4-5
Cum'a Namazının Fazileti
Cum'a günü, büyük bir gündür. Allahü teâlâ İslâm dinini bu günle büyütmüş ve tezyin etmiştir. Aynı zamanda bu günü bütün ümmetler arasında sadece müslümanlara ihsan buyurmuştur.
Allahü teâlâ Kur'ân'da şöyle buyurmaktadır:
Ey îman edenler! Cum'a günü namaz için çağrıldığınız zaman hemen Allah'ın zikrine koşun ve alış-verişi bırakın. Eğer bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır. (Cum'a/9)
Allahü teâlâ böyle buyurmak sûretiyle o saatte insanoğlunu cum'aya gitmekten alıkoyan dünyevî meşgalelerin tamamını haram kılmıştır.
Hazret-i Peygamber de şöyle buyurmaktadır:
Allahü teâlâ, benim şu makamımda ve şu günümde size cum'a namazını farz kılmıştır. 136
Allahü teâlâ özürsüz olarak üç cum'a namazını terkedenin kalbini kilitler. 137
Özürsüz olarak üç cum'a namazını terkeden kimse, İslâm dinini arkasına atmış ve ona önem vermemiş demektir. 138
Adamın birisi İbn-i Abbâs'a gelerek, hayatında cum'aya ve cemaat namazlarına iştirak etmeyerek ölen kimsenin durumunu sordu. İbn-i Abbâs 'O ateş ehlidir' cevabını verdi. Adam bir ay mütemadiyen gelip giderek, aynı suali sordu ve hepsinde de aynı cevabı aldı.
Bu hadîs-i şerîfte şöyle vârid olmuştur:
Cum'a günü, iki kitabın (Tevrat ve İncil'in) ehline verildi. Fakat onun hakkında ihtilâfa düştükleri için Allahü teâlâ onları o günden mahrum etti. Bizleri ise, o güne hidayet eyledi. O günü bu ümmet için sakladı ve onu, bu ümmete bayram kıldı. Bu bakımdan bu ümmet o günü herkesten daha önce elde etti. Hristiyan ve yahûdîler ise (o günü takip eden günleri bayram edindikleri için bu hususta) müslümanlara tâbi olmuşlardır. 139
Enes'in, Hazret-i Peygamber'den rivâyet ettiği bir hadîste de şöyle buyurulmaktadır:
Cebrail, elinde bembeyaz bir ayna olduğu halde bana gelerek 'Şu gördüğün ayna, rabbin tarafından, senin ve senden sonra gelecek ümmetin için bayram olsun diye, farz kılınan cum'a günüdür' dedi. Bunun üzerine 'Bu günde bizim için ne gibi faziletler var?' diye sordum. Şöyle dedi: "Bu günde öyle bir saat vardır ki, kim bu saatte, kendisine taksim edilen bir hayrı isterse Allahü teâlâ ona istediğini ihsan eder. Eğer kendisi için taksim edilmiş bir hayır yoksa duasının yüzü suyu hürmetine istediğinden daha büyük bir hayri kıyâmette azık olarak verir. Eğer bu saatte kendisi için yazılan birşeyden Allah'a sığınırsa, Allahü teâlâ onu o yazılandan daha büyük bir felâketten korur. O gün, bizim nezdimizde günlerin efendisidir. Biz, o güne kıyâmet gününde 'artırma günü' mânâsına gelen 'yevm-ül-mezîd' demekteyiz".
'Neden ey Cebrâil?' diye sorduğumda da şunları söyledi: 'Senin rabbin cennette miskten daha kokulu ve bembeyaz bir vâdi yaratmıştır. Kıyâmet gününde illiyyîn denilen makamdan kürsüsüne (kemiyeti ve keyfiyeti bilinmeyen bir şekilde) iner. Sonra, ehl-i cennete cemâlini o şekilde gösterir ki, onlar O'nun keremli vechini temaşa ederler. 140
Üzerine güneşin doğduğu en hayırlı gün cum'adır. Adem (aleyhisselâm) o günde yaratıldı ve cennete o günde gönderildi. Cennetten o gün indirildi ve tevbesi o günde kabul olundu. O günde de vefat etti. Kıyâmet de o günde kopacaktır. O gün Allah'ın nezdinde mezîd (artırma) günüdür. Göklerdeki melekler de ona bu ismi vermektedirler. Aynı zamanda o gün, cennette Allahü teâlâ'nın cemâlinin temaşa günüdür. 141
Her cum'a gününde Allahü teâlâ'nın ateşten azad ettiği altıyüzbin azadlısı vardır. 142
Hazret-i Enes bir hadîste Hazret-i Peygamber'in şöyle buyurduğunu rivâyet etmektedir;
Cum'a günü selâmetle geçtiği takdirde, haftanın diğer günleri de selâmetle geçer. 143
Hergün öğleden önce, güneş göğün tam ortasındayken, cehennem kızdırılır. Bunun için cum'a günü hariç, diğer günlerde, bu saatte namaz kılmayınız. Cum'a gününde ise, her vakit namaz kılınabilir; çünkü o günde (onun hürmetine) cehennem kızdırılmaz. 144
Ka'b'ul Ahbar şöyle diyor: Allahü teâlâ, şehirlerden Mekke'yi, aylardan Ramazan'ı, günlerden Cum'a'yı ve gecelerden de Kadir gecesini faziletli kılmıştır'.
Denildiğine göre, kuş vesâir haşarat, cum'a günü karşılaştıklarında birbirlerine 'Selâm, bugün sâlih bir gündür' derlermiş.
Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur:
Cum'a gününde veya gecesinde ölen kimseye, 'şehid' ecri yazılır ve o kişi kabir fitnesinden korunur. 145
136) İbn Mâce, (Câbir'den zayıf hır senedle)
137) Beyhakî, Şuab'ul-Îman, (İbn-i Abbâs'dan)
138) İmâm-ı Ahmed ve Sünen sahipleri, (Ebû Ca'd ed-Damrî'den)
139) Buhârî ve Müslim, (Ebû Hüreyre'den)
140) Şâfiî, Müsned; Taberânî, Evsat','İbn Merdeveyh, Tefsir, (zayıf senedlerle)
141) Müslim, (Ebû Hüreyre'den)
142) İbn Adiyy, el-Kâmil; İbn Hıbbân, Duafâ Beyhakî, Şuab'ul-Îman, (Enes'den)
143) İbn Hıbbân, Duafâ; Ebû Nuaym, Hilye; Beyhakî, Şuab'ul-Îman, (Hazret-i Âişe'den)
144) Ebû Dâvud, (Ebû Katade'den)
Cum'anın Şartları
Cum'a diğer namazların şartlarında ortak olduğu gibi onlardan hiçbirinde bulunmayan şu altı şartla da ayrılmaktadır:
1- Vakit: İmamın selâmı, ikindi namazı vaktine tesadüf ederse cum'a namazı geçmiş sayılır. Bu namazı, dört rek'at ve öğle namazı olarak kaza etmelidir. Cum'a namazına sonradan gelip de imama uyan kimsenin son rek'atı vaktin haricine çıkarsa, onun cum'asının sahih olup olmadığı hakkında ihtilâf vardır.
2. Mekân: Cum'a namazının sahralarda, çöllerde ve çadırlar arasında kılınması sahih değildir. Aksine cum'a namazının sahih olması için, taşınmaz binaların bulunduğu bir yer lâzımdır.
Aynı zamanda bu yerde kendilerine cum'a namazı farz olan kırk kişinin bulunması şarttır. (Bu hüküm Şâfiî'ye göredir. )
Köy, cum'a hususunda şehir gibidir. Köylerde cum'a kılmak için sultanın bulunması veya izin vermesi şart değildir; fakat en iyisi izin almaktır.
3. Aded: (Şâfiî'ye göre) Cum'a, kırk erkekten az olan bir cemaatle sahih olmaz. Cum'aya iştirâk eden bu insanlar, mükellef, kış ve yaz göç etmeyen ve o mahallin daimî yerlisi olmalıdır. Eğer hutbe okunurken veya namaz kılınırken, mevcut kırk kişiden bir kişi bile çıkıp gitse cum'a namazı sahih olmaz. Bu adedin hutbenin başlangıcından imamın selâm vermesine kadar orada bulunması şarttır.
4. Cemaat: Eğer bir köyde veya şehirde kırk kişi ayrı ayrı yerlerde cum'a namazını tek başlarına (veya küçük gruplar halinde) kılsalar, namazları sahih değildir. Fakat sonradan gelip de namazın ikinci rek'atında imama uyan bir kimsenin, imamın selâmından sonra, kendi namazının ikinci rek'atını tek başına edâ etmesi caizdir. Eğer imamın ikinci rek'atına rükûuna yetişemezse, yine imama uyar; fakat o namazı öğle namazı niyetiyle kılar. İmâm selâm verdiğinde kalkarak dört rek'at öğle namazını edâ eder.
5. Orada Daha Önce Cum'a Kılınmış Olmamalıdır:
Eğer bir mahallenin bütün ahalisinin bir camiye toplanması mümkün değilse, iki, üç veya dört camiye (ihtiyaç kadar) dağılıp cum'a kılmaları caizdir. Eğer ihtiyaç olmaksızın birkaç yerde cum'a kılınırsa, hangi cum'anın imamı istiftah tekbirini daha önce alırsa, ancak o cum'a sahihtir. (Diğerleri ise fasiddir) .
Ayrı ayrı yerlerde cum'a kılmak mecburiyeti olduğu zaman imamlardan hangisi daha faziletli ise, onun arkasında namaz kılmak daha faziletli olur. Eğer zahirde iki İmâm fazilet bakımından eşit iseler, hangi cami daha önce inşa edilmişse o camide kılınan cum'a daha üstündür. Eğer bu hususta da eşit iseler, cum'anın, evine daha yakın olanda kılınması daha efdaldir. Cemaatin çokluk fazileti de gözetilebilir.
6. İki Hutbe: Bu iki hutbenin okunması farzdır. Hutbenin okunması esnasında ayakta durmak ve hutbeler arasında oturmak da hatib için farzdır. Birinci hutbede dört farz vardır:
a) Hamd: En azı 'Elhamdülillah' demektir.
b) Allah Rasûlü'ne salavât-ı şerîfe getirmek.
c) Allah'ın kullarına takvayı tavsiye etmek.
d) Kur'ân'dan en az bir ayet okumak.
İkinci hutbenin de dört farzı vardır. Ancak bu ikinci hutbede ayet okumak yerine, müslümanlara dua edilmesi ve aynı zamanda hutbeyi kırk kişinin dinlemesi vaciptir. (Eğer kırk kişinin hepsi veya bir kısmı sağır ise, onlara, hiç olmazsa, hutbenin rükünlerini dinletmek lâzımdır. Aksi takdirde böyle bir cemaatin cum'asının sahih olup olmayacağı hususunda ihtilâf vardır) .
145) Ebû Nuaym, Hilye, (Câbir'den)
Hutbe'nin Sünnetleri
Güneş tam göğün ortasından batıya doğru yöneldiği, müezzin ezanı okuduğu ve imamın da minbere çıkarak oturduğu zaman tahiyye-t'ül-mescid namazı hariç namaz kılma faslı sona ermiştir. Konuşma faslı ise hutbenin açılışıyla sona erer.
Hatib minbere çıkıp yüzünü cemaata çevirdiği zaman, selâm vererek oturur; cemaat de onun selâmına karşılık verir.
Müezzin ezanı okuyup bitirince, hatib sağa sola bakmaksızın, kılıcının kabzasıyla veya bastonuyla ya da minberin trabzanlarıyla oynamaksızın ellerini, namazda olduğu gibi birini diğerinin üzerine bağlayarak yüzünü cemaata çevirir ve iki hutbe irad eder. Bu iki hutbe arasında hafif bir oturuş yapar. Hutbe okurken cemaatin anlayamayacağı garip kelime ve lugatları kullanmamaya dikkat etmelidir. Hutbeleri fahiş bir şekilde uzatmamalı ve teganni yapmamalıdır. Hutbe, derleyici, beliğ ve kısa olmalıdır. İkinci hutbede bir ayetin okunması da müstehabdır. Camiye hutbe okunurken giren bir kimse cemaata selâm vermemelidir. Şayet böyle bir selâm verirse, cevap vermek şart değildir. Ancak işaretle cevap vermek güzeldir. Hutbeyi dinleyen bir kimse, aksıranlara dua etmek sûretiyle cevap vermemelidir. İşte bütün bunlar hutbenin sahih olmasının şartlarıdır.
Cum'anın Vücübü
Cum'anın vâcib olması için gereken şartlar şunlardır:
1- Erkek olmak.
2- Bâliğ olmak.
3- Akıllı olmak.
4- Müslüman olmak.
5- Hür olmak.
6- Bu vasıflara sahip kırk erkeğin bulunduğu bir mahalde bulunmak.
7- Sakin bir zamanda; gür sesli bir müezzinin şehirde okuduğu ezanın duyulabileceği bir mahallin sakinlerinden olmak. Çünkü Allahü teâlâ şöyle buyurmuştur: 'Cum'a günü namaza çağrıldığınızda herşeyi bırakıp Allah'ın zikrine koşunuz ve alış-verişi bırakınız!' (Cum'a/9)
Yukarıda zikrolunan vasıflara sahip kimseler için, şu özürlerden dolayı cum'a namazının terkinde ruhsat vardır:
1- Yağmur.
2- Çamur.
3- Korku.
4- Hastalık.
5- Hastaya bakmak. .
Bu özürlere sahip olup da cum'a namazına gidemeyenlerin, öğle namazını halkın cum'a namazından çıkabileceği bir zamâna kadar tehir etmesi müstehabdır. Cum'a namazını kılan hasta, misafir, köle veya kadınların, namazları sahihtir ve bu, öğle namazlarının yerine sayılır ve geçerlidir. Allah herkesten daha iyisini bilir.
Sırasıyla Cum'anın Âdâbı
Bunlar on maddede toplanmıştır:
1. Perşembe gününden itibaren kişi cum'aya hazırlanmalıdır. Kalbiyle onu kılmaya hazır olup faziletini karşılanmalıdır. Bunun için de perşembe günü ikindi namazından sonra tesbih, istiğfar ve dua ile meşgul olmalıdır; çünkü bu saat fazilet bakımından cum'a gününde meçhul bırakılan saate denktir.
Seleften bazıları 'Kulların mûtad rızkından başka, Allahü teâlâ'nın bir fazilet ve ikramı vardır ki bunu yalnızca perşembe günü öğleden başlamak üzere cum'a günleri kendisine yalvaran kullarına verir' demişlerdir.
Cum'a gününde giyeceği elbiseleri perşembe gününden yıkamalı ve tertemiz yapmalıdır. Eğer yanında yoksa cum'a günü sürünmek üzere güzel koku hazırlamalıdır. Sabahın erken saatlerinden itibaren cum'aya mâni meşguliyetleri kalbinden çıkarmalı, perşembeyi cum'aya bağlayan akşam, ertesi gün için oruca niyet etmelidir; çünkü bu günün orucu çok faziletlidir. Ancak bu orucunu ya perşembe veya cumartesi orucuyla birleştirmelidir; çünkü sadece cum'a günü oruç tutmak mekruhtur.
Cum'a akşamını, namaz kılmak ve hatim indirmek sûretiyle ihya etmelidir; çünkü bu akşamın fazileti çoktur. Cum'a gününün fazileti bu gecenin üzerine bina edilmiştir. Bu gecede veya cum'a gününde hanımıyla birleşebilir. Hatta Hazret-i Peygamber'in 'Kim cum'a namazına sabahın erken saati gidip öncülüğü alır ve üstünü başını güzelce temizleyerek bedenini yıkarsa, Allah ondan razı olsun!'147 sözünü, hanımıyla birleşmek mânâsına hamleden bir grup, kişinin, cum'a gecesi veya cum'a günü namazdan önce hanımı ile birleşmesini müstehab saymışlardır.
Bu bakımdan hadîsin son cümlesini 'Kendisi yıkandığı gibi hanımını da yıkanmaya mecbur ederse' şeklinde tefsir etmişlerdir. Bir kısım âlimler de 'Hadîsin sonundaki ğassele tabiriyle elbiselerini yıkarsa mânâsı irade olunur' demişlerdir. Bazı rivâyetlerde de bu kelime gasele şeklinde tahfifle okunmuş ve iğteselenin sonuna da licesedihî tâbiri eklenmiştir. İşte cum'ayı karşılama âdâbı bunlardan ibarettir.
Cum'ayı karşılamanın bu âdabına riayet eden kimseler sabahladıkları zaman 'Bu hangi gündür?' diye gafletlerini izhar eden gâfiller zümresinden çıkmış olurlar.
Seleften bazıları "Cum'a günü nasibi en fazla olan kimse cum'a saatini bekleyen ve onu bir gün öncesinden gözetendir. Nasibi en az olan kimse ise, sabahladığı zaman 'Bugün günlerden nedir?' diye sorandır" demişlerdir. Seleften bazıları cum'a namazını karşılamak için, cum'a gecelerini camide geçirirlerdi.
2. Cum'a günü sabahleyin kalktığında fecirden sonra gusletmelidir. Eğer cum'aya sabahın erken saatlerinde gitmiyorsa yeni temizlenmiş olmak için gideceği zamâna yakın gusletmesi daha iyidir. Cum'a günü yapılan gusül, kuvvetli bir şekilde müstehabdır. Hatta bazı âlimler vacib olduğuna bile kail olmuşlardır.
Nitekim Hazret-i Peygamberin 'Cum'a guslü, her bâliğ kimseye vâcibdir' buyurduğu rivâyet edilmiştir. 148
Nâfi'in İbn Ömer'den rivâyet ettiği en meşhur hadîsin hükmü şudur: 'Cum'aya iştirak etmek isteyen herkes yıkansın'. 149
Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur:
Erkeklerden veya kadınlardan cum'a namazına gidecek olanlar muhakkak yıkansınlar. . . 150
Medinelilerden birbirleriyle tartışan iki kişiden biri diğerine 'Sen cum'a gününde gusletmeyen kimseden daha şerlisin' derdi. 151
Hazret-i Ömer, camiye hutbe esnasında geldiğini gördüğü Hazret-i Osman'a 'Bu saatte mi geliyorsun? diyerek cum'a namazına erken gelmemesini kınar. Hazret-i Osman da şöyle cevap verir: 'Ezanı işittikten sonra da abdest aldım ve ancak çıkıp gelebilecek kadar geri kaldım'. Bunun üzerine Hazret-i Ömer 'Abdest almak mı? O da ayrı bir suç. . .
Biliyorsun ki, Hazret-i Peygamber bize cum'a günlerinde gusül etmemizi emrediyordu. . . ' buyurur. 152
Hazret-i Osman'ın abdest almasıyla, cum'a gününde gusletmeyi terketmenin caiz olduğu anlaşılmaktadır. Cum'a gününde guslün vâcib olmadığı,
Hazret-i Peygamber'den rivâyet edilen şu hadîsle de sabittir:
Cum'a gününde abdest alan sünnete uymuş ve güzel birşey yapmıştır. Fakat gusletmek daha efdâldir. 153
Cum'a gününde cünüplük guslü alan kimse, ikinci bir defa da vücuduna cum'a guslü niyetiyle su dökmelidir. Fazileti elde etmek için bir gusül de kâfidir; yalnız hem cünüplüğün kalkmasına, hem de cum'a sünnetinin yerine getirilmesine niyet etmek şartıyla. . . Bu durumda cum'a için alınan gusül, cünüplük için alınana dahil olur.
Sahabîlerden biri, gusleden çocuğunun yanına girdiğinde 'Bu guslü cum'a için mi aldın?' diye sorar. Onun 'Hayır cünüplükten temizlenmek için aldım' demesi üzerine de 'O halde ikinci bir gusül daha al!' diyerek, delil olarak da cum'a guslünün her bâliğ müslümana vâcib olduğunu bildiren hadîsi rivâyet eder.
Bu sahabî, oğluna, cünüplük için guslederken cum'a guslü için de niyet etmediğinden ikinci bir gusül yapmasını emretmiştir.
'Gusülden gaye, temizliktir. Cünüplükten kurtulmak için gusledilirken bu gayenin hasıl olması muhakkak olduğundan, ikinciye ihtiyaç yoktur' denilirse, bu fikir de yabana atılacak birşey değildir. Ancak bu fikir şeran ibadet sayılan ve fazileti aranan abdest hususunda da ileri sürülebilir. (Böyle bir ihtimal de bu fikrin çürüklüğünü açığa çıkarır) .
Cum'a günü guslettikten sonra abdesti bozulan kimse, sadece abdestini yeniler, guslü iptal olunmuş olmaz. Fakat en iyisi gusülden sonra abdestini bozmamaya dikkat etmesidir.
3. Süslenmelidir. Cum'a gününde süslenmek müstehabdır ve bu da üç şeyle olur:
a) Güzel elbise
b) Temizlik
c) Güzel koku sürünmek
Temizlik
ı. Misvak kullanmak
ıı. Saçını tıraş etmek
ııı. Tırnakları kesmek ıv. Bıyıkları kısaltmak
Taharet bölümünde sözü edilen diğer temizlikleri de yapmak gerekir.
İbn Mes'ûd şöyle demiştir: Allahü teâlâ cum'a günü tırnaklarını kesen kimseden hastalığı kaldırır ve ona şifa ihsan eder'.
Güzel Koku
Eğer kişi perşembe veya çarşamba günü hamama gitmişse, cum'a için istenilen temizlik hasıl olmuş demektir. O halde cum'a günü, kötü kokuları ortadan kaldırmak için, yanında bulunan en güzel kokuları sürünmelidir. Bu güzel kokuyu yanında bulunanlara da koklatmaya çalışmalıdır. Erkekler için en uygun koku, keskin, fakat renksiz olan kokudur. Kadınlar için ise, renkli fakat keskin olmayan koku en uygunudur. . . Bu keyfiyet bu şekilde rivâyet edilmiştir. 154
İmâm-ı Şâfiî şöyle buyurmuştur: 'Elbisesini temizleyenin üzüntüsü azalır; güzel koku sürünenin de aklı fazlalaşır'.
Güzel Elbise
Elbiselerin en sevimlisi, beyaz olanıdır; çünkü Allah nezdinde en sevimli elbise, beyaz elbisedir. 155
Şöhrete vesile olacak hiçbir elbise giyilmemelidir. Siyah elbise giymek sünnet olmadığı gibi, giyilmesinde de herhangi bir fazilet yoktur. Hatta âlimlerden bir cemaat, siyah elbiseye bakmayı bile kerih görmüşlerdir; çünkü siyah elbise giymek, Hazret-i Peygamber'den sonra ihdas edilmiş bir bid'attır. Cum'a günü sarık sarmak müstehabdır. Nitekim Vâsile b. Eska'nın rivâyet ettiğine göre Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur:
Allahü teâlâ ve melekleri cum'a günü sarık saran kimselere salavât'-ı şerife getirirler. 156
Hararet bastığı takdirde namazdan önce veya sonra sarığın çıkarılmasında hiçbir beis yoktur. Fakat evinden camiye giderken sarığını yolda çıkarmamalıdır. Namaz vakti gelip çattığında, İmâm minbere çıkarken ve hutbe okurken sarığı çıkarmamaya dikkat etmelidir.
4. Camiye sabahın erken saatlerinde gitmelidir. Camiye iki veya üç fersah yoldan ve erken saatlerde gitmek müstehabdır. Bu vakit, fecrin doğuşuyla başlar. Cum'a niyetiyle camiye erken gelmenin fazileti büyüktür. Cum'aya gelirken Allah'tan korkmak, mütevazi olmak, namaz vaktine kadar camide itikâfa ve bu gelişiyle Allah'ın dâvet ettiği cum'aya en kısa zamanda icabet etmeye ve O'nun affına ve rızasına koşmaya niyet etmek en uygun harekettir.
Çünkü Hazret-i Peygamber şöyle buyurmaktadır:
Cum'a namazına günün ilk saatinde giden, bir deveyi kurban etmiş gibi olur. İkinci saatinde giden, bir sığırı, üçüncü saatinde giden sanki boynuzlu bir koçu kurban kesmiştir. Dördüncü saatte gidense bir tavuk, beşinci saatte giden ise, bir yumurta hediye etmiş gibi olur. İmâm hutbeye çıkınca defterler dürülür, kalemler kaldırılır ve melekler hutbeyi dinlemek üzere minberin başında toplanırlar. Bu saatten sonra gelenler ancak namazın hakkını vermek için gelmiş olurlar. Bu gibiler için bunun dışında herhangi bir fazilet yoktur. 157
Hadîs-i şerifteki birinci saat denilen vakit, fecirden güneşin doğuşuna, ikinci saat ise, güneşin doğuşundan kuşluğa kadar olan zamandır. Üçüncü saat, ayakların yerde toprağın hararetiyle yanmasına; dördüncü ve beşinci saatlerse büyük kuşluktan zevale kadar geçen zamandır. Dördüncü ve beşinci saatlerin faziletleri azdır. Zeval vakti ise, namazın vakti ve hakkıdır. Camiye bu vakitte gelenin herhangi bir fazileti yoktur; yalnızca farzını edâ etmiş olur.
