda kendisinden daha aşağı olan ve faziletçe üstün olan bir insana baksın!51
Bu emirlerle, kanaat ahlâkını, işin direği olan sabır, emelin kısaltılması ve dünyanın birkaç günlük hayatına sabretmenin neticesinin uzun bir zaman lezzetlenmek olduğunu anlar. Bu bakımdan şifayı beklemek hususunda şiddetli istek sahibi olduğundan dolayı ilâçların acılığına tahammül eden bir hasta gibi olur.
36) Müslim, Buhârî
37) İmâm-ı Ahmed, Taberânî
38) Bezzâr, Taberânî, Ebû Nuaym, Beyhâkî
39) Ebû Dâvud
40) Ebû Mansur Deylemî
41) Bezzâr
42) İbn-i Mübârek
43) Bu zat Benî Âmir b. Sa'sa'dandır.
44) İbn Mâce
45) Ebû Nuaym
46) İbn Hıbbân, Zuafâ; İbn Cevzî, Mevzuat
47) Kûfelidir ve güvenilir bir zattır.
48) Taberânî, Hâkim
49) İmâm-ı Ahmed, Tirmizî İbn Hâce, (Ebû Hüreyre'den) ; 'müslümanların fakirleri zenginlerinden beşyüz sene önce cennete girecektir' (İthâfu's-Saâde, VIII/180)
50) İmâm-ı Ahmed, İbn Hıbbân
51) Müslim, Buhârî
27-4
Cömertliğin Fazileti
Mal yok ise bu durumda kul için en uygun hareket, kanaat etmek ve az hırslı olmaktır. Eğer mal varsa bu takdirde kulun en uygun hali, başkasını nefsine tercih etmek, cömertlik ve iyilik yapmak ve cimrilikten uzaklaşmaktır. Çünkü cömertlik, peygamberlerin (aleyhisselâm) ahlâkındandır. Cömertlik kurtuluş esaslarından biridir.
Hadîsler
Cömertlik, cennet ağaçlarından bir ağaçtır. Onun dalları yere sarkıtılmıştır. Bu bakımdan onun dallarından birine yapışan bir kimseyi o dal cennete doğru götürür. 52
Câbir Hazret-i Peygamber'in (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu rivâyet eder:
Cebrâil, Allahü teâlâ'nın şöyle dediğini söyledi: Muhakkak bu (islâm dini) öyle bir dindir ki nefsim için ona razı oldum. O dini ancak cömertlik ve güzel ahlâk ıslah eder. Bu bakımdan siz bu iki hasletle gücünüz yettiği kadar o dine ikramda bulunun, dini güzelleştirin. 53
O dine bu iki hasletle -onunla arkadaşlık yaptığınız müddetçe- ikramda bulunun.
Hazret-i Aişe'den rivâyet edildiğine göre, Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur:
Allahü teâlâ, bir veliyi kendisi için yarattığı zaman güzel ahlâk ve cömertlik üzere yaratır. 54
Câbir (radıyallahü anh) der ki: Hazret-i Peygamber'i 'Ey Allah'ın Rasûlü! Amellerin hangisi daha faziletlidir?' diye soruldu.
Cevap olarak şöyle buyurdu: 'Sabır ve cömertlik'55
Abdullah b. Amr Hazret-i Peygamber'in (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu rivâyet eder:
İki ahlâk vardır ki, Allah onları sever. İki huy da vardır ki Allah onlardan nefret eder. Allah'ın sevdiği iki ahlâka gelince, birincisi güzel ahlâk, ikincisi cömertliktir. Allah'ın buğzettiği iki ahlâk ise, birisi kötü ahlâk, ikincisi cimriliktir. Allahü teâlâ bir kuluna hayrı murad ederse onu insanların ihtiyaçlarını yerine getirmekte kullanır. 56
Mikdam b. Şureyh57 babasından, o da babasından rivâyet ederek şöyle diyor: "Hazret-i Peygamber'e 'Beni cennete götürecek bir amele muttali kıl!' deyince, cevap olarak 'muhakkak ki yemek yedirmek, selâmı yaymak ve güzel konuşmak mağfireti gerektiren hasletlerdendir' buyurdu". 58
Ebû Hüreyre, Hazret-i Peygamber'in (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu rivayet eder:
Cömertlik, cennette bulunan bir ağaçtır. Cömert olan bir kimse, o ağacın bir dalına yapışmıştır. O dal onu cennete sokuncaya kadar bırakmaz! Cimrilik ateşte biten bir ağaçtır. Cimri olan bir kimse onun dallarından birine tutunmuştur. O dal onu cehenneme sokuncaya kadar bırakmaz. 59
Ebû Said el-Hudrî Hazret-i Peygamber'in (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu rivâyet eder:
Allahü teâlâ şöyle buyurmaktadır. Fazileti, kullarımın şefkatlilerinde arayın ki onların sayesinde yaşayın! Çünkü ben rahmetimi onların kalbine koydum! Şefkati, kalpleri katı olanlardan istemeyin. Çünkü ben onların kalplerine öfkemi koydum. 60
İbn-i Abbâs Hazret-i Peygamber'in (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu rivâyet eder:
Cömert bir kimsenin günahından vazgeçin! Çünkü Allahü teâlâ bile, o cömert kulu kaydıkça onun elinden tutar. 61
Rızık yemek yedirene devenin gırtlağına saplanan bıçaktan daha süratle varır. Allahü teâlâ, yemek yedirenle meleklerine karşı öğünür. 62
Allah cömerttir, cömerdi sever. Güzel ahlâkı sever. Düşük ahlâktan nefret eder. 63
Enes (radıyallahü anh) der ki, Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) müslüman olmak mukabilinde herhangi birşey kendisinden istenirse veriyordu. Bir kişi kendisine geldi ve bir şeyler istedi. Bunun üzerine zekât koyunlarından iki dağın arasını dolduracak kadar koyun verilmesini emretti. Bunun üzerine adam kavmine döndü ve dedi ki: 'Ey kavmim! Müslüman olunuz! Çünkü Muhammed, fakirlikten korkmayan bir kimsenin verdiği gibi veriyor!'64
Allahü teâlâ birçok kullarına, kulların faydası için servet ihsan eder. Bu bakımdan kim cimrilik yapar, o faydaları kullara göstermezse Allahü teâlâ serveti ondan alır, başkasına devreder!65
El-Hilâlî'den06 şöyle rivâyet ediliyor: Hazret-i Peygamber'in huzuruna Benî Anber67 esirleri getirildi. Onların öldürülmesini emretti. Ancak onlardan bir kişiyi ayırdı. Bunun üzerine Hazret-i Ali dedi ki: 'Allah birdir, din birdir, günah birdir. O halde bu kişiyi onların arasından neden ayırdın?' Cevap olarak Hazret-i Peygamber şöyle buyurdu:
Cebrâil (aleyhisselâm) bana vahiy getirerek şöyle dedi: 'Bunları öldür! Fakat bunu öldürme! Çünkü Allah, bu kişide bulunan cömertlikten dolayı bir teşekkür olsun diye onu affetti'. 68
Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur:
Muhakkak herşeyin bir meyvesi vardır. İyiliğin meyvesi de iyilik yapılanı bekletmemek ve hemen ihtiyacını görmektir. 69
İbn Ömer Hazret-i Peygamber'in (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu rivâyet eder:
Cömerdin yemeği deva, cimrinin yemeği hastalıktır. 70
Allah'ın nimeti kimin katında büyümüşse, halkın nafakası da onun üzerinde büyümüştür. 71
Bu bakımdan o nafaka ve zahmeti yüklenmeyen bir kimse kendisine verilen o nimeti zevale maruz bırakmıştır.
