İHYÂ-İ ULÛMİ'D-DÎN | NİKÂH ÂDÂBI 2

 Giriş

 

12-5

Karı Koca Arasındaki Adâb-ı Muâşeret ve Nikâhın Devâmını Sağlayacak Hususlar

A) Kocanın Vazifeleri

Kocanın şu oniki hususta edep ve itidâli gözetmesi gerekir:

1Velîme

2Muâşeret

3Duâbe

4Siyâset

5Gayret

6Nafaka

7Tâlim

8Taksim

9Naşize

10Vikâ

11Vilâdet

12Talâk; boşanmada adalet ve âdâb

1. Velîme

Velîme yemeği vermek müstehabdırEnes (radıyallahü anh) şöyle anlatır:

Allah'ın Rasûlü (sallâllahü aleyhi ve sellem) Abdurrahman bAvf'ın üzerinde kına eseri görünce sordu:

- Bu nedir?

- Bir nevat (bir nev'i ölçü) ağırlığında altın mehir ile bir kadınla evlendim.

- Allah senin için bereketli kılsınO halde bir koyunla olsa dahi velime yemeğini yedir78

Rasûlüllah (sallâllahü aleyhi ve sellem) Safiyye validemizle evlendiği zaman, hurma ve kavudu velîme yemeği olarak yedirmiştir79

Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

Evlenmenin ilk gününde yemek yedirmek haktırİkinci gününde sünnettirÜçüncü günün yemeği ise riya ve şöhret içindirKim yaptıklarını halka duyurmak isterse Allahü teâlâ'da kıyâmet gününde onu halka duyurur80

Bu hadîsi sadece Ziyad bAbdullah merfû olarak rivâyet etmiştirOysa hadd-i zâtında garib'dir.

Evlenen bir kimseyi tebrik etmek müstehabdırTebrik eden şöyle demelidir: 'Allah mübarek etsin, bereketine kavuştursunİkinizi hayırda birleştirsin'Ebû Hüreyre (radıyallahü anh) Hazret-i Peygamber'in kendisine yukarıdaki duâyı okumasını emrettiğini rivâyet eder81

Evliliğin açık bir şekilde yapılması müstehabdır.

Nitekim Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) bu konuda şöyle buyurmuştur:

Helâl ile haram arasını ayıran, def çalmak ve ses vermektir82

Nikâhı ilân edinizCâmilerde yapınız ve nikâh merâsiminde def çalınız83

Muavviz'in kızı er-Rübeyî diyor ki: 'Hazret-i Peygamber, evlendiğim gün odama girdiYatağımın üzerine oturduBizim cariyeler de def çalıyorlar ve savaşta öldürülen ecdadımın şiirlerini okuyorlardıCâriyelerin bu hareketleri devam etti, tâ ki biri şöyle deyinceye kadar: 'İçimizde bir peygamber vardırYarın ne olacağını bilir'Câriyenin bu sözünü işiten Hazret-i Peygamber, câriyeye şöyle dedi:

Bu sözleri söyleme! Bundan önce söylediklerine devam et!84

78) Müslim ve Buhârî

79) Sünen sahipleri, (Enes'ten)

80) Tirmizî, (İbn Mes'ûd'dan)

81) Ebû Dâvud, Tirmizî ve İbn Mâce

82) Tirmizî ve İbn Mâce

83) Tirmizî ve Beyhâkî

84) Buhârî

2. Muâşeret

Kadınlarla iyi geçinmeli ve onlara karşı güzel ahlâklı olmalıdırKadınların aklı kısa olduğundan dolayı kocaları böyle yapmakla onlara merhamet etmiş olurZira Allahü teâlâ şöyle buyurmaktadır:

Onlarla iyi geçinin. (Nisâ/19)

Onlar sizden sağlam bir teminat almışlardır. (Nisâ/21)

Yakın arkadaşınıza iyilik edin. (Nisâ/36)

Müfessirlerden bazıları 'yakın arkadaşları maksadın zevce olduğunu söylemişlerdirHazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) son nefesinde üç şey hakkında vasiyette bulunduDili ağırlaşıncaya ve konuşması fısıltı hâlini alıncaya kadar bu üç şey hakkındaki tavsiyesini tekrarlayıp duruyor ve şöyle diyordu:

Namaza dikkat edinizBir de elinizde bulunan kölelerin hakkına riayet edinizOnların tâkatinin dışında kendilerine birşey yüklemeyinizKadınlar hakkında Allah'tan korkunuzAllah'tan! Zira kadınlar ellerinizde esirdirler; (esire benzerler) Onları Allah'ın emanetiyle tasarrufunuz altına almış bulunuyorsunuzOnların nefislerini Allah'ın kelimesiyle kendinize helâl kılmış bulunuyorsunuz85

Hanımının kötü huyuna karşı sabır gösteren bir müslümana Allahü teâlâ Hazret-i Eyyûb'a vermiş olduğu sevap kadarını verirHangi müslüman kadın, kocasının kötü huylarına karşı sabır gösterirse Firavun'un karısı Âsiye'nin" sevabı kadar kendisine Allah tarafından sevap verilir86

Kadınla iyi geçinmek, sadece kadına eziyet etmemek demek değildirAksine kadına eziyet etmediği gibi, kadından gelen eziyete de tahammül etmektirKadının heyecan ve öfkesi ânında hilim ve sabır göstermelidirBöyle yapmakla Hazret-i Peygamber'e uymuş olurÇünkü Hazret-i Peygamber'in pâk zevceleri onun konuşmalarına karşılık verirlerdiHatta onlardan bazıları sabahtan akşama kadar Hazret-i Peygamber'e küserdi87

Hazret-i Ömer'in zevcesi konuşmasına karşılık verince Hazret-i Ömer öfkelenerek 'Ey mendebur! Sen bana karşılık mı veriyorsun?' dediKadın "Allah Rasûlü'nün hanımları bile ona karşılık veriyorlarOysa o, senden çok hayırlı ve üstündür' dediHazret-i Ömer 'Kızım Hafsa, eğer Rasûlüllah'a karşılık veriyorsa mahrum oldu ve zarar etti' diye dövündü. Sonra kızı Hafsa'ya şöyle dedi: 'Kızım Hafsa! Sakın İbn Ebî Kuhâfe'nin (Hazret-i Ebû Bekir'in) kızına (Âişe'ye) bakıp aldanmaZira o, Rasûlüllah'ın sevgilisidir, (Sen ise, onun kadar Rasûlüllah nezdinde sevilmemektesin) 'Böylece Hafsa validemizi Rasûlüllah'a karşılık vermekten sakındırdı88

Rivâyet ediliyor ki, Rasûlüllah'ın pâk zevcelerinden biri Hazret-i Peygamber'i göğsünden itelediO hanımı gören annesi, onun bu hareketini şiddetle kınayarak onu azarladı.

Bu durumu müşâhede eden Hazret-i Peygamber kayınvalidesine şöyle dedi:

Onu azarlama, kendi hâline bırakOnlar senin gördüğünden daha fazlasını yapıyorlar89

Rasûlüllah ile Aişe validemizin arasında bir münâkaşa cereyan ettiÖyle ki, Hazret-i Ebû Bekir es-Sıddîk'ı aralarında hakem yapmaya mecbur oldularBunun üzerine RasûlüllahÂişe validemize şöyle dedi:

- Sen mi konuşacaksın, yoksa ben mi?

- Hayır, sen konuş! Fakat hakikatten ayrılmaAncak hakkısöyle!

Hazret-i Âişe'den bu sözü duyunca Hazret-i Ebû Bekir (radıyallahü anh) öfkelenerek, ağzını kanatacak şekilde Âişe'yi tokatladı ve Âişe'ye hitâben dedi ki: 'Ey nefsinin düşmanı! Acaba Allah'ın Rasûlü haktan başkasını mı söyler?' Bu durum karşısında kalan Hazret-i ÂişeRasûlüllah'a sığındı ve arkasında oturmaya mecbur oldu.

Rasûlüllah (sallâllahü aleyhi ve sellem) Hazret-i Ebû Bekir'e hitaben şöyle dedi:

Biz seni onu dövmek için çağırmadık ve senden vurmanı da istemedik90

Bir ara Âişe validemiz, Rasûlüllah'ın yanında öfkelenerek şöyle dedi: 'Allah'ın peygamberi olduğunu iddia eden bir kimsesin sen!' Bu söz karşısında Hazret-i Peygamber tebessüm ettiHalim ve kerim sıfatına bürünerek buna da tahammül gösterdi91

Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) , Âişe validemize şöyle dedi:

- Ben senin öfkeli olup olmadığını biliyorum.

- Nasıl biliyorsun?

- Sen hoşnut olduğun zaman 'Hayır, Muhammed'in ilahına yemin ederim' dersin, öfkelendiğin zaman da 'Hayır, İbrâhim'in ilahına yemin ederim' dersin.

- Doğru söylüyorsun, sana öfkelendiğim zaman senin ismini terkediyorum. (Peygamberliğinden ise, hiçbir zaman şüphe etmiyorum) 92

Deniliyor ki: İslâm'da ilk sevgi, Rasûlüllah'ın Hazret-i Âişe'ye olan sevgisidir93

Hazret-i PeygamberÂişe validemize derdi ki:

Ebû Zer, Ümmü Zer'e nasıl idiyse, ben de sana öyleyimAncak ben seni boşamam94

Hazret-i Peygamber pâk zevcelerine şöyle demiştir:

Âişe hakkında beni üzmeyiniz! Zira Allah'a yemin ederim, onun dışında hiçbirinizin yatağında bana vahiy nâzil olmuş değildir95

Enes (radıyallahü anh) der ki: 'Allah'ın Rasûlü, çocuklar ve kadınlar hakkında herkesten daha merhametli ve şefkatli idi'96

85) Nesâî ve İbn Mâce

86) İmâm Irâki bu hadisin aslına rastlamadığını söylemektedir.

87) Müslim ve Buhârî

88) Müslim ve Buhârî

89) İmâm Irâkî bu hadisin aslına rastlamadığını söylemektedir.

90) Tebârânî ve Hatib

91) Ebû Ya'la, Ebû Şeyh

92) Müslim ve Buhârî

93) Müslim ve Buhârî

94) Müslim ve Buhârî

95) Buhârî

96) Müslim

3. Duâbe

Hanımının sıkıntılarını gidermeye, onunla oynaşmaya ve şakalaşmaya çalışmalıdırÇünkü bu tür hareketler kadınların kalbini hoş ederAllah'ın Rasûlü (sallâllahü aleyhi ve sellem) onlarla şakalaşıyorduİşlerinde ve hareketlerinde onların seviyesine iniyorduHatta rivâyet ediliyor ki, Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) Âişe validemizle yarışıyorduBir gün Hazret-i Âişe onu geçtiBazı günlerde o Âişe'yi geçti ve 'Bugün kazandığım zafer, daha önce kazandığın zafere karşılık olsun'97 dedi.

Haberde şöyle gelmiştir: Hazret-i Peygamber herkesten daha iyi hanımlarıyla konuşan ve şakalaşan bir kimseydi98

Âişe vâlidemiz şöyle anlatmaktadır:

Aşûre gününde birtakım Habeşlilerin mescidde kılıç kalkan oyunlarının seslerim duydumSeslere dikkat ettiğimi gören Rasûlüllah bana şöyle dedi: 'Onların oyunlarını görmek is ter misin?' Ben 'evet isterim' dedimRasûlüllah onlara haber gönderdi, benim odamın kapısına geldilerRasûlüllah kapı yanlarının arasında durduElini kapının önüne koyduBir elini de arkaya uzattıBen de çenemi Rasûlüllah'ın eli üzerine koydumOnlar oynuyor, ben de böylece seyrediyordumRasûlüllah zaman zaman bana 'Bu kadar yeter mi?' diyordu; ben ise, Rasûlüllah'a iki veya üç defa 'sus (biraz seyredeyim) ' dedim. Sonra Rasûlüllah bana tekrar, 'Ey Aişe! Bu kadar yeter mi ?' dediBen de 'evet' dedimBunun üzerine Rasûlüllah Habeşlilere işaret ettiOnlar da dağılıp gittilerOnlar gittikten sonra Hazret-i Peygamber 'mü'minlerin îman yönünden en mükemmel olanları ahlâkı en güzel ve ailesine karşı en fazla lütufkâr olan kimsedir'99 dedi.

Ey ümmetim! Sizin en hayırlınız, zevcelerine en hayırlı olanınızdırBen ise zevcelerim için hepinizden daha hayırlıyım100

Hazret-i Ömer (radıyallahü anh) katılığına rağmen şöyle demiştir: 'müslüman kişi aile efradı içinde çocuk gibi olmalıdırDışarıya karşı ise erkek olmalıdır'.

Lokman Hakîm şöyle demiştir: 'Akıllı bir kişiye gereken hareket, aile efradının içinde çocuk gibi olmaktırNe zaman cemaate katılırsa, erkek olmalı'.

Allah, katı tabiatlı, sitemkâr, kibirli ve hiç kimseye ikramda bulunmayanlara buğzeder101

Bu hadîsin tefsirinde şöyle denildi: 'Ca'zerî, aile efradına karşı merhametsiz olan kimse demektirCevvaz ise, gururlu ve mütekebbir olan kimse demektir'.

Hadîse verilen bu mânâ, şu ayete verilen mânâlardan biridir: 'O utüll'dür' (Kalem/13) Denildi ki: Utüll, lisânı bozuk, çoluk çocuğuna karşı kalbi katı demektir.

Hazret-i Peygamber, Câbire 'Neden bir bâkire kızla evlenmedin ki, sen onunla, o da seninle oynaşırdınız' demiştir.

Bedevî bir kadın, ölen kocasını şöyle vasıflandırıyordu: 'Allah'a yemin ederim, o eve girdiği zaman, güler yüzlü idiÇıktığında diline sahiptiBulduğunu yer, kaybolanın nereye gittiğini sormazdı'.

97) Ebû Dâvud, Nesâî, İbn Mâce

98) Hasan b, Süfyân, Bezzâr ve Taberânî

99) Nesâî, Tirmizî ve Hâkim

100) Tirmizî

101) Ebû Bekir b. Lâl

4. Siyaset

Şakada, güzel ahlâk ve kadının nefsî isteklerine uymakta kadının ahlâkını bozacak kadar ve kendisinin de kadın nezdindeki itibarını düşürecek kadar müsamaha göstermemelidirAksine mutedil ve normal hareket etmelidirKadında herhangi bir münker gördüğünde heybetini ve râzı olmadığını göstermelidirKötülüklere yardım eden kapıyı açmamaya bakmalıdırAllah'ın nizamına, insan mürüvvetine aykırı olan herhangi bir şeyi kadından gördüğü zaman, kaplan kesilip kükremelidir.

Hasan-ı Basrî şöyle demiştir: 'Allah'a yemin ederim, kadının hevâsına itâat ederek sabahlayan bir kimseyi (Allahü teâlâ) yüzü üstü cehenneme atar'.

Hazret-i Ömer (radıyallahü anh) şöyle demiştir: 'Kadınlara (onların hevaî isteklerine) muhalefet edinÇünkü onların hevâlarına muhalefet edişinizde bereket vardır'.

Denildi ki, 'Kadınlarla istişare edin, fakat sonunda onlara muhalefette bulunun'.

Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

Karısının kölesi olan kaymış veya mahrum olmuştur102

Hazret-i Peygamber bu hükmünü ancak kadının hevâsında kadına itâat edenin, kadının kölesi olduğuna binaen vermiş bulunuyor ve böyle olan bir kimse ise, kaymış demektir! Çünkü Allahü teâlâ, kadını onun tasarrufu altına verdiği halde; o, Allah'ın hükmüne râzı olmayıp kendi nefsini kadının tasarrufu altına veriyor demektir ve böylece emri ters çeviriyor ve hükmü alt üst ediyor, dolayısıyla şeytana da itaat ediyor olmaktadırZira şeytan şöyle der:

Ve elbette onlara emredeceğim de Allah'ın yarattığını değiştirecekler. (Nisâ/119)

Çünkü kocanın hakkı, âmir olmaktır, memur olmak değil. . . Allahü teâlâ da erkeklerin kadınlar üzerinde hâkim olduklarını belirtmiş ve şu ayette kocaya seyyid (efendi) diyerek şöyle buyurmuştur:

Kapının yanında hanımın seyyidine (kocasına/efendisine) rasgeldiler. . . (Yûsuf/25)

Bu bakımdan seyyid mertebesinde bulunan koca, bu mertebeden inerek hanımın emri altına girip ona itaat ederse, böyle bir koca Allah'ın nimetini küfrân-ı nimet ile değiştirmiş olur! Kadının nefsi, tıpkı senin nefsinin misâline benzerEğer sen, nefsinin zincirini biraz gevşetirsen, o serkeş nefis, seni uzun uzadıya çekip götürürEğer onun ağzına gem vurup durdurmak yerine, elini dizginin üzerine şiddetli bir şekilde koyarsan onu hakimiyetinin altına almış olursun.

İmâm-ı Şâfiî şöyle demiştir: 'Üç sınıf vardır ki sen onlara (aşırı derecede) ikrâm edersen, onlar seninle alay ederlerEğer onlara itibar etmezsen bu sefer sana ikrâm etmeye başlarlar: a) Kadın, b) Ücretle sana hizmet eden kimse, c) Nebtî (çiftçi) '.

İmâm-ı Şâfiî bu hükümle şunu kasdediyor: Eğer sen bu üç sınıfa devamlı yumuşak davranıp ikram edersen bunlar azarlarBu bakımdan bunlara bir taraftan merhamet göstermekle beraber, bir taraftan da azmamaları için sertlik göstermen gerekirBöylece durumu idare etmiş olursun.

Arap kadınları, kızlarına kocalarını nasıl deneyeceklerini şöyle öğretirlerdi:

Kocana, hücum edip onu başlamazdan önce onu denemen gerekir; Önce mızrağının başındaki demiri yerinden çıkarEğer kocan buna sesini çıkarmazsa, bu sefer onun kalkanı üzerinde et doğraEğer buna da sükût ederse onun kılıcı ile etin kemiklerini kırEğer buna da sükût eder sesini çıkarmazsa, o zaman onun sırtına palan vur ve binZira böyle bir koca senin eşşeğindir.

Adâlet ile gökler ve yer pâyidar olmuşturBu bakımdan haddini aşan herşey zıddına dönüşürO halde gerek muhalefette ve gerek muvafakatta normal bir yol tâkib etmen gerekirBütün bunlarda hakka tâbi olman lâzımdır ki, kadınların şerrinden korunmuş olasınZira kadınların hilesi pek büyüktürOnların şerri ise yaygındırOnlarda kötü ahlâk ve çapraşık bir akıl hâkimdirOnlar ancak siyasetle ve ince bir hareket ile yola gelebilirler.

Nitekim Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

Saliha ve dindar bir hanımın kadınlar içerisindeki durumu, karnı beyaz bir karganın yüz karga içerisindeki durumu gibidir103

Lokman Hekîm'in oğluna yapmış olduğu vasiyette şunlar yer almaktadır: 'Ey oğul! Kötü kadından sakın ve uzaklaş! Zira o, sana ihtiyarlık gelmeden önce seni ihtiyar yaparKadınların şerlilerinden korunÇünkü onlar hiçbir zaman hayra dâvet etmezlerKadınların hayırlılarından da korkulu bulun'.

Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

(İnsanın belini kıran) üç şeyden sakınınız ve onların şerrinden Allah'a iltica ediniz104

Kötü kadını da bu üç şeyden biri olarak belirtmiştirZira kötü kadın, ihtiyarlık zamanı gelmeden önce, insanı ihtiyarlatır.

Başka bir lâfızda kötü kadın şöyle tanımlanır:

Eğer onun yanına girersen seni yılan gibi sokar ve eziyet verirEğer ondan uzaklaşırsan sana ihânet eder.

Hazret-i Peygamber, kadınların hayırlıları hakkında şöyle buyurmaktadır:

Sizler Yûsuf un kadınları gibisiniz!105

Allahü teâlâHazret-i Peygamber'in hanımları onun sırrını ifşâ ettikleri zaman onlara şöyle hitâb etti:

Eğer ikiniz de Allah'a tevbe ederseniz ne güzel! Çünkü kalpleriniz gerçekten haktan sapmıştır. (Tahrim/4)

Allah, bu hükmü Rasûlü'nün en hayırlı zevceleri hakkında vermektedir.

Kendilerini bir kadının idâre ettiği kavim felaha ermez106

Hazret-i Ömer (radıyallahü anh) hanımı kendisine müracaat ettiği zaman onu şiddetle azarlayıp şöyle demiştir: 'Sen ancak evin bir kenarında bulunan bir oyuncaksınEğer bizim sana bir ihtiyacımız varsa ne âlâEğer böyle bir durum yoksa olduğun yerde oturacaksın'.

Bütün bu zikredilen şeylerden anlaşıldı ki, kadınlarda şer ve kötü ahlâk olduğu gibi zâfiyet de vardırŞerrin ilâcı ise, biraz siyaset ve biraz da katılıktırTatlı konuşmak ve şefkat göstermek de bazen zâfiyetin ilâcıdırO halde bilgin bir doktor odur ki, hastalık nisbetinde ilâcının dozunu ayarlarBu bakımdan kişi önce kadının ahlâkını incelemelidir. Sonra kadının durumu neyi gerektiriyorsa, ona göre davranıp onu ıslâh etmelidir.

102) İmâm Irâkî, bu hadisin son şekildeki rivâyetine vâkıf olmadığını kaydettikten sonra, 'Altının kölesi ve gümüşün kölesi olan kaymıştır' şeklinde Buhârî'nin rivâyet ettiği bir hadisin mevcut olduğunu söylemektedir.

103) Taberânî, (Ebû Umâme'den) ; İmâm-ı Ahmed, (Amr b. As'tan)

104) Deylemî, Müsned'ül-Firdevs

105) Müslim ve Buhârî

106) Buhârî, (Ebû Bekre'den bir benzerini)

5. Gayret (Kıskançlık)

Gayret ve kıskançlıkta mutedil hareket etmektirŞöyle ki; koca, felâketlerinden korkulan işlerin başlangıcında gâfil olmamakla beraber kötü zan, inat ve gizliyi araştırmakta da aşırı gitmemelidir.

Hazret-i Peygamber kadınların gizli taraflarını araştırmayı yasaklamıştır107

Hadîsin başka bir rivâyetinde 'kadınları meşakkat ve eziyete sokacak hareketleri yasaklamıştır' şeklinde gelmiştirHazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) Tebûk'tan dönerken Medine'ye girmeden önce ashâba şöyle demiştir:

Sakın geceleyin gidip hanımlarınızın kapılarını çalmayınız108

Böyle demesine rağmen iki kişi Hazret-i Peygamber'in emrine muhalefet ederek ondan önce Medine'ye girdilerOnların her ikisi de evinde nâhoş hadiselerle karşılaştılar109

Kadın, kaburga kemiği gibidirEğer onu düzeltmek istersen onu kırarsınBu bakımdan onu kendi hâline bırakEğriliğiyle beraber ondan lezzetlenmeye bak110

Bu hadîs, kadının ahlâkının düzeltilmesi için çaba sarfederken ona karşı şefkatli davranmak hakkında vârid olmuştur.

Gayretin bir kısmı vardır ki, Allahü teâlâ ondan nefret ederO da şek ve şüphe olmadığı halde kişinin, hanımından şüphe etmesidir111

Çünkü böyle bir kıskançlık Kur'ân'da bizim için yasaklanan kötü zan hükmüne girmektedirOysa zannın bir kısmı günahtır.

Hazret-i Ali (radıyallahü anh) şöyle demiştir: 'Sakın aşırı derecede karını kıskanmaZira böyle yaptığın takdirde kendini haklı çıkarmak için ona kötülük nisbet etmek ve çamur atmak mecburiyetinde kalırsın'.

Yerinde olan gayret ise, her müslümana lâzım bir haslettir ve dinen övülmüştür.

Muhakkak ki, Allah gayrete gelirMü'min de gayrete gelirAllah'ın gayreti kişinin kendisine haram kılınan bir şeyi yapması demektir. . . 112

Acaba sizler Sa'd'ın gayretinden hayret etmez misiniz? Allah'a yemin ederim, ben, Sa'd bUbâde'den daha gayretliyimdirAllah da benden daha gayretlidir113

Allahü teâlâ gayretinden ötürü fuhşiyâtın her çeşidini, gizlisini ve açığını yasaklamıştırOysa Allah'tan daha çok özrü seven hiç kimse yokturZaten Allah'ın özrü kabul etmeyi sevdiğindendir ki, bu kadar uyarıcı ve müjdeleyici peygamberler gönderilmiştir ve yine Allah'tan daha fazla övülmeyi seven hiç kimse yoktur ve bunun içindir ki, Allahü teâlâ kullarına cenneti va'detmiştirHazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmaktadır:

Mi'rac ecesi cennette bir saray gördümO sarayın bahçesinde bir cariye vardı'Şu saray kimindir?' diye sordumDenildi ki: 'Bu saray Ömer'indir'Ben o saraya bakmak istedimFakat ey Ömer! Senin kıskançlığını hatırlayarak (vazgeçtim) 114

Rasûlüllahın bu hadîsini işiten Ömer ağlayarak şöyle dedi: 'Sana karşı da mı kıskanırım ey Allah'ın Rasûlü?'

Hasan-ı Basrî şöyle demiştir: 'Siz hanımlarınızın çarşı ve pazarlarda erkeklerle sıkışık bir şekilde gezmelerine müsamaha mı ediyorsunuz? Kıskanmayanı Allah berbat etsin?'

Hazret-i Peygamber aynı konuda şöyle buyurmaktadır:

Gayretin (kıskanmanın) bir kısmı vardır ki, Allah onu severDiğer bir kısmı vardır ki, Allah ondan nefret ederGurur ve kibrin de bir kısmı vardır ki, Allah onu sever ve bir kısmı vardır ki, Allah ondan nefret ederAllah'ın sevdiği gayret ve kıskanmak ise emare ve şüphe bulunduğu halde olan kıskançlıktırAllah'ın buğzettiği gayret ise ortada şüphe olmadığı halde yapılan kıskançlıktırAllah'ın sevdiği kibir ve gurur ise, savaş esnasında düşmanla karşı karşıya gelindiğinde kişinin kendisine güvenerek böbürlenmesidirAllah'ın buğzettiği kibir ise bâtılda olan kibirdir115

Muhakkak ki ben çok kıskancımKıskançlıktan mahrum olan deyyustur116

İnsanı kıskançlıktan kurtaran yol şudur: Kişi ne hanımının yanına başka erkekleri sokmalı, ne de hanımını çarşılara bırakmalıdırHazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) kızı Fâtıma'ya şöyle sordu:

'Kadın için en hayırlı şey nedir?' Fâtıma: 'Ne kadının erkeği, ne de erkeğin kadını görmesidir' dediBu cevap üzere Hazret-i Peygamber, kızı Fâtıma'yı kucaklayarak şu ayeti okudu: ' (Bunlar) birbirinden türeyen bir nesildir'. (Âl-i İmrân/34)

Bu hareketiyle, Hazret-i Fâtıma'nın sözünü makbul bir söz olarak kabûl ettiğini ilân ediyorduRasûlüllah'ın ashâbı, hanımlar erkeklere bakmasınlar diye duvarlarındaki delik ve pencereleri tıkıyorlardıMuaz (radıyallahü anh) hanımının pencereden baktığını gördüğünde hanımını dövdüBir defasında da hanımının, yarısını yemiş olduğu bir elmayı hizmetçisine verdiğini gördü ve yine onu dövdü.

Hazret-i Ömer şöyle demiştir: 'Kadınları pek fazla giydirmeyiniz ki çadırlarından ayrılmasınlar'Hazret-i Ömer, bu sözünü şu hikmete binaen söylemektedir: Kadınlar elbiseleri eski olduğu zaman çıkıp gezmeyi istemezler.

Yine Hazret-i Ömer şöyle demiştir: 'Hanımlarınızı Hayır ve Yok kelimelerine alıştırın'.

Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) kadınlara câmiye gitmeleri için izin vermiştirFakat günümüzde en doğrusu ihtiyar hanımlar hariç, diğer kadınları mescide göndermemektirBizim bu fetvamız sahâbe-i kirâm zamanında bile doğru sayılmış bir fetvâdırNitekim Âişe vâlidemiz (radıyallahü anh) diyor ki: 'Eğer Allah'ın Rasûlü, kendisinden sonra kadınların yaptıklarını bilseydi, onları evden çıkmaktan menederdi117

İbn Ömer Hazret-i Peygamber'in 'Allah'ın câriyelerini (kızlarını) Allah'ın mescidlerinden menetmeyiniz' şeklindeki sözünü naklettiği zaman kardeşlerinden biri 'Evet, Allah'a yemin ederim, biz onları Allah'ın camilerinden menedeceğiz' diye karşılık verdiBunun üzerine İbn Ömer bu karşılığı veren kardeşine kızarak kendisini dövdü ve dedi ki: 'Ben "Hazret-i Peygamber 'Kadınları camiye gitmekten menetmeyiniz' dedi" diyorumSen ise buna karşılık 'Evet onları menedeceğiz' diyerek ısrar ediyorsun'.

İbn Ömer'in kardeşi bu hadîse insanların bozulmuş olduğunu kesinlikle bildiğinden muhalefet etmiştiİbn Ömer'in ona karşı duyduğu kızgınlık ise, onun özür beyan etmeksizin doğrudan Rasûlüllah'ın hadîsine muhalefet etmesinden ileri geliyorHazret-i Peygamber de kadınlara sadece bayram günlerinde mescidlere gitmeye izin vermiştirBuna rağmen o günlerde dahi ancak kocalarının rızasıyla çıkabilirlerdiŞu zamanımızda da iffetli ve namuslu kadının kocası kendisine izin verirse bayram namazlarına gitmesi mübahtırFakat en doğrusu ve en selâmetli hareket müslüman kadın için evinde oturmaktırEn uygun hareket müslüman kadının ancak mühim bir mesele için evinden çıkmasıdırZira sadece herhangi bir şeyi seyretmek için veya mühim olmayan işler için müslüman bir kadının evinden çıkması mürüvvetine halel getirirÇoğu, zaman da fesâda yol açarBu nedenle müslüman bir kadının evinden çıktığı zaman gözünü yabancı erkeklerden sakındırması gerekirBiz bu sözümüzle 'kadının yüzü erkek için avret olduğu gibi erkeğin de kadın için avrettir' demiyoruzErkeğin yüzü kadın için, tüysüz bir gencin yüzünün bâliğ bir erkek için olduğu gibidirBu bakımdan sadece fitne sözkonusu ise, o vakit bâliğ kişi tüysüzün yüzüne bakamazEğer fitne sözkonusu değilse böyle "bir yasak yokturZira asr-ı saâdetten bu yana erkeklerin yüzü çıplaktırKadınlar da peçeli olarak çıkmaktadırlarEğer erkeklerin yüzü kadınlar için avret olsaydı, muhakkak erkeklere de 'peçeli çıkınız' ve kadınlara da 'ancak zaruret halinde evinizden çıkabilirsiniz' diye emir verilirdi.