Nitekim Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur:
Üç şey vardır ki insanlar bunlardaki fazileti bilselerdi, tıpkı develerin koşusu gibi, onların arkalarına düşerek birbirleriyle yarışırlardı.
a) Ezan,
b) Namazın ilk safı,
c) Sabahın erken saatinde cum'a namazına gitmek. 158
Ahmed b. Hanbel (radıyallahü anh) , 'Bu üç şeyin en faziletlisi, sabahın erken saatinde cum'a namazına gitmektir' demiştir.
Bir rivâyette şöyle denilmektedir:
Cum'a günü oldu mu, melekler, ellerinde gümüş defterler ve altın kalemler olduğu halde camilerin kapılarında otururlar ve en önce gelenleri, derecelerine göre yazarlar. 159
Kişi cum'a günü her zamanki vaktinde gelmediğinde melekler onu aramaya başlarlar. Birbirlerine 'Filân adama ne oldu? Gecikmesinin sebebi nedir?' diye sorarlar ve 'Ey Allahım! Bu kişiyi cum'a namazına erken gelmekten fakirlik alıkoymuşsa onu zengin kıl! Onu hastalık geciktirmişse kendisine şifa ihsan eyle! Eğer herhangi bir meşguliyet sebebiyle gecikmişse onun kalbini, ibadetin için boşalt! Eğer kendisini fuzulî bir iş geciktirmişse onun kalbini tâat ve ibadetine yönelt!' derler. 160
Birinci asırda, seher vaktinde ve fecirden sonra yolların, mum ışığında camilere doğru yürüyenlerle dolu olduğu görülmekteydi. Bayram günlerinde olduğu gibi diğer günlerde de yollar camiye giden insanlardan geçilmez bir izdiham içindeydi.
Denildiğine göre, İslâm dininde ilk icad edilen bid'at, sabahın erken saatlerinde camiye gitmenin terkedilmesidir.
Acaba müslümanlar, cumartesi ve pazar günleri sabahın erken saatlerinde kilise ve havralarına akın eden yahûdî ve hristiyanlardan utanmıyorlar mı? Dünyaya tapanların sabahın erken saatlerinde para kazanmak, alış-veriş yapmak için çarşıları nasıl doldurduklarını ve âhiret taliplilerinin onlardan geri kaldıklarını müşahede etmiyorlar mı?
İnsanlar, Allahü teâlâ'nın cemâl-i ilâhîsini müşahede etmek istiyorlarsa, Allahü teâlâ'ya cum'aya erken gittikleri nisbette manen yaklaştıklarını bilmelidirler. . .
İbn Mes'ûd, bir gün sabahın erken saatinde camiye girerken üç kişinin kendisinden önce gelmiş olduğunu gördü. Bunun üzerine çok üzülerek nefsine şöyle dedi: 'Dört kişinin dördüncüsüsün öyle mi? Gerçi dört kişinin dördüncüsü de geç gelmiş sayılmaz'.
5. Camiye giriş keyfiyetidir: Camiye girerken cemaatin omuzlarından atlamamak ve önlerinden geçmemelidir. İşte camiye erken saatlerde gitmek bu keyfiyeti kolaylaştırır. Cemaatın omuzlarından atlayan hakkında şiddetli bir tehdit vârid olmuştur:
Camiye geç gelip de cemaatin omuzlarından atlaya atlaya öne geçen kimse, kıyâmet gününde köprü olacak ve halk da üzerinden geçecektir. 161
İbn Cüreyc mürsel olarak şu hadîsi rivâyet eder:
Hazret-i Peygamber cum'a günü hutbeyi okurken halkın omuzlarından atlayarak öne geçen birisini gördü. Namazdan sonra o kişiyi buldu ve 'Bugün cum'a namazını niçin bizimle kılmadın?' diye sordu. Kişi 'Ey Allah'ın Rasûlü! Ben bugün cum'a namazını sizinle kıldım' demesi üzerine 'Cemaatin boynuna basa basa öne geçtiğini görmedik mi?' demek sûretiyle bu hareketinden ötürü amelinin mânen yanlış olduğuna işaret buyurdu.
Müsned bir hadîste Hazret-i Peygamber'in şöyle buyurduğu vârid olmuştur:
Hazret-i Peygamber birine 'Bugün bizimle birlikte kılmadın?' deyince, adamcağız 'Ey Allah'ın Rasûlü! Beni görmediniz mi?' dedi. Hazret-i Peygamber de 'Seni gördüm. Gecikmiştin ve cemaate eziyet ediyordun' buyurdu.
Birinci safta boş bırakılmış bir yer varsa, sonradan gelen, doldurmayanlara ceza olsun diye, omuzlardan atlaya atlaya o boş yere gidebilir; çünkü onlar haklarını zayi etmiş ve fazilet yolunu terketmişlerdir.
Hasan-ı Basrî şöyle buyurmuştur: Cum'a günlerinde camilerin kapılarında oturup ön saflara katılmayanların boyunlarına basa basa ön saflara geçiniz; çünkü bu ihmalkâr insanlara hürmet gerekmez:
Camide namaz kılanlardan başka kimse yoksa, camiye girenin selâm vermesi uygun olmaz; zira bu selâmıyla namaz kılan kimselere veremeyecekleri bir cevabı yüklemiş olmaktadır.
6. Halkın önünden geçmemeye dikkat etmelidir. Halkın, önünden geçmesini önlemek için bir direğe veya herhangi bir duvara yakın bir yerde oturmalıdır. 'Halkın önünden geçmemesi' tâbirinden gayemiz, namaz kılanların önünden geçmemektir. Namaz kılanın önünden geçilmesi, namazın bâtıl olmasına sebep olmaz. Ancak teşvişe yol açtığı için Hazret-i Peygamber böyle bir geçişi nehyetmiştir:
Kişinin kırk sene durup beklemesi, namaz kılanın önünden geçmesinden daha hayırlıdır. 162
Yemin ederim ki kişinin rüzgârların savurduğu bir toprak olması, namaz kılanın önünden geçmesinden daha hayırlıdır. 163
Namaz kılanın önünden geçen, yol kenarında namaz kılan ve namaz kılarken önünden geçilmesini önleyecek tedbirleri almakta kusur edenler hakkında vârid olan bir hadîste şöyle buyurulmuştur:
Namaz kılanın önünden geçenler (veya bu geçişin önlenmesi hususunda ihmalkârlık gösteren musalli) , eğer bu yüzden düçar olacaklara azabı bilselerdi, kırk sene orada çakılı kalmalarının, geçmelerinden daha hayırlı olduğunu anlarlardı. 164
Direk, duvar ve yayılmış seccade, namaz kılanın hudududur. Bu bakımdan, namaz kılan kişi imkânı varsa bu hududlar dahilinde önünden geçmek isteyeni itebilir.
Nitekim Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur:
Namaz kılan kişi önünden geçmek isteyenleri eliyle itsin. Dinlemez de geçmekte ısrar ederse, tekrar itsin. Yine ısrarda bulunursa onunla dövüşsün; çünkü o şeytandır. 165
Ebû Said el-Hudrî (radıyallahü anh) , önünden geçmek isteyen kimseyi düşürecek derecede iterdi. Bir keresinde itilen adam Ebû Said'in yakasını bırakmadı ve onu Medine vâlisi Mervan b. Hakem'e şikayet etti. (Bu şikayet üzerine, Mervan, Ebû Said'i çağırarak, 'Sana ne oluyor? Neden filan yeğenini ittin?' diye azarladı. Ebû Said de Hazret-i Peygamber'in kendisine bu şekilde emretmiş olduğunu söyledi. ) Namaz kılan kişi, önünde durabileceği herhangi bir direk bulamadığı takdirde hududunu, önüne bir zirâ' boyunda olan birşey dikmek sûretiyle belirtmelidir.
7. Birinci safı aramalıdır; çünkü birinci safın fazileti çok fazladır. Bu hususda vârid olan bir hadîsi daha önce rivâyet etmiştik. Başka bir hadîste de şöyle buyurulmaktadır:
Kim elbisesini yıkar, gusleder sonra da cum'a namazı için sabahın erken saatinde camiye gider ve imama yaklaşıp hutbesini dinlerse, yaptığı bu hareketler, onun iki cum'a arasında vâki olan günahlarının keffareti olduğu gibi, fazladan da üç gününün keffareti olur. 166
Allah, böyle yapan bir kimsenin geçmiş cum'adan bu cum'aya kadar olan günahlarını affeder. 167
Hadîsin bazı rivâyetlerinde de, bu faziletin elde edilebilmesi için, insanların omuzlarından atlamamak şartı koşulmuştur.
Birinci safta kılmaya çalışırken de üç şeyden gâfil olunmamalıdır:
a) Hatibin yakınında ipekli ve benzeri giyilmesi erkekler için haram olan bir elbise giyen birisini görmesi ihtimali olur ya da kalbini meşgul edecek çok ağır veya altın işlemeli silâhlarıyla beraber namaz kılan birisi bulunur da eğer bu münkerleri kaldırmaya gücü yetmezse ön safta değil, gerilerde namaz kılması daha selâmetli ve kalp huzuru için daha hayırlıdır.
Kalp selâmetinin temini için bir grup âlim böyle yapmıştır. Nitekim Bişr el-Hafî'ye 'Camiye sabahın erken saatlerinde geldiğin halde neden en son saflarda namaz kılıyorsun?' diye sorulduğunda 'Kalplerin yakınlığı murad olunur, bedenlerinki değil' demiştir. Bu sözüyle, son saflarda namaz kılmanın, kalp selâmeti bakımından daha iyi olduğuna işaret buyurmaktadır.
Süfyân es-Sevrî (radıyallahü anh) , Şuayb b. Harb'in Ebû Câfer el-Mansur'un hutbesini iyi dinleyebilmek için minberin yanında oturduğunu gördü. Namazdan sonra Şuayb'a şöyle dedi: 'Bu kişiye (Mansur'a) yakın oturman kalbimi meşgul etti. Bu adamdan reddedilmesi gereken bir söz işittiğin takdirde, onu reddetmeye kudretin yetecek mi ve bunu yapacağından emin misin ki gidip bu adamın yanına oturdun?'
Hazret-i Süfyân, bu sözlerinden sonra Abbasî halifelerinin cum'a günlerinde giydikleri siyah elbiselerin bid'at olduğundan bahsetti. Bunun üzerine Şuayb, de "Ey Ebû Abdullah! 'Hatibe yaklaş ve hutbesini dinle!'168 diye bir hadîs yok mudur?" diye sordu. Süfyân da 'Allah sana rahmet etsin. Bu emir, râşid halifeler için vârid olmuştur. Halbuki bu adamlardan uzak bulunduğun ve yüzlerine bakmadığın nisbette Allah'a yaklaşırsın' buyurdu.
Said b. Amr şöyle diyor: "Bir keresinde sahâbîlerden Ebu'd Derda'nın (radıyallahü anh) yanında namaz kıldım. Namaz başladığında son safa kadar çekildik. Namazdan sonra kendisine 'Safların en hayırlısı birinci saftır denilmiyor mu?' denildi. 'Evet! Doğru; ancak bu ümmet, Allah'ın rahmetine mazhar olmuş ve diğer ümmetler arasında O'nun nazargâhı olan bir ümmettir. Bu bakımdan Allah namazda bulunan bir kuluna nazar kıldığı zaman, onu ve arkasındaki bütün insanları affeder. İşte bunun içindir ki Allahü teâlâ'nın beni buradaki kişilerin yüzü suyu hürmetine affetmesi için hepsinin arkasında bulunmayı tercih ettim' buyurdu".
Hadîs râvilerinden bazıları Hazret-i Peygamber'den, Ebu'd Derda'nın dediği gibi işittiklerini rivâyet etmektedir. 169
Bu bakımdan en son safı bu niyette tercih eden ve böylece Ümmet-i Muhammed hakkında hüsn-ü zan izhar eden bir kimse için, son safta hiçbir kayıp yoktur. (Aksine niyetine göre muamele görür) . İşte bu hikmete bianendir ki 'Ameller niyetlere bağlıdır' denilmektedir.
b) Eğer hatibin yanında padişahlar için camiin bir kısmı kesilip hünkâr mahfili yapılmamışsa onun yanına yaklaşmak ve birinci safta bulunmak güzel birşeydir. Eğer böyle bir bid'at varsa, ön safta bulunmamayı tercih etmelidir; çünkü bazı âlimler, hünkâr mahfiline girmeyi kerih görmüşlerdir.
Hasan-ı Basrî ve Bekir b. Abdullah el-Müzenî (Allah ikisinden de razı olsun) hünkâr mahfillerinde namaz kılmazlardı. Onların görüşüne göre; bu mahfil, sadece sultanlara mahsus olarak, sonradan ihdas edilen bir bid'atdır. Çünkü bu, Hazret-i Peygamber'den sonra icâd edilmiştir. Halbuki camiler bütün müslümanların hakkıdır. Camilerde, hünkâr mahfilleri gibi, bir kısmın husûsîleştirilmesi ise bu hükme muhaliftir.
Ashâbdan Enes b. Mâlik ve İmrân b. Husayn (radıyallahü anh) ise hünkâr mahfilinde namaz kılmışlar ve burada, imama yaklaşmak için durmakta herhangi bir kerahetin mevcut olmadığını söylemişlerdir. O halde kerâhiyet, mahfillerin sadece sultanlara tahsis edilmesi ve başkasının orada namaz kılmaktan menedilmesi halinde sözkonusudur. Orada namaz kılmak herkese serbest olduğu takdirde mahfilde kerahiyet yoktur.
c) Minber, safların bir kısmını ayırır. Bunun için birinci saf, minberin önünde, kesintisiz, baştan başa uzanan saftır. Minberin sağında solunda bulunan saflar ise, minberle kesilmiş olduğu için birinci sayılamaz. . .
Süfyân es-Sevrî (radıyallahü anh) 'Birinci saf, minberin önünde, kesintisiz devam edendir' buyurmuştur.
Bu söz çok doğrudur; zira bu saf gerçekten kesintisizdir ve ancak bu safta bulunanlar, hatibin yüzüne normal olarak bakıp sözünü (güzelce) dinleyebilir. Fakat kıbleye daha yakın olan safın birinci saf olduğunu ve minber tarafından bölünmesinde bir beis olmadığını söylemek de, hakikatten uzak bir hüküm değildir.
Çarşılarda ve camilerin dış avlularında namaz kılmak mekruhtur. Ashâbdan bazıları camilerin dış avlusunda namaz kılanları döver, oradan kovarlardı. (Tabii camide yer bulunması halinde durum böyledir. )
8. İmâm hutbeye çıkınca nafile namazı ve konuşmayı kesmelidir. Yalnızca müezzini ve hutbeyi dinlemekle meşgul olmalıdır. Müezzinler ayağa kalktıklarında bazı cahiller secde ediyorlar. Böyle bir secdenin aslı astarı yoktur. Çünkü ne bir haberde ve ne de bir eserde, böyle birşey rivâyet edilmiş değildir. Fakat buna rağmen bu secde, tilâvet secdesine tesadüf ederse, orada dua edilmesinde bir beis yoktur; çünkü bu vakit, fazilet vaktidir. Böyle bir secdenin haram olmasına hükmedilemez. Çünkü haram olması için her hangi bir sebep mevcut değildir,
Hazret-i Ali ile Hazret-i Osman'ın 'Sükût edip, hutbeyi dinleyene iki; hutbeyi dinlemeyip sadece susana ise bir ecir vardır. Hutbeyi duyduğu halde sükût etmeyene iki, duymaksızın konuşana da bir günâh vardır' dedikleri rivâyet edilmektedir.
Hazret-i Peygamber de şöyle buyurmaktadır:
İmâm hutbeyi okurken yanındaki arkadaşına 'sükût et' veya 'sus' diyen bir kimse 'lâğv' yapmış (yani susmamış) olur. İmâm hutbe okurken lâğv yapanın cum'ası yok demektir. 170
Hazret-i Peygamber'in bu hadîsi, konuşan bir insanı, sözle değil, elle işaret etmek veya taş atmak suretiyle susturmak gerektiğine delâlet eder. Ebû Zer'in rivâyet ettiği bir hadîste ise şöyle buyurulmaktadır:
Hazret-i Peygamber hutbe okurken, Ebû Zer, Ubey b. Ka'b'a 'Bu sûre ne zaman nâzil oldu?' diye sordu. Ubey de ona sükût etmesini işaret etti. Rasûlüllah hutbeden indikten sonra Ubey 'Git, senin cum'an bâtıldır' dedi. Bu söz üzerine Ebû Zer, Ubey'i Hazret-i Peygamber'e şikayet etti. Hazret-i Peygamber de 'Ubey doğru söylemiş' buyurdu. 171
İmamdan uzak bir yerde otursa dahi ne ilim ve ne de başka bir konu hakkında konuşmamalı; bilakis sükût etmelidir. Çünkü böyle bir fısıltı hutbeyi dinleyenlerin kulağına gider ve onların huzurlarını bozar, Aynı zamanda konuşan kimsenin yanında da oturmamalıdır, Uzak olduğundan imamın hutbesini dinlemek imkânına sahip olmayan kimsenin sükût etmesi müstehabdır.
Mademki, İmâm hutbe okurken namaz kılmak mekruhtur, o halde konuşmak haydi haydi mekruh olmalıdır.
Hazret-i Ali şöyle buyurmuştur: 'Şu dört vakitte namaz kılmak mekruhtur:
a) Sabah namazından güneşin bir mızrak boyu yükselmesine kadar,
b) İkindiden sonra,
c) Günün tam ortasında,
d) İmamın hutbe okuduğu anda. . '
9. Diğer namazlar için zikrettiğimiz hususlara cum'a namazında da riayet etmelidir. İmamın okuyuşunu işittiği takdirde Fâtiha'dan sonra birşey okumamalı ve imamı dinlemelidir. Cum'a namazından sonra Fatiha, İhlâs ve Muavvizeteyn'i yedişer defa okumalıdır. Zira seleften bazıları, bunları okuyan kimsenin, o cum'adan gelecek cum'aya kadar korunacağını ve bu okuyuşun onun için, şeytana karşı bir siper olacağını rivâyet etmektedir. 172
Cum'a namazından sonra "Ey Allahım, Yâ Ganî, Yâ Hamîd! Yâ Mübdî! Yâ Muîd! Yâ Rahîm! Yâ Vedûd! Beni helâlinden vermek sûretiyle haramından, fazlınla da mâsivadan koru!' demek müstehabdır.
Denildiğine göre, bu duaya devam eden kimseyi Allahü teâlâ bütün mahlûkattan müstağnî kılarak ona ummadığı yerlerden rızık gönderir.
Cum'a namazından sonra altı rek'at namaz kılmalıdır. Zira İbn Ömer'den, Hazret-i Peygamber'in cum'adan sonra iki rek'at namaz kıldığı,173
Ebû Hüreyre'den ise, dört rek'at kıldığı rivâyet edilmektedir. 174
Hazret-i Ali ve İbn-i Abbâs'tan ise, altı rek'at kıldığı rivâyet edilmektedir. 175
Bütün bu rivâyetler sahihtir ve değişik vakitlerde vâki olmuşlardır. En efdâli altı rek'at kılmaktır.
10. (Eğer iş güç sahibi değilse) ikindi namazını kılıncaya kadar camiden ayrılmaması gerekir. (Aksi takdirde 'Namazı kılınca yeryüzüne dağılınız!' emrine imtisâl etmelidir. )
Denildiğine göre, cum'a namazından sonra ikindi namazını da camide kılan kimseye, bir hac sevabı; aynı günün akşam namazını da kılarsa bir hac ve umre sevabı yazılır. Eğer riyâdan emin değilse, halkın İşte falan adam itikâfa girmiştir' demesinden korkuyorsa, o vakit, en faziletlisi Allah'ı anarak evine dönmesidir. Allah'ın nimetlerini düşünmeli, kendisini ibadet etmeye muvaffak kıldığı için O'na şükretmeli ve kusurlarından korkmalıdır.
Cum'a günündeki eşref saatini kaçırmamak için, güneş batmcaya kadar dil ve kalbine hâkim olmalıdır. Gerek cum'a namazı kılınan camide ve gerek diğer camilerde dünya kelâmı konuşmak uygun değildir.
Zira Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmaktadır:
Halk üzerine öyle bir zaman gelecektir ki mescidlerde yapılan konuşmalar dünyalıklarının tedbiri için yapılan müzakerelerden ibaret olacaktır. Halbuki Allahü teâlâ'nın böylelerine hiçbir ihtiyacı yoktur. Onların Allah ile râbıtaları kesilmiştir; bu bakımdan onlarla oturmayın!176
146) Bu özürlerin miktarı, fıkıh kitaplarında tafsilâtıyla beyan edilmiştir.
147) Sünen sahipleri, İbn Hıbbân, Hâkim, (Evs b. Evs'den) ; Tirmizî hadisin hasen olduğunu söylemiştir.
148) Buhârî ve Müslim, (Ebû Said'den)
149) İbn Hıbbân
150) İbn Hıbbân ve Beyhakî, (İbn Ömer'den)
151) Ebû Talib el-Mekkî, Kut'ul-Kulûb.
152) Buhârî ve Müslim, (Ebû Hüreyre'den)
153) Ebû Dâvud, Tirmizî ve Nesâî, (Sumre'den) ; Tirmizî hadisin hasen olduğunu söylemiştir.
154) Ebû Dâvud ve Tirmizî; Nesâî, (Ebû Hüreyre'den)
155) İmâm-ı Ahmed, Nesâî ve Hâkim, (Semure b. Cündüb'den)
156) Taberânî ve İbn Adiyy, (Ebu'd Derda'dan) İbn Adiyy hadisin münker olduğunu söylemiştir.
157) Buhârî ve Müslim, (Ebû Hüreyre'den)
158) Ebû Şeyh, Sevâb 'u1-A'ınâl, (Ebû Hüreyre'den farklı bir şekilde)
159) İbn Merdeveyh, Tefsir, (Hazret-i Ali'den farklı bir şekilde)
160) Beyhakî, (Amr b. Şuayb'dan hasen bir senedle)
161) Ebû Dâvud, Nesâî, İbn Hıbbân ve Hâkim, (Abdullah b. Bişrden)
162) Bezzâr, (Zeyd b. Halid'den) ; Buhârî ve Müslim, (Ebû Hüreyre'den)
163) Ebû Nuaym, Tarih'ul-isfahan, İbn Abdilberr, Temhid, (Abdullah b. Ömer'den mevkûf olarak)
164) Muhammed b. Yahya, Müsned, (Zeyd b. Halid'den sahih bir senedle)
165) Buhârî ve Müslim
166) Hâkim, (Evs b. Evs'den)
167) Ebû Dâvud, İbn Hıbbân ve Hâkim, (Ebû Said ile Ebû Hüreyre'den)
168) Ebû Dâvud, (Semure'den farklı bir şekilde)
169) İbn Asâkir, Târih-i Dımeşk
170) Tirmizî ve Nesâî, (Ebû Hüreyre'den)
171) Beyhakî, Ebû Dâvud ve İbn Mâce, (Ubey b. Ka'b'dan sahih bir senedle)
172) Ebû Talib el-Mekkî, Kut'ul Kulûb ve Gazâlî, Bidâyet 'ül-Hidâye
173) Buhârî ve Müslim
174) Müslim
175) Beyhakî, (Hazret-i Ali'den merfû olarak) ; Ebû Dâvud, (İbn Ömer'den)
176) Beyhakî, Şuab'ııl-Îman, (Hasan-ı Basrî'den mürsel olarak) ; Hâkim, (Enes'den sahih bir senedle) ; İbn Hıbbân, (İbn Mes'ûd'dan)
Cum'anın Diğer Sünnet ve Edepleri
Bu sünnet ve edebler, sadece cum'a namazı ve hutbe ile değil, bütün cum'a günüyle ilgilidir. Bunlar yedi tanedir.
1. Cum'a sabahında veya ikindi namazından sonra ilim meclislerine gitmelidir, Kıssacıların meclislerindense, uzak durmalıdır; çünkü onların konuşmalarında hayır yoktur. Allah'ı arayan bir kimsenin, cum'a günlerinde hayırlı işlerden ve dualardan uzak kalması uygun değildir. Cum'a günündeki şerefli saat geldiği zaman, kendisinin hayırlı bir işte olması gerekir. Namazdan önce zikir halkalarına gitmesi uygun değildir; çünkü Abdullah b. Ömer' den şöyle rivâyet edilmektedir.
