12 - NİKÂH ÂDÂBI |
Giriş
Hamd Allah'a mahsustur. O Allah ki, vehimlerin okları onun beşer tâkatinin dışında bulunan sanatında isabet edecek hedef bulamaz. O Allah ki, akıllar ancak O'nun sanatından şaşkına dönerler. O Allah ki, O'nun birçok nimetleri kesintisiz olarak âlemler üzerine oluk gibi akmaktadır. İsteseler de istemeseler de o nimetler onların üzerine aralıksız akmaktadır. Sudan insan yaratmak, aralarında neseb bağıyla yakınlık kurmak, Allah'ın en garip lütuflarındandır, O Allah ki, şehvet denilen bir kuvvet vasıtasıyla insanı tohum ekmeye mecbur etmiştir. O tohumla onların neslini irâdelerin dışında olduğu halde cebren ve kahren devam ettirmiştir. Daha sonra nesep bağının önemini büyüterek ona bir kıymet vermiştir. Nesep sebebiyle zinayı haram kılmıştır. İnsanları zinadan uzaklaştırmak için o fiilin çok kötü bir fiil olduğunu ilân etmiştir. Zinayı büyük bir suç ve acı bir hâdise olarak nitelendirmiştir. İnsanları, bazen emrederek, bazen de teşvik ederek nikaha yöneltmiştir. Ölümü kullarına takdir ederek onunla onları kasıp kavuran Allahü teâlâ her türlü eksiklik ve ortaklıktan uzaktır. Bu takdirden sonra, meni tohumlarını ana rahmine ekip serperek, ondan bir varlık yaratarak, istemedikleri halde cebren ölüm tırpanına düçar kılmıştır. Bütün bunlar, mukadderat denizlerinin âlemler üzerinde fayda, zarar, hayır şer, çekingenlik, kolaylık, toplama ve yayma açısından ne kadar coşkun olduğuna dair birer uyarı ve ikazdır.
Salât ve selâm; uyarma ve müjdeleme hasletleriyle donatılarak gönderilen Hazret-i Muhammed'in (sallâllahü aleyhi ve sellem) , onun âli'nin ve ashâbının üzerine olsun. Hadsiz hesabsız salât onların üzerine olsun. Yâ rabbî! Onları istenilmeyen hâdiselerden de emin kıl.
Bütün bunlardan sonra bilinsin ki nikâh dine yardım edici, şeytanları zelil düşürücü ve Allah düşmanının önüne gerilmiş, geçilmez ve aşılmaz bir kaledir. Yine nikâh, peygamberlerin efendisi Hazret-i Muhammed'in (sallâllahü aleyhi ve sellem) diğer peygamberlere karşı iftihar edeceği ümmetin çoğalmasına biricik sebep ve vesiledir.
Bu bakımdan nikâh, sebepleri araştırmaya, sünnet ve edepleri korumaya, maksat ve ihtiyaçları açıklamaya bölüm ve konuları tertip etmeye en fazla yakışan bir konudur.
Evlenme ahkâmından bilinmesi gereken şeyler üç bölümde açıklanabilir:
Birinci Bölüm: Nikâha teşvik ve nikâhtan sakındırma
İkinci Bölüm: Nikâhta ve nikâh yapanlar arasında gözetilmesi gereken âdâb
Üçüncü Bölüm: Nikâhtan, boşanmaya kadar riayet edilmesi gereken âdâb
12-1
Nikâha Teşvik ve Nikâhtan Sakındırma
Âlimler, nikâhın fazileti hakkında çeşitli görüşlere sâhiptir. Kimi, nikâhın Allah'a ibadet etmek için bir köşeye çekilmekten daha üstün olduğunu savunmaktadır. Bazıları da nikâhın faziletini itiraf etmekle beraber: 'Eğer şehvet ve nikâha karşı duyduğu iştiyak, halini teşviş edecek derecede değilse, ibadet için bir köşeye çekilmek evlenmekten daha üstündür' demişlerdir.
Başkaları da bu zamanda nikâhı terketmenin daha efdâl olduğunu, fakat kazançların gayr-ı meşrû olmadığı ve kadınların ahlâkları bozulmadığı zamanlarda nikâhın faziletli bir iş olduğunu söylemişlerdir. Nikâhın hakikati, ancak hakkında vârid olan teşvik edici ve kaçındırıcı hadîsleri önce söylemek, ondan sonra da faydalarını ve tehlikelerini teker teker ele alıp izah etmekle anlaşılır. Böylece herhangi bir müslümanın hakkında nikâh mı daha hayırlıdır, nikâhı terketmek mi, onun tehlikelerinden kurtulur mu, yoksa kurtulmaz mı, bütün bunlar da bilinir.
Nikâhı Teşvik
Âyet-i Kerîmeler
İçinizden bekârları, köle ve cariyelerinizden iyileri evlendirin. (Nûr/32)
Bu emri yerine getirmek müslümanlara farzdır. Kocalarıyla bir daha evlenmelerine mâni olmayın. (Bakara/232)
Bu ayet-i celîle, bir talâkla kocasından ayrılan ve bir kere daha hayatlarını birleştirmek isteyen ve yakınları tarafından engellenen bir hanımın durumunu ele alıp bu engellemeyi yasaklıyor.
