İHYÂ-İ ULÛMİ'D-DÎN | NEFSİ TERBİYE ETMENİN YOLLARI

 Giriş


Giriş

Tedbiriyle işleri evirip çeviren, herşeyi yerli yerine koyan, herşeyin sûretini en güzel şekilde yapan, insanın sûretini en güzel şekilde süsleyen, şekil ve miktarında eksiklik ve fazlalıktan onu koruyan Allah'a hamdolsun! O Allah ki, ahlâkların güzelleştirilmesini kulun ictihad ve çalışmasına havale etmiştirKulu korkutmak ve sakındırmak sûretiyle ahlâkın güzelleştirilmesine teşvik etmiştirO Allah ki, tevfîkiyle iyi kullarına ahlâkın temizlenmesini kolaylaştırmıştırZor ve çetin işleri kolaylaştırmakla onlara minnet etmiştir.

Salât ve selâm Allah'ın kulu, peygamberi, habîbi, safîsi, müjdecisi ve uyarıcısı olan Hazret-i Peygamber'in üzerine olsun! O Peygamber ki, peygamberliğin nûrları onun alnının kıvrımları arasından pırıl pırıl parlardıHakkın hakîkati onun hayâlinden ve zâhirinden görünürdü.

Salât ve selâm onun âline ve ashâbına olsun! O âl ü ashâb ki, İslâm'ın yüzünü küfrün zulmet ve karanlıklarından tertemiz etmişler, bâtılın maddesini kökünden kazımışlardırBâtılın ne azı, ne de çoğuyla kirlenmemişlerdir.

Bunlardan sonra bil ki, güzel ahlâk, peygamberlerin efendisinin sıfatıdırSıddîkların amelinin en faziletlisidirGüzel ahlâk, îmanın yarısıdır, muttakîlerin mücahedesinin meyvesidirÂbidlerin riyâzetidirKötü ahlâk ise öldürücü zehirdirBeyin dağıtıcı felâketler, mahvedici rezâletler, rabb'ul âlemîn'in komşuluğundan uzaklaştırıcı habâsetler ve sahibini şeytanların eline teslim eden dalâletlerdirAllah'ın tutuşturulmuş ateşine -ki onun acısı kalplere işler- açılan kapılardır, güzel ahlâkın, kalpten nimet cennetlerine, Allah'ın komşuluğuna açılan kapılar olduğu gibi. . . Kötü ahlâk nefsin hastalığı ve kalbin marazıdırAncak maddî hastalıkla arasında şu fark vardırKötü ahlâk ebedî hayatı öldüren hastalıktır! Bu bakımdan sadece bedeni yok eden hastalıkla bu korkunç hastalığın arasındaki nisbet kıyas edilmeyecek kadar büyüktürBedenlerin hastalığında fâni hayatın elden çıkmasından başka bir zarar olmadığı halde, tedavi kanunlarını zapt u rapt altına almak için doktorların hummalı çalışmaları devamlı bir şekilde olmuştur ve oluyorO halde kalp hastalıklarının tedavi kanunlarını zapt u rapt altına almaya inayet göstermek daha evlâ değil midir? Çünkü kalplerin hastalığında ebedî hayatın mahvolması sözkonusudurDoktorluğun bu çeşidi her akıllı insan için öğrenilmesi farz olan birşeydirZira, maraz ve hastalıklardan kurtulmuş olan hiçbir kalp yokturBu bakımdan eğer ihmal edilirlerse hastalıklar birikir, illetler yekdiğerini takip eder ve biri diğerine yardımcı olur, böylece katmerleşirBu takdirde kul onların teşhisinde sebeplerinin bilinmesinde engin bir sezişe muhtaç olur. Sonra onları tedavi ve ıslah etmek için çalışmaya ve didinmeye mecbur kalır.

Bu bakımdan onların tedavisi Allahü teâlâ'nın şu ayet-i celîlesiyle murad edilmiştir.

Nefsini günahlardan temizleyen felâha kavuşmuştur. (Şems/9)

Bu tedaviyi ihmal etmek ise, Allahü teâlâ'nın şu ayet-i celîlesiyle kastolunmuştur:

Onu isyan ve günahlarla örten de ziyana uğramıştır. (Şems/10)

Biz bu kitapta kalp hastalıklarının birçok kısımlarına işaret edeceğizKısa olarak onların tedavisi hakkındaki sözün keyfiyetine, hastalıkların hususi ilacının tafsilatına girmeksizin değineceğizÇünkü bu tafsilat, Mühlikât kısmının başka bölümlerinde gelecektirBizim şimdilik gayemiz; ahlâkı güzelleştirmeye genel bir bakış ve yolunu hazırlamaktırBiz burada bunu anlatacak ve daha iyi anlaşılması için de beden tedavisini örnek alacağızBunu da güzel ahlâkın fâziletini anlatmakla açığa kavuşturacak ve sonra güzel ahlâkın hakikatini beyan edecek, sonra güzel ahlâka götüren sebepleri anlatacak, sonra ahlâkın güzelleştirilmesine yarayan yolları ayrıntılı olarak anlatacağız. Sonra nefislerin riyâzetini, sonra kalp hastalığının bilinmesinin alâmetlerinin beyanını, sonra insanoğlunun nefsinin ayıplarını bilmesinde vesile olan yolların açıklamasını, sonra kalplerin tedavi yolunun ancak şehvetleri bırakmaya bağlı olduğu hakîkatinin naklî delillerinin açıklamasını, sonra güzel ahlâkın alâmetlerinin açıklamasını, sonra gelişmelerinin başlangıcında çocukların riyazetindeki yolun açıklamasını, sonra iradenin ve mücahedenin başlangıçlarının açıklamasını yapacağızBunlar bu kitabın maksad ve hedeflerini toplayan onbir kısımdan ibarettir.

Güzel Ahlâk'ın Fazileti ve Kötü Ahlâk'ın Zemmi Ayet ve Hadîsler

Allahü teâlâ, peygamberini ve habîbini, onu medh ve senâ ederek ve ona verdiği nimetlerini zikrederek şöyle buyurmuştur:

Gerçekten sen pek büyük bir ahlâk üzeresin! (Kâlem/4)

Âişe validemiz de şöyle der:

Hazret-i Peygamber'in ahlâkı Kur'ân'dı!1

Bir kişi Hazret-i Peygamber'e güzel ahlâkı sorduğunda, Hazret-i Peygamber ona cevap olarak şu ayeti okumuştur:

Sen bağışlama yolunu tut! İyiliği emret ve cahillerden yüzçevir! (A'raf/199)

Sonra da şöyle buyurmuştur:

Güzel ahlâk, seninle akrabalık bağlarını kesen akrabana sıla-i rahim yapmak, seni mahrum edene vermek ve sana zulmedeni affetmektir.

Yine Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur: 'Ben, güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim'2

Kıyâmet gününde herhangi bir kulun terazisine konan en ağır şey, takvası ve güzel ahlâktır3

Bir zat gelerek Hazret-i Peygamber'e şöyle sordu: 'Ey Allah'ın Rasûlü! Din nedir?' Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) 'Din güzel ahlâktır' diye cevap verdiAynı adam, Hazret-i Peygamber'in sağ tarafına geçerek 'Ey Allah'ın Rasûlü! Din nedir?' diye sorduHazret-i Peygamber 'Din güzel ahlâktır' dedi. Sonra aynı adam, Hazret-i Peygamber'in arkasına geçti ve 'Ey Allah'ın Rasûlü! Din nedir?' diye sorduHazret-i Peygamber 'Sen anlamaz mısın, din öfkelenmemendir' dedi4

Bir ara Hazret-i Peygamber'e 'Ey Allah'ın Rasûlü! Şûm nedir?' diye sorulduCevap olarak şöyle dedi: 'Ahlâkın kötüsüdür'5

Bir kişi, Hazret-i Peygamber'e gelerek şöyle dedi:

-Bana nasihat et!

-Nerede olursan ol, Allah'tan kork!

-Dahasını söyle ey Allah'ın Rasûlü!

-Günahının arkasından sevap işle ki o günahı silsin!

-Dahasını söyle ey Allah'ın Rasûlü!

-İnsanlarla iyi geçin6

Hazret-i Peygamber 'Amellerin hangisi daha üstün ve faziletlidir?' diye sordu, sonra cevap olarak da 'Güzel ahlâk!' dedi

Başka bir hadîs-i şerîfinde şöyle buyurur:

Kitabu Riyazet 'in-Nefs ve Tehzib'il-Ahlâk 141

Allahü teâlâ bir kulunun yaratılış ve ahlâkını o kulunu ateşe atmak için güzelleştirmemiştir. (Kulunun sûretini ve ahlâkını güzelleştirdiği takdirde onu ateşe yem yapmaz) 7

Fudayl der ki: Hazret-i Peygamber'e (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle denildi: 'Filan kadın gündüz oruç tutar, gece ibâdet ederFakat buna rağmen kötü ahlâklıdır, diliyle komşularına eziyet verir'Hazret-i Peygamber şöyle dedi:

O kadında hayır yoktur! O ateş ehlindendir8: Ebu'd Derda der ki: Hazret-i Peygamber'den dinledim, şöyle buyurdu

Kıyâmette insanoğlunun terazisine ilk konan şey, güzel ahlâk ve cömertliktir9

Allahü teâlâ îmanı yarattığı zaman, îman şöyle dua etti: 'Ey Allahım! Beni kuvvetlendir'Bu duasına binaen Allahü teâlâ onu güzel ahlâk ve cömertlikle takviye ettiKüfrü yarattığı zaman küfür de şöyle dedi: 'Yarab! Beni kuvvetlendir'Bunun üzerine Allahü teâlâ kendisini cimrilik ve kötü ahlâkla takviye etti.

Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur:

Muhakkak ki Allahü teâlâ bu dini kendi zatı için seçtiSizin dininize ancak cömertlik ve güzel ahlâk yakışırDikkat edin! Dininizi güzel ahlâk ve cömertlikle süsleyin10

Güzel ahlâk, Allahü teâlâ'nın en büyük mahlûkudur11 Hazret-i Peygamber'e şöyle soruldu:

-Ey Allah'ın Rasülü! Mü'minlerin hangisi îman yönünden daha faziletlidir?