Hazret-i Îsa (aleyhisselâm) şöyle demiştir: 'Ateşin kendisini yemediği şeyden çok edinin'. Kendisine o şeyin ne olduğu soruldu. Cevap olarak İyilik yapmaktır!' dedi.
Hazret-i Âişe Hazret-i Peygamber'in (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle dediğini rivâyet eder:
Cennet cömertlerin evidir. 72
Ebû Hüreyre Hazret-i Peygamber'in (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu rivâyet eder:
Cömert bir kimse Allah'a yakındır. İnsana yakındır. Cennete yakın ve cehennemden uzaktır. Cimri bir kimse de hem Allah'tan, hem insandan, hem de cennetten uzak ve cehenneme de yakındır. Câhil bir cömert, Allah katında cimri bir âlimden daha sevimlidir. Hastalığın hastalığı cimriliktir. 73
İyilik ehli bir kimseye de, iyilik ehli olmayana da iyilik yap! Eğer ehline tesadüf ederse ne âlâ! Eğer ehline tesadüf etmezse muhakkak sen iyilik ehlindesin. 74
Muhakkak ki ümmetimin halis kullarından bir grup, cennete namazla, oruçla girmiş değildirler. Fakat cennete nefislerinin cömertliği, gönüllerinin selâmeti ve müslümanlar için yapmış oldukları nasihattan dolayı girmişlerdir. 75
Ebû Sâid el-Hudrî Hazret-i Peygamber'in (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu rivâyet eder:
Allah iyilik için mahlukatından bir grubu hazırlayıp yaratmıştır. Onlara iyiliği ve iyilik yapmayı sevdirmiştir. İyiliği arayanları onlara yöneltmiş, vermeyi onlara kolaylaştırmıştır. Tıpkı kurak bir memlekete yağmur göndermek sûretiyle o memleketi ve o memleketin halkını dirilttiği gibi. . 76
Her iyilik sadakadır. Kişinin, kendi nefsine, aile fertlerine infak ettiği herşey kişi için sadaka sayılır. Kişinin, kendisiyle şerefini koruduğu şey, kişi için sadakadır. Kişinin infak ettiği nafakanın yerini doldurmak Allah'a düşer. 77
Her iyilik sadakadır. Hayra delâlet eden (önderlik yapan) hayır yapan gibidir. Allahü teâlâ, mahzun ve sıkıntıda olan kimsenin yardımına koşmayı sever. 78
Zengine veya fakire yaptığın her iyilik sadakadır. 79
Rivâyet ediliyor ki, Allahü teâlâ Hazret-i Mûsa'ya vahiy göndererek 'Sâmirî'yi80 öldürme! Çünkü o cömerttir!' dedi.
Cabir der ki, Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) , Kays b. Sa'd b. Ubade kumandasında bir birlik gönderdi. Bunlar cihad ettiler. Kays onlara dokuz tane binilen deve kesti. Onlar Medine'ye gelince bu hâdiseyi Hazret-i Peygamber'e naklettiler. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber şöyle buyurdu:
Muhakkak ki cömertlik o ailenin ahlâkındandır. 81
Ashâb'ın ve Âlimlerin Sözleri
Hazret-i Ali şöyle demiştir; 'Dünya sana yöneldiği zaman ondan infak et! Çünkü o, infak etmekle yok olmaz. Dünya senden uzaklaştığı zaman ondan infak et! Çünkü o senin elinde kalmaz'.
Sonra Hazret-i Ali şu şiiri okudu: Dünya sana yöneldiği halde onu vermekle cimrilik yapma! Çünkü onu israf ve tebzir eksiltmez! Eğer dünya sana arka çevirirse, o zaman onunla cömertlik yapman daha uygun olur. Çünkü ondan dolayı övülmek, o insana sırt çevirdiği zaman onun halefi olup yerine geçer.
Muaviye, Hazret-i Hasan b. Ali'den mürevvet, necdet ve kerem'in mânâsını sordu. Hasan (radıyallahü anh) şöyle cevap verdi: 'mürevvet, kişinin dinini muhafaza etmesi, nefsini sakındırması, misafirine karşı vazifesini güzelce yapması, nefsin kerih saydığı şeyde güzel bir tarzda ilerlemesi demektir. Necdet'e gelince, komşuyu korumak, tehlikeli yerlerde sabır göstermek demektir. Kereme gelince, istenmeden iyilik yapmak, yerinde (kıtlıkta) yedirmek, isteyene vermekle beraber şefkat göstermek demektir'.
Bir kişi, Hazret-i Ali'nin oğlu Hasan'a bir kâğıt uzattı. Hazret-i Hasan kâğıdı okumadan önce ona 'Senin ihtiyacın görülmüştür!' dedi. Bunun üzerine Hazret-i Hasan'a denildi ki: 'Ey Rasûlüllah'ın torunu! Keşke onun kâğıdına baksaydın! Sonra kâğıttaki miktara göre cevap verseydin!' Hazret-i Hasan şöyle dedi: 'Onun huzurumdaki duruşunun zilletinden dolayı kâğıdı okuyuncaya kadar bekletirsem Allahü teâlâ benden sual sorar'.
Muhammed b. Sebih b. Semmet el-Bağdâdî şöyle demiştir: 'Köleleri malıyla satın alıp, hür kimseleri iyiliğiyle satın almayan bir kimsenin aklına şaşarım'.
Bedevilere 'Sizin efendiniz kim?' diye soruldu. Cevap olarak 'Kim bizim küfretmemize katlanır, dilencimize verir, câhilimize göz yumarsa odur' dediler.
Hazret-i Hüseyin'in oğlu Ali Zeynelâbidin (radıyallahü anh) şöyle demiştir: 'Kim malını isteyenlere vermeye niyetleniyorsa o kimse cömert sayılmaz. Cömert o kimsedir ki Allah'a ibâdet edenlerden ve Allah'ın hukukundan başlar. Buna karşılık teşekkür bile beklemez! Çünkü onun Allah'ın sevabına olan yakîni tam ve eksiksizdir'.
Hasan-ı Basrî'ye denildi ki:
-Cömertlik nedir?
-Malınla Allah yolunda cömertlik yapman!
-Hazım nedir?
-Allah yolunda malını israftan menetmek!
-İsraf nedir?
-Riyaset sevgisi için malı infak etmek!
Câfer-i Sâdık (radıyallahü anh) şöyle demiştir: 'Akıldan daha iyi bir mal, ce haletten daha büyük bir musibet ve müşavere gibi bir dayanak noktası yoktur!' Allahü teâlâ şöyle buyurmaktadır:
Muhakkak ki ben cevvad ve kerîmim. Alçak bir kimse benimle komşuluk yapamaz. Alçaklık küfürdendir. Küfür ehli ise ateştedir. Cevvadlık ve kerem imandandır, îman ehli ise cennettedir.
Huzeyfe (radıyallahü anh) şöyle demiştir: 'Dini hususunda nice fâcir vardır ki maişetinde cömerttir, cennete de cömertliğinden dolayı girer!'