Allahü teâlâ peygamberlerin medh u senâsını şöyle yapmaktadır:
Yemin olsun biz senden önce rasûller gönderdik, onlara zevceler ve çocuklar verdik. . . (Ra'd/38)
Allahü teâlâ bu durumlarını onlara bir minnet olarak ve onların faziletli yanları olarak zikretmektedir.
Duâlarında bu durumun olmasını kendinden isteyen veli kullarını da medh u senâ ederek şöyle buyurur
Rabbimiz! Bize gözler sevinci (gönüller açan) eşler ve çocuklar ihsan et, (Furkan/74)
Deniliyor ki; Allahü teâlâ Kur'ân'da ancak evli bulunan (Hazret-i İsâ hariç) peygamberlerini zikretmiştir. Hatta 'Yahyâ (aleyhisselâm) da evlenmiş, fakat cinsî münasebette bulunmamıştır'.
'Cinsî münâsebette bulunmadığına göre niçin evlendi?' suâline şu cevap verilmiştir. 'Evlenmenin faziletine erişmek ve sünneti yerine getirmek için evlendi'. Başkaları da 'Gözünü haramdan korumak için evlendi' demişlerdir.
Hazret-i İsâ (aleyhisselâm) ise âhir zamanda yere indiği zaman, evlenecek ve çocuğu olacaktır.
Hadîsler
Evlenmek benim sünnetimdir. Sünnetimden yüzçeviren benden yüzçevirmiştir.
Nikâh benim sünnetimdir. Bu bakımdan benim ahlâkımı seven, benim sünnetimi sünnet edinsin!1
Evleniniz, çoğalınız. Çünkü ben kıyâmet gününde sizin çokluğunuzla diğer ümmetlere karşı iftihar ederim. Hatta düşük çocuklarla bile. . . 2
Benim sünnetimden uzaklaşan benden değildir. Muhakkak ki nikâh benim sünnetimdir. Öyleyse beni seven benim sünnetime uysun. 3
Fakirlik korkusundan evlenmeyi terkeden bizden değildir. 4
Kudret sahibi olan bir kimse evlensin.
Sizden kim nafaka vermeye (veya cima'a) muktedir ise evlensin. Çünkü evlenmek, gözü haramdan daha iyi korur. Ferci daha (emin bir şekilde) korur. Gücü nafaka vermeye yetmeyen bir kimse ise, oruç tutsun. Çünkü oruç şehveti kırar. 5
Bu hadîsi şerif işaret eder ki! Nikâhın tergib ve teşvik sebebi, göz ve fercde meydana gelmesinden korkulan fesatlıktır.
Vica, erkeğin yumurtalarının çekilmesinden ibarettir. Bu çekilmeden sonra erkekliği kaybolur. Hadîste, oruç sebebiyle ortaya çıkan cinsî zafiyet için kullanılmıştır.
Size dininden ve namusundan emin olduğunuz birisi geldiği zaman, emrinizde bulunan kızı (veya kadını) onunla evlendiriniz. Bunu yapmadığınız takdirde yeryüzünde fitne çıkar ve büyük bir fesad olur. 6
Bu hadîste nikâhın teşvik edilmesinin sebebi, fesad çıkma korkusudur.
Sadece Allah rızası için evlenen ve evlendiren, Allah'ın velâyetine (korunmasına) lâyık olur. 7
Evlenen bir kimse, dininin yarısını korumuş olur. Bu bakımdan dininin diğer yarısı için de Allah'tan korksun. 8
Bu hadîs de, nikâhın faziletinin Allah'a muhalefetten koruduğu ve fesadın önünde aşılmaz bir kale olduğu için, fazilet olduğuna işarettir: Şöyle ki, kişinin dinini ifsâd eden çoğu zaman tenasül uzvu ile midesidir. Demek ki insan evlenmek suretiyle bunların birisinden kurtulmuş olur.
Âdem oğlunun bütün amelleri kesilir (sona erer. ) Ancak üç amel bundan hariçtir. Onlardan biri, kendisi için ardından duâ edecek sâlih bir evlat bırakmasıdır. Böyle bir nimet, ancak evlenmekle elde edilir.
Ashâb'ın ve Âlimlerin Sözleri
Hazret-i Ömer (radıyallahü anh) şöyle demiştir: 'Nikâhtan ancak iki şey meneder: a) Âcizlik, b) Fâcirlik'.
Böylece Hazret-i Ömer, borcun olmasının, evlenmeye mâni olamayacağını belirtmiş olmakla beraber, nikâha sadece iki çirkin ahlâkın engel olduğunu da belirtmiştir.
İbn-i Abbâs (radıyallahü anh) şöyle demiştir: 'Abidin ibâdeti, ancak evlendiği zaman tamamlanır'.
İhtimal ki, İbn-i Abbâs, evlenmeyi ibadetten saymış ve onun tamamlayıcısı kabul etmiştir. Fakat hükmünün zahirine bakıldığında şunları murad ettiği anlaşılır: Şehvet gâlip geldiğinde âbidin kalbi ancak evlenmekle selâmet bulur. İbâdet de ancak kalbin vesveselerden uzak olmasıyla mükemmelleşir. İşte bu sırra binaendir ki İbn-i Abbâs, İkrime, Küreyb ve başkaları hizmetkârlarını veya çocuklarını bülûğ çağına vardıkları zaman toplar, onlara 'Eğer evlenmek istiyorsanız sizi evlendireyim. Çünkü kul zina ettiği zaman onun kalbinden îman çıkıp gider!' derlerdi.