-Ahlâkça en iyisi hangisi ise. . . 12

Muhakkak ki, sizler halkı mallarınızla zengin kılamazsınız ve memnun edemezsinizBu bakımdan onlara güler yüz ve güzel ahlâkla yardım ediniz13

Kötü ahlâk, sirkenin balı bozduğu gibi, sâlih amelleri bozar14

Cerir bAbdullah Hazret-i Peygamber'in (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu rivâyet eder:

Muhakkak sen öyle bir kişisin ki, Allah senin sûretini güzel yapmıştırBu bakımdan sen de ahlâkını güzelleştir15

Berra bAzib şöyle anlatır: 'Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) yüz bakımından insanların en güzeli olduğu gibi, ahlâk bakımından da onların en güzeliydi'10

Ebû Mes'ud Bedrî Hazret-i Peygamber'in duasında şöyle dediğini nakleder:

Ey Allahım! Sûretimi güzelleştirdinBu bakımdan ahlâkımı da güzelleştir17

Abdullah bAmr Hazret-i Peygamber'in şu duayı çokça okuduğunu rivâyet eder:

Ey Allahım! Senden sıhhat, afiyet ve güzel ahlâk dilerim18 Ebû Hüreyre (radıyallahü anh) Hazret-i Peygamber'den şu hadîsi rivâyet eder:

Mü'min bir kimsenin şerefi dinidirSoyu sopu güzel ahlâkıdırMürüvveti ise aklıdır19

Usâme bŞerik şöyle anlatır: Bedeviler Hazret-i Peygamber'e şöyle sordular: 'Bir kula verilen en hayırlı şey nedir?' Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) 'Güzel ahlâk' buyurdu20

Muhakkak ki benim nezdimde en sevimliniz ve kıyâmet gününde meclis bakımından bana en yakınınız ahlâkça en güzel olanlarınızdır21

İbn-i Abbâs Hazret-i Peygamber'in şöyle buyurduğunu rivâyet eder:

Üç haslet vardır, onların üçü veya onlardan biri bir insanda yoksa, o insanın hiçbir ameline güvenmeyiniz: Kişiyi Allah'ın günahlarından meneden takva veya bir hilm ki, o hilm saldırgan bir kimseyi durdurur veya bir ahlâk ki kişi onunla insanlar arasında yaşayabilir22

Hazret-i Peygamber'in namazın başlangıcındaki dualarından birisi şudur:

Ey Allahım! Beni ahlâkların en güzeline hidayet et! Çünkü ahlâkların en güzeline ancak sen hidayet edersinBenden huyların rezillerini uzaklaştırÇünkü senden başka kötü ahlâkı uzaklaştıracak yoktur23

Enes (radıyallahü anh) der ki: Biz bir gün Hazret-i Peygamber ile beraberdik Hazret-i Peygamber şöyle buyurdu:

Muhakkak ki güzel ahlâk, güneşin buzu eritmesi gibi, hatayı (günahı) eritir24

Güzel ahlâk, kişinin saadetindendir25

Meymenet güzel ahlâktır26 Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) Ebû Zer el-Gıfârî'ye şöyle demiştir:

Ey Ebû Zer! Tedbir gibi akıl, güzel ahlâk gibi soy ve sop yoktur!27

Enes'ten şöyle rivâyet ediliyor: Ümmü Habîbe (radıyallahü anh) Hazret-i Peygamber'e şöyle sordu:

-Kadının dünyada iki kocası olmuşsa, kadın da onlar da ölüp, üçü de cennete giderse, acaba bu kadın cennette hangi kocasına verilecektir?

-Dünyada iken kadının nezdinde hangisinin ahlâkı daha güzelse ona verilirEy Ümmü Habibe! Güzel ahlâk hem dünyanın ve hem de âhiretin hayrını gerektirir28

Başarılı olan bir müslüman, güzel ahlâkının ve mertebesinin şerefi sayesinde muhakkak ki gündüz oruçlu, gece ibâdet eden bir kimsenin derecesini elde eder,29

Başka bir rivâyette 'Sıcak günlerde susuz kalanın derecesini elde eder' buyurulmuştur.

Abdurrahman bSemüre der ki: Biz Hazret-i Peygamber'in (sallâllahü aleyhi ve sellem) yanında iken kendileri şöyle buyurdu:

Ben dün akşam acaip birşey gördümÜmmetimden biri diz çökerek oturmuştuOnunla Allah arasında perde vardıBu esnada güzel ahlâkı geldi (perdeyi kaldırıp) onu Allah'ın huzuruna soktu!30

Enes (radıyallahü anh) Hazret-i Peygamber'in şöyle dediğini rivâyet eder:

Muhakkak ki kul, güzel ahlâkının sayesinde âhirette en büyük dereceye ulaşır, konakların en güzeline girerOysa ibâdette kendisi zayıftır31

Rivâyet ediliyor ki Hazret-i Ömer (radıyallahü anh) Hazret-i Peygamber'in huzuruna girmek için izin istediO esnada Hazret-i Peygamber'in yanında, Hazret-i Peygamber ile konuşan ve çokça soru soran ve seslerini Hazret-i Peygamber'in sesinden daha fazla yükselten bir grup Kureyş kadını bulunuyorduHazret-i ÖmerHazret-i Peygamber'in huzuruna girmek için izin istediği zaman, kadınlar aceleyle perde arkasına gittilerHazret-i ÖmerHazret-i Peygamber'in huzuruna girdiğinde Hazret-i Peygamber'in güldüğünü gördü ve 'Annem-babam sana feda olsun ya Rasûlüllah! Niçin gülüyorsun?' diye sorduHazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

-Benim yanımda oturan şu kadınların haline hayret ediyorumSenin sesini işitir işitmez acelece perde arkasına gittiler32

Hazret-i Ömer 'Herkesten daha fazla senden korkmaları gerekiyordu' dedikten sonra yüzünü kadınlara çevirdi ve şöyle haykırdı:

-Ey nefislerinin düşmanları! Siz Peygamber'den korkmuyorsunuz da benden mi korkuyorsunuz?

-Evet, sen Hazret-i Peygamber'den daha katı ve az merhametlisin!

Bunun üzerine Hazret-i PeygamberHazret-i Ömer'e şunları söyledi:

-Ey Hattab'ın oğlu! Dahası var! Nefsimi kudret elinde bulunduran Allah'a yemin ederim ki, bir yolda yürüdüğünde şeytan sana rastlarsa muhakkak yolunu değiştirir33

Kötü ahlâk, affedilmez bir günahtırKötü zan ise, şerleri doğuran bir hatadır34

Muhakkak ki kul, kötü ahlâkından ötürü cehennemin en alt kısmına varır (düşer) 35

Ashâb'ın ve Âlimlerin Sözleri

Lokman Hakîm'in oğlu babasına şöyle sorar:

-Babacığım! İnsanın hangi hasleti daha hayırlıdır?

-Din!

-Hayırlı olan hasleti iki ise, hangileri olur?

-Din ile mal. . .

-Üç olursa?

-Din, mal, hayâ. . .

-Dört olursa?

-Din, mal, hayâ ve güzel ahlâktır. . .

-Beş olursa?

-Din, mal, hayâ, güzel ahlâk ve cömertliktir.

-Altı olursa?

-Ey oğlum! İnsanoğlunda, saydığım bu beş haslet birden bulunduğu zaman, o tertemiz ve muttakîdirAllah'ın velisidir.

Şeytandan uzaktır.

Hasan-ı Basrî şöyle demiştir: 'Ahlâkı kötü olan, nefsini azaba verir'.

Enes b. Mâlik şöyle demiştir: 'muhakkak kul güzel ahlâk sayesinde, âbid olmadığı halde cennetin en yüce derecesine varırKötü ahlâkı yüzünden de -âbid olduğu halde- cehennemin en aşağısına düşer!'

Yahya b. Muaz şöyle demiştir: 'Ahlâk'ın güzelliğinde rızıkların hazineleri vardırKötü ahlâklının misâli, kırılmış testi gibidirNe düzeltilebilir ve ne de gerisin geriye dönüp çamur olabilir!'

Fudayl bIyâz şöyle demiştir: 'Güzel ahlâklı fâcir bir kimsenin benimle arkadaşlık yapması, bence kötü ahlâklı bir âbidin arkadaşlığından daha sevimlidir'.

İbn Mübarek, bir seferinde kötü ahlâklı bir kişi ile arkadaşlık yaptıOnun eziyetlerine göğüs gererek onunla iyi geçindi, ondan ayrıldığı zaman ağladıKendisine 'Neden ağlıyorsun?' denince, 'Ona olan şefkatimden ağlıyorumBen ondan ayrıldığım halde onun kötü ahlâkı ondan ayrılmamaktadır' dedi.

Cüneyd-i Bağdâdî şöyle demiştir: 'Dört şey vardır ki, kulu derecelerin en yücesine vardırır, kulun ameli ve ilmi az olsa da. . . Onlar hilm, tevâzu, cömertlik ve güzel ahlâktırGüzel ahlâk ise, îmanın kemâlidir'.

Kettânî der ki: 'Tasavvuf ahlâk demektirBu bakımdan ahlâken senden ileride bulunan bir kimse, Tasavvuf'ta da senden ileridir'.

Hazret-i Ömer (radıyallahü anh) şöyle demiştir: İnsanlarla olan ilişkilerinizde güzel ahlâka sarılınFakat amellerinizle onlara muhalefet edin'.

Yahya b. Muaz şöyle demiştir: 'Kötü ahlâk öyle bir kötülüktür ki onunla beraber çokça yapılan haseneler fayda vermezGüzel ahlâk öyle bir hasenedir ki onunla beraber çokça yapılan (bazı) günahlar zarar vermez'.

İbn-i Abbâs'a 'Kerem ne demektir?' diye sorulduğunda, şöyle demiştir: "Kerem o şeydir ki, Allahü teâlâ onu Kitab-ı Kerîm'inde beyan ederek şöyle buyurmuştur: 'Muhakkak sizin Allah nezdinde en kerîminiz ve şerefliniz takvaca en önde olanınızdır'. (Hucurât/13) "

Denildi ki: 'Haseb (soy, sop) ne demektir?' Şöyle dedi: 'Ahlâken sizin en güzeliniz, soy-sop yönünden en üstününüzdür'.

İbn-i Abbâs şöyle demiştir: 'Her binanın bir temeli vardırİslâm'ın temeli de güzel ahlâktır'.

Atâ (radıyallahü anh) şöyle der: 'Yücelen bir kimse, ancak güzel ahlâkla yücelmiştirHiç bir kimse -Hazret-i Peygamber müstesna- güzel ahlâkın kemâline tam mânâsıyla varmamıştır'. (Çünkü Allahü teâlâ: 'muhakkak sen büyük bir ahlâk üzeresin' (Kalem/4) buyurmuştur) .

Bu bakımdan Allah nezdinde insanların en sevimlisi, güzel ahlâk ile Hazret-i Peygamber'in yolunu ve izini takip edenlerdir.

1) İbn Merduveyh

2) Hâkim, İmâm-ı Ahmed, Beyhakî

3) Ebû Dâvud, Tirmizî

4) Muhammed bNesr

5) İmâm-ı Ahmed

6) Tirmizî

7) Sohbet Âdâbı bölümünde geçmişti.

8) İmâm-ı Ahmed, Hâkim

9) Ebû Dâvud, Tirmizî, (bir benzerini)

10) Dârekutnî ve Harâitî

11) Taberânî

12) Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesâî, Hâkim

13) Bezzâr, Ebû Yâ'lâ, Taberânî

14) İbn Hıbbân, Beyhakî

15) Harâitî

16) Harâitî

17) Harâitî

18) Harâitî

18) İbn Hıbbân, Hâkim, Beyhakî 20) İbn Mâce

25) Harâitî

26) Harâitî

27) İbn Mâce, İbn Hıbbân

28) Bezzâr, Taberânî, Harâitî

29) İmâm-ı Ahmed

30) Harâitî

31) Taberânî, Harâitî

32) Müslim, Buhârî

33) Müslim, Buhârî

34) Taberânî

35) Harâitî

22-1

Güzel Ahlâk ile Kötü Ahlâk'ın Hakikati

İnsanlar güzel ahlâkın hakikati hakkında ve ne olduğu hususunda oldukça fazla konuşmuşlardırBuna rağmen onun hakikatini şerhetmeye bir türlü yanaşmamışlar, ancak onun ürünlerinden ve faydalarından bahsetmişlerdir. Sonra faydalarının da tamamını zikretmemişlerdirHer biri güzel ahlâkın meyvelerinden kalbine geleni, zihninde hazır bulunanı zikretmiştir.

Güzel ahlâkın tarifini zikretmeye bir türlü önem verip de açıklamaya yönelmemişlerdir.

Güzel ahlâkın bütün meyvelerini kapsayıcı hakikatini, ayrıntılı, derli toplu bir şekilde anlatmamışlardır.

Buna misâl olarak, Hasan-ı Basrî'nin şu sözü gösterilebilir:

'Güzel ahlâk; güler yüzlülük, cömertlik ve insanları ezmemek demektir'.

Vâsıtî de şöyle demiştir: 'Güzel ahlâk hiç kimse ile çekişmemek ve hiç kimseyi çekiştirmemektirBu da Allahü teâlâ'yı iyi bilmekten ileri gelir'.

Şâh b. Şucca el-Kirmânî de şöyle demiştir: 'Güzel ahlâk, eziyet vermemek ve meşakkatleri yüklenmektir'.