Rivâyet ediliyor ki; Ahmed b. Kays bir kişiyi elinde bir dirhem olduğu halde gördü ve şöyle sordu: 'Bu dirhem kimindir?' Kişi 'Benimdir!' dedi. Bunun üzerine Ahmed dedi ki: 'Senin elinden çıkmadıkça senin değildir!' Bu mânâda şöyle denilmiştir: 'ınalı elinde tuttuğun zaman sen onun hizmetçisisin. Onu infak ettiğin zaman, mal senin hizmetçindir'.
Vâsıl b. Ata'ya gazzal denilmiştir. Çünkü Vâsıl, iplik eğirenlerin yanında ve çarşılarda otururdu. Birşey almak isteyen zayıf bir kadın gördüğü zaman ona birşey verirdi.
Abdülmelik b. Said el-Esmâî şöyle anlatıyor: Hazret-i Hasan, Hazret-i Hüseyin'e bir mektup yazarak şairlere verdiği maldan dolayı kendisini kınadı. Hazret-i Hüseyin, ağabeyine cevap olarak şöyle yazdı: 'ınalın en hayırlısı odur ki onunla insan şerefini korur!'
Süfyân b. Uyeyne'ye 'Cömertlik nedir?' diye soruldu. Cevap olarak şöyle dedi: 'Arkadaşlara iyilik yapmak ve mal ile cömertlik etmek demektir'.
Dedi ki: 'Benim babam elli bin dirhem veraset elde etti. Onu keseler halinde arkadaşlarına gönderdi ve dedi ki: Ben Allahü teâlâ'dan arkadaşlarım için namazımda cennet istiyordum. O halde nasıl olur da kendilerine cennet istediğim kimselere karşı cimrilik yapabilirim'.
Hasan-ı Basrî şöyle demiştir: 'Mevcut olan malın verilmesi cömertliğin son zirvesidir'. Hukemânın birine 'Senin nezdinde insanların en sevimlisi kimdir?' diye soruldu.
Cevap olarak şöyle dedi: İyilikleri çok olan kimsedir!' 'Eğer birşeyi yoksa?' denilince, cevap olarak şöyle dedi: 'O kimse ki onun yanında iyiliklerin çok olur!'
Abdülâziz b. Mervan şöyle dedi: 'Kişi kendisine iyilik yapmam için bana imkân verdiği zaman, bence bu imkândan dolayı onun yapmış olduğu iyilik, benim ona yapmış olduğum iyiliğe eşittir'.
Mehdî 82, Şeybe b. Şebîb'e83 'Halkı benim evimde nasıl gördün?' diye sordu. Şebîb şöyle cevap verdi: 'Ey Mü'minlerin emiri! Onların her biri ümitlenerek giriyor, razı olarak çıkıyor!'
Bir kimse Abdullah b. Câfer'in yanında misal getirerek şöyle dedi: 'İyilik, ancak onunla iyilik yolu elde edilirse iyilik olur. Bu bakımdan bir iyilik yaptığın zaman o iyiliği Allah için veya akraban için yap veyahut bırak!5
Bunun üzerine Abdullah b. Câfer dedi ki: 'Bu okuduğun iki beyit halkı cimrileştirir! Lakin iyiliği yağmur gibi yağdır! Eğer şerefli kimselere isabet ederse onlar iyiliğin ehlidirler. Eğer alçak kimselere isabet ederse sen onun ehli olursun!5
52) İbn Hıbbân, Zuafâ; İbn Adiyy; Dârekutnî
53) Dârekutnî
54) Dârekutnî; İbn Cevzî, Mevzuat
55) Ebû Yâ'lâ; İbn Hıbbân, Zuafâ
56) Deylemî
57) Adı Mikdam b. Şureyh b. Hani b. Yezid el-Hârisî'dir. Kûfeli ve güvenilir bir zattır.
58) Taberânî
59) Dârekutnî
60) İbn Hıbbân, Zuafâ; Harâitî, Taberânî
61) Taberânî
62) İbn Mâce
63) Harâitî, Mekârim'u1-Ahlâk
64) Müslim
65) Taberânî, Ebû Nuaym
66) Benî Hilâle mensuptur.
67) Temim'den bir boydur. Peygamberlik iddia eden meşhur kadın Seccah bu kabiledendir.
68) Irâkî'ye göre aslına rastlanılmamıştır.
69) Irâkî'ye göre aslına rastlanılmamıştır.
70) İbn Adiyy, Dârekutnî
71) İbn Adiyy, İbn Hıbbân
72) İbn Adiyy, Dârekutnî
73) Tirmizî
74) Dârekutnî
75) Dârekutnî
76) Dârekutnî
77) İbn Adiyy, Dârekutnî, Harâitî, Beyhâkî
78) Dârekutnî
79) Dârekutnî
80) İsrailoğulları'ndandır, kıssası Kur'ân'da zikredilmiştir. Bu kimseye mensup olan yahûdîler Hazret-i Dâvud'un peygamberliğini inkar ederler. Ondan sonraki peygamberleri de kabul etmezler. Hazret-i Mûsa'dan sonra peygamber olmadığına inanırlar.
81) Dârekutnî
82) Adı Muhammed b. Abdullah b. Ali b. Abdullah b. Abbas'dır.
83) Adı Şebib b. Şeybe b. Abdullah et-Temimî el-Basrî'dir. Fesâhetinden ötürü Hatib lakabını almıştır.
84) Bu hanım Hazret-i Âişe'nin azatlısıdır.
Cömertlik Hakkında Hikâyeler
Muhammed b. Münkedir, Hazret-i Âişe'nin hizmetçisi Ümmü Durre84den rivâyet ediyor: Muâviye, Hazret-i Âişe'ye miktarı 180. 000 dirhem olan bir malı iki çuvala doldurarak gönderdi. Bunun üzerine Hazret-i Âişe bir tabak istedi, O tabak ile o malı, ihtiyaç sahiplerinin arasında taksim etti. Akşamladığı zaman cariyesine 'Benim iftar yemeğimi getir!' dedi. Cariye kendisine ekmek ile zeytinyağı getirdi. Ümmü Durre, Hazret-i Âişe'ye 'Bugün taksim ettiğin malın bir dirhemiyle bize iftar etmemiz için biraz et alamaz mıydın?' dedi. Aişe validemiz ona cevap olarak şöyle dedi: 'Eğer daha önce hatırlatsaydın alırdım!'
Eban b. Osman'dan85 şöyle rivâyet ediliyor: Bir kişi Hazret-i Ubeydullah b. Abbas'ı zarara sokmak istedi ve Kureyş'in eşrafına gelerek şöyle dedi: 'Ubeydullah sizi bugün öğle yemeğine davet ediyor' Bunun üzerine Kureyş eşrafı Ubeydullah'a, evini dolduracak kadar akın ettiler. Ubeydullah 'Ne oldu! Bu akının sebebi nedir?' diye sorunca olay kendisine anlatıldı. Bunun üzerine Ubeydullah bir taraftan meyve satın alınmasını emretti. Öbür taraftan da tirit yapılmasını ve ekmek pişirilmesini emretti. Meyveler misafirlere takdim edildi. Misafirler daha meyveleri bitirmeden sofralar kuruldu. Onlar doyasıya yediler. Ubeydullah vekillerine 'Bu sofralar hergün bizde var mı?' dedi. Onlar 'Evet!' deyince, Ubeydullah 'O halde bunlar hergün bizde öğle yemeği yesinler' dedi.