İbn Mes'ûd (radıyallahü anh) şöyle derdi: 'Eğer ömrümden sadece on gün kalsa yine de evlenmek isterim ki Allah'ın huzuruna bekâr gitmiş olmayayım'.
Muaz b. Cebel'in vebâ hastalığından iki hanımı öldü. Kendisi de aynı hastalığı çekmekte olduğu halde 'Beni evlendiriniz; çünkü Allah'ın huzuruna bekâr olarak çıkmak istemiyorum' dedi.
İbn Mes'ûd ile Muaz'ın hareketleri şuna işaret eder ki, onlar şehvetten korunmak için değil, başka fazilet gördükleri için, evlenmeye bu kadar itibar etmişlerdir.
Hazret-i Ömer (radıyallahü anh) çok evlenirdi ve derdi ki: 'Ben ancak çocuk yapmak için evlenirim'. Ashâb-ı kirâmdan biri, herşeyden yüz çevirerek sadece Hazret-i Peygamber'e hizmet etmek ve geceleyin âniden çıkacak ihtiyaçlarını gidermek için koşmakta idi. Hazret-i Peygamber ona 'Neden evlenmiyorsun?' diye sordu. O 'Ey Allah'ın Rasûlü! Ben fakirim ve hiçbir şeyim yok. Bir de evlendiğim takdirde senin hizmetinden ayrılmış olacağım' dedi. Bu cevap üzerine Hazret-i Peygamber sükût etti. İkinci bir kere aynı suâli soran Rasûlüllah'a o sahâbî aynı cevabı verdi. Fakat buna rağmen düşündü, kendi kendine şu hükme vardı: 'Yemin ederim ki, Allah'ın Rasûlü din ve dünyamı ıslâh edeni benden daha iyi bilir. Hangi şeyin beni Allah'a daha çok yaklaştıracağını benden çok daha iyi bilir. . . Onun için bir kere daha sorarsa sözünü tutup derhal evleneceğim'. Hazret-i Peygamber üçüncü kere aynı suâli sorunca şu cevabı verdiğini söyler: 'Ey Allah'ın Rasûlü! O hâlde beni evlendir!' Bunun üzerine Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle demiştir: 'Filân kabileye git ve de ki: 'Rasûlüllah bana kızınızı vermenizi emretti'. Yine dedim ki: 'Ey Allah'ın Rasûlü! Benim hiçbir şeyim yok'. Hazret-i Peygamber şöyle dedi:
Kardeşinize bir nevat (çekirdek) ağırlığı altın toplayınız.
Bu emir üzerine ashâb emredilen altını topladılar. Onu adı geçen kabileye götürdüler. Onlar da emre uyarak kızlarını onunla evlendirdiler. Hazret-i Peygamber ona velime yemeği vermesini söyledi. Bunun üzerine ashâb (radıyallahü anh) hemen aralarında velime yemeği için ona bir koyun alacak parayı toplayıp, bir koyun aldılar ve bu hâdise böylece neticelendi. 9
Hazret-i Peygamber'in tekrar tekrar sorduğu 'Evlendin mi' suali işaret eder ki: Nikâhın bizâtihi kendisinde büyük bir fazilet vardır. İhtimal ki, Hazret-i Peygamber onun nikâha olan ihtiyacını hissederek bu kadar üzerine düşmüştür.
Hikâye olunur ki; geçmiş ümmetlerde bir âbid; zamanının bütününü ibadetle geçirirdi. . İbadette zamanının bütün insanlarından daha önde idi. Onun durumu ve güzel ameli zamanının peygamberine anlatıldı. O peygamber (aleyhisselâm) şöyle dedi:
Eğer sünnetten bir şeyi terketmeseydi ne iyi insan olurdu.
Âbid, peygamberin sözünü duyduğunda pek üzüldü ve terkettiği sünnetin ne olduğunu merak etti. Merakını gidermek için gidip peygamberden sordu. Bunun üzerine o peygamber (aleyhisselâm) şöyle dedi:
- Sen evlenmeyi terketmişsin.
- Ben evlenmeyi haram sayarak terketmiş değilim ki! Fakir olduğum için evlenemiyorum. Nafakamı da ancak halktan temin etmekteyim.
- Ben sana kızımı vereceğim Sonra da kızını onunla evlendirdi.
Bişr b. Hars şöyle demiştir: Ahmed b. Hanbel üç haslette benden üstündür:
1. Kendisinin ve aile efradının rızkını çalışarak temin eder. Ben ise sadece kendim için çalışırım.
2. O nikâhda çok geniş hareket eder, ben ise daima dar hareket etmişimdir.
3. O kendisini bütün ümmete İmâm olarak göstermiştir.
Denildi ki: İmâm-ı Ahmed b. Hanbel, oğlu Abdullah'ın annesinin vefatının ikinci günü evlendi ve 'Bekâr olarak gecelemeyi kerih görürüm' dedi.
Bişr b. Hars'a gelince, ona 'Halk evlenmediğin için aleyhinde konuşup dedikodu yapmaktadır. Bişr sünneti terketmiştir' diyorlar denildiği zaman, cevaben demiştir ki: 'Onlara söyleyiniz ki, 'Bişr farzları yapmaktan ötürü sünneti yapmaya fırsat bulamamaktadır'.
