12-5
Karı Koca Arasındaki Adâb-ı Muâşeret ve Nikâhın Devâmını Sağlayacak Hususlar
A) Kocanın Vazifeleri
Kocanın şu oniki hususta edep ve itidâli gözetmesi gerekir:
1. Velîme
2. Muâşeret
3. Duâbe
4. Siyâset
5. Gayret
6. Nafaka
7. Tâlim
8. Taksim
9. Naşize
10. Vikâ
11. Vilâdet
12. Talâk; boşanmada adalet ve âdâb
1. Velîme
Velîme yemeği vermek müstehabdır. Enes (radıyallahü anh) şöyle anlatır:
Allah'ın Rasûlü (sallâllahü aleyhi ve sellem) Abdurrahman b. Avf'ın üzerinde kına eseri görünce sordu:
- Bu nedir?
- Bir nevat (bir nev'i ölçü) ağırlığında altın mehir ile bir kadınla evlendim.
- Allah senin için bereketli kılsın. O halde bir koyunla olsa dahi velime yemeğini yedir. 78
Rasûlüllah (sallâllahü aleyhi ve sellem) Safiyye validemizle evlendiği zaman, hurma ve kavudu velîme yemeği olarak yedirmiştir. 79
Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:
Evlenmenin ilk gününde yemek yedirmek haktır. İkinci gününde sünnettir. Üçüncü günün yemeği ise riya ve şöhret içindir. Kim yaptıklarını halka duyurmak isterse Allahü teâlâ'da kıyâmet gününde onu halka duyurur. 80
Bu hadîsi sadece Ziyad b. Abdullah merfû olarak rivâyet etmiştir. Oysa hadd-i zâtında garib'dir.
Evlenen bir kimseyi tebrik etmek müstehabdır. Tebrik eden şöyle demelidir: 'Allah mübarek etsin, bereketine kavuştursun. İkinizi hayırda birleştirsin'. Ebû Hüreyre (radıyallahü anh) Hazret-i Peygamber'in kendisine yukarıdaki duâyı okumasını emrettiğini rivâyet eder. 81
Evliliğin açık bir şekilde yapılması müstehabdır.
Nitekim Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) bu konuda şöyle buyurmuştur:
Helâl ile haram arasını ayıran, def çalmak ve ses vermektir. 82
Nikâhı ilân ediniz. Câmilerde yapınız ve nikâh merâsiminde def çalınız. 83
Muavviz'in kızı er-Rübeyî diyor ki: 'Hazret-i Peygamber, evlendiğim gün odama girdi. Yatağımın üzerine oturdu. Bizim cariyeler de def çalıyorlar ve savaşta öldürülen ecdadımın şiirlerini okuyorlardı. Câriyelerin bu hareketleri devam etti, tâ ki biri şöyle deyinceye kadar: 'İçimizde bir peygamber vardır. Yarın ne olacağını bilir'. Câriyenin bu sözünü işiten Hazret-i Peygamber, câriyeye şöyle dedi:
Bu sözleri söyleme! Bundan önce söylediklerine devam et!84
78) Müslim ve Buhârî
79) Sünen sahipleri, (Enes'ten)
80) Tirmizî, (İbn Mes'ûd'dan)
81) Ebû Dâvud, Tirmizî ve İbn Mâce
82) Tirmizî ve İbn Mâce
83) Tirmizî ve Beyhâkî
84) Buhârî
2. Muâşeret
Kadınlarla iyi geçinmeli ve onlara karşı güzel ahlâklı olmalıdır. Kadınların aklı kısa olduğundan dolayı kocaları böyle yapmakla onlara merhamet etmiş olur. Zira Allahü teâlâ şöyle buyurmaktadır:
Onlarla iyi geçinin. (Nisâ/19)
Onlar sizden sağlam bir teminat almışlardır. (Nisâ/21)
Yakın arkadaşınıza iyilik edin. (Nisâ/36)
Müfessirlerden bazıları 'yakın arkadaşları maksadın zevce olduğunu söylemişlerdir. Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) son nefesinde üç şey hakkında vasiyette bulundu. Dili ağırlaşıncaya ve konuşması fısıltı hâlini alıncaya kadar bu üç şey hakkındaki tavsiyesini tekrarlayıp duruyor ve şöyle diyordu:
Namaza dikkat ediniz. Bir de elinizde bulunan kölelerin hakkına riayet ediniz. Onların tâkatinin dışında kendilerine birşey yüklemeyiniz. Kadınlar hakkında Allah'tan korkunuz. Allah'tan! Zira kadınlar ellerinizde esirdirler; (esire benzerler) . Onları Allah'ın emanetiyle tasarrufunuz altına almış bulunuyorsunuz. Onların nefislerini Allah'ın kelimesiyle kendinize helâl kılmış bulunuyorsunuz. 85
Hanımının kötü huyuna karşı sabır gösteren bir müslümana Allahü teâlâ Hazret-i Eyyûb'a vermiş olduğu sevap kadarını verir. Hangi müslüman kadın, kocasının kötü huylarına karşı sabır gösterirse Firavun'un karısı Âsiye'nin" sevabı kadar kendisine Allah tarafından sevap verilir. 86
Kadınla iyi geçinmek, sadece kadına eziyet etmemek demek değildir. Aksine kadına eziyet etmediği gibi, kadından gelen eziyete de tahammül etmektir. Kadının heyecan ve öfkesi ânında hilim ve sabır göstermelidir. Böyle yapmakla Hazret-i Peygamber'e uymuş olur. Çünkü Hazret-i Peygamber'in pâk zevceleri onun konuşmalarına karşılık verirlerdi. Hatta onlardan bazıları sabahtan akşama kadar Hazret-i Peygamber'e küserdi. 87
Hazret-i Ömer'in zevcesi konuşmasına karşılık verince Hazret-i Ömer öfkelenerek 'Ey mendebur! Sen bana karşılık mı veriyorsun?' dedi. Kadın "Allah Rasûlü'nün hanımları bile ona karşılık veriyorlar. Oysa o, senden çok hayırlı ve üstündür' dedi. Hazret-i Ömer 'Kızım Hafsa, eğer Rasûlüllah'a karşılık veriyorsa mahrum oldu ve zarar etti' diye dövündü. Sonra kızı Hafsa'ya şöyle dedi: 'Kızım Hafsa! Sakın İbn Ebî Kuhâfe'nin (Hazret-i Ebû Bekir'in) kızına (Âişe'ye) bakıp aldanma. Zira o, Rasûlüllah'ın sevgilisidir, (Sen ise, onun kadar Rasûlüllah nezdinde sevilmemektesin) '. Böylece Hafsa validemizi Rasûlüllah'a karşılık vermekten sakındırdı. 88
Rivâyet ediliyor ki, Rasûlüllah'ın pâk zevcelerinden biri Hazret-i Peygamber'i göğsünden iteledi. O hanımı gören annesi, onun bu hareketini şiddetle kınayarak onu azarladı.
Bu durumu müşâhede eden Hazret-i Peygamber kayınvalidesine şöyle dedi:
Onu azarlama, kendi hâline bırak. Onlar senin gördüğünden daha fazlasını yapıyorlar. 89
Rasûlüllah ile Aişe validemizin arasında bir münâkaşa cereyan etti. Öyle ki, Hazret-i Ebû Bekir es-Sıddîk'ı aralarında hakem yapmaya mecbur oldular. Bunun üzerine Rasûlüllah, Âişe validemize şöyle dedi:
- Sen mi konuşacaksın, yoksa ben mi?
- Hayır, sen konuş! Fakat hakikatten ayrılma. Ancak hakkısöyle!
Hazret-i Âişe'den bu sözü duyunca Hazret-i Ebû Bekir (radıyallahü anh) öfkelenerek, ağzını kanatacak şekilde Âişe'yi tokatladı ve Âişe'ye hitâben dedi ki: 'Ey nefsinin düşmanı! Acaba Allah'ın Rasûlü haktan başkasını mı söyler?' Bu durum karşısında kalan Hazret-i Âişe, Rasûlüllah'a sığındı ve arkasında oturmaya mecbur oldu.
Rasûlüllah (sallâllahü aleyhi ve sellem) Hazret-i Ebû Bekir'e hitaben şöyle dedi:
Biz seni onu dövmek için çağırmadık ve senden vurmanı da istemedik. 90
Bir ara Âişe validemiz, Rasûlüllah'ın yanında öfkelenerek şöyle dedi: 'Allah'ın peygamberi olduğunu iddia eden bir kimsesin sen!' Bu söz karşısında Hazret-i Peygamber tebessüm etti. Halim ve kerim sıfatına bürünerek buna da tahammül gösterdi. 91
Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) , Âişe validemize şöyle dedi:
- Ben senin öfkeli olup olmadığını biliyorum.
- Nasıl biliyorsun?
- Sen hoşnut olduğun zaman 'Hayır, Muhammed'in ilahına yemin ederim' dersin, öfkelendiğin zaman da 'Hayır, İbrâhim'in ilahına yemin ederim' dersin.
- Doğru söylüyorsun, sana öfkelendiğim zaman senin ismini terkediyorum. (Peygamberliğinden ise, hiçbir zaman şüphe etmiyorum) . 92
Deniliyor ki: İslâm'da ilk sevgi, Rasûlüllah'ın Hazret-i Âişe'ye olan sevgisidir. 93
Hazret-i Peygamber, Âişe validemize derdi ki:
Ebû Zer, Ümmü Zer'e nasıl idiyse, ben de sana öyleyim. Ancak ben seni boşamam. 94
Hazret-i Peygamber pâk zevcelerine şöyle demiştir:
Âişe hakkında beni üzmeyiniz! Zira Allah'a yemin ederim, onun dışında hiçbirinizin yatağında bana vahiy nâzil olmuş değildir. 95
Enes (radıyallahü anh) der ki: 'Allah'ın Rasûlü, çocuklar ve kadınlar hakkında herkesten daha merhametli ve şefkatli idi'. 96
85) Nesâî ve İbn Mâce
86) İmâm Irâki bu hadisin aslına rastlamadığını söylemektedir.
87) Müslim ve Buhârî
88) Müslim ve Buhârî
89) İmâm Irâkî bu hadisin aslına rastlamadığını söylemektedir.
90) Tebârânî ve Hatib
91) Ebû Ya'la, Ebû Şeyh
92) Müslim ve Buhârî
93) Müslim ve Buhârî
94) Müslim ve Buhârî
95) Buhârî
96) Müslim
3. Duâbe
Hanımının sıkıntılarını gidermeye, onunla oynaşmaya ve şakalaşmaya çalışmalıdır. Çünkü bu tür hareketler kadınların kalbini hoş eder. Allah'ın Rasûlü (sallâllahü aleyhi ve sellem) onlarla şakalaşıyordu. İşlerinde ve hareketlerinde onların seviyesine iniyordu. Hatta rivâyet ediliyor ki, Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) Âişe validemizle yarışıyordu. Bir gün Hazret-i Âişe onu geçti. Bazı günlerde o Âişe'yi geçti ve 'Bugün kazandığım zafer, daha önce kazandığın zafere karşılık olsun'97 dedi.
Haberde şöyle gelmiştir: Hazret-i Peygamber herkesten daha iyi hanımlarıyla konuşan ve şakalaşan bir kimseydi. 98
Âişe vâlidemiz şöyle anlatmaktadır:
Aşûre gününde birtakım Habeşlilerin mescidde kılıç kalkan oyunlarının seslerim duydum. Seslere dikkat ettiğimi gören Rasûlüllah bana şöyle dedi: 'Onların oyunlarını görmek is ter misin?' Ben 'evet isterim' dedim. Rasûlüllah onlara haber gönderdi, benim odamın kapısına geldiler. Rasûlüllah kapı yanlarının arasında durdu. Elini kapının önüne koydu. Bir elini de arkaya uzattı. Ben de çenemi Rasûlüllah'ın eli üzerine koydum. Onlar oynuyor, ben de böylece seyrediyordum. Rasûlüllah zaman zaman bana 'Bu kadar yeter mi?' diyordu; ben ise, Rasûlüllah'a iki veya üç defa 'sus (biraz seyredeyim) ' dedim. Sonra Rasûlüllah bana tekrar, 'Ey Aişe! Bu kadar yeter mi ?' dedi. Ben de 'evet' dedim. Bunun üzerine Rasûlüllah Habeşlilere işaret etti. Onlar da dağılıp gittiler. Onlar gittikten sonra Hazret-i Peygamber 'mü'minlerin îman yönünden en mükemmel olanları ahlâkı en güzel ve ailesine karşı en fazla lütufkâr olan kimsedir'99 dedi.
Ey ümmetim! Sizin en hayırlınız, zevcelerine en hayırlı olanınızdır. Ben ise zevcelerim için hepinizden daha hayırlıyım. 100
Hazret-i Ömer (radıyallahü anh) katılığına rağmen şöyle demiştir: 'müslüman kişi aile efradı içinde çocuk gibi olmalıdır. Dışarıya karşı ise erkek olmalıdır'.
Lokman Hakîm şöyle demiştir: 'Akıllı bir kişiye gereken hareket, aile efradının içinde çocuk gibi olmaktır. Ne zaman cemaate katılırsa, erkek olmalı'.
Allah, katı tabiatlı, sitemkâr, kibirli ve hiç kimseye ikramda bulunmayanlara buğzeder. 101
Bu hadîsin tefsirinde şöyle denildi: 'Ca'zerî, aile efradına karşı merhametsiz olan kimse demektir. Cevvaz ise, gururlu ve mütekebbir olan kimse demektir'.
Hadîse verilen bu mânâ, şu ayete verilen mânâlardan biridir: 'O utüll'dür' (Kalem/13) . Denildi ki: Utüll, lisânı bozuk, çoluk çocuğuna karşı kalbi katı demektir.
Hazret-i Peygamber, Câbire 'Neden bir bâkire kızla evlenmedin ki, sen onunla, o da seninle oynaşırdınız' demiştir.
Bedevî bir kadın, ölen kocasını şöyle vasıflandırıyordu: 'Allah'a yemin ederim, o eve girdiği zaman, güler yüzlü idi. Çıktığında diline sahipti. Bulduğunu yer, kaybolanın nereye gittiğini sormazdı'.
97) Ebû Dâvud, Nesâî, İbn Mâce
98) Hasan b, Süfyân, Bezzâr ve Taberânî
99) Nesâî, Tirmizî ve Hâkim
100) Tirmizî
101) Ebû Bekir b. Lâl
4. Siyaset
Şakada, güzel ahlâk ve kadının nefsî isteklerine uymakta kadının ahlâkını bozacak kadar ve kendisinin de kadın nezdindeki itibarını düşürecek kadar müsamaha göstermemelidir. Aksine mutedil ve normal hareket etmelidir. Kadında herhangi bir münker gördüğünde heybetini ve râzı olmadığını göstermelidir. Kötülüklere yardım eden kapıyı açmamaya bakmalıdır. Allah'ın nizamına, insan mürüvvetine aykırı olan herhangi bir şeyi kadından gördüğü zaman, kaplan kesilip kükremelidir.
Hasan-ı Basrî şöyle demiştir: 'Allah'a yemin ederim, kadının hevâsına itâat ederek sabahlayan bir kimseyi (Allahü teâlâ) yüzü üstü cehenneme atar'.
Hazret-i Ömer (radıyallahü anh) şöyle demiştir: 'Kadınlara (onların hevaî isteklerine) muhalefet edin. Çünkü onların hevâlarına muhalefet edişinizde bereket vardır'.
Denildi ki, 'Kadınlarla istişare edin, fakat sonunda onlara muhalefette bulunun'.
Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:
Karısının kölesi olan kaymış veya mahrum olmuştur. 102
Hazret-i Peygamber bu hükmünü ancak kadının hevâsında kadına itâat edenin, kadının kölesi olduğuna binaen vermiş bulunuyor ve böyle olan bir kimse ise, kaymış demektir! Çünkü Allahü teâlâ, kadını onun tasarrufu altına verdiği halde; o, Allah'ın hükmüne râzı olmayıp kendi nefsini kadının tasarrufu altına veriyor demektir ve böylece emri ters çeviriyor ve hükmü alt üst ediyor, dolayısıyla şeytana da itaat ediyor olmaktadır. Zira şeytan şöyle der:
Ve elbette onlara emredeceğim de Allah'ın yarattığını değiştirecekler. (Nisâ/119)
Çünkü kocanın hakkı, âmir olmaktır, memur olmak değil. . . Allahü teâlâ da erkeklerin kadınlar üzerinde hâkim olduklarını belirtmiş ve şu ayette kocaya seyyid (efendi) diyerek şöyle buyurmuştur:
Kapının yanında hanımın seyyidine (kocasına/efendisine) rasgeldiler. . . (Yûsuf/25)
Bu bakımdan seyyid mertebesinde bulunan koca, bu mertebeden inerek hanımın emri altına girip ona itaat ederse, böyle bir koca Allah'ın nimetini küfrân-ı nimet ile değiştirmiş olur! Kadının nefsi, tıpkı senin nefsinin misâline benzer. Eğer sen, nefsinin zincirini biraz gevşetirsen, o serkeş nefis, seni uzun uzadıya çekip götürür. Eğer onun ağzına gem vurup durdurmak yerine, elini dizginin üzerine şiddetli bir şekilde koyarsan onu hakimiyetinin altına almış olursun.
İmâm-ı Şâfiî şöyle demiştir: 'Üç sınıf vardır ki sen onlara (aşırı derecede) ikrâm edersen, onlar seninle alay ederler. Eğer onlara itibar etmezsen bu sefer sana ikrâm etmeye başlarlar: a) Kadın, b) Ücretle sana hizmet eden kimse, c) Nebtî (çiftçi) '.
İmâm-ı Şâfiî bu hükümle şunu kasdediyor: Eğer sen bu üç sınıfa devamlı yumuşak davranıp ikram edersen bunlar azarlar. Bu bakımdan bunlara bir taraftan merhamet göstermekle beraber, bir taraftan da azmamaları için sertlik göstermen gerekir. Böylece durumu idare etmiş olursun.
Arap kadınları, kızlarına kocalarını nasıl deneyeceklerini şöyle öğretirlerdi:
Kocana, hücum edip onu başlamazdan önce onu denemen gerekir; Önce mızrağının başındaki demiri yerinden çıkar. Eğer kocan buna sesini çıkarmazsa, bu sefer onun kalkanı üzerinde et doğra. Eğer buna da sükût ederse onun kılıcı ile etin kemiklerini kır. Eğer buna da sükût eder sesini çıkarmazsa, o zaman onun sırtına palan vur ve bin. Zira böyle bir koca senin eşşeğindir.
Adâlet ile gökler ve yer pâyidar olmuştur. Bu bakımdan haddini aşan herşey zıddına dönüşür. O halde gerek muhalefette ve gerek muvafakatta normal bir yol tâkib etmen gerekir. Bütün bunlarda hakka tâbi olman lâzımdır ki, kadınların şerrinden korunmuş olasın. Zira kadınların hilesi pek büyüktür. Onların şerri ise yaygındır. Onlarda kötü ahlâk ve çapraşık bir akıl hâkimdir. Onlar ancak siyasetle ve ince bir hareket ile yola gelebilirler.
Nitekim Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:
Saliha ve dindar bir hanımın kadınlar içerisindeki durumu, karnı beyaz bir karganın yüz karga içerisindeki durumu gibidir. 103
Lokman Hekîm'in oğluna yapmış olduğu vasiyette şunlar yer almaktadır: 'Ey oğul! Kötü kadından sakın ve uzaklaş! Zira o, sana ihtiyarlık gelmeden önce seni ihtiyar yapar. Kadınların şerlilerinden korun. Çünkü onlar hiçbir zaman hayra dâvet etmezler. Kadınların hayırlılarından da korkulu bulun'.
Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:
(İnsanın belini kıran) üç şeyden sakınınız ve onların şerrinden Allah'a iltica ediniz. 104
Kötü kadını da bu üç şeyden biri olarak belirtmiştir. Zira kötü kadın, ihtiyarlık zamanı gelmeden önce, insanı ihtiyarlatır.
Başka bir lâfızda kötü kadın şöyle tanımlanır:
Eğer onun yanına girersen seni yılan gibi sokar ve eziyet verir. Eğer ondan uzaklaşırsan sana ihânet eder.
Hazret-i Peygamber, kadınların hayırlıları hakkında şöyle buyurmaktadır:
Sizler Yûsuf un kadınları gibisiniz!105
Allahü teâlâ, Hazret-i Peygamber'in hanımları onun sırrını ifşâ ettikleri zaman onlara şöyle hitâb etti:
Eğer ikiniz de Allah'a tevbe ederseniz ne güzel! Çünkü kalpleriniz gerçekten haktan sapmıştır. (Tahrim/4)
Allah, bu hükmü Rasûlü'nün en hayırlı zevceleri hakkında vermektedir.
Kendilerini bir kadının idâre ettiği kavim felaha ermez. 106
Hazret-i Ömer (radıyallahü anh) hanımı kendisine müracaat ettiği zaman onu şiddetle azarlayıp şöyle demiştir: 'Sen ancak evin bir kenarında bulunan bir oyuncaksın. Eğer bizim sana bir ihtiyacımız varsa ne âlâ. Eğer böyle bir durum yoksa olduğun yerde oturacaksın'.
Bütün bu zikredilen şeylerden anlaşıldı ki, kadınlarda şer ve kötü ahlâk olduğu gibi zâfiyet de vardır. Şerrin ilâcı ise, biraz siyaset ve biraz da katılıktır. Tatlı konuşmak ve şefkat göstermek de bazen zâfiyetin ilâcıdır. O halde bilgin bir doktor odur ki, hastalık nisbetinde ilâcının dozunu ayarlar. Bu bakımdan kişi önce kadının ahlâkını incelemelidir. Sonra kadının durumu neyi gerektiriyorsa, ona göre davranıp onu ıslâh etmelidir.
102) İmâm Irâkî, bu hadisin son şekildeki rivâyetine vâkıf olmadığını kaydettikten sonra, 'Altının kölesi ve gümüşün kölesi olan kaymıştır' şeklinde Buhârî'nin rivâyet ettiği bir hadisin mevcut olduğunu söylemektedir.
103) Taberânî, (Ebû Umâme'den) ; İmâm-ı Ahmed, (Amr b. As'tan)
104) Deylemî, Müsned'ül-Firdevs
105) Müslim ve Buhârî
106) Buhârî, (Ebû Bekre'den bir benzerini)
5. Gayret (Kıskançlık)
Gayret ve kıskançlıkta mutedil hareket etmektir. Şöyle ki; koca, felâketlerinden korkulan işlerin başlangıcında gâfil olmamakla beraber kötü zan, inat ve gizliyi araştırmakta da aşırı gitmemelidir.
Hazret-i Peygamber kadınların gizli taraflarını araştırmayı yasaklamıştır. 107
Hadîsin başka bir rivâyetinde 'kadınları meşakkat ve eziyete sokacak hareketleri yasaklamıştır' şeklinde gelmiştir. Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) Tebûk'tan dönerken Medine'ye girmeden önce ashâba şöyle demiştir:
Sakın geceleyin gidip hanımlarınızın kapılarını çalmayınız. 108
Böyle demesine rağmen iki kişi Hazret-i Peygamber'in emrine muhalefet ederek ondan önce Medine'ye girdiler. Onların her ikisi de evinde nâhoş hadiselerle karşılaştılar. 109
Kadın, kaburga kemiği gibidir. Eğer onu düzeltmek istersen onu kırarsın. Bu bakımdan onu kendi hâline bırak. Eğriliğiyle beraber ondan lezzetlenmeye bak. 110
Bu hadîs, kadının ahlâkının düzeltilmesi için çaba sarfederken ona karşı şefkatli davranmak hakkında vârid olmuştur.
Gayretin bir kısmı vardır ki, Allahü teâlâ ondan nefret eder. O da şek ve şüphe olmadığı halde kişinin, hanımından şüphe etmesidir. 111
Çünkü böyle bir kıskançlık Kur'ân'da bizim için yasaklanan kötü zan hükmüne girmektedir. Oysa zannın bir kısmı günahtır.
Hazret-i Ali (radıyallahü anh) şöyle demiştir: 'Sakın aşırı derecede karını kıskanma. Zira böyle yaptığın takdirde kendini haklı çıkarmak için ona kötülük nisbet etmek ve çamur atmak mecburiyetinde kalırsın'.
Yerinde olan gayret ise, her müslümana lâzım bir haslettir ve dinen övülmüştür.
Muhakkak ki, Allah gayrete gelir. Mü'min de gayrete gelir. Allah'ın gayreti kişinin kendisine haram kılınan bir şeyi yapması demektir. . . 112
Acaba sizler Sa'd'ın gayretinden hayret etmez misiniz? Allah'a yemin ederim, ben, Sa'd b. Ubâde'den daha gayretliyimdir. Allah da benden daha gayretlidir. 113
Allahü teâlâ gayretinden ötürü fuhşiyâtın her çeşidini, gizlisini ve açığını yasaklamıştır. Oysa Allah'tan daha çok özrü seven hiç kimse yoktur. Zaten Allah'ın özrü kabul etmeyi sevdiğindendir ki, bu kadar uyarıcı ve müjdeleyici peygamberler gönderilmiştir ve yine Allah'tan daha fazla övülmeyi seven hiç kimse yoktur ve bunun içindir ki, Allahü teâlâ kullarına cenneti va'detmiştir. Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmaktadır:
Mi'rac ecesi cennette bir saray gördüm. O sarayın bahçesinde bir cariye vardı. 'Şu saray kimindir?' diye sordum. Denildi ki: 'Bu saray Ömer'indir'. Ben o saraya bakmak istedim. Fakat ey Ömer! Senin kıskançlığını hatırlayarak (vazgeçtim) . 114
Rasûlüllahın bu hadîsini işiten Ömer ağlayarak şöyle dedi: 'Sana karşı da mı kıskanırım ey Allah'ın Rasûlü?'
Hasan-ı Basrî şöyle demiştir: 'Siz hanımlarınızın çarşı ve pazarlarda erkeklerle sıkışık bir şekilde gezmelerine müsamaha mı ediyorsunuz? Kıskanmayanı Allah berbat etsin?'
Hazret-i Peygamber aynı konuda şöyle buyurmaktadır:
Gayretin (kıskanmanın) bir kısmı vardır ki, Allah onu sever. Diğer bir kısmı vardır ki, Allah ondan nefret eder. Gurur ve kibrin de bir kısmı vardır ki, Allah onu sever ve bir kısmı vardır ki, Allah ondan nefret eder. Allah'ın sevdiği gayret ve kıskanmak ise emare ve şüphe bulunduğu halde olan kıskançlıktır. Allah'ın buğzettiği gayret ise ortada şüphe olmadığı halde yapılan kıskançlıktır. Allah'ın sevdiği kibir ve gurur ise, savaş esnasında düşmanla karşı karşıya gelindiğinde kişinin kendisine güvenerek böbürlenmesidir. Allah'ın buğzettiği kibir ise bâtılda olan kibirdir. 115
Muhakkak ki ben çok kıskancım. Kıskançlıktan mahrum olan deyyustur. 116
İnsanı kıskançlıktan kurtaran yol şudur: Kişi ne hanımının yanına başka erkekleri sokmalı, ne de hanımını çarşılara bırakmalıdır. Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) kızı Fâtıma'ya şöyle sordu:
'Kadın için en hayırlı şey nedir?' Fâtıma: 'Ne kadının erkeği, ne de erkeğin kadını görmesidir' dedi. Bu cevap üzere Hazret-i Peygamber, kızı Fâtıma'yı kucaklayarak şu ayeti okudu: ' (Bunlar) birbirinden türeyen bir nesildir'. (Âl-i İmrân/34)
Bu hareketiyle, Hazret-i Fâtıma'nın sözünü makbul bir söz olarak kabûl ettiğini ilân ediyordu. Rasûlüllah'ın ashâbı, hanımlar erkeklere bakmasınlar diye duvarlarındaki delik ve pencereleri tıkıyorlardı. Muaz (radıyallahü anh) hanımının pencereden baktığını gördüğünde hanımını dövdü. Bir defasında da hanımının, yarısını yemiş olduğu bir elmayı hizmetçisine verdiğini gördü ve yine onu dövdü.
Hazret-i Ömer şöyle demiştir: 'Kadınları pek fazla giydirmeyiniz ki çadırlarından ayrılmasınlar'. Hazret-i Ömer, bu sözünü şu hikmete binaen söylemektedir: Kadınlar elbiseleri eski olduğu zaman çıkıp gezmeyi istemezler.
Yine Hazret-i Ömer şöyle demiştir: 'Hanımlarınızı Hayır ve Yok kelimelerine alıştırın'.
Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) kadınlara câmiye gitmeleri için izin vermiştir. Fakat günümüzde en doğrusu ihtiyar hanımlar hariç, diğer kadınları mescide göndermemektir. Bizim bu fetvamız sahâbe-i kirâm zamanında bile doğru sayılmış bir fetvâdır. Nitekim Âişe vâlidemiz (radıyallahü anh) diyor ki: 'Eğer Allah'ın Rasûlü, kendisinden sonra kadınların yaptıklarını bilseydi, onları evden çıkmaktan menederdi. 117
İbn Ömer Hazret-i Peygamber'in 'Allah'ın câriyelerini (kızlarını) Allah'ın mescidlerinden menetmeyiniz' şeklindeki sözünü naklettiği zaman kardeşlerinden biri 'Evet, Allah'a yemin ederim, biz onları Allah'ın camilerinden menedeceğiz' diye karşılık verdi. Bunun üzerine İbn Ömer bu karşılığı veren kardeşine kızarak kendisini dövdü ve dedi ki: 'Ben "Hazret-i Peygamber 'Kadınları camiye gitmekten menetmeyiniz' dedi" diyorum. Sen ise buna karşılık 'Evet onları menedeceğiz' diyerek ısrar ediyorsun'.
İbn Ömer'in kardeşi bu hadîse insanların bozulmuş olduğunu kesinlikle bildiğinden muhalefet etmişti. İbn Ömer'in ona karşı duyduğu kızgınlık ise, onun özür beyan etmeksizin doğrudan Rasûlüllah'ın hadîsine muhalefet etmesinden ileri geliyor. Hazret-i Peygamber de kadınlara sadece bayram günlerinde mescidlere gitmeye izin vermiştir. Buna rağmen o günlerde dahi ancak kocalarının rızasıyla çıkabilirlerdi. Şu zamanımızda da iffetli ve namuslu kadının kocası kendisine izin verirse bayram namazlarına gitmesi mübahtır. Fakat en doğrusu ve en selâmetli hareket müslüman kadın için evinde oturmaktır. En uygun hareket müslüman kadının ancak mühim bir mesele için evinden çıkmasıdır. Zira sadece herhangi bir şeyi seyretmek için veya mühim olmayan işler için müslüman bir kadının evinden çıkması mürüvvetine halel getirir. Çoğu, zaman da fesâda yol açar. Bu nedenle müslüman bir kadının evinden çıktığı zaman gözünü yabancı erkeklerden sakındırması gerekir. Biz bu sözümüzle 'kadının yüzü erkek için avret olduğu gibi erkeğin de kadın için avrettir' demiyoruz. Erkeğin yüzü kadın için, tüysüz bir gencin yüzünün bâliğ bir erkek için olduğu gibidir. Bu bakımdan sadece fitne sözkonusu ise, o vakit bâliğ kişi tüysüzün yüzüne bakamaz. Eğer fitne sözkonusu değilse böyle "bir yasak yoktur. Zira asr-ı saâdetten bu yana erkeklerin yüzü çıplaktır. Kadınlar da peçeli olarak çıkmaktadırlar. Eğer erkeklerin yüzü kadınlar için avret olsaydı, muhakkak erkeklere de 'peçeli çıkınız' ve kadınlara da 'ancak zaruret halinde evinizden çıkabilirsiniz' diye emir verilirdi.