Mus'ab b. Zübeyr şöyle anlatıyor: Hazret-i Muâviye hacca geldi. Hacdan dönerken Medine'den geçti. Bunun üzerine Hazret-i Hüseyin, Hazret-i Hasan'a 'Muâviye'yi karşılama ve ona selâm verme!' diye tenbih etti. Muâviye Medine'den çıkınca Hazret-i Hasan dedi ki: 'Bizim bir borcumuz vardır. Mutlaka onun ödenmesi için Muâviye'ye gitmemiz gerekir' dedi ve bir hayvana binerek Muâviye'ye yetişti. Ona selâm verdi. Borcunu haber verdi. Bu esnada Muâviye'nin yanından, yükü 80. 000 dinar olan bir deveyi geçirdiler. Deve yorulmuş, diğer develerden geri kalmıştı. Bir grup insan deveyi sürüyordu. Hazret-i Muâviye 'Bu, ne devesidir?' diye sordu. Kendisine hâdise anlatıldı. Bunun üzerine 'Deveyi yüküyle beraber Ebû Muhammed'e (Hazret-i Hasan'a) verin!' dedi.
Vâkıd b. Muhammed el-Vâkıdî 86 babasından şöyle rivâyet ediyor: Babam, Halife Me'mun'a, bir dilekçe takdim etmiş, borcunun çokluğundan ve borçlu kalmak hususunda sabrının azaldığından bahsetmiş. Me'mun, arzuhalinin arkasına şunları yazmış: "Sen öyle bir kişisin ki sende iki haslet birden vardır: 'Senin elindeki serveti tüketen cömertliktir. Derdini bize anlatmaktan seni meneden hayâ'dır. Ben sana 100. 000 dirhem yerilmesini emrettim. Eğer ihtiyacına cevap verecek miktarı tahsis etmişsem, elinin yaymasını fazlalaştır. Eğer verdiğim ihtiyacını karşılamazsa, suçun sana aittir. Çünkü sen babam Harun Reşid'in kadısı iken, bana Muhammed b. İshak'tan, o da Zührî'den, o da Enes'den, Hazret-i Peygamber'in Zübeyr b. Avvam'a şöyle dediğini rivâyet etmiştin: 'Ey Zübeyr!87 Bil ki kulların rızık anahtarları arşın karşısındadır. Allahü teâlâ her kulun nafakası nisbetinde ona rızık gönderir. Bu bakımdan çok infak edene çok, az infak edene az gönderir'. 88 Sen benden daha iyi bilirsin!"
Vakıdî der ki: 'Allah'a yemin olsun. Me'mun'un, benimle bu hadîs-i şerifi müzakere etmesi bana verilen 100. 000 dirhemlik caizeden daha sevimli geldi bana!'
Bir kişi Hasan b. Ali'den bir ihtiyacının giderilmesini diledi. Hazret-i Hasan şu cevabı verdi: 'Ey kişi! Dilediğinin hakkı yanımda pek büyüktür. Sana gerekeni biliyor olmam, benim için daha ağır oldu. Elim sana lâyık olanı vermekten aciz. . . Allah için ne kadar verilirse azdır. Benim şu anda mülk ve tasarrufumda bulunan mal, senin şükrünü ifa etmek için senindir. Eğer sen bu mümkün olanı kabul eder, şu eziyetin yükünü benden kaldırır, gereken hakkından dolayı gösterdiğin ihtimamdan beni kurtarırsan, sana bütün malımı veririm'. Bunun üzerine kişi dedi ki: 'Ey Rasûlüllah'ın torunu! Kabul eder ve atiyene karşı teşekkür ederim. Kabul etmemek bana ağır gelir!'
Bunun üzerine Hazret-i Hasan vekilini çağırdı. Zarurî nafakalar hakkında vekille hesaba girişti. Bütün zarurî nafakalarını ortaya koyduktan sonra vekile şu emri verdi: 'Üçyüz bin dirhemden artanı getir!' Bunun üzerine vekil 50. 000 dirhem getirdi. Hazret-i Hasan vekile 'Beşyüz dinarı ne yaptın?' Vekil Yanımdadır!' dedi. Hazret-i Hasan 'Onu da getir!' diye emir verdi. Hazret-i Hasan, hamalların ücretini ödemek için abâsını da verdi. Bunun üzerine köleleri ve hizmetçileri Hazret-i Hasan'a 'Allah'a yemin olsun! Bizim yanımızda bir dirhem dahi kalmadı' dediler. Hazret-i Hasan 'Ümit ederim ki Allah katında bu benim için büyük bir ecir olur!' dedi.
Basra'nın kurraları Basra valisi İbn-i Abbâs'ın huzurunda toplanıp şöyle dediler: 'Bizim bir komşumuz var. Gündüzleri oruçlu, geceleri âbiddir. Her birimiz onun gibi olmak istiyoruz. Bu kişi kızını kardeşinin oğluyla evlendirdi. Fakat yeğeni fakirdir. Kızının çeyizini yapacak gücü yoktur. Onun için yardım et!'
Bu söz üzerine İbn-i Abbâs kalktı. Ellerinden tutarak onları evine götürdü. Bir sandık açtı. Sandıktan altı yığın (kese) para çıkardı. Onlara 'Bunları götürün!' dedi. Onlar da parayı alıp götürdüler. Daha sonra İbn-i Abbâs 'Biz o kişiye iyilik yapmadık. Onu oruç ve ibâdetinden alıkoyacak şeyler verdik. O malı geri getirin. Biz kızın çeyizini temin etmekle ona yardımcı olalım. Dünyanın, Allah'ın kullarından birini, Allah'a ibâdetinden meşgul edecek kadar değeri yoktur! Allah'ın velî kullarına hizmet etmekten bizi alıkoyan kibir ve gurur da bizde yoktur' dedi. İbn-i Abbâs da, kurralar da dediklerini yaptılar.
Hikâye olunuyor ki; Mısır'da halk kıtlığa yakalandı. Onların emiri Abdülhamid b. Sa'd idi. Abdülhamid dedi ki: 'Allah'a yemin ederim! Ben kendisine düşman olduğumu şeytana bildireceğim!' Bu bakımdan gıda maddelerinin fiyatları normale dönünceye kadar Abdülhamid, Mısırlı fakirleri kesesinden besledi. Sonra emîrlikten ayrıldı. Borçlarının karşılığında hanımlarının ziynetlerini rehin bıraktı. O ziynetlerin kıymetleri beş milyon dirhemdi. Ziynetleri tüccarların elinden borçlarını ödemek suretiyle alması zorlaştığı zaman ziynetleri satmalarını, haklarından fazla kalan parayı daha önce ikramına mazhar olmayan fakirlere dağıtmalarını yazdı.
Şii olan Ebû Tahir b. Kuseyr'e bir kişi 'Ali b. Ebî Tâlib'in hakkı için, senin filan filan yerdeki hakkını bana hibe et!' dedi. Bunun üzerine Ebû Tahir kişiye 'Onu sana verdim. Ali'nin hakkıyla yemin ederim, ondan sonra gelen yeri de sana veriyorum' dedi. Oysa kendiliğinden verdiği yer, kişinin istemiş olduğu yerin birkaç misliydi.