Bişr başka bir gün de yine aynı konuda tenkide uğrayınca şöyle cevap verdi: 'Beni evlenmekten şu ayet menetmektedir:
Erkeklerin kadınlar üzerinde bulunan hakları gibi, kadınların da erkekler üzerinde hakları vardır. (Bakara/228)
Bişr'in bu sözü Ahmed b. Hanbel'e nakledildiği zaman şöyle dedi; 'Bişr gibisi nerede? O mızrak başı gibi keskin bir çizgi üzerindedir'.
Bişr'in bu büyüklüğüne rağmen rivâyet ediliyor ki; ölümünden sonra rüyada görülüp kendisine şöyle soruldu: 'Allah senin hakkında ne gibi muamele yaptı?' Bişr 'Cennette derecelerim yükseldikçe yükseldi. Hatta bana peygamberlerin makamları dahi gösterildi. O makamlara yakın olan makamlara bile sahip oldum. Fakat yine de evlilerin derecesine varamadım'10 dedi.
Başka bir rivâyette Bişr'in şöyle söylediği zikredilmektedir: Allahü teâlâ bana şunları söyledi: 'Bana bekâr olarak kavuşmanı istemezdim'. Râvi der ki; Bişr'e sorduk:
- Âbidlerden olan Ebû Nasr el-Hilâlî ne yaptı?
- O yetmiş derece üstüme çıktı.
- Ne ile? Oysa seni ondan daha da üstün bilirdik. .
- Ailesinin nafakası ve maişetini temin etmek hususundaki sabretmesiyle. . .
Süfyân b. Uyeyne şöyle demiştir: 'Çok kadın edinmek, dünyadan sayılmaz. Çünkü Ali b. Ebî Tâlib ashâb-ı kirâmın en zâhid kişisi olduğu hâlde, dört hanımı, onyedi câriyesi vardı'.
Demek ki nikâh, tâ eskiden gelen bir sünnet ve peygamberlerin ahlâkından bir ahlâktır. Bir adam İbrahim b. Edhem'e şöyle dedi:
- Ne mutlu sana, bekârlığı tercih ederek kendini ibâdete vermiş bulunuyorsun.
- Senin ailen için çektiğin sıkıntı, benim içinde bulunduğum bütün ibadetlerden daha üstündür.
- O hâlde seni evlenmekten alıkoyan şey ne?
- Benim kadına ihtiyacım yoktur. Onun için bir kadını aldatmak istemem.
Denilmiştir ki; 'Evlinin bekârdan üstünlüğü, Mücâhidin tembelden üstünlüğü gibidir. Evlinin bir rek'at namazı, bekârın yetmiş rek'atmdan daha üstündür'.
1) Ebû Ya'lâ, (İbn-i Abbâs'tan)
2) İbn Merduveyh
3) Müs'im ve Buhârî
4) Deylemî
5) Müslim ve Buhârî
6) Tirmizî
7) Ahmed b. Hanbel
8) İbn Cevzî
9) İmâm-ı Ahmed (Rebia'dan hasen bir senedle)
10) Burada evlilere mahsus bir makam kasdedilmektedir. Yoksa 'evlilerin makamı peygamberlerin makamından daha üstün veya ona daha yakın bir makamdır, diğer makamlardan daha yücedir' gibi bir mânâ anlaşılmamalıdır.
Nikâhtan Sakındırmak
Hadîsler
Hazret-i Peygamber şöyle demiştir:
Hicretin ikiyüz senesinden sonra insanların en hayırlısı, yükü az olan kimsedir. O kimse ki, ne karısı ve ne de çocuğu vardır. . . 11
İnsanlar üzerine bir zaman gelecektir ki, o zamanda kişinin helâk olması hanımının, ana babasının ve çocuklarının eliyle olacaktır. Onlar onu fakirlikten ötürü ayıplayacaklar ve ona gücünün yetmediği şeyleri yükleyecekler. İşte bütün bunlardan dolayı o kişi dininin elden gitmesine sebep olacak yerlere girecektir ve böylece helâk olacaktır. . . 12
Aile efradının azlığı, iki zenginlikten biridir. Çokluğu da iki fakirlikten biridir.
Ebû Süleyman Dârânî'den nikâh hakkında sual sorulduğu zaman şöyle cevap verdi: 'Onlarsız (evlenmeksizin) sabretmek, onlarla evlenip sabretmekten daha hayırlıdır. Onlarla evlenip sabretmek ise, ateşe sabretmekten daha hayırlıdır'.
Yine Ebû Süleyman Dârânî şöyle demiştir: 'Bekâr bulunan bir kimsenin amelden aldığı tad ve elde ettiği huzur hiçbir zaman evli bir kimseye nasip olmaz'.
Bir keresinde de şöyle demiştir: 'Arkadaşlarımızdan hiç birini görmedim ki, evlendikten sonra eski mertebesinde kalsın'.
Yine şöyle demiştir: 'Üç şey vardır ki, onları isteyen kimse dünyaya dalmış ve meyletmiş sayılır: a) Maişet isteyen ve arayan, b) Kadınla evlenen, c) Hadîs yazan'.
Hasan-ı Basrî şöyle demiştir: Allahü teâlâ bir kuluna hayrı irâde ettiğinde onu ne çoluk çocuk ile ne de mal ve servet ile meşgul eder'.