107) Taberânî, Evsat
108) Ahmed, (İbn Ömer'den hasen bir senedle) ; Taberânî, Kebîr, (İbn-i Abbâs'tan) . Müslim ve Buhârî'de 'Kişinin geceleyin ansızın evine gelmesi yasaklanmıştır' hükmü vardır.
109) Bu hadiseyi Câbir şöyle rivâyet etmektedir: Tebuk seferinden Medine'ye döndüğümüzde sabahı beklemeksizin evlerimize kavuşmak için acele ettik. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber Yavaş olun ki geldiğimizin haberi Medine'ye gitsin de kadınlar temizlensinler' buyurdu.
110) Müslim ve Buhârî, (Ebû Hüreyre'den)
111) Ebû Dâvud, Nesâî ve İbn Hıbbân, (Câbir den)
112) Müslim ve Buhârî
113) Müslim ye Buhârî. Muğire b. Şu'be şöyle anlatır: Sa'd b. Ubâde'nin 'Eğer hanımımla beraber birisini görürsem tedkik etmeksizin onu kılıçla paramparça ederim' demesi üzerine Hazret-i Peygamber 'Siz Sa'd'ın gayretine hayret mi ediyorsunuz? İşte ben Sa'd'dan daha gayretliyim, Allah da benden daha gayretlidir' buyurdu. Bu olay, hanımına zinâ isnad edip sonra dört şâhid getiremeyen bir kimseye hadd vurulacağını beyan eden ayet nâzil olduğu zaman cereyan etmiştir. Bkz. İthaf'us-Saâde
114) Müslim ve Buhârî. Ancak onların rivâyetinde 'ıni'rac gecesi' tabiri yoktur.
115) Ebû Dâvud, Nesâî ve İbn Hıbbân, (Câbir'den)
116) Ebû Ömer et-Tukanî
117) Müslim ve Buhârî
6. Nafaka
Nafaka vermekte mutedil olmak gerekir. Bu bakımdan müslüman bir kişiye hanımlarına nafaka vermek hususunda cimrilik yapmak yakışmaz ve aynı zamanda israfa kaçmak da uygun değildir. Aksine normal bir şekilde hareket etmelidir. Nitekim Allahü teâlâ şöyle buyurmaktadır:
Yeyin, için, israf etmeyin. (A'raf/31)
Elini boynuna bağlama. (Cimri olma) ve büsbütün de onu açıp israf etme ki, sonra kınanmış olursun ve eli boş açıkta kalırsın. (İsrâ/29)
Hazret-i Peygamber de bir hadîs-i şerifinde bu hususta şöyle buyurmaktadır:
Sizin en hayırlınız ailesi için en lütufkâr olanınızdır. 118
Bir altın vardır ki, onu Allah yolunda infak ediyorsun. Diğer bir altın vardır ki, onu bir köleyi âzâd etmek için infak ediyorsun. Başka bir altın da vardır ki, onu ailene infak etmiş bulunuyorsun. İşte bu altınların ecir bakımından en büyüğü ailene infak ettiğin altındır. 119
Hazret-i Ali'nin dört zevcesi vardı ve dört günde bir, her birine bir dirhemlik et satın alırdı.
Hasan-ı Basrî şöyle demiştir: 'Selef-i Sâlihîn ailelerini ve ev işlerini idare etmek bakımından titizdiler. Evin eşyası ve giyim kuşam hususuna ise önem vermiyorlardı'. (Yâni nafaka hususunda çok genişlik tanıyorlar, süs hususunda ise; gayet itmalı hareket ediyorlardı) .
İbn Şîrin şöyle demiştir: 'Her cuma ailesine paluze yapmak her müslüman kişi için müstehabdır'.
Helva, her ne kadar önemli ve zarurî nafakalardan değilse de, onu tamamen terketmek, âdet bakımından cimrilik demektir. Müslüman kişiye en uygun olan hareket, hanımına fazla yemekleri fakirlere sadaka vermesini emretmektir ve yine evde bırakıldığı takdirde bozulacak şeylerin fazlasının sadaka olarak verilmesine izin vermektir. Böyle bir hareket ise, hayır derecelerinin en az derecesidir. Kadına gereken vazife böyle hususlarda, kocasının açıkça izni yoksa bile hâlin hüküm ve karineleriyle amel etmektir. Müslüman kişiye ailesi olmaksızın güzel bir yemek yemek, uygun bir hareket değildir. Yani tek başına yeyip onlara yedirmemek çirkin kaçar ve kalplerinde kendisine karşı bir tiksinti uyandırır, onlarla muaşeret etmekten kendisini uzaklaştırır. Eğer o yemeği tek başına yemek azmindeyse hiç olmazsa gizlice ve çoluk çocuğuna sezdirmeksizin yemelidir. . . Onlara yedirmek istemediği bir yemeği yanlarında anlatmamalıdır. Kişi yediği zaman, bütün aile bireyleri sofrasına oturmalıdır.
Süfyân es-Sevrî şöyle demiştir: 'Toplu halde yiyen bir ev halkına meleklerin ve Allah'ın salâvat-ı şerife getirdikleri bize bildirilmiştir'.
İnfak hususunda gözetilmesi vâcib olan şeylerin en önemlisi, helâlinden yedirmektir. Ailesine sarfetmek için şüpheli şeylerden kazanmamalıdır. Zira böyle bir kazancın aileye yedirilmesi bir cürümdür ve onların hiçbir zaman lehinde bir hareket değildir. Biz evlenmenin âfetlerini anlatırken bu hususta ki hadîsleri orada zikretmiştik.
118) Tirmizî
119) Tirmizî
7. Tâlim
Evlenmiş bir kimse, hayız ve ahkâmını, vâcib olan sakınma durumunu bilecek derecede öğrenmelidir. Hanımına namazın ahkâmını, hayızda kazâ olunan namazı va kazâ olunmayan ibâdet kısımlarını öğretmelidir. Zira kişi ailesini ateşten korumakla görevlendirilmiştir:
Ey îman edenler! Kendinizi ve aile halkınızı öyle bir ateşten koruyun ki. . . (Tahrim/6)
Bu bakımdan, hanımına Ehl-i Sünnet'in itikadını telkin etmek, onun kalbinden eğer daha önceden varsa her bid'atı silmek ve eğer din hususunda ihmalkâr ise, onu Allah'ın azabından korkutmak, muhtaç olduğu hayır ve istihâze ahkâmını ona öğretmek kocanın vazifelerindendir.
İstihâze ilmi, uzun uzadıya bir ilimdir. Bu bakımdan kadınlara, hayızlı olduklarında hangi ibadetin kaza edileceğini veya edilmeyeceğini bilecek kadar hayız ilmini öğretmek gerekir. Zira kadının güneş batmadan önce bir rek'at sığdıracak bir zamanı kalmış iken hayız kanı kesilirse, kendisine o günün hem öğlesinin, hem de ikindisinin kazâsı gerekmektedir. Sabah namazından önce bir rek'at kadar bir zaman kalmış iken kadının hayız kanı kesilirse, o gecenin akşam ve yatsı namazlarını kaza etmesi gerekir. İşte bu husus, kadınların bilmesi gereken şeylerin en azıdır. Eğer koca karısının eğitimiyle ilgilenirse, o zaman hanım evinden çıkıp dinî meseleleri âlimlerden sormak için gitmemelidir. Eğer kocasının ilmi yetmiyorsa, fakat buna rağmen hanımına vekâlet ederek, gidip âlimlerden müşkilâtını soruyor ve verilen cevabı gelip karısına haber veriyorsa, böyle bir durumda da yine hanım dışarıya çıkmamalıdır. Eğer böyle bir durum yoksa, o vakit hanım müşkil meselelerini sormak için çıkıp âlimlere gidebilir ve de gitmelidir. Bu halde kocası kendisine mâni olursa günah işlemiş olur. Kadın kendisi için gereken farzları öğrendiyse, ondan sonra zikir meclisine gitmek için veya fazlasını öğrenmek için ancak kocasının rızasıyla çıkabilir. Ne zaman ki kadın hayız veya istihâze hükümlerinden birisini ihmal ederse ve kendisine kocası da gerekeni öğretmezse, böyle bir durumda günâhkâr olduğu gibi, kocası da günahta kendisine ortak olur.
8. Taksim
Eğer kişinin birkaç tane hanımı varsa, onların arasında adâletle hareket etmesi gerekir, Onlardan birisine meyletmemelidir. Eğer sefere çıkar, birisini beraberinde götürmek isterse, aralarında kura çekmelidir. Çünkü Hazret-i Peygamber de böyle yapardı. 120
Hanımının gecesini başkasına tahsis etmek suretiyle ona zulmederse, mutlaka o geceyi kazâ etmesi gerekir. Zira böyle geceyi kazâ etmek kendisine farz olur. Bu bakımdan böyle bir durumda kişi, hanımlar arasındaki taksimatın ahkâmını bilmeye muhtaçtır. Bunu belirtmek ise, uzun sürer.
Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:
Kimin iki tane hanımı varsa; onlardan birisine meyledip diğerini ihmal ederse, (başka bir tâbirle, onların arasında adâletle hareket etmezse) kıyâmet gününde bir tarafı çarpık olduğu halde huzura gelir!121
Birden fazla hanıma sâhip olan kişiye gereken şey, verdiklerinde ve yatakta aralarında adâletle hareket etmesidir. Sevgi ve cinsî arzu ise, insanın elinde olmayan bir şeydir.
Nitekim Allahü teâlâ şöyle buyurmaktadır:
Ne kadar isteseniz de kadınlar arasında (tam) adalet yapamazsınız. (Nisa/129)
Yani kalbin şehvetinden ve nefsin meylinde adâlet yapmazsınız. Bu iki haslete tâbi olan cinsî münasebet de farklı olur ve bu kaçınılmazdır. Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) hanımları arasında nafaka vermek ve odalarında geceleri yatmak hususunda kılı kırk yararcasınıa adâlet eder ve şöyle derdi:
Ey Allahım! Benim gücümün ve tâkatimin dahilinde olan hususta yapabileceğimin en sonu budur. Senin kudret elinde olan, benim gücümün haricinde bulunan şeylerde ise, benim tâkatim yoktur. 122
Rasûlüllah bununla kalbî sevgiyi kasdediyordu ve sevginin insanın elinde olmayan birşey olduğunu belirtiyordu. Âişe validemiz (radıyallahü anh) Rasûlüllah'ın yanında bütün kadınlardan daha sevimliydi123 ve bütün validelerimiz de bu hususu bilmekteydiler.
Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) hastayken, her gün ve her gece kaldırılıp hanımlarının odalarına götürülüyordu. Onların her birinin yanında geceliyor ve şöyle diyordu: 'Ben yarın neredeyim?' Bunun üzerine validelerimizden biri Rasûlüllah'ın bu sorusundan neyi kasdettiğini sezdi Ve şöyle dedi: 'Hazret-i Peygamber Aişe'nin sırası olan günü soruyor'. Bunun üzerine diğer hanımları dediler ki:
- Biz sana izin verdik. Sen hastalığın müddetince Aişe'nin hücresinde kal. Zira her gece bir hücreye gitmen, sana ağır geliyor.
- Siz buna razı oldunuz mu?
- Evet, biz buna razı olduk.
- Öyleyse beni Aişe'nin odasına götürünüz. 124
Hanımlardan biri gecesini kumasına hibe edip, kocası da buna râzı olursa, hak kumasınındır. Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) hanımlarının arasında taksimat yapardı. Bir ara yaşlanmış olan zevcesi Sevde binti Zem'a'yı boşamak istedi. Bunun üzerine Şevde, gecesini Âişe validemize hibe edip ve Rasûlüllah'ın nikâhı altında kalmak için ricada bulundu ve bunun üzerine Rasûlüllah kendisini boşamadı.
Bundan sonra da kendisine bir gece ayırmadı. Onun gecesini de Aişe'ye vermek üzere Âişe'ye iki, diğer zevcelerine ise, birer gece ayırıyordu. Fakat Hazret-i Peygamber'in adâleti tam ve mükemmel olduğu için, herhangi bir hanımıyla sırası olmadığı halde cinsî münasebette bulunduğu zaman, o gün veya o gece zulüm olmasın diye bütün hanımlarıyla aynı muameleyi yapardı. Hazret-i Âişe'den rivâyet edilen şu hadîs de bu cümledendir: 'Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) , bir gecede bütün zevceleriyle cinsî münasebette bulundu'. 125
Enes b. Mâlik Hazret-i Peygamber'in, bir günün kuşluk zamanına kadar dokuz hanımıyla cinsî münasebet kurduğunu rivâyet etmiştir. 126
120) Müslim ve Buhârî, (Hazret-i Âişe'den)
121) Sünen sahipleri ve İbn Hıbbân, (Ebû Hüreyre'den)
122) Sünen sahipleri ve İbn Hibbân, (Hazret-i Âişe'den)
123) Müslim ve Buhârî, (Amr b. el-As'dan)
124) İbn Sa'd, Tabakat, (Muhammed b. Ali b. Hüseyin'den)
125) Müslim ve Buhârî
126) İbn Adiyy, el-Kâmil
9. Nüşuz/Geçimsizlik
Eşlerin arasına bir husumet girerse ve anlaşamazlarsa, eğer bu husumet iki taraftan veya sadece kocadan gelirse kadının erkeğe gücü yetmediği için iki hakem tayin edilmesi gerekir. O hakemlerden birisi kocanın ailesinden, diğeri ise kadının ailesinden olmalıdır ki, bu iki hakem koca ile karısının arasında geçen hadiseleri tedkik etsinler. Eğer eşler barışmak isterlerse, aralarındaki anlaşmazlık noktasını bulup düzeltsinler. Böyle bir niyet olduğu takdirde Allahü teâlâ aralarını düzeltir. Hazret-i Ömer (radıyallahü anh) anlaşamayan bir çiftin arasını bulmak için bir hakem gönderdi. O hakem onların aralarını ıslah etmemişti. Bu manzara karşısında kalan Hazret-i Ömer (radıyallahü anh) hakemi kamçıladı ve seyyie dedi:
Allah şöyle buyurmaktadır:
Eğer karı kocanın arasının açılmasından endişeye düşerseniz bir hakem erkeğin ailesinden ve bir hakem de kadının ailesinden tayin edin. Bu hakemler gerçekten barıştırmak isterlerse, Allah onların arasını bulur. (Nisa/35)
Bunun üzerine hakem seçilen kişi geri gitti. Niyetini güzelleştirdi. Eşlere şefkat gösterdi ve böylece aralarını düzeltti. Eğer geçimsizlik sadece kadından geliyorsa, o zaman erkekler kadınlar üzerinde velâyet sâhibidirler. Erkeğin onu edeplendirmesi ve cebren onu itâata zorlaması hakkıdır. Böylece kadın namazı terkettiği zaman da, erkek onu cebren namaz kılmaya zorlayabilir. Fakat erkek bu yollara başvurduğu zaman doğrudan hareket etmemelidir. Onu düzeltmek için tedricî olarak hareket etmelidir. Önce nasihat etmeli, kendisini Allah'ın azabından sakındırmalıdır. Eğer bu şekildeki nasihati fayda vermezse, yatakta ona sırtını çevirmeli veya yatağı terketmelidir. Evde beraber kaldıkları halde bir geceden üç geceye kadar onu terketmelidir. Eğer bu da fayda vermezse, onda yara ve bere izi bırakmayacak şekilde onu dövmelidir. Canını acıtmak fakat herhangi bir yerini kırmamak ve kan akıtmamalıdır. Dövdüğü zaman, yüzüne vurmamalıdır. Zira yüze vurmak yasaklanmıştır. Hazret-i Peygamber'e 'Kadının erkek üzerindeki hakkı nedir?' diye sorulduğunda şöyle cevap vermiştir:
Yediği zaman ona yedirmek, giydiği zaman da ona giydirmek, yüzüne karşı kendisine küfretmemek. Kendisine ancak yarabere açmayacak bir şekilde vurmak. Kendisini, sadece yatakta muhalefet ettiğinden dolayı terketmek. 127
Erkek, hanımına kızabilir. Dinî emirlerin herhangi birinde kendisine muhalefet ettiğinden dolayı, on gün, yirmi gün veya bir aya kadar kendisini terkedebilir. Nitekim Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) zevcesi Cahş'ın kızı Zeyneb validemize bir hediye gönderip, Zeyneb hediyesini geri çevirdiğinde Rasûlüllah'ın hücresinde bulunduğu diğer bir zevcesi, Rasûlüllah'a şöyle dedi: "Zeyneb senin hediyeni kabul etmediğinden ötürü, seni zelîl edip küçülttü'. Bunun üzerine Rasûlüllah zevcelerine hitâben şöyle dedi:
Sizin beni küçültmeniz Allah'ın tahkir ve küçültmesinden ehvendir.