Ebû Mes'ud kerîm birisiydi. Şairlerden bazıları onu medhetti. Kendisini öven şaire dedi ki: 'Allah'a yemin ederim, benim yanımda sana verecek bir şeyim yok! Fakat beni yakamdan tut! Kadı'nın huzuruna götür. Bende 10. 000 dirhem alacağının olduğunu iddia et! Ben de 'Evet! Borçluyum' diyeyim. Sonra bu borcun karışlığında hapsedilmemi iste! Çünkü böyle yaptığın takdirde, aile efradım 10. 000 dirhem için beni hapiste bırakmazlar'.
Şair, onun dediği gibi yaptı. Akşama kadar şaire 10. 000 dirhem verildi ve Ebû Mes'ud hapisten çıkarıldı.
Muan b. Zaid89 Basra'da yukarı ve aşağı Irak'ın valisi idi. Bir şair kapısına geldi, bir müddet bekledi. Muan'ın huzuruna girmek istedi. Fakat bir türlü buna muvaffak olamadı. Bir gün Muan'ın bazı hizmetçilerine dedi ki: 'Emîr bahçeye indiği zaman onu bana göster!' Emîr bahçeye indiği zaman hizmetçi kendisine haber verdi. Bunun üzerine şair bir tahta parçasına bir şiir yazdı. Tahtayı bahçeye akan suya attı. Muan, suyun başında duruyordu. Tahtayı görünce aldı, okudu. Baktı ki içinde şunlar yazılıdır: 'Ey Muan'ın cömertliği! Benim ihtiyacımı Muan'a gizlice söyle! Çünkü senden başka Muan'ın yanında benim için şefaat edecek bir kimse yoktur!'
Muan 'Bu şiirin sahibi kimdir?' dedi. Bunun üzerine kişi Muan'ın huzuruna çağrıldı. Muan adama 'Şiiri nasıl söyledin?' dedi. Adam şiiri okudu. Bunun üzerine Muan, on kese verilmesini emretti, kişi bunları aldı. Vali o odun parçasını minderinin altına bıraktı. İkinci gün onu oradan çıkardı, okudu ve o kişiyi tekrar çağırdı. Ona 100. 000 dirhem verdi, kişi bu 100. 000 dirhemi aldığı zaman valinin bunu kendisinden geri alabileceğinden korkarak çıkıp gitti! Üçüncü gün şiiri tekrar okudu ve onu çağırdı, fakat şair arandı, bulunamadı. Bunun üzerine Muan dedi ki: 'Hazinemde bir dirhem ve dinar kalmayıncaya kadar ona vermek benim boynmun borcu olmuştur!'
Ebû Hasan el-Medainî 90 şöyle demiştir: Hazret-i Hasan, Hazret-i Hüseyin ve Abdullah b. Câfer beraberce hacca gittiler. Ağırlıkları kendilerinden daha önce gittiği için acıktılar ve susadılar. Çadırında oturan bir kocakarının yanından geçtiler. Kadına 'su var mı?' diye sorunca 'Evet, var!' cevabını aldılar. Bunun üzerine develerini çöktürdüler. Çadırın bir tarafında kadının zayıf bir koyunu vardı. Kadın onlara 'Şu koyunu sağın, sütünü için!' dedi. Onlar bunu yaptılar. Sonra kadına dediler ki: 'Yemek var mı?' Kadın 'Hayır! Bu koyundan başka yiyecek bir madde yok! Fakat bu koyunu biriniz kessin ki size yiyecek hazırlayayım!' dedi. Onlardan biri koyunu kesti, yüzdü. Kadın onlara yemek hazırladı. Hava serinleyinceye kadar orada durdular. Giderken kadına dediler ki: 'Biz Kureyşteniz. Bu tarafa (Ka'be'ye) gitmek istiyoruz. Sağ sâlim Medine'ye döndüğümüz zaman, yanımıza gel, sana iyilik yapacağız!' Sonra gittiler. Hanımın kocası gelince, ona olanları anlattı. Bunun üzerine kocası öfkelendi ve kadına dedi ki: 'Allah senin belanı versin! Tanımadığın bir gruba benim koyunumu nasıl keser ve sonra da 'Kureyş'ten birkaç kişiydi' dersin?'
Bir müddet sonra, zaruret o karı-kocayı Medine'ye gelmeye zorladı. Karı koca Medine'ye geldiler. Hayvan dışkılarını toplayıp, satıyorlar ve onun parasıyla yaşıyorlardı. Bir gün kadın Medine'nin bir sokağından geçti. O anda Hazret-i Hasan kapısında duruyordu. Kadını tanıdı. Fakat kadın kendisini tanımadı. Hizmetçisini göndererek kadını çağırdı. Kadına dedi ki: 'Ey Allah'ın sevgili kulu! Beni tanıdın mı?' Kadın 'Hayır! Seni tanımıyorum!' deyince, Hazret-i Hasan 'Ben filan filan günde senin misafirin olmadım mı?' dedi. Kadın 'Annem babam sana feda olsun! Sen o musun?' dedi.
Hazret-i Hasan 'Evet! Ben oyum!' dedi. Sonra Hazret-i Hasan zekât koyunlarından kadın için bin koyun satın alınmasını emretti. Bunlarla beraber kadına bin dinar verdi ve kadını hizmetçisiyle beraber kardeşi Hazret-i Hüseyin'e gönderdi. Hazret-i Hüseyin kadına 'Ağabeyim sana ne kadar verdi?' diye sordu. Kadın 'Bin koyun, bin dinar!' dedi. Bunun üzerine Hazret-i Hüseyin de kadına o kadar verilmesini emretti. Sonra kadını hizmetçisiyle beraber Abdullah b. Câfer'e gönderdi. Abdullah 'Hasan ile Hüseyin sana ne kadar ikramda bulundu?' dedi. Kadın 'İki bin koyun, iki bin dinar!' dedi. Bunun üzerine Abdullah (radıyallahü anh) kadına iki bin koyun, iki bin dinar verilmesini emretti ve dedi ki: 'Eğer benden başlamış olsaydın onların ikisini de yorardım!' Kadın kocasına dört bin koyun ve dört bin dinarla döndü!
Abdullah b. Amr b. Kureyz camiden çıkıp evine giderden Sakif kabilesinden bir çocuk ayağa kalktı. Onun yanına gitti. Abdullah çocuğa 'Senin bir ihtiyacın mı var?' dedi. Çocuk 'Senin salâh (iyilik) ve felâhını (kurtuluşunu) istiyorum. Senin tek başına yürüdüğünü görünce seninle beraber yürüyüp, seni korumayı düşündüm. Sana bir kötülük dokunmasından Allah'a sığınırım!' dedi. Bunun üzerine Abdullah çocuğun elinden tuttu. Onu evine götürdü. Sonra bin dinar istedi. Çocuğa verdi ve dedi ki: 'Ailen seni güzel terbiye etmiş. Bu parayı infak et!'