İbn Ebî Havâri şöyle demiştir: 'Bir cemâat, Hasan-ı Basrî'nin naklettiği bu hadîs hakkında münâkaşa ettiler. Sonra şöyle ittifak ettiler: 'Bunun mânâsı çocuk ve servetin olmaması değil, bunların oldukları hâlde de onun kalbini meşgul etmemeleridir'.
Aynı zamanda Hasan'ın naklettiği bu hadîs Ebû Süleyman ed-Dârânî'nin şu sözüne de işaret eder: 'Seni Allah'tan meşgul eden mal ve evlat senin için belâdır'.
Hiç kimse mutlak mânâda evlenmekten menedilmiş değildir. Evlenmekten sakındıran bir hüküm nakledildiği zaman mutlaka onunla birlikte bir şart zikredilir. Nikâhı teşvik eden hükümlere gelince; onlar bazen şartsız ve mutlak olarak gelmiştir. Bazen de şartlı olarak gelmiştir. Bu bakımdan, biz nikâhın âfetlerini ve faydalarını sayıp dökmek suretiyle bu konunun üzerinden perdeyi kaldırmaya çalışacağız!
11) Ebû Yâ'lâ
12) Hattabî
12-2
Nikâhın Faydaları
Nikâhta beş fayda vardır:
1. Evlat yetiştirmek.
2. Şehvetin kırılması.
3. Evin idare edilmesi.
4. Akraba ve yakınların çoğalması.
5. Kadınların hakkına ve hukukuna riayet etmek suretiyle nefse karşı mücahede etmek.
I. Fayda
Birinci fayda; evlattır. Evlat nikâhın temel taşıdır. Nikâh müessesesi onun için kurulmuştur. Nikâhtan gaye; neslin devam etmesidir, Dünyanın insan denilen varlıktan mahrum kalmamasıdır. Şehvet ise, insanları nikâha sürükleyici ve teşvik edici olarak yaratılmıştır. Tıpkı boğadan tohumunu çıkarmakla, dişiyi de tohum ekmeye hazırlamakla görevlendirilen bir kimse gibi. . . Bu şekil yaratılmak, erkek ve dişi için Allah'ın bir lûtf-u ilâhîsidir. Bu lûtuf onları cinsî birleşme sayesinde evlat elde etmeye sevkeden Kuşu tuzağa sevketmek için, canının çektiği taneleri tuzağa serperek elde edilen lûtuf gibi. . .
İlâhî kudret, çiftleşme olmaksızın ve tohum serpmeksizin insanı yoktan var etmeye yeter. Fakat Allah'ın hikmeti sebeplerin sebeplere dayanmasını istedi. Esasında ilâhî hikmet hiç de böyle yapmaya mecbur değildi. O halde böyle yapmasının sebebi nedir?
Böyle yapmanın illeti; kudretin izharı ve gösterilmesi, sanatının garip yanlarının tamamlanması, daha önce istenilen ve yazılanın meydana gelmesidir.
Evlat edinmekte dört şekilde Allah'a yakınlaşmak vardır. İnsanoğlu şehvetten doğacak felâketlerden emin bulunduğu zaman, sadece o yönden Allah'a varmak için evlenir. O kadar ki, seleften hiç kimse bekâr olarak Allah'ın huzuruna varmayı istemezdi.
O vecihler şunlardır:
1. İnsan neslinin devam etmesi için çalışıp evlat edinmekle Allah'ın sevgisine lâyık olmak.
2. Rasûlüllah'ın diğer ümmetler karşısında iftihar edeceği çoklukla onun muhabet ve sevgisini kazanmak.
3. Öldükten sonra sâlih evladın duâsından istifade etmeyi düşünmek.
4. Kendisinden önce öldüğü takdirde küçük çocuğunun şefaatini talep etmek.
I. Vecih
Bu vecihlerin birincisi, en incesi ve halkın anlayışından en uzak olanıdır. İlâhî sanatın hârikalarını idrâk eden ve hikmetinin akışını anlayan basiret sahiblerince birinci yön o vecihlerin en kuvvetlisidir. Şöyle ki; efendi kölesine tohumu ve çiftçilik âletlerini verdiği ve kendisine sürülecek araziyi teslim ettiği zaman, köle ekmeye muktedir ve kendisini ekmeye zorlayıcı vekil (şehvet) de varsa, bütün bunlara rağmen tembellik yapıp çiftçilik âletlerini kullanmayıp tohumu zâyi ettiği ve kendisini gözeten vekili (şehveti) de bir hileyle defedip kandırdığı takdirde efendisinin buğz ve cezasına muhatap ve müstehak olur. Allahü teâlâ çiftleri yarattı. Tenâsül aletleri ile yumurtaları da yarattı. Bel kemiklerinde meniyi yaratıp o meni için yumurtalıklar, damarlar ve akış yollarını da hazırlamıştır. Ana rahmini istikrar sağlayıcı merkez olarak meni için yaratmıştır. Şehvet isteğini erkek ve dişiye de vermiştir.
İşte bütün bu fiiller ve âletler, yaratıcının maksadını keskin bir dille ortaya koymaktadır. Akıllıların kulaklarının zarını patlatırcasına varlıklarının sebebini haykırmaktadır.