107) Taberânî, Evsat

108) Ahmed, (İbn Ömer'den hasen bir senedle) ; Taberânî, Kebîr, (İbn-i Abbâs'tan) . Müslim ve Buhârî'de 'Kişinin geceleyin ansızın evine gelmesi yasaklanmıştır' hükmü vardır.

109) Bu hadiseyi Câbir şöyle rivâyet etmektedir: Tebuk seferinden Medine'ye döndüğümüzde sabahı beklemeksizin evlerimize kavuşmak için acele ettik. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber Yavaş olun ki geldiğimizin haberi Medine'ye gitsin de kadınlar temizlensinler' buyurdu.

110) Müslim ve Buhârî, (Ebû Hüreyre'den)

111) Ebû Dâvud, Nesâî ve İbn Hıbbân, (Câbir den)

112) Müslim ve Buhârî

113) Müslim ye Buhârî. Muğire b. Şu'be şöyle anlatır: Sa'd b. Ubâde'nin 'Eğer hanımımla beraber birisini görürsem tedkik etmeksizin onu kılıçla paramparça ederim' demesi üzerine Hazret-i Peygamber 'Siz Sa'd'ın gayretine hayret mi ediyorsunuz? İşte ben Sa'd'dan daha gayretliyim, Allah da benden daha gayretlidir' buyurdu. Bu olay, hanımına zinâ isnad edip sonra dört şâhid getiremeyen bir kimseye hadd vurulacağını beyan eden ayet nâzil olduğu zaman cereyan etmiştir. Bkz. İthaf'us-Saâde

114) Müslim ve Buhârî. Ancak onların rivâyetinde 'ıni'rac gecesi' tabiri yoktur.

115) Ebû Dâvud, Nesâî ve İbn Hıbbân, (Câbir'den)

116) Ebû Ömer et-Tukanî

117) Müslim ve Buhârî

6. Nafaka

Nafaka vermekte mutedil olmak gerekirBu bakımdan müslüman bir kişiye hanımlarına nafaka vermek hususunda cimrilik yapmak yakışmaz ve aynı zamanda israfa kaçmak da uygun değildirAksine normal bir şekilde hareket etmelidirNitekim Allahü teâlâ şöyle buyurmaktadır:

Yeyin, için, israf etmeyin. (A'raf/31)

Elini boynuna bağlama. (Cimri olma) ve büsbütün de onu açıp israf etme ki, sonra kınanmış olursun ve eli boş açıkta kalırsın. (İsrâ/29)

Hazret-i Peygamber de bir hadîs-i şerifinde bu hususta şöyle buyurmaktadır:

Sizin en hayırlınız ailesi için en lütufkâr olanınızdır118

Bir altın vardır ki, onu Allah yolunda infak ediyorsunDiğer bir altın vardır ki, onu bir köleyi âzâd etmek için infak ediyorsunBaşka bir altın da vardır ki, onu ailene infak etmiş bulunuyorsunİşte bu altınların ecir bakımından en büyüğü ailene infak ettiğin altındır119

Hazret-i Ali'nin dört zevcesi vardı ve dört günde bir, her birine bir dirhemlik et satın alırdı.

Hasan-ı Basrî şöyle demiştir: 'Selef-i Sâlihîn ailelerini ve ev işlerini idare etmek bakımından titizdilerEvin eşyası ve giyim kuşam hususuna ise önem vermiyorlardı'. (Yâni nafaka hususunda çok genişlik tanıyorlar, süs hususunda ise; gayet itmalı hareket ediyorlardı) .

İbn Şîrin şöyle demiştir: 'Her cuma ailesine paluze yapmak her müslüman kişi için müstehabdır'.

Helva, her ne kadar önemli ve zarurî nafakalardan değilse de, onu tamamen terketmek, âdet bakımından cimrilik demektirMüslüman kişiye en uygun olan hareket, hanımına fazla yemekleri fakirlere sadaka vermesini emretmektir ve yine evde bırakıldığı takdirde bozulacak şeylerin fazlasının sadaka olarak verilmesine izin vermektirBöyle bir hareket ise, hayır derecelerinin en az derecesidirKadına gereken vazife böyle hususlarda, kocasının açıkça izni yoksa bile hâlin hüküm ve karineleriyle amel etmektirMüslüman kişiye ailesi olmaksızın güzel bir yemek yemek, uygun bir hareket değildirYani tek başına yeyip onlara yedirmemek çirkin kaçar ve kalplerinde kendisine karşı bir tiksinti uyandırır, onlarla muaşeret etmekten kendisini uzaklaştırırEğer o yemeği tek başına yemek azmindeyse hiç olmazsa gizlice ve çoluk çocuğuna sezdirmeksizin yemelidir. . . Onlara yedirmek istemediği bir yemeği yanlarında anlatmamalıdırKişi yediği zaman, bütün aile bireyleri sofrasına oturmalıdır.

Süfyân es-Sevrî şöyle demiştir: 'Toplu halde yiyen bir ev halkına meleklerin ve Allah'ın salâvat-ı şerife getirdikleri bize bildirilmiştir'.

İnfak hususunda gözetilmesi vâcib olan şeylerin en önemlisi, helâlinden yedirmektirAilesine sarfetmek için şüpheli şeylerden kazanmamalıdırZira böyle bir kazancın aileye yedirilmesi bir cürümdür ve onların hiçbir zaman lehinde bir hareket değildirBiz evlenmenin âfetlerini anlatırken bu hususta ki hadîsleri orada zikretmiştik.

118) Tirmizî

119) Tirmizî

7. Tâlim

Evlenmiş bir kimse, hayız ve ahkâmını, vâcib olan sakınma durumunu bilecek derecede öğrenmelidirHanımına namazın ahkâmını, hayızda kazâ olunan namazı va kazâ olunmayan ibâdet kısımlarını öğretmelidirZira kişi ailesini ateşten korumakla görevlendirilmiştir:

Ey îman edenler! Kendinizi ve aile halkınızı öyle bir ateşten koruyun ki. . . (Tahrim/6)

Bu bakımdan, hanımına Ehl-i Sünnet'in itikadını telkin etmek, onun kalbinden eğer daha önceden varsa her bid'atı silmek ve eğer din hususunda ihmalkâr ise, onu Allah'ın azabından korkutmak, muhtaç olduğu hayır ve istihâze ahkâmını ona öğretmek kocanın vazifelerindendir.

İstihâze ilmi, uzun uzadıya bir ilimdirBu bakımdan kadınlara, hayızlı olduklarında hangi ibadetin kaza edileceğini veya edilmeyeceğini bilecek kadar hayız ilmini öğretmek gerekirZira kadının güneş batmadan önce bir rek'at sığdıracak bir zamanı kalmış iken hayız kanı kesilirse, kendisine o günün hem öğlesinin, hem de ikindisinin kazâsı gerekmektedirSabah namazından önce bir rek'at kadar bir zaman kalmış iken kadının hayız kanı kesilirse, o gecenin akşam ve yatsı namazlarını kaza etmesi gerekirİşte bu husus, kadınların bilmesi gereken şeylerin en azıdırEğer koca karısının eğitimiyle ilgilenirse, o zaman hanım evinden çıkıp dinî meseleleri âlimlerden sormak için gitmemelidirEğer kocasının ilmi yetmiyorsa, fakat buna rağmen hanımına vekâlet ederek, gidip âlimlerden müşkilâtını soruyor ve verilen cevabı gelip karısına haber veriyorsa, böyle bir durumda da yine hanım dışarıya çıkmamalıdırEğer böyle bir durum yoksa, o vakit hanım müşkil meselelerini sormak için çıkıp âlimlere gidebilir ve de gitmelidirBu halde kocası kendisine mâni olursa günah işlemiş olurKadın kendisi için gereken farzları öğrendiyse, ondan sonra zikir meclisine gitmek için veya fazlasını öğrenmek için ancak kocasının rızasıyla çıkabilirNe zaman ki kadın hayız veya istihâze hükümlerinden birisini ihmal ederse ve kendisine kocası da gerekeni öğretmezse, böyle bir durumda günâhkâr olduğu gibi, kocası da günahta kendisine ortak olur.

8. Taksim

Eğer kişinin birkaç tane hanımı varsa, onların arasında adâletle hareket etmesi gerekir, Onlardan birisine meyletmemelidirEğer sefere çıkar, birisini beraberinde götürmek isterse, aralarında kura çekmelidirÇünkü Hazret-i Peygamber de böyle yapardı120

Hanımının gecesini başkasına tahsis etmek suretiyle ona zulmederse, mutlaka o geceyi kazâ etmesi gerekirZira böyle geceyi kazâ etmek kendisine farz olurBu bakımdan böyle bir durumda kişi, hanımlar arasındaki taksimatın ahkâmını bilmeye muhtaçtırBunu belirtmek ise, uzun sürer.

Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

Kimin iki tane hanımı varsa; onlardan birisine meyledip diğerini ihmal ederse, (başka bir tâbirle, onların arasında adâletle hareket etmezse) kıyâmet gününde bir tarafı çarpık olduğu halde huzura gelir!121

Birden fazla hanıma sâhip olan kişiye gereken şey, verdiklerinde ve yatakta aralarında adâletle hareket etmesidirSevgi ve cinsî arzu ise, insanın elinde olmayan bir şeydir.

Nitekim Allahü teâlâ şöyle buyurmaktadır:

Ne kadar isteseniz de kadınlar arasında (tam) adalet yapamazsınız. (Nisa/129)

Yani kalbin şehvetinden ve nefsin meylinde adâlet yapmazsınızBu iki haslete tâbi olan cinsî münasebet de farklı olur ve bu kaçınılmazdırHazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) hanımları arasında nafaka vermek ve odalarında geceleri yatmak hususunda kılı kırk yararcasınıa adâlet eder ve şöyle derdi:

Ey Allahım! Benim gücümün ve tâkatimin dahilinde olan hususta yapabileceğimin en sonu budurSenin kudret elinde olan, benim gücümün haricinde bulunan şeylerde ise, benim tâkatim yoktur122

Rasûlüllah bununla kalbî sevgiyi kasdediyordu ve sevginin insanın elinde olmayan birşey olduğunu belirtiyorduÂişe validemiz (radıyallahü anh) Rasûlüllah'ın yanında bütün kadınlardan daha sevimliydi123 ve bütün validelerimiz de bu hususu bilmekteydiler.

Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) hastayken, her gün ve her gece kaldırılıp hanımlarının odalarına götürülüyorduOnların her birinin yanında geceliyor ve şöyle diyordu: 'Ben yarın neredeyim?' Bunun üzerine validelerimizden biri Rasûlüllah'ın bu sorusundan neyi kasdettiğini sezdi Ve şöyle dedi: 'Hazret-i Peygamber Aişe'nin sırası olan günü soruyor'Bunun üzerine diğer hanımları dediler ki:

- Biz sana izin verdikSen hastalığın müddetince Aişe'nin hücresinde kalZira her gece bir hücreye gitmen, sana ağır geliyor.

- Siz buna razı oldunuz mu?

- Evet, biz buna razı olduk.

- Öyleyse beni Aişe'nin odasına götürünüz124

Hanımlardan biri gecesini kumasına hibe edip, kocası da buna râzı olursa, hak kumasınındırHazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) hanımlarının arasında taksimat yapardıBir ara yaşlanmış olan zevcesi Sevde binti Zem'a'yı boşamak istediBunun üzerine Şevde, gecesini Âişe validemize hibe edip ve Rasûlüllah'ın nikâhı altında kalmak için ricada bulundu ve bunun üzerine Rasûlüllah kendisini boşamadı.

Bundan sonra da kendisine bir gece ayırmadıOnun gecesini de Aişe'ye vermek üzere Âişe'ye iki, diğer zevcelerine ise, birer gece ayırıyorduFakat Hazret-i Peygamber'in adâleti tam ve mükemmel olduğu için, herhangi bir hanımıyla sırası olmadığı halde cinsî münasebette bulunduğu zaman, o gün veya o gece zulüm olmasın diye bütün hanımlarıyla aynı muameleyi yapardıHazret-i Âişe'den rivâyet edilen şu hadîs de bu cümledendir: 'Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) , bir gecede bütün zevceleriyle cinsî münasebette bulundu'125

Enes b. Mâlik Hazret-i Peygamber'in, bir günün kuşluk zamanına kadar dokuz hanımıyla cinsî münasebet kurduğunu rivâyet etmiştir126

120) Müslim ve Buhârî, (Hazret-i Âişe'den)

121) Sünen sahipleri ve İbn Hıbbân, (Ebû Hüreyre'den)

122) Sünen sahipleri ve İbn Hibbân, (Hazret-i Âişe'den)

123) Müslim ve Buhârî, (Amr b. el-As'dan)

124) İbn Sa'd, Tabakat, (Muhammed b. Ali b. Hüseyin'den)

125) Müslim ve Buhârî

126) İbn Adiyy, el-Kâmil

9. Nüşuz/Geçimsizlik

Eşlerin arasına bir husumet girerse ve anlaşamazlarsa, eğer bu husumet iki taraftan veya sadece kocadan gelirse kadının erkeğe gücü yetmediği için iki hakem tayin edilmesi gerekirO hakemlerden birisi kocanın ailesinden, diğeri ise kadının ailesinden olmalıdır ki, bu iki hakem koca ile karısının arasında geçen hadiseleri tedkik etsinlerEğer eşler barışmak isterlerse, aralarındaki anlaşmazlık noktasını bulup düzeltsinlerBöyle bir niyet olduğu takdirde Allahü teâlâ aralarını düzeltirHazret-i Ömer (radıyallahü anh) anlaşamayan bir çiftin arasını bulmak için bir hakem gönderdiO hakem onların aralarını ıslah etmemiştiBu manzara karşısında kalan Hazret-i Ömer (radıyallahü anh) hakemi kamçıladı ve seyyie dedi:

Allah şöyle buyurmaktadır:

Eğer karı kocanın arasının açılmasından endişeye düşerseniz bir hakem erkeğin ailesinden ve bir hakem de kadının ailesinden tayin edinBu hakemler gerçekten barıştırmak isterlerse, Allah onların arasını bulur. (Nisa/35)

Bunun üzerine hakem seçilen kişi geri gittiNiyetini güzelleştirdiEşlere şefkat gösterdi ve böylece aralarını düzelttiEğer geçimsizlik sadece kadından geliyorsa, o zaman erkekler kadınlar üzerinde velâyet sâhibidirlerErkeğin onu edeplendirmesi ve cebren onu itâata zorlaması hakkıdırBöylece kadın namazı terkettiği zaman da, erkek onu cebren namaz kılmaya zorlayabilirFakat erkek bu yollara başvurduğu zaman doğrudan hareket etmemelidirOnu düzeltmek için tedricî olarak hareket etmelidirÖnce nasihat etmeli, kendisini Allah'ın azabından sakındırmalıdırEğer bu şekildeki nasihati fayda vermezse, yatakta ona sırtını çevirmeli veya yatağı terketmelidirEvde beraber kaldıkları halde bir geceden üç geceye kadar onu terketmelidirEğer bu da fayda vermezse, onda yara ve bere izi bırakmayacak şekilde onu dövmelidirCanını acıtmak fakat herhangi bir yerini kırmamak ve kan akıtmamalıdırDövdüğü zaman, yüzüne vurmamalıdırZira yüze vurmak yasaklanmıştırHazret-i Peygamber'e 'Kadının erkek üzerindeki hakkı nedir?' diye sorulduğunda şöyle cevap vermiştir:

Yediği zaman ona yedirmek, giydiği zaman da ona giydirmek, yüzüne karşı kendisine küfretmemekKendisine ancak yarabere açmayacak bir şekilde vurmakKendisini, sadece yatakta muhalefet ettiğinden dolayı terketmek127

Erkek, hanımına kızabilirDinî emirlerin herhangi birinde kendisine muhalefet ettiğinden dolayı, on gün, yirmi gün veya bir aya kadar kendisini terkedebilirNitekim Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) zevcesi Cahş'ın kızı Zeyneb validemize bir hediye gönderip, Zeyneb hediyesini geri çevirdiğinde Rasûlüllah'ın hücresinde bulunduğu diğer bir zevcesi, Rasûlüllah'a şöyle dedi: "Zeyneb senin hediyeni kabul etmediğinden ötürü, seni zelîl edip küçülttü'Bunun üzerine Rasûlüllah zevcelerine hitâben şöyle dedi:

Sizin beni küçültmeniz Allah'ın tahkir ve küçültmesinden ehvendir.