Hikâye ediliyor ki, Araplardan bir kavim, cömert birinin kabrini ziyaret etmeye geldiler. Kabrinin yanında konaklayıp gecelediler. Kendileri uzun bir mesafeden geliyorlardı. Onlardan biri, rüyasında kabir sahibini gördü. Kabir sahibi kendisine şu teklifte bulundu: 'Sen deveni benim devemle değiştirir misin?' Cömert olan kabir sahibi arkasında bir deve bırakmıştı. Onunla mâruf ve meşhur idi. Rüya gören kişinin de semiz bir devesi vardı. Kişi, kabir sahibine 'Evet! Değiştiririm' dedi ve rüyada deveyi onun devesiyle takas yaptı. Aralarında akid olunca kabir sahibi deveye doğru gitti ve deveyi kesti. Deve sahibi rüyasından uyanınca devesinin göğsünden kan aktığını gördü. Kalkıp deveyi kesti, etini taksim etti. Pişirdiler ve sonra göç edip, gittiler. İkinci gün yoldayken onları bir kervan karşıladı. Kervanın içinden biri bunlara 'Sizden filan oğlu filan kimdir?' dedi. Deve sahibinin ismini söyledi. Bunun üzerine deve sahibi 'O sorduğun kimse benim!' dedi. Soran adam deve sahibine 'Sen filan oğlu filana (kabir sahibini kastediyor) birşey sattın mı?' dedi. Deve sahibi 'Evet! Ben devemi rüya âleminde onun devesiyle takas yaptım!' dedi. Soran 'O halde bu onun devesidir, buyurun!' diye deveyi takdim ettikten sonra şöyle devam etti: 'O kabir sahibi benim babamdır. Onu rüya âleminde gördüm. Bana dedi ki: "Eğer oğlum isen benim devemi filan oğlu filana götür diyerek senin ismini de zikretti" dedi.
Kureyşten bir kişi seferden geldi. Yol kenarında oturan bir bedevinin yanından geçti. O bedevî hastalıktan halsiz düşmüştü. Bedevî misafire şöyle seslendi: 'Ey kişi! Zamanın felâketlerine karşı bize yardım et!' Bunun üzerine misafir, hizmetçisine dedi ki: 'Seninle beraber kalan nafakayı bu adamcağıza ver!'
Bu söz üzerine, hizmetçi, bedevinin kucağına dört bin dirhemi döküverdi. Bedevî gitmek istedi. Fakat zayıflıktan kalkamadı, ağladı. Misafir kendisine 'Seni ağlatan nedir? Acaba bizim verdiğimizi az mı gördün?' dedi. Bedevî 'Hayır!' dedi ve devamla 'Fakat ben toprağın senin kereminden (iskeletini kastediyor) yiyeceğini hatırladım da o beni ağlattı!' dedi,
Abdullah b. Amr, Hâlid b. Ukbe b. Ebî Müeyyed'den çarşıdaki evini 90. 000 dirheme satın aldı. Geceleyin Hâlid'in aile efradının ağlamasını işitti. Hanımına 'Bunlar niçin ağlıyorlar?' diye sordu. Hanımı dedi ki: 'Sana satılan evleri için ağlıyorlar?' Bunun üzerine Abdullah hizmetçisine 'Git onlara söyle! Hem verdiğim mal, hem de ev onlarındır!' dedi.
Harun Reşid, İmâm-ı Mâlik'e beşyüz dinar gönderdi. Bu haber Leys b. Sa'd'ın91 kulağına gitti. Leys bunun üzerine İmâm-ı Mâlik'e bin dinar gönderdi. Harun Reşid bu olaya kızarak, Leys'e 'Nasıl olur? Ben ona beşyüz dinar veriyorum, sen ise bin dinar! Oysa sen benim halkımdan bir fertsin' dedi. Bunun üzerine Leys şöyle cevap verdi: 'Ey Mü'minlerin emiri! Benim mahsulümden hergün bin dinarlık kâr geliyor. Bu bakımdan ben İmâm-ı Mâlik gibi bir insana günlük gelirimden azını vermiş olmaktan utandım!'
Hikâye olunuyor ki Leys'in günlük geliri bin dinar olmakla beraber kendisine zekât vâcib olmamıştır. (Yani malını elinde tutmamıştır) . Bir kadın, Leys b. Sa'd'dan biraz bal istedi. Leys, kadına bir tulum dolusu bal verilmesini emretti. Kendisine denildi ki: 'Kadın bundan azıyla kanaat ediyor!'
Cevap olarak şöyle dedi: 'O ihtiyacı kadarını istedi. Biz de bize verilen nimet oranında verelim!' Leys b. Sa'd, üçyüz altmış fakire sadaka vermeden bir gün bile konuşmazdı.
A'meş92 der ki: "Yanımda bulunan bir koyun hasta oldu. Hayseme b. Abdurrahman93 sabah akşam koyunu kontrol edip bana 'Koyun bugün yemini aldı mı?' diyordu. Çocuklar, koyunun sütünü kaybettiklerinden beri zor durumda kalmışlardı. Benim altımda, üzerinde oturduğum bir keçe vardı. Hayseme her gelip gittiğinde, bana 'Keçenin altındakini al!' diyordu. Öyle ki koyunun hastalığı müddetince üç yüz dinardan fazla bana para verdi. Hatta koyunun hiç iyileşmemesini temenni ettim".
Abdülmelik b. Mervan, Esma b. Harice'ye94 dedi ki: 'Senin hakkında bazı hasletler işittim! Onları bana söyler misin?' Esma 'Bu hasletleri başkasından dinlemen, benden dinlemenden daha güzeldir' dedi. Abdülmelik 'O hasletleri bana söylemeni sana emrediyorum!' dedi. Bunun üzerine Esma, söze başlayarak şöyle dedi: 'Ey Mü'minlerin emiri! Ben hiçbir arkadaşımın huzurunda ayaklarımı uzatmış değilim! Bir yemeği yapıp ona bir kavmi davet ettiğimde bu hususta benim onlara yapacağım minnetten daha fazlasını onlar bana yapmış olurlar. Hiç kimse yoktur ki yüzünü çevirip benden birşey istemiş olsun da ona vermiş olduğumu çok görmüş olayım!'
Said b. Hâlid,95, Süleyman b. Abdülmelik'in huzuruna girdi. Said cömert bir kimseydi. Yanında birşey bulunmadığı zaman kendisinden mal isteyen bir kimseye bir borç senedi verirdi. Maaşı çıkınca o borcu öderdi. Süleyman ona baktığı zaman şu şiir ile temsil getirdi:
- Ben sabahla beraber bir çağırıcıyı dinledim. Şöyle sesleniyordu: 'Ey çok yardımcı olan kişiye yardım eden neredesin?'
-Senin ihtiyacın nedir?
-Benim borcum var.
-Ne kadar?
-Otuz bin dinar!
-Senin borcun ve onun kadarı da senin olsun!
Denildi ki, Kays b. Sa'd b. Ubade hastalandı. Arkadaşları ziyaretini tehir ettiler. Bunun üzerine kendisine denildi ki: 'Onlar sana borçlu oldukları için utanıp gelmiyorlar!' Bunun üzerine Kays şöyle dedi: 'Arkadaşları ziyaretten meneden bir malı Allah rezil eder (etsin!) ' Sonra bir tellâle emir verdi, tellâl şöyle çağırdı: 'Kaysın kimde alacağı varsa, bağışlanmıştır!'
Râvi der ki: 'O gün Kays'ı ziyaret edenlerin çokluğundan ötürü Kays'ın merdiveni kırıldı'.
Ebû İshak'tan şöyle rivâyet ediliyor: Sabah namazını Kûfe'de, Eşas06 mescidinde kıldım. Bir borçlumu arıyordum. Namaz kıldıktan sonra önüme bir elbise ile bir çift ayakkabı konuldu. Getirene dedim ki: 'Ben bu mescidin ehlinden değilim. Bunları neden bana veriyorsun?' Bana dediler ki: 'Eşas b. Kays el-Kindî, akşamleyin Mekke'den geldi. Camide namaz kılan herkese bir elbise ile bir çift ayakkabı verilmesini emretti'.