Hazret-i Peygamber, cum'a günü, namazdan önce halka çevirip zikretmeyi yasaklamıştır. 177
Ancak halkayı idare eden, Allah'ı bilen bir âlim olup cemaati, yaptıklarıyla irşad etmeye çalışıyorsa böyle bir toplantıya katılmak caizdir. Camide öğleden önce konuşup da dini öğreten kimsenin yanında oturmak hem sabahın erken saatlerinde camiye gitmek ve hem de vâ'z u nasihat dinlemek gibi iki vazifeyi bir arada yapmaya vesile olur. Âhirete yararlı ilmin dinlenilmesi, nafile namazlarla meşgul olmaktan daha efdâldir.
Ebû Zer'den rivâyet edildiğine göre: İlim meclisinde bulunmak, bin rek'at namazdan daha efdâldir'.
Enes b. Mâlik "Namazı (cum'ayı) kılınca yeryüzüne dağılın ve Allah'ın fazlından rızık arayın! (Cum'a,10) ayetindeki 'aranması emrulunan dünyalık değil, hastaları ziyaret ve cenazelerin kaldırılmasına iştirâk ve ilim öğrenmek ve Allah yolundaki bir kardeşini ziyaret etmektir" demiştir.
Nitekim Allahü teâlâ Kur'ân'ın birçok yerinde ilmi 'fazl' olarak ifade etmektedir:
O sana bilmediklerini öğretti. Allah'ın senin üzerindeki fazlı çok büyüktür. (Nisâ/113)
Andolsun ki biz Dâvud'a tarafımızdan bir fazl verdik. (Sebe/10)
Bu ayetlerde geçen fazl kelimesi ilim anlamındadır ve Allah'a yaklaştırıcı hareketlerin en üstünüdür.
Kıssacıların meclisinde oturmaktansa, namaz kılmak daha efdâldir; çünkü selef-i Sâlihîn, vaizlerin kıssa anlatmalarını bid'at görürlerdi. Hatta böylelerini camiden kovarlardı.
Nitekim İbn Ömer bir gün sabahın erken saatlerinde camideki yerini almak üzere gitmişti. Bir de ne görsün, bir kıssacı, yerine oturmuş hikâye nakletmektedir. Ona "Yerimden kalk!' dediyse de kıssacı 'Hayır kalkmayacağım; çünkü senden önce gelip oturdum', karşılığını verdi. Bunun üzerine İbn Ömer zaptiye âmirine haber vererek onu yerinden kaldırttı.
Eğer kıssa anlatmak sünnetten sayılsaydı, o kişiyi yerinden kaldırmak câiz olmazdı; çünkü Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur:
Sakın, herhangi biriniz müslüman kardeşini yerinden kaldırıp kendisi oraya oturmasın. Ancak birbirinize yer açmak üzere sıkışınız. 178
İbn Ömer, bir meclise geldiğinde kendisine hürmeten ayağa kalkan ve yerini vermek isteyenin yerine oturmadığı gibi, o ayağa kalkan adam yerine oturmadıkça, da oturmazdı.
Bir kıssacı Aişe validemizin hücre-i saadetinin dış avlusunda otururdu. Âişe validemiz, İbn Ömer'e haber göndererek 'Bu adam rivâyet ettiği hikâyelerle beni tâciz edip tesbih ve nafile ibadetlerime mâni oluyor' dedi. Bunun üzerine İbn Ömer (radıyallahü anh) , kaburgasını kırıncaya kadar asâsıyla onun sırtına vurdu ve onu oradan kovdu.
2. Cum'a günündeki eşref saatini güzelce gözetlemelidir; çünkü meşhur bir hadîste şöyle buyurulmaktadır:
Cum'a gününde bir saat vardır ki müslüman kul o saatte neyi isterse, Allahü teâlâ ona istediği şeyi ihsân eder. 179
Namazın o saate tesadüf etmesi, kılanın isteklerinin verilmesine vesile olur. 180
Bu eşref saatinin tâyininde ihtilâf edilmiştir. Kimisi güneşin doğuşu sırasında, kimisi zevalde iken, kimisi ezan okunduğu zaman, kimisi imamın minbere çıkıp hutbe okumaya başladığı zaman, kimisi halkın namaza başladığı an, kimisi de ikindi namazının en uygun vaktinin sonu, kimisi ise güneşin batış anıdır demiştir.
Rasûlüllah'ın kızı Fâtıma (radıyallahü anh) , cum'a günündeki eşref saatini güneşin batışı anında arar; bunun için de câriyesine 'Güneş batmak üzereyken bana haber ver!' derdi. Câriye gelip haber verdiğinde de güneş tamamen batıncaya kadar dua ve istiğfarda bulunurdu. Hazret-i Fâtıma, babasından cum'anın eşref saatinin bu vakitte olduğunu rivâyet etmiştir. Allah'ın salât ve selâmı hem babasının ve hem de onun üzerine olsun!181
Bazı âlimler, kadir gecesinin bütün ramazanda gizli olması gibi, eşref saatinin de bütün cum'a gününde gizli olduğunu ve bu gizliliğin de, iştiyâkla aranması ve cum'a gününün ihyâ edilmesi hikmetine dayandığını söylemektedir.
Bazı âlimler de, 'Kadir gecesinin Ramazan'da gezdiği gibi, cum'a gününün şerefli saati de cum'a gününün saatleri içinde gezmektedir' demişlerdir. En uygunu da bu son hükümdür; çünkü bunun bir sırrı vardır. Ancak bu sırrı muamele ilminde zikretmek uygun değildir. (Onun için biz de zikretmiyoruz) . Fakat Hazret-i Peygamber'in şu sözlerini tasdik etmek gerekir:
Yaşadığınız günlerde rabbinizin nefhaları (tecellileri) vardır. Dikkatli olunuz ve bu nefhalardan istifade etmeye bakınız. 182
Cum'a günü de bu günler arasındadır. O halde kişi cum'a günü boyunca huzur-u kalbi sağlamak, zikre devam etmek ve dünya vesveselerinden uzaklaşmak suretiyle bu rahmeti beklemelidir. Umulur ki, bu tecellilerden birisine erebilir.
Ka'b'ul-Ahbâr şöyle diyor: 'Cum'a gününün eşref saati o günün en son saatidir. Bu saat tam güneşin batışına tesadüf etmektedir'.
Ebû Hüreyre, Ka'b'a "Ey Ka'b! Eşref saati nasıl olur da cum'anın son saati olabilir? Halbuki ben Hazret-i Peygamber'in 'O saatte namaz kılan kul isteğini elde eder' buyurduğunu duydum. . . Günün son saati ise, namaz vakti değildir" dedi. Ka'b da, "Hazret-i Peygamber 'Oturup namazı bekleyen, namazda sayılır' demedi mi?" karşılığını verdi Ebû Hüreyre 'evet' deyince. Ka'b İşte o bekleyiş namazdır' dedi. Bunun üzerine Ebû Hüreyre (radıyallahü anh) sükût etti. 183
Ka'b (radıyallahü anh) , bu saatin cum'a gününü hakkıyla değerlendirenlere rahmet olduğunu ve bu rahmetin de ancak amelin tamamlanmasından sonra gönderildiğine kâildir.
Kısacası, ikindi namazından güneşin batışına kadar olan vakit, imamın minbere çıkıp hutbe irâd ettiği vakitle birlikte şerefli saatlerdir. Bu saatlerde bolca dua etmek gerekir.
3. Cum'a gününde Rasûlüllah'a çokça salât ve selâm getirmek müstehabdır; çünkü Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur:
Allahü teâlâ cum'a gününde bana seksen defa salât ve selâm getiren kimsenin seksen senelik günâhını bağışlar'. Bunun üzerine kendisine 'Ey Allah'ın Rasûlü! Sana nasıl salât getirilir?' diye soruldu. Rasûlüllah buna şöyle cevap verdi:
'Yâ rabb! Kulun, peygamberin, Rasûlün, mekteb ve medrese görmeyen nebiyyi zîşânın Hazret-i Muhammed'in üzerine rahmet deryâlarını akıt!' dediğin takdirde bir defa salavât-ı şerife getirmiş olursun. Dilersen "Ey Allahım! Muhammed'e ve onun âline öyle bir salât gönder ki, senin için rıza, Hazret-i Muhammed'in hakkı için edâ olsun. Muhammed'e Vesile' adlı dereceyi ihsân eyle! Onu kendisine va'dettiğin makâm-ı mahmûd'a gönder. Haketmiş olduğu mükâfatı bizden taraf ona ihsân eyle. Bize vekâleten ona herhangi bir peygambere ümmetinin yerine verdiğin mükâfatın daha üstününü ver! Ey merhametlilerin en merhametlisi. . . Ona, onun kardeşleri olan bütün peygamberlere ve sâlih kullarına rahmet deryâlarını coştur!" de ve bunu da yedi defa tekrar et!
Bu salavât-ı şerîfeyi her birinde yedi defa olmak üzere yedi cum'a okuyana, Hazret-i Peygamber'in şefaat edeceğine kesin gözüyle bakılmaktadır.
Daha fazla salavat getirmek isteyen, rivâyet edilen şu salavât-ı şerîfeyi okusun:
Ey Allahım! Salâvâtımın faziletini, artan bereketlerini, zekâtlarının şereflilerini, şefkatini, rahmetini ve tahiyyetini, Rasûllerin efendisi, hayra götürücü kumandan, iyiliğin kapısını açan kahraman, rahmet peygamberi ve ümmetin efendisi Hazret-i Muhammed'e tahsis et! Ey Allahım! Muhammed'i makâm-ı mahmûd' a gönder. Bu makamla onun zât-ı ulûhiyyetine yaklaşmasını sağla ve onun gözünü nûrlandır, geçmiş ve geleceklerin gıpta edebileceği bir şekilde nûrlandır! Ey Allahım! Muhammed'e fazl, fazilet, şeref, vesile ve yüce dereceler, yüksek ye şerefli mertebeler ihsân eyle. Ey Allahım! Muhammed'e istediğini ver. Onu umduğuna erdir ve kendisini ilk şefaat eden ve şefaati herkesten daha çok kabul olunan kıl. Ey Allahım! Bizi onun cemaatiyle haşr ve şefaatıa mazhar eyle. Onun milleti üzerine öldür ve sünneti üzerine dirilt! Bizi onun kevser havzına ilet ve bu havzın suyundan, mahcup etmeksizin içir. Bizleri pişman olanlardan, şikayet edenlerden, dinini değiştirenlerden, fitne çıkaranlardan ve fitneye düşenlerden eyleme! Ey âlemlerin rabbi! Bu duamızı kabul eyle. 184
Kısacası kişi bu konuda vârid olan hangi rivâyeti (velev ki teşehhüdde okunan meşhur rivâyet de olsa) okusa, salavât-ı şerife getirmiş sayılır. Salavât-ı şerife ile beraber istiğfar etmesi de uygundur. Çünkü bu mübarek günde istiğfar etmek de müstehaptır.
4. Kur'ân okumalıdır: Mü'minin cum'a gününde Kur'ân'ı çok okuması gerekir. Özellikle Kehf sûresini okumalıdır. Çünkü İbn-i Abbâs ve Ebû Hüreyre'den (radıyallahü anh) şöyle rivâyet edilmektedir:
Cum'a gecesinde veya gününde Kehf sûresini okuyan kimseye, bulunduğu yerden Mekke şehrine kadar olan mesafeyi aydınlatabilecek bir nûr ihsân edilir. O cum'adan gelecek cum'aya kadar olan (küçük) günâhları ve ayrıca da fazladan üç günlük günahları affolunur. Sabahlayıncaya kadar da yetmişbin melek kendisine rahmet ve af talebinde bulunur. Hastalıktan, urdan, zatülcenpten, alaca hastalığından, cüzzamdan ve deccâlin fitnesinden emin olur.
Mümkünse cum'a günü ve gecesinde Kur'ân'ı bir defa hatmetmesi müstehabdır. Eğer geceleyin Kur'ân okumuşsa kalanını sabah namazının iki rek'atında veya akşam namazının birinci ve ikinci rek'âtlarında ya da cum'a için verilen ezân ve kamet arasında tamamlamalıdır. Böyle yapmanın büyük bir fazileti vardır.
Abidler cum'a gününde İhlâs-ı şerifi bin defa okumayı müstehab görürlerdi. Denildiğine göre, on veya yirmi rek'atta bin İhlâs-ı şerif okumak, bir hatimden daha üstündür. Âbidler, cum'a gününde bin salavât-ı şerife getirirlerdi.
(Kitab'ın ilerdeki bölümlerinde de geleceği gibi) kişi meşhur altı tesbih duasını, cum'a gününde ve gecesinde okursa güzel bir zikir yapmış olur.
Cum'a günü ve gecesi hâriç, Hazret-i Peygamber'in hiçbir gün ve gecede muayyen sûreleri okuduğu rivâyet edilmemektedir. Hazret-i Peygamber cum'a gecesinin akşam namazında Kâfirûn ve İhlas sûrelerini; aynı gecenin yatsı namazında ise Cum'a ve Münâfikûn sûrelerini okurdu. 185
Rivâyet ediliyor ki, Hazret-i Peygamber Cum'a ve Münâfikûn sûrelerini cum'a namazında da okurdu. Cum'a gününün sabah namazında ise, Lokman ile İnsan sûrelerini okurdu.
5. Namaz kılmalıdır. Cum'a gününde, cum'a namazını kılmak maksadıyla da, camiye giren kimse, dört rek'at namaz kılmadan oturmamalıdır. Kıldığı bu dört rek'at namazın her rek'atında ellişer tane olmak üzere ikiyüz ihlâs okumalıdır; zira Hazret-i Peygamber'den şöyle nakledilmektedir: 'Bu dört rek'at namazı kılan kimse, cennetteki makamını görmedikçe ölmez'. 186
'Kendisine cennetteki yeri gösterilmedikçe ölmez' şeklinde de rivâyet edilmiştir. Mescide giren kimse, İmâm hutbede olsa bile iki rek'at mescid namazını mutlaka kılmalıdır. Ancak hutbe okunurken kıldığı takdirde hafif geçiştirmelidir; çünkü Hazret-i Peygamber böyle emir buyurmuştur. 187
Garib bir hadîste Hazret-i Peygamber'in mescide girip de iki rek'at tahiyyet'ül-mescid kılan bir kimse namazını bitirinceye kadar hutbeye ara verdiği rivâyet edilmektedir. 138
Kûfeliler 'Camiye sonradan gelen kimse İmâm kendisi için hutbesini keserse, cami hediyesi tâbir edilen iki rek'at namazı kılmalı; aksi takdirde kılmamalıdır' demişlerdir.
Cum'a gününde veya gecesinde dört rek'at namaz kılıp bu namazda En'am, Kehf, Tâha ve Yasin sûrelerini okumak müstehabdır. Bu sûreleri bilmeyenlerinse Yâsin, Lokman, Duhan ve Mülk sûrelerini okuması güzel olur. Cum'a gecesinde bu dört sûrenin okunmasını ihmal etmemelidir; çünkü bunların bu gecede okunmasında çok büyük fazilet olduğu rivâyet edilmektedir.
Kur'ân okumayı iyi bilmeyen kimse hangi sûreleri biliyorsa onları okur ve bu da kendisi için hatim yerine geçer. İhlâs-ı şerîfi bol bol okumalıdır.
Cum'a günü tesbih namazı kılmak müstehabdır. Tesbih namazının keyfiyeti nafile namazlar bahsinde gelecektir. Hazret-i Peygamber, amcası Hazret-i Abbas'a 'Her cum'a tesbih namazı kıl!'189 diye tavsiyede bulunmuştur.
İbn-i Abbâs (radıyallahü anh) her cum'a zevâlden sonra tesbih namazı kılar ve bunun çok faziletli olduğunu söylerdi. En iyisi cum'a gününü zevâle kadar namaza, cum'a namazından ikindi namazına kadar ilim dinlemeye ve ikindiden akşam namazına kadar da tesbih ve istiğfara tahsis etmelidir.
6. Sadaka vermelidir. Bu günde sadaka vermek hassaten müstehabdır. Çünkü bu günde, (hutbe esnasında, dilencilik yapanlara verilenler hâriç) fakirlere verilen sadaka kat kat fazlasıyla kabul edilir.
İmâm hutbe okurken, istemek suretiyle dilenmek mekruh olduğu gibi, böyle bir kimseye sadaka vermek de doğru değildir.
Salih b. Ahmed (b. Hanbel) 190 şöyle demiştir: 'Bir cum'a günü İmâm hutbedeyken, cemaattan birisi babama, yanında oturan ve sadaka isteyen bir fakire vermesi için para uzattı; fakat babam ondan bu parayı almadı'.
İbn Mes'ûd (radıyallahü anh) şöyle der: "Camide dilenen kimseye sadaka vermemek gerekir. Bir de, Kur'ân okuduğunuz sırada birisi gelip sizden birşeyler dilenirse vermeyiniz'.
Âlimlerden bazıları, camilerde cemaatın omuzlarına basa basa sadaka toplamaya çalışanlara sadaka vermeyi mekruh görmüşlerdir. Ancak camiin bir yerinde ayakta durur veya oturur da, hiç kimseye eziyet vermeden sadaka isterse verilebilir.
Ka'b'ul-Ahbâr şöyle demiştir: "Kim cum'a namazından dönerken iki ayrı malından sadaka verir ve sonra da dönüp rükûunu, secdesini ve huşûunu tamamlamak sûretiyle iki rek'at namaz kılar; daha sonra da 'Ey Allahım! Senden Rahmân ve Rahîm, olan isminle ve kendisinden başka mâbud bulunmayan, Hayy ve
Kayyûm olan, uykudan ve uyuklamadan münezzeh bulunan isminle istiyor ve rahmetine sığınıyorum' derse (Allah, onun bu meşrû isteğini kabul eder) . Çünkü bu dua ile neyi istersen Allah ihsân eder".
Seleften bâzıları şöyle demiştir: Kişi cum'a günü bir fakire birşeyler yedirir, sonra erken saatlerde cum'a namazına gider, hiç kimseye eziyet vermez ve İmâm selâm verdikten sonra da şu duayı okursa, isteği kabul olunur:
Bismillâhirrahmânirrahim! el-Hayy, el-Kayyûm! Yâ rabb! Senden bana merhamet etmeni; beni affeylemeni ve ateşten âzâd etmeni istiyorum.
Bundan sonra istediği duayı edebilir. Çünkü kabul olunmasına kesin gözüyle bakılır.
7. Haftanın günlerinden cum'ayı âhiret işlerine tahsis edip, o günde bütün dünyevî meşgalelerden uzak durmalı, bol bol tesbih, tehlil ve zikir yapmalıdır. Cum'a günü sefere çıkmamalıdır; çünkü Hazret-i Peygamber'in şöyle buyurduğu rivâyet edilmiştir:
Cum'a gecesi sefere çıkan kimseye iki meleği beddua ederler. 191
Cum'a günü sabah olduktan sonra sefere çıkmak ise haramdır. Ancak çıkmadığı takdirde arkadaşlarından geri kalacaksa hüküm değişir.
Bazı âlimler, camilerde alış-veriş yapılmış olmaması için içmek veya dağıtmak amacıyla sakalardan su satın almayı kerih görmüşlerdir. Çünkü camide alış-veriş yapılması mekruhtur. Bazı âlimlere göre de, parayı caminin dışında verir; fakat suyu camide içer veya dağıtırsa bir beis yoktur.
Kısacası, cum'a günü tesbihlerini ve hayırlı işlerini artırmalıdır; çünkü Allahü teâlâ bir kulunu sevdiği takdirde onu faziletli vakitlerde faziletli ameller işlemeye muvaffak eder. Buğzettiği kulunu ise daha acı azaplara çarptırmak, gazabına daha şiddetle mâruz bırakmak ve vaktin bereketinden mahrum bırakmak için kötü amellerle uğraştırır. Çünkü bu kişi, vaktin hürmetini ayakları altına almaktadır. . . Cum'a günü, Dualar bahsinde zikredilecek duaların okunması da müstehabdır.
Allah, kulları arasından seçtiği kuluna rahmet deryalarını coştursun! Âmin!
177) Ebû Dâvud, Nesâî ve İbn Mâce, (Amr b. Şuayb'dan)
178) Buhârî ve Müslim, (İbn Ömer'den)
182) Hakîm Tirmizî, Nevadir) Taberânî, Evsat, (Muhammed b. Mesleme'den) ; İbn Abdilberr, Temhid, (Enes'den)
183) Ebû Dâvud, ,Tirmizî ve İbn Hıbbân, (Ebû Hüreyre'den) ; İbn Mâce, (Abdullah b. Selâm'dan ) Irâkî bu münazaranın Ebû Hüreyre ile Ka'b arasında değil, Abdullah b. Selâm ile Ebû Hüreyre arasında cereyan ettiğini kaydetmektedir.
184) İbn Ebî Âs, (İbn Mes'ûd'dan zayıf bir senedle ve fakat mevkûf olarak)
185) İbn Hıbbân ve Beyhakî, (Semure'den)
186) Hatib, (İbn Ömer'den)
187) Müslim, (Câbir'den) ve Buhârî
188) Dârekutnî, (Enes'den)
189) Ebû Dâvud, İbn Mâce ve İbn Huzeyme ve Hâkim, (İbn-i Abbâs'tan) Ali el-Karî ve başka muhaddisler, bu konuda sahih bir hadîs olmadığını söylemişlerdir,
190) Ahmed b. Hanbel'in oğludur.
191) Dârekutnî, el-İfrad, (İbn Ömer'den garib olarak)
4-6
Herkesin Bilmesi Gereken Meseleler
Çok nâdir vukû bulan meselelerden birçoğunu tedkik ederek fıkha dair eserlerimizde zikretmiş bulunuyoruz.
I. Mesele
Namazı bozmayan az hareket, ihtiyaç olmaksızın yapıldığı takdirde mekruhtur. Namaz kılanın, önünden geçeni durdurması, eziyet vermesinden korkulan akrebi bir veya iki vuruşla öldürmesi (eğer vuruşlar üç olursa hareketler çoğalır ve namaz da bozulur) ihtiyaçtan doğan hareketlerdir. Bunun için de namazda yapılmaları mekruh değildir.
Bit ve pireden eziyet gördüğü zaman, onları uzaklaştırabilir. Aynı şekilde huşûuna mâni olan kaşıntıları da kaşımak suretiyle giderebilir. Muaz (radıyallahü anh) namazda iken bit ve pireleri tutup atardı. İbn Ömer de namazda bitleri elinde kan görülecek derecede öldürürdü.
Nehâî şöyle diyor: 'Kişi, namazda bitleri hareketten düşürerek atabilir; öldürürse de bir zararı yoktur'.
İbn Müseyyeb de şöyle buyuruyor: 'Kişi biti tutup sersemleştirerek atar'.
Mücâhid ise şöyle buyurmuştur: 'Namazda, eziyet verip meşgul etmedikçe, bite dokunmamak en iyisidir. Aksi takdirde kendisine bir daha eziyet veremeyecek derecede ezip atar'.
Saydığımız bu gibi hareketler ruhsattır. Evlâsı, namazda, az da olsa hareketten kaçınmaktır. Bu sırra binaen bazı âlimler, namazda iken üzerlerine konan sinekleri kovmazlardı. Kendilerinden bunun hikmeti sorulduğunda da 'İleride namazımın bu gibi şeylerle bozulmaması için nefsimi böyle şeylere alıştırmam. Çünkü fâsıklar bile padişahın huzurunda birçok eziyetlere mâruz kaldıkları halde tahammül ederler' derlerdi.
Namaz içinde esnediği zaman, ağzını eliyle kapatmakta beis olmadığı gibi, evlâ olan da budur. Aksırdığı zaman, dilini kıpırdatmamak sûretiyle içinden Allah'a hamd etmelidir. Mideyi doldurmaktan dolayı geğirmesi halinde başını yukarıya kaldırması uygun değildir. Sarığının bozulması halinde düzeltmesi de böyledir. Bütün bunlar, zaruret olmaksızın yapılırsa, mekruhtur.
II. Mesele
Çıkarılması kolay bile olsa nalınlarla namaz kılmak câizdir. Çünkü mestler üzerine mesh ruhsatı, mestlerin kolay çıkmamasına bağlı değildir, aksine bunlardaki necasetin affedilmiş olması sebebiyledir. Ayakkabılar da nalınlar gibidir.