Başkası da 'Güzel ahlâk, kişinin insanlara yakın olmasına rağmen onların arasında yabancı gibi olmasıdır' der.

Vâsıtî bir defasında da şöyle demiştir: 'Güzel ahlâk, genişlik ve darlıkta halkı razı etmeye çalışmaktır'.

Ebû Osman el-Mağribî şöyle demiştir: 'Güzel ahlâk, Allah'tan razı olmaktır'.

Sehl et-Tüsterî'den güzel ahlâkın ne olduğu sorulduCevap olarak dedi ki: 'Güzel ahlâkın en küçük derecesi meşakkatlere göğüs germek, karşılık beklememek, zâlime merhamet etmek, onun için af dilemek ve bütün insanlara (veya zâlime) karşı şefkatli olmaktır'.

Başka bir zaman da şöyle dedi: 'Güzel ahlâk rızık konusunda kaygılanmamak ve Allah'a güvenmektirAllahü teâlâ'nın kuluna kefil olduğuna ve vereceğine inanmak, Allah'a itaat edip kendisiyle Allah arasında ve insanlarla olan münasebetlerinde Allah'a isyan etmemektir'.

Hazret-i Ali (radıyallahü anh) şöyle demiştir:' Güzel ahlâk üç haslettedir: Haramlardan sakınmak, helâli aramak, çoluk çocuğuna kısmadan normal nafakasını vermektir'.

Hallac-ı Mansur şöyle demiştir: 'Güzel ahlâk, hakkı araştırdıktan sonra halkın eziyetinin tesir etmemesidir'.

Ebû Said el-Harraz şöyle demiştir: 'Güzel ahlâk, senin Allah'tan başka bir maksadının olmamasıdır'.

Bu ve benzeri sözler pek çokturBütün bunlar, güzel ahlâkın kendisini değil de meyvelerini anlatmak, semerelerini beyan etmektir. Sonra bu sözler bütün meyveleri de kapsamamaktadırO halde güzel ahlâkın hakikatinden perdeyi kaldırmak, çeşitli sözleri nakletmekten daha evlâdır.

Halk (yaradılış ve sûret) ve hulk (ahlâk) beraberce kullanılan iki ibaredir'Filân adamın halk'ı ve hulk'u güzeldir' denirYani 'bâtın ve zâhiri güzeldir' demektirBu nedenle halk'tan zâhirî, hulk'tan da bâtınî sûret kastedilirBunun sebebi şudur: İnsan, gözle görülen bir beden ve basiretle görülen nefis ve ruhtan ibarettirBunların herbirinin bir heyet ve sûreti vardırBu heyet ve sûret, çirkin veya güzeldirBu bakımdan basiretle idrâk edilen nefis ve ruh, gözle idrâk edilen bedenden, kıymet bakımından daha büyüktür ve bunun içindir ki Allahü teâlâ, onu kendisine izâfe ederek değerini büyütmüştürZira Allahü teâlâ şöyle buyurmuştur:

Rabbin o vakit meleklere şöyle demişti: Ben çamurdan bir insan yaratacağımOnun yaradılışını tamamlayıp da tarafımdan ruh verdiğim zaman hemen ona secdeye kapanın! (Sad/71-72)

Böylece Allahü teâlâ, bedenin çamura mensup olduğuna, ruhun da âlemlerin rabbine mensup olduğuna dikkati çekmiştirBurada ruh ve nefis'ten kasdedilen mânâ aynı şeydirBu bakımdan hulk, nefiste kararlaştırılmış bir heyetten ibarettir ki insanların fiilleri kolaylıkla o heyetten çıkarDüşünce ve tefekküre ihtiyaç olmaksızın oradan neşet ederEğer o heyet, kendisinden şer'an ve aklen güzel fiiller çıkacak şekilde ise, ona güzel ahlâk ismi verilirEğer o heyetten çıkan fiiller çirkin ise, çıkış noktası olan o heyete kötü ahlâk adı verilirBiz neden 'Ancak o nefiste kararlaştırılmış bir heyettir' dedik? Çünkü ârızî bir sebepten dolayı arada sırada cömertlik yapan bir kimse için bu ahlâk, onun nefsinde karar kılmadıkça 'onun ahlâkı cömertliktir' denilmez! O cömert sayılmazBiz, fiillerin -düşünmeksizin- kolayca oradan çıkışını şart koştukÇünkü zoraki bir şekilde cömertlik yapan veya öfkelendiği anda zoraki bir şekilde düşünerek nefsini zapt u rapt altına alan bir kimse için 'Ruhunun ahlâkı cömertlik ve halîmliktir' denilmez.

Bu bakımdan burada dört şey vardır:

1Çirkinin ve güzelin fiili

2Bunlara muktedir olması

3Bunları bilmesi

4Nefsin bir heyetidir ki nefsi onun vasıtasıyla iki taraftan birisine meyleder ve onun vasıtasıyla iki taraftan birisine -güzellik veya çirkinliğe- müsait olur.

Hulk fiilden ibaret değildirÇünkü nice şahıs vardır ki onun ahlâkı cömertliktir, fakat veremezYa malı yoktur veya herhangi bir engel mevcuttur ve bazen de ahlâkı cimrilik olur, buna rağmen verirBu verme ya riyadan dolayıdır veya herhangi bir iteleyici sebeptendirHulk kuvvetten de ibaret değildirÇünkü kuvvetin vermeye ve vermemeye de nisbeti aynıdırHer insan fıtraten, vermek ve vermemek üzere kudretli olduğu halde yaratılmıştırBöyle yaratılması, ne cimrilik ahlâkını, ne de cömertlik ahlâkını gerektirmezHulk aynı zamanda mârifetten de ibaret değildirÇünkü mârifet hem güzele, hem de çirkine bir yön üzerine taallûk ederHulk dördüncü mânâdan ibarettirO mânâ da nefisten vermeyi veya vermemeyi çıkartan heyet demektirBu bakımdan hulk, nefsin heyetinden ve onun bâtınî sûretinden ibarettirNasıl ki zâhirî sûretin güzelliği, mutlak mânâda burun, ağız ve yanak olmaksızın, sadece iki gözün güzelliğiyle tamamlanmıyorsa, zâhirin güzelliğinin tamamlanması için bütün bunların güzelliği gerekiyorsa, tıpkı bunun gibi iç âlemde de dört rükûn vardırAhlâk güzelliğinin tamamlanması için, bütün o rükûnların da güzel olması gerekirBu dört rükûn eşit olup mutedil ve birbirine uygun oldukları zaman, güzel ahlâk tamamlanmış olurO rükünler de hilmin, gazabın, şehvetin ve bu üç kuvvet arasında adaletin kuvvetidir.

İlim kuvvetine gelince, onun güzellik ve elverişliliği; onunla sözlerde doğruluk ile yalanın, inançta hak ile bâtılın ve fiillerde güzel ile çirkinin arasını kolayca farketmek raddesine gelmesi demektir, Bu kuvvet elverişli olduğu zaman, ondan hikmet meyvesi elde edilirHikmet ise, güzel ahlâkın başıdırBu hikmet hakkında Allahü teâlâ şöyle buyurmuştur;

Kime hikmet verilirse ona çok hayır verilmiş demektir. (Bakara/229)

Gazap kuvvetine gelince, onun güzelliği demek, inkıbazı (tutulması) ve inbisatı (kabarması) , Hikmet'in istediği çizgide gelişmesi demektirŞehvet de böyledirOnun güzellik ve elverişliliği hikmetin işaretinin doğrultusunda olmasıdırHikmet işaretinden, aklın ve ilâhî nizamın işaretini kastediyoruz.

Adalet kuvvetine gelince, aklın ve ilahî nizamın işareti altında şehvet ile gazabı zaptetmek demektirBu bakımdan aklın misâli, nasihatçi bir müsteşarın misâline benzerAdl'in kuvveti, kudretin ta kendisidirOnun misâli ise, aklın işaretine uyarak yürüyüp infaz edenin misalidir.

Kendisinde infaz işaret edilen ise gazap'tırGazab'ın misâli av köpeğinin misâlidirAv köpeği işarete göre koşacak veya duracak derecede kendisini eğiten birisine muhtaçtırNefsin, şehvetinin heyecanıyla hareket etmemesi için, böyle bir eğiticinin varlığı gereklidirŞehvetin misâli ise, av peşinde koşturmak için binilen atın misâlidirBu at bazen talimli ve terbiyeli olurBazen de serkeş olurBu bakımdan bu hasletler kimde eşit ve normalse o mutlak mânada güzel ahlâklıdır.

Bu hasletlerin bir kısmının normal, bir kısmının normal olmadığı kimse sadece o normal hasletlere göre güzel ahlâklı sayılırTıpkı fizikî yönden yüzünün bir kısmı güzel, bir kısmı güzel olmayan bir kimse gibi. . . Gazap'tan gelen kuvvetin güzellik ve itidali şecâat diye isimlendirilirEğer gazap kudreti, îtidal sınırını geçer ifrata meylederse, onun ismine tehevvür denilirEğer zâfiyet ve noksanlığı (tefrite) meylederse, onun ismine korkaklık denirEğer şehvet kuvveti fazlalık tarafına kayarsa, adı oburluk olurEksiklik tarafına kaydığı takdirde adı donukluk'turDinen övülen kısmı ise bu iki derecenin ortasıdırFazilet de bu orta derecededir.

İfrat ve tefrit tarafları ise hem rezil, hem de kötüdürAdalet yok olduğu zaman onun ne fazla, ne de eksik tarafları yokturAksine onun zıddı ve tam karşıtı vardır ki o da zulümdür.

Hikmet ise, kötü gayelerde kullanıldığı zaman onun ifrat derecesine habâset ve cerbeze adı verilirTefrit tarafına da ahmaklık denirBu iki tarafın arasındaki orta ve normal yön ise, hikmet ismiyle özellik kazanmıştır.

Durum bu iken, ahlâkın esası dörttür:

1Hikmet

2Şecâat

3iffet

4Adalet

Hikmet'ten bizim gayemiz; nefsin bir durumudur ki nefis onun vasıtasıyla bütün ihtiyarî fiillerde doğruyu yanlıştan ayırır.

Adalet'ten gayemiz; nefsin bir durumu ve kuvvetidir ki, nefis onunla gazap ve şehvet kuvvetlerini idare edip onları hikmetin istediği istikamete sevkederHikmetin işaretine göre, onları kışkırtır veya frenler.

Şecaat'ten gayemiz; gazap kuvvetini göndermekte ve durdurmakta akla itâat etmesidir.

İffet'ten gayemiz; aklın, şehvet kuvvetini ilahî nizamın edebiyle edeblendirmesidirBu bakımdan bu dört esasın mûtedil ve normal oluşundan bütün güzel ahlâklar doğup meydana gelmektedir. . Zira akıl kuvvetinin normal oluşundan 'güzel tedbir', 'çalışan zihin', 'kavrayıcı rey', 'isabetli zan', 'amellerin inceliklerine ve nefsin âfetlerinin gizliliklerine karşı uyanık bulunmak' durumları doğup meydana gelir.

Onun ifratından cerbeze, hile, kandırma ve dâhilik doğup meydana gelir, tefritinden ahmaklık, gammare (bönlük) , saflık ve delilik çıkarGammare'den gayem; hayâlin selâmetiyle beraber, işlerde tecrübenin azlığı demektirZira insanoğlu birşeyde tecrübesiz, başka bir şeyde tecrübeli olabilirHamâkat ile delilik arasındaki fark ise şudur: Ahmak bir kimsenin hedefi doğrudur, fakat yürüdüğü yol yanlıştırBu bakımdan onun hedefe götüren yolda yürümesinde sahih bir düşüncesi yokturMecnun bir kimse ise, o seçilmesi uygun olmayan bir şeyi seçerBu bakımdan onun seçişinin temeli bozuktur.