Bu sözünü söyledikten sonra bütün hanımlarından bir ay ayrı kaldıKızgınlığı geçtikten sonra onlara geri döndü128

125) Müslim ve Buhârî

126) İbn Adiyy, el-Kâmil

127) Ebû Dâvud, Nesâî ve İbn Mâce

128) İbn Cevzî, el-Vefak, (senedsiz olarak) . Müslim ve Buhârî de, Hazret-i Peygamber'in hanımlarına kızdığı için bir ay odalarına girmeyeceğine dair yemin ettiğini Hazret-i Ömer'den naklederler.

10. Vika

Eşler arasındaki ilişkiye besmele ile başlanması müstehâbdırTemastan önce İhlâs suresini okuyup Allahu Ekber deyip Lâ ilâhe illâllah dedikten sonra şu duâyı okumalıdır:

Büyük ve yüce olan Allah'ın ismiyle başlarımEy Allahım! Eğer zürriyetimden bir çocuk çıkmasını takdir etmişsen, onu tertemiz bir evlat kıl!

Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) bu hususta ümmetine şöyle tavsiyede bulunmaktadır:

Biriniz ehliyle cinsî münasebette bulunmak istediği zaman 'Ey Allahım! Beni şeytandan uzaklaştır veya bana rızık olarak vereceğinden şeytanı uzaklaştır' derse bu temastan eşlerin arasından bir çocuk doğarsa, şeytan o çocuğa tasallut edemez129 Meninin akması yaklaştığı zaman, içinden dudaklarını kıpırdatmaksızın şu ayeti okumalıdır: 'Hamd o Allah'a mahsustur ki, sudan bir beşer yarattı. . . '

Âlimlerden biri, cinsî münasebette bulunmak istediği zaman (gayr-i İhtiyârî olarak) evdekilere işittirecek derecede sesini yükseltip tekbir getirirdi.

Cinsî münasebette bulunmak isteyen kıbleden yüzünü çevirmeli, kıbleye hürmet için, cima anında kıbleyi karşısına almamalıdırCima ânında gerek kendini ve gerek hanımını bir örtü ile örtmelidirZira Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) üzerini örter ve sesini alçaltırdı ve eşine de sükûnet tavsiye ederdi130

Sizlerden herhangi biriniz eşiyle cima ettiği zaman sakın merkepler gibi soyunmasınlar131

Cimadan önce ince ve hassas konuşmalar yapmalı, hanımı öpmelidir.

Çünkü Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

Sakın sizden herhangi biriniz hayvanın eşinin üzerine atladığı gibi eşine yaklaşmasınAralarında elçi olsunDenildi ki: 'Ey Allah'ın Rasûlü! Elçi nedir?' Şöyle buyurdu: 'Öpmek ve konuşmaktır'132

Üç şey vardır ki, bunlar kişinin acizliğinden kaynaklanır: a) Tanıması gereken biriyle bir araya gelip onun ismini ve soyunu öğrenmeden ondan ayrılmak, b) Biri kendisine ikrâm ettiği halde ikrâmını geri çevirmek, c) Kişi, câriyesine veya zevcesine yaklaşıp onunla konuşmadan, onunla sevişmeden önce onunla cinsî münâsebet kurup onun ihtiyacını düşünmemek133

Ayın üç gecesinde kişi için cinsî münâsebette bulunmak mekruhtur:

a) Ayın birinci gecesi,

b) Ayın sonuncu gecesi,

c) Ayın ortanca gecesi.

Deniliyor ki, bu gecelerde yapılan cinsî münâsebette şeytan hazır bulunurYine deniliyor ki, bu gecelerde şeytanlar cinsî münasebette bulunurlarBu gecelerde cinsî münâsebette bulunmanın mekruh olması Hazret-i Ali'den, Muaviye'den ve Ebû Hüreyre'den (radıyallahü anh) rivâyet edilmiştir:

(Cuma günü) yıkanan ve ailesini yıkatan kişiye Allah rahmet etsin!

Bu hadîs-i şerifin te'villerinden birini (cuma günü cinsî münasebette bulunmak ve dolayısıyla zevcesini de yıkanmaya mecbur etmek) yerine getirmek için âlimlerden bir kısmı, Cuma gününde ve gecesinde cinsî münasebette bulunmayı müstehab görmektedirKişi cinsî münasebette bulunup zevklendiği zaman, hanımının da zevklenmesine fırsat vermesi gerekir ki, o hanımından zevk aldığı gibi, hanımı da ondan zevk almış olsunZîra kadının menisi çok zaman erkeğin menisinden daha sonra gelmektedirBu bakımdan kadının şehvetini tahrik edip, daha şehveti tamam olmadan ondan uzaklaşmak, ona bir nev'i eziyettirEşler arasındaki meninin akışından meydana gelen ihtilâf eğer kocanın menisi daha önce akıyorsa buğz ve ayrılığa sebep olurKarı kocanın ikisinin menisi birden akarsa bu durum zevceye daha lezzetli gelirBöyle olması için erkeğin çaba sarfetmesi gerekirO anda kişi eşiyle değil, kendi nefsiyle meşgul olmalıdırZira kadın çok zaman utanarak bu derdini açmaktan kaçar.

Karısıyla dört gecede bir cinsî münâsebette bulunması uygundur ve böyle yapmak daha âdil bir şekildirZira müslüman bir erkeğe helâl olan kadınların sayısı dörttürBundan daha fazla geciktirebilirEvet, (kendi nefsini veya) zevcesinin nefsini zinadan korumak bakımından gerektiği anda bu müddeti çoğaltıp veya azaltabilirÇünkü kadının bu hususta korunması kocasına farzdırHer ne kadar zorluluğundan ötürü cinsî münasebette bulunmak kocadan şer'an istenilmese de. . . (Bu bakımdan kocanın vazifesi geceleyin hanımının yanında uyumaktır. Hanıma düşende gece gündüz nefsini kocasından menetmemektir. Oruçlu olsa bile. (Zira ancak kocanın izniyle nafile orucu tutabilir) .

Kadın hayızlı iken onunla cinsî münasebette bulunmamalıdırHayız kanı kesildikten sonra da yıkanmadan önce (Şâfiî mezhebine göre) cinsî münasebette bulunmak yasaktırHayızlı iken cinsî münasebetin harâm olduğu Kur'ân nassıyla sâbittir.

Denildi ki, kadın hayızlı iken yapılan temaslardan ötürü çocukta cüzzam hastalığı olurKişi hayızlı hanımının bütün bedeniyle oynayabilirMûtad yolun dışında hanımı ile temasta bulunamazZira hayızlı bir kadının cinsî münâsebeti eziyet verici olduğu için haram kılınmıştırHanımın mûtad yolundan başka yollarında ise eziyet daimî bir şekilde mevcutturBu bakımdan böyle bir yoldan münâsebette bulunmak, hayızlı bir hanımla münâsebette bulunmaktan daha şiddetli bir şekilde haramdır.

'Kadınlarınız sizin tarlanızdırO halde tarlanıza nasıl isterseniz öyle varın' (Bakara/223) ayeti İstediğiniz vakitte tarlanıza gelebilirsiniz' mânâsını da ihtiva eder. (İstediğiniz yoldan oraya varınız mânâsını ifade etmez) .

Hayızlı hanımın eliyle istimna edilebilirCinsî münâsebet hariç, elbisesinin altında istediği şekilde bedeninin her tarafından yararlanabilir134 Hayız halinde kadının kemer bağlama yerinden dizlerinin üstüne kadar uzanan küçük bir izar bağlaması uygundurBöyle yapmak edeptendirKişi hayızlı bulunan hanımıyla beraber yemek yiyebilirOnunla beraber aynı yatakta yatmak ve oynaşmakta kişi için bir sakınca yokturHayızlı olduğundan ötürü ondan cinsî münasebet hariç sakınması gerekmez.

Eğer kişi ikinci bir defa helâliyle cinsî münâsebette bulunmak istiyorsa, temastan önce tenasül uzvunu yıkamalıdırEğer kişi ihtilâm olmuşsa uyandıktan sonra tenâsül organını yıkamadan önce veya küçük su dökmeden önce cima etmemelidir,

Taharetsiz uyanmamak için, gecenin başlangıcında cima mekruhturEğer cünüb iken uyumak veya yemek istiyorsa, namaz için abdest aldığı gibi abdest almalıdırÇünkü böyle yapmak sünnettirİbn Ömer şöyle diyor:

Hazret-i Peygamber'e 'Herhangi birimiz cünüp olduğu hâlde uyuyabilir mi?' diye sordum'Evet, abdest alıp uyuyabilir' buyurdu135

Fakat bu hususta ruhsat bildiren bir haber vardırZira Aişe validemiz (radıyallahü anh) Rasûlüllah'ın (sallâllahü aleyhi ve sellem) hiç suya dokunmadan cünüp olarak uyuduğunu rivâyet etmektedir136

Kişi yatağına yatmadan önce yatağının yüzünü eliyle süpürmeli veya yatağı silkmelidirÇünkü yataktan ayrıldıktan sonra ne olduğundan habersizdir137

Cünüp iken traş olmak, tırnak kesmek, kasıkları traş etmek veya kan aldırmak veya bedenin herhangi bir parçasını koparıp atmak uygun değildirZira bütün bu parçalar âhirette bedene geri döneceklerdirEğer bedenden cünüp olarak ayrılmışlarsa, cünüp olarak döneceklerdir.

Deniliyor ki, cünüp iken kesilen her kıl, kıyâmet gününde 'Neden beni cünüp iken kestin?' diye adamın yakasına yapışır ve dâvacı olur.

Cimanın edeplerinden birisi de azil yapmamaktırTohumun tarlası olan (zevcenin) rahminden başka, menisini herhangi bir yere akıtmamalıdır.

Hiçbir nefis yoktur ki, Allahü teâlâ onun yaratılışını takdir etmiş olsun da o olmasın,138

İşte Hazret-i Peygamber'in azil için söylediği budurEğer azil yaparsa (bilsin ki) âlimler azlin mübâh veya mekruh olması hususunda dört görüştedirler.

a) Bir grup âlim; mutlak ve her durumda azil mübahtır, demiştir.

b) Bir grup da; mutlaka haramdır, demişlerdir.

c) Başka bir grup da; eğer kadının da rızasıyla olursa helâldir, eğer kadının rızası yoksa helâl değildir, demiştirSanki bu son grup, azil yapmayı değil, kadına eziyet etmeyi haram kılmaktadır.

d) Bir kısım âlimler de; câriyede azil yapmak mübahtır, fakat hür hanımlarda azil yapmak mübah değildir, demişlerdirBize göre en doğru fetva, azlin mübah olmasıdır.

Kerâhiyet'e139 gelince, şu üç mânâya gelmektedir: a) Tahrîmen kerâhiyet, b) Tenzîhen kerâhiyet, c) Faziletin terki mânâsına gelen kerâhiyet.

Bu bakımdan 'azil yapmak mekruhtur'140 diyenler üçüncü mânâ ile mekruh olduğunu söylemek istiyorlarYani azil yapmakta faziletin terkedilmesi vardırNitekim camide oturan bir kimse için 'Şu adam boş oturup zikir veya namazla meşgul olmazsa oturması mekruhtur' ve 'Mekke'de oturan bir kimse, her sene haccetmezse kerâhet işlemiştir' denirBu kerâhetten gaye; evlâ ve faziletliyi terketmek demektirAzil meselesinde de bu şekildeki kerâhet sabittirÇünkü biz daha önce evlat edinmekteki faziletten bahsetmiştik.

Kişi zevcesiyle cinsî münasebette bulunduğunda, onun bu temasından kendisine erkek ve Allah yolunda çarpışıp şehid düşen her evladın ecri yazılır,

- Ey Allah'ın Rasûlü! Bu nasıl olur?

- Sen mi onu yarattın? Sen mi onu hidâyet ettin? Onun dirilmesi ve ölmesi de sana mı aittir?

- Ey Allah'ın Rasûlü! Onu yaratan, hidâyet eden, dirilten ve öldüren Allah'tır.

Böylece Rasûlüllah (sallâllahü aleyhi ve sellem) o hükmü ikrar ettirdi.

Bu hükmünü şu sırra binâen söylemiştir: Eğer bu kişiye hadîste vasfı geçen evlat gibi, bir evlat verilirse, böyle bir evladın doğumuna sebep olduğu için sevap kazanırOysa böyle bir evladın esas yaratanı, dirilteni ve cihada gitme kuvvet ve kudretini kendisine vereni Allahü teâlâ'dırBabaya düşen vazife ki varolmasında sebep olmaktır cinsî münasebette bulunmaktırCinsî münasebette bulunmak da ancak meniyi anne rahmine akıttığı takdirde gerçekleşmiş olurBiz azil yapmanın, kerâhet-i tahrîmiyye veya tenzihiyye olmadığını, ancak şu illetten ötürü söyledik: Yasağın (nehyin) isbatı ancak nass veya nass ile bildirilen başka bir şeyin üzerine kıyas etmekle mümkündürOysa azlin mekruh olması için herhangi bir nass olmadığı gibi, kerâheti hakkında kıyas edebileceğimiz bir asıl da mevcut değildirAksine burada azlin mübah olduğuna dair kıyas yapılacak bir asıl vardırO da evlenmeyi esasından terketmek veya evlendikten sonra cimâı terketmek veya cinsî münasebette bulunduğu halde meniyi akıtmayı terketmektirBunların herhangi birini terketmek, en faziletli olanı terketmek demektirHerhangi bir yasağı işlemek değildirBunlarla azl arasında hiçbir fark yokturZira çocuk, ancak meninin rahme düşmesiyle oluşurMeninin rahme düşmesinin de dört sebebi vardır:

1Evlenmek.