Eğer Allahü teâlâ, Rasûlü'nün lisanıyla insanların yaratılışından maksat ve muradını açıkça belirtmeseydi bile durum bu merkezde olurdu. Kaldı ki bu emri açıkça, peygamberinin diliyle belirterek bu sırrı açığa vurmuştur: Evleniniz, üreyiniz.
O halde evlenmekten (gücü yettiği hâlde) kaçan bir kimse, tarlayı sürmekten yüz çevirmiş, tohumunu zâyi etmiş, Allah'ın yarattığı ve çalışır hâle soktuğu âletleri muattal bırakmış, yaratılışın gayesine, yaratmak delillerinden anlaşılan, insanın azalarında harf ve seslerle değil ilâhî bir hatla yazılan ezelî hikmetin inceliklerini idrâk etmekte nâfiz ve ilâhî basirete sâhip olan herkes tarafından okunan hikmetinin kökünü kazımaya kasdetmiş olur.
İlâhî nizamın, çocukları öldürmeyi ve kızları diri diri gömmeyi büyük bir cinayet sayması da bu sır ve hikmete dayanmaktadır.
Çünkü bunları yapmak varlığının tamamlanmasına mâni olmak demektir.
Azil diri diri gömmenin bir çeşididir' diyen bir kimse bu tehlikeli duruma işaret etmiştir, Bu bakımdan evlenen bir kimse Allahü teâlâ'nın tamamlanmasını istediği bir şeyin tamamlanması için gayret göstermiştir. Evlenmekten kaçan ise, Allahü teâlâ'nın zayi edilmesini istemediği bir şeyi zayi ve ifsad etmiş olur.
Allahü teâlâ, nefislerin devamını istediği içindir ki (yoksullara) yedirmeyi emir buyurmuş, insanları o yöne teşvik etmiş ve o yolda sarfedileni karz (borç) diye tâbir etmiştir.
Kimdir o adam ki, Allah'a güzel bir borç versin. (Bakara/245)
Soru: Senin 'Neslin ve nefsin devamlılığı güzeldir' sözün, insana nesillerin fâni olmasının Allah'ın nezdinde mekruh ve istenilmeyen birşey olduğu hissini veriyor. Bu his ise, Allah'ın iradesine nisbetle ölüm ve yaşayış arasında bir farkın olduğunu bildirir. Oysa, herkesin malûmudur ki, bütün bunlar Allah'ın meşîet ve isteği iledir. Allah da âlemlerden müstağnidir. Bu bakımdan, Allah tarafından onların ölüm ve yaşayışları arasındaki fark nereden gelir veya varlıkları yokluklarından nasıl ayırdedilir?
Cevap: Bu söz haktır. Fakat kendisinden bâtıl kastolunmuştur. Çünkü bizim söylediğimiz, bütün kâinatın ister hayır, ister şer, ister fayda ve isterse zarar olsun, Allah'ın irâdesine izafe ve nisbet edilmesine zıt ve münâfi düşmemektedir. Ancak muhabbet ve istememek kendi mihverlerinde birbirine ters düşmekte, fakat ikisi de ilâhi irâdeye zıd düşmemektedir. Zira nice şey vardır ki irâde olunur. Fakat Allah'ın hoşuna gitmez. Meselâ; Günahlar mekruhtur. Bununla beraber Allah'ın muradıdır ve hem de O'nu razı ederler.
Küfür ve şirke (veya şerre) gelince biz onların Allah için makbul ve güzel olduklarını söyleyemeyiz. Fakat o da Allah'ın muradıdır. Nitekim Allahü teâlâ şöyle buyurur:
Kulları için küfre râzı değildir. (Zümer/4)
Durum bu olduğu halde, nasıl olur da fani olmak, Allah'ın sevgi ve nefretine nisbeten beka gibi olsun.
Oysa Allahü teâlâ bir hadîs-i kudsîde şöyle buyurur:
Müslüman kulumun ruhunu kabzetmek hususunda tereddüt ettiğim kadar, hiçbir şeyde tereddüt etmiş değilim. Kulum ölümden hoşlanmaz. Ben de onun kötülük yapmasından hoşlanmam. Oysa onun ölmesi de gerekir. 13
'Oysa onun ölmesi de gerekir' cümlesi, şu ayette belirtilen kader ve irâdeye işarettir:
Biz aranızda ölümü takdir ettik. (Vâkıa/60)
O Allah ki ölümü ve hayatı yarattı. (Mülk/2)
Allahü teâlâ'nın Vakıa sûresinin 60. ayeti ile, yukarıda geçen hadîsin 'Ben de onun kötülük yapmasından hoşlanmam' cümlesi arasında herhangi bir zıtlık yoktur. Ancak bu konudaki hakikatin açıklanması, irade, sevgi ve nefretin mânâlarını tedkik ve hakikatlerini beyan etmeye bağlıdır. Çünkü bunlardan zihinlere gelen mânâlar halkın irâde, sevgi ve nefretine uygun şeylerdir. Fakat heyhat, halkın anladığı mânâlar nerede, bu terimlerin hakîkî mânâları nerede? Bu bakımdan, Allah'ın sıfatları ile halkın sıfatları arasındaki uzaklık, O' nun herşeye gâlib olan zâtı ile mahlukların arasındaki fark kadardır.