Bu sözünü söyledikten sonra bütün hanımlarından bir ay ayrı kaldı. Kızgınlığı geçtikten sonra onlara geri döndü. 128
125) Müslim ve Buhârî
126) İbn Adiyy, el-Kâmil
127) Ebû Dâvud, Nesâî ve İbn Mâce
128) İbn Cevzî, el-Vefak, (senedsiz olarak) . Müslim ve Buhârî de, Hazret-i Peygamber'in hanımlarına kızdığı için bir ay odalarına girmeyeceğine dair yemin ettiğini Hazret-i Ömer'den naklederler.
10. Vika
Eşler arasındaki ilişkiye besmele ile başlanması müstehâbdır. Temastan önce İhlâs suresini okuyup Allahu Ekber deyip Lâ ilâhe illâllah dedikten sonra şu duâyı okumalıdır:
Büyük ve yüce olan Allah'ın ismiyle başlarım. Ey Allahım! Eğer zürriyetimden bir çocuk çıkmasını takdir etmişsen, onu tertemiz bir evlat kıl!
Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) bu hususta ümmetine şöyle tavsiyede bulunmaktadır:
Biriniz ehliyle cinsî münasebette bulunmak istediği zaman 'Ey Allahım! Beni şeytandan uzaklaştır veya bana rızık olarak vereceğinden şeytanı uzaklaştır' derse bu temastan eşlerin arasından bir çocuk doğarsa, şeytan o çocuğa tasallut edemez. 129 Meninin akması yaklaştığı zaman, içinden dudaklarını kıpırdatmaksızın şu ayeti okumalıdır: 'Hamd o Allah'a mahsustur ki, sudan bir beşer yarattı. . . '
Âlimlerden biri, cinsî münasebette bulunmak istediği zaman (gayr-i İhtiyârî olarak) evdekilere işittirecek derecede sesini yükseltip tekbir getirirdi.
Cinsî münasebette bulunmak isteyen kıbleden yüzünü çevirmeli, kıbleye hürmet için, cima anında kıbleyi karşısına almamalıdır. Cima ânında gerek kendini ve gerek hanımını bir örtü ile örtmelidir. Zira Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) üzerini örter ve sesini alçaltırdı ve eşine de sükûnet tavsiye ederdi. 130
Sizlerden herhangi biriniz eşiyle cima ettiği zaman sakın merkepler gibi soyunmasınlar. 131
Cimadan önce ince ve hassas konuşmalar yapmalı, hanımı öpmelidir.
Çünkü Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:
Sakın sizden herhangi biriniz hayvanın eşinin üzerine atladığı gibi eşine yaklaşmasın. Aralarında elçi olsun. Denildi ki: 'Ey Allah'ın Rasûlü! Elçi nedir?' Şöyle buyurdu: 'Öpmek ve konuşmaktır'. 132
Üç şey vardır ki, bunlar kişinin acizliğinden kaynaklanır: a) Tanıması gereken biriyle bir araya gelip onun ismini ve soyunu öğrenmeden ondan ayrılmak, b) Biri kendisine ikrâm ettiği halde ikrâmını geri çevirmek, c) Kişi, câriyesine veya zevcesine yaklaşıp onunla konuşmadan, onunla sevişmeden önce onunla cinsî münâsebet kurup onun ihtiyacını düşünmemek. 133
Ayın üç gecesinde kişi için cinsî münâsebette bulunmak mekruhtur:
a) Ayın birinci gecesi,
b) Ayın sonuncu gecesi,
c) Ayın ortanca gecesi.
Deniliyor ki, bu gecelerde yapılan cinsî münâsebette şeytan hazır bulunur. Yine deniliyor ki, bu gecelerde şeytanlar cinsî münasebette bulunurlar. Bu gecelerde cinsî münâsebette bulunmanın mekruh olması Hazret-i Ali'den, Muaviye'den ve Ebû Hüreyre'den (radıyallahü anh) rivâyet edilmiştir:
(Cuma günü) yıkanan ve ailesini yıkatan kişiye Allah rahmet etsin!
Bu hadîs-i şerifin te'villerinden birini (cuma günü cinsî münasebette bulunmak ve dolayısıyla zevcesini de yıkanmaya mecbur etmek) yerine getirmek için âlimlerden bir kısmı, Cuma gününde ve gecesinde cinsî münasebette bulunmayı müstehab görmektedir. Kişi cinsî münasebette bulunup zevklendiği zaman, hanımının da zevklenmesine fırsat vermesi gerekir ki, o hanımından zevk aldığı gibi, hanımı da ondan zevk almış olsun. Zîra kadının menisi çok zaman erkeğin menisinden daha sonra gelmektedir. Bu bakımdan kadının şehvetini tahrik edip, daha şehveti tamam olmadan ondan uzaklaşmak, ona bir nev'i eziyettir. Eşler arasındaki meninin akışından meydana gelen ihtilâf eğer kocanın menisi daha önce akıyorsa buğz ve ayrılığa sebep olur. Karı kocanın ikisinin menisi birden akarsa bu durum zevceye daha lezzetli gelir. Böyle olması için erkeğin çaba sarfetmesi gerekir. O anda kişi eşiyle değil, kendi nefsiyle meşgul olmalıdır. Zira kadın çok zaman utanarak bu derdini açmaktan kaçar.
Karısıyla dört gecede bir cinsî münâsebette bulunması uygundur ve böyle yapmak daha âdil bir şekildir. Zira müslüman bir erkeğe helâl olan kadınların sayısı dörttür. Bundan daha fazla geciktirebilir. Evet, (kendi nefsini veya) zevcesinin nefsini zinadan korumak bakımından gerektiği anda bu müddeti çoğaltıp veya azaltabilir. Çünkü kadının bu hususta korunması kocasına farzdır. Her ne kadar zorluluğundan ötürü cinsî münasebette bulunmak kocadan şer'an istenilmese de. . . (Bu bakımdan kocanın vazifesi geceleyin hanımının yanında uyumaktır. Hanıma düşende gece gündüz nefsini kocasından menetmemektir. Oruçlu olsa bile. (Zira ancak kocanın izniyle nafile orucu tutabilir) .
Kadın hayızlı iken onunla cinsî münasebette bulunmamalıdır. Hayız kanı kesildikten sonra da yıkanmadan önce (Şâfiî mezhebine göre) cinsî münasebette bulunmak yasaktır. Hayızlı iken cinsî münasebetin harâm olduğu Kur'ân nassıyla sâbittir.
Denildi ki, kadın hayızlı iken yapılan temaslardan ötürü çocukta cüzzam hastalığı olur. Kişi hayızlı hanımının bütün bedeniyle oynayabilir. Mûtad yolun dışında hanımı ile temasta bulunamaz. Zira hayızlı bir kadının cinsî münâsebeti eziyet verici olduğu için haram kılınmıştır. Hanımın mûtad yolundan başka yollarında ise eziyet daimî bir şekilde mevcuttur. Bu bakımdan böyle bir yoldan münâsebette bulunmak, hayızlı bir hanımla münâsebette bulunmaktan daha şiddetli bir şekilde haramdır.
'Kadınlarınız sizin tarlanızdır. O halde tarlanıza nasıl isterseniz öyle varın' (Bakara/223) ayeti İstediğiniz vakitte tarlanıza gelebilirsiniz' mânâsını da ihtiva eder. (İstediğiniz yoldan oraya varınız mânâsını ifade etmez) .
Hayızlı hanımın eliyle istimna edilebilir. Cinsî münâsebet hariç, elbisesinin altında istediği şekilde bedeninin her tarafından yararlanabilir. 134 Hayız halinde kadının kemer bağlama yerinden dizlerinin üstüne kadar uzanan küçük bir izar bağlaması uygundur. Böyle yapmak edeptendir. Kişi hayızlı bulunan hanımıyla beraber yemek yiyebilir. Onunla beraber aynı yatakta yatmak ve oynaşmakta kişi için bir sakınca yoktur. Hayızlı olduğundan ötürü ondan cinsî münasebet hariç sakınması gerekmez.
Eğer kişi ikinci bir defa helâliyle cinsî münâsebette bulunmak istiyorsa, temastan önce tenasül uzvunu yıkamalıdır. Eğer kişi ihtilâm olmuşsa uyandıktan sonra tenâsül organını yıkamadan önce veya küçük su dökmeden önce cima etmemelidir,
Taharetsiz uyanmamak için, gecenin başlangıcında cima mekruhtur. Eğer cünüb iken uyumak veya yemek istiyorsa, namaz için abdest aldığı gibi abdest almalıdır. Çünkü böyle yapmak sünnettir. İbn Ömer şöyle diyor:
Hazret-i Peygamber'e 'Herhangi birimiz cünüp olduğu hâlde uyuyabilir mi?' diye sordum. 'Evet, abdest alıp uyuyabilir' buyurdu. 135
Fakat bu hususta ruhsat bildiren bir haber vardır. Zira Aişe validemiz (radıyallahü anh) Rasûlüllah'ın (sallâllahü aleyhi ve sellem) hiç suya dokunmadan cünüp olarak uyuduğunu rivâyet etmektedir. 136
Kişi yatağına yatmadan önce yatağının yüzünü eliyle süpürmeli veya yatağı silkmelidir. Çünkü yataktan ayrıldıktan sonra ne olduğundan habersizdir. 137
Cünüp iken traş olmak, tırnak kesmek, kasıkları traş etmek veya kan aldırmak veya bedenin herhangi bir parçasını koparıp atmak uygun değildir. Zira bütün bu parçalar âhirette bedene geri döneceklerdir. Eğer bedenden cünüp olarak ayrılmışlarsa, cünüp olarak döneceklerdir.
Deniliyor ki, cünüp iken kesilen her kıl, kıyâmet gününde 'Neden beni cünüp iken kestin?' diye adamın yakasına yapışır ve dâvacı olur.
Cimanın edeplerinden birisi de azil yapmamaktır. Tohumun tarlası olan (zevcenin) rahminden başka, menisini herhangi bir yere akıtmamalıdır.
Hiçbir nefis yoktur ki, Allahü teâlâ onun yaratılışını takdir etmiş olsun da o olmasın,138
İşte Hazret-i Peygamber'in azil için söylediği budur. Eğer azil yaparsa (bilsin ki) âlimler azlin mübâh veya mekruh olması hususunda dört görüştedirler.
a) Bir grup âlim; mutlak ve her durumda azil mübahtır, demiştir.
b) Bir grup da; mutlaka haramdır, demişlerdir.
c) Başka bir grup da; eğer kadının da rızasıyla olursa helâldir, eğer kadının rızası yoksa helâl değildir, demiştir. Sanki bu son grup, azil yapmayı değil, kadına eziyet etmeyi haram kılmaktadır.
d) Bir kısım âlimler de; câriyede azil yapmak mübahtır, fakat hür hanımlarda azil yapmak mübah değildir, demişlerdir. Bize göre en doğru fetva, azlin mübah olmasıdır.
Kerâhiyet'e139 gelince, şu üç mânâya gelmektedir: a) Tahrîmen kerâhiyet, b) Tenzîhen kerâhiyet, c) Faziletin terki mânâsına gelen kerâhiyet.
Bu bakımdan 'azil yapmak mekruhtur'140 diyenler üçüncü mânâ ile mekruh olduğunu söylemek istiyorlar. Yani azil yapmakta faziletin terkedilmesi vardır. Nitekim camide oturan bir kimse için 'Şu adam boş oturup zikir veya namazla meşgul olmazsa oturması mekruhtur' ve 'Mekke'de oturan bir kimse, her sene haccetmezse kerâhet işlemiştir' denir. Bu kerâhetten gaye; evlâ ve faziletliyi terketmek demektir. Azil meselesinde de bu şekildeki kerâhet sabittir. Çünkü biz daha önce evlat edinmekteki faziletten bahsetmiştik.
Kişi zevcesiyle cinsî münasebette bulunduğunda, onun bu temasından kendisine erkek ve Allah yolunda çarpışıp şehid düşen her evladın ecri yazılır,
- Ey Allah'ın Rasûlü! Bu nasıl olur?
- Sen mi onu yarattın? Sen mi onu hidâyet ettin? Onun dirilmesi ve ölmesi de sana mı aittir?
- Ey Allah'ın Rasûlü! Onu yaratan, hidâyet eden, dirilten ve öldüren Allah'tır.
Böylece Rasûlüllah (sallâllahü aleyhi ve sellem) o hükmü ikrar ettirdi.
Bu hükmünü şu sırra binâen söylemiştir: Eğer bu kişiye hadîste vasfı geçen evlat gibi, bir evlat verilirse, böyle bir evladın doğumuna sebep olduğu için sevap kazanır. Oysa böyle bir evladın esas yaratanı, dirilteni ve cihada gitme kuvvet ve kudretini kendisine vereni Allahü teâlâ'dır. Babaya düşen vazife ki varolmasında sebep olmaktır cinsî münasebette bulunmaktır. Cinsî münasebette bulunmak da ancak meniyi anne rahmine akıttığı takdirde gerçekleşmiş olur. Biz azil yapmanın, kerâhet-i tahrîmiyye veya tenzihiyye olmadığını, ancak şu illetten ötürü söyledik: Yasağın (nehyin) isbatı ancak nass veya nass ile bildirilen başka bir şeyin üzerine kıyas etmekle mümkündür. Oysa azlin mekruh olması için herhangi bir nass olmadığı gibi, kerâheti hakkında kıyas edebileceğimiz bir asıl da mevcut değildir. Aksine burada azlin mübah olduğuna dair kıyas yapılacak bir asıl vardır. O da evlenmeyi esasından terketmek veya evlendikten sonra cimâı terketmek veya cinsî münasebette bulunduğu halde meniyi akıtmayı terketmektir. Bunların herhangi birini terketmek, en faziletli olanı terketmek demektir. Herhangi bir yasağı işlemek değildir. Bunlarla azl arasında hiçbir fark yoktur. Zira çocuk, ancak meninin rahme düşmesiyle oluşur. Meninin rahme düşmesinin de dört sebebi vardır:
1. Evlenmek.
2. Cinsî münâsebette bulunmak.
3. Cinsî münasebette bulunduktan sonra meninin akmasına kadar sabretmek.
4. Meni aktıktan sonra rahme varsın diye duraklamak.
Bu sebeplerin bir kısmı çocuk yapımına diğerinden daha yakındır. Meselâ dördüncüden kaçınmak, üçüncüden kaçınmak gibidir. Böylece üçüncüsü, ikincisi gibi ve ikincisi de birincisi gibidir.