Şeyh Ebû Sa'd Harkuşî Nisaburî97 Muhammed b. Muhammed'den şöyle rivâyet ediyor: Mekke-i Mükerreme'de mücavir olarak bulunan Şâfiî şöyle anlattı: 'ınısır'da fakirler için birşeyler toparlamakla bilinen bir kişi vardı. Fakirlerden birinin çocuğu doğdu. Çocuğun babası fakirlerin haline bakan adama geldi ve kendisine bir çocuğunun doğup dünyaya geldiğini haber verdi. Çocuğa bakmak için yanında birşey olmadığını söyledi. Adam onunla beraber gitti. Bir cemaatin huzuruna girdi. Fakat hiçbir şey alamadı. Bir kabrin yanına gelerek orada oturdu ve şöyle seslendi: 'Allah senden razı olsun. Sen iyilik yapar ve verirdin. Ben bugün bir cemaatin yanma girip çıktım. Yeni doğan bir çocuğa birşeyler vermeyi teklif ettim. Hiçbir şey alamadım!' Çocuğun babası der ki: Sonra kabrin yanından kalktı. Bir dinar çıkardı. Onu ikiye böldü. Yarısını bana verdi ve dedi ki: 'Eline birşey geçinceye kadar bu senin boynuna borç olacaktır!' Bunun üzerine parayı aldım gittim. Mümkün olan şeyleri satın aldım. O gece o zat, kabir sahibini rüyasında görmüş. Kabir sahibi ona 'Senin bütün dediğini dinledim. Fakat cevap vermek için bize izin yok. Lâkin evime git. Çocuğuma söyle! Ocak yerini kazsınlar. Orada bir dağarcık vardır. İçinde beşyüz dinar vardır. Onu al! Çocuğun babasına götür, teslim et!' Sabah olduğu zaman kişi ölünün evine gitti, onlara hikâyeyi anlattı. Kendisine otur dedikten sonra denilen yeri kazdılar, paraları çıkardılar ve paraları getirip adamın önüne koydular. Adam dedi ki: 'Benim rüyamın hükmü yoktur. Bu mal sizindir!'
Bunun üzerine onlar dediler ki: 'O ölü iken cömertlik yapar da biz diri iken nasıl cömertlik yapmayız' ve paraları alması için ısrar ettiler. Bunun üzerine adam paraları alıp çocuğun babasına getirdi. Macerayı kendisine anlattı. Çocuğun babası onların içinden bir dinar aldı. Onu ikiye böldü. Kendisine borç vermiş olduğu yarım dinarı iade etti ve diğer yarıyı yanında bıraktı. Parayı getirene 'Bu bana kâfidir, geri kalan parayı götür fakirlere sadaka ver!' dedi. Ebû Said der ki: 'Ben bu kişilerin hangisinin daha cömert olduğunu bilmiyorum'.
Rivâyet ediliyor ki İmâm-ı Şâfiî, Mısır'da ölüm hastalığına tutulduğu zaman şöyle demiştir: 'Filan adama söyleyin beni yıkasın!' Vefat edince adamın kulağına İmâm-ı Şâfiî'nin ölüm haberi geldi. Bunun üzerine adam gelip orada hazır bulundu ve şöyle dedi: 'Hazretin geride bıraktığı tezkereyi (hesap defterini) bana getiriniz!' Tezkereyi getirdiler. Baktı ki, Şâfiî'nin boynunda yetmiş bin dirhem borç var. O borcu kendi üzerine aldı ve ödedi. Sonra da dedi ki: 'İşte benim onu yıkamamın mânâsı budur!'
Ebû Said şöyle anlatıyor: Mısır'a geldiğim zaman İmâm-ı Şâfiî'ye bu iyiliği yapanın evini sordum. Evi bana gösterdiler. Onun ahfadından bir grup gördüm. Onları ziyaret etim. Onlarda hayırlı simalar gördüm. Faziletin eserlerini müşahede ettim ve dedim ki: 'O zatın hayır hususundaki eseri bunlara yetişmiş, bereketi bunlarda tebellür etmiştir'. Bunu da Allahü teâlâ'nın şu ayetiyle istidlâl ederek söyledi:
O kişinin babaları sâlih bir kimseydi. (Kehf/82)
İmâm-ı Şâfiî şöyle demiştir: "Ben daima Hammad b. Ebî Süleyman'ı severim. Çünkü ondan benim kulağıma şöyle birşey geldi: O birgün merkebine binmiş olduğu halde iken merkep onu salladı. Bunun üzerine düğmesi koptu. Bir terzinin yanından geçerken, düğmesini diktirmek için inmek istedi. Terzi onu görünce 'Allah'a yemin ederim, sen inmeyeceksin!' dedi. Terzi bizzat yanına gitti, onun düğmesini dikip düzeltti. Hammad terziye, içinde on dinar bulunan bir kese uzatıp teslim etti ve terziden verdiğinin azlığından dolayı özür diledi". İmâm-ı Şâfiî kendi nefsi için de şu şiiri okudu:
Ey kalbimin hasreti! Bir mal için ki o mal ile mürüvvet ehlinden fakir olanlara cömertlik yapacaktım!
Muhakkak ki bana gelip yanımda olmayanı benden isteyen için özür dilemem, musibetlerden biridir.
Rebî b. Süleyman'dan şöyle rivâyet ediliyor: Bir kişi İmâm-ı Şâfiî'nin üzengisini tuttu, İmâm-ı Şâfiî talebesi Rebî'ye dedi ki: 'Bu kişiye dört dinar ver ve benden dolayı kendisinden özür dile!'
Rebî, Humeydî'den şöyle rivâyet ediyor: 'Şâfiî, Yemen'in San'a şehrinden Mekke'ye 10. 000 dinarla geldi. Mekke'nin dışında bir yerde çadırını kurdu. O 10. 000 dinarı bir elbise üzerine serdi. Sonra kendisinin yanına gelene o dinarlardan bir avuç alıp veriyordu. Öğle namazını kılıncaya kadar böyle devam etti. Öğleyin elbiseyi üzerinde birşey olmadığı halde silkti'.
Ebû Sevr'den şöyle rivâyet edilir: Şâfiî, beraberinde mal olduğu halde, Mekke'ye gitmek istedi, cömertliğinden dolayı elinde az şey tutabilirdi. Bunun üzerine kendisine 'Bu mal ile sana ve senden sonraki çocuklarına yetecek bir akar almalısın!' dedim. İmâm-ı Şâfiî çıkıp gitti. Sonra dönüp bize geldiğinde o malı ne yaptığını sorunca şöyle dedi: 'Mekke'de bir akar bulamadım ki onu satın almak imkânım olsun! Çünkü ben Mekke'nin esasını biliyorum. Mekke'nin çoğu vakfedilmiştir. Ancak ben Mina'da bir konak yeri inşa ettim. Orası arkadaşlarımız hacca gittikleri zaman onlara konak olsun!' İmâm-ı Şâfiî nefsi için şu şiiri inşa etmiştir: 'Nefsimi görüyorum ki bir kısım şeylere isteklidir. Oysa o şeyleri elde etmeye malım yetişmez. Bu bakımdan benim nefsim cimrilikten dolayı bana itaat etmez. Benim malım da beni yaptıklarıma ulaştırmaz'.