Hazret-i Peygamber nalınlarıyla namaz kılar, sonra da onları çıkarır. Bunu gören ashâb-ı kiram da nalınlarını çıkarırlar. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber 'Nalınlarınızı niçin çıkardınız?' diye sorar. Sahâbîlerin 'Sen çıkardığın için' demeleri üzerine de şöyle der: 'Cebrâil geldi ve bana nalınlarımda necaset olduğunu haber verdi. Ben bunun için çıkardım. Bu bakımdan herhangi biriniz mescide girmek istediği zaman nalınlarını çıkarıp altına baksın; eğer bir necaset görürse yere sürmek sûretiyle silsin ve namazını onlarla kılsın. 192
Bazı âlimler "Nalınlarla namaz kılmak daha efdâldir; çünkü Hazret-i Peygamber, geçen hadîs-i şerifte 'Nalınlarınızı niçin çıkardınız?' buyurmaktadır" demişlerdir. Fakat bu kadarı da mübalağadır; çünkü Hazret-i Peygamber, nalınla namaz kılmak daha üstündür demedi ki. . . Aksine bu soruyu nalınlarını çıkarmasının sebebini izah etmek için sormuştur. Çünkü onların, nalınlarını kendisine uymak için çıkardıklarını kesinlikle biliyordu.
Abdullah b. Said şöyle rivâyet etmektedir:
Hazret-i Peygamber, namazda nalınlarını çıkarırdı. 193
Hazret-i Peygamber, nalınla namaz kıldığı gibi nalınsız da kılmıştır. Bu bakımdan 'Nalınla kılmak nalınsız kılmaktan daha efdâldir' denilemez.
Nalınlarını çıkaran bir kimse bunları sağına veya soluna koyup da safların kesilmesine ve dağılmasına sebebiyet vermemelidir. Onları önüne koymalıdır. Arkasına da koymamalıdır ki, kalbi onlarla meşgul olmasın. Umulur ki 'Nalınlarla namaz kılmak daha efdâldir' diyenin gayesi de kalp huzurunun bozulmamasıdır.
Ebû Hüreyre, Hazret-i Peygamber'in şöyle buyurduğunu rivâyet etmiştir:
Herhangi biriniz namaz kılarken nalınlarını ayaklarının arasına bıraksın!194
Ebû Hüreyre, birisine 'Nalınlarını ayaklarının arasına koy! Onlarla herhangi bir müslümana eziyet verme!' demiştir. Hazret-i Peygamber, imamlık yaparken nalınlarını çıkarıp sol tarafına bırakmıştır. 195 Bu bakımdan imamın böyle yapması gerekir; çünkü onun solunda kimse durmaz. İmâm, kalbini meşgul etmemesi için nalınlarını ayakları arasına bırakmamalıdır; bu daha evlâdır. Onları ayaklarının önüne bırakmalıdır. Hadîsin maksadının 'Ayaklarının önüne bıraksın' olması muhtemeldir.
Cübeyr b. Mut'im şöyle demiştir: 'Kişinin nalınlarını ayakları arasına koyması bid'attır'.
III. Mesele
Kişi namazdayken tükürürse namazı bozulmaz; çünkü tükürmek (namazı bozmayan) fiil-i kalildir. Namazda sesin meydana gelmesine vesile olmayan fısıltı, konuşma sayılmaz. Konuşma harflerinin şekli üzerinde de değildir; ancak mekruhtur ve bunun için de sakınılması gerekir. Hazret-i Peygamber'in izin verdiği şekilde tükürmek ise mekruh değildir.
Allah Rasûlü mescidin kıble duvarında balgam görür ve bundan dolayı şiddetle öfkelenir. Sonra onu, elinde bulunan bir hurma dalıyla kazır. Sonra da 'Bana anber getirin!' der ve getirilen anberle o balgamın yerini sıvar. Arkasından cemaate dönüp 'Acaba hanginiz yüzüne tükürülmesini ister?' der. 'Hiçbirimiz istemeyiz' şeklinde cevap verilince de şöyle buyurur: 'Herhangi biriniz namaza durduğu zaman, Allahü teâlâ onunla yöneldiği kıble arasındadır'.
Allah onunla (namaz kılanla) yüzleşir. Bu bakımdan hiçbiriniz namazda iken önüne veya sağına tükürmesin. Ancak soluna veya sol ayağının altına tükürsün. Eğer ani bir anormallik başgösterirse, elbisesine tükürsün ve burasını ovalayarak birbirine sürtsün. 196
IV. Mesele
İmama uyan kimselerle (cemaat) ilgili sünnetler ve farzlar vardır:
Sünnetler
İmama uyan tek bir kişi ise imamın azıcık gerisinde ve sağ tarafta durmalıdır. Tek kadın imama uyduğu zaman, onun tam arkasında durmalıdır. İmamın yanında durursa da zarar etmez; ancak sünnete muhalefet etmiş olur. Eğer kadınla beraber imama uyan bir erkek de varsa, erkek, imamın sağında, kadın da o erkeğin arkasında duracaktır. Cemaate iştirâk eden kimse, safın dışında tek başına durmamalıdır. Aksine safa katılmalı veya yer yoksa niyet edip iftitah tekbirini aldıktan sonra usûlü dairesinde safın içinden birisini yanına çekmelidir. Eğer safın dışında tek başına durup namaza devam ederse namazı kerahetle birlikte sahihtir.
Farzlar
Safların bitiştirilmesi gerekir. İmâm ile muktedî (imama uyan) aralarında irtibat olacak şekilde bir yerde bulunmalıdırlar.
Çünkü ikisi bir cemaatte ve bir namazda sayılırlar. Eğer camide iseler, camide oluşları, aralarını birleştirici olarak kâfidir. Çünkü cami, safları birleştirmek için yapılmış bir yerdir. Binaenaleyh camide safların bitişik olmasına gerek yoktur. Camide ancak imamın hareketlerini bilmeye gerek vardır. Ebû Hüreyre (radıyallahü anh) namazı cami içinde kılan imama damda durarak uymuştur.
İmama uyan kimsenin, caminin dış avlusunda, bir yolda veya müşterek bir düzlükte durduğunda -orası ile cami arasına giren herhangi bir bina da yoksa- imama bir ok atımı kadar yakın olması kâfidir. Böylece imamla râbıtayı temin edebilir; çünkü bu durumda fiilleri birbirine bağlanmış olur. Safın bir olması, ancak muktedînin caminin sağında veya solunda bulunan ve kapısı cami ile bitişik olan bir evin sahanlığında durup imama uyması halinde şarttır. Bu durumda saf, kesintisiz olarak tâ camiden evin sahanlığına kadar uzanmalıdır ve böyle olması da şarttır. Ancak böyle olduktan sonra o safta bulunanların ve onların arkasında kılanların namazları sahih olur. O safın önünde bulunan ve cami ile râbıtası bulunmayan safta namaz kılanların namazı ise sahih değildir. İşte farklı binaların hükmü böyledir. Tek bir bina ve tek bir arsa ise sahra gibi sayılır. (Bir ok atımından daha fazla mesafe bulunmamak şartıyla uymak câiz olur. )
V. Mesele
Cemaate sonradan dâhil olan kişi namazın son rek'atında yetişse dahi kendi namazının başında sayılır. Bu bakımdan imama uymalı ve selâmdan sonra kalkıp, namazını kıldığı kısmın üzerine bina etmelidir. Sabah namazında imamla beraber Kunut duâsını okusa dahi kendi namazının sonunda da Kunut duâsını ikinci bir defa daha okumalıdır. Eğer imama kıyamın bir kısmında yetişirse istiftah duâsını okumaksızın doğrudan Fâtiha'ya başlamalı ve bunu da biraz acele okumalıdır.
Fatiha'yı tamamlamazdan önce İmâm rükûa giderse, 'Fâtiha'yı tamamladığı takdirde imama itidalde yetişebilirim' kanaatinde ise, Fâtiha'sını tamamlayıp ondan sonra rükûa varmalıdır. Eğer imama yetişemeyeceğini tahmin ederse, Fâtiha'yı okuduğu yerde kesip derhal imama uymalı ve rükûa varmalıdır. O zaman Fâtiha'nın okunan kısmı, tamamının yerine geçer ve geri kalan kısmın okunması da kendisinden sâkıt olur. Eğer İmâm, rükûa vardığında o da Fâtiha'yı bitirmiş, zammı sûreyi okuyorsa, onu derhal keserek imamla birlikte rükûa varmalıdır. İmama secdede veya teşehhüdde yetişirse ayakta iken istiftah tekbirini alır ve ikinci bir tekbir getirmeksizin oturup imama uyar. Eğer imama rükûda iken yetişirse, o zaman önce iftitah tekbirini alır ve sonra da ikinci bir tekbir getirerek rükûa varır. Çünkü böyle yaptığı takdirde bir rek'at kılmış sayılır. Tekbirler ise, ancak namaz dahilinde yapılan intikaller için meşrû kılınmıştır.
Sadece imama uymak için yapılan ârızî intikallerde tekbir getirmek gerekmez. İmâm daha rükûdayken rükûa varıp itminana kavuşmadıkça, bu intikal kendisi için bir rek'at sayılmaz.
VI. Mesele
Öğle namazını ikindi vakti gelinceye kadar edâ etmeyen kimse, ikindinin farzından önce, kazaya kalmış öğle namazını kılmalı, sonra da ikindi namazının edâsına başlamalıdır. Eğer dediğimizin aksine, önce ikindi namazına başlarsa yine olur, ancak en güzel şekli bırakıp ihtilâf şüphesine girmiş olur.
Eğer imama yetişirse ona uyup evvelâ ikindi namazını, cemaatten sonra da kazaya kalmış öğle namazını kılmalıdır; çünkü kazaya kalmış namazı hazır namazdan önce kılmaktansa, imama uyup cemaat faziletini elde etmek daha evlâdır. Eğer vaktin evvelinde namazını tek başına edâ ettikten sonra bir cemaate tesadüf ederse, (Şâfiî'ye göre) derhal edâ niyeti ile imama uymalıdır. Allah, bu iki namazdan dilediğini vaktin farzına sayar, Bu şekilde cemaate uyduğu zaman kazaya kalmış bir namaza veya sünnete niyet etmesi de câizdir. Eğer daha evvelce namazını cemaatle edâ etmişse, ikinci bir cemaate rastladığı zaman, ona da kazaya kalmış namaza veya nafileye niyet etmek sûretiyle uyabilir. Çünkü cemaatle edâ edilen bir namazı, ikinci bir cemaatle tekrarlamakta hiçbir mânâ yoktur. Namazın ikinci bir defa yenilenmesi, ancak cemaat faziletini elde etmek içindir. (Bu ise birinci cemaatle zaten elde edilmiştir. )
VII. Mesele
Namazını kıldıktan sonra elbisesinde necaset görürse, en iyisi namazı kaza etmesidir. Fakat ille de kaza etmelidir şeklinde bir zorlama da sözkonusu değildir. (Çünkü bu necasetin namazdan sonra bulaşmış olması da muhtemeldir) . Namazdayken elbisesinde necaset görürse, o elbiseyi sırtından yavaşça çıkarır ve namazını böylece tamamlar. Fakat en iyisi namazı bırakıp o necis elbiseyi çıkardıktan sonra yeniden başlamaktır. Bu meselenin temelini Rasûlüllah'ın 'nalınlarını çıkarması' hâdisesi teşkil etmektedir. Çünkü Cebrâil, 'Nalınlarında necaset var' haberini verdiği zaman, Hazret-i Peygamber nalınlarını olduğu yerde çıkarıp namaza devam etmiş; bozup yeniden başlamamıştır.
VIII. Mesele
Birinci teşehhüdü, Kunut duâsını197 veya birinci teşehhüdde getirilen salavât-ı şerîfeyi terketse veya kasden işlediğinde namazı bozacak bir fiili sehven işlese veya üç rek'at mı, yoksa dört rek'at mı kıldığında şüphe etse, bütün bu durumlarda yakîne (kesin kanaate) yapışmak ve selâm vermeden önce sehiv secdesi yapmalıdır. Eğer selâm vermeden önce sehiv secdesi yapmayı unutursa, selâmdan sonra çok fazla zaman geçmeden hatırladığı takdirde derhal yapmalıdır. Eğer selâm verip abdesti bozulduktan sonra secde ederse, namazı sahih olmaz; çünkü secde yaptığı anda daha önceki selâmı yanlışlıkla vermiş gibi olur. Bu bakımdan ilk selâmıyla namazdan çıkmamış ve tekrar namaza dönmüş sayılır, Sehiv secdesinden sonra selâm verilmesi de bu hikmetten dolayıdır. Eğer camiden çıktıktan sonra sehiv secdesi lâzım geldiğini hatırlasa veya hatırına aradan uzun bir zaman geçtikten sonra gelse artık sehiv secdesi geçmiş sayılır.
IX. Mesele
Niyette vesvesenin sebebi ya aklî noksanlıktır veya şeriatı bilmemektir; çünkü Allahü teâlâ'nın emrine imtisal etmek, başkasının emrine uymak gibidir. Niyet bakımından Allah'ın ta'zîmi de başkasının ta'zîmi gibidir. Bir kimse içeri giren bir âlim için hürmeten ayağa kalksa ve sonra da 'Fazilet sahibi bir Zeyd'in içeri girmesiyle ayağa kalkıp, onu güleryüzle karşılamaya niyet ettim' dese, bu kişinin aklı noksandır. Çünkü faziletini bildiği kimse içeri girdiğinde onun için ayağa kalkmasıyla onu ta'zîm etmiş sayılır. ('Böyle yapmaya niyet ettim' demesinde hiçbir manâ yoktur) . Böyle söylemesinin ancak Zeyd içeri girdiğinde başka bir iş için ayağa kalktığı veya herhangi bir gaflette bulunduğu zaman bir mânâsı olabilir.
Allah'ın emrine uyarak kıldığı namazın vaktini ve farz olduğunu belirtmenin şart koşulması, tıpkı içeri girene hürmet için yüzünü ona çevirip ayağa kalkmanın şart koşulması gibidir. Ancak bu kalkışın, girenin ta'zîminden başka bir sebep için olmaması ve bu hareketle onun büyütülmesinin kastedilmesi gerekir. Zira eğer kişi ayağa kalkıp girene sırtını çevirse veya durup adam girdikten bir müddet sonra ayağa kalksa, o vakit bu hareketi onu tâ'zim sayılmaz. Sonra bütün bu sıfatlar, yapanın mâlûmu ve maksudu olmalıdır. Bütün bunların, nefsinde bir anda hazır bulunması için çok uğraşmamalıdır. Bu sıfatlara delâlet eden kelimelerin bitiştirme ve tanzimini, dili ile telâffuz veya kalben tefekkürünü uzatmalıdır.
Namaz niyetini bu şekilde anlamayan kimse niyeti anlamamış demektir; yani sen muayyen bir zamanda namaz kılmaya dâvet edilmişsin ve sen de bu namazı, dâvete icabet ederek o vakitte kılmışsın. O halde bu hususta vesveseye düşmek tam mânâsıyla cehalettir. Zira bu maksud ve ilimler nefiste bir anda bir araya gelebilir. Ancak zihinde, nefiste düşünüldüğü gibi, teker teker düşünülmezler. Çünkü birşeyi düşünmekle nefiste hazır bulundurmak arasında büyük bir fark vardır. Allah'ın nezdinde bulunmak, O'ndan uzaklaşıp gaflete düşmeye zıt düşer.
Bu huzur, tafsilâtlı olmasa bile (icmâlen ve özüyle mutlaka bulunmalıdır) . Meselâ bir hâdiseyi bilen onu bir anda bir ilimle biliyor demektir. Halbuki bu ilmin içinde nice ilimler mevcuttur. Her ne kadar bu ilimler tafsilâtıyla mevcut değilseler de mücmel olarak vardırlar. Çünkü hâdiseyi bilen kimse, var ve yok olanı, daha önce ve sonra olanı ve oluş zamanlarını bildiği gibi, bu hâdisede yok olanın var olandan daha evvel bulunduğunu da bilir. Yine biliyor ki, var olan yoktan daha sonradır. İşte bütün bu ilimler, bir hâdise ile ilgili tek bir ilmin içindedir. Hâdiseyi bilen kimse, eğer kendisinden başka bilen yoksa 'Sen bu hâdisedeki sadece önce ve sonra olanı, yok olanı, yok olanın daha önce var olanınsa daha sonra olduğunu veya takdim ve tehire taksim olunan zamanı biliyor musun?' diye sorulduğunda, cevaben 'Ben bunları teker teker bilmiyorum' dese yalancı olur ve bu sözü 'Ben bu hâdiseyi biliyorum' sözüne zıt düşer.
İşte vesvese bu inceliği bilmemezlikten doğar. Vesveseli kimse ise, kalbinde (meselâ öğle namazının) vaktini, edâsını ve farziyyetini bir anda, lâfızlarıyla beraber, tafsilâtlı bir şekilde hazır bulundurmak ister ve aynı zamanda mânâsını da mütâlaa etmeyi arzular. . . Oysa bu muhaldir. Eğer âlimin önünde ayağa kalkarken bütün bu mânâları nefsine yüklemiş olsaydı asla beceremezdi. İşte vesvese, bir bilgi ile defedilir. Şöyle ki; niyet bakımından Allah'ın emrine uymanın; başkasının emrine uymak gibi olduğunu bileceksin.
Sonra teshil ve ruhsat yönünden deriz ki, eğer vesveseli kimse ille de 'Niyet, bütün bu emirleri tafsilatlı bir şekilde hazır bulundurmaktan ibarettir' deyip bunları nefsinde devamlı surette tutmaksızın bütün bunları tekbirin başlangıcından sonuna kadar izhar etmeye çalışıp, tekbiri ancak niyet hasıl olduğu anda bitirse, bu onun için kâfidir. Ancak biz ona "Bunların hepsini tekbirin evveli veya sonuyla beraber yapmak lâzımdır' şeklinde zor bir teklifi de yüklemeyiz; çünkü böyle bir teklif, zor ve zulümdür. Eğer kişi böyle birşeyle sorumlu olsaydı selef-i sâlihîn bu hususu mutlaka Hazret-i Peygamber'e sorarlar veya ashâb-ı kirâmdan birisi niyet hususunda vesveseye düşerdi. Madem ki, selef zamanında böyle bir hâdise görülmemiştir, o halde onların sîreti, bu hususta emrin kolaylık üzerine bina edilmesine delildir. Vesveseli kimse, niyet getirmeye alışıp, vesveseler yakasını bırakıncaya kadar nasıl kolay geliyorsa o şekilde niyet etmeli; nefsini bu konuda zorlamamalıdır. Çünkü insan niyet hususunu ne kadar tedkik ederse, vesvesesi de o kadar artar.
Biz fetvamızda niyetin tedkiki hususunda birçok yönler zikrettik ve aynı zamanda niyetle ilgili ve âlimler için bilinmesi gerekli olan birçok ilimleri ve maksudları da inceledik. Halkın bu incelikleri dinlemesi, kendilerine kârdan çok zarar vereceği ve vesveselerini kabartacağı için bunları burada zikretmiyoruz.
X. Mesele
İmama uyan kimse rükû ve secdeyi imamdan önce yapmamalıdır. Aynı şekilde ondan önce de rükû ve secdeden kalkmamalıdır. Namazın diğer amelleri de böyledir ve imamla aynı anda yapılması uygun değildir. Aksine imama tâbi olmak ve hareketleri onun arkasından yapmak en uygunudur. Zaten imamlığın mânâsı da budur. Eğer bunları kasten imamla aynı anda, ara vermeksizin yaparsa, nasıl ki aynı hizada durdukları takdirde namazı bozulmuyorsa, yine bozulmaz. Ancak bu hareketleri imamdan önce yaparsa namazının bâtıl olup olmadığı hususunda ihtilâf vardır. Fakat mekânda imamın önünde durduğu takdirde namazının bâtıl oluşuna kıyasla burada da namazının bâtıl olmasına hükmetmek, gözardı edilecek bir keyfiyet değildir. Aksine bu hareketleri kasten imamdan önce yaparsa, namazının bâtıl sayılması daha evlâdır; çünkü cemaat olmak, fiillerde imama uymak demektir, yoksa mekânda imamdan sonra gelmek demek değildir. Bu bakımdan imama fiilde tâbi olmak daha mühimdir. Mekânda imamı geçmemek şartı ise, fiilde ona tâbî olmanın kolaylaştırılması ve uyma sûretinin husûle gelmesi içindir. Önder olanın şanına yakışan önde olmasıdır.
Bu bakımdan sehven yapmak hâriç, imamdan önce davranmanın gereksiz ve mânâsız olduğu âşikârdır. İşte bu sırra binaen Hazret-i Peygamber fiillerinde imamı geçen bir kimsenin hareketini şiddetle tenkid ederek şöyle buyurmuştur:
İmamdan önce başını (secde ve) rükûdan kaldıran kimse, Allah'ın, başını eşşek başına çevirmesinden korkmaz mı?198
İmamdan bir rükû kadar geri kalmaya gelince, böyle bir hareketle namaz bozulmaz. Meselâ İmâm rükûdan itidâle kalktığı halde muktedî henüz rükûa varmamıştır. Bu hareketiyle namazı bozulmaz ama bu kadar ertelemek de mekruhtur. Eğer İmâm alnını secde etmek için yere koyduğu anda o halen rükûa varmamışsa, o zaman namazı bozulur. Aynı şekilde İmâm ikinci secdeye vardığında muktedî ancak birinci secdeye varmışsa, yine bozulur.
XI. Mesele
Cemaatle namazı kılan kimseler, başkalarının namazında gördükleri eksiklik ve kusurları değiştirmeye çalışıp o hareketi kötülemelidirler. Eğer uygun olmayan bu hareketler, cahil kimseden sâdır oluyorsa ona bu hareketinin namaza uygun olmadığını yavaşça ve güzellikle söyleyip doğrusunu öğretmelidirler. Safların düzeltilmesi, bir kişinin tek başına safın hâricinde durup namaz kılması bu kabil hareketlerdendir. İmamdan önce secdeden veya rükûdan başını kaldırmak ve buna benzer hâdiseler de bu gruba dahildir. Hazret-i Peygamber şöyle buyurur:
Âlim, cahile dinini öğretmezse bundan dolayı azaba düçar olur. 199
İbn Mes'ûd şöyle demiştir: 'Namazda çirkin ve uygun olmayan hareketlerde bulunan kimseyi görüp de, onun bu hareketlerini menetmeyen kimse, günah hususunda onun ortağı olur'.
Bilâl b. Sa'd'dan200 şöyle rivâyet edilmektedir: 'Yanlışlık gizlendiği zaman yalnızca sahibine, açığa vurulduğunda ise, eğer yanlış olduğu sahibine söylenilmezse bütün müslümanlara zararlıdır'.
Nitekim hadîs-i şerîfte şöyle vârid olmuştur:
Hazret-i Bilâl safları düzeltiyor ve safı düz tutmayanların ökçelerini kamçılıyordu. 201
Hazret-i Ömer'den şöyle rivâyet edilmektedir: 'Namazda kardeşlerinizi arayın ve göremediğiniz zaman sorun! Hasta iseler, ziyaretlerine gidin; yok sağlam oldukları halde namaza gelmemişlerse, gidip kendilerini azarlayın!'.
Azarlamak, cemaati terketmemenin iyi bir hareket ve cemaati terketmek hususunda gevşeklik göstermenin doğru olmadığını söylemektir.
Evvelkiler, cemaati terkedene karşı çok şiddetli hareket ederlerdi. Hatta bazıları cemaatten geri kalanın kapısına boş tabut götürür ve bununla, ölünün, cemaatten geri kalan diriden daha hayırlı olduğuna işaret ederlerdi.
Camiye giren kimsenin safın sağ tarafına yönelmesi daha uygundur; çünkü Hazret-i Peygamber zamanında sahabîler safın sağ tarafında izdiham yaparlardı. Öyle ki, bu konu hakkında Hazret-i Peygamber'e şikayette bulunuldu ve 'Ey Allah'ın Rasûlü! Mescidin sol tarafı neredeyse iptal edildi' denildi.
Bunun üzerine Hazret-i Peygamber şöyle buyurdu:
Kim caminin sol tarafını (ibadetiyle) tâmir ederse onun için iki denklik ecir vardır. 202
Saf dışında tek başına kalan kişi safta bir çocuk görürse onu oradan çıkarıp yerine kendisi geçebilir. Ancak çocuğun bâliğ olmaması şarttır.
Halkın bilmeye ihtiyaç duyduğu önemli meselelerden ancak bu kadarını zikrettik. Bunun dışındaki çeşitli hükümler inşaallah Kitab'ul-Evrad bölümünde zikredilecektir.