Azil yapmak, âzaları daha belirmeyen çocuğu düşürmek veya olduktan sonra çocuğu öldürmek gibi değildir. Zira çocuğun oluştuktan sonra düşürülmesi veya olduktan sonra öldürülmesi, var olan bir varlığa saldırıp yok etmek demektir.
Var olmuş çocuğun dört mertebesi vardır. Varlık mertebelerinin ilki, meninin rahme akıp, hayatı kabul etmeye hazırlanmak için kadının suyu ile karışmasıdır. İşte bu şekilde kadının suyu ile karışmış bir meniyi yok etmek cinayettir. İkinci mertebesi, eğer bu meni, kan pıhtısı veya et parçası olursa onu ifsâd etmek, birinciyi ifsâd etmekten daha da korkunç bir cinâyet olur. Üçüncü mertebe, çocuğa ruh üfürülür ve âzaları belirirse, cinâyet daha da korkunçlaşır. Dördüncü mertebesi ve cinâyetin en ağırı ise, çocuğun annesinden diri olarak doğduktan sonra hayatına son vermektir.
Bizim 'Varlık sebebinin başlangıcı, meninin rahme akıtılmasıdır, erkek uzvundan çıkması değildir' dememizin sebebi şudur; çocuk sadece erkeğin menisinden yaratılmaz, iki eşin menilerinin karışmasından meydana gelir; ya erkek ile kadının suyundan veya erkeğin suyu ile kadının hayız kanından meydana gelir. 141 Hekimlerden bazıları 'döl yatağındaki et parçası Allah'ın takdiri ile hayız kanından yaratılır' demiştir. Kan pıhtısında kanın yeri, yoğurt içindeki sütün yeri gibidir. Erkeğin menisi ise, o kanın katılaşması için, mayanın süt için şart olması gibi şarttır. Zira yoğurt ancak maya ile meydana gelebilir. Durum ne olursa olsun kadının suyu (menisi) çocuğun oluşumunda şarttır. Bu bakımdan eşlerin suları (menileri) akidlerdeki icab ve kabulün yerine geçer. Bu bakımdan kim önce akde evet deyip sonra karşı tarafın kabullenmesi olmadan önce cayarsa, akdi feshettiğinden ötürü suçlu sayılmaz. Ne zaman icab ile kabul, yani verdim ile aldım sözü bir araya gelirse, ondan sonra caymak yapılmış bir akdi feshetmek demek olur. Erkeğin bel kemiklerinde bulunan meni, tek başına çocuğu yapmadığı gibi, erkeğin tenâsül uzvundan çıktıktan sonra kadının suyu veya kanı ile karışmadıkça çocuk olmaz. İşte en açık kıyas budur.
İtiraz: Meniyi dışarıya akıtmak çocuğun olmasını bertaraf etmek hususunda mekruh sayılmasa dahi, insanı böyle yapmaya sevkeden niyetinden ötürü mekruh olması, uzak sayılmayan bir ihtimaldir. Zira insanı azil yapmaya sevkeden niyet, bozuk bir niyettir. Böyle bir niyette şirkin şâibelerinden bir koku vardır.
Cevap: İnsanı azil yapmaya sevkeden niyetler beş tanedir:
Birincisi, câriyeler hususunda yapılan niyettir. Cariyesi gebe kalmak suretiyle azâd edilmeye hak kazanıp, mülkünden çıkmasın, mülkünü elinden çıkarıcı sebepler ortadan kalksın diye azil yapar. Bu şekildeki azil ise, şer'an yasaklanmış bir azil değildir.
İkincisi, kadının gençlik ve güzelliğini korumak için azil yapmaktır. Böyle bir niyetle yapılan azil de yasaklanmış değildir.
Üçüncüsü, çocuklarının çokluğu sebebiyle sıkıntının çokluğundan, geçim zorluğundan ve gayr-ı meşrû yerlere başvurmaktan kaçınmak niyetidir. Böyle bir niyetle yapılan azil de yasak değildir. Zira zorluğun ve çalışmanın azlığı, dinin yardımcısı olur. Gerçi asıl kemâl, Allah'ın teminâtına güvenip ona tevekkül etmektir. Nitekim Allahü teâlâ şöyle buyurmuştur:
Yerde yürüyen ne kadar canlı varsa, hepsinin rızkı sadece Allah'a aittir. (Hud/6)
Şüphe yoktur ki, azil yapmakta kemâlin zirvesinden düşüş olduğu gibi, en faziletli olanı terketmek de sözkonusudur. Fakat görünüşte tevekküle aykırı olan, malı koruyup biriktirmek, tevekküle zıt olmakla beraber yasak bir şeydir diyemeyiz.
Dördüncüsü, kız çocuğunun ar getireceği düşüncesiyle yapılan azildir. Kız çocukları kendilerine bir ayıp olur diye öldürmek cahiliyye Arabının âdeti olduğu gibi, kız çocuklarının başkasıyla evlenmelerinde bir rezâletin olduğuna inandığı için azil yaparsa, bu niyeti bozuk bir niyettir. Eğer bu niyetten ötürü evlenmenin esasını veya cinsî münâsebetin esasını terkederse günahkâr olur. Yani evlenmeyi veya cinsî münâsebeti terketmekten ötürü değil, bu niyetinden dolayı günahkâr olur. Böylece bu niyetle yapılan azilde de sorumluluk vardır, Hazret-i Peygamber'in sünnet-i seniyyesinde ar ve ayıbın olduğuna inanmaktan doğan tehlike ise, daha şiddetlidir. 142 Böyle bir kişi, kendisini erkeklere benzetmek istediği için üstüne erkek çıkacak diye evlenmeyi terkeden bir kadına benzer.
Beşincisi, temizliğe aşırı derecede düşkün olan bazı kadınlarda olduğu gibi, çocuk doğurmaktan, hayız ve nifastan kaçındıkları için çocuk istememeleridir. Hatta evlenmekten bile kaçınmalarıdır. Bu hâricî mezhebine mensup kadınların âdetidir. Onlar temizliğe çok önem verirler. Hayız halinde oruç tutar. Hatta hayız günlerinde geçen namazlarını bile kazâ ederler. Helâya bile soyunarak girerler. Onların yaptıkları sünnet-i seniyye'ye aykırı bir bid'attir. Bu niyet de bozuktur. Haricî kadınlarından birisi Âişe vâlidemiz (radıyallahü anh) Basra'ya geldiği zaman, Âişe'nin huzuruna girmek için izin istemiş, ancak Âişe validemiz ona izin vermemiştir. Bunların da çocuk doğurmamaları değil, bu niyet ve tutumları bozuktur.
Çocukların nafakasından korkarak evlenmeyi terkeden bizden değildir. (Hazret-i Peygamber bu sözünü üç defa tekrar etmiştir) . 143
Şayet bu hadîsi öne sürerek itiraz edecek olursan, derim ki: Azil yapmak, evlenmeyi terketmek gibidir. Fakat Rasûlüllah'ın 'Bizden değildir' demesi, şu mânâya gelir: 'Sünnetimiz ve yolumuz üzerinde bize uymuş değildir'; zira sünnetin en faziletlisi evlenip çocuk edinmektir.
Hazret-i Peygamber'in (sallâllahü aleyhi ve sellem) azil hakkında 'Azil, çocuğu diri diri gömmektir' dediğini ve 'Diri olarak (toprağa) gömülen kıza hangi günahla öldürüldüğü sorulduğu zaman' (Tekvir/8) 144 ayetini okuduğunu söyleyecek olursan ki bu hadîs sahih'de vardır cevap olarak deriz ki: Bu hadîs gibi, azlin mübah olduğuna işaret eden birçok sahih hadîs de vardır. Hazret-i Peygamber'in 'çocuğunu diri gömmektir' sözü ise 'gizli şirktir' sözü gibidir. Bu ise, haram olmasını değil, mekruh olmasını icabettirir.
İtiraz: İbn-i Abbâs (radıyallahü anh) azlin, çocuğu öldürmenin bir şekli olduğunu söylemiştir. Zira azil yapmakla doğumu önlenen, küçücük iken öldürülen bir yavru gibidir.
Cevap: İbn-i Abbâs bu kıyasıyla varlığın önlenmesini, varlığın doğduktan sonra öldürülmesi hususuna kıyas etmiştir. Bu kıyas ise, zayıf bir kıyastır. Zayıf olduğundan ötürü Hazret-i Ali (radıyallahü anh) İbn-i Abbâs'ın bu şekilde kıyas yaptığını duyduğu zaman, onun bu kıyasının yerinde bir kıyas olmadığını söyleyerek şöyle demiştir: 'Ancak meni yedi tür değişimden geçtikten sonra zâyi edilirse, öldürülen çocuk hükmüne geçer'. Hemen bu sözün akabinde yaradılışın geçirdiği devirler hakkında vârid olan şu ayeti celîleyi okudu:
Biz insanı muhakkak ki, çamurun özünden yarattık. Sonra Âdem'in neslini sağlam bir yerde (rahimde) bir nutfe (az bir su) yaptık. Sonra o nutfeyi kan pıhtısı hâline getirdik. Ondan sonra kan pıhtısını bir parça et yaptık. O et parçasını da kemikler haline getirdik. Kemiklere de et giydirdik. Sonra ona başka bir yaratılış (ruh) verdik. (Mü'minûn/12-14)
Daha sonra Hazret-i Ali (radıyallahü anh) şu ayeti de okudu:
Diri olarak (toprağa) gömülen kıza hangi suçtan ötürü öldürüldüğü sorulduğu zaman. . . (Tekvir/8)
Azil meselesinde itibar edilmesi gereken delilleri ve kıyas yolunda ileri sürdüğümüz delilleri güzelce tedkik ettiğin zaman, Hazret-i Ali ile İbn-i Abbâs'ın mânâlara dalmak ve ilimleri idrâk etmek hususundaki derecelerinin arasındaki farklılık güneş gibi açık bir şekilde görünür.
Nasıl hak, Hazret-i Ali'nin tarafında olmasın ki, Müslim ve Buhârî'de ittifakla Câbir'den şu hüküm rivâyet edilmektedir: 'Bizler Hazret-i Peygamber'in zamanında Kur'ân indiği halde azil yapıyorduk'. Başka bir tabir ile, 'Biz azil yapıyorduk, bizim böyle yaptığımız Hazret-i Peygamber'in kulağına gittiği halde bizi bu hareketimizden menetmedi'. 145
Sahih'de Câbir'den şu hüküm de rivâyet edilmektedir: Adamın biri Hazret-i Peygamber'e gelerek şöyle dedi:
- Benim bir câriyem var. Aynı zamanda o câriye hurmalıkta da bizim hizmetimizi görür ve sâkilik yapar. Ben ise arada sırada onunla buluşurum. Fakat onun gebe kalmasını istemiyorum.
Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle cevap verdi:
İstersen azil yap. Fakat muhakkak ki, Allah tarafından ona ne takdir edilmiş ise ona gelecektir.
Bundan sonra uzun bir zaman adamcağız Rasûlüllah'yanına gelmedi. Sonra bir gün çıkageldi ve dedi ki: 'Ey Allah'ın Rasûlü! Bizim câriye gebe kaldı'. Bunun üzerine Rasûlüllah (sallâllahü aleyhi ve sellem) 'Ben kendisi için takdir edilen olacaktır dedim ya' buyurdu. Bütün bu hükümler, Sahîh-i Müslim ile Sahih-i Buharî'de yer almatadır. 146
129) Müslim ve Buhârî
130) Ümmü Seleme'den, (zayıf bir senedle)
131) İbn Hâce, (Utbe b. Abd'den zayıf bir senedle)
132) Deylemî, (Enes'ten) . Hadîs münker'dir.
133) Deylemî
134) Bu fetva Muhammed b. Hasan'ın fetvasıdır. Bu zata göre, kadının tenasül uzvu hariç, kocası bedeninin diğer kısımlarını elleyebilir. Çünkü Hak Teâlâ 'hayız yerinden uzaklaşınız' buyurur. Hayız yeri ise, tenasül uzvu'dur. Hadîs-i şerifte 'Hayız hali olduğunda -cima hariç- istediğinizi yapabilirsiniz' (Müslim) buyurulmuştur. Hanefîlerden Tahavî, Mâlikîlerden Asbağ da bu fetvayı desteklemişlerdir. Fakat Gazalî'nin burada söylediği Şafii mezhebine göre verilmiş bir fetva değildir, kendisinin görüşü olabilir. Bkz. İthaf" us-Saade
135) Müslim ve Buhârî
136) Ebû Dâvud, Tirmizî, İbn Mâce
137) Ebû Hüreyre'den
138) Müslim ve Buhârî
139) Hususi bir yasaklama ile terk etmeyi gerektiren bir hitaptır. Mutlak terketme kesinlikle kastolunmamaktadır. Çünkü böyle oldu mu haram olur.
140) İmâm Irâkî bu hadîsin aslına rastlamadığını söylemektedir. Fakat Ebû
Zer hadisinin aslı vardır. İbn Hıbbân Sahih adlı eserinde azlin haram olduğuna bu hadîsle delil getirmiştir.
141) Bu görüş, devamından da anlaşıldığı gibi eski hekimlerin görüşüdür.
142) Evlenme, Resûlüllah'ın sünnet-i seniyyesidir. Eğer kişi kızının evlenmesinde ayıp olduğuna inanırsa sünnette de ayıbın olduğuna inanmış olur ki bu bir felâkettir,
143) Daha önce geçmişti.
144) Müslim, (Vehb'in kızı Cüzzame'den)
145) İmâm Gazâlî'nin belirttiği gibi hadîs, Müslim ve Buhârî tarafından rivâyet edilmiştir. 'Bizi azletmekten menetmedi'ibaresi ise, sadece Müslim'de vardır.
146) Son kısım sadece Müslim'de vardır.
12.6
Vilâdet
Doğumun âdâbı beş tanedir:
1. Erkek çocuk doğduğu zaman, fazla sevinip, kız çocuğun doğumuyla üzülmemelidir. Zira bir baba olarak hayrın hangisinde olduğunu bilmek mümkün değildir. Nice erkek çocuk sahibi vardır ki, oğlunun kız olmasını temenni etmektedir. Belki kızların ebeveyne sağladığı rahatlık, erkek çocuklarının sağladığı rahattan daha fazladır. Kız çocuğunu yetiştirmekle elde edilen sevap daha boldur.