Şecâat ahlâkına gelince, ondan cömertlik, yardım, şehamet, nefsi kırmak, eziyetlere göğüs germek, hilm, sabırlı olmak, öfkeyi yutmak, vekar, sevgi ve benzerleri doğup meydana gelirBütün bunlar güzel ahlâklardırOnun ifratı ise tehevvürdürTehevvür'den kibir, gurur, acele kızmak, ucub meydana gelirTefritine gelince, ondan rezalet, zillet, üzüntü, hasislik, nefsin küçüklüğü, farz olan hakkı yerine getirmekten kaçınmak gibi rezil ahlâklar meydana gelmektedirİffetin ahlâkına gelince, iffetten cömertlik, hayâ, sabır, müsamaha, kanâat, verâ, letâfet (incelik) , yardım, zariflik ve az tamahkârlık meydana gelmektedir.

Onun ifrat veya tefrite meyletmesine gelince, bundan harislik, oburluk, hayâsızlık, habaset, mubezzirlik, kusurluluk, riyâkârlık, mecnunluk, fuzulî meşguliyet, yağcılık, hased, başkasına isabet eden musibetle sevinmek veya küfürbazlık, zenginlere yağcılık, fakirleri hakir görmek ve benzeri rezil ahlâklar doğup meydana gelirBu bakımdan, güzel ahlâkın temelleri bu dört fazilettir:

Onlar da hikmet, şecâat, iffet ve adalettir.

Diğerleri ise bunların dallarıdır.

Bu dört haslette kemâl derecesine, Hazret-i Peygamber'den başkası erişememiştirHazret-i Peygamber'den sonra insanlar bu hususta yakınlık ve uzaklıkta çeşitli derecelere ayrılırlarBu bakımdan bu ahlâkta Hazret-i Peygamber'e yaklaşan herkes Allah'a yakındırBu yakınlığı da Hazret-i Peygamber'e olan yakınlığı nisbetindedirKim bu ahlâkları kemâl derecesinde nefsinde toplamış olursa, halk arasında emrine itaat edilen ve bütün insanların müracaat kaynağı olan bir padişah olmaya hak kazanırHerkes bütün fiillerinde ona uyar ve uymalıdırBu ahlâkların tamamından uzaklaşan ve zıdlarıyla sıfatlanan bir kimseye gelince, o kimse memleketten ve insanlar arasından sürgün edilip çıkarılmaya müstehak olurÇünkü böyle bir kimse Allah'ın rahmetinden uzaklaştırılmış ve kovulmuş şeytana pek yaklaşmıştırBu bakımdan onu uzaklaştırmak uygun olur.

Nitekim birincisinin Allahü teâlâ'ya mukarreb meleğe yakın olduğu gibi. . . Bu bakımdan birincisine uymak gereklidir ve ona yaklaşmak uygundurÇünkü Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) ancak güzel ahlâkı tamamlamak için nübüvvet ile vazifelendirilmiştirNitekim kendilerinin de buyurdukları gibi. . .

Kur'ân, Mü'minlerin sıfatlarını sayarken bu ahlâklara işaret ederek şöyle buyurmuştur:

Mü'minler ancak o kimselerdir ki, Allah'a ve peygamberine îman etmişlerdir. Sonra şüpheye düşmemişler ve Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla savaşmışlardırİşte böyle kimseler sâdıkların ta kendileridir. (Hucurât/15)

Bu bakımdan şeksiz ve şüphesiz Allah'a ve Hazret-i Peygamber'e îman, yakînin kuvveti, aklın meyvesi ve hikmetin zirvesidirMalla mücâhede etmek, şehvet kuvvetini zapt u rapt altına almaya dönüşen cömertliktirNefisle mücâhede etmek, gazap kuvvetini normal sınırda ve aklın gereğine göre kullanmaya dönüşen şecaattirAllahü teâlâ, ashâb ı kirâmı vasıflandırarak şöyle buyurmuştur:

Kâfirlere karşı şiddetlidirler, aralarında merhametlidirler. (Feth/29)

Bu ilâhî hüküm, şiddet için bir yerin olduğuna, rahmet için de başka bir yerin olduğuna işarettir, Bu bakımdan her durumda şiddette kemâl olmadığı gibi, rahmette de kemâl yokturAksine herbirinin yeri ayrı ayrıdırİşte bu, ahlâkın güzelliğinin ve çirkinliğinin beyanıdırRükûnların, meyve ve dallarının bahsidir.

22-2

Riyazet Yoluyla Ahlâk'ın Değişmeyi Kabul Etmesi

Tembel bir kimseye mücahede etmek, nefsi riyazete çekmek, nefsini temizlemek ve ahlâkını güzelleştirmek ağır gelirNefsin bu hâlinin kusurluluğundan, eksikliğinden ve kötü müdahelesinden ileri geldiğini bir türlü kabul etmek istemezBu bakımdan bu kişi, ahlâkın değişmesinin düşünülemeyeceğini, tabiatların değişmez olduğunu iddia ederek iki delil ile bu iddiasını isbata kalkışır.

1Ahlak bâtının sûretidirNitekim şeklin, zâhirin sûreti olduğu gibi,. . . O halde kişi, zahirî hilkati değiştirmeye güç yetiremezKısa boylu bir kimse kendisini uzun boylu yapamazUzun boylu bir kimse de boyunu kısaltamazÇirkin bir kimse sûretini güzelleştirmeye muktedir değildirBâtınî çirkinlik de aynen öyledir.

2Ulemâ 'Güzel ahlâk ancak şehvet ve öfkenin silinmesiyle mümkündür' demişlerdirOysa biz, uzun mücahede yapmak sûretiyle bunu denedik ve bildik ki bu, mizaç ve tabiatın isteğindendirHiçbir zaman insanoğlundan şehvet ve öfke ayrılmazBu bakımdan insanoğlunun şehveti, nefsinden ayırmak için çalışması, faydasız bir şekilde vaktini boşa harcamaktırÇünkü amaç, kalbin geçici zevk ve sefâlara dalmasını önlemektirBu ise, varlığı muhal bir şeydir.

Bu bakımdan cevap olarak deriz ki, ahlâklar değişmeyi kabul etmeseydi, nasihatlar, va'zlar ve edeblendirmeler bâtıl olup faydasız kalırdı! Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) 'Ahlâkınızı güzelleştiriniz'36 buyurmazdı.

Ahlâkın değişmemesi, Âdem oğlu hakkında nasıl düşünülebilir? Oysa hayvanların huylarının bile değişmesi mümkündürZira doğan kuşu vahşetten yakınlaşmaya dönebilmektedir, Köpek, oburluğunu frenleyip avı sahibine bırakmaya alışmaktadırAt, serkeşlikten uysallık ve itaata geçmektedirBütün bunlar ahlâkların değiştirilmesidirBu konunun yüzünden perdeyi kaldıracak söz şudur:

Varlıklar, aslında ve tafsilinde insanların hiçbir dahli ve ihtiyarı olmayan kısımlara; gök, yıldızlar, bedenin iç ve dış ve âzâları, hayvanların diğer parçaları ve sonuç olarak kâmil bir şekilde var olanın, varlığından ve kemâlinden tamamen ayrılan şeyler ve eksik bir şekilde var olup şartı mevcut olduktan sonra kemâlin kabulü için kendisinde bir kabiliyet yaratılan kısımlara ayrılmaktadırBu ikinci kısmın şartı bazen kulun ihtiyarına bağlıdır.

Şöyle ki, hurma çekirdeği, bilfiil ne elma ve ne de hurmadırAncak insan müdahele edip, terbiye verdiği zaman, hurma olabilmesi mümkün olacak şekilde yaratılmıştırBu hurma çekirdeği terbiye edilse bile elma olmazMadem ki hurma çekirdeği, insanın müdahelesinden etkilenir, bazı durumları değil de bazılarını kabul eder, o halde öfke ve şehvet de böyledirBiz onların silinmesini ve tamamen ortadan kaldırılmasını istediğimiz zaman, onları etkisiz bırakmak azminde olduğumuz an, buna asla bizim gücümüz yetmez ve yetmemiştirEğer onların uysallaştırılmasını, riyazet ve mücâhede sûretiyle itaat edecek şekle sokulmasını istesek, buna gücümüz yeterZaten biz bununla emrolunduk ve böyle yapmak bizim kurtuluşumuzun ve Allah'a varışımızın sebebi olur.

Evet! Tabiatlar çeşitlidir, bazıları çabuk terbiye kabul eder. Bazıları da geç kabul ederler.

Tabiatların çeşitli oluşunun iki sebebi vardır.

IFıtratta bulunan kuvvet ve bu kuvvet var oldukça devam etmesidirZira şehvet, öfke, gururun kuvveti insanoğlunda mevcutturFakat bunların en zor ve en geç terbiye olanı şehvet kuvvetidir.

Zira şehvet kuvveti, bütün kuvvetlerden daha önce varolan bir kuvvettirZira çocuğun yaratılışının başlangıcında şehvet yaratılır, sonra yedi yaşından itibaren de öfke kendisi için yaratılırBundan sonra temyiz ve ayırdetmek kuvveti kendisinde yaratılır.

IIİnsan kendisinde bulunan bir huyunu beğenir ve ona uygun davranışlarda bulunur ve bunlara devam ederse, o huy kendisinde iyice yerleşir ve onu söküp atmak zor olurİnsanlar bu hususta dört mertebeye ayrılır:

Birinci Mertebe: Gaflette olan insandır ki hak ile bâtılı, güzel ile çirkini farketmezHatta yaratıldığı gibi kalmış, bütün inançlardan boş, lezzetlere tâbi olup şehveti de tamamlanmamıştırBöyle bir kimse tedaviyi çabuk kabul ederBu sadece bir muallime, mürşide ve nefsinden onu hayra iteleyici bir kuvvete muhtaçtır ki onu mücahedeye sevketsin, böylece en yakın ve en kısa zamanda ahlâkı güzelleşsin!

İkinci Mertebe: Çirkini bilir, fakat sâlih amel yapmayı âdet edinmemiştirHatta kötü ameli kendisine süslü gösterilmiştirOnu alışkanlık haline getirmiştirBütün bunlar şehvetlerine itaat edip, bildiği doğrudan yüz çevirdiği için olmuştur! Bu da şehvetin kendisine galebe çalmasından ileri gelmiştirFakat amelinde kusurlu olduğunu bilirBu kimsenin durumu, birincisinin durumundan daha zordurZira bunun vazifesi daha fazladırBuna gereken vazife, önce nefsinde yerleşen fesadı söküp atmaktır. Sonra nefsinde salâh ve takvâ sıfatını yerleştirmektirFakat bu kimsenin her durumunda riyazete tâbi tutulmaya kabiliyeti vardırEğer ciddiyet ve samimiyetle yanaşmak istiyorsa, terbiyeye elverişlidir.

Üçüncü Mertebe: Çirkin ahlâkı hakkında, o ahlâklarla ahlâklanmanın vâcib ve güzel olduğuna inanmak, o ahlâkları hak ve güzel görmek ve onlar üzerinde ilerlemektirBöyle bir kimse, tedavisi neredeyse mümkün olmayacak bir kimsedirBu kimsenin salâh ve takvâya yanaşma ihtimali çok zayıftırBunun sebebi ise, dalâlet ve sapıklığın sebeplerinin bu adamda birikmesidir.

Dördüncü Mertebe: Fazileti, bozuk düşüncenin temeli üzerinde gelişmekle ve onunla amel etmeye alıştırılmakla beraber oburluğun çokluğunda ve nefisleri helâk etmesinde görmezBöbürlenmesinin ve böyle yapmasının kıymetini artırdığını zannederBu mertebe daha önce bahsi geçen mertebelerin hepsinden daha çetindir ve bunun hakkında şöyle denilmiştir:

İhtiyarı riyazete tâbi tutmak zahmet çekmektirKurdu terbiye etmeye çalışmak da azap vermektir!'