192) İmâm-ı Ahmed, Ebû Dâvud ve Hâkim, (Ebû Said el-Hudrî'den)
193) Müslim
194) Ebû Dâvud (sahih bir senedle) ; Münzirî ise, zayıf olduğu kanaatindedir.
195) Müslim, (Abdullah b. Saib'den)
196) Müslim, (Câbir'den) ; yine Müslim ve Buhârî, (Enes, Hazret-i Âişe, Ebû Said, Ebû Hüreyre ve İbn Ömer'den)
197) Şâfiî mezhebinde Kunut duâsı her sabah namazının ikinci rek'atının rükûundan kalkarken okunur; vitir namazında ise, Ramazan ayının ikinci yarısı hâriç hiçbir zaman okunmaz.
198) Buhârî ve Müslim, (Ebû Hüreyre'den)
199) Deylemî, Müsed'ül-Firdevs, (Enes'den zayıf bir senedle)
200) Bilâl b. Sa'd b. Ebî Vakkas tâbiîndendir. Babası meşhur sahabî Sa'd b. Ebî Vakkas'tır. Âbid ve âlim bir zattı. H. 120 senesi dolaylarında vefat etmiştir.
201) Irâkî böyle bir hadîse rastlamadığını söylemektedir. Zebidî, Ebû Bekir b. Ebî Şeybe'nin benzeri bir hadîsi el-Musannef adlı eserinde rivâyet ettiğini ildirir.
202) İbn Mâee, (İbn Ömer'den zayıf bir senedle)
4-7
Nafile Namazlar
Farzların dışında kalan namazlar üç kısma ayrılır:
1. Sünnetler
2. Müstehablar
3. Tatavvu'lar
Sünnetler ile, Hazret-i Peygamber'in devamlı olarak kıldığı rivâyet edilen (namazlardan sonra kılınan sünnetler, duha, vitir, teheccüd ve benzeri sünnetler) namazları kastediyoruz; çünkü sünnet 'işlenilmiş yol' demektir.
Müstehablar'dan maksat; faziletleri hakkında hadîs vârid olan, fakat Hazret-i Peygamber tarafından devamlı olarak kılınmayan namazlardır. Nitekim ileride söz edeceğimiz gibi haftanın belirli gün ve gecelerinde, evden çıkarken ve eve girerken kılınan namazlar böyledir.
Tatavvu'lardan maksadımız da; hususiyeti hakkında herhangi bir rivâyetin vârid olmadığı ve sözünü ettiğimiz namazların dışında kalıp da kulun, Allah'ın münacaatına tâlip olduğu bir anda, bu münacaata fazileti hakkında şeriatın emri vârid olan namazla koyulsun diye kıldığı namazlardır. Kul bu namazı âdeta teberru etmektedir; çünkü her ne kadar namaz kılmaya teşvik varsa da hususî olarak bu namazın kılınması teşvik edilmemiştir. Tatavvu' ise, teberrudan ibarettir. Bütün bu kısımlara 'nafile namazlar' denir; çünkü nafile, fazla olan namazlardır. Bu bakımdan bu maksatların tarifleri için ıstılah olarak Tatavvu, Müstehab, Sünnet ve Nâfile tâbirlerini kullandık. Bu ıstılahı değiştirmekte herhangi bir sakınca yoktur. Çünkü gayeler anlaşıldıktan sonra terimlerde tartışmaya gerek yoktur. Bu kısımların her birinin fazilet dereceleri değişiktir. Haklarında vârid olan haberler ve faziletlerini bildiren eserlere göre değer kazanırlar. Hazret-i Peygamber'in uzun zaman devam ettiği ve haklarında daha sahih ve meşhûr hadîslerin vârid olduğu namazların dereceleri daha üstündür. İşte bu sırra binaendir ki 'Cemaatle kılınan sünnetler, ferdî olarak kılınanlardan daha efdâldir' denilmiştir. Cemaatle kılınan sünnetlerin en faziletlisi bayram namazı, sonra ay ve güneş tutulması nedeniyle kılınan namazlarla yağmur namazıdır. Ferdî olarak kılınan sünnetlerin en faziletlisi ise, vitir sünneti (Hanefîlere göre vacibdir) ile sabah namazından evvel kılınan iki rek'at sünnettir. Bunlardan sonra, diğer farzlarla birlikte kılınan râtıb vakitli olarak kılınan sünnetler, derecelerine göre sıralanırlar.
Nafile namazlar, ilgili oldukları hususlara nisbetle iki kısma ayrılırlar:
A) Yağmur, ay ve güneş tutulması nedeniyle kılınan namazlar gibi, sebeplerle ilgili nafileler
B) Vakitlerle ilgili nafileler
Vakitlerle ilgili nafileler de gün ve gecenin tekrarıyla tekrarlanan, haftanın tekrarıyla tekrarlanan ve senenin tekrarıyla tekrarlanan olmak üzere üç kısımdır. Dolayısıyla bu kısımlar dörde ulaşmış olmaktadır.
Gün ve Gecelerin Tekrarlanmasıyla Tekrarlanan Nafileler
Bunlar sekiz tanedir. Bunların beşi, beş vakit namazla birlikte kılınan râtıb sünnetlerdir. Diğer üçü ise, kuşluk namazı, akşam ile yatsı arasında kılınan namaz ve geceleyin edâ edilen teheccüd namazıdır,
1. Sabah namazının sünneti
Bu namaz, iki rek'attan ibarettir; nitekim Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur:
Sabahın farzından evvel kılınan iki rek'at sünnet, dünya ve içindeki herşeyden daha hayırlıdır. 203
Sabah sünnetinin vakti, (fecr-i kâzible, yani uzunlamasına/dikine yayılan aydınlıkla değil) fecr-i sâdıkın çıkışıyla başlar. Fecr-i sâdık, her tarafa (enine doğru) yayılan aydınlığın doğuşu demektir. Fecr-i sâdıkı idrâk etmek, ilk anında hemen hemen mümkün olmayacak kadar zordur. Ancak ayın menzillerini öğrenmiş veya fecrin, gözle görülen hangi yıldızlarla doğduğunu bilen kimseler için, fecri idrâk etmek kolaydır. Böyle bir kimse fecrin çıkışını yıldızlardan anlayabilir.
Fecrin çıkışının ay ile anlaşılmasına gelince; bu, her ayın iki gecesinde mümkündür. Şöyle ki, ayın yirmialtıncı gecesinde ay, fecirle birlikte doğmakta; onikinci gecesinin sabahında ise fecrin doğuşu ile batmaktadır. Bu genellikle böyledir. Ancak bazen de ayın burçlarında ufak tefek değişiklikler olabilir. Bunu izah etmekse uzun sürer.
Gecedeki vakitleri takdir etmek ve sabahı anlamak isteyen kimse için, ayın menzillerinin bilinmesi mühim meselelerdendir.
Sabah sünnetinin vakti, sabah farzının vaktinin geçmesiyle geçer; güneş doğduğunda farzın vakti son bulduğu gibi, sünnetin vakti de son bulur. Sabah sünnetinin vakti bu kadar geniş olmasına rağmen, onu farz namazdan evvel edâ etmek de ayrı bir sünnettir. Eğer kişi namaz için kamet getirildikten sonra camiye girerse, sünnetle hiç meşgul olmadan derhal farza durmalıdır; çünkü Hazret-i Peygamber şöyle buyurmaktadır:
Namaz için kamet getirildikten sonra farz dışında herhangi bir namaz kılmamalıdır. 204
Bu durumda bu iki rek'at sünneti, farz namazının edasından sonra kılmalıdır. En doğru fetvaya göre bu iki rek'at sünnet, güneş doğmazdan evvel kılındığı takdirde velev ki, farzdan sonra kılınsın kaza değil eda edilmiş sayılmaktadır; çünkü bu iki rek'at sünnet, farzın vaktinde ona tâbidir. Farz ile aralarındaki tertib ise (yani evvelâ sünneti, sonra farzı kılmak hususu ise) , cemaate tesadüf etmediği zamanlarda sünnettir. Eğer cemaate tesadüf ederse tertip tam aksine döner ve iki rek'at sünnet, namazdan sonra yine eda olarak kılınmış olur.
Müstehab olanı, kişinin bu iki rek'atı evinde ve biraz da çabuk kılmasıdır. Evinde bunları kıldıktan sonra, camiye gelip iki rek'at da tahiyyetül mescid (cami hediyesi) kılsın. Sonra otursun, farz namaz kılıncaya kadar, herhangi bir namaz kılmasın. Farz kılındıktan güneş doğuncaya kadar olan zamanda ise en iyisi zikretmek ve düşünmektir. Bu zaman zarfında sadece sabahın sünneti ve farzıyla iktifa etmek daha iyidir.
2. Öğle namazının sünnetleri
Altı rek'attır. İkisi sünnet-i müekkede olarak namazdan sonra, dördü de yine sünnet olarak namazdan önce kılınır. Fakat önce kılınan dört rek'atın derecesi sonra kılınan iki rek'atın derecesine yetişemez.
Ebû Hüreyre (radıyallahü anh) Hazret-i Peygamber'den şöyle rivâyet etmektedir:
Kim güneşin zevâlinden sonra dört rek'at namaz kılar ve bunlarda okunan Kur'ân'ı güzelce tilâvet edip, rükû ve secdeleri güzel yaparsa, o günün gecesine kadar kendisine af dileyen yetmiş bin melek de onunla birlikte namaz kılar. 205
Hazret-i Peygamber zevalden sonraki dört rek'atı terketmezdi. Bunları biraz uzatır ve şöyle derdi: 'Bu saatta, göklerin kapısı açılır, Ben bu saatte Allah'ın huzuruna yükselen bir amelimin olmasını istiyor ve seviniyorum'. 206
Bu hadîsi Ebû Eyyûb el-Ensarî tek başına rivâyet etmektedir. Ancak Hazret-i Peygamber'in zevcesi Ümmü Habîbe'den bu hadîsi takviye eden şöyle bir hadîs rivâyet edilmiştir:
Kim her gün farz namazlarından başka oniki rek'at namaz kılarsa, onun için cennette bir ev bina edilir. Bu oniki rek'atın ilk ikisi sabahtan, dördü öğleden evvel, ikisi öğleden sonra, ikisi ikindiden evvel ve son ikisi de akşamdan sonradır. 207
İbn Ömer (radıyallahü anh) ise "Ben Allah Rasûlü'nün 'Kim her gün on rek'at namaz kılarsa. . . ' buyurduğunu duydum" dedikten sonra, sabah namazının iki rek'atı hâriç, diğerlerini Ümmü Habibe'nin rivâyetinde olduğu gibi zikrederek söyle demiştir: 'Sabah saatlerinde hiçbirimiz Rasûlüllah'ın huzuruna çıkamazdık. Fakat ablam Hafsa'nın (radıyallahü anh) bana söylediğine göre, Hazret-i Peygamber evinden, sabahın iki rek'at sünnetini kılar öyle çıkarmış'.
İbn Ömer şöyle devam etmiştir: 'Öğle namazından evvel iki rek'at kılınmalıdır'. Bu bakımdan öğleden evvel kılınan iki rek'at, daha önce kılınmasından bahsedilen dört rek'atın en kuvvetlileri olmaktadır. (Yani öğleden evvel kılınan dört rek'atın ikisi daha kuvvetlidir. Dördü de aynı derecede değildir) . Öğleden evvel kılınan sünnetlerin vakti, zeval ile girmiş olur.
Zeval, ayakta olan şahısların doğuya yönelen gölgelerinin artmasıyla bilinir. Çünkü güneş çıktığı anda cisimler için batıya doğru uzanan uzun bir gölge meydana gelir. Güneş yükseldikçe bu gölge eksilmeye ve batı cephesinden çekilmeye başlar. Bu durum güneş tam tepeye çıkıncaya kadar devam eder. Güneş yüksekliğin zirvesinden batıya doğru kaydığında, duraklayan gölge bu defa doğuya doğru artmaya başlar. Artmasının gözle farkedildiği zaman öğle vaktidir. Bununla birlikte kesinlikle bilinir ki, Allahü teâlâ'nın ilminde öğle vakti bundan biraz önce olmuştur. Fakat insanoğlunun mükellefiyeti ancak hissedilir nesnelere bağlıdır. Artmaya başlayan gölgenin geri kalan kısmı, kış mevsiminde uzar, yaz mevsiminde ise kısalır. Gölgenin uzaması güneşin oğlak burcunun evveline; kısalması ise, güneşin yengeç burcunun evveline varmasına kadar devam eder. Bu ise, ayaklar ve mizanlarla bilinmektedir.
Güzelce gözetebilecek kimse için, tahkik ve tesbite yakın yollardan birisi de geceleyin kutb-u şimalî'yi gözetlemektir. Bu gözetlemeyi yapan kişi, dörtgen bir levhayı dümdüz ve kenarlarından birisi tam kutbun hizasına gelecek şekilde koyacaktır. Kutubdan bir taşın yere düştüğünü ve sonra da bu taşın düşüş yerinden levhanın kutup tarafında bulunan kenarına bir çizgi çekildiği farzedilse bu çizginin, dörtgenin kutub tarafına düşen kenarının tam ortasına gelip dörtgenin doğu ve batı çizgilerinin herhangi birisine daha yakın olmamalıdır. Sonra o levhanın üzerine, 5 rakamı yerine ki orası da tam kutbun karşısıdır bir direk dikecektir. Bu direğin gölgesi günün evvelinde A çizgisi tarafından batıya doğru kayacaktır.
Bu gölge tâ B çizgisini kaplayıncaya kadar meyletmeye devam eder ve sonunda öyle bir vaziyete gelir ki, eğer başı uzatılsa tam taşın düştüğü yere varır. O zaman levhanın doğu ve batı kenarlarına olan uzaklığı eşit olup hiç birine daha yakın olmayacaktır. Bu bakımdan batı tarafına olan meyli ortadan kalktığı zaman anlaşılır ki, güneş tam tepede bulunmaktadır.
Gölge levha üzerindeki çizgiden doğuya doğru kaymaya başladığında güneş zevale başlamış olur. Bu durum, Allah'ın ilmindeki zevalin evveline yakın bir vakitte kesin olarak bilinir. Sonra gölgenin doğuya doğru kaydığı anda tam onun başının bulunduğu yere bir alâmet konur. Ne zaman ki bu alâmetten itibaren gölge direk kadar olursa o vakit ikindi vakti gelmiştir.
Zeval ilminde bu kadarcık bilgi ile iktifa etmekte herhangi bir beis yoktur. Levhanın şekli şöyledir:
3. İkindi namazının sünneti
İkindi namazından evvel dört rek'at olarak kılınır. Ebû Hüreyre (radıyallahü anh) Hazret-i Peygamber'in şöyle buyurduğunu rivâyet etmektedir:
İkindi namazından evvel dört rek'at namaz kılan kula Allah rahmet etsin!208
Bu bakımdan Hazret-i Peygamber'in bu duasına mazhar olmak ümidiyle ikindiden evvel dört rek'at namaz kılmak kuvvetli bir şekilde müstehabdır; çünkü Hazret-i Peygamber'in duası şeksiz şüphesiz kabul olunur, Hazret-i Peygamber ikindiden önce kılınan dört rek'at sünnete, öğleden evvel kıldığı iki rek'at sünnete devam ettiği gibi devam etmemiştir.
4. Akşam namazının sünneti
Bu sünnet, akşamın farzından sonra ve iki rek'at olarak kılınır. Bu konuda rivâyet farklılığı yoktur. Akşam namazından önce, müezzinin ezan ve kâmeti arasında acele olarak (Şâfiî'ye göre) kılınan iki rek'at sünnete gelince; bu, Ubey b. Ka'b, Ubâde b. Sâmit, Ebû Zer, Zeyd b. Sabit ve diğer bir grup sahabîden rivâyet edilmiştir. Ubâde ve bir başkası şöyle demiştir:
Müezzin akşam ezanını okuduğu zaman, Hazret-i Peygamber'in sahabîleri koşar adımlarla direklerin arkalarına gider ve acelece iki rek'at namaz kılarlardı. 209
Biz akşam namazından önce, cemaate gelenler tamam oluncaya kadar iki rek'at namaz kılardık. Hattâ dışarıdan camiye gelenler, namazın kılındığını zannederek 'Akşam namazını kıldınız mı?' diye sorarlardı. 210
Bu namazın sünnet olduğu, belki de Hazret-i Peygamber'in İsteyen, iki ezan arasında namaz kılabilir'211 şeklinde vârid olan hadîsinden çıkarılmıştır.
Ahmed b. Hanbel (radıyallahü anh) bu iki rek'atı kılardı; bilâhare halkın ayıplaması üzerine terketti. Kendisinden bu husus sorulduğu zaman 'Hiç kimsenin kıldığını görmeyince ben de terkettim. Kişi, halkın görmediği bir yerde, evinde bu iki rek'atı kılarsa iyi olur' buyurdu.
Akşam namazının vakti, düz arazilerde güneşin gözlerden kaybolmasıyla başlar. Eğer arazinin batı tarafları dağlarla kaplı ise, güneş battıktan sonra doğudan bir karanlık yükselinceye kadar beklemelidir; zira Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur: Gece şuradan (doğu istikametine işaretle) geldiği ve gündüz de şuradan (batıya işarettir) göçtüğü zaman, oruçlunun müddeti sona erer. 212
En iyisi; akşam namazını vaktin evvelinde, ertelemeksizin kılmaktır. Ancak kırmızı şafağın kaybolmak üzere olduğu zamana kadar ertelenerek kılınırsa, mekruh olmakla birlikte yine edâ edilmiş sayılır. Hazret-i Ömer bir gece akşam namazını bir yıldız çıkıncaya kadar tehir ettiğinden dolayı, İbn Ömer de, iki yıldız çıkıncaya kadar tehir ettiğinden dolayı iki köle âzâd etmiştir.
5. Yatsı namazının sünnetleri
Farzdan sonra dört rek'at olarak kılınır. Aişe vâlidemiz şöyle buyurmuştur:
Hazret-i Peygamber, yatsı namazından sonra dört rek'at namaz kılar, öyle yatardı. 213
Bazı âlimler, bütün bu haberlerin mecmûundan râtib sünnetlerin adedinin, farz namazların adedi gibi onyedi olduğunu çıkarmışlardır. Şöyle ki; sabah namazından evvel iki rek'at, öğleden evvel dört, öğleden sonra iki, ikindiden evvel dört, akşamdan sonra iki ve yatsıdan sonra da vitir namazı olarak üç rek'at.
Bu hususta vârid olan hadîsleri bildiğimize göre herhangi bir takdir gereksiz olur. Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur:
Namaz vaz'edilen şeylerin en hayırlısıdır. İsteyen çok, isteyen de az kılabilir. 214
Bu bakımdan her hayır isteyen, bu namazlardan talip olduğu hayır derecesinde kılabilir. Daha önce zikrettiğimiz hadîslerden bunların bir kısmının diğerlerinden daha kuvvetli olduğu anlaşılmıştı. Yine anlaşılmıştı ki, kuvvetlinin terki, zayıfın terkinden daha büyük bir kayıptır. Hele farz namazların noksanının nafilelerle tamamlanması hususu var olduktan sonra. . . Bu bakımdan çok nâfile namaz kılmayanın farzları tehlikededir; çünkü bu durumda onları ikmal edecek nafile namazlar yoktur.
6. Vitir namazı
Enes b. Mâlik (radıyallahü anh) şöyle rivâyet ediyor:
Hazret-i Peygamber yatsıdan sonra tek olarak, üç rek'at namaz kılar; birinci rek'atta A'lâ, ikincide Kâfirûn ve üçüncüdeyse İhlâs sûresini okuyordu. 215
Hazret-i Peygamber, vitir namazından sonra oturarak iki rek'at namaz kılardı. Bazı rivâyetlerde 'Bağdaş kurarak kılıyordu' şeklinde vârid olmuştur. 216
Rasûlüllah (sallâllahü aleyhi ve sellem) yatağına girmeden evvel, onun üzerinde iki rek'at namaz kılıp birinci rek'atta Zilzâl ikinci rek'atta da Tekâsür sûrelerini okurdu. 217
Başka bir rivâyette de Tekâsür yerine Kâfirûn sûresini okuduğu bildirilmektedir.
Namaz kılan kişi, vitir namazını bir selâmla kılabildiği gibi, iki selâmla da kılabilir. Hazret-i Peygamber bir, üç ve beş rek'at olarak edâ etmiştir. Böylece tek olarak, onbir rek'ata kadar edâ edildiği de vâkidir. 218 Bu hususta, hadîs rivâyeti on üçe kadar çıkmaktadır. Şâzz bir hadîste onyedi rek'at kılındığı da kaydedilmektedir. Vitir diye isimlendirdiğimiz bu rek'atlar, Hazret-i Peygamber'in geceleyin kılmış olduğu namazlardır; ki buna aynı zamanda teheccüd namazı da denir. Kitab'ul-Evrâd'da fazileti zikredileceği gibi, geceleyin teheccüd namazı kılmak da müekked bir sünnettir.
Vitir namazının hangi şekilde kılınmasının daha efdâl olduğu Hususunda âlimler ihtilâf etmişlerdir. Bazı âlimler; 'çift rek'atları bir selâmla, sonundaki tek rek'atı da ayrı bir selâmla kılmak daha efdâldir. Çünkü kesinlikle anlaşılmıştır ki, Hazret-i Peygamber vitrin son rek'atını müstakil olarak kılmaya devam etmiştir' demişlerdir.
Bazıları da 'İhtilâftan kurtulabilmek için hepsini bir selâmla kılmak daha efdâldir. Bilhassa İmâm için böyledir; çünkü cemaat içerisinde, bir tek rek'atlık namaz olacağını bilmeyen kimseler olabilir' demişlerdir.
Hepsini bir selâmla kılarsa, hepsi için vitre niyet etmelidir. Eğer yatsı namazından sonraki iki rek'at sünnetten veya yatsının farzından sonra sadece bir rek'at kılmakla yetinip vitre niyet ederse de sahihtir. Çünkü vitrin şartı esasta tek olmaktır ve başkasını, yani kendisinden evvel kılınan namazları tekleştirmektir. Bu durumda ise yatsı namazının farzından sonra kılınan bir rek'at vitir sünneti, onu tekleştirir. Yatsı namazından evvel bir tek rek'atı vitir niyetiyle kılması doğru değildir.
Vitir namazı kırmızı develerden daha hayırlıdır.
Yatsı namazından önce kılınan bir tek rek'atlık vitirle bu hadîsle bildirilen fazilete nâil olunamaz. Nitekim böyle bir faziletten bahseden bir hadîs rivâyet olunmuştur. Yoksa (Şâfiî'ye göre) herhangi bir vakitte bir tek rek'at namaz kılmak sahihtir. Yatsı namazından evvel bir rek'at kılmanın sahih olmaması, halkın vitir namazını kılmak hususundaki icmâını yıkmak içindir. Bir de, bu rek'atın tek haline getireceği (yatsı) namazından evvel kılınmış olmasındandır.
Üç rek'atı iki selâmla kılmak istediği zaman, ilk kılınan iki rek'atın niyetinde zorluk çıkar; çünkü eğer bu iki rek'atla teheccüd namazına ve yatsının sünnetine niyet ederse, vitirden olmaz. Eğer vitre niyet ederse esasında vitir (yani tek) de değildir, Ancak bunlardan sonra kılınan rek'at vitir olur. Bütün bunlara rağmen üç rek'atı bir selâmla kıldığı gibi, bu iki rek'âtta da vitre niyet etmeldir. Ancak vitir kelimesinin iki mânası olduğunu da kabul etmek gerekir:
1. Esasında vitir (tek) olan namaz
2. Kendisinden sonra gelen namazla tek olmak için kılınan namaz
Bu bakımdan üç rek'atın tamamı vitir olur. Önce kılınan iki rek'at ise, bu üç rek'atın bir parçasıdır, Bu iki rek'atın vitir olması, ancak üçüncü rek'atın kılınmasına bağlıdır.
Kişi, bu iki rek'atı üçüncü bir rek'atla tekleştirmek niyetindeyse, o zaman bunların niyetinde 'Vitir kılıyorum' diyebilir. Üçüncü rek'at, esasında tektir ve başkalarını da tekleştirir. İlk iki rek'at ise başkasını tekleştirmediği gibi esasında tek de değildirler; ancak başkasının eklenmesiyle tekleşirler.
Vitrin, gecenin sonunda olması daha uygundur; çünkü bu durumda teheccüd namazından da sonraya düşer. 219 Teheccüdün keyfiyeti ise inşaallah Kitab'ul-Evrâd'da anlatılacaktır.