Nitekim Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:
Herhangi bir müslümanın bir kızı varsa, o kızına İslâm terbiyesini vermiş ve terbiyesini de gereği gibi yapmışsa, ona yedirip ve yemeğini helâlinden vermişse ve Allah'ın kendisine ihsan ettiği nimetlerden o kızcağıza ihsanda bulunmuşsa, o kız, babasını ateşten korumak hususunda bir teminat ve cennete girmesini kolaylaştıran bir vesiledir. 147
İbn-i Abbâs da Hazret-i Peygamber'den şu hadîsi rivâyet etmiştir:
Hiçbir (müslüman) fert yoktur ki, iki kız evlada sahip olup onlar onun yanında bulunduğu müddet zarfında onlara iyilik yapıp (din ve dünyalarını tâmir edip) ihsanda bulunsun da o kızlar da onu cennete sokmaya vesile olmasın. 148
Enes, Hazret-i Peygamber'in (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle dediğini rivâyet eder:
Kimin iki kızı veya iki kız kardeşi olursa, o da bunlara yanında oldukları müddetçe ihsanda bulunursa, benim ile o kimse cennette (parmaklarını işaret ederek) bunların ikisi gibi oluruz. 149
Herhangi bir kimse ki, müslümanların pazarlarından birisine çıkıp oradan (yiyecek veya giyecekten) birşey satın alıp evine götürüp erkek çocuklarına değil, özellikle kız çocuklarına verirse, böyle bir kimseye Allahü teâlâ (şefkat ile) bakar. Allahü teâlâ kime şefkat ile bakarsa onu artık azaba düçar etmez. 150
Kim çarşıdan güzel ve yeni birşey alıp çoluk çocuğuna götürürse, sanki onlara bir sadakayı sırtlamış götürmektedir. Tâ ki onu onların arasına bırakıncaya kadar (bu durum devam eder) . Getirdiğinde erkek çocuklarından önce kız çocuklarına vermelidir. Zira bir kız çocuğunu sevindiren bir kimse, sanki Allah korkusundan ağlamıştır. Allah korkusundan ağlayan bir kimsenin bedenini Allah ateşe haram kılar. 151
Ebû Hüreyre Hazret-i Peygamber'in şöyle buyurduğunu rivâyet eder:
Kimin üç kızı veya kızkardeşi olup, onların şiddet ve zahmetlerine karşı tahammül gösterirse, Allahü teâlâ, o kulunu, onlara gösterdiği merhametten ötürü, cennetine dahil eder.
- Ey Allah'ın Rasülü! İki tane olursa durum nasıldır?
- İki tane olursa da durum böyledir.
- Ya bir tane ise nasıldır?
- Bir tane de aynı fazileti elde ettirir.
2. Doğumun ikinci edebi: Doğan çocuğun kulağına ezan okumaktır. Rafı, babasından şöyle rivâyet eder: 'Allah'ın Rasûlü'nü gördüm ki,Hazret-i Fâtıma (radıyallahü anh) , oğlu Hasan'ı doğurduğu zaman,
Hasan'ın kulağına ezan okudu',152
Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur:
Hangi müslümanın bir çocuğu doğarsa, çocuğun sağ kulağına ezan, sol kulağına da kamet okursa, o çocuktan ümmü sibyan hastalığı uzaklaşır. 153
Çocuğun ilk konuşacağı zaman, herşeyden önce ona 'Lâ ilâhe illâllah'ı telkin etmek müstehabdır ki ilk konuşması bu olsun. 154
Doğumun yedinci gününde sünnet edilmesi hususunda bir hadîs varid olmuştur. 155
3. Üçüncü edep, çocuğuna güzel bir isim vermektir. Zira çocuğa güzel bir isim vermek çocuğun babası üzerindeki bir hakkıdır. Nitekim Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:
Çocuklarınıza isim verdiğiniz zaman, kulluk mânâsını ifade eden isimleri veriniz. 156
Allah nezdinde isimlerin en sevimlisi, Abdullah ve Abdurrahman'dır. 157
(Çünkü Kur'ân'da Abd kelimesi bu iki isimden başkasına izafe edilmiş değildir) .
Çocuklarınızı benim ismimle isimlendiriniz. Fakat benim künyemi kimseye vermeyiniz. 158
Âlimler şöyle demişlerdir: Rasûlüllah'ın künyesiyle künyelenmek ancak onun hayatında yasaktı. Çünkü o asırda Hazret-i Peygamber 'Ey Ebû'l-Kasım!' diye çağırılırdı. Şimdi ise, herhangi bir müslümana 'Ebû'l-Kasım' künyesini vermekte bir sakınca yoktur. Evet, yalnız Hazret-i Peygamber'in hem ismini ve hem de künyesini birden almak doğru olmaz.
Çünkü Rasûlüllah şöyle buyurmuştur:
Benim ismimle künyemi bir araya getirmeyiniz. 159
Denildi ki, bu son hadîsin hükmü de Rasûlüllah'ın hayatta olduğu zamana aittir. O zaman, adamın birisine Ebû İsâ künyesi verilmişti. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur: 'muhakkak ki, İsâ'nın babası yoktur. 160
Bu bakımdan Ebû İsâ ile herhangi bir kimseyi künyelendirmek mekruhtur. Düşük çocuğa, isim vermek gerekir.
Abdurrahman b. Yezid b. Muaviye dedi ki: "Düşük çocuğun kıyâmet gününde babasının arkasında koşup 'Beni dünyada iken zâyi ettin. Beni isimsiz bıraktın' diye bağıracağını bildiren bir hadîs-i şerifi işitmiştim".
Bunun üzerine Ömer b. Abdülâziz, Abdurrahman'a dedi ki:
- Kişi düşen çocuğa nasıl isim verecek? Oysa onun erkek veya kız olduğunu bilmemektedir.
- Bazı isimler vardır ki, iki sınıfa da verilir. Hamza, Ammâra, Talha ve Utbe gibi.
Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmaktadır:
Sizler kıyâmet gününde özel isimleriniz ve ecdadınızın isimleriyle çağrılacaksınız. O halde isimlerinizi güzelleştiriniz. 161
Herhangi bir müslümanın mânâsı güzel olmayan ismi varsa, o ismi değiştirmek onun için müstehabdır. Nitekim Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) , el-As'ın ismini Abdullah ile değiştirdi. (Ümmü Seleme vâlidemizin kızı) Zeyneb 'in ismi (temizleyici mânâsına gelen) Berre idi. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) 'O kendi nefsini temizler' dedi ve ismini Zeyneb ile değiştirdi. 162
Böylece Eflâk, Yesar, Nâfi ve Bereket isimleriyle isimlenmek hususunda yasak vardır. Çünkü 'Bereket orada mı?' denir ve 'hayır' cevabı verilir.
4. Doğum edeplerinin dördüncüsü; erkek çocuğu için iki "koyunu akika kurbanı olarak kesmektir. Kız çocuğunun akika kurbanı ise bir koyundur. Fakat erkek çocuğu için de kız için olduğu gibi bir koyun kurban edilirse, herhangi bir sakınca yoktur. Âişe vâlidemiz (radıyallahü anh) Hazret-i Peygamber'in erkek çocuk için iki koyun, kız çocuğu için de bir koyunu 'akika' kurbanı olarak kesmeyi tavsiye ettiğini rivâyet etmektedir. 163
Yine rivâyet ediliyor ki, Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) Hazret-i Hasan'ın akika kurbanı olarak bir koyun kesmiştir. Rasülullah'ın böyle yapması bir koyun kesmenin de yeterli olduğuna işaret eder. Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmaktadır:
Çocukla beraber akikası vardır. Bu bakımdan onun için kan akıtınız ve ondan eziyetleri uzaklaştırınız. 164
Çocuğun kesilen tüylerinin ağırlığı kadar altın veya gümüş tartıp sadaka olarak vermek Sünnet-i seniyye 'dendir.
Bu hususta bir haber gelmiştir ki, Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) Hazret-i Hüseyin'in doğumunun yedinci gününde Hazret-i Fâtıma'ya emretti: 'Onun saçını kes ve karşılığında gümüş tart, sadaka ver'. Âişe (radıyallahü anh) şöyle demiştir: 'Akika olarak kesilen hayvanın kemikleri kırılmamalıdır'.
5. Doğum edeplerinin beşincisi; çocuğu ilk olarak bir parça helva veya bir hurma ile gıdalandırmaktır.
Nitekim Hazret-i Ebû Bekir Sıddık'ın kızı Hazret-i Esmâ'dan şöyle rivâyet edilir:
Ben Kuba'da oğlum Abdullah b. Zübeyr'i doğurdum. Sonra Hazret-i Peygamber'e getirip kucağına bıraktım. Allah'ın Rasûlü bir hurma istedi. Onu ağzında çiğnedi, sonra Abdullah'ın ağzına koydu. Bu bakımdan Abdullah'ın karnına ilk giren gıda Hazret-i Peygamber'in tükürüğü oldu. Bundan sonra hurmayı yedirdi ve daha sonra kendisi için bereket istedi.
Abdullah b. Zübeyr Medine'de ilk doğan müslüman çocuğudur. Müslümanlar Abdullah'ın doğumu ile şenlik yaptılar. Çünkü müslümanlara 'Yahûdîler size sihir yapmıştır. Artık sizin çocuğunuz olmaz' denilmişti.
147) Taberânî ve Haraîtî, (İbn Mes'ûd'dan zayıf bir senedle)
148) İbn Mâce ve Hâkim, (sayıf bir senedle)
149) Harâitî, (zayıf bir senedle) ; Tirmizî, (hasen ve garib bir senedle)
150) Harâitî, (zayıf bir senedle)
151) Harâitî, (zayıf bir senedle) ; İbn Adiyy, el-Kâmil. İbn Cevzî'ye göre bu hadîs uydurma 'dır.
152) Harâitî ve Hakim
153) İmâm-ı Ahmed, Ebû Davud ve Tirmizî
154) Ebû Ya'lâ, İbn Sinnî ve Beyhakî, (zayıf bir senedle)
155) Taberânî, (Câbir'den zayıf bir senedle)
156) Taberânî, (Abdülmelik'ten) ; Beyhakî, (Hazret-i Aişe'den)
157) Müslim, (İbn Ömer'den)
158) Müslim ve Buhârî, (Câbir'den)
159) Ahmed, İbn Hıbbân, Ebû Davud ve Tirmizi
160) Ebû Ömer et-Tukanî, (İbn Ömer'den zayıf bir senedle)
161) Ebû Dâvud, (Ebu'd Derda'dan) . İmâm Nevevî'ye göre senedi ceyyid'dir.
162) Müslim ve Buharî, (Ebû Hüreyre'den)
163) Tirmizî, (sahih bir senedle)
164) Buhârî, (Selman b. Amr el-Dubbî'den)
12.7
Talâk
Talâk'ın helâl olduğunu bilmelidir. Fakat Allah nezdinde mübah olanların en çok buğzedileni ve menfuru olduğunu da unutmamalıdır. Boşanmanın mübah olması, ancak bâtıl bir şekilde eziyet olmamasına bağlıdır. Ne zaman kadını boşarsa ona eziyet etmiş olur. Başkasına ancak bir cinayet işlediği veya eziyet vermeye mecbur olduğu takdirde eziyet etmesi caiz olur.
Nitekim Allahü teâlâ . şöyle buyurmaktadır:
Eğer (azarlamak, yatağını terketmek ve dövmekle) size itâat ederlerse artık onların aleyhine başka bir yol aramayın. (Nisâ/34)
Yani onlardan ayrılmak için herhangi bir hile aramayın ve düşünmeyin! Eğer babası gelininden nefret ediyorsa (babasının hatırını hoşnut etmek için) onu boşamak gerekir. (Çünkü babanın hakkı zevcenin hakkından daha önce gelir) .
İbn Ömer (radıyallahü anh) şöyle demiştir: 'Çok sevdiğim bir hanımım vardı. Babam Ömer (radıyallahü anh) ondan nefret ettiği için onu boşamamı söyledi. Bu durum karşısında, Hazret-i Peygamber'e müracaat ettim. Hazret-i Peygamber 'Hanımını boşa'165 dedi.
Bu olay babanın hakkının, eşinin hakkından daha önce geldiğine işaret eder. Fakat garez ve mânâsız bir gaye için, gelinin boşanmasını istemeyen bir babanın sözü dinlenir. Hazret-i Ömer'in istemediği gibi. . . Kadın, ne zaman kocasına eziyet verip, onun yakınlarına diliyle saldırırsa, suçlu sayılır. Kadın kötü ahlâklı (çenesi düşük ve kalbi katı olduğu gibi) ve bozuk inançlı olduğu takdirde de yine hüküm böyledir. 166
İbn Mes'ûd 'Onları evlerinden çıkarmayın ve onlar da çıkmasınlar. Meğer ki, apaçık bir kötülük işlerse. . . ' (Talak/l) ayeti hakkında 'Ne zaman kadın kocasının yakınlarına diliyle saldırırsa veya kocasına eziyet verirse, onun bu hareketi fuhşiyattır' demiştir.
Bu hüküm, kadının iddet zamanına mahsus bir hükümdür. Fakat buna rağmen insanın dikkatini maksada doğru çekmektedir. Eğer eziyet kocadan gelirse, o zaman kadın mal vermek suretiyle boşanabilir. Kadını mal karşılığında boşayan koca için nikâhın başında vermiş olduğu mehilden fazlasını almak mekruhtur. Zira verdiğinden fazlasını almak kadına zarar vermek, onu sıkmak ve namus üzerinde ticaret yapmak demektir. Oysa Allahü teâlâ şöyle buyurmaktadır:
Kadınlarınıza verdiklerinizden bir şeyi geri almanız, size helâl olmaz. Şayet erkek ve kadın, Allah'ın sınırlarında duramayacaklarından korkarlarsa başka. Eğer Allah'ın hükümlerini hakkıyla yerine getirmeyeceklerinden korkarsınız o zaman kadının (ayrılmak için) hakkından vazgeçmesinde ikisine de günah yoktur. (Bakara/229)
Bu bakımdan kadının başta mehir olarak kocasından aldığını veya aldığından daha az bir miktarını feda edip kendini ahlâksız kocadan kurtarmasında hiçbir sakınca yoktur. Eğer kocasıyla arasında geçimsizlik olmadığı halde kocasından mal karşılığında boşanmak isterse, o zaman günahkâr olur.
Nitekim Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:
Herhangi bir kadın, geçimsizlik olmadığı halde kocasından boşanmayı isterse, o kadın cennetin kokusunu bile alamaz. 167
Hadîs 'Böyle bir kadın için cennet haram olur' şeklinde de gelmiştir.
Mal karşılığında boşanma dâvasında bulunan kadınlar var ya! İşte onlar münafık kadınların tâ kendileridir. 168
Bütün bunları bildikten sonra koca, talâkta (boşamada) dört hususa riayet etmelidir:
1. Kendisiyle cinsî münasebette bulunmadığı bir tuhur (temizlik) zamanında boşamaktır. Zira kadını hayızlı iken boşamak veya hayızdan sonra temizlenmiş fakat o temizlik zamanında cinsi münasebette bulunmuş bir durumda boşamak her ne kadar böyle bir boşanma ile talâk olursa da bid'at bir talaktır ve haramdır. . Böyle bir durumda iddetin uzamasında sakınca vardır. Eğer kişi böyle bir durumda kadını boşamışsa onu tekrar nikâhının altına almalıdır. Zira İbn Ömer, hayız halinde bulunan hanımını boşadığında, Hazret-i Peygamber, Hazret-i Ömer'e şöyle demiştir: Oğluna söyle! Karısını tekrar alsın. Temizleninceye ve sonra hayız görüp tekrar temizleninceye kadar beklesin. Ondan sonra isterse boşasın, isterse boşamasın. 169
İşte bu iddet, Allah'ın kadınları boşamak için emrettiği iddettir. Hazret-i Peygamber'in (sallâllahü aleyhi ve sellem) İbn Ömer'e eşini nikâhının altına aldıktan sonra iki tuhûr (temizlik) müddeti bekleyip sabretmeyi emretmesinin hikmeti, bu müracaatın talak niyetiyle olmamasını temin içindi.