Bu sınıflardan birincisi sadece câhildir.

İkincisi câhil ve sapıktır.

Üçüncüsü, câhil, sapık ve fâsıktır.

Dördüncüsü, câhil, sapık, fâsık ve şerirdirOnların delil olarak ileri sürdükleri diğer hayâle gelince, o hayal onların şu sözüdür: Âdem oğlu hayatta oldukça onun şehvet ve öfkesi kesilmezDünya sevgisi ve diğer sıfatları ortadan kalkmaz.

Bu görüş, bir grubun yanılmasıdırBu grup zannetmiştir ki, mücahededen gaye bu sıfatları tamamen ortadan kaldırıp silmektirOysa bu sıfatların tamamen kaldırılması uzak bir ihtimaldirÇünkü şehvet esasında bir fayda için yaratılmıştırİnsanın yaratılışında şehvetin olması zarurîdirEğer yemek şehveti kesilirse, insanoğlu helak olurEğer cinsî ilişkinin şehveti kesilirse nesil son bulurEğer öfke tamamen ortadan kalkarsa, insan kendi nefsini helâk eden birşeye karşı koymaz ve helâk olur! Madeni ki şehvetin aslı kalıcıdır, o halde insanoğlunu şehvete götüren mal sevgisi de kalıcıdırÖyle ki bu sevgi, onu mal edinmeye sevkederOysa mücahededen gaye; bu sıfatları tamamen ortadan kaldırmak değildirAksine, bu sıfatları normale dönüştürmektirİfrat ve tefritin ortasını bulmaktırÖfke sıfatından gaye, korunmaktırKısacası kişinin kuvvetli olması, kuvvetiyle beraber aklına itaat etmesidirBunun için de Allahü teâlâ Feth sûresinin 29ayetinde

Kâfirlere karşı şiddetli ve aralarında merhametlidirler' buyurmuşturDikkat edilirse, Allahü teâlâ müslümanları şiddetle vasıflandırmıştırOysa şiddet ancak öfkeden doğup meydana gelirEğer öfke tamamen ortadan kalkarsa, cihad, da kalkarAcaba şehvet ve öfkenin tamamen ortadan kaldırılması nasıl kastedilebilir? Oysa peygamberler bile şehvet ve öfkeden tamamen sıyrılmamışlardırZira Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

Ben sadece bir beşerimBeşerin öfkelendiği gibi öfkelenirim37

Hazret-i Peygamber'in huzurunda hoşuna gitmeyen birşey konuşulduğu zaman, mübarek yanakları kıpkırmızı kesilecek derecede öfkelenirdiFakat hakikatten başkasını söylemezdiHazret-i Peygamber'in öfkesi, onu hakikatin çerçevesinden çıkarmazdı ve nitekim Allahü teâlâ şöyle buyurmuştur:

Öfkelerini yutanlar, insanların kusurlarını bağışlıyanlar. . . (Âl-i İmrân/134)

Dikkat edilirse, Allahü teâlâ 'Öfkelerini kaybedenler' dememiştirBu bakımdan öfke ve şehveti normal sınırda tutmak, akla galip gelmeyecek şekilde onları terbiye etmek, hatta onları aklın himayesi altına almak, aklı onlara hâkim kılmak mümkündürİşte ahlâkın değiştirilmesinden gaye budurÇünkü çoğu zaman şehvet, insanoğlunu tahakküm altına alırÖyle bir hâle getirir ki insanın aklı o şehvetin fuhşiyata dönüşmesini önleyemezFakat riyazet yapmak sûretiyle şehvet normal sınıra çekilebilir ve görülüyor ki böyle olmak mümkündürTecrübe ve müşahede buna delâlet etmektedirAhlâkta ifrat ve tefrit değil de normalin matlûb olduğuna delâlet eden delil şudur: Cömertlik, şer'an ve dinen övülen bir ahlâktırKaldı ki cömertlik, israf ile cimrilik arasında bir ahlâktırAllahü teâlâ cömerti medh u sena ederek şöyle buyurmuştur:

Ve harcadıkları zaman israf etmezler, cimrilik de yapmazlar; harcamaları bu ikisinin arasında dengeli olur. (Furkan/67)

Elini boynuna bağlama, büsbütün de onu açıp israf etme ki sonra kınanmış olursun ve eli boş, açıkta kalırsın! (İsrâ/29)

Böylece yemek şehvetinde de gaye, donukluk ve oburluk değil, normal hareket etmektirNitekim Allahü teâlâ şöyle buyurmuştur:

Ey Ademoğulları! Her namazınızda süslü elbisenizi giyinYeyin, için, israf etmeyin; çünkü Allah israf edenleri sevmez! (A'raf/31)

Onun beraberinde bulunanlar, kâfirlere karşı çok şiddetli, kendi aralarında gayet merhametlidirler. (Feth/29) Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

İşlerin en hayırlısı orta (mutedil) olanlarıdır38

Bunun bir sırrı ve tahkiki vardır; kişinin saadeti, kalbinin dünya âleminin ârızlarından selâmet bulmasına bağlıdır.

Ancak selîm kalple Allah'a gelen müstesnadır. (Şuara/89)

Cimrilik dünya ârızlarındandırİsraf da onun gibi dünya ârızlarındandırKalbin şartı, bunların ikisinden selim kalmasıdırYani mala iltifat edip onun dağıtılmasına veya tutulmasına haris olmamasıdırÇünkü infak etmekte haris olan bir kimsenin kalbi infaka, malı tutmakta haris olan bir kimsenin kalbi de malı tutmaya meylederBu bakımdan kalbin kemâli, bu iki vasıftan da uzaklaşmasıdırEğer bu mümkün olmazsa, her iki vasfın da bulunması gerekirO da orta derecedirZira ılık su, ne sıcak ve ne de soğuktur, bunların arasında bir derecedirSanki sıcaklık vasfından da soğukluk vasfından da uzaktırBöylece cömertlik de israf ile cimrilik arasındadırŞecâat, korkaklık ile tehevvür arasındadırİffet, oburluk ile donukluk arasındadırDiğer ahlâklar da böyledirBu bakımdan işlerin ifrat ve tefrit tarafları kötüdürİşte güzel olan da budur ve bu da mümkündürEvet! İrşad edici şeyhe, müridine, öfkeyi tamamen çirkin göstermek, cimriliği kötülemek vâcib olurBu hususta ona ruhsat vermemesi lâzımdırÇünkü mürşid, müridine burada en küçük bir ruhsat verdi mi, mürid onu kendisi için özür kabul ederek cimriliğini ve öfkesini devam ettirmekte kendisini mâzur görecektirKişi bunun esasını sökmesini kastedip bu hususta mübalağa gösterdiği zaman, onun hiddetinin kırılması mümkün olurNormal şekle dönse bile, mürşid buna râzı olmamalı, tamamının yok olmasına çalışmalıdır ki istenilen sonuca varılabilsin! Bu bakımdan bu sır, mürid için keşfolunmazÇünkü bu yer, ahmak insanların böbürlenme yeridirZira ahmak kimse, nefsi hakkında zanneder ki öfkelenmesi haklıdır, mal tutması haktır

36) Ebû Bekir bLâl

37) Müslim

38) Beyhakî

22-3

Güzel Ahlâk'a Ulaştıran Sebepler

Anlaşıldı ki güzel ahlâk, akıl kuvvetinin îtidal ve normal derecesine, hikmet'in kemâline, öfke ve şehvet kuvvetinin normal olup akla ve şeriate itaat etmesine bağlıdırBu normallik, iki yönden meydana gelir.

1İlâhî bir cömertlikle, fıtrî bir kemâlle hâsıl olurÖyle ki insan, kâmil bir akıl ile doğarGüzel ahlâklı olarak dünyaya gelirHatta şehvet ve gazabı da korunmuştur! Onun şehvet ve öfkesi, akla ve ilâhî nizama itaat edecek ve normal bir şekilde yaratılmıştırBu bakımdan bu kimse öğrenmeksizin âlim olur.

Öğrenmeden terbiyeli olurÖrneğin Hazret-i isa (aleyhisselâm) , Hazret-i Yahya (aleyhisselâm) ve bütün peygamberler böyledirTabiat ve yaratılışta gayret sûretiyle elde edilen bir şeyin bulunması uzak bir ihtimal değildirNice çocuklar vardır ki doğru lehçeli, cömert, cesaretli olduğu halde yaratılmıştır ve bazen de bunun aksi olurArıcak bu vasıflar alıştırma yoluyla ve güzel ahlâkla ahlâklanmış kimselerle oturup-kalkmak sûretiyle elde edilir.

2Bu ahlâkları mücahede ve riyazet yoluyla elde etmektirBundan gayem, nefsi güzel ahlâkın istediği hareket ve fiillere zorlamaktırMesela cömertlik ahlâkını elde etmek isteyen bir kimse için yol cömertlik fiilini âdet haline getirmek için nefsini zorlayarak alıştırmaktırBu da malın verilmesi demektirDaimî bir şekilde mal vererek bunu zoraki bir şekilde nefsine kabul ettirmeli ve bu hususta nefsiyle mücahede etmelidirTa ki bu, nefsi için tabiîleşip kolay hale gelinceye kadar. . . Böylece nefis, cömert olur.

Böylece nefsine tevazu ahlâkını kazandırmak isteyen bir kimse, nefsine kibir ve gurur galip geldiği halde şu yolda onu elde edebilir: Uzun bir müddet mütevazi kimselerin fiillerine devam etmeli ve bu devamlılık müddetince nefsiyle mücahede edip zoraki bir şekilde onu bu yöne sevketmelidirBu ahlâk, nefsin ahlâkı olup, onda tabiî bir şekil alıp, kolayca onda yerleşinceye kadar devam etmelidirŞer'an ve dinen güzel ahlâkların tamamı bu yol ile elde edilirKişinin gayesi, kendisinden çıkan fiillerden zevk alması olmalıdırBu bakımdan verdiğinden dolayı, vermiş olduğu maldan zevk alan bir kimse cömert bir kimsedirİstemeyerek veren bir kimse ise, cömert sayılmazMütevâzi kimse ise, tevâzudan lezzet duyarDinî ahlâklar ancak nefis, güzel âdetlerin tamamını îtiyad haline getirince ve kötü fiillerin tamamını terkedince yerleşirGüzel fiillere aşık olan ve onlardan zevk duyan bir kimsenin devam etmesi gibi bunlara devam etmedikçe ve aynı zamanda çirkin fiilleri kerih görüp onlardan elem duymadıkça, güzel ahlâk onun kalbinde yerleşmezNitekim Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

Benim gözümün nûru, namazda kılındı39

İbâdetlerin yapılması ve mahzurların terkedilmesi kerahet ve ağırlıkla beraber olursa, bu eksikliktirKul bununla saadetin kemâline erişemezMücâhede ile bunlara devam etmek hayırlıdırFakat hayırlı olması, terketmesine nisbetendirİsteyerek yapmasına nisbeten değil. . . Bu sırra binaen Allahü teâlâ şöyle buyurmuştur:

Bir de sabır ve namazla Allah'tan yardım isteyinGerçi bu ağır gelirFakat saygılı kimselere değil. . . . 39) Nesaî (Bakara/45)

Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

Rıza halinde Allah'a ibâdet et! Eğer buna gücün yetmiyorsa, istemediğin birşeye sabretmekte çok hayır vardır40

Güzel ahlâktan ötürü va'dedilen saadete ermek için bazen ibadetten lezzet almak, mâsiyeti hor görmek, bazen de tam aksini hissetmek yeterli değildirAksine daimî ve hayat boyunca böyle olmalıdır ki güzel ahlâktan ötürü va'dedilen saadete hakkıyla erilsin! Hayat uzadıkça fazilet daha yerleşir ve daha kemâle erer ve bu sırra binaendir ki Hazret-i Peygamber'e saadet sorulduğu zaman şöyle buyurmuştur:

Saadet, Allah'a ibadette uzun ömürlü olmaktır41

Bunun için de peygamberler ve velîler ölümü hoş görmemişlerdirÇünkü dünya, âhiretin tarlasıdırHayatın uzamasıyla ibâdetler fazlalaşır, o nisbette de sevap çoğalır, nefsi de daha temiz olurAhlâk daha kuvvetlenir ve daha yerleşir, ibâdetlerin hedefi, kalbe tesir etmeleridirKalbe tesir etmeleri ise, ancak ibâdetlere devam etmekle mümkün olurBunlardan gaye, nefisten dünya sevgisini kesmek, Allah sevgisini yerleştirmektirİnsanı öyle bir raddeye getirmektir ki Allah ile mülâki olmaktan, onun nezdinde, daha sevimli birşey olmamalıdır ve elindeki bütün imkânları kendisini Allah'a götüren yolda kullanmalıdırİnsanın öfkesi ve şehveti insanın hizmetine verilen şeylerdendirBunların güzel kullanılması da ancak ilâhî nizam ve aklın terazisiyle ölçülmesine bağlıdır. Sonra onunla sevinmeli ve ondan lezzet almalıdırNamazın gözün nuru olacak bir raddeye gelmesini, ibâdetin lezzet verici bir duruma ulaşmasını uzak sanmak uygun değildirÇünkü âdet, nefiste bunlardan daha garip acaiplikleri istemektedirZira biz görürüz ki padişahlar ve servet sahipleri daimî üzüntüler içerisindedirlerKumarcıyı görürüz ki, bazen kumarından ve içinde kıvrandığı çirkin fiilinden ötürü öyle bir ferahlık ve lezzet duyar ki halkın kumarsız sevinmesi bunun yanında az sayılırOysa kumar, çoğu zaman kişinin malını tamamen giderir, evini yıkar, kendisini müflis bırakırBununla beraber kişi kumarı sever ve ondan lezzet alırOysa bu, uzun zamandan beri kumara olan alışkanlığındandır.

Güvercin ve kuşlarla oynayan da böyledirBazen bütün gün ayakta, güneşin hararetinde beklerOysa kuşlara, hareketlerine, uçuşlarına, gökte halka olmalarına karşı duyduğu sevgiden ötürü o zahmetin elemini hissetmezHatta biz, aldatıcı fâsığı görürüz ki kendisi her türlü eza ve cefaya karşı sabır göstermekle iftihar ederBu hareketinden dolayı asılmaya bile sabır göstermekle böbürlenirBütün bunlarla beraber o nefsiyle mağrurdurBunlara karşı sabırlı olmasıyla iftihar ederHatta bunu nefsine böbürlenme vesilesi yaparİçlerinden bazılarını yaptığını veya başkasının yaptığını ikrar ve itiraf etmek için azaları parça parça kesildiği halde inkârcılıkta ısrar ettiğini, kendisine tatbik edilen eziyetlere perva etmediğini görürsünMükemmellik, erkeklik ve kahramanlık kabul ettiği bu metânetinden dolayı sevinirİçindeki azaba rağmen durumları kendisi için göz aydınlığı ve böbürlenmesinin sebebi olmuş olurHatta kadınlara benzetmek için tüylerini yolmak, yüzünü süslemek ve kadınlarla karışmakta muhannes bir kimsenin halinden daha kötü ve daha çirkin bir hâl olmadığı halde, buna rağmen görürsün ki muhannes kişi, bu halinden ötürü bir sevinç içindedirMuhanneslikte mâhir olduğundan dolayı böbürlenmekte, muhanneslikteki bu durumu ile iftihar etmektedirHatta padişah ve âlimler arasında birbirlerine karşı iftihar yarışması yapıldığı gibi, hacamatçılar ve süpürgecilerin arasında da sanatlarından dolayı iftihar yarışmasının yapıldığını görürsünBütün bunlar, daimî bir şekilde bir tarza devam etmenin ve bunu âdet edinmenin sonuçlarındandırUzun bir müddet devam etmek, oturup-kalktığı ve tanıdığı kimselerde bunu görmek, böyle yapmasına yol açarBu bakımdan madem ki nefis, âdetten ötürü bâtıldan lezzet alıp ona ve çirkin şeylere meylediyor, o halde bir müddet hakka döndürüldüğü takdirde ve hakka devam etmesi sağlandığı müddetçe nasıl haktan lezzet almayabilir? Nefsin o kötü işlere meyletmesi tabiatı gereğidirÇamurun yenmesine meyletmeye benzerZira çamur yemek, âdetin neticesi olarak bazı insanlarda galip gelirFakat nefsin hikmete, Allah sevgisine ve Allah marifetine meyletmesi ise tıpkı yemeye ve içmeye meyletmesi gibidirBu ise kalp tabiatının gereğidirÇünkü bu rabbânî bir emirdirNefsin şehvet isteklerine meyletmesi aslında garip ve tabiatına sonradan gelmiştirKalbin gıdası hikmet, mârifet ve Allah sevgisidirFakat nefis, kendisinde vâki olan bir hastalıktan dolayı, tabiatının isteğinden uzaklaşmıştırNitekim insan midesinde hastalık olur ve bundan dolayı mide, yemek ve içmeyi istemezOysa bunların ikisi de midenin yaşamasının sebepleridirBu bakımdan Allah'tan başka herhangi birşeyin sevgisine meyleden her kalp, meyletmesi nisbetinde hastadırAncak o şey Allah sevgisinde ona yardımcı olduğu için seviyorsa, bu takdirde durum değişirAllah'ın dininin sevgisinde kendisine yardımcı olan birşeyi sevmek, kalpte bir hastalığın varlığına delâlet etmez.

O halde kesinlikle anlaşıldı ki, bu güzel ahlâkları riyazet yoluyla kazanmak mümkündürRiyazet demek, kendisinden çıkan fiilleri başlangıçta zoraki bir şekilde, sonra da kendisine tâbi olsun diye işlemek demektirBu ise kalp ile âzâlar arasındaki ilginin şaşılacak hallerindendirBundan gayem nefis ve bedendirZira kalpte beliren her sıfat, eserini âzâlar üzerinde gösterirHatta âzâlar, ancak o sıfata uygun olarak hareket ederlerÂzâların yaptığı her fiilden bir eser kalbe yükselirOradaki iş, devir ve teselsüldürBu ise bir misâl ile bilinirYazmakta usta olmak isteyen bir kimse için, kâtib (hattat) olabilmek için nefsî bir sıfat vardırEl ile bir kâtibin yaptığını yapmaktan ve uzun bir müddet buna devam etmekten başka kendisinin bir yolu yokturBu ise güzel yazıyı hikâye etmektirÇünkü kâtibin yaptığı güzel yazıdırBu bakımdan kendisini zorlamak sûretiyle kendisini kâtibe benzetmeye çalışmalıdır. Sonra durmadan buna devam etmelidir ki bu, nefsinde sâbitleşmiş bir sıfat olsun! Bu bakımdan sonunda güzel yazı, tabiî olarak bundan ortaya çıkacaktırTıpkı başlangıçta zoraki bir şekilde kendisinden ortaya çıktığı gibi,O halde yazısını güzelleştiren kendisidirFakat başlangıçta bu iş zorlukla olduAncak bu zorluktan kalbe bir eser yükseldi. Sonra o eser kalpten âzâya (ele) indiİşte böylece kişi, tabiî olarak, güzel yazı yazmaya başladıBöylece fakîh olmayı isteyen bir kimse için fakîhlerin yaptıklarını yapmaktan başka yol yokturOnların fiilleri ise, durmadan fıkhı tekrar etmek, bunun tekrarlanmasından kalbine fıkıh sıfatı yükselinceye kadar buna devam etmektir, böylece fakîh olurBöylece, cömert, namuslu, halîm ve mütevazi olmak isteyen bir kimsenin de, bu karakterde bulunan kimselerin fiillerini zorlaya zorlaya yapması gerekirBu fiiller kendisi için tabiîleşinceye kadar buna devam etmelidirBu bakımdan bunun ilâcı ancak böyle yapmaktırNasıl ki fakîh olmayı isteyen bir kimse, bir gece de fakih olamadığı için ümitsiz olmuyorsa ve bir gece çalışıp tekrar etmekle bu mertebeye varamıyorsa, aynen bunun gibi nefsin tezkiyesine, mükemmel olmasına ve güzel amellerle süslenmesine talip olan bir kimse de bir günün ibâdetiyle bu hedefe varamaz ve bir günün isyanıyla da bundan mahrum olmaz.

Bu söylediklerimiz şu sözün mânâsıdır: Bir tek büyük günah, ebedî cezayı gerektirmezFakat tekrar etmeyi bir gün terketmek insanı benzerine çağırır, sonra azar azar bu çağırma devam ederÖyle ki nefis, tembelliğe alışır, sonunda tahsili kökten terkeder ve böylece fıkhın fazileti elinden kaçarKüçük günahlar da böyledirOnların bir kısmı insanı başka kısınma çeker, sonunda saadetin temelini, ve îmanın esasını yıkmak sûretiyle, elden kaçırıncaya kadar devam eder! Nasıl bir gece yapılan tekrarın tesiri, nefsin fıkhında hissedilmiyorsa, nefsin fıkhı tedric yoluyla bedenin gelişmesi, kâmetin uzaması gibi yavaş yavaş beliriyorsa, bir taatin tesiri de nefsin tezkiyesinde ve temizlenmesinde derhal tesirini göstermezFakat az bir taatı hakir görmek de uygun değildirÇünkü taatin çoğu tesir ederTaatin çoğu ise, azlarından meydana gelmiştirBu bakımdan her azın tesiri vardırHiçbir taat yoktur ki, gizli de olsa onun bir tesiri bulunmasınBu bakımdan kesinlikle onun sevabı vardırSevap ise tesir karşılığıdırGünah da böyledirNice fakîh vardır ki, bir gün ve bir gecenin boş geçirilmesini pek önemsemezler ve böylece gün be gün nefsini daimî bir şekilde geciktirirlerSonunda tabiatı, fıkhı kabul etmekten çıkarKüçük günahları önemsemeyen, daimî bir şekilde nefsini tevbeden alıkoyan, ölümün ansızın gelip gırtlağına yapışmasına kadar veya günahların karanlığı kalbinin üzerinde birikip tevbe etmesi zorlaşıncaya kadar bekleyen bir kimsenin hükmü de böyledirZira az, insanı çoğa davet ederBöylece kalp, şehvetlerin zincirleriyle bağlanmış olurBir daha da kalbi, şehvetlerin pençesinden kurtarmak mümkün olmazTevbe kapısının kapanmasının mânâsı bu demektirAllahü teâlâ'nın şu ayet-i celîlesiyle bu kasdedilmiştir:

Biz onların önlerine bir engel, arkalarına bir engel çekip kendilerini sardık; artık görmezler. (Yâsîn/9) Bu sırra binaen Hazret-i Ali (radıyallahü anh) şöyle demiştir:

Îman, kalpte beyaz bir nokta olarak görünürÎman arttıkça bu beyazlık da artarNe zaman ki kul, îmanın kemâline varırsa, o zaman kalbin tamamı beyazlaşır.

Münafıklık, kalpte siyah bir nokta olarak görünürMünafıklık arttıkça o siyahlık da artarKul, tam bir münafık olduğu zaman kalbin tamamı kararır!