7. Kuşluk namazı (es-salâtu'd-duha)
Kuşluk namazına devam etmek, gerçek fazilettir. Rek'at adedine gelince, bu konuda rivâyet edilen hadîslerin çoğunda sekiz rek'at olarak kaydedilmektedir, Hazret-i Ali'nin kızkardeşi Ümmü Hâni şöyle demektedir:
Hazret-i Peygamber kuşluk namazını sekiz rek'at, oldukça uzun ve tâdil-i erkânına riayet ederek güzel bir şekilde edâ ederdi. 220
Ümmü Hâni'den başka, bunu söyleyen de yoktur. Hazret-i Âişe'ye gelince, o da şöyle demektedir:
Hazret-i Peygamber kuşluk namazını dört rek'at olarak kılar ve bazen de Allah'ın dilediği kadar uzatırdı. 221
Fakat Âişe validemiz dörtten fazla olarak kılınan rek'atların sayısını belirtmemiştir. Bu bakımdan Hazret-i Âişe'nin rivâyetine göre, dört rek'atı daimî olarak kılar, bunu azaltmazdı; fakat bazen çeşitli fazlalıklar da eklerdi.
Müfred bir hadîste, Hazret-i Peygamber'in kuşluk namazını altı rek'at olarak kıldığı rivâyet edilmektedir. 222 "Uykudan sonra kılınan namazdır". Hadîs hasen bir senedle rivâyet edilmiştir. Kuşluk namazının vaktine gelince, Hazret-i Ali Hazret-i Peygamber'in altı rek'atlık kuşluk namazını şu iki vakitte kıldığını rivâyet etmektedir:223
1. Güneş doğup biraz yükseldikten sonra kalkar ve iki rek'at namaz kılardı. (Bu gündüz zikirlerinden ikinci virdin başlangıcıdır. Bu husus ileride gelecektir) .
2. Güneş göğün dörtte birine yükselip etrafa yayıldığı zaman kalkıp dört rek'at daha kılardı. 224
Birincisinin vakti güneşin mızrak boyu yükselmesiyle başlar. İkincisinin vakti de, günün dörtte biri geçtiği zamandır. Bu ise, ikindi namazının karşılığıdır; çünkü ikindinin vakti de günün dörtte biri kaldığı zamandır. Öğlenin vakti ise, tam günün ortasıdır. İkindi namazının vakti zevâl ile batışın ortasındadır. İşte zamanların en faziletlisi bu söylediğimiz zamandır. Umumiyetle güneşin biraz yükselmesinden başlayarak zevâlin biraz öncesine kadar geçen zamanın tamamı kuşluk namazı vaktidir.
8. Akşam ve yatsı namazlarının arasını ihyâ etmek
Bu vakitte kılınan bir namaz, sünnet-i müekkede'dir. Hazret-i Peygamber'in akşam ve yatsı arasında altı rek'at namaz kıldığı nakledilmektedir. Bu namazın fazileti büyüktür. Bazı âlimlere göre şu ayetle kastolunan namaz budur:
Onlar geceleyin namaz kılmak için yataklarından kalkarlar. (Secde/16)
Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur:
Kim akşam ile yatsı arasında namaz kılarsa, bu namaz, evvabînin (yüzünü Allah'a döndürenlerin) namazındandır. 225
Kim akşam ile yatsı arasında, cemaatle namaz kılınan bir camide durup (itikâfa girerek) , namazdan veya Kur'ân'dan başka birşeyle konuşmazsa, Allahü teâlâ onun için cennette, uzunluğu yüz senelik mesafe olan iki köşk lûtfeder. Yine onun için o iki köşk arasında yeryüzündeki bütün insanlar oraya akın etseler bile, onları alabilecek genişlikte bir bahçe tanzim edilir. 226
Bu husustaki diğer faziletler ise, Allah'ın izniyle Kitab'ul Evrâd'da gelecektir.
203) Müslim, (Hazret-i Âişe'den)
204) Müslim, (Ebû Hüreyre'den)
205) Abdülmelik b. Habib, (İbn Mes'ûd'dan)
206) İmâm-ı Ahmed, (zayıf bir senedle) ; Ebû Dâvud ve İbn Hâce, (daha kısa olarak) ; Tirmizî, (Abdullah b. Said'den )
207) Nesâî ve Hâkim
208) Ebû Dâvud, Tirmizî ve İbn Hıbbân, (İbn Ömer'den)
209) Buhârî ve Müslim, (Enes'den) Abdullah b. Ahmed, Ziyâdât'ul-Müsned'de Ubey b. Ka'b ile Abdurrahman b. Avf'ın güneş battıktan sonra iki rek'at namaz kıldıklarını rivâyet etmektedir.
210) Müslim, (Enes'den)
211) Buhârî ve Müslim, (Abdullah b. Mugaffel'den)
212) Buhârî ve Müslim, (Hazret-i Ömer'den)
213) Ebû Dâvud.
214) İmâm-ı Ahmed, İbn Hıbbân ve Hâkim, (Ebû Zer'den)
215) İbn Adiyy; Tirmizî, Nesâî ve İbn Mâce, (İbn-i Abbâs'dan sahih bir senedle)
216) Müslim, (Hazret-i Âişe'den)
217) Beyhakî, (Ebû Ümâme'den)
218) Buhârî ve Müslim, (İbn Ömer'den bir rek'at kıldığını İbn Adiyy, Tirmizî, Nesâî ve İbn Mâce, (İbn-i Abbâs'tan üç rek'at kıldığını (Müslim, Hazret-i Âişe'den beş rek'at kıldığını nakletmektedir.
219) Bu ibareden teheccüd'iın vitir'den ayrı bir namaz olduğu anlaşılmaktadır. Oysa daha önce vitrin, teheccüd namazı olduğu kaydedilmişti. Nitekim İmâm-ı Şâfiî el-Umm ve el-Muhtasar adlı eserlerinde vitir namazına teheccüd demiştir. Müellif ilk hükmünde bu ictihadı benimsemiştir. Şâfiî ulemasından er-Râfîi, vitr'in teheccüd'den ayrı bir namaz olduğunu kaydetmektedir. Çünkü teheccüd uyuduktan sonra kalkıp kılınan namaz demektir. Vitir ise, yatsı namazından sonra ve uykudan önce kılınan bir namazdır. Teheccüd'ün uykudan sonra kılınan namaz olduğu, İbn Ebi Hayseme'nin el-Ağrec'de, Kesir b, Abbas'tan ve Haccâc b. Amr'dan rivâyet ettiği şu hadisle sâbittir: "Bazılarınız geceleyin kılmış olduğu namaza 'teheccüd demenin doğru olduğunu sanıyor. Oysa teheccüd,
220) Buhârî ve Müslim
221) Müslim, (Mua'ze adlı kadın sahâbiden) ; İmâm-ı Ahmed, Nesâî, İbn Mace ve Tirmizî, Şemâil
222) Hâkim, (Câbir'den)
223) Tirmizî, Nesâî ve İbn Mâce, (Hazret-i Ali'den)
224) İbn Mendeh, es-Sahabe; Taberânî, Evsat, (Ammâr b. Yâsir'den zayıf bir senedle) ; Tirmizî, (Ebû Hüreyre'den zayıf bir senedle)
4-8
Tekrarlanmasıyla Tekrarlanan Nafileler
Bunlar, haftanın gün ve gecelerine ait nafilelerdir; çünkü her günün ve her gecenin ayrı ayrı namazları vardır.
Pazar
Ebû Hüreyre (radıyallahü anh) , Hazret-i Peygamber'den şöyle rivâyet etmektedir:
Pazar gününde dört rekat namaz kılıp her rek'atta Fâtiha'dan sonra Amene'r-Rasûlu'yu bir kere okuyan kimseye Allahü teâlâ, Hristiyan erkek ve kadınlar adedince hasene yazar ve ona bir peygamber sevabı ile bir hac ve bir de umre sevabı ihsan eder. Kıldığı herbir rek'attan dolayı defterine bin namaz kaydedilir, Allahü teâlâ bu namazda okuduğu her harfe karşılık ona cennette simsiyah miskten yapılmış şirin bir şehir ihsân eder. 227
Ali b. Ebî Tâlib (radıyallahü anh) Hazret-i Peygamber'den şöyle rivâyet etmektedir:
Pazar gününde çok namaz kılmak sûretiyle Allah'ı birleyiniz. Allahü teâlâ her türlü eksiklikten münezzeh, ortağı bulunmayan bir zattır. Allahü teâlâ pazar günü, öğle namazının akabinde kılınması gereken sünnetlerden sonra kalkıp şu söyleyeceğim şekilde dört rek'at namaz kılan kimsenin bütün ihtiyaçlarını giderir: Bilinci rek'atta Fâtiha ile Secde sûresini, ikincisinde Fâtiha ile Mülk sûresini okuyacak ve sonra teşehhüde oturup selâm verecektir. Daha sonra kalkıp her ikisinde de Fâtiha ile Cum'a sûresini okuyacağı iki rek'at daha kılacaktır. Bundan sonra da Allahü teâlâ'dan istediklerini diler. Böylece Allahü teâlâ onun ihtiyaçlarını ihsân eder,228
Pazartesi
Câbir, Hazret-i Peygamber'den şöyle rivâyet etmektedir:
Pazartesi günü, güneş yükselince iki rek'at namaz kılıp her rek'atta Fâtiha'yı, Âyet'el-Kürsî, İhlâs ve Muavvizeteyn'i birer defa okuyan bir kimse, selâm verdiğinde de on defa istiğfar edip, on defa da Hazret-i Peygamber'i salavât-ı şerife getirirse, Allahü teâlâ onun bütün günahlarını affeder. 229
Enes b. Mâlik de Hazret-i Peygamber'den şöyle rivâyet etmektedir:
Pazartesi günü oniki rek'at namaz kılıp her rek'atta Fatiha ve Ayet' el-Kürsi' yi bir defa okuyan ve namazı bitirdikten sonra da İhlâs-ı Şerife'yi oniki defa okuyup, oniki defa da istiğfar eden kimse kıyâmet gününde şöyle çağrılır: 'Filân oğlu filân nerededir? Kalksın ve kendisine mahsus sevabı alsın!'
Kendisine verilen ilk mükâfaat, bin elbisedir. Başına bir taç konularak kendisine 'Haydi cennete gir!' denilir. Cennete girdiğinde kendisini yüzbin melek karşılar, Bu meleklerin her birisinin yanında birer hediye vardır ve bu hediyelerle onu teşyi ve taltif ederler. Bu durum, nûrdan yapılmış ve pırıl pırıl parlayan bin köşkü gezinceye kadar böyle devam eder. . . 230
Salı
Yezid er-Rakkaşî, Enes b, Mâlik'ten Hazret-i Peygamber'in şöyle buyurmuş olduğunu rivâyet eder:
Kim salı günü, günün ortasında, (başka bir hadîste güneş yükselince) on rek'at namaz kılar ve her rek'atında Fâtiha ve Âyet'el-Kürsi'yi birer defa, İhlâs-ı Şerifi de üçer defa okursa, o günden itibaren yetmiş güne kadar defterine hiçbir hata yazılmaz. Eğer bu yetmiş gün içinde ölürse şehid olarak öldüğü gibi, yetmiş senelik günahları da affolunur. 231
Çarşamba
İdris el-Havlânî, Muaz b. Cebel'den Hazret-i Peygamber'in şöyle buyurmuş olduğunu rivâyet eder: Çarşamba günü güneş yükseldiği zaman, oniki rek'at namaz kılıp, her rek'atta Fâtiha ve Âyet'el-Kürsi' yi birer defa, İhlâs ve Muavvizeieyn'i de üçer defa okuyan kişiye, arşın yanında duran bir tellâl şöyle seslenir: 'Ey Allah'ın kulu! O yaptığın ameli tekrarla; çünkü geçmiş günahların affolundu. Allah senden kabir âzâbını ve onun darlık ve zulmetini kaldırdığı gibi, kıyâmetteki sıkıntıları da kaldırdı'. O gün defterine bir peygamber sevabı yazılır'.
Perşembe
İkrime, İbn-i Abbâs'dan Hazret-i Peygamber'in şöyle buyurmuş olduğunu rivâyet etmektedir:
Kim perşembe günü, öğle ile ikindi namazı arasında iki rek'at kılıp, birinci rek'atta Fâtiha ve Âyet'el Kürsî 'yi yüz defa, ikinci rek'atta da Fâtiha ile İhlâs sûresini yüz defa okuyup namazdan sonra da yüz defa salavât-ı şerife getirirse, Şaban, Receb ve Ramazan aylarını oruçlu geçirmiş kadar sevap kazandığı gibi, kendisine Kâbe'yi ziyaret etme sevabı ve Allah'a îman ve tevekkül edenler adedince de hasene yazılır. 232
Cum'a
Hazret-i Ali b. Ebî Tâlib, Hazret-i Peygamber'in şöyle buyurmuş olduğunu rivâyet ediyor:
Cum'a gününün tamamı namazdır. (Yani namaz vaktidir) . İmanlı bir kul, güneşin bir mızrak veya daha fazla yükseldiği bir zamanda güzelce abdest alıp inanarak ve Allah'ın sevabını umarak iki rek'at kuşluk namazı kılarsa, Allahü teâlâ kendisine ikiyüz sevap yazdığı gibi yüz günâhını da siler. Kim dört rek'at namaz kılarsa, Allahü teâlâ cennette onu dörtyüz derece yükseltir ve bütün günahlarını affeder. Kim oniki rek'at namaz kılarsa, Allahü teâlâ onun için ikibin ikiyüz hasene yazar ve ikibin ikiyüz günahını da siler. Cennette onu ikibin ikiyüz derece yükseltir. 233
Nâfî, İbn Ömer'den, Hazret-i Peygamber'in şöyle buyurmuş olduğunu rivâyet ediyor:
Cum'a gününde cum'a kılman camiye girip (cum'a namazından evvel) dört rek'at namaz kılan ve her rek'atında Fâtiha ile birlikte elli İhlâs-ı Şerîf okuyan kişiye, cennetteki makamını görmedikçe (veya cennetteki makamı kendisine gösterilmedikçe) ruhunu teslim etmez (ölmez) . 234
Cumartesi
Ebû Hüreyre, Rasûlüllah'tan (sallâllahü aleyhi ve sellem) şu hadîsi rivâyet etmektedir: umartesi günü dört rek'at namaz kılıp her rek'atta bir Fâtiha ve üç İhlâs okuyan bir kimse, namazdan sonra da Âyet'el-Kürs'yi okursa, Allahü teâlâ okunan her harfe karşılık kendisine hac ve umre sevabı ile birlikte gündüzleri oruç, geceleri ibâdetle geçiren bir kimsenin ecrini ve yine her harfe karşılık bir şehid sevabı verir. Bu kişi kıyâmette de peygamber ve şehidlerle birlikte Arşullah'ın gölgesinde olur235.
227) Ebû Musa, (Ebü Hüreyre'den zayıf bir senedle)
228) Ebû Musa, (isnadsız olarak)
229) Ebû Musa, (Câbir'den, o da merfû olarak Hazret-i Ömer'den) Irâkî hadîsin ünker olduğunu söylemektedir.
230) Ebû Musa, (isnadsız olarak) ; Irâkî hadîsin münker olduğunu söylemektedir.
231) Ebû Musa (zayıf bir senedle)
232) Ebû Musa (zayıf bir senedle)
233) Dârekutnî, Garâib-i Mâlik
234) Hatib, er-Ruvât, (Mâlik'den garib olarak)
235) Ebû Musa, (zayıf bir senedle)
Gece İbadetleri
Pazar Gecesi
Enes b. Mâlik bu gece hakkında şu hadîsi rivâyet etmektedir:
Kim pazar gecesi yirmi rek'at namaz kılıp her rek'atta Fâtiha'dan sonra İhlâs sûresini elli defa, Muavvizeteyn'i bir defa okur, yüz defa tüm müslümanlara, yüz defa da kendisine, anne ve babasına af talebinde bulunur ve Hazret-i Peygamber'e yüz defa salavât getirir ve sonra da kuvvet ve kudretinden teberri etmek sûretiyle Allah'a sığınarak O'ndan başka mâbud olmadığına, Hazret-i Âdem'in Allah'ın seçtiği bir kul olduğuna, Hazret-i İbrahim'in Allah'ın halîli, Hazret-i Mûsa'nın Allah'ın kelimi, Hazret-i İsâ'nın Allah'tan gelen bir ruh ve Hazret-i Muhammed'in de Allah'ın habîbi olduğuna şâhidlik ederse, defterine, Allah'a evlât nisbet edenler ile bu sapıklıktan kaçanlar adedince sevap yazılır. Kıyâmet gününde Allahü teâlâ bu kulunu, azâb-ı ilâhîsinden emin olan kullarla birlikte haşreder. Bu kulun büyük peygamberlerle birlikte cennete girmesi (kendi lutfuyla) Allah üzerine hak olur. 236
Pazartesi Gecesi
A'ınr, Enes'ten, Hazret-i Peygamber'in şöyle buyurmuş olduğunu rivâyet ediyor:
düncüde ise Fâtiha ile kırk İhlâs-ı Şerîf'i okuyan ve selâmdan sonra da kendisine ve anne babasına Allah'tan yetmişbeş defa af dileyerek ihtiyacını O'na arzeden kimsenin istediklerini kendisine vermek Allahü teâlâ üzerine (bir lûtf-u ilâhî olarak) hak olur. 237
Bu namaza hâcet namazı da denir.
Salı Gecesi
Salı gecesi iki rek'at namaz kılıp her rek'atta Fâtiha ile onbeşer İhlâs ve Muavvizeteyn okuyan ve selâm verdikten sonra da Âyet' el-Kürsî yi onbeş defa okuyup onbeş defa da istiğfar eden kimse büyük bir sevap ve ecre nâil olur.
Hazret-i Ömer, Hazret-i Peygamber'den şu hadîsi rivâyet etmektedir:
Kim salı gecesi iki rek'at namaz kılıp her rek'atta Fâtiha'yı birer ve Kadir sûresini de yedişer defa okursa, Allah onu ateşten azâd eder. Kıyâmet gününde bu kişinin, kendisini cennete götürecek bir önder ve delili olur. 238
Çarşamba Gecesi
Hazret-i Fâtıma, Hazret-i Peygamber'den şöyle rivâyet etmektedir:
Çarşamba gecesi iki rek'at namaz kılıp birincisinde Fâtiha'dan sonra Felak sûresini on defa, ikincisinde Fâtiha'dan sonra Nâs sûresini okuyup, selâmdan sonra da on defa istiğfar, on defa salavât-ı şerife getiren kimse için, her gökten yetmiş bin melek yere iner ve kıyâmete kadar onun sevabını yazar. 239
(Çarşamba gecesi) onaltı rek'at namaz kılıp bu namazda Fâtiha'dan sonra Allah'ın dilediği kadar okuyan ve son iki rek'atta otuz Âyet'el-Kürsî, birinci ve ikinci rek'atlarda da otuz İhlâs-ı Şerîf okuyan kimsenin, cehenneme müstehak olan on yakını için ettiği şefaati kabul olunur.
Hazret-i Fâtıma, Hazret-i Peygamber'den şöyle rivâyet etmektedir:
Çarşamba gecesi altı rek'at namaz kılıp her rek'atta Fâtiha'dan sonra Âl-i İmrân sûresinin 26. ayetini okuyup namazdan sonra da 'Muhammed (sallâllahü aleyhi ve sellem) hangi mükâfata lâyıksa, Allah bizden yana ona o mükâfatı ihsân buyursun!' şeklinde dua eden kimsenin yetmiş senelik günâhı affolunur. Kendisi için ateşten kurtuluş beraatı yazılır.
Perşembe Gecesi
Ebû Hüreyre (radıyallahü anh) , Hazret-i Peygamber'den şu hadîsi rivâyet etmektedir:
Perşembe gecesi, akşam ile yatsı arasında iki rek'at namaz kılıp her rek'atında Fâtiha'yı, Âyet'el-Kürsîyi, İhlâs-ı Şerîf'i ve Muavvizeteyn'i beşer defa okuyan bir kimse, namazdan sonra da onbeş defa istiğfar edip bu ibâdetinin sevabını da anne-babasına hibe ederse, onlara isyan etmiş olsa dahi anne-babasının kendisi üzerindeki hakkan edâ etmiş olur. Ayrıca Allahü teâlâ ona sıddîklar ve şehidlere verdiği şeyleri de verir. 240
Cum'a Gecesi
Câbir, Hazret-i Peygamber'den şöyle rivâyet etmektedir:
Cum'a gecesi akşam ile yatsı namazları arasında her rek'atında bir defa Fâtiha, onbir defa da İhlâs okuyarak oniki rek'at namaz kılan bir kimse, gündüzlerini oruç ve gecelerini namazla geçirmek sûretiyle Allah'a oniki sene ibâdet etmiş gibi olur241.
Enes, Hazret-i Peygamber'den şu hadîsi rivâyet etmektedir:
Cum'a gecesi yatsı namazını cemaatla, iki rek'at sünnetini de münferiden (tek başına) kıldıktan sonra, her rek'atında Fâtiha, İhlâs ve Muavvizeteyn'i birer defa okumak sûretiyle on rek'at namaz kılıp arkasından üç rek'at da vitir edâ eden ve bunları yaptıktan sonra da sağ tarafı üzerine yatıp yüzünü kıbleye çevirerek uykuya dalan kimse kadir gecesini ihyâ etmiş gibi olur. 242
Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur:
Berrak gece ile nûrlu gün diye anılan cum'a günü ve gecesinde bana çok salavât-ı şerîfe getiriniz. 243
Cumartesi Gecesi
Enes, Hazret-i Peygamber'den şöyle rivâyet etmektedir:
Cumartesi gecesi, akşam ile yatsı arasında oniki rek'at namaz kılan kimse için, cennette bir köşk bina edilir. Aynı zamanda bu kişi, yeryüzünde bulunan müslüman erkek ve kadınların hepsine sadaka vermiş, inanç bakımından bütün yahudilerden uzaklaşmış olur. Bu kimseyi affetmek de Allah'ın üzerine (bir lutf-u ilâhî olarak) hak olur. 244
236) Irâkî, bu hadîsin kaynağına rastlamadığını söylemektedir.
237) Ebû Musa, (isnadsız olarak A'ınr'dan)
238) Zebîdî bu tür hadîslerin münker olduğunu ve İbn Cevzî'nin uydurma olarak kaydettiğini söylemektedir. Tafsilât için bkz. İthafu's-Saade, III/380.
239) Irâkî, bu hususta, dört rek'at namaz kılınması hakkındaki Câbir hadîsinden başka bir hadîs görmediğini kaydettikten sonra, Ebû Musa el-Medînî'nin bu hadîsi rivâyet ettiğini kaydeder.
240) Ebû Musa, Deylemî, Müsned'ül-Firdevs, (zayıf bir senedle) 241) Irâkî'ye göre senedi yoktur.
242) Iraki böyle bir hadîse rastlamadığını söylemiştir.
243) Taberânî, Evsat, (Ebû Hüreyre'den)
Sene İçinde Tekrarlanan Nafileler
Bu nafileler Şaban, Receb, Teravih ve Bayram namazları olmak üzere dört kısma ayrılır:
1. Bayram Namazı
Bayram namazı (Şâfiî'ye göre) çok kuvvetli bir sünnettir ve dinin şiârlarındandır. Bayram namazında yedi şeye riayet etmek gerekmektedir:
A) Sıra ile ve şu şekilde üç tekbir alınmalıdır:
Allah herşeyden daha yücedir. (Üç defa) Bol, bol yapılan hamd yalnızca O'na mahsustur. Sabah akşam O'nun her türlü eksiklikten uzak olduğunu ikrâr ederiz. O'ndan başka mâbud yoktur. . O'nun ortağı da yoktur. Kâfirler böyle yapmamızı istemeselerde biz O'na ihlaslı olarak itaat ederiz.
Ramazan bayramı gecesi tekbirle açılmalı ve bayram namazı kılınıncaya kadar da tekbirler getirilmelidir. Kurban bayramında ise, arefe gününün sabah namazından onüçüncü günün akşamına kadar tekbir getirilir. Bu konudaki fetvâların en güzeli budur.
Farz ve sünnet namazlarının akabinde tekbir getirilmelidir. Fakat farzdan sonra getirilenlerin daha efdâl oldukları muhakkaktır.
B) Bayram sabahı gusledilmeli, en güzel elbiseler giyinilip koku sürünmelidir. Erkeklerin tıpkı cum'a gününde olduğu gibi, abasını sırtına geçirip sarık sarmaları çok faziletlidir. Bayram günlerinde çocuklara ipekli elbiseler giydirilmemeli, kadınlar da (bayramlaşmaya) çıktıkları takdirde süslenmemelidirler.