2Cinsî münâsebette bulunmak.

3Cinsî münasebette bulunduktan sonra meninin akmasına kadar sabretmek.

4Meni aktıktan sonra rahme varsın diye duraklamak.

Bu sebeplerin bir kısmı çocuk yapımına diğerinden daha yakındırMeselâ dördüncüden kaçınmak, üçüncüden kaçınmak gibidirBöylece üçüncüsüikincisi gibi ve ikincisi de birincisi gibidir.

Azil yapmak, âzaları daha belirmeyen çocuğu düşürmek veya olduktan sonra çocuğu öldürmek gibi değildirZira çocuğun oluştuktan sonra düşürülmesi veya olduktan sonra öldürülmesi, var olan bir varlığa saldırıp yok etmek demektir.

Var olmuş çocuğun dört mertebesi vardırVarlık mertebelerinin ilki, meninin rahme akıp, hayatı kabul etmeye hazırlanmak için kadının suyu ile karışmasıdırİşte bu şekilde kadının suyu ile karışmış bir meniyi yok etmek cinayettirİkinci mertebesi, eğer bu meni, kan pıhtısı veya et parçası olursa onu ifsâd etmek, birinciyi ifsâd etmekten daha da korkunç bir cinâyet olurÜçüncü mertebe, çocuğa ruh üfürülür ve âzaları belirirse, cinâyet daha da korkunçlaşırDördüncü mertebesi ve cinâyetin en ağırı ise, çocuğun annesinden diri olarak doğduktan sonra hayatına son vermektir.

Bizim 'Varlık sebebinin başlangıcı, meninin rahme akıtılmasıdır, erkek uzvundan çıkması değildir' dememizin sebebi şudur; çocuk sadece erkeğin menisinden yaratılmaz, iki eşin menilerinin karışmasından meydana gelir; ya erkek ile kadının suyundan veya erkeğin suyu ile kadının hayız kanından meydana gelir141 Hekimlerden bazıları 'döl yatağındaki et parçası Allah'ın takdiri ile hayız kanından yaratılır' demiştirKan pıhtısında kanın yeri, yoğurt içindeki sütün yeri gibidirErkeğin menisi ise, o kanın katılaşması için, mayanın süt için şart olması gibi şarttırZira yoğurt ancak maya ile meydana gelebilirDurum ne olursa olsun kadının suyu (menisi) çocuğun oluşumunda şarttırBu bakımdan eşlerin suları (menileri) akidlerdeki icab ve kabulün yerine geçerBu bakımdan kim önce akde evet deyip sonra karşı tarafın kabullenmesi olmadan önce cayarsa, akdi feshettiğinden ötürü suçlu sayılmazNe zaman icab ile kabul, yani verdim ile aldım sözü bir araya gelirse, ondan sonra caymak yapılmış bir akdi feshetmek demek olurErkeğin bel kemiklerinde bulunan meni, tek başına çocuğu yapmadığı gibi, erkeğin tenâsül uzvundan çıktıktan sonra kadının suyu veya kanı ile karışmadıkça çocuk olmazİşte en açık kıyas budur.

İtiraz: Meniyi dışarıya akıtmak çocuğun olmasını bertaraf etmek hususunda mekruh sayılmasa dahi, insanı böyle yapmaya sevkeden niyetinden ötürü mekruh olması, uzak sayılmayan bir ihtimaldirZira insanı azil yapmaya sevkeden niyet, bozuk bir niyettirBöyle bir niyette şirkin şâibelerinden bir koku vardır.

Cevap: İnsanı azil yapmaya sevkeden niyetler beş tanedir:

Birincisi, câriyeler hususunda yapılan niyettirCariyesi gebe kalmak suretiyle azâd edilmeye hak kazanıp, mülkünden çıkmasın, mülkünü elinden çıkarıcı sebepler ortadan kalksın diye azil yaparBu şekildeki azil ise, şer'an yasaklanmış bir azil değildir.

İkincisi, kadının gençlik ve güzelliğini korumak için azil yapmaktırBöyle bir niyetle yapılan azil de yasaklanmış değildir.

Üçüncüsü, çocuklarının çokluğu sebebiyle sıkıntının çokluğundan, geçim zorluğundan ve gayr-ı meşrû yerlere başvurmaktan kaçınmak niyetidirBöyle bir niyetle yapılan azil de yasak değildirZira zorluğun ve çalışmanın azlığı, dinin yardımcısı olurGerçi asıl kemâl, Allah'ın teminâtına güvenip ona tevekkül etmektirNitekim Allahü teâlâ şöyle buyurmuştur:

Yerde yürüyen ne kadar canlı varsa, hepsinin rızkı sadece Allah'a aittir. (Hud/6)

Şüphe yoktur ki, azil yapmakta kemâlin zirvesinden düşüş olduğu gibi, en faziletli olanı terketmek de sözkonusudurFakat görünüşte tevekküle aykırı olan, malı koruyup biriktirmek, tevekküle zıt olmakla beraber yasak bir şeydir diyemeyiz.

Dördüncüsü, kız çocuğunun ar getireceği düşüncesiyle yapılan azildirKız çocukları kendilerine bir ayıp olur diye öldürmek cahiliyye Arabının âdeti olduğu gibi, kız çocuklarının başkasıyla evlenmelerinde bir rezâletin olduğuna inandığı için azil yaparsa, bu niyeti bozuk bir niyettirEğer bu niyetten ötürü evlenmenin esasını veya cinsî münâsebetin esasını terkederse günahkâr olurYani evlenmeyi veya cinsî münâsebeti terketmekten ötürü değil, bu niyetinden dolayı günahkâr olurBöylece bu niyetle yapılan azilde de sorumluluk vardır, Hazret-i Peygamber'in sünnet-i seniyyesinde ar ve ayıbın olduğuna inanmaktan doğan tehlike ise, daha şiddetlidir142 Böyle bir kişi, kendisini erkeklere benzetmek istediği için üstüne erkek çıkacak diye evlenmeyi terkeden bir kadına benzer.

Beşincisi, temizliğe aşırı derecede düşkün olan bazı kadınlarda olduğu gibi, çocuk doğurmaktan, hayız ve nifastan kaçındıkları için çocuk istememeleridirHatta evlenmekten bile kaçınmalarıdırBu hâricî mezhebine mensup kadınların âdetidirOnlar temizliğe çok önem verirlerHayız halinde oruç tutarHatta hayız günlerinde geçen namazlarını bile kazâ ederlerHelâya bile soyunarak girerlerOnların yaptıkları sünnet-i seniyye'ye aykırı bir bid'attirBu niyet de bozukturHaricî kadınlarından birisi Âişe vâlidemiz (radıyallahü anh) Basra'ya geldiği zaman, Âişe'nin huzuruna girmek için izin istemiş, ancak Âişe validemiz ona izin vermemiştirBunların da çocuk doğurmamaları değil, bu niyet ve tutumları bozuktur.

Çocukların nafakasından korkarak evlenmeyi terkeden bizden değildir. (Hazret-i Peygamber bu sözünü üç defa tekrar etmiştir) 143

Şayet bu hadîsi öne sürerek itiraz edecek olursan, derim ki: Azil yapmak, evlenmeyi terketmek gibidirFakat Rasûlüllah'ın 'Bizden değildir' demesi, şu mânâya gelir: 'Sünnetimiz ve yolumuz üzerinde bize uymuş değildir'; zira sünnetin en faziletlisi evlenip çocuk edinmektir.

Hazret-i Peygamber'in (sallâllahü aleyhi ve sellem) azil hakkında 'Azil, çocuğu diri diri gömmektir' dediğini ve 'Diri olarak (toprağa) gömülen kıza hangi günahla öldürüldüğü sorulduğu zaman' (Tekvir/8) 144 ayetini okuduğunu söyleyecek olursan ki bu hadîs sahih'de vardır cevap olarak deriz ki: Bu hadîs gibi, azlin mübah olduğuna işaret eden birçok sahih hadîs de vardırHazret-i Peygamber'in 'çocuğunu diri gömmektir' sözü ise 'gizli şirktir' sözü gibidirBu ise, haram olmasını değil, mekruh olmasını icabettirir.

İtirazİbn-i Abbâs (radıyallahü anh) azlin, çocuğu öldürmenin bir şekli olduğunu söylemiştirZira azil yapmakla doğumu önlenen, küçücük iken öldürülen bir yavru gibidir.

Cevapİbn-i Abbâs bu kıyasıyla varlığın önlenmesini, varlığın doğduktan sonra öldürülmesi hususuna kıyas etmiştirBu kıyas ise, zayıf bir kıyastırZayıf olduğundan ötürü Hazret-i Ali (radıyallahü anh) İbn-i Abbâs'ın bu şekilde kıyas yaptığını duyduğu zaman, onun bu kıyasının yerinde bir kıyas olmadığını söyleyerek şöyle demiştir: 'Ancak meni yedi tür değişimden geçtikten sonra zâyi edilirse, öldürülen çocuk hükmüne geçer'Hemen bu sözün akabinde yaradılışın geçirdiği devirler hakkında vârid olan şu ayeti celîleyi okudu:

Biz insanı muhakkak ki, çamurun özünden yarattık. Sonra Âdem'in neslini sağlam bir yerde (rahimde) bir nutfe (az bir su) yaptık. Sonra o nutfeyi kan pıhtısı hâline getirdikOndan sonra kan pıhtısını bir parça et yaptıkO et parçasını da kemikler haline getirdikKemiklere de et giydirdik. Sonra ona başka bir yaratılış (ruh) verdik. (Mü'minûn/12-14)

Daha sonra Hazret-i Ali (radıyallahü anh) şu ayeti de okudu:

Diri olarak (toprağa) gömülen kıza hangi suçtan ötürü öldürüldüğü sorulduğu zaman. . . (Tekvir/8)

Azil meselesinde itibar edilmesi gereken delilleri ve kıyas yolunda ileri sürdüğümüz delilleri güzelce tedkik ettiğin zaman, Hazret-i Ali ile İbn-i Abbâs'ın mânâlara dalmak ve ilimleri idrâk etmek hususundaki derecelerinin arasındaki farklılık güneş gibi açık bir şekilde görünür.

Nasıl hak, Hazret-i Ali'nin tarafında olmasın ki, Müslim ve Buhârî'de ittifakla Câbir'den şu hüküm rivâyet edilmektedir: 'Bizler Hazret-i Peygamber'in zamanında Kur'ân indiği halde azil yapıyorduk'Başka bir tabir ile, 'Biz azil yapıyorduk, bizim böyle yaptığımız Hazret-i Peygamber'in kulağına gittiği halde bizi bu hareketimizden menetmedi'145

Sahih'de Câbir'den şu hüküm de rivâyet edilmektedir: Adamın biri Hazret-i Peygamber'e gelerek şöyle dedi:

- Benim bir câriyem varAynı zamanda o câriye hurmalıkta da bizim hizmetimizi görür ve sâkilik yaparBen ise arada sırada onunla buluşurumFakat onun gebe kalmasını istemiyorum.

Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle cevap verdi:

İstersen azil yapFakat muhakkak ki, Allah tarafından ona ne takdir edilmiş ise ona gelecektir.

Bundan sonra uzun bir zaman adamcağız Rasûlüllah'yanına gelmedi. Sonra bir gün çıkageldi ve dedi ki: 'Ey Allah'ın Rasûlü! Bizim câriye gebe kaldı'Bunun üzerine Rasûlüllah (sallâllahü aleyhi ve sellem) 'Ben kendisi için takdir edilen olacaktır dedim ya' buyurduBütün bu hükümler, Sahîh-i Müslim ile Sahih-i Buharî'de yer almatadır146

129) Müslim ve Buhârî

130) Ümmü Seleme'den, (zayıf bir senedle)

131) İbn Hâce, (Utbe b. Abd'den zayıf bir senedle)

132) Deylemî, (Enes'ten) . Hadîs münker'dir.

133) Deylemî

134) Bu fetva Muhammed b. Hasan'ın fetvasıdır. Bu zata göre, kadının tenasül uzvu hariç, kocası bedeninin diğer kısımlarını elleyebilir. Çünkü Hak Teâlâ 'hayız yerinden uzaklaşınız' buyurur. Hayız yeri ise, tenasül uzvu'dur. Hadîs-i şerifte 'Hayız hali olduğunda -cima hariç- istediğinizi yapabilirsiniz' (Müslim) buyurulmuştur. Hanefîlerden Tahavî, Mâlikîlerden Asbağ da bu fetvayı desteklemişlerdir. Fakat Gazalî'nin burada söylediği Şafii mezhebine göre verilmiş bir fetva değildir, kendisinin görüşü olabilir. Bkz. İthaf" us-Saade

135) Müslim ve Buhârî

136) Ebû Dâvud, Tirmizî, İbn Mâce

137) Ebû Hüreyre'den

138) Müslim ve Buhârî

139) Hususi bir yasaklama ile terk etmeyi gerektiren bir hitaptır. Mutlak terketme kesinlikle kastolunmamaktadır. Çünkü böyle oldu mu haram olur.

140) İmâm Irâkî bu hadîsin aslına rastlamadığını söylemektedir. Fakat Ebû

Zer hadisinin aslı vardır. İbn Hıbbân Sahih adlı eserinde azlin haram olduğuna bu hadîsle delil getirmiştir.

141) Bu görüş, devamından da anlaşıldığı gibi eski hekimlerin görüşüdür.

142) Evlenme, Resûlüllah'ın sünnet-i seniyyesidir. Eğer kişi kızının evlenmesinde ayıp olduğuna inanırsa sünnette de ayıbın olduğuna inanmış olur ki bu bir felâkettir,

143) Daha önce geçmişti.

144) Müslim, (Vehb'in kızı Cüzzame'den)

145) İmâm Gazâlî'nin belirttiği gibi hadîs, Müslim ve Buhârî tarafından rivâyet edilmiştir. 'Bizi azletmekten menetmedi'ibaresi ise, sadece Müslim'de vardır.

146) Son kısım sadece Müslim'de vardır.

12.6

Vilâdet

Doğumun âdâbı beş tanedir:

1Erkek çocuk doğduğu zaman, fazla sevinip, kız çocuğun doğumuyla üzülmemelidirZira bir baba olarak hayrın hangisinde olduğunu bilmek mümkün değildirNice erkek çocuk sahibi vardır ki, oğlunun kız olmasını temenni etmektedirBelki kızların ebeveyne sağladığı rahatlık, erkek çocuklarının sağladığı rahattan daha fazladırKız çocuğunu yetiştirmekle elde edilen sevap daha boldur.