Bu bakımdan anlaşıldı ki güzel ahlâklar, bazen tabiat veya fıtratla, bazen de güzel fiillerin alışkanlık hâline getirilmesiyle ve bazen de güzel fiil sahiplerinin tanınması ve onlarla arkadaşlık etmekle elde edilirÇünkü o güzel fiil sahipleri güzelliğin, salâh ve takvânın arkadaşlarıdırZira tabiat tabiattan hem şerri, hem de hayrı alırBu nedenle hakkında bu üç durumun gerçekleştiği -öğrenmek, âdet ve tabiat yönünden fazilet sahibi olan- bir kimsenin fazileti, faziletin zirvesi demektirRezil olan ve kötü arkadaşları bulunan, onlardan kötülüğü öğrenen, âdet edinilecek kadar şer sebeplerini kendisinde toplayan bir kimse ise, son derece Allah'tan uzaktırBu iki derece arasında bulunan bir kimse ise, bahsi geçen bu durumlardan bazılarının bulunduğu bir kimsedirBunların herbirinin yakınlık ve uzaklıkta, kişinin sıfat ve durumunun isteğine göre bir derecesi vardırNitekim Allahü teâlâ şöyle buyurmuştur:

Kim zerre miktarı bir hayır işlerse, onun mükâfatını görecek, kim de zerre miktarı bir kötülük işlerse onun cezasını görecektir. (Zilzâl/7-8)

Allah onlara zulmetmediFakat onlar kendi kendilerine zulmettiler. (Nahl/33)

39) Nesaî

40) Taberânî

41) Deylemî

22-4

Ahlâk'ı Güzelleştirmenin Yolları

Daha önce anlaşılmıştı ki ahlâkta îtidal, nefsin sıhhati demektirİtidalden uzaklaşmak ise, bir hastalıktırTıpkı mizacta îtidalin bedenin sıhhati, itidalden sapmanın o mizaçta bir hastalık olduğu gibi. . . Bu bakımdan biz bedeni misâl olarak ele alıp deriz ki; kötü huyların giderilmesi, faziletlerin ve güzel ahlâkın kazanılması hususunda nefsin tedavisi, bedenin illetlerini kendisinden uzaklaştırmak, sıhhatini kazandırmak hususundaki tedavisine benzer.

Nasıl ki mizacın esasında, mûtedil olmak galip ise, mideye gıdalardan ve değişik durumlardan zarar geliyorsa, tıpkı bunun gibi çocuk da fıtraten sıhhatli ve mûtedil olarak doğup dünyaya gelirAncak annesi ve babası onu yahûdî, hristiyan veya ateşperest yaparlar; yani alıştırmak ve öğretmek sûretiyle ona rezaletleri kazandırırlar! Nasıl ki beden, başlangıçta tam ve kâmil bir şekilde yaratılmıyorsa, ancak gıda ile terbiye edilip geliştiriliyor, yavaş yavaş kemâle doğru gidiyorsa, nefis de mükemmelliğe kabiliyetli olduğu halde, eksik olarak yaratılır.

Ancak terbiye, ahlâkın güzelleştirilmesi ve ilim ile gıdalandırmak sûretiyle mükemmelleştirilirEğer beden sıhhatliyse, doktorun vazifesi bu sıhhatli bedene, sıhhati koruyucu prensipleri gösterip, kanunları öğretmekse, beden hasta olduğu takdirde doktorun durumu ona sıhhati kazandırmaksa, tıpkı bunun gibi senin nefsin temiz ve saf ise, sana uygun düşen hareket o temizliği korumak için çalışmaktırOnu daha fazla kuvvetlendirmek, daha fazla temizlemek için çalışmaktırEğer nefsin mükemmel, saf ve temiz değilse en uygunu, nefse saflık kazandırmak için çalışmandırNasıl ki bedenin mûtedil durumunu değiştiren ve hastalığı getiren illet, ancak zıddıyla tedavi olunuyorsa, eğer hastalık hararetten ise soğukla, eğer soğuktan ise hararetle tedavi edilirTıpkı bunun gibi, kalbin hastalığı olan rezaletin de tedavisi zıddıyladırBu bakımdan cahillik hastalığı, öğrenmekle tedavi olunur.

Cimrilik hastalığı cömertlikle, gurur hastalığı tevâzu ile, oburluk hastalığı zoraki bir şekilde yemeği kesmekle tedavi olunurNasıl ki ilacın acılığına ve iştahın çektiği şeylere sabretmenin şiddetine, hasta bedenleri tedavi etmek için katlanmak gerekiyorsa, tıpkı onun gibi hasta kalbin tedavisi için de sabır ve mücâhedenin acılığına katlanmak lâzımdırHatta bu daha evlâdırÇünkü insan bedenin hastalığından ölüm ile kurtulurKalbin hastalığı ise -Allah korusun-ölümden sonra da ebediyyen devam eden bir hastalıktırNasıl her soğuk, sebebi hararet olan her hastalığa elverişli değilse, ancak belli bir sınırda olduğu zaman elverişli oluyorsa, bu da şiddet, zayıflık, devamlılık veya devamsızlık, çokluk ve azlık ile değişir ve buna faydalı miktarı belirten bir (doz) lâzımdırÇünkü eğer bunun ayarı (dozu) bilinmezse, fesad daha da artarAynen bunun gibi kötü huyların tedavisinde kullanılan zıt unsurlar için de bir ayar (doz) lâzımdır.

İlaçların ölçüsü (dozu) , hastalığın durumundan öğrenildiği gibi, doktor da hastalığın hararetten veya soğuktan geldiğini bilmedikçe tedavi edemezEğer hastalık hararetten ise, onun derecesini bilmesi gerekirAcaba zayıf mıdır, şiddetli midir? Bunu bildiği zaman, bu sefer bedenin durumunu dikkate alırHastanın sanatına, yaşına ve diğer durumlarına bakar. Sonra onlara göre tedavi ederTıpkı bunun gibi önder olan ve müridlerin nefislerini tedavi eden ve irşad isteyenlerin kalplerine ilaç veren şeyh de müridlere özel riyazetleri ve birtakım zorlukları tatbik etmeye kalkışmamalı, onların hastalık ve huylarını bilmedikçe özel bir yolla bu formülleri kendilerine tatbik etmemelidirNasıl doktor, bütün hastalıklara tek bir ilacı tatbik ettiğinde onların çoğunu öldürürse, şeyhin durumu da böyledir.

Eğer bütün müridlere, bir çeşit riyazet uygularsa, onları helâk eder ve kalplerini öldürürMürşid müridin hastalığını tedkik etmeli, onun halinin, yaşının, mizacının ve bünyesinin kaldırabileceği riyazeti güzelce düşünmelidir ve bunun üzerine uygulamasını yapmalıdırEğer mürid acemi ise, şeriatın sınırlarını bilmeyen bir cahilse, önce kendisine tahareti, namazı ve ibâdetlerin zâhirlerini öğretmelidirEğer mürid, haram bir malla meşgulse veya bir günah işliyorsa, herşeyden önce ona o günahı terketmeyi emretmelidirNe zaman ki müridin zâhiri, ibâdetlerle süslenir, zâhirî günahtan azaları temizlenirse, o vakit mürşid, durumun karinesiyle onun iç âlemine bakmalıdır ki kalbinin hastalıklarını ve ahlâkını sezebilsinEğer onun yanında zarurî ihtiyacından fazla bir mal görürse o malı kendisinden alıp hayır müesseselerine sarfetmelidirOnun kalbini o fazla maldan boşaltmalıdır ki müridin kalbi o fazla mala iltifat etmesin! Eğer müridin kalbinde hamakat, gurur ve nefis izzetinin galip olduğunu görürse, ona çarşı ve pazarlarda dilenme emrini vermelidir ki nefsin izzetini, riyaset dâvasını kırmış olsunZira nefsin riyaset iddiası ancak zillet ile kırılırDilenmekten daha büyük bir zillet yokturBu bakımdan mürşid, bir zaman için müride kibir ve gururu kırılıncaya kadar dilenmeye devam etmek teklifinde bulunmalıdırZira kibir, insanoğlunu öldürücü hastalıklardandırHamakat da böyledir.

Eğer mürşid müridin, beden ve elbise temizliğine fazla önem verdiğini görürse ve kalbinin de buna meyyal olduğunu müşâhede ederse, kalbin bununla sevindiğini, buna iltifat ettiğini hissederse, bu sefer, böyle bir müridi tuvalet temizlemekte, pis yerleri süpürmekte, mutfağın ve dumanlı yerlerin işlerini yapmakta çalıştırmalıdır ki temizlik hakkındaki hamâkatı giderilsin! Çünkü elbiselerini temizleyip süslenen ve süslü yamaları, renkli seccadeleri arayan kimseler ile bütün gün kendisini süsleyip püsleyen gelinler arasında hiçbir fark yokturBu bakımdan insanın kendi nefsine ibâdet etmesiyle bir puta tapması arasında hiçbir fark yokturO halde kul ne zaman Allah'tan başkasına ibâdet ederse, Allah'tan perdelenirKim elbisesinin helâl ve temiz olması cihetinden kalbinin iltifat edeceği bir şekilde başka birşeyi gözetirse, bu kimse nefsiyle meşguldürRiyazetin inceliklerindendir ki mürid, kendiliğinden hamâkatı terketmek veya başka bir sıfatı terketmek suretiyle müsamaha göstermediği ve onun zıddıyla amel etmeye yanaşmadığı zaman, en uygunu onu o kötü ahlâktan, ondan daha az kötü olan bir ahlâka nakletmesidirTıpkı kanı sidik ile yıkayan, sonra sidiği su ile yıkayan bir kimse gibi. . . Bu da su kanı gidermediği zaman caiz olur.

Nitekim çocuk, önce top oynamak, çelik çomak fırlatmak ve benzerini yapmak sûretiyle mektebe gitmeye teşvik edilir, sonra oyundan zînete ve güzel elbiselere nakledilir, ondan da riyaset ve makama teşvik edilir, ondan da âhirete teşvik edilirBu bakımdan mertebe ve makamı bırakmaya nefsi razı olmayan bir kimse, o makamdan günah yönünden daha hafif bir makama nakledilirDiğer sıfatlar da böyledir ve böylece mürşid, obur olan müride oruç tutmayı ve az yemeyi emretmelidir. Sonra ona lezzetli yemekleri hazırlama zahmetine katılmasını emretmelidirO lezzetli yemekleri ona değil, onun eliyle başkasına takdim ettirmelidirHazırladığı o güzel yemeklerden yememeli ki böylece nefsi kuvvet bulsun, sabretmeyi âdet edinip oburluğu kırılsın! Müridi genç iken evlenmeye iştiyaklı gördüğü, nafaka vermekten aciz olduğunu müşahede ettiği zaman müride oruç tutmayı emretmelidirMüridin nefsinin oruç tutmakla terbiye edilmediğini görürse, bu sefer ona bir gece su ile iftar edip yemek yememek, başka bir gece de yemek yeyip su içmemek sûretiyle oruç tutmayı emretmelidirOna et yemeyi ve katığı, nefsi zelil oluncaya ve şehveti kırılıncaya kadar yasaklamalıdırBu bakımdan iradenin başlangıcında açlıktan daha başka bir tedavi formülü yokturEğer müridde öfkenin galip olduğunu görürse, ona hilmi ve susmayı emretmelidirAhlâken kötü olan bir kimseyi ona musallat etmeli, ahlâken kötü olan bir kimsenin hizmetini kendisine vazife olarak vermelidir ve onun sertliklerine göğüs germek hususunda nefsi yetişinceye kadar bu vazifesi devam etmelidir.