C) Namazdan sonra eve, bayram namazına gidilen yoldan değil, başka bir yoldan dönmelidir; çünkü Hazret-i Peygamber böyle yapardı,245
Hazret-i Peygamber bayram namazlarına kızların ve kadınların da getirilmelerini emrederdi. 246
D) Mekke ve Kudüs-ü Şerif hariç, bayram namazını sahralara çıkarak kılmak müstehabdır. Fakat yağmurlu günlerde sahraya çıkmayıp câmilerde kılmakta bir beis yoktur. Bulutsuz günlerde devlet başkanının (veya vekilinin) mescidde zayıf kimselere bayram namazını kıldırması için birisine emir verip kendisinin kuvvetlilerle birlikte tekbirler getirerek sahraya çıkıp bayram namazını orada edâ etmesi câizdir.
E) Vakti gözetlemelidir. Bayram namazının vakti güneşin doğuşu ile zevâl arasıdır. Kurbanların kesim zamanı ise, güneşin iki hutbe okunacak ve iki rek'at namaz kılınacak kadar yükselmesiyle başlar, onüçüncü günün akşamına kadar devam eder.
Kurban bayramı namazını, kurban kesimi için, acele ederek vaktin evvelinde kılmak müstehabdır. Ramazan bayramı namazının ise sadaka-ı fıtrin, namazdan evvel dağıtılması için biraz ertelenmesi müstehabdır. İşte Rasûlüllah'ın sünneti böyledir. 247
F) Halk, namazda tekbir getire getire gitmelidir; İmâm, musallaya varınca ne oturur ve ne de nafile namaz kılmakla meşgul olur. Bu sırada cemaat nafile namazlarını sona erdirerek hazırlanır; sonra müezzin veya başka birisi bir veya iki defa es-salâtu câmiatun' (Namaz cemaatle kılınacaktır) diye bağırır.
Bundan sonra İmâm, cemaatin önüne geçerek iki rek'at namaz kıldırır. Birinci rek'atta, tahrim tekbiri ile rükûa varmak için getirilen tekbirden başka yedi tekbir getirir. Her iki tekbir arasında 'Sübhânallâhi velhamdülillâhi velâ ilâhe illallâhu vallâhu ekber' der. İftitah tekbirinden sonra, istiftah duası olan 'veccehtü'yü okur. Fâtiha'yı euzü ile birlikte sekizinci tekbirden sonra okur; Fâtiha'dan sonra birinci rek'atta Kâf, ikinci rek'atta da Kamer sûresini okur.
İkinci rek'attaki zâid (fazla) tekbirler beş tanedir. Kıyam ve rükû tekbirleri bunların dışındadır. İkinci rek'atın tekbirleri arasında da birinci rek'atın tekbirleri arasında okuduğu duayı okumalıdır. Namazdan sonra da aralarında oturulan iki hutbe irâd etmelidir. Bayram namazını kaçıran kimse, namazını kaza etmelidir.
G) Bir koç kurban etmelidir.
Hazret-i Peygamber, boynuzlu iki koç kurban etmiştir. Bunları bizzat mübarek elleriyle kesmiş ve keserken de şöyle buyurmuştur: 'Allah'ın ismiyle kesiyorum. O herşeyden yücedir. Bu kurban, 'benim ve kurban kesmeye gücü yetmeyen ümmetlerimin kurbanıdır'. 248
Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur:
Zilhicce hilâlini gören kimse, eğer kurban kesmeye niyet etmişse, artık o andan itibaren tüylerinden ve tırnaklarından birşey kesmesin. 249
Hazret-i Peygamber zamanında kişi bütün aile bireyleri hesabına bir koyun kurban eder; bundan hem kendileri yer, hem de yedirirlerdi.
Kişi kurban etinden üç gün ve daha fazla müddetle yiyebilir. İslâm'ın başlangıcında üç günden fazla yenilmemesi yasağı vârid olmuşsa da sonradan daha fazla bekletmeye ruhsat verilmiştir. 250
Süfyân es-Sevrî 'Ramazan bayramından sonra oniki rek'at, kurban bayramından sonra da altı rek'at namaz kılmak müstehabdır' buyurmuş ve aynı zamanda bu namazın sünnet olduğunu da belirtmiştir. 251
2. Teravih Namazı
Teravih namazı, yirmi rek'attır. Bu yirmi rek'atın nasıl kılındığı herkesçe bilinmektedir. Teravih namazı -her ne kadar fazilet bakımından iki bayram namazından eksik olmakla birlikte sünnet-i müekkede'dir. Teravih namazının cemaatle mi yoksa tek başına mı edâ edilmesinin daha efdâl olduğu hususunda ihtilâf vardır. Hazret-i Peygamber iki veya üç gece çıkıp, teravih namazını cemaatle kıldırmışsa da, sonraki gecelerde çıkmamıştır. Çıkmamasının sebebini de şöyle izah etmiştir:
Teravih namazının size vâcib olmasından korktuğum için dışarı çıkmadım. 252
Hazret-i Ömer, vahyin sona ermesiyle artık farz olmayacağından emin olduğu için, halkı, teravih namazını cemaatle kılmaya teşvik etmiştir. işaret etmektedir; çünkü sahih bir hadîste Hazret-i Peygamber'in ne bayram namazından evvel ve ne de sonra sünnet kılmadığı kaydedilmektedir.
Bazıları 'Hazret-i Ömer cemaatle kıldırdığı için, teravih namazının cemaatle kılınması tek başına kılınmasından daha efdâldir. Bir de cemaatte bereket vardır. Farz namazlardaki cemaatin fazileti diğer namazlardaki cemaat için de delil teşkil eder.
Diğer taraftan insan tek başına namaz kılarken çoğu zaman gevşeklik gösterir. Fakat cemaati gördüğü zaman neşelenir' demişlerdir. Bazıları da 'Teravih namazını tek başına kılmak, cemaatle kılmaktan daha efdâldir; çünkü teravih sünneti, bayram namazları gibi İslâm'ın şiârlarından değildir. Bu bakımdan teravih namazını Kuşluk ve Tahiyyet'ül-Mescid namazlarına benzetmek daha evlâdır. Halbuki bu namazların cemaatle kılınması sözkonusu değildir. Âdete göre, bir cemaat camiye birlikte girdikleri halde Tahiyyet'ul-Mescid'i cemaatle kılmazlar' demişlerdir.
Teravih namazının tek başına kılınmasının daha efdâl olduğuna Rasûlüllah'ın şu hadîsi delil getirilmiştir:
Kişinin, evinde kıldığı nafile namazın camide kıldığı nafile namaza olan üstünlüğü, tıpkı camide cemaatla kılınan farz namazın evde tek başına kılınan farza olan üstünlüğü gibidir. 253
Benim bu camimde kılınan bir namaz, başka camilerde kılınan yüz namazdan daha efdâldir. (Mekke'deki) Mescid-i Harâm'da kılınan bir namaz da benim camimde kılınan bin namazdan daha üstündür. Bütün bunlardan daha üstünü kişinin evinin bir köşesinde yalnızca Allahü teâlâ'nın bileceği şekilde kıldığı iki rek'at namazdır. 254
Bunun hikmeti şudur: Cemaatla yapılan ibâdete çoğu zaman riyâ karışması ihtimâli vardır; fakat tenha yerlerde insan böyle bir felâketten emindir. İşte teravih namazının cemaatla veya münferiden (tek başına) kılınması hususunda bunlar söylenmiştir.
En geçerli fetvaya göre teravih namazının cemaatla kılınması daha efdâldir; nitekim Hazret-i Ömer de böyle yapmıştır. Bazı nafilelerin cemaatla edâ edilmeleri meşru kılınmıştır. Teravih namazı da açıkça edâ edilmesi gereken dinî şiârlardandır. Cemaatteki riyâya ve tek başına kılınan namazdaki tembelliğe gelince, bu cemaat ruhunun faziletine bakmaktan uzaklaşmak demek olur. Bu delili ileri süren kimse, şöyle demiş gibidir: 'Cemaatle kılınan namaz, tembellikle terkedilmesinden daha hayırlıdır. İhlâs ise, her zaman için riyadan hayırlıdır'.
Sözgelimi bir zat vardır ki teravihi tek başına kıldığı zaman tembellik göstermez; cemaate iştirak ettiği zaman da, riyâkarlık yapmaz. Acaba bu adam için, bu iki hareketten hangisi daha efdâldir? Bu durumda cemaat bereketiyle artan ihlâs ile tenha yerlerde sağlanan kalp huzuru arasında düşünmek, birisinin diğerinden üstünlüğünü savunmak hususunda tereddüd etmek gerekir.
Müstehab olan şeylerden biri de, Ramazan ayının ikinci yarısında vitir namazının son rek'atında, rükûdan sonra Kunut duâsını okumaktır.
3. Receb Namazı
Hazret-i Peygamber'den müsned olarak şöyle rivâyet edilmektedir:
Bir kimse Receb ayının birinci perşembesinde oruç tutup aynı gün akşam ile yatsı arasında iki rek'atta bir selâm vermek ve her rek'atında Fâtiha sûresini bir defa, Kadir sûresini üç ve İhlâs sûresini de oniki defa okuyup namazdan sonra yetmiş defa salavât-ı şerîfe getirir ve daha sonra da 'Yâ rabbi! Ümmî peygamberin Muhammed'e ve onun âline rahmet deryâlarını coştur!' duasını okuyarak secdeye kapanır ve secde halinde de yetmiş defa 'Sübbûhun Kuddûsün Rabb'ul-melâiketi ve'r-Rûh' dedikten sonra başını kaldırıp yetmiş defa da 'Ey rabbim! Affeyle, rahmet eyle ve bildiklerinden vazgeç; çünkü en keremli ve en gâlib olan sensin' derse ve arkasından da ikinci bir secde daha yapıp, birinci secdede okuduklarını bunda da okuduktan sonra dileğini Allah'tan isterse, istedikleri kendisine verilir. Çünkü Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur: 'Bu namazı kılan kimsenin denizin köpükleri, kumların taneleri, dağların ağırlığı, ağaçların yaprakları kadar günahı olsa Allahü teâlâ onu affedecek ve bu kişi kıyâmet gününde ateşe müstehak olan yakınlarından yediyüz kişiye şefaat edecektir'. 255
Bu namaz, müstehab namazlardandır. Bu müstehab namazı Nafileler bölümünde zikretmiştik. Bu namaz, mertebesi teravih ve bayram namazlarından aşağı olmakla birlikte tıpkı onlar gibi, senelerin tekrarı ile tekrarlanan bir namazdır. Bu namazın hadîs ahad yoluyla nakledildiği için mertebesi diğerlerinden daha aşağıdır; fakat ben Kudüslülerin istisnasız bu namaza devam ettiklerini ve bu namazın terkedilmesine müsamaha göstermediklerini gördüm; bundan dolayı buradada zikretmeyi uygun buldum.
4. Şaban Namazı
Şaban'ın onbeşinci gecesinde yüz rek'at namaz kılınır. Bu namazı kılan kişi her iki rek'atta bir selâm verir. Her rek'atta Fâtiha'dan sonra onbir İhlâs-ı Şerîf okur. Dilerse on rek'at da kılabilir. O zaman her rek'atta Fâtiha’dan sonra yüz İhlâs-ı Şerîf okur. Bu namaz da müstehab namazlar grubuna dâhildir. Selef, bu namaza hayır namazı adını verirlerdi. Selef bu namazı kılmak için bir araya gelir ve çoğu zaman da cemaatle edâ ederlerdi.
Hasan-ı Basrî'nin şöyle dediği rivâyet edilir: Hazret-i Peygamber'in sahabilerinden otuz tanesi bana şöyle demişlerdir:
Bu gecede bu namazı kılan kimseye, Allahü teâlâ yetmiş defa nazar eder. Her nazar ile de onun yetmiş ihtiyacını giderir ki bu ihtiyaçların en azı affedilmektir. 256
244) Irâkî bu hadîse rastlamadığını söylemistir. Ayrıca bkz. Zebîdî, III/382
245) Müslim, (Ebû Hüreyre'den)
246) Buhârî ve Müslim, (Ümmü Atiyye'den)
247) İmâm-ı Şâfiî, (Ebû'l-Hüveylis'den mürsel olarak)
248) Buhârî ve Müslim (Enes'den) . Ancak ikisinde de 'Bu kurban benim ve kurban kesmeye gücü yetmeyen ümmetlerimin kurbanıdır' ilâvesi yoktur.
249) Müslim, (Ümmü Seleme'den)
250) Tirmizî ve İbn Mâce, (hasen-sahih bir senedle)
251) Irâkî bunun sünnet olduğu hususunun asılsızlığına
252) Buhârî ve Müslim, (Hazret-i Âişe'den)
253) Âdem b. Ebî İyaz, (Zümre b. Habib'den mürsel olarak) ; İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, (Zümre b. Habib'den mevkûf olarak)
254) Ebû Şeyh, Enes'den şöyle rivâyet eder: 'Mescidimde kılınan bir namaz onbin namaza bedeldir; harem-i şerifte kılınan bir namaz yüzbin namaza, hududlardaki namazsa iki milyon namaza bedeldir, Bütün bunlardan daha fazlası, kişinin gece yarısı evinde, Allah rızası için kıldığı iki rek'at namazdır'. Hadîsin senedinde zaaf vardır.
255) Rezin, (Bu hadîsin uydurma olduğu söylenmiştir. )
256) İbn Mâce, (Hazret-i Ali'den zayıf bir senedle) ; Irâkî'ye göre bu hadîsin aslı yoktur.
4-9
Vakitlerle İlgisi Olmayıp Ârızî Sebeplerle Alâkalı Olan Nafile Namazlardır.
Bunlar dokuz kısma ayrılır:
1. Husuf (güneş tutulması) namazı,
2- Küsuf (ay tutulması) namazı,
3- İstiska (yağmur isteme) namazı,
4- Tahiyyet'ül-Mescid namazı,
5- Abdestten sonra kılınan iki rek'at namaz,
6- Ezan ile kâmet arasında kılınan iki rek'at namaz,
7- Evden çıkmadan önce kılınan iki rek'at namaz,
8- Eve girildiğinde kılınan iki rek'at namaz ve
9- Benzerleri.
Biz şu anda aklımızda bulunanları zikredelim.
1. Husuf ve Küsuf Namazı
Hazret-i Peygamber şöyle buyuruyor:
Güneş ve ay, Allah'ın (varlığına delâlet eden) ayetlerden iki ayettir ve hiç kimsenin ölümü ya da hayatı (doğumu) için tutulmazlar. Binanenaleyh güneş ve ayın tutulduğunu gördüğünüzde, derhal Allahü teâlâ'nın zikrine ve namaz kılmaya koşup, O'na ilticâ ediniz. 257
Hazret-i Peygamber'in oğlu İbrahim vefat ettiği zaman güneş tutulmuştu. Hazret-i Peygamber yukarıdaki sözleri halkın 'Güneş, İbrahim'in ölümü için tutuldu' şeklindeki iddiâlarını yalanlamak için söylemişti. 258
Kılınış Şekli ve Vakti
Bu namazın kılmış şekli şöyledir: İster kerahet vaktinde, isterse de dışında olsun, güneş tutulduğu zaman, 'es-Salâtu câmiatun' diye bağırılır. Bunun üzerine halk camiye toplanıp imamla birlikte iki rek'at namaz kılar. Bu iki rek'atın her birinde iki rükû vardır. Birinci rükû ikincisinden daha uzundur. Güneş tutulduğu için kılındığından kıraati (okuyuşu) gizlidir. Birincisinde Fâtiha ile Bakara sûreleri, ikincisinde Fâtiha ile Âl-i İmrân sûreleri, üçüncüsünde Fâtiha ile Nisâ ve dördüncüsünde de Fâtiha ile Mâide sûreleri okunur. Her kıyamda sadece Fâtiha okumak kâfi olduğu gibi kısa sûrelerin okunmasında da beis yoktur. Namazı uzatmaktaki gâye; güneş açılıncaya kadar devam etmesidir. Birinci rükûda yüz ayet kadar, ikincide seksen, üçüncüde yetmiş ve dördüncüde elli ayet kadar tesbih okunmalı, secdeler de her rek'atın rükûu kadar olmalıdır. Namazdan sonra, aralarında oturulan iki hutbe okunur. İmâm efendi, hutbelerinde cemaati sadakaya, köle âzâd etmeye ve tevbeye teşvik etmelidir. Ay tutulduğu zaman da böyle yapmalıdır. Ancak ay tutulması geceleyin vâki olduğu için küsuf namazının kıraati seslidir.
Husuf namazının vakti, güneşin tutulmasından açılmasına kadardır. Güneş, tutulu olarak batarsa, bu namazın vakti de çıkmış olur. Ay tutulması namazının vakti de güneşin doğuşuyla sona erer; çünkü güneş çıkınca gecenin saltanatı son bulur. Fakat ay, tutulu olarak batarsa namazının vakti geçmiş sayılmaz; çünkü gece ayın saltanat zamanıdır. Eğer namaz esnasında güneş ve ay açılırsa, namazı hafifleterek çabucak tamamlamalıdır.
İmama ikinci rükuda yetişen kimse o rek'ata yetişmemiş sayılır; çünkü esas olan birinci rükûdur.
2. Yağmur Namazı
Nehirler kuruyup yağmurlar kesildiğinde veya kuyulardaki sular çekildiğinde, imama (devlet başkanına) düşen, önce herkese üç gün oruç tutmayı emretmesidir. Bununla birlikte halk güçleri yettiğince sadaka vermeli, zulümle alınan malları sahiplerine iâde edip günahlarına tevbe etmelidir. Bunlar yapıldıktan sonra dördüncü günde İmâm (devlet başkanı) ve halk, yanlarında ihtiyarlar, kadın ve çocuklar olduğu halde süslü ve en güzel elbiselerin giyildiği bayram namazının aksine yırtık pırtık elbiseler içinde, tevazuyla sahraya çıkmalıdırlar.
'Hayvanlar da insanlar gibi yağmura muhtaç oldukları için, onların da insanlarla birlikte sahraya çıkarılması müstehabdır' denilmiştir.
Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur:
Eğer emzikli çocuklar, kamburlaşmış ihtiyarlar ve yayılan hayvanlar olmasaydı, üzerinize oluk gibi azap dökülecekti. 259
Eğer zımmîler (gayr-i müslim vatandaşlar) alâmet-i fârikalarını takınarak toplantıya iştirâk ederlerse menolunmazlar.
İnsanlar sahranın geniş musallasında toplandıkları zaman, birisi es-Salâtu câmiatun (Namaz, cemaatla kılınacaktır!) diye bağırır. Bundan sonra İmâm, tıpkı bayram namazı gibi ancak tekbirsiz olarak iki rek'at namaz kıldırır. Namazdan sonra iki hutbe irâd edip hutbeler arasında da hafif bir oturuş yapar. Hutbelerin ağırlık noktasını af talebi teşkil etmelidir. İmâm, ikinci hutbenin ortasında, sırtını cemaata çevirip kıbleye yönelmeli ve bu sırada abasını halin değiştirilmesine tefâulen değiştirmelidir.
Nitekim aşağıya, sağ tarafını sola, sol tarafını da sağ tarafına getirir; cemaat de onun gibi yapar. Bütün bunlar yapılırken gizlice duaya devam etmelidirler. Daha sonra İmâm tekrar cemaata dönerek hutbesini tamamlar. Halk, ters giydikleri elbiselerini yatacakları zamana kadar çıkarmamalıdır. İmâm şöyle dua eder:
Ey Allahım! Sen bize duâ etmemizi emretmiş ve yaptığımız duayı da kabul etmeyi va'detmiştin. İşte biz senin emrine uyarak dua ettik. Sen de va'dettiğin gibi kabul eyle. Yâ rabb! İşlediğimiz günahları affeyle. Sulanmak ve rızkımızın genişlemesi hususundaki dualarımızı kabul eyle!
Sahraya çıkmazdan evvelki üç günlük hazırlık devresinde kılınan namazlardan sonra dua etmekte de hiçbir beis yoktur. Yağmur için yapılan bu duanın tevbe etmek, zulümle alman nesneleri iâde etmek ve benzerleri gibi birtakım edepleri ve bâtınî şartları vardır. Bütün bunlar inşaallah Kitab'ud Da'avât'ta anlatılacaktır.
3. Cenaze Namazı
Cenaze namazının keyfiyeti, meşhur ve mâlûmdur. Cenaze hususundaki en kapsayıcı dua, sahih bir hadîste Avf b. Mâlik'ten rivâyet edilen duadır. Avf b. Malik şöyle demiştir: Hazret-i Peygamber bir cenaze namazında şu duayı yapmışlardır:
Ey Allahım! Ona mağfiret ve rahmet eyle. Onu âfiyete kavuşturup affeyle. Onun yerini güzel kıl (onu iyi bir şekilde misafir et) ve genişlet. Onu su, kar ve dolu ile yıka. Beyaz elbisenin kirden temizlenmesi gibi, onu günahlarından temizle. Ona evinden daha hayırlı bir ev, eşinden daha hayırlı bir eş ihsân eyle. Onu cennete dâhil et; kabir ve ateş azabından koru. 260
Hatta (bu hararetli duadan ötürü) Avf b. Mâlik 'O ölünün yerinde olmayı temenni ettim' demiştir.
Cenaze namazının ikinci tekbirine yetişen kişi, kendi nefsinde namazın tertibini gözetmelidir. Böyle bir kişi, imamın tekbiriyle birlikte tekbir getirmelidir. İmâm selâm verdiğinde tıpkı namaza geç kalan kimsenin yaptığı gibi, yetişemediği tekbiri getirip öyle selâm vermelidir. Eğer İmâm selâm vermeden evvel, yetişemediği tekbirleri çarçabuk getirip tamamlarsa bu namazda imama uymanın mânâsı kalmamaktadır. Bu bakımdan bu namazın tekbirleri zâhirî hükümler olup bunların diğer namazların rek'atları yerine kâim ve kabul olunması gerekir. İşte her ne kadar nezdimde aksi muhtemel ise de, kuvvetlisi budur. Cenaze namazının fazileti ve cenazeyi teşyî' hususunda vârid olan hadîsler meşhur ve mâlum oldukları için onları zikrederek sözü uzatmak istemiyoruz.
Cenaze namazının fazileti nasıl büyük olmaz? Çünkü o farz-ı kifâyelerdendir. Nafile olması ise, ancak başkasının edâ etmesiyle, kendisine vazife olarak tevcih edilmeyen kimse içindir. Başkası tarafından kılındığı için kendisine farz olmadığı halde cenaze namazını kılan kimse farz-ı kifâyenin faziletini elde eder. Çünkü namaza iştirak edenler bu farz-ı kifâyeyi edâ edip diğer müslümanları bunun günahından kurtarmışlardır. Bu bakımdan bu namaz, herhangi bir kimseden bir farzı kaldırmayan bir nafile namaz gibi değildir.
Dua ve himmetlerin çokluğuyla bereketlenmesi için, cenaze namazında cemaatin çok olmasını istemek müstehabdır. Çünkü kalabalık bir cemaatte, duası Allah nezdinde kabul olunan kimselerin bulunması ihtimâli daha büyüktür. Kureyb şöyle anlatıyor: Oğlu öldüğünde İbn-i Abbâs bana 'Ey Kureyb! Çık bak bakalım, cemaat toplanmış mı?' dedi. Bu emir üzerine çıkıp baktığımda cemaatin toplanmış olduğunu gördüm. Dönüp kendisine cemaatin toplandığım haber verdiğim zaman bana 'Acaba kırk kişi kadar var mı?' diye sordu. Ben de 'evet' dedim. Bunun üzerine yakınlarına 'O halde cenazeyi çıkarınız' diyerek sözlerine şöyle devam etti:
'Ben Hazret-i Peygamber'in şöyle buyurduğunu işittim:
Ölen bir müslümanın cenaze namazına Allah'a ortak koşmayan kırk kişi iştirâk ederse, Allahü teâlâ onların o kişi hakkındaki şefaatlarını kabul eder. 261
Cenazeyi teşyî' eden kimse, kabristana vardığı zaman (veya kabristana ilk girdiği zaman) şöyle demelidir:
Ey bu memleketin müslüman ve Mü'min ahalisi! Allah'ın selâmı sizin üzerinize olsun. Allah, buraya daha önce gelenlerimizi ve sonradan gelecek olanlarımızı rahmetine nâil eylesin. Allahü teâlâ dilediğinde biz de size yetişeceğiz.
Mezarlıktan, ölü defnedilmezden önce ayrılmaması evlâdır. Ölü mezara konulduğu zaman, birisi kalkıp şöyle der:
Ey Allahım! Senin kulun nihayet sana vardı. Ona şefkat ve rahmet eyle. Ey Allahım! Onun yerini genişlet. Onun ruhuna gök kapılarını aç ve kendisini nezdinde güzel bir şekilde kabul eyle. Ey Allahım! Eğer o iyiyse, iyiliklerini artır; kötüyse de kusurlarını affeyle!