Nitekim Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

Herhangi bir müslümanın bir kızı varsa, o kızına İslâm terbiyesini vermiş ve terbiyesini de gereği gibi yapmışsa, ona yedirip ve yemeğini helâlinden vermişse ve Allah'ın kendisine ihsan ettiği nimetlerden o kızcağıza ihsanda bulunmuşsa, o kız, babasını ateşten korumak hususunda bir teminat ve cennete girmesini kolaylaştıran bir vesiledir147

İbn-i Abbâs da Hazret-i Peygamber'den şu hadîsi rivâyet etmiştir:

Hiçbir (müslüman) fert yoktur ki, iki kız evlada sahip olup onlar onun yanında bulunduğu müddet zarfında onlara iyilik yapıp (din ve dünyalarını tâmir edip) ihsanda bulunsun da o kızlar da onu cennete sokmaya vesile olmasın148

Enes, Hazret-i Peygamber'in (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle dediğini rivâyet eder:

Kimin iki kızı veya iki kız kardeşi olursa, o da bunlara yanında oldukları müddetçe ihsanda bulunursa, benim ile o kimse cennette (parmaklarını işaret ederek) bunların ikisi gibi oluruz149

Herhangi bir kimse ki, müslümanların pazarlarından birisine çıkıp oradan (yiyecek veya giyecekten) birşey satın alıp evine götürüp erkek çocuklarına değil, özellikle kız çocuklarına verirse, böyle bir kimseye Allahü teâlâ (şefkat ile) bakarAllahü teâlâ kime şefkat ile bakarsa onu artık azaba düçar etmez150

Kim çarşıdan güzel ve yeni birşey alıp çoluk çocuğuna götürürse, sanki onlara bir sadakayı sırtlamış götürmektedirTâ ki onu onların arasına bırakıncaya kadar (bu durum devam eder) Getirdiğinde erkek çocuklarından önce kız çocuklarına vermelidirZira bir kız çocuğunu sevindiren bir kimse, sanki Allah korkusundan ağlamıştırAllah korkusundan ağlayan bir kimsenin bedenini Allah ateşe haram kılar151

Ebû Hüreyre Hazret-i Peygamber'in şöyle buyurduğunu rivâyet eder:

Kimin üç kızı veya kızkardeşi olup, onların şiddet ve zahmetlerine karşı tahammül gösterirse, Allahü teâlâ, o kulunu, onlara gösterdiği merhametten ötürü, cennetine dahil eder.

- Ey Allah'ın Rasülü! İki tane olursa durum nasıldır?

- İki tane olursa da durum böyledir.

- Ya bir tane ise nasıldır?

- Bir tane de aynı fazileti elde ettirir.

2Doğumun ikinci edebi: Doğan çocuğun kulağına ezan okumaktırRafı, babasından şöyle rivâyet eder: 'Allah'ın Rasûlü'nü gördüm ki,Hazret-i Fâtıma (radıyallahü anh) , oğlu Hasan'ı doğurduğu zaman,

Hasan'ın kulağına ezan okudu',152

Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur:

Hangi müslümanın bir çocuğu doğarsa, çocuğun sağ kulağına ezan, sol kulağına da kamet okursa, o çocuktan ümmü sibyan hastalığı uzaklaşır153

Çocuğun ilk konuşacağı zaman, herşeyden önce ona 'Lâ ilâhe illâllah'ı telkin etmek müstehabdır ki ilk konuşması bu olsun154

Doğumun yedinci gününde sünnet edilmesi hususunda bir hadîs varid olmuştur155

3Üçüncü edep, çocuğuna güzel bir isim vermektirZira çocuğa güzel bir isim vermek çocuğun babası üzerindeki bir hakkıdırNitekim Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

Çocuklarınıza isim verdiğiniz zaman, kulluk mânâsını ifade eden isimleri veriniz156

Allah nezdinde isimlerin en sevimlisi, Abdullah ve Abdurrahman'dır157

(Çünkü Kur'ân'da Abd kelimesi bu iki isimden başkasına izafe edilmiş değildir) .

Çocuklarınızı benim ismimle isimlendirinizFakat benim künyemi kimseye vermeyiniz158

Âlimler şöyle demişlerdir: Rasûlüllah'ın künyesiyle künyelenmek ancak onun hayatında yasaktıÇünkü o asırda Hazret-i Peygamber 'Ey Ebû'l-Kasım!' diye çağırılırdıŞimdi ise, herhangi bir müslümana 'Ebû'l-Kasım' künyesini vermekte bir sakınca yokturEvet, yalnız Hazret-i Peygamber'in hem ismini ve hem de künyesini birden almak doğru olmaz.

Çünkü Rasûlüllah şöyle buyurmuştur:

Benim ismimle künyemi bir araya getirmeyiniz159

Denildi ki, bu son hadîsin hükmü de Rasûlüllah'ın hayatta olduğu zamana aittirO zaman, adamın birisine Ebû İsâ künyesi verilmiştiBunun üzerine Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur: 'muhakkak ki, İsâ'nın babası yoktur160

Bu bakımdan Ebû İsâ ile herhangi bir kimseyi künyelendirmek mekruhturDüşük çocuğa, isim vermek gerekir.

Abdurrahman b. Yezid b. Muaviye dedi ki: "Düşük çocuğun kıyâmet gününde babasının arkasında koşup 'Beni dünyada iken zâyi ettinBeni isimsiz bıraktın' diye bağıracağını bildiren bir hadîs-i şerifi işitmiştim".

Bunun üzerine Ömer b. Abdülâziz, Abdurrahman'a dedi ki:

- Kişi düşen çocuğa nasıl isim verecek? Oysa onun erkek veya kız olduğunu bilmemektedir.

- Bazı isimler vardır ki, iki sınıfa da verilirHamza, Ammâra, Talha ve Utbe gibi.

Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmaktadır:

Sizler kıyâmet gününde özel isimleriniz ve ecdadınızın isimleriyle çağrılacaksınızO halde isimlerinizi güzelleştiriniz161

Herhangi bir müslümanın mânâsı güzel olmayan ismi varsa, o ismi değiştirmek onun için müstehabdırNitekim Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) , el-As'ın ismini Abdullah ile değiştirdi. (Ümmü Seleme vâlidemizin kızı) Zeyneb 'in ismi (temizleyici mânâsına gelen) Berre idiBunun üzerine Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) 'O kendi nefsini temizler' dedi ve ismini Zeyneb ile değiştirdi162

Böylece Eflâk, Yesar, Nâfi ve Bereket isimleriyle isimlenmek hususunda yasak vardırÇünkü 'Bereket orada mı?' denir ve 'hayır' cevabı verilir.

4Doğum edeplerinin dördüncüsü; erkek çocuğu için iki "koyunu akika kurbanı olarak kesmektirKız çocuğunun akika kurbanı ise bir koyundurFakat erkek çocuğu için de kız için olduğu gibi bir koyun kurban edilirse, herhangi bir sakınca yokturÂişe vâlidemiz (radıyallahü anh) Hazret-i Peygamber'in erkek çocuk için iki koyun, kız çocuğu için de bir koyunu 'akika' kurbanı olarak kesmeyi tavsiye ettiğini rivâyet etmektedir163

Yine rivâyet ediliyor ki, Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) Hazret-i Hasan'ın akika kurbanı olarak bir koyun kesmiştirRasülullah'ın böyle yapması bir koyun kesmenin de yeterli olduğuna işaret ederHazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmaktadır:

Çocukla beraber akikası vardırBu bakımdan onun için kan akıtınız ve ondan eziyetleri uzaklaştırınız164

Çocuğun kesilen tüylerinin ağırlığı kadar altın veya gümüş tartıp sadaka olarak vermek Sünnet-i seniyye 'dendir.

Bu hususta bir haber gelmiştir ki, Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) Hazret-i Hüseyin'in doğumunun yedinci gününde Hazret-i Fâtıma'ya emretti: 'Onun saçını kes ve karşılığında gümüş tart, sadaka ver'Âişe (radıyallahü anh) şöyle demiştir: 'Akika olarak kesilen hayvanın kemikleri kırılmamalıdır'.

5Doğum edeplerinin beşincisi; çocuğu ilk olarak bir parça helva veya bir hurma ile gıdalandırmaktır.

Nitekim Hazret-i Ebû Bekir Sıddık'ın kızı Hazret-i Esmâ'dan şöyle rivâyet edilir:

Ben Kuba'da oğlum Abdullah bZübeyr'i doğurdum. Sonra Hazret-i Peygamber'e getirip kucağına bıraktımAllah'ın Rasûlü bir hurma istediOnu ağzında çiğnedi, sonra Abdullah'ın ağzına koyduBu bakımdan Abdullah'ın karnına ilk giren gıda Hazret-i Peygamber'in tükürüğü olduBundan sonra hurmayı yedirdi ve daha sonra kendisi için bereket istedi.

Abdullah bZübeyr Medine'de ilk doğan müslüman çocuğudurMüslümanlar Abdullah'ın doğumu ile şenlik yaptılarÇünkü müslümanlara 'Yahûdîler size sihir yapmıştırArtık sizin çocuğunuz olmaz' denilmişti.

147) Taberânî ve Haraîtî, (İbn Mes'ûd'dan zayıf bir senedle)

148) İbn Mâce ve Hâkim, (sayıf bir senedle)

149) Harâitî, (zayıf bir senedle) ; Tirmizî, (hasen ve garib bir senedle)

150) Harâitî, (zayıf bir senedle)

151) Harâitî, (zayıf bir senedle) ; İbn Adiyy, el-Kâmil. İbn Cevzî'ye göre bu hadîs uydurma 'dır.

152) Harâitî ve Hakim

153) İmâm-ı Ahmed, Ebû Davud ve Tirmizî

154) Ebû Ya'lâ, İbn Sinnî ve Beyhakî, (zayıf bir senedle)

155) Taberânî, (Câbir'den zayıf bir senedle)

156) Taberânî, (Abdülmelik'ten) ; Beyhakî, (Hazret-i Aişe'den)

157) Müslim, (İbn Ömer'den)

158) Müslim ve Buhârî, (Câbir'den)

159) Ahmed, İbn Hıbbân, Ebû Davud ve Tirmizi

160) Ebû Ömer et-Tukanî, (İbn Ömer'den zayıf bir senedle)

161) Ebû Dâvud(Ebu'd Derda'dan) . İmâm Nevevî'ye göre senedi ceyyid'dir.

162) Müslim ve Buharî, (Ebû Hüreyre'den)

163) Tirmizî, (sahih bir senedle)

164) Buhârî, (Selman b. Amr el-Dubbî'den)

12.7

Talâk

Talâk'ın helâl olduğunu bilmelidirFakat Allah nezdinde mübah olanların en çok buğzedileni ve menfuru olduğunu da unutmamalıdırBoşanmanın mübah olması, ancak bâtıl bir şekilde eziyet olmamasına bağlıdırNe zaman kadını boşarsa ona eziyet etmiş olurBaşkasına ancak bir cinayet işlediği veya eziyet vermeye mecbur olduğu takdirde eziyet etmesi caiz olur.

Nitekim Allahü teâlâ şöyle buyurmaktadır:

Eğer (azarlamak, yatağını terketmek ve dövmekle) size itâat ederlerse artık onların aleyhine başka bir yol aramayın. (Nisâ/34)

Yani onlardan ayrılmak için herhangi bir hile aramayın ve düşünmeyin! Eğer babası gelininden nefret ediyorsa (babasının hatırını hoşnut etmek için) onu boşamak gerekir. (Çünkü babanın hakkı zevcenin hakkından daha önce gelir) .

İbn Ömer (radıyallahü anh) şöyle demiştir: 'Çok sevdiğim bir hanımım vardıBabam Ömer (radıyallahü anh) ondan nefret ettiği için onu boşamamı söylediBu durum karşısında, Hazret-i Peygamber'e müracaat ettimHazret-i Peygamber 'Hanımını boşa'165 dedi.

Bu olay babanın hakkının, eşinin hakkından daha önce geldiğine işaret ederFakat garez ve mânâsız bir gaye için, gelinin boşanmasını istemeyen bir babanın sözü dinlenirHazret-i Ömer'in istemediği gibi. . . Kadın, ne zaman kocasına eziyet verip, onun yakınlarına diliyle saldırırsa, suçlu sayılırKadın kötü ahlâklı (çenesi düşük ve kalbi katı olduğu gibi) ve bozuk inançlı olduğu takdirde de yine hüküm böyledir166

İbn Mes'ûd 'Onları evlerinden çıkarmayın ve onlar da çıkmasınlarMeğer ki, apaçık bir kötülük işlerse. . . (Talak/l) ayeti hakkında 'Ne zaman kadın kocasının yakınlarına diliyle saldırırsa veya kocasına eziyet verirse, onun bu hareketi fuhşiyattır' demiştir.

Bu hüküm, kadının iddet zamanına mahsus bir hükümdürFakat buna rağmen insanın dikkatini maksada doğru çekmektedirEğer eziyet kocadan gelirse, o zaman kadın mal vermek suretiyle boşanabilirKadını mal karşılığında boşayan koca için nikâhın başında vermiş olduğu mehilden fazlasını almak mekruhturZira verdiğinden fazlasını almak kadına zarar vermek, onu sıkmak ve namus üzerinde ticaret yapmak demektirOysa Allahü teâlâ şöyle buyurmaktadır:

Kadınlarınıza verdiklerinizden bir şeyi geri almanız, size helâl olmazŞayet erkek ve kadın, Allah'ın sınırlarında duramayacaklarından korkarlarsa başkaEğer Allah'ın hükümlerini hakkıyla yerine getirmeyeceklerinden korkarsınız o zaman kadının (ayrılmak için) hakkından vazgeçmesinde ikisine de günah yoktur. (Bakara/229)

Bu bakımdan kadının başta mehir olarak kocasından aldığını veya aldığından daha az bir miktarını feda edip kendini ahlâksız kocadan kurtarmasında hiçbir sakınca yokturEğer kocasıyla arasında geçimsizlik olmadığı halde kocasından mal karşılığında boşanmak isterse, o zaman günahkâr olur.

Nitekim Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

Herhangi bir kadın, geçimsizlik olmadığı halde kocasından boşanmayı isterse, o kadın cennetin kokusunu bile alamaz167

Hadîs 'Böyle bir kadın için cennet haram olur' şeklinde de gelmiştir.

Mal karşılığında boşanma dâvasında bulunan kadınlar var ya! İşte onlar münafık kadınların tâ kendileridir168

Bütün bunları bildikten sonra koca, talâkta (boşamada) dört hususa riayet etmelidir:

1Kendisiyle cinsî münasebette bulunmadığı bir tuhur (temizlik) zamanında boşamaktırZira kadını hayızlı iken boşamak veya hayızdan sonra temizlenmiş fakat o temizlik zamanında cinsi münasebette bulunmuş bir durumda boşamak her ne kadar böyle bir boşanma ile talâk olursa da bid'at bir talaktır ve haramdır. . Böyle bir durumda iddetin uzamasında sakınca vardırEğer kişi böyle bir durumda kadını boşamışsa onu tekrar nikâhının altına almalıdırZira İbn Ömer, hayız halinde bulunan hanımını boşadığında, Hazret-i PeygamberHazret-i Ömer'e şöyle demiştir: Oğluna söyle! Karısını tekrar alsınTemizleninceye ve sonra hayız görüp tekrar temizleninceye kadar beklesinOndan sonra isterse boşasın, isterse boşamasın169

İşte bu iddet, Allah'ın kadınları boşamak için emrettiği iddettirHazret-i Peygamber'in (sallâllahü aleyhi ve sellem) İbn Ömer'e eşini nikâhının altına aldıktan sonra iki tuhûr (temizlik) müddeti bekleyip sabretmeyi emretmesinin hikmeti, bu müracaatın talak niyetiyle olmamasını temin içindi.