2. Hanımını boşadığı zaman, bir talâkla boşamalıdır. Üç tâlak ile birden boşamamalıdır. Çünkü tek talâkla boşanma, iddeti bittikten sonra boşamaktan gaye neyse onu ifade eder. Yani kadın tamamen boşanmış olur. Aynı zamanda, eğer kadın iddet beklerken kocası pişmanlık duyarsa bir talâkla boşadığı için kadını tekrar nikâhının altına alma imkânına sahiptir. İddet bittikten sonra da yeni bir nikâhla onunla evlenmek imkanına sahiptir. Üç talâkla boşadığı zaman çok kere pişman olur. O zaman da kadının başka birisiyle evlenip, ondan boşandıktan sonra iddeti bitinceye kadar sabretmesi gerekir. Halbuki eski kocasına dönebilmek için başka biriyle evlenmesi yasaktır. Aynı zamanda buna kendisi sebebiyet vermiş olur. Bütün bunlardan başka kalbi başkasının zevcesiyle ilgilenmiş ve onun boşanmasını istemiş olur. Yani kadın, başkası ile evlendikten sonra ilk kocasının kalbi onunla daima ilgilenir ve ne zaman adam onu boşayacaktır diye bekler. Bütün bunlardan başka evlendiğinden ötürü zevcesinden nefret duyabilir. (Zira başkasıyla düşüp kalkmış olur) . Bütün bu mahzurlar üç talâkı birden vermesinin bir sonucu ve semeresidir. Oysa bir talâkla boşamakla maksat hasıl olur ve sayıları mahzurların hiçbiri de meydana gelmez. Ben bu mukaddime ile üç talâkın birden verilmesinin haram olduğunu söylemiyorum. Fakat yukarıda bahsettiğim mahzurlardan ötürü üç talak birden vermenin mekruh olduğunu söylüyorum. Yani üç talâkla birden hanımını boşayan kendini düşünmemiştir.
3. Hanımını boşadığı zaman, şiddete başvurmak ve onun haysiyetiyle oynamak gibi, hareketlere tevessül etmemeli, boşanmanın hanımı suçlayıcı olmayan sebeplere dayandığını nazik bir şekilde ifade etmeye çalışmalıdır. Bazı hediyelerle onun gönlünü almalıdır.
Nitekim Allahü teâlâ şöyle buyurmaktadır:
Zengin olan kudretine göre, fakir olan da gücü yettiği kadar güzellikle faydalandırsın. Bu, ihsan edenler üzerine bir borç bir haktır. (Bakara/236)
Kadına, eğer nikâhın başlangıcında mehir belirtilmemiş ise, bu şekilde nafaka vermek vâcib olur. Hasan b. Ali (radıyallahü anh) çokça kadın nikâh eder ve boşardı. Bir ara, arkadaşlarından birini iki hanımını boşamak için vekil tayin ederek dedi ki: 'Git onlara söyle! İkisi de boşanmıştır. İddetlerini beklesinler ve herbirine de iddet müddetince idare etmeleri için onar dirhem ver'. Adam, Hazret-i Hasan'ın dediğini yerine getirdi. Hazret-i Hasan dönünce kendisine sordu: 'Acaba onlar ne yaptılar?' Adam şöyle dedi: Biri başını yere eğerek sustu. Diğeri ise ağlayıp feryat etti ve kulağımla şöyle dediğini duydum: 'Ayrılmış bir sevgiliden gelen az bir meta'dır bu para'. Bunun üzerine Hazret-i Hasan düşünceye daldı ve o kadına şefkat göstererek şöyle dedi: 'Eğer ben ayrıldıktan sonra herhangi bir kadını yeniden nikâhımın altına almak âdetine sahip olsaydım, muhakkak onu yeniden nikâhımın altına alırdım'.
Hazret-i Hasan (radıyallahü anh) günün birinde Medine'nin fâkihi ve reisi bulunan Abdurrahman b. Hars b. Hişam'ın evine gitti. Medine'de Abdurrahman'ın benzeri yoktu. Bu zat ile Âişe validemiz (radıyallahü anh) darb-ı mesel getirirdi. Şöyle ki: 'Eğer o (Basra) yolculuğumu yapmasaydım, benim için, Hazret-i Peygamber'den Abdurrahman b. Hars b. Hişam gibi onaltı oğlumun olmasından daha sevimli gelirdi bana'. Hazret-i Hasan, söz konusu Abdurrahman'ın evine gitti. Abdurrahman Hazret-i Hasan'a hürmet gösterdi ve onu kendi yerine oturtarak dedi ki:
- Neden bana haber göndermedin ki, ben size geleydim? Zahmet edip buraya kadar geldiniz.
- İhtiyaç bizimdir. O halde gelmek de bize düşer,
- İhtiyacınız nedir?
- Kızını istemek için geldim.
Bu sözden sonra Abdurrahman derin derin düşündü, sonra başını kaldırıp Hazret-i Hasan'a şöyle cevap verdi:
- Allah'a yemin ederim, yeryüzünde yürüyen hiçbir kimse benim yanımda senden daha aziz değildir. Fakat sen biliyorsun ki, kızım benim bir parçamdır. Onu kıran, beni kırmış olur ve onu sevindiren de beni sevindirmiş olur. Sen ise çokça kadın boşuyorsun. Bu bakımdan kızımı boşayacağından korkuyorum. Eğer bunu yaparsan kalbimin sana karşı olan muhabbetinin bozulacağından çekiniyorum. Sana kalbimin bozulması hiç de hoşuma gitmez. Çünkü sen Hazret-i Peygamber'in bir parçasısın. Eğer (zevcen olacak) kızımı boşamayacağını şart koşarsan, onu seninle evlendiririm.
Bu söz karşısında Hazret-i Hasan sustu, usulca kalktı ve evden çıktı.
Abdurrahman'ın aile efradından birisi diyor ki: Hazret-i Hasan'ın giderken şunları söylediğini işittim: 'Abdurrahman bu sözleriyle kızını benim boynuma bir halka gibi geçirmekten başka birşey kasdetmiyor'.
Hazret-i Ali de oğlunun (Hazret-i Hasan'ın) bu şekilde çokça kadın boşamasından rahatsız oluyordu. Çok zaman minberde hutbe okurken Hazret-i Hasan'ın çok kadın boşamasından dolayı cemaatten özür diler ve şöyle derdi: 'Hasan çok kadın boşayan kimsedir. Bu bakımdan kızlarınızı onunla evlendirmeyiniz'. Hazret-i Ali bu sözünü birkaç kez tekrarladı. (Yemenli) Hemedan kabilesine mensup bir kişi ayağa kalkıp şöyle dedi: 'Ey emîr'el-Mü'minîn! Vallahi o isteyince biz ona kızlarımızı nikâh edeceğiz. Nikâhtan sonra isterse zevciyyetinde bırakır, isterse terkeder'. Bu söz Hazret-i Ali'yi sevindirip şu sözleri söylemesine vesile oldu: 'Eğer ben cennetin kapıcısı olsaydım, Hemedan kabilesine selâm ile cennete giriniz derdim'.
Hazret-i Ali'nin bu sözü, şunu gösterir ki, kişi sevdiklerine ve evladına kızdığında, onu dinleyen de onun gibi onun dostuna atıp tutmamalıdır. Zira böyle bir şeyde onunla birleşmek çirkin bir beraberlik olur. Aksine edep, mümkün olduğu kadar burada ona muhalefet etmektedir. Böyle bir muhalefet, onun kalbini daha da hoşnut eder. Onun iç âlemine daha uygun gelir. Bunu nakletmekten gayem; boşanmanın helâl olduğunu beyan etmektir. Allahü teâlâ, boşanmakta da, evlenmekte de müslümana zenginliği va'detmektedir.
Bir de içinizden bekârları ve kölelerinizle câriyelerinizden sâlihleri evlendirin. Eğer fakir iseler Allah onları fazlından zengin eder. Allah'ın ihsânı geniştir. (Nûr/32)
Eğer karıkoca boşanarak birbirinden ayrılırsa Allah herbirini kudretiyle zengin kılar. Allah'ın ihsânı geniştir. O, hükmünde hikmet sahibidir. (Nisa/130)
4. Gerek boşandığında, gerek evlendiğinde hanımının sırrını ifşâ etmemektir. Zira kadınların sırrını ifşâ etmek hususunda sahih bir haberde büyük bir tehdid vârid olmuştur. 170
Sâlihlerden birisi, hanımını boşamak istedi. Kendisine 'Seni hanımın hakkında şüpheye sevkeden nedir ki onu boşuyorsun?' denildiği zaman, şu cevabı verdi: 'Akıllı bir kimse hanımının perdesini yırtmaz'. Hanımını boşadıktan sonra kendisine 'Neden boşadın?' denildiğinde şöyle demiştir: 'Benim başkasının hanımıyla artık ne alâkam var ki, ondan bahsedeyim?'
İşte buraya kadar zikrettiklerimiz kocaya düşen vazifelerdir. B) Kocanın Hanımı Üzerindeki Hakları
Bu hususta en güzel söz şudur: Nikâh bir nevi köleliktir. Bu bakımdan kadın (teşbih yoluyla) kocanın kölesi sayılmaktadır. O halde koca, karısından neyi isterse karısının onu yerine getirmek suretiyle itaat etmesi lâzımdır. Kocanın karısının üzerindeki hakkının büyüklüğüne dair birçok hadîsi şerif gelmiştir. Hazret-i Peygamber şöyle buyurmaktadır:
Hangi kadın, kocası kendisinden razı olduğu halde ölürse, o kadın cennete girer. 171
Adamın biri sefere çıktı. Hanımına 'Evin ikinci katından alt katına inme' diye emir verdi. Hanımın babası alt katta bulunuyordu ve hastalanmıştı. Bunun üzerine kadın, Hazret-i Peygamber'e haber gönderdi: 'Bana izin versin, üst kattan alt kata, babamın yanma ineyim'. Hazret-i Peygamber: 'Kocana itaât et' dedi. Bundan sonra kadının babası vefat etti, yine Rasûlüllah'a haber gönderip babasının cenazesinde bulunmak için izin istedi. Hazret-i Peygamber 'Kocana itaat et' dedi. Böylece kadının babası defnedildi. Definden sonra Rasûlüllah kadına 'Senin kocana itâat etmen yüzü suyu hürmetine Allahü teâlâ babanı bağışladı' haberini gönderdi. 172
Kadın beş vakit namazını kıldığı, Ramazan orucunu tuttuğu, iffetini koruduğu ve kocasına itâat ettiği zaman rabbinin cennetine girmiş olur. 173
Hazret-i Peygamber böylece kocaya yapılan itâati İslâm'ın esaslarından saymıştır. Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) kadınları vasıflandırarak şöyle buyurmuştur:
Gebe kalırlar, doğururlar, emzirirler ve çocuklarına şefkat gösterirler. Eğer kocalarına karşı yaptıkları nankörlük olmasaydı, onların namaz kılanları cennete girecekti. 174
(İsrâ gecesinde veya uykuda) cehennem bana gösterildi. Baktım ki, ateşte bulunanların çoğu kadınlardı.
Kadınlar 'Neden böyledir yâ Rasûlüllah?' diye sordular.
Bunun üzerine Rasûlüllah şöyle buyurdu:
Çokça lânet okurlar ve kocalarının iyiliklerini inkar ederler. . . 175
Cennete baktım ve gördüm ki, cennet halkının en azını kadınlar teşkil etmektedir. Bu durum karşısında şöyle sordum: 'Kadınlar nerede?' Cennet bekçisi bana şu cevabı verdi: 'Onları, iki kırmızı; yani altın ve boyalı elbiseler cennetten meşgul etti'. 176
Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) bu sözüyle zînet ile süslü elbiseleri kasdetmiştir.
Âişe vâlidemiz şöyle anlatır: Genç bir kız Hazret-i Peygamber'e gelip 'Ey Allah'ın Rasülü! Ben gördüğün gibi genç bir kızım. Çok kimseler tarafından istenmekteyim, fakat evlenmekten kaçınıyorum. Acaba kocanın kadın üzerindeki hakkı nedir?' diye sordu. Rasûlüllah şöyle cevap verdi:
Eğer kocanın tepesinden ayağına kadar bütün bedeni irinler içinde kalıp hanımı o irinleri diliyse yalasa, yine de ona karşı teşekkür vazifesini yerine getirmiş sayılmaz. Genç kız 'O halde ben evleneyim mi?' deyince, Hazret-i Peygamber şöyle dedi:
Evet evlen. Zira evlenmek, evlenmemekten daha hayırlıdır. 177
İbn-i Abbâs şöyle anlatıyor: Haysam kabilesinden bir kadın gelip 'Ben kocası olmayan bir kadınım, evlenmek istiyorum. Acaba kocanın eşi üzerindeki hakkı nedir?' diye sorunca, Hazret-i Peygamber şöyle buyurdu:
Kocanın eşi üzerindeki hakkından birisi; kocası onu yatağa davet ettiği zaman, o devenin sırtında bile olsa kocasını reddetmemesidir. Yine kocanın hakkından birisi de kocanın izni olmaksızın onun evinden herhangi bir şeyi başkasına vermemesidir. Eğer kocasından izin almadan onun evinden başkasına birşey verirse günahı onun boynuna, sevabı ise kocasına yazılır. Kocanın hakkından birisi de, kocanın izni olmaksızın nafile oruç tutmamasıdır. Eğer kocanın izni olmadan nafile oruç tutarsa, boşu boşuna acıkmış ve susamış olur, o oruç kendisinden kabul olunmaz. Eğer kocanın izni olmadığı halde kocasının evinden çıkarsa, eve dönünceye veya tevbe edinceye kadar melekler ona lânet okurlar. 178
Eğer herhangi bir kimseye Allah'tan başka bir varlığa secde etmesini emretseydim, muhakkak ki kadına, kocasına secde etmesini emrederdim. Böyle bir emri de kocanın karısı üzerindeki haklarının büyüklüğünden ötürü verirdim. 179
Kadının rabbinin cemâline en yakın olduğu zaman evinin içinde bulunduğu zamandır. Kadının evinin açık bir yerinde namaz kılması, camide namaz kılmasından daha üstünkılması evinin açık kısmında kıldığı namazdan daha üstündür. Evin içindeki küçücük odasında kıldığı namaz ise, evin içinde kıldığı namazdan daha üstündür. 180
Hadîs-i şerifteki 'ınahda' veya 'ınıhda' kelimesi 'ev içindeki oda' demektir. Bunun böyle olması ise, kadının daha fazla gözlerden kaybolmasından ileri gelir. Bu sırra binâen Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur:
Kadın avrettir. Bu bakımdan kadın evinden çıktığı andan itibaren şeytanı onu saptırmak için gözetlemeye başlar. 181
Kadının on avreti vardır. Ne zaman ki, kadın evlenirse, kocası onun tek bir avretini örter. Öldüğünde, kabir onun on avretini birden örter. 182
Kocanın eşi üzerindeki hakları çoktur. Onların en önemlisi şu iki şeydir:
a) Namusunu korumak ve tesettüre riayet etmek.
b) İhtiyacın haricinde olan şeyleri istemeyi terketmek ve kocanın kazancı haram olduğu takdirde onu yemekten sakınmak.
Evet, selef-i Sâlihîn zamanında kadınların âdeti şöyleydi: Kişi evinden çıktığı zaman, hanımı veya kızı, arkasından şöyle haykırıyordu: 'Haram kazançtan sakın! Zira biz açlık ve fakirliğe sabredebiliriz, fakat ateşe sabredemeyiz'.
Seleften bir kişi sefere çıkmak istedi. Komşuları onun sefere gitmesini hoş görmediler. Bundan ötürü de hanımına 'Neden onun sana herhangi bir nafaka bırakmadan sefere çıkmasına razı oluyorsun?' dediler. Kadın şu cevabı verdi: 'Ben kocamı tanıdığımdan beri onu hazır yiyen biri olarak gördüm. Onu rızık verici olarak tanımış değilim. Benim rızık verici bir rabbim vardır. Hazır yeyici gidiyor, rızık verici ise kalıyor.
İsmail'in kızı (Şamlı) Rabia Hatun183 Ahmed b. Ebî Havarî'ye evlenme teklifinde bulundu. Ahmed ise ibâdetle meşgul olduğundan ötürü bu teklifi hoş karşılamadı ve Rabia'ya şöyle dedi:
- Vallahi ben kendi hâlimle meşgul olduğum için kadınlara karşı herhangi bir isteğim mevcut değildir.