Muhammed b. Ubbad el-Muhallebî şöyle anlatıyor: Babam, Me'mun'un huzuruna girdi. Me'mun babama yüz bin dirhem caize verdi. Babam onun yanından kalkıp o parayı sadaka olarak dağıttı. Bu haber Me'mun'un kulağına gittiği zaman babamı huzuruna çağırdı ve bu hususta babamı kınadı. Babam ona şöyle dedi: 'Mevcut olanı vermemek, Allah hakkında su-i zan etmek demektir'. Bunun üzerine Me'mun kendisine yüz bin dirhem daha verdi.
Adamın biri Said b. As'ın yanına vardı. Said'den para istedi. Said ona 100. 000 dirhem verilmesini emretti. Adam ağladı. Said adama 'Seni ağlatan nedir?' dedi. Adam 'Toprağın senin gibi bir insanı yiyeceği için ağlıyorum' dedi. Said adama 100. 000 dirhem daha verilmesini emretti.
Ebû Temam98, İbrahim b. Şekele'nin huzuruna, İbrahim'i öven birkaç kişiyle girdi. İbrahim hastaydı. İbrahim, şair Ebû Temam'ın medhiyesini kabul etti. Teşrifatçısına, şairin şanına yakışır şekilde ikramda bulunulmasını emretti ve dedi ki: 'Umarım ki ben hastalığımdan kalkıp onu mükâfatlandırırım'. Bunun üzerine şair orada iki ay durdu. Uzun durmak şairi sıktı. Şair, İbrahim'e mektup yazarak şöyle dedi:
Muhakkak ki bizim medhiyemizi kabul etmek ve umulan caizeyi vermemek, alışverişte malın bedelini aynı anda ödememenin haram olduğu gibi haramdır!
Bu iki beyit, İbrahim'in eline ulaştığı zaman vezirine 'Şair ne zamandan beri burada bulunuyor?' diye sordu, vezir 'İki aydan beri!' dedi. İbrahim 'O halde şaire otuz bin dirhem ver ve bana da divit ile kalem getir!' dedi. İbrahim şaire şunu yazdı:
Sen bizi aceleciliğe sevkettin. İşte sana acele olan atiyyemiz az geldi. Eğer bize mühlet verseydin az vermezdik.
Bu bakımdan sen azı al ve sanki şiir söylememiş gibi ol! Biz de deriz ki; sanki şaire hiçbir şey vermedik!
Rivâyet ediliyor ki Hazret-i Osman'ın Hazret-i Talha'dan 50. 000 dirhem alacağı vardı. Hazret-i Osman bir gün camiye çıkınca Talha kendisine 'Senin malın hazırlanmıştır, götürebilirsin!' dedi. Hazret-i Osman, Hazret-i Talha'ya 'Ya Ebû Muhammed! O mal senin olsun. Mürüvvetine karşı sana bir yardım olsun!' dedi.
Su'da binti Avf99 şöyle anlatıyor: Hazret-i Talha'nın evine gittim, ağır bir hastalığa tutulmuştu ve üzülüyordu. Kendisine 'Neden böyle sıkılıyorsun?' deyince, şöyle dedi: 'Benim yanımda birçok mal birikmiş ve bu beni üzüyor!' Dedim ki: 'Neden seni üzüyor? Kavmini çağır ve dağıt!' Bunun üzerine hizmetçisine 'Kavmimi çağır ve bu malı onlara taksim et!' dedi. Hizmetçi 'Ne kadar dağıtayım?' dedi. Talha 'Dörtyüz bin dirhem' dedi.
Bir bedevî Hazret-i Talha'ya geldi ve merhametini çekecek şekilde kendisine yalvardı. Bunun üzerine Hazret-i Talha şöyle dedi: 'Senden önce hiç kimse bana bu şekilde yalvarmış değildir. Benim bir arazim vardır. Osman (radıyallahü anh) bana 300. 000 dirhem verdiği halde yine vermemiştim. İstersen o arazi senin olsun. Dilersen onu Osman'a satıp parasını sana vereyim!'
Adam 'Parasını istiyorum!' dedi. Bunun üzerine Talha, arazisini Hazret-i Osman'a sattı ve parayı adama verdi.
Deniliyor ki, Hazret-i Ali bir gün ağladı. Kendisine 'Seni ağlatan nedir?' diye soruldu.
Cevap olarak şöyle dedi: 'Yedi günden beri bana misafir gelmedi. Korkuyorum ki, Allahü teâlâ beni rezil etmiş olsun!'
Adamın biri bir dostunun yanına gelip kapısını çaldı. Dostu 'Seni gelmeye zorlayan nedir?' diye sorunca kişi şöyle dedi: 'Benim boynumda dörtyüz dirhem borç vardır!' Bunun üzerine ev sahibi dörtyüz dirhemi tartıp adama teslim etti. Eve dönünce ağladı. Hanımı 'ınadem ki para vermek sana zor geliyor, neden verdin?' diye sorunca şu cevabı verdi: 'Ben bu dostumun halini sormadığımdan, onu gelip benden para istemeye mecbur ettiğimden ötürü ağlıyorum!'
Allah bu sıfatlara sahip olan kimseden râzı olsun ve böyle kimselerin günahlarını bağışlasın!
85) Eban b. Osman b. Affan Medinelidir, güvenilir bir zattır. H. 105 senesinde vefat etmiştir.
86) Adı Ebû Abdullah Muhammed b. Ömer Eslemi'dir Hârun Reşid tarafından Bağdad kadılığına tayin olunmuştur. H. 130'da doğmuş, 207'de vefat etmiştir.
87) Cennetle müjdelenenlerden biridir.
88) Dârekutnî
89) Şeyban kabilesindendir ve cömertliğiyle meşhurdur.
90) Adı Ali b. Muhammed b. Abdullah b. Ebi Seyf el-Medâinî'dir Meşhur eserlerin sahibidir. Mekke'de H. 224'de vefat etmiştir. Öldüğünde 93 yaşında idi.
91) İmâm-ı Mâlik ayarında olan bu zatın adı Ebû Hâris Fehmî el-Mısrî'dir.
92) Kûfeli Mehram'ın oğlu Süleyman'dır.
93) Bu zatın hem babası, hem de dedesi sahâbedendir. Ca'fî kabilesinden olan bu zat Kûfelidir.
94) Esma b. Hârice b. Hasın b. Huzeyfe b. Bedr el-Fazzârî'dir. Uyeyne b. Hısn'ın yeğenidir. Babası da, amcası da ashâbdandır.
95) Adı Said b. Hâlid b. Amr b. Osman b. Affan'dır.
96Adı Eşas b. Kays b. Madî Kerib el-Kindî'dir. Ashâbdandır Künyesi Ebû Muhammed'dir. Zengin ve cömertti. H. 40'da vefat etmiştir.
97) Adı Ebû Said Abdülmelik b. Muhammed b. İbrahim'dir. H. 406'da Nisabur'da vefat etmiştir.
98) Adı Ebû’l Temam Habib b. Evs b. Evs b. Hâris b. Kays'dır. Tâi kabilesinden olan bu zat meşhur bir şairdir. H. 281'de vefat etmiştir.
99) Cennetle müjdelenen Hazret-i Talha'nın ailesidir.
MALA DÜŞKÜNLÜĞÜN VE CİMRİLİĞİN KÖTÜLÜĞÜ konusu devamı;