2Hanımını boşadığı zaman, bir talâkla boşamalıdır. Üç tâlak ile birden boşamamalıdırÇünkü tek talâkla boşanma, iddeti bittikten sonra boşamaktan gaye neyse onu ifade ederYani kadın tamamen boşanmış olurAynı zamanda, eğer kadın iddet beklerken kocası pişmanlık duyarsa bir talâkla boşadığı için kadını tekrar nikâhının altına alma imkânına sahiptirİddet bittikten sonra da yeni bir nikâhla onunla evlenmek imkanına sahiptir. Üç talâkla boşadığı zaman çok kere pişman olurO zaman da kadının başka birisiyle evlenip, ondan boşandıktan sonra iddeti bitinceye kadar sabretmesi gerekirHalbuki eski kocasına dönebilmek için başka biriyle evlenmesi yasaktırAynı zamanda buna kendisi sebebiyet vermiş olurBütün bunlardan başka kalbi başkasının zevcesiyle ilgilenmiş ve onun boşanmasını istemiş olurYani kadın, başkası ile evlendikten sonra ilk kocasının kalbi onunla daima ilgilenir ve ne zaman adam onu boşayacaktır diye beklerBütün bunlardan başka evlendiğinden ötürü zevcesinden nefret duyabilir. (Zira başkasıyla düşüp kalkmış olur) Bütün bu mahzurlar üç talâkı birden vermesinin bir sonucu ve semeresidirOysa bir talâkla boşamakla maksat hasıl olur ve sayıları mahzurların hiçbiri de meydana gelmezBen bu mukaddime ile üç talâkın birden verilmesinin haram olduğunu söylemiyorumFakat yukarıda bahsettiğim mahzurlardan ötürü üç talak birden vermenin mekruh olduğunu söylüyorumYani üç talâkla birden hanımını boşayan kendini düşünmemiştir.

3Hanımını boşadığı zaman, şiddete başvurmak ve onun haysiyetiyle oynamak gibi, hareketlere tevessül etmemeli, boşanmanın hanımı suçlayıcı olmayan sebeplere dayandığını nazik bir şekilde ifade etmeye çalışmalıdırBazı hediyelerle onun gönlünü almalıdır.

Nitekim Allahü teâlâ şöyle buyurmaktadır:

Zengin olan kudretine göre, fakir olan da gücü yettiği kadar güzellikle faydalandırsınBu, ihsan edenler üzerine bir borç bir haktır. (Bakara/236)

Kadına, eğer nikâhın başlangıcında mehir belirtilmemiş ise, bu şekilde nafaka vermek vâcib olurHasan bAli (radıyallahü anh) çokça kadın nikâh eder ve boşardıBir ara, arkadaşlarından birini iki hanımını boşamak için vekil tayin ederek dedi ki: 'Git onlara söyle! İkisi de boşanmıştırİddetlerini beklesinler ve herbirine de iddet müddetince idare etmeleri için onar dirhem ver'Adam, Hazret-i Hasan'ın dediğini yerine getirdiHazret-i Hasan dönünce kendisine sordu: 'Acaba onlar ne yaptılar?' Adam şöyle dedi: Biri başını yere eğerek sustuDiğeri ise ağlayıp feryat etti ve kulağımla şöyle dediğini duydum: 'Ayrılmış bir sevgiliden gelen az bir meta'dır bu para'Bunun üzerine Hazret-i Hasan düşünceye daldı ve o kadına şefkat göstererek şöyle dedi: 'Eğer ben ayrıldıktan sonra herhangi bir kadını yeniden nikâhımın altına almak âdetine sahip olsaydım, muhakkak onu yeniden nikâhımın altına alırdım'.

Hazret-i Hasan (radıyallahü anh) günün birinde Medine'nin fâkihi ve reisi bulunan Abdurrahman bHars bHişam'ın evine gittiMedine'de Abdurrahman'ın benzeri yoktuBu zat ile Âişe validemiz (radıyallahü anh) darb-ı mesel getirirdiŞöyle ki: 'Eğer o (Basra) yolculuğumu yapmasaydım, benim için, Hazret-i Peygamber'den Abdurrahman bHars bHişam gibi onaltı oğlumun olmasından daha sevimli gelirdi bana'Hazret-i Hasan, söz konusu Abdurrahman'ın evine gittiAbdurrahman Hazret-i Hasan'a hürmet gösterdi ve onu kendi yerine oturtarak dedi ki:

- Neden bana haber göndermedin ki, ben size geleydim? Zahmet edip buraya kadar geldiniz.

- İhtiyaç bizimdirO halde gelmek de bize düşer,

- İhtiyacınız nedir?

- Kızını istemek için geldim.

Bu sözden sonra Abdurrahman derin derin düşündü, sonra başını kaldırıp Hazret-i Hasan'a şöyle cevap verdi:

- Allah'a yemin ederim, yeryüzünde yürüyen hiçbir kimse benim yanımda senden daha aziz değildirFakat sen biliyorsun ki, kızım benim bir parçamdırOnu kıran, beni kırmış olur ve onu sevindiren de beni sevindirmiş olurSen ise çokça kadın boşuyorsunBu bakımdan kızımı boşayacağından korkuyorumEğer bunu yaparsan kalbimin sana karşı olan muhabbetinin bozulacağından çekiniyorumSana kalbimin bozulması hiç de hoşuma gitmezÇünkü sen Hazret-i Peygamber'in bir parçasısınEğer (zevcen olacak) kızımı boşamayacağını şart koşarsan, onu seninle evlendiririm.

Bu söz karşısında Hazret-i Hasan sustu, usulca kalktı ve evden çıktı.

Abdurrahman'ın aile efradından birisi diyor ki: Hazret-i Hasan'ın giderken şunları söylediğini işittim: 'Abdurrahman bu sözleriyle kızını benim boynuma bir halka gibi geçirmekten başka birşey kasdetmiyor'.

Hazret-i Ali de oğlunun (Hazret-i Hasan'ın) bu şekilde çokça kadın boşamasından rahatsız oluyorduÇok zaman minberde hutbe okurken Hazret-i Hasan'ın çok kadın boşamasından dolayı cemaatten özür diler ve şöyle derdi: 'Hasan çok kadın boşayan kimsedirBu bakımdan kızlarınızı onunla evlendirmeyiniz'Hazret-i Ali bu sözünü birkaç kez tekrarladı. (Yemenli) Hemedan kabilesine mensup bir kişi ayağa kalkıp şöyle dedi: 'Ey emîr'el-Mü'minîn! Vallahi o isteyince biz ona kızlarımızı nikâh edeceğizNikâhtan sonra isterse zevciyyetinde bırakır, isterse terkeder'Bu söz Hazret-i Ali'yi sevindirip şu sözleri söylemesine vesile oldu: 'Eğer ben cennetin kapıcısı olsaydım, Hemedan kabilesine selâm ile cennete giriniz derdim'.

Hazret-i Ali'nin bu sözü, şunu gösterir ki, kişi sevdiklerine ve evladına kızdığında, onu dinleyen de onun gibi onun dostuna atıp tutmamalıdırZira böyle bir şeyde onunla birleşmek çirkin bir beraberlik olurAksine edep, mümkün olduğu kadar burada ona muhalefet etmektedirBöyle bir muhalefet, onun kalbini daha da hoşnut ederOnun iç âlemine daha uygun gelirBunu nakletmekten gayem; boşanmanın helâl olduğunu beyan etmektirAllahü teâlâ, boşanmakta da, evlenmekte de müslümana zenginliği va'detmektedir.

Bir de içinizden bekârları ve kölelerinizle câriyelerinizden sâlihleri evlendirinEğer fakir iseler Allah onları fazlından zengin ederAllah'ın ihsânı geniştir. (Nûr/32)

Eğer karıkoca boşanarak birbirinden ayrılırsa Allah herbirini kudretiyle zengin kılarAllah'ın ihsânı geniştirO, hükmünde hikmet sahibidir. (Nisa/130)

4Gerek boşandığında, gerek evlendiğinde hanımının sırrını ifşâ etmemektirZira kadınların sırrını ifşâ etmek hususunda sahih bir haberde büyük bir tehdid vârid olmuştur170

Sâlihlerden birisi, hanımını boşamak istediKendisine 'Seni hanımın hakkında şüpheye sevkeden nedir ki onu boşuyorsun?' denildiği zaman, şu cevabı verdi: 'Akıllı bir kimse hanımının perdesini yırtmaz'Hanımını boşadıktan sonra kendisine 'Neden boşadın?' denildiğinde şöyle demiştir: 'Benim başkasının hanımıyla artık ne alâkam var ki, ondan bahsedeyim?'

İşte buraya kadar zikrettiklerimiz kocaya düşen vazifelerdirB) Kocanın Hanımı Üzerindeki Hakları

Bu hususta en güzel söz şudur: Nikâh bir nevi köleliktirBu bakımdan kadın (teşbih yoluyla) kocanın kölesi sayılmaktadırO halde koca, karısından neyi isterse karısının onu yerine getirmek suretiyle itaat etmesi lâzımdırKocanın karısının üzerindeki hakkının büyüklüğüne dair birçok hadîsi şerif gelmiştirHazret-i Peygamber şöyle buyurmaktadır:

Hangi kadın, kocası kendisinden razı olduğu halde ölürse, o kadın cennete girer171

Adamın biri sefere çıktıHanımına 'Evin ikinci katından alt katına inme' diye emir verdiHanımın babası alt katta bulunuyordu ve hastalanmıştıBunun üzerine kadın, Hazret-i Peygamber'e haber gönderdi: 'Bana izin versin, üst kattan alt kata, babamın yanma ineyim'Hazret-i Peygamber: 'Kocana itaât et' dediBundan sonra kadının babası vefat etti, yine Rasûlüllah'a haber gönderip babasının cenazesinde bulunmak için izin istediHazret-i Peygamber 'Kocana itaat et' dediBöylece kadının babası defnedildiDefinden sonra Rasûlüllah kadına 'Senin kocana itâat etmen yüzü suyu hürmetine Allahü teâlâ babanı bağışladı' haberini gönderdi172

Kadın beş vakit namazını kıldığı, Ramazan orucunu tuttuğu, iffetini koruduğu ve kocasına itâat ettiği zaman rabbinin cennetine girmiş olur173

Hazret-i Peygamber böylece kocaya yapılan itâati İslâm'ın esaslarından saymıştırHazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) kadınları vasıflandırarak şöyle buyurmuştur:

Gebe kalırlar, doğururlar, emzirirler ve çocuklarına şefkat gösterirlerEğer kocalarına karşı yaptıkları nankörlük olmasaydı, onların namaz kılanları cennete girecekti174

(İsrâ gecesinde veya uykuda) cehennem bana gösterildiBaktım ki, ateşte bulunanların çoğu kadınlardı.

Kadınlar 'Neden böyledir yâ Rasûlüllah?' diye sordular.

Bunun üzerine Rasûlüllah şöyle buyurdu:

Çokça lânet okurlar ve kocalarının iyiliklerini inkar ederler. . . 175

Cennete baktım ve gördüm ki, cennet halkının en azını kadınlar teşkil etmektedirBu durum karşısında şöyle sordum: 'Kadınlar nerede?' Cennet bekçisi bana şu cevabı verdi: 'Onları, iki kırmızı; yani altın ve boyalı elbiseler cennetten meşgul etti'176

Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) bu sözüyle zînet ile süslü elbiseleri kasdetmiştir.

Âişe vâlidemiz şöyle anlatır: Genç bir kız Hazret-i Peygamber'e gelip 'Ey Allah'ın Rasülü! Ben gördüğün gibi genç bir kızımÇok kimseler tarafından istenmekteyim, fakat evlenmekten kaçınıyorumAcaba kocanın kadın üzerindeki hakkı nedir?' diye sorduRasûlüllah şöyle cevap verdi:

Eğer kocanın tepesinden ayağına kadar bütün bedeni irinler içinde kalıp hanımı o irinleri diliyse yalasa, yine de ona karşı teşekkür vazifesini yerine getirmiş sayılmazGenç kız 'O halde ben evleneyim mi?' deyince, Hazret-i Peygamber şöyle dedi:

Evet evlenZira evlenmek, evlenmemekten daha hayırlıdır177

İbn-i Abbâs şöyle anlatıyor: Haysam kabilesinden bir kadın gelip 'Ben kocası olmayan bir kadınım, evlenmek istiyorumAcaba kocanın eşi üzerindeki hakkı nedir?' diye sorunca, Hazret-i Peygamber şöyle buyurdu:

Kocanın eşi üzerindeki hakkından birisi; kocası onu yatağa davet ettiği zaman, o devenin sırtında bile olsa kocasını reddetmemesidirYine kocanın hakkından birisi de kocanın izni olmaksızın onun evinden herhangi bir şeyi başkasına vermemesidirEğer kocasından izin almadan onun evinden başkasına birşey verirse günahı onun boynuna, sevabı ise kocasına yazılırKocanın hakkından birisi de, kocanın izni olmaksızın nafile oruç tutmamasıdırEğer kocanın izni olmadan nafile oruç tutarsa, boşu boşuna acıkmış ve susamış olur, o oruç kendisinden kabul olunmazEğer kocanın izni olmadığı halde kocasının evinden çıkarsa, eve dönünceye veya tevbe edinceye kadar melekler ona lânet okurlar178

Eğer herhangi bir kimseye Allah'tan başka bir varlığa secde etmesini emretseydim, muhakkak ki kadına, kocasına secde etmesini emrederdimBöyle bir emri de kocanın karısı üzerindeki haklarının büyüklüğünden ötürü verirdim179

Kadının rabbinin cemâline en yakın olduğu zaman evinin içinde bulunduğu zamandırKadının evinin açık bir yerinde namaz kılması, camide namaz kılmasından daha üstünkılması evinin açık kısmında kıldığı namazdan daha üstündürEvin içindeki küçücük odasında kıldığı namaz ise, evin içinde kıldığı namazdan daha üstündür180

Hadîs-i şerifteki 'ınahda' veya 'ınıhda' kelimesi 'ev içindeki oda' demektirBunun böyle olması ise, kadının daha fazla gözlerden kaybolmasından ileri gelirBu sırra binâen Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur:

Kadın avrettirBu bakımdan kadın evinden çıktığı andan itibaren şeytanı onu saptırmak için gözetlemeye başlar181

Kadının on avreti vardırNe zaman ki, kadın evlenirse, kocası onun tek bir avretini örterÖldüğünde, kabir onun on avretini birden örter182

Kocanın eşi üzerindeki hakları çokturOnların en önemlisi şu iki şeydir:

a) Namusunu korumak ve tesettüre riayet etmek.

b) İhtiyacın haricinde olan şeyleri istemeyi terketmek ve kocanın kazancı haram olduğu takdirde onu yemekten sakınmak.

Evet, selef-i Sâlihîn zamanında kadınların âdeti şöyleydi: Kişi evinden çıktığı zaman, hanımı veya kızı, arkasından şöyle haykırıyordu: 'Haram kazançtan sakın! Zira biz açlık ve fakirliğe sabredebiliriz, fakat ateşe sabredemeyiz'.

Seleften bir kişi sefere çıkmak istediKomşuları onun sefere gitmesini hoş görmedilerBundan ötürü de hanımına 'Neden onun sana herhangi bir nafaka bırakmadan sefere çıkmasına razı oluyorsun?' dedilerKadın şu cevabı verdi: 'Ben kocamı tanıdığımdan beri onu hazır yiyen biri olarak gördümOnu rızık verici olarak tanımış değilimBenim rızık verici bir rabbim vardırHazır yeyici gidiyor, rızık verici ise kalıyor.