İnsanın zâtı cevher ve ârazdır. Allah'ın zâtı ise, hem cevherden ve hem de arazdan münezzehdir. . . Cevher ve âraz olmayan bir zat, cevher ve âraza uygun olmadığı gibi, sıfatları da yaratıklarının sıfatlarına denk değildir.
Bu hakîkatler mükaşefe ilmine dahildir. Mükâşefe ilminin arasında ise, ifşası yasaklanan kader ve sırrı vardır. Öyleyse biz ondan bahsetmeyelim. Daha önceden evlenmekle evlenmemek arasındaki belirttiğimiz fark ile yetinelim. Evet, evlenmemek Hazret-i Adem'den bu âna kadar nesilden nesile Allah tarafından devam ettirilen neslin zâyî edicisidir. O halde nikâhtan çekinen bir kimse, Hazret-i Adem'den kendisine kadar uzanan ve devam eden bir varlığın (neslin) kökünü kesmiş ve zürriyetsiz olarak ölmüştür. Eğer evlenmeye zorlayan sâik sadece şehvetin giderilmesi olsaydı, elbette ki veba hastalığından ölmek üzere olan Muaz b. Cebel 'Allah'ın huzuruna bekâr gitmek istemiyorum, bunun için beni evlendirin' demezdi. Eğer 'Muaz o hâliyle çocuk bekleyemezdi. Buna rağmen niçin evlendi?' diye soracak olursan, derim ki; çocuk, cinsî münasebetten meydana gelir. Cinsî münâsebet ise şehvete kapılmakla olur. Bu ise, insan iradesinin dâhilinde olmayan bir iştir. Kulun tercihine bağlı olan ancak şehveti tahrik eden özelliktir. Bu özelliğin olması, her zaman beklenir bir şeydir. O hâlde, evlenen bir kimse, kendisine düşen vazifesini yapmıştır. Gerisi ise onun elinde değildir. Bu sır ve hikmet içindir ki, (cinsi münasebetten aciz olan) kimseye bile evlenmek müstehabdır. Çünkü şehveti galeyana getiren kudret gizlidir, insan onun mahiyetine vâkıf olamaz.
Kafasında saç bulunmayan bir dazlağın, hac ibâdetini yaparken diğer hacılara uymak ve selef-i sâlihîne benzemek için kafası üzerinde usturayı gezdirmesi müstehab olduğu gibi, kısır bir kimsenin de evlenmesinin bu vecihdeki müstehablığı kalkmış değildir.
Nitekim şu zamanda hac yaparken izdiba ve remel yapmanın müstehab olması gibi. Oysa İslâm'ın başlangıcında yapılan izdiba ve remel'den gaye; seyirci bulunan kâfirlere ashâb-ı kiramın kuvvetini göstermekti. Böylece onlara uyup benzemek daha sonra kıyâmete kadar gelen müslümanlar için de sünnet oldu. Fakat cinsî münasebete muktedir olan bir kimse hakkındaki evlenmenin müstehab olması, iktidarsız olan bir kimse hakkındaki müstehablıktan elbette daha kuvvetlidir.
Kadının muattal kılınması ve kadınlık ihtiyacına ait olan hakkının zâyi olması keraheti (mesuliyeti) ile karşılaşan iktidarsızın evlenmesi; bazen daha da fazla mahzurlu olur. Çünkü tehlikeden uzak değildir. İşte bu, şehvetin gevşemesinden dolayı terkedilen evlenmenin şiddetle reddedilmesine sebep olan birşeydir.
II. Vecih
Rasûlüllah'ın, diğer ümmetlere karşı ümmetinin çokluğu suretiyle rızâsını ve muhabbetini elde etmeye çalışmaktır. Zira Hazret-i Peygamber bu durumu açıkça ifade buyurmuşlardır.
Hazret-i Ömer'in çok evlendiği ve 'Ben ancak çocuk yapmak için evleniyorum' demesi ve kısır kadınları kötüleyen haberlerin rivâyet edilmesi, her yönüyle evlenmenin çocuk için olduğuna işaret eder. Zira Hazret-i Peygamber kısır olan kadın hakkında şöyle demiştir:
Evin bir köşesinde bulunan bir hasır, doğum yapmayan bir kadından daha hayırlıdır. 14
Kadınlarınızın en hayırlısı ve sevimlisi çokça doğuranıdır. 15
Doğuran bir siyah kadın, güzel (fakat doğurmayan) kadından daha hayırlıdır. 16
Bu hadîs-i şerif işaret eder ki, çocuk istemek, nikâhın faziletli olmasında, şehvet felâketinin bertaraf edilmesini istemekten daha tesirlidir. Zira şehveti bertaraf etmek, gözü haramdan korumak bakımından güzel kadın daha câzip olduğu halde övülmemiştir. Oysa Hazret-i Peygamber çirkin de olsa doğuran kadınla evlenmeyi tavsiye etmiştir.
III. Vecih
Kendisinden sonra kendisine duâ edecek sâlih bir evladın kalmasıdır. Nitekim bu durum haberde şöyle vârid olmuştur: 'Âdem oğlu öldüğü zaman, bütün amelleri sona erer, ancak üç tanesi devam eder. . . Onlardan biri de sâlih evlatır'.