Nitekim hikâye olunuyor ki bir zat, nefsini hilim sıfatına alıştırıp öfkenin şiddetini gidermeye çalışırdıHalk arasında kendisine küfretmek için adam kiralardıNefsini sabretmeye zorlar, öfkesini yutmaya alıştırırdıHatta bu şekilde hilim onun için bir âdet olduHilim hususunda öyle gelişti ki bu vadide onunla darb-ı mesel getiriliyorduBir zat da nefsinde korkaklık ve kalbin zafiyetini hissettiŞecaat ahlâkını kazanmayı istediği için kış mevsiminde denizin dalgaları kabardığı anda denizde seyahate çıkıyorduHindistan âbidleri de ibâdetteki tembelliği bütün geceyi tek ayak üzerinde geçirmek suretiyle tedavi ederlerŞeyhlerden biri başlangıcında ibâdet yapmakta tembelleşiyorduBütün gece başının üzerinde dururdu ki nefis kendiliğinden ayak üzerinde durmaya razı olsun!

Bazıları da mal sevgisini bütün malını satmak ve denize atmak suretiyle tedavi etti42

Çünkü malını satıp halka dağıtmakta cömertlik hamâkatına ve vermek suretiyle riyaya düşmekten korkuyorduİşte bunlar birkaç misâldirSana kalplerin tedavi yolunu gösterirlerBizim burada gayemiz her hastalığın ilacını zikretmek değildirZira bu husus, kitabımızın diğer kısımlarında gelecektirBizim şimdilik gayemiz, bu husustaki umumî yolun, nefsin her isteğinin zıddını yapmak ve ona meyletmek olduğuna dikkati çekmektirAllahü teâlâ bütün bunları aziz kitabında bir cümleyle şöyle ifade etmiştir:

Ama kim rabbinin divanında du (rup hesap ver) mekten korkmuş ve nefsi (ni) kötü heves (ler) den menetmişse, onun barınağı da cennettir. (Nâziât/40-41)

Mücâhedede en mühim temel, azim göstermektirBu bakımdan kişi şehvetin terkine azmettiği zaman, onun sebepleri kendisine müyesser olmuş demektir ve bu da Allahü teâlâ'dan bir iptila ve denemedirO halde burada sabrederek devam etmesi uygundurÇünkü kişi azmin terkini âdet edinirse, nefis buna alışır ve sonunda bozulurEğer kazara azim zaafa uğrarsa, en uygunu nefsin cezalandırılması bahsinde Muhasebe ve Murakabe bölümünde dediğimiz gibi nefsine bu hususta ceza vermesidirNefsini ceza vermekle korkutmadığı takdirde nefis ona galebe çalar, şehvetine uymayı güzel gösterirBöylece riyazet ve çalışması tamamen bozulur.

42) Malı zâyi etmek İslâm'da yoktur. Ancak müellifin söylediği, bazı şahıslara mahsus bir istisnadır. Umumî bir düstur değildir

Kalplerin Hastalıkları ve Sıhhate Kavuştuklarına Delâlet Eden Alâmetleri

Bedenin âzâlarının herbiri, kendisine mahsus bir fiil için yaratılmıştırOnun hastalığı ancak kendisi için yaratıldığı fiili yapmamasıdırHasta olmaması için o fiil, kendisinden çıkmamalı veya bir nevi sallantı ile kendisinden çıkmalıdırBu bakımdan elin hastalığı, kendisine çalışmanın zor gelmesidirGözün hastalığı, görmenin kendisine zorlaşmasıdırKalbin hastalığı da yapması için yaratılmış olduğu fiilin yapılmasının kendisine zor gelmesidirBu fiil de ilim, hikmet, mârifet, Allah sevgisi, Allah'a ibâdet, Allah'ın zikrinden zevk duymak ve Allah'ın zikrini diğer şehvetlere tercih etmek ve bütün şehvetler ve âzâlarla Allah'ın zikrine yardım etmektirNitekim Allahü teâlâ şöyle buyurmuştur:

Ben insanları ve cinleri, ancak bana ibâdet etsinler diye yarattım. (Zâriyât/56)

Bu bakımdan her âzâda bir fayda vardırKalbin faydası; hikmet ve mârifettirİnsan nefsinin özelliği, hayvanlardan ayrılmasına sebep teşkil eden şeydirÇünkü Âdem oğlu hayvanlardan yemek, cinsel güç, görme ve bunlara benzer özelliklerle ayrılmazAksine eşyanın hakikatini bilmekle ayrılırEşyanın aslı, mûcidi ve onları eşya olarak yaratan Allahü teâlâ'dırBu bakımdan kişi herşeyi bilip Allah'ı bilmediği takdirde sanki hiçbir şey bilmiyor demektirMârifetin alâmeti sevgidirO halde, Allah'ı bilen bir kimse Allah'ı severMuhabbetin alâmeti; dünyayı ve başka sevgilileri Allah'a tercih etmemektir.

De ki: Babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, karılarınız, soylarınız, kazandığınız mallar, geçersiz olmasından korktuğunuz ticaret, hoşunuza giden meskenler, size, Allah'tan, Rasûlü'nden ve onun yolunda cihaddan daha sevgili ise, artık Allah'ın emri (azabı) gelinceye kadar bekleyin! Allah fâsıklar topluluğunu hidayete erdirmez, (Tevbe/24)

Bu bakımdan nezdinde Allah'tan daha sevimli birşey bulunan bir kimse hastadırNitekim çamur yemenin ekmek yemek ve su içmekten daha sevimli geldiği her midenin veya ekmek ve su isteğinin kaybolduğu her midenin hasta olduğu gibi. . . İşte hastalıkların alâmetleri bunlardırBu bakımdan Allah'ın dilediği hariç, bütün kalplerin hasta olduğu anlaşılmıştırAncak birtakım hastalıklar vardır ki sahipleri onları teşhis edememektedirKalbin hastalığı sahibi tarafından teşhis edilmeyen hastalıklardan olduğu için sahibi ondan gâfil olurEğer biliyorsa ilacın acılığına sabretmek ona zor gelirÇünkü ilacı, şehvetlere muhalefet etmektirBu ise ruhun zorluk çekmesi demektirEğer nefsinde tedaviye sabır göstermek kudreti görürse, ehil bir doktor bulamazsa, nefsini tedavi etmelidirÇünkü doktorlar âlimlerdirMaalesef onlara da hastalık galebe çalmaktadırO halde hasta bir doktor pek az tedavisine bakar ve bunun için de bu hastalık daimî ve müzmin bir hastalık olmuşturBu ilim tamamen ortadan kalkmış, kalplerin tababeti tamamen inkâr edilmiştirHalk dünya sevgisine, zâhirleri ibâdet, bâtınları âdet ve gösterişler olan amellerin sevgisine yönelmiştirİşte bunlar hastalıkların esaslarının alâmetleridir.

Tedaviden sonra sıhhate kavuşmasının alâmetlerine gelince, onlar da şunlardır: Kişinin tedavi ettiği illete bakmasıdırEğer cimrilik hastalığını tedavi ediyorsa, bu hastalığın öldürücü ve Allah'tan uzaklaştırıcı bir hastalık olduğunu bilmelidirBunun tedavisi ancak mal vermek ve infak etmekle mümkün olurFakat kişi bazen malı israfçı olacak derecede verirBu sefer israf da hastalık olur, kişi tıpkı soğukluğu, hararet galebe çalıncaya kadar tedavi eden bir kimse durumuna düşer ki bu da hastalıktırAksine istenilen, hararet ile soğukluğun arasındaki îtidal dengesini elde etmektirCimrilik hastalığının tedavisinde de böylece israf ile cimrilik arasındaki normal durumu elde etmek gerekir ki ifrat ve tefrit taraflarından uzak olup orta yolun tam üzerinde bulunsunOrta yolun ne olduğunu bilmek istiyorsan, kötü ahlâkın gerektirdiği fiile bak! Eğer o fiil, senin için daha kolay ve zıddından daha hoş geliyorsa bil ki o fiili gerektiren kötü ahlâk sende galiptir.

Mesela malın toplanması ve saklanması sence onu hak edene vermekten daha sevimli ve senin için daha kolay ise bil ki, sende galip olan cimrilik ahlâkıdırO vakit malın verilmesine devam etmekte daha ileri git! Eğer müstehak olmayan bir kimseye vermek senin nezdinde hak ile tutmaktan daha sevimli ve kolay ise bil ki, sende israf sıfatı galiptirO vakit malı yeniden elinde tutma durumuna dön! Böylece durmadan nefsini murakabe edip fiillerin yapılması ve neleri kapsadığıyla ahlâkının ne raddede olduğuna istidlâl ederek muttali ol!

Kalbinin mala duyduğu ilgisi kesilinceye, malın dağıtılmasına ve tutulmasına meyletmeyecek raddeye varıncaya kadar devam etÖyle ki mal senin nezdinde su gibi olmalıdırO malı ancak bir muhtacın ihtiyacı için tutmalı veya bir muhtacın ihtiyacına sarfetmelisinSenin nezdinde vermek, vermemekten daha sevimli olmamalıdırBöyle olan her kalp -özellikle bu makamdan- Allah'a sapasağlam gelmiş bulunması ve böyle bir kalbin diğer kötü ahlâklardan da selim olması gerekir ki dünya ile ilgili olan bir şeyle alâkası bulunmasın! Nefis, dünyadan alâka ve irtibatlarını kesmiş olduğu halde, dünyaya iltifat etmeksizin, onun sebeplerine iştirâki olmaksızın ölünceye kadar böyle olmalıdırİşte bu anda nefis, mutmain olan bir nefsin dönüşüyle rabbine dönerHem rabbinden râzı, hem de rabbi kendisinden râzıdırRabbinin peygamberler, sıddîklar, şehid ve sâlihlerden olan mukarreb (yaklaştırılmış) kullarına katılmış olur.

Bunlar da arkadaş olmak yönünden ne güzeldirler! İki taraf arasındaki hakikî itidalin bulunması gayet zor olduğundan hatta kıldan daha ince, kılıçtan daha keskin olduğundan, şüphesiz dünyada böyle dosdoğru yolun üzerinde olan bir kimse, âhirette de böyle bir köprünün üzerinden rahatlıkla geçebilirİnsan taraflardan birisine meyletmeden, dosdoğru yoldan kaymaktan nâdiren kurtulabilirBu bakımdan kulun meyli hangi tarafta ise, kalbi mânen oraya bağlıdır ve bunun için de bir nevi azaptan ve ateş üzerinden geçmekten bir türlü kurtulamaz, çakan bir şimşek gibi geçse bile. . . Nitekim Allahü teâlâ şöyle buyurmuştur:

İçinizden oraya gitmeyecek hiç kimse yokturBu, rabbinin katında kesinleşmiş bir hükümdür. Sonra Allah'tan korkup sakınanları kurtaracağız. (Meryem/71-72)

Yani dosdoğru yola yakınlıkları, uzaklıklarından daha fazla olan kimseleri kurtaracağızİstikametinin çetin oluşundan dolayı her kula gereken günde onyedi defa "Ya rabbî! Bizi dosdoğru yola ilet!' duasında ısrar etmektirZira namazın her rek'atında Fatihayı okumak (Şâfiî'ye göre) farzdır.

Rivâyete göre bir kişi rüyasında Hazret-i Peygamberi gördü, "Ya Rasûlallah! Sen 'Hûd suresi beni ihtiyarlattı' demişsinNeden böyle söyledin?" diye sorunca, Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur: "Çünkü o sûrede 'Emrolunduğun gibi dosdoğru ol!' (Hûd/112) ayeti vardır".

Dosdoğru yol üzerinde istikamet gayet zordurFakat istikametin hakikatine gücü yetmese dahi, onun yakınına varmak için var kuvvetiyle çalışmalıdırO halde kurtuluş isteyen kişi ancak sâlih amellerle kurtulabilirSâlih ameller de ancak güzel ahlâktan meydana gelirO halde her kul ahlâk ve huylarını tahkik etmeli, onları teker teker saymalı, gözden geçirmeli, tertip üzere onların teker teker tedavisiyle meşgul olmalıdırBu bakımdan biz, Allahü teâlâ'nın bizi mûttaki kullarından eylemesini niyaz ederiz.

NEFSİ TERBİYE ETMENİN YOLLARI konusu devamı;