İsmail'in kızı (Şamlı) Rabia Hatun183 Ahmed bEbî Havarî'ye evlenme teklifinde bulunduAhmed ise ibâdetle meşgul olduğundan ötürü bu teklifi hoş karşılamadı ve Rabia'ya şöyle dedi:

- Vallahi ben kendi hâlimle meşgul olduğum için kadınlara karşı herhangi bir isteğim mevcut değildir.

Bunun üzerine Rabia; kendisine şu karşılığı verdi:

- Ben de kendi hâlimle meşgul olduğum için sana ihtiyacım yokBenim şehvetim de kalmamış, fakat kocamdan bol bol servet kaldıSeninle hayat birliği yapıp, o serveti arkadaşlarına infak etmeni ve senin sayende sâlih kimselerle tanışmayı istedimBelki böyle bir infak ve tanışma, benim için Allah'a götürücü bir vesile olur.

Rabia'nın bu sözüne karşılık olarak Ahmed 'O halde, hocamdan izin isteyinceye kadar bana mühlet ver' dedi. Sonra Ahmed, hocası Ebû Süleyman ed-Dârânî'ye müracaat ettiAhmed diyor ki: Mürşidim Ebû Süleyman hep beni evlenmekten meneder, 'Arkadaşlarımızdan kim evlenmişse onun hâli muhakkak bozulmuştur' derdiFakat Rabia'nın bana söylediklerini kendisine naklettiğim zaman 'Onunla evlenO, Allah'ın veli kullarındandırBu konuşma, sıddîkların konuşmasıdır' dediMürşidimin emri üzerine Rabia ile evlendimBizim evimizde bir çuval Ces (bir madde) bulunuyorduBu madde, yemekten sonra çıkıp gitmek isteyenlerin el yıkamasından ötürü tükendiBu madde ile yıkanmayıp Eşnan ile yıkananlar da çoktuAhmed diyor ki: 'Rabia üzerine üç kadın daha getirdim'Rabia bana kuvvetli yemekler yedirip güzel kokular sürdükten sonra şöyle dedi: 'Keyifli ve kuvvetli olarak kadınlarının yanına git'.

Bu hâdisede ismi geçen Rabia Hâtun, Şamlılar arasında Basra'da bulunan Rabiat'ül-Adeviyye'ye benziyordu.

Kadının gözetmesi gereken vazifelerden biri de, kocasının servetine karşı gevşeklik göstermemesi, aksine onu korumasıdır.

Nitekim Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur:

Kadına, kocasının evinden ancak onun izni olduktan sonra yedirmek helâl olabilirAncak bozulmasından korkulan yaş yiyeceklerden olursa o zaman izin almadan fazlasını yedirebilirEğer kadın kocasının rızasını aldıktan sonra yemeğinden yedirirse, kocaya yazılan ecir kadar, kendisine de ecir yazılırEğer onun izni olmaksızın yedirirse, yedirilenin ecri kocaya yazılırGünahı ise kadına. . . 184

Kadının ana-babasına düşen görev ise, ona (mutlak mânâda) güzel muaşereti ve özellikle kocasıyla olan ilişkilerin edeplerini öğretmektir.

Hârice el-Fezzârî'nin kızı Esmâ, kızını evlendirdiği zaman ona şöyle hitap etti:

Sen, içinde bulunduğun yuvadan ayrılıp, tanımadığın bir yatağa gireceksinDaha önce tanımadığın bir eşle karşılaşacaksınBu bakımdan sen ona yer, o da sana gök olmalıSen ona beşik, o sana direk olmalıSen ona câriye ol ki, o sana köle olsunOndan uzaklaşma ki, o seni unutmasınEğer o sana yaklaşırsa, sen ona daha da yaklaşEğer o senden şiddetle uzaklaşırsa, sen de (onun şiddetinden korunmak için) ondan uzaklaşOnun burnunu, kulağını ve gözünü koruO senden ancak güzeli koklasınAncak iyiyi dinlesin ve ancak güzele baksın.

Adamın biri zevcesine şöyle demiştir:

Benden gelen affı kabul eyleO zaman sevgimi kendin için devam ettirmiş olursunÖfkelendiğim zaman da bana cevap vermeTef vururmuş gibi durmaZira sen, senden kaybolanın ne halde olduğunu bilmezsinFazla şikâyette bulunma ki aşkı ortadan kaldırmış olmayasınBu takdirde kalbim senden uzaklaşırKalpler ise daima değişmektedirÇünkü ben gördüm ki, kalpte sevgi ve eziyet bir araya geldiği zaman, sevgi pek fazla devam etmeyip hemen gidiveriyor.

Kadının yerine getirmekle mükellef olduğu edepler hususunda en kapsamlı söz şudur: 'Evinin derinliğinde oturmalıİğini elinden bırakmamalıÇok girip çıkmamalıKomşularıyla az konuşmalıAncak gerektiği zaman onlara gitmeliKocası evde olmadığı zaman, onun namusunu ve malını korumalıBütün işlerinde kocasını sevindirmeyi düşünmeliNefsinde ve kocasının malında kocasına ihanet etmemeliOnun evinden ancak onun izniyle çıkmalıEğer onun izniyle çıkarsa güzelliklerini yırtık pırtık bir kıyafet içerisinde gizlemeliÇarşı ve pazarlardan geçmeyi değil, tenha yolları seçmeliYabancı bir kimseye sesini duyurmaktan sakınmalı veya yabancı bir kimseye kendisini tanıtmaktan sakınmalıİhtiyaçlarını temin etmek için kocasının dostuna kendisini tanıtmamalıKendisini tanıdığını veya kendisinin tanıdığını zannettiği bir kimseye kendisini tanıtmayacak bir şekilde davranmalıDurumunu düzeltmeye ve ev işlerini düzene sokmaya çalışmalıNamazına, orucuna yönelmeliKapıya gelen kocasının bir dostu izin istediği zaman, kocası hazır olmadığı takdirde kapıda onlara kim olduklarını dahi sormamalı ve onlarla karşılıklı konuşmaya girişmemeliBütün bunları kendi nefsi ve kocasının şerefi için yapmalıCenabı Hakkın rızık olarak kocası vasıtasıyla kendisine verdiğine kanaat etmeli ve diğer akrabalarının hakkını da takdim etmeliNefsinde çok nazif olmalıHer zaman öyle bir durumda bulunmalı ki, kocası istediği anda onunla yatağa girmeliKocasının çocuklarına şefkat göstermeliOnları örtmeye dikkat etmeliÇocuklarına küfretmek ve kocasına karşılık vermek hususunda dili kısa olmalı'.

Nitekim Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

Ben ve yanakları kırmızı bulunan bir kadın (iki parmağına işaret ederek) cennette bunların ikisi gibiyizO öyle bir kadındır ki, kocasından dul kalmış, küçük kızlarını büyütmek için şehvetinden korunmuşO çocuklar hayırlı bir şekilde büyüyüp minnetsiz oluncaya veya ölünceye kadar bu hâl devam etmiştir185

Allahü teâlâ benden önce cennete girmeyi Âdem oğluna haram kılmıştırAncak ben sağıma baktığımda bir de ne göreyim! Bir kadın benden önce cennet kapısına varmak istiyorSoruyorum: 'Şu kadının durumu nedir ki benden önce cennet kapısına varmak istiyor?' O zaman bana denildi ki: 'Ey Muhammed! Bu güzel bir kadındıYanında yetimleri vardıOnları büyütmek için sabredip kocaya gitmediOnların işleri yoluna girinceye kadar durum böyle devam ettiBu bakımdan Allahü teâlâ bu kadın kuluna bu hareketinden ötürü teşekkür etti186

Kadının yerine getirmekle mükellef olduğu edeplerden biri de güzelliğiyle kocasına karşı böbürlenmemek, kocasının çirkinliğinden ötürü de onunla alay etmemektir.

el-Esmâî şöyle anlatır: Ben bir ara çöle bedeviler arasına gittimÇok güzel bir kadını çok çirkin bir kocanın nikâhı altında görünce dedim ki:

- Ey kadın! Sen kendin için razı mısın ki, böyle çirkin bir kocanın nikâhı altında bulunuyorsun?

- Ey kişi sus! Bu sözünle kötülük yaptınBelki de kocam Allah çin bir iyilik yapmıştırAllahü teâlâ beni onun sevabı olarak kendisine vermiştir veya ben bir kötülük yapmışım, Allahü teâlâ bu çirkin kocayı bana bir ceza olarak vermiştirAcaba ben Allah'ın bana razı olduğuna razı olmayayım mı?

Esmâî diyor ki; 'Kadın bu şekilde beni susturdu'.

Yine Esmâî şöyle demiştir: "Çölde (bedeviler arasında) bir kadın gördümSırtında kırmızı, allıpullu bir entari, eli kmalı ve aynı zamanda elinde bir tesbih vardıBen 'Şu tesbihin, bu süslerden ne kadar uzaktır?" dedimKadın dedi ki: 'Benim Allah için bir tarafım vardırOnu zâyi etmemOynaşmak ve tembellik için de diğer bir tarafım vardır'Kadının bu sözünden anladım ki, bu kadın sâliha ve evli bir kadındırSüslerini kocasına karşı olan vazifesi olarak takmıyor".

Kadının edeplerinden biri de, kocası bulunmadığı zaman salâhtan ayrılmamaktırKocası bulunduğu zaman da oynaşmak, gülüşmek ve lezzetin bütün sebeplerine başvurmaktan ayrılmamalıHiçbir durumda kocasına eziyet vermek kadına uygun düşen bir hareket değildir.

Muaz b. Cebel'den rivâyet ediliyor ki, Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur: 'Dünyada herhangi bir kadın kocasına eziyet verdiğinde, o koca için cennette bulunan hurisi şöyle çağrıda bulunur: 'Ey kadın! Allah seni kahretsinOna eziyet vermeO, senin yanında misafirdirYakında senden ayrılıp bize gelecektir'187

Kadının üzerinde evlenme hakkı olarak vacib olan şeylerden biri de kocası öldüğü zaman, dört ay on günden fazla matemli kalmamak, kokudan ve süsten bu müddet zarfında kaçınmaktır.

Ebû Seleme'nin kızı Zeyneb şöyle diyor: Rasûlüllah'ın zevcesi Ümmü Habibe'nin babası Ebû Süfyân bHarb öldüğü zaman, onun yanına gittimÜmmü Habibe, içinde kına veya başka maddeler bulunan bir kokuyu istediOnu önce bir kızın başına sürdü. Sonra onunla yanaklarını ovaladıDaha sonra şöyle dedi: Vallahi benim koku sürünmeye ihtiyacım yok.

Ne var ki Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştu: 'Allah'a ve âhirete îman eden bir kadın için herhangi bir ölünün matemini üç günden fazla tutmak helâl değildirAncak, kocasının matemi hariç'188

Kadın, iddeti tamam oluncaya kadar kocasının evinden nikâhlıymış gibi çıkmamalıdırNe ailesini ziyaret etmeli ve ne de zaruret olmaksızın herhangi bir yere çıkmalıdırKadına düşen edeplerden biri de, ev içinde gücünün yettiği her hizmeti yapmaktır.

Hazret-i Ebû Bekir'in kızı Esmâ şöyle anlatır:

Zübeyr ile evlendimZübeyr'in yeryüzünde ne malı ne kölesi, atından ve sucu devesinden başka ne de herhangi bir şeyi vardıBen onun atının yemini veriyordumOnu atı beslemekten kurtarmıştım ve atın seyisliğini yapıyordumDevesine hurma çekirdeğini döver yedirirdimSuyu çekiyor, su kabını delindiği zaman dikiyor ve hamurunu yoğuruyordumBaşımın üzerinde bir fersahın üçte ikisi kadar uzakta bulunan yerden hurma çekirdeklerini devesine taşıyordumBabam (Hazret-i Ebû Bekir) bana bir cariye gönderip o cariye Zübeyr'in atına bakıncaya kadar bu vazifelere devam ettimBabam o cariyeyi göndermek suretiyle sanki beni âzâd etmiştiBir gün ashâbıyla beraber gelen Rasûlüllah'a rastladımBenim başımın üzerinde hurma çekirdeğinin sepeti vardıHazret-i Peygamber beni görünce devesine 'Çök, çök!' dediGayesi, deveyi çöktürüp beni terkisine almaktıBen erkekle beraber gitmekten utandımKocam Zübeyr'i ve onun kıskançlığını hatırladım; zira Zübeyr insanların en kıskancıydıHazret-i Peygamber de benim bu durumumu farkedip anladı. (Beni bırakıp yoluna devam etti) Böylece Zübeyr'e geldim ve başımdan geçenleri ona hikâye ettimBunun üzerine Zübeyr şöyle dedi: 'Vallahi senin başında taşıdığın çekirdekler, Rasûlüllah'ın terkisine binmeden bana daha ağır geldi'189

Nikâh âdâbına ilişkin bu bölüm Allah'ın izniyle burada sona ermiş bulunuyorAllah her seçkin kulunun üzerine rahmet deryalarını coştursun! Âmin.

165) Sünen sahipleri,İbn Hıbbân,Tirmizî;sahih ve hasen olduğunu söylemiştir.

166) Kut'ul Kulûb'da 'Eğer çenesi düşük, cehaleti büyük, eziyeti fazla ise boşaması ikisinin de dinine daha yararlıdır. Dünya ve âhirette ikisinin kalbine de rahatlık verir' denilmiştir.

167) Ebû Dâvud, Tirmizî, İbn Mâce, İbn Hıbbân

168) Nesâî, (Ebû Hüreyre'den) ; Tâberânî, (Ukbe b. Amir'den zayıf bir senedle)

169) Müslim ve Buhârî, (İbn Ömer'den)

170) Müslim, (Ebû Said'den)

171) Tirmizî ve İbn Mâce

172) Taberânî, Evsat, (zayıf bir senedle)

173) İbn Hıbbân, (Ebû Hüreyre'den)

174) İbn Mace ve Hâkim, (Ebû Umame'den)

175) Müslim ve Buhârî, (İbn-i Abbâs'tan)

176) İmâm-ı Ahmed(Ebû Umame'den zayıf bir senedle)

177) Hâkim, (Ebû Hüreyre'den sahih bir senedle)

178) Beyhakî, (İbn Ömer'den)

179) Tirmizî ve İbn Hıbbân, (Ebû Hüreyre'den) ; Ebû Dâvud(Kays'tan) ; İbn Mâce, (Hazret-i Aişe'den)

180) İbn Hıbbân, (İbn Mes'ûd'dan) ; Ebû Dâvud ve Beyhakî, (Hazret-i Aişe'den)

181) Tirmizî, hasen ve sahih olduğunu söylemiştir. İbn Hıbbân, (İbn Mes'ûd'dan)

182) Hâfız Ebû Bekir Muhammed b. Ömer, Târih-i Talib, (Hazret-i Ali'den zayıf bir senedle)

183) İsmail'in kızı Rabia Şamlıdır. Kendisi Sûfîlerden zâhide bir kadındır. İmâm-ı Ahmed, bazı meselelerde bu kadına müracaat ederdi. Bu kadın Ebû Süleyman ed-Dârânî'nin terbiyesinde yetişmiş bir dervişe idi.

184) Ebû Davud et-Tayalâsî ve Beyhakî, (İbn Ömer'den)

185) Ebû Dâvud(Ebû Mâlik'ten zayıf bir senedle)

186) Harâitî, (Ebû Hüreyre'den zayıf bir senedle)

187) Tirmizi ve İbn Mâce

188) Müslim ve Buhârî

189) Müslim ve Buhârî