4. Tahiyyet'ül-Mescid
Bu namaz, iki rek'at veya daha fazla kılmabilir. Bu niyetle namaz kılmak sünnet-i müekkede'dir. Cum'a günü hutbe okurken imamı dinlemek şiddetle vâcib olduğu halde hutbe esnasında (Şâfiî'ye göre) camiye girenin boynundan bu namaz sâkıt olmaz. Camiye giren kişi farz namaza dursa veya geçmiş bir namazı kaza etse bununla cami hediyesini yerine getirmiş ve bundan elde edilen sevabı da kazanmış olur. Çünkü bu namazdan gaye, kulun mâbede ilk girdiği zaman, mâbede mahsus bir ibâdet yapmasıdır. Yukarıda söylediğimiz namazlardan birini kılmakla caminin hakkını da edâ etmiş olur. İşte bu sırra binaendir ki camiye abdestsiz olarak girmek mekruhtur. Eğer camiye bir kapısından girip öbür kapısından çıkmak veya oturmak için abdestsiz giriyorsa şöyle demelidir: 'Sübhânallâhi ve'l-hamdülillâhi velâ ilâhe illallâhu vallâhu ekber'.
Bu duayı dört defa tekrar etmek lâzımdır. Denildiğine göre bu duayı dört defa okumak, fazilet bakımından iki rek'at namaza denktir.
Şâfiî mezhebine göre kerahet vakitlerinde tahiyyet'ül-mescid namazı kılmak mekruh değildir. Kerahet vakitleri şunlardır: İkindi namazından güneş batıncaya ve sabah namazından güneş bir mızrak boyu yükselinceye kadar geçen zaman; zevâl vakti; güneşin doğuş ve batış ânı.
Tahiyyet-ül-Mescid'in kerâhet vaktinde mekruh olmaması şu rivâyete dayanmaktadır:
Hazret-i Peygamber bir ikindi namazından sonra iki rek'at namaz kıldı. Bunun üzerine kendisine 'Sen bizi bu vakitte namaz kılmaktan menetmedin mi?' diye soruldu. Hazret-i Peygamber de 'Bu iki rek'at, öğle namazından sonra kılageldiğim sünnet idi. Gelen heyetle meşgul olduğum için kılamamıştım' karşılığını verdi. 262
a) Kerahet vakitlerinde yalnızca sebebi olmayan namazların kılınması mekruhtur. Nafile namazların kaza edilmesi, sebeplerin en zayıfıdır. (Buna rağmen Hazret-i Peygamber kerahet vaktinde bu sebebe dayanarak iki rek'at namaz kılmıştır) . Nafilelerin kaza edilip edilmemesi hususunda âlimler ihtilâf etmiştir. Geçmiş nafilenin benzeri kılındığı zaman, acaba bu, o nafilenin kazası olur mu diye tereddüt edilmektedir. Madem ki kerahet vakitlerinden, en zayıf sebeple dahi kerahiyet hükmü ortadan kalkıyor, o halde camiye girmekle de ki bu kuvvetli bir sebeptir kerahet ortadan kalkar. Bu sırra binaen eğer cenaze hazırsa namazı kerahet vaktinde kılmabilir. Kerahet vakitlerinde güneş tutulması ve yağmur namazı da kılınır; çünkü bu namazların birçok sebepleri vardır.
b) Nafile namazların da kaza edilebilmesidir; çünkü Hazret-i Peygamber geçmiş nafilesini kaza etmiştir. Rasûlüllah'ın bu fiili, bizim için en güzel bir örnektir.
Hazret-i Âişe şöyle buyurmaktadır:
Hazret-i Peygamber çok uykusu geldiği veya hasta olduğu için, geceleyin kalkıp teheccüd namazını kılamazsa, o günün erken saatlerinde oniki rek'at namaz kılardı. 263
Âlimler şöyle demişlerdir: Namazda olduğu için müezzinin sesini işittiği halde gereken cevabı veremeyen kimse, selâm verdiği zaman, verilmesi gereken cevapları kaza etmelidir. (Ezanı müezzinin okuduğu gibi tekrarlamak; ancak Hayya ale's-salâh ve Hayya ale'l felâh'a karşılık Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh deme göre Rasûlüllah bu iki rek'atı ikindiden önce kılıyordu; fakat gelen elçilerle meşgul olduğu için ikindiden sonra kazâ etmiştir. (Bu rivâyet, mevzuya daha uygundur) Müezzin ezanı bitirmiş ve sükût etmişse bile böyle yapmalıdır. Bu bakımdan 'Sonradan kılınan sünnet terkedilen sünnetin kazası değil, ancak onun benzeri bir namazdır. O halde sünnet kaza edilemez' diye iddiâ eden kimsenin bu iddiâsının mânâsız olduğu anlaşılmaktadır. Zira eğer onun iddiâ ettiği gibi olsaydı, Hazret-i Peygamber kerahet vaktinde sünnet kılmazdı. (Bu vakitte kılmış olduğu namazın, geçmiş sünnetin kazası olduğu anlaşılmıştı. Bu fetvâ, Şâfiî mezhebine göredir) .
Evet bir kimsenin devam ettiği bir virdi (ibadeti) varsa, herhangi bir özürden dolayı yerine getirememesi onun bu virdi terketmesine sebep olmamalıdır. Aksine bu virdini başka bir vakitte kaza etmelidir ki, nefsi ikinci bir defa terketmeye meyledip kolayına kaçmasın! Nefisle mücâhede bir haktır.
Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur:
Allah nezdinde amellerin en sevimlisi az da olsa devamlı olanıdır. 264
Hazret-i Peygamber, bu sözüyle amelin devamlılığında gevşeklik göstermemenin daha uygun olduğunu kasdetmektedir.
Hazret-i Âişe Hazret-i Peygamber'in şöyle buyurduğunu rivâyet etmektedir:
Kim devamlı yapmakta olduğu bir ibadeti usanarak terkederse, Allahü teâlâ ona buğzeder. 265
Bu bakımdan her müslüman bu tehdide mâruz kalmamaya dikkat etmelidir. Bu hadîsin tahkîki şöyledir: Kişi, ibadetini Allahü teâlâ kendisine buğzettiği için usanarak terketmektedir. Eğer Allah'ın buğzu ve uzaklaştırması olmasaydı, bu kişiye tembellik ve usanç musallat olmazdı. 266
5. Abdest Namazı
Abdestten sonra kılınan iki rek'atlık namaz mûstehabdır. Çünkü abdest almak Allah'a yaklaştırıcı bir ibadettir; hedefi ise namazdır. Abdestsizlik ârızdır ve çoğu zaman abdest, daha namaz kılınmadan önce bozulur. Böylece abdest için sarfedilen çaba onunla bir namaz kılınmadığı için boşa gitmiş olur. Bu bakımdan abdestten sonra ara vermeksizin iki rek'at namaz kılmak abdestin boşa gitmeyerek hedefine varması demektir. Bu durum Hazret-i Bilâl'in hadîsiyle sâbittir.
Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur:
Cennete girdiğimde Bilâl'in orada olduğunu gördüm. (Uyandığımda) ona 'Ey Bilâl! Hangi amelin sayesinde benden evvel cennete gittin?' diye sordum. 'Bilmiyorum, ancak her aldığım abdestten sonra iki rek'at namaz kılıyorum' dedi. 267
6. Tahiyyet'ül-Menzil
Bu, kişinin evine girdiği ve evinden çıkacağı zaman kıldığı iki rek'at namazdır.
Ebû Hüreyre, Hazret-i Peygamber'den şöyle rivâyet ediyor:
Evinden çıkmaya niyet ettiğinde iki rek'at namaz kıl. Bu seni kötü çıkıştan korur. Evine girdiğin zaman da iki rek'at namaz kıl. Bu da seni kötü girişten korur. 268
(Dinen) kıymeti olup başlatılan her manevî iş de bu namazı kılmak bakımından tıpkı evden çıkış ve giriş gibidir. İşte bu sırra binaendir ki hadîste İhrama girerken, sefere başlarken ve seferden dönerken ve bir de eve girmezden evvel camide iki rek'at namaz kılınsın'269 buyrulmuştur.
Bütün bunlar, Hazret-i Peygamber'in fiiliyle sâbittir.
Salihlerden bazıları, yemek yedikleri ve su içtikleri zaman, kalkar iki rek'at namaz kılarlardı. Aynı şekilde her yapılan işten sonra da mutlaka namaz kılarlardı. Herşeyin başında Allah'ın zikriyle bereketlenmek en uygun harekettir. Bu da üç mertebeye ayrılır:
a. Bu mertebelerin birincisi yeme-içme gibi günde birkaç defa tekrar edilir. Bu bakımdan böyle bir işe Allah'ın ismiyle başlanır.
Hazret-i Peygamber bir hadîsinde şöyle buyurmaktadır:
Önemli bir işin başlangıcında Bismillahirrahmânirrahîm denilmediği takdirde o iş bereketsizdir. 270
b. Pek fazla tekerrür etmeyen, ancak esasta çok mühim olan şeyler; nikâh kıymak, nasihat etmek ve müşaverede bulunmak gibi. . . Bu işlere Allah'ın hamdiyle başlamak müstehabdır.
Evlendiren 'Hamd Allah'a, salât ve selâm da Hazret-i Peygamber'e mahsustur. Kızımı seninle evlendirdim'; nikâhı kabul eden de 'Hamd Allah'a, salât ve selâm da Hazret-i Peygamber'e mahsustur.
Onun nikâhını kabul ettim' demelidir.
Ashâb, tebliğ yaparken nasihat ve istişare ederken önce Allah'a hamdeder ve sonra söze başlardı.
c. Fazla tekerrür etmeyen, fakat vâki olduğu zaman da devam eden mühim hâdiseler; sefere çıkmak, yeni bir ev satın almak, ihrama girmek gibi. . . Bütün bunlardan evvel iki rek'at namaz kılmak müstehabdır. Seferin en azı evden çıkmak ve eve girmektir; çünkü bu da bir nevi yakın sefer sayılır.
7. İstihare Namazı
Bir işi yapmak isteyip, âkıbetini bilmeyen, yapılmasının mı yoksa terkedilmesinin mi daha hayırlı olduğunu kestiremeyen kimseye Hazret-i Peygamber şunları emretmektedir:
İki rek'at namaz kılmalı; birinci rek'atın Fâtiha'sından sonra Kâfirûn sûresini, ikinci rek'atın Fâtihsa'sından sonra da İhlâs sûresini okumalıdır. Namazı bitirdikten sonra da şöyle dua etmelidir: 'Ey Allahım! Senden ilmindeki hayrı istiyorum.
Beni kudretinle muktedir yapmanı istiyorum. Senin büyük fazlından istiyorum; çünkü senin kudretin vardır, benimse yoktur. Sen bilirsin, bense bilmem. Gâiblerin en incelerine kadar bilen sensin! Ey Allahım! Eğer şu yapmak istediğim şey dinim, dünyam, âkıbetim, dünya ve âhiret hayatım için hayırlı ise bana takdir eyle ve benim için onda bereket ihsan eyle. Onu bana kolaylaştır. Eğer bu şeyin benim için, dinim, dünyam, âkıbetim, dünya ve âhiret hayatım için hayırsız ise onu benden, beni de ondan uzaklaştır. Bana hayır nerede ise onu takdir eyle. Çünkü sen herşeye kâdirsin'. 271
Bu hadîsi, Câbir b. Abdullah rivâyet etmiş ve şöyle demiştir: 'Hazret-i Peygamber, bize Kur'ân sûrelerini öğrettiği gibi her işimizde de istihareyi öğretirdi'.
Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur:
Biriniz herhangi birşey yapmak istediği zaman, iki rek'at namaz kılsın ve sonra da yapacağı şeyi düşünerek zikrettiğimiz duayı okusun. (Böylece yapılıp yapılmamasmdan hangisi hayırlı ise ona teşvik olunacaktır. )
8. Hâcet Namazı
Sıkışan, din ve dünyasının ıslahı hususunda aşılması güç birşeyle karşılaşan, hâcet namazı kılsın; çünkü Vüheyb b. el-Verd'den272 şöyle rivâyet edilir: Böyle bir kişi oniki rek'at namaz kılıp, her rek'atında Fâtiha, Âyet'el-Kürsî ve İhlâs sûresini okumalı ve namazdan sonra da secdeye kapanarak şöyle demelidir:
'Sahip olduğu izzetle hükümran olan, şefkat yüzünü cömertçe gösteren ve keremde bulunan, ilmiyle herşeyi şaşmaz bir şekilde sayan ve hepsinin adedini bilen, kendisinden başka tesbihe lâyık bir varlık bulunmayan, minnet ve fazilet sahibi; izzet ve keremin mâliki olan, yegâne ihsan sahibi Allah, her türlü ortaklık ve eksiklikten münezzehtir. Ey Rabbim! Arşındaki izzet düğümlerinin ve kitabındaki rahmetin en son mertebelerinin hürmetine; en büyük ismin, en yüce sa'y'in, iyi ve kötülerin geçme imkânına sahip olamadığı tam ve âmm kelimelerin hürmetine sığınarak senden Muhammed'in (sallâllahü aleyhi ve sellem) ve âlinin üzerine rahmet deryalarını coşturmanı isterim'. Kim bu duadan sonra Allah'tan meşrû birşey isterse, isteği kabul olunur.
Vüheyb şöyle buyurmuştur: "Ashâbdan gelen bir haberde 'Sakın bu duayı sefihlere öğretmeyiniz; çünkü isyanla onu kötüye kullanabilirler' denilmektedir". 273
9. Tesbih Namazı
Bu namaz müstakil olarak rivâyet edilmiştir; vakti ve sebebi yoktur. Haftada bir veya ayda bir defa kılmak müstehabdır.
İkrime, İbn-i Abbâs'tan şöyle rivâyet ediyor:
Hazret-i Peygamber birgün amcası Abbas b. Abdülmuttalib'e şunları söyledi: 'Ey amca! Sana birşey vereyim mi? (Öğreteyim mi?) Sana birşey vereyim mi? Sana birşey vereyim mi? Bunu yaptığın takdirde Allah, başından sonuna kadar; eski yeni kasden ve yanlışlıkla yaptığın, gizli açık günahlarını affeder. Dört rek'at namaz kılacak ve her rek'atında Fâtiha ile bir sûre okuyacaksın. Birinci rek'atın kıraatini bitirdiğin zaman rükûa varmadan onbeş defa 'Sübhânallâhi ve'l-hamdü lillâhî velâ ilâhe illallâhu vallâhu ekber' diyeceksin. Sonra bu tesbihi rükûda on defa, rükûdan kalktığında on defa, birinci secdede on defa, iki secde arasında on defa, ikinci secde de on defa ve ikinci secdeden kalkarken de on defa tekrarlayacak; her rek'atta yetmişbeş defa olmak üzere dört rek'atı da böyle kılacaksın. Eğer gücün yetiyorsa bunu hergün kıl! Buna gücün yetmiyorsa her cum'ada bir, buna da gücün yetmiyorsa ayda bir eğer buna da gücün yetmiyorsa senede bir defa kıl'. 274
Başka bir rivâyette de şöyle denilmektedir:
Kişi namazın başlangıcında Sübhâneke duasını okuduktan sonra Fâtiha'yı okumadan önce- (biraz evvel zikrettiğimiz) tesbihi onbeş defa okuyacaktır. Fâtiha'dan sonra on defa, geri kalanı da (daha önce söylediğimiz gibi) onar defa okuyacaktır. Fakat birinci rek'atın tahiyyatına otururken okumayacaktır.
Bu şekil daha iyidir; İbn-i Mübârek de bunu tercih etmiştir. İki rivâyetin toplamından üçyüz tesbih meydana gelir. Bu namazı gündüz kıldığında bir, geceleyin kıldığındaysa iki selâmla tamamlaması daha iyidir.
Çünkü bir hadîste şöyle buyurulmaktadır:
Gece namazları ikişer rek'at kılınır. 275
Eğer tesbihten sonra 'Lâ havle velâ kuvvete illâ billâhil aliyyil-azîm' derse daha güzel olur; çünkü hadîsin bazı rivâyetlerinde böyle denilmesi yolunda emirler vardır.
Hazret-i Peygamber'den rivâyet edilen namazlar işte bunlardır. Bu namazların kerahet vakitlerinde kılınması müstehab değildir. Ancak tahiyyet'ül-mescid namazı, (daha önce de söylediğimiz gibi) bu vakitlerde de kılınabilir. Tahiyyet'ül-mescid'den sonra zikrettiğimiz abdest, sefer, evden çıkma ve istihare namazlarının kerahet vaktinde kılınmaları ise müstehab değildir; çünkü bu vakitlerde namaz kılınması kuvvetli bir şekilde yasaklanmıştır, Bu namazlar, sebepleri zayıf olduğu için küsuf, yağmur ve tahiyyet'ül-mescid namazları derecesine yetişemezler.
Bazı mutasavvıfları gördüm ki, kerâhet vakitlerinde iki rek'at abdest sünnetini kılıyorlardı. Onların bu hareketi, hakikatten çok uzaktır; çünkü abdest hiçbir zaman namazın sebebi olamaz. Aksine namaz abdestin sebebidir. Bu bakımdan namaz kılınması için abdest almak uygun olduğu halde abdest alındığı için namaz kılmak uygun değildir. Her abdesti bozulan kerâhet vaktinde namaz kılmak isterse, abdest alıp namaz kılmasından başka çıkar yol olamaz. Bu durumda da kerâhetin herhangi bir mânâsı kalmamış olur. Tahiyyet'ul-Mescid'in iki rek'at sünnetine niyet edildiği gibi abdestin iki rek'at sünnetine niyet etmek uygun değildir. Aksine abdest aldığı zaman bu namazı tatavvu olarak kılacaktır ki abdesti namazsız kalmasın. Nitekim Hazret-i Bilâl de böyle yapardı. Bu bakımdan abdestten sonra kılınan iki rek'at, mücerred tatavvu namazdır. Ancak abdestten sonra kılınır. Hazret-i Bilâl'in hadîsi, abdestin de güneş tutulması ve tahiyyet'ul-mescid gibi, namazın sebebi olduğuna delâlet etmez ki 'Abdestin iki rek'atı' diye niyet edilsin.
Bu bakımdan abdeste namazla niyet etmek muhal olur; namaza abdestle niyet etmek daha uygundur. Abdestinde 'Namazım için abdest alıyorum' ve namazında da 'Abdest aldığım için namaz kılıyorum' demesi asla intizamlı bir söz olamaz. Abdestini kerâhet vaktinde dahi namazsız bırakmamak isteyen kimse, eğer zimmetinde herhangi bir sebepten dolayı sıhhatinde tereddüt ettiği bir namazı kazaya niyet etmek sûretiyle kerahet vaktinde de abdest namazını kılabilir. Çünkü farz namazların kazalarını kerahet vaktinde kılmak mekruh değildir. Ama bu vakitlerde sebepsiz sünnetlere niyet etmenin hiçbir mânâsı yoktur:
Kerâhet vakitlerinde sebepsiz namazların yasak olmasında üç mühim sır vardır:
1. Güneşe tapanlara benzemekten kaçınmak,
2. Şeytanların yayılmasından sakınmak; zira Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur:
Güneş, beraberinde şeytanın boynuzu da olduğu halde çıkar. Doğduğunde boynuz beraberindedir. Yükseldiği zaman ondan ayrılır. Tam göğün ortasına geldiği zaman tekrar birleşir. Batıya doğru kaydığında ayrılır; batışı dolayısıyla ışığı azalmaya başladığında yine birleşir. Batınca tekrar ayrılır. 276
Hazret-i Peygamber böyle buyurmak sûretiyle bu vakitlerde namaz kılmayı yasaklamış ve aynı zamanda yasaklamanın illetine de dikkat çekmiştir.
3. Âhiret yolunun yolcuları bütün vakitlerde namazlara kesintisiz devam etmek isterler. Halbuki aynı ibadete kesintisiz olarak devam etmek usanç verir. Fakat insan bu ibadetten bir zaman için menedilirse yeniden canlanır ve o ibadete karşı iştiyâkı artar. Bir de insanoğlunun menedildiği şeye karşı hırslı olduğu da bir gerçektir. Bu bakımdan namazın bu vakitlerde yasaklanması, âhiret yolcularını ziyadesiyle teşvik etmekte, vaktin bitmesini ve namaza yeniden başlamayı dört gözle beklemelerini sağlamaktadır. O halde bu vakitler, devamlı namaz kılmaktan usanılmaması için tesbih ve istiğfar ile ihya edilmeye tahsis edilmiştir. Böylece insan ibadetin bir nev'inden diğerine intikal etmek sûretiyle feraha kavuşur; çünkü her yenilikte bir lezzet ve zevk vardır. Sürekli olarak aynı şeye devam etmek bir ağırlık ve usanç getirmektedir. İşte bu sırra binaendir ki kulluk sadece secdeden, rükû veya kıyamdan ibaret kılınmamış; aksine muhtelif ibadetlerle çeşitli amellerden ve ayrı ayrı zikirlerden teşekkül etmiştir. Kalp onlara intikal ettiğinde her birinden ayrı bir lezzet alır. . . Eğer kişi sürekli olarak aynı şeye devam ederse sonunda mutlaka usanır.
Kerâhet vakitlerinde sünnetlerin kılınmamasının sır ve hikmetleri bu üç mühim sebeple birlikte birçok sebeplerden oluşmaktadır ki, beşer tâkati için bütün bu hikmetlere muttali olmak mümkün değildir. Allah ve Rasûlü bu hikmetleri herkesten daha iyi bilirler. Bu mühim hikmetler, ancak şeriatça mühim olan kaza, yağmur, güneş tutulması ve tahiyyet'ül-mescid namazları gibi sebeplerden dolayı terkedilebilir. Sebeplerin zayıfları ise, bu vakitlerdeki yasaklılık hikmetiyle çarpışır. Onu kaldırmaması daha uygundur. Bizce en iyisi budur. Allah herkesten daha iyisini bilir.
Kitabu Es'ar'is-Salât ve Mühimmâtihî (Namaz'ın Sırları ve Önemli Meseleleri) adlı bölüm burada sona erdi. Bunun ardından Allah'ın izniyle- Kitabu Esrar'iz-Zekât (Zekât'ın Sırları) adlı bölüm gelecektir. Hamd, her türlü eksiklikten münezzeh olan Allah'a mahsustur. Mahlukâtın en seçkini Hazret-i Muhammed'e, âline ve ashâbına salât ve selâm olsun!
257) Buhârî ve Müslim, (Muğire b. Şu'be'den)
258) Buhârî, el-Edeb, Müslim, (Muğire b. Şu'be'den)
259) Beyhakî, (Ebû Hüreyre'den zayıf bir senedle)
260) Müslim
261) Müslim
262) Buhârî ve Müslim, (Ümmü Seleme'den) . Müslim'in diğer bir rivâyetine
263) Müslim
264) Buhârî ve Müslim, (Hazret-i Âişe'den)
265) İbn Sinnî, Riyaz'ul Mutaabbidîn, (Hazret-i Âişe'den mevkuf olarak)
266) Bu, çözülmesi güç olan hükümlerdendir. Binaenaleyh burada Zebîdî'nin buyurduğu gibi devir ve teselsüle benzer bir durum vardır.
267) Buhârî ve Müslim, (Ebû Hüreyre'den)
268) Beyhakî, Şuab'ul-Îman, (Bekir b. Amr'dan)
269) Haraitî, Buhârî ve Müslim
270) Ebû Dâvud, Nesâî, İbn Mâce, İbn Hibbân, (Ebû Hüreyre'den)
271) Buhârî, (Câbir'den) ; İmâm-ı Ahmed bu hadîsin münker olduğunu söylemiştir. Zebîdî ise, Müslim dışında bütün sünen sahiplerinin bu hadîsi rivâyet ettiklerini söyler.
272) Künyesi Ümeyye veya Ebû Osman olup, Kureyşlidir. Asıl ismi Abdülvehhab'dır. H. 153 senesinde vefat etmiştir.
273) Sahavî, el-Kavl'ul-Bedi'; Irâkî, Deyremî'nin bu hadîsi Müsned'ül-Firdevs'te çok zayıf iki senedle zikrettiğini rivâyet etmektedir. Bkz. Zebîdî, III/470
274) Daha önce geçmişti.
275) Buhârî ve Müslim, (İbn Ömer'den)
276) Nesâî, (Abdullah es-Senabihî'den mürsel ve müteşabih olarak)