Bunun üzerine Rabia; kendisine şu karşılığı verdi:
- Ben de kendi hâlimle meşgul olduğum için sana ihtiyacım yok. Benim şehvetim de kalmamış, fakat kocamdan bol bol servet kaldı. Seninle hayat birliği yapıp, o serveti arkadaşlarına infak etmeni ve senin sayende sâlih kimselerle tanışmayı istedim. Belki böyle bir infak ve tanışma, benim için Allah'a götürücü bir vesile olur.
Rabia'nın bu sözüne karşılık olarak Ahmed 'O halde, hocamdan izin isteyinceye kadar bana mühlet ver' dedi. Sonra Ahmed, hocası Ebû Süleyman ed-Dârânî'ye müracaat etti. Ahmed diyor ki: Mürşidim Ebû Süleyman hep beni evlenmekten meneder, 'Arkadaşlarımızdan kim evlenmişse onun hâli muhakkak bozulmuştur' derdi. Fakat Rabia'nın bana söylediklerini kendisine naklettiğim zaman 'Onunla evlen. O, Allah'ın veli kullarındandır. Bu konuşma, sıddîkların konuşmasıdır' dedi. Mürşidimin emri üzerine Rabia ile evlendim. Bizim evimizde bir çuval Ces (bir madde) bulunuyordu. Bu madde, yemekten sonra çıkıp gitmek isteyenlerin el yıkamasından ötürü tükendi. Bu madde ile yıkanmayıp Eşnan ile yıkananlar da çoktu. Ahmed diyor ki: 'Rabia üzerine üç kadın daha getirdim'. Rabia bana kuvvetli yemekler yedirip güzel kokular sürdükten sonra şöyle dedi: 'Keyifli ve kuvvetli olarak kadınlarının yanına git'.
Bu hâdisede ismi geçen Rabia Hâtun, Şamlılar arasında Basra'da bulunan Rabiat'ül-Adeviyye'ye benziyordu.
Kadının gözetmesi gereken vazifelerden biri de, kocasının servetine karşı gevşeklik göstermemesi, aksine onu korumasıdır.
Nitekim Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur:
Kadına, kocasının evinden ancak onun izni olduktan sonra yedirmek helâl olabilir. Ancak bozulmasından korkulan yaş yiyeceklerden olursa o zaman izin almadan fazlasını yedirebilir. Eğer kadın kocasının rızasını aldıktan sonra yemeğinden yedirirse, kocaya yazılan ecir kadar, kendisine de ecir yazılır. Eğer onun izni olmaksızın yedirirse, yedirilenin ecri kocaya yazılır. Günahı ise kadına. . . 184
Kadının ana-babasına düşen görev ise, ona (mutlak mânâda) güzel muaşereti ve özellikle kocasıyla olan ilişkilerin edeplerini öğretmektir.
Hârice el-Fezzârî'nin kızı Esmâ, kızını evlendirdiği zaman ona şöyle hitap etti:
Sen, içinde bulunduğun yuvadan ayrılıp, tanımadığın bir yatağa gireceksin. Daha önce tanımadığın bir eşle karşılaşacaksın. Bu bakımdan sen ona yer, o da sana gök olmalı. Sen ona beşik, o sana direk olmalı. Sen ona câriye ol ki, o sana köle olsun. Ondan uzaklaşma ki, o seni unutmasın. Eğer o sana yaklaşırsa, sen ona daha da yaklaş. Eğer o senden şiddetle uzaklaşırsa, sen de (onun şiddetinden korunmak için) ondan uzaklaş. Onun burnunu, kulağını ve gözünü koru. O senden ancak güzeli koklasın. Ancak iyiyi dinlesin ve ancak güzele baksın.
Adamın biri zevcesine şöyle demiştir:
Benden gelen affı kabul eyle. O zaman sevgimi kendin için devam ettirmiş olursun. Öfkelendiğim zaman da bana cevap verme. Tef vururmuş gibi durma. Zira sen, senden kaybolanın ne halde olduğunu bilmezsin. Fazla şikâyette bulunma ki aşkı ortadan kaldırmış olmayasın. Bu takdirde kalbim senden uzaklaşır. Kalpler ise daima değişmektedir. Çünkü ben gördüm ki, kalpte sevgi ve eziyet bir araya geldiği zaman, sevgi pek fazla devam etmeyip hemen gidiveriyor.
Kadının yerine getirmekle mükellef olduğu edepler hususunda en kapsamlı söz şudur: 'Evinin derinliğinde oturmalı. İğini elinden bırakmamalı. Çok girip çıkmamalı. Komşularıyla az konuşmalı. Ancak gerektiği zaman onlara gitmeli. Kocası evde olmadığı zaman, onun namusunu ve malını korumalı. Bütün işlerinde kocasını sevindirmeyi düşünmeli. Nefsinde ve kocasının malında kocasına ihanet etmemeli. Onun evinden ancak onun izniyle çıkmalı. Eğer onun izniyle çıkarsa güzelliklerini yırtık pırtık bir kıyafet içerisinde gizlemeli. Çarşı ve pazarlardan geçmeyi değil, tenha yolları seçmeli. Yabancı bir kimseye sesini duyurmaktan sakınmalı veya yabancı bir kimseye kendisini tanıtmaktan sakınmalı. İhtiyaçlarını temin etmek için kocasının dostuna kendisini tanıtmamalı. Kendisini tanıdığını veya kendisinin tanıdığını zannettiği bir kimseye kendisini tanıtmayacak bir şekilde davranmalı. Durumunu düzeltmeye ve ev işlerini düzene sokmaya çalışmalı. Namazına, orucuna yönelmeli. Kapıya gelen kocasının bir dostu izin istediği zaman, kocası hazır olmadığı takdirde kapıda onlara kim olduklarını dahi sormamalı ve onlarla karşılıklı konuşmaya girişmemeli. Bütün bunları kendi nefsi ve kocasının şerefi için yapmalı. Cenabı Hakkın rızık olarak kocası vasıtasıyla kendisine verdiğine kanaat etmeli ve diğer akrabalarının hakkını da takdim etmeli. Nefsinde çok nazif olmalı. Her zaman öyle bir durumda bulunmalı ki, kocası istediği anda onunla yatağa girmeli. Kocasının çocuklarına şefkat göstermeli. Onları örtmeye dikkat etmeli. Çocuklarına küfretmek ve kocasına karşılık vermek hususunda dili kısa olmalı'.
Nitekim Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:
Ben ve yanakları kırmızı bulunan bir kadın (iki parmağına işaret ederek) cennette bunların ikisi gibiyiz. O öyle bir kadındır ki, kocasından dul kalmış, küçük kızlarını büyütmek için şehvetinden korunmuş. O çocuklar hayırlı bir şekilde büyüyüp minnetsiz oluncaya veya ölünceye kadar bu hâl devam etmiştir. 185
Allahü teâlâ benden önce cennete girmeyi Âdem oğluna haram kılmıştır. Ancak ben sağıma baktığımda bir de ne göreyim! Bir kadın benden önce cennet kapısına varmak istiyor. Soruyorum: 'Şu kadının durumu nedir ki benden önce cennet kapısına varmak istiyor?' O zaman bana denildi ki: 'Ey Muhammed! Bu güzel bir kadındı. Yanında yetimleri vardı. Onları büyütmek için sabredip kocaya gitmedi. Onların işleri yoluna girinceye kadar durum böyle devam etti. Bu bakımdan Allahü teâlâ bu kadın kuluna bu hareketinden ötürü teşekkür etti. 186
Kadının yerine getirmekle mükellef olduğu edeplerden biri de güzelliğiyle kocasına karşı böbürlenmemek, kocasının çirkinliğinden ötürü de onunla alay etmemektir.
el-Esmâî şöyle anlatır: Ben bir ara çöle bedeviler arasına gittim. Çok güzel bir kadını çok çirkin bir kocanın nikâhı altında görünce dedim ki:
- Ey kadın! Sen kendin için razı mısın ki, böyle çirkin bir kocanın nikâhı altında bulunuyorsun?
- Ey kişi sus! Bu sözünle kötülük yaptın. Belki de kocam Allah çin bir iyilik yapmıştır. Allahü teâlâ beni onun sevabı olarak kendisine vermiştir veya ben bir kötülük yapmışım, Allahü teâlâ bu çirkin kocayı bana bir ceza olarak vermiştir. Acaba ben Allah'ın bana razı olduğuna razı olmayayım mı?
Esmâî diyor ki; 'Kadın bu şekilde beni susturdu'.
Yine Esmâî şöyle demiştir: "Çölde (bedeviler arasında) bir kadın gördüm. Sırtında kırmızı, allıpullu bir entari, eli kmalı ve aynı zamanda elinde bir tesbih vardı. Ben 'Şu tesbihin, bu süslerden ne kadar uzaktır?" dedim. Kadın dedi ki: 'Benim Allah için bir tarafım vardır. Onu zâyi etmem. Oynaşmak ve tembellik için de diğer bir tarafım vardır'. Kadının bu sözünden anladım ki, bu kadın sâliha ve evli bir kadındır. Süslerini kocasına karşı olan vazifesi olarak takmıyor".
Kadının edeplerinden biri de, kocası bulunmadığı zaman salâhtan ayrılmamaktır. Kocası bulunduğu zaman da oynaşmak, gülüşmek ve lezzetin bütün sebeplerine başvurmaktan ayrılmamalı. Hiçbir durumda kocasına eziyet vermek kadına uygun düşen bir hareket değildir.
Muaz b. Cebel'den rivâyet ediliyor ki, Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur: 'Dünyada herhangi bir kadın kocasına eziyet verdiğinde, o koca için cennette bulunan hurisi şöyle çağrıda bulunur: 'Ey kadın! Allah seni kahretsin. Ona eziyet verme. O, senin yanında misafirdir. Yakında senden ayrılıp bize gelecektir'. 187
Kadının üzerinde evlenme hakkı olarak vacib olan şeylerden biri de kocası öldüğü zaman, dört ay on günden fazla matemli kalmamak, kokudan ve süsten bu müddet zarfında kaçınmaktır.
Ebû Seleme'nin kızı Zeyneb şöyle diyor: Rasûlüllah'ın zevcesi Ümmü Habibe'nin babası Ebû Süfyân b. Harb öldüğü zaman, onun yanına gittim. Ümmü Habibe, içinde kına veya başka maddeler bulunan bir kokuyu istedi. Onu önce bir kızın başına sürdü. Sonra onunla yanaklarını ovaladı. Daha sonra şöyle dedi: Vallahi benim koku sürünmeye ihtiyacım yok.
Ne var ki Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştu: 'Allah'a ve âhirete îman eden bir kadın için herhangi bir ölünün matemini üç günden fazla tutmak helâl değildir. Ancak, kocasının matemi hariç'. 188
Kadın, iddeti tamam oluncaya kadar kocasının evinden nikâhlıymış gibi çıkmamalıdır. Ne ailesini ziyaret etmeli ve ne de zaruret olmaksızın herhangi bir yere çıkmalıdır. Kadına düşen edeplerden biri de, ev içinde gücünün yettiği her hizmeti yapmaktır.
Hazret-i Ebû Bekir'in kızı Esmâ şöyle anlatır:
Zübeyr ile evlendim. Zübeyr'in yeryüzünde ne malı ne kölesi, atından ve sucu devesinden başka ne de herhangi bir şeyi vardı. Ben onun atının yemini veriyordum. Onu atı beslemekten kurtarmıştım ve atın seyisliğini yapıyordum. Devesine hurma çekirdeğini döver yedirirdim. Suyu çekiyor, su kabını delindiği zaman dikiyor ve hamurunu yoğuruyordum. Başımın üzerinde bir fersahın üçte ikisi kadar uzakta bulunan yerden hurma çekirdeklerini devesine taşıyordum. Babam (Hazret-i Ebû Bekir) bana bir cariye gönderip o cariye Zübeyr'in atına bakıncaya kadar bu vazifelere devam ettim. Babam o cariyeyi göndermek suretiyle sanki beni âzâd etmişti. Bir gün ashâbıyla beraber gelen Rasûlüllah'a rastladım. Benim başımın üzerinde hurma çekirdeğinin sepeti vardı. Hazret-i Peygamber beni görünce devesine 'Çök, çök!' dedi. Gayesi, deveyi çöktürüp beni terkisine almaktı. Ben erkekle beraber gitmekten utandım. Kocam Zübeyr'i ve onun kıskançlığını hatırladım; zira Zübeyr insanların en kıskancıydı. Hazret-i Peygamber de benim bu durumumu farkedip anladı. (Beni bırakıp yoluna devam etti) . Böylece Zübeyr'e geldim ve başımdan geçenleri ona hikâye ettim. Bunun üzerine Zübeyr şöyle dedi: 'Vallahi senin başında taşıdığın çekirdekler, Rasûlüllah'ın terkisine binmeden bana daha ağır geldi'. 189
Nikâh âdâbına ilişkin bu bölüm Allah'ın izniyle burada sona ermiş bulunuyor. Allah her seçkin kulunun üzerine rahmet deryalarını coştursun! Âmin.
165) Sünen sahipleri,İbn Hıbbân,Tirmizî;sahih ve hasen olduğunu söylemiştir.
166) Kut'ul Kulûb'da 'Eğer çenesi düşük, cehaleti büyük, eziyeti fazla ise boşaması ikisinin de dinine daha yararlıdır. Dünya ve âhirette ikisinin kalbine de rahatlık verir' denilmiştir.
167) Ebû Dâvud, Tirmizî, İbn Mâce, İbn Hıbbân
168) Nesâî, (Ebû Hüreyre'den) ; Tâberânî, (Ukbe b. Amir'den zayıf bir senedle)
169) Müslim ve Buhârî, (İbn Ömer'den)
170) Müslim, (Ebû Said'den)
171) Tirmizî ve İbn Mâce
172) Taberânî, Evsat, (zayıf bir senedle)
173) İbn Hıbbân, (Ebû Hüreyre'den)
174) İbn Mace ve Hâkim, (Ebû Umame'den)
175) Müslim ve Buhârî, (İbn-i Abbâs'tan)
176) İmâm-ı Ahmed, (Ebû Umame'den zayıf bir senedle)
177) Hâkim, (Ebû Hüreyre'den sahih bir senedle)
178) Beyhakî, (İbn Ömer'den)
179) Tirmizî ve İbn Hıbbân, (Ebû Hüreyre'den) ; Ebû Dâvud, (Kays'tan) ; İbn Mâce, (Hazret-i Aişe'den)
180) İbn Hıbbân, (İbn Mes'ûd'dan) ; Ebû Dâvud ve Beyhakî, (Hazret-i Aişe'den)
181) Tirmizî, hasen ve sahih olduğunu söylemiştir. İbn Hıbbân, (İbn Mes'ûd'dan)
182) Hâfız Ebû Bekir Muhammed b. Ömer, Târih-i Talib, (Hazret-i Ali'den zayıf bir senedle)
183) İsmail'in kızı Rabia Şamlıdır. Kendisi Sûfîlerden zâhide bir kadındır. İmâm-ı Ahmed, bazı meselelerde bu kadına müracaat ederdi. Bu kadın Ebû Süleyman ed-Dârânî'nin terbiyesinde yetişmiş bir dervişe idi.
184) Ebû Davud et-Tayalâsî ve Beyhakî, (İbn Ömer'den)
185) Ebû Dâvud, (Ebû Mâlik'ten zayıf bir senedle)
186) Harâitî, (Ebû Hüreyre'den zayıf bir senedle)
187) Tirmizi ve İbn Mâce
188) Müslim ve Buhârî
189) Müslim ve Buhârî