Ölüler için yapılan duâlar, nûrdan yapılmış tabaklarda onlara takdim edilir. 17
'Evlat, çoğu zaman sâlih olmuyor' şeklindeki itiraz, nikâhın bu sebebine menfî bir tesir yapamaz. Çünkü ne de olsa o evlat Mü'mindir. Sâlih olmak ise, dindarların çocuklarında umulan bir haslettir. Hele ebeveynleri dinî terbiyesine biraz ihtimam gösterip onu salâha ve takvâya sevketmişlerse. . .
Duâ Mü'mine faydalıdır. İsterse duayı yapan salih bir evlat olsun, isterse fâcir bir evlat. . . Ebeveyni, duâsından ve hasenelerinden faydalanır. Çünkü o evlat onun kazancından sayılır. Günahlarından ise, ebeveyni değil sadece evlat sorumludur. Zira hiç kimse başkasının günahından mesul olamaz. 'Hiçbir kimse başkasının yükünü sırtlayamaz'. Bu sır ve hikmeti belirtmek için Allahü teâlâ şöyle demiştir:
Biz o sâlih kullarımızın zürriyetlerini onlara kattık. Onların amellerinden de onlar için hiçbir şey eksiltmedik. (Tûr/21)
Yani onların amellerinden zerre kadarını bile eksiltmedik. Üstelik onların evlatlarını da onların hasenatına kattık ve böylece onların hasenâtı arttı.
IV. Vecih
Dördüncü vecih ise, kendisinden önce çocuğunun ölüp kendisine şefâatçi olmasıdır.
Kıyâmet gününde (küçük iken ölen) çocuk, ebeveyninin elinden tutup cennete çeker. 18
Benim şu anda senin elbisenden tuttuğum gibi küçükken ölen çocuk da kıyâmet gününde ebeveyninin (veya babasının) elbisesinden tutup (cennete doğru) çeker. 19
Küçük yaşta ölen çocuğa 'cennete gir' denildiği zaman, cennetin kapısında durur ve öfkeli bir sesle şöyle haykırır: 'Ebeveynim benimle birlikte olmadıkça ben cennete girmem'. O esnada şöyle bir ses gelir: 'Onunla birlikte ebeveynini de cennete koyunuz'. 20
Küçük yaşta ölen çocuklar kıyâmet günü mahlûkat hesaba çağrıldığı zaman toplanırlar. Bu esnada meleklere 'Bu çocukları cennete götürünüz' denir. Cennete götürülen çocuklar cennet kapısında dururlar. Onlara Müslümanların çocuklarına merhaba, haydi hesapsız olarak cennete giriniz' denilir, o çocuklar Babalarımız ve annelerimiz nerededir?' diye sorarlar. Cennet bekçileri onlara şöyle derler: 'Sizin babalarınız ve anneleriniz sizin gibi değildiler. Onların günahları vardı. Onlar şimdi o günahlarından ötürü hesaba çekilmektedirler'.
Râvi der ki; çocuklar cennet kapısında bir ağızdan haykırırlar (Ebeveynlerinin kurtulmasını isterler) . Onların halini herkesten daha iyi bilen Allahü teâlâ şöyle buyurur:
- Bu bağrışma nedir?
- Yârab! Müslümanların çocuklarıdır. Diyorlar ki, 'Biz ancak ebeveynimizle birlikte cennete gireriz'.
- (Ey melekler!) Ebeveyinlerinin ellerinden tutarak onları da cennete dahil ediniz. 21
Kimin iki çocuğu ölürse, o bir perde ile ateşten perdelenir. 22
Kimin bülûğa ermeyen üç çocuğu ölürse Allahü teâlâ çocuklara olan rahmeti sebebiyle onu cennete sokar.
Denildi ki: 'Ey Allah'ın Rasûlü! İki çocuğu ölen de bu mükâfata mazhar olur mu?' Hazret-i Peygamber şöyle cevap verdi: 'Evet iki çocuğu ölen de aynı istifadeyi eder'. 23
Hikâye olunur ki;sâlihlerden birisine evlenmek teklifi yapıldığında, bu teklifi reddetti. Bir gün uyanır uyanmaz 'Beni evlendirin. Beni evlendirin. Beni evlendirin' diye haykırdı. Bu durumu müşâhede edenler, neden böyle yaptığını sordular. Dedi ki: 'Umarım ki Allahü teâlâ bana bir evlat ihsân eder sonra da canını alır. O da bana âhirete gönderilen azık olur'. Sonra şöyle devam etti: 'Rüyamda kıyâmetin koptuğunu gördüm. Sanki bir grupla birlikte mahşerde idi. Boynum kopacak derecede susamıştım. Etrafımızdakilerin hepsi de benim gibi susuzluk ve üzüntü içinde kıvranmakta idi. Biz bu durumda iken bir de baktım ki, ellerinde altın testi, gümüş ibrikler ve omuzlarında nûr mendiller bulunan çocuklar topluluk içinde gezmektedirler. Cemaatler arasında geziyor ve seçtikleri bazı kimselere su içiriyorlar. Fakat insanların çoğuna su vermeden geçip gidiyorlar. Onlardan birine elimi uzatıp benim de çok susadığımı ve biraz su içirmesini söyledim. O bana 'Bizim içimizde senin çocuğun yoktur. Biz ancak babalarımıza su içirebiliriz' dedi. Bunun üzerine 'Siz kimsiniz?' diye sordum. Dediler ki: 'Biz müslümanların küçük yaşta ölen çocuklarıyız'.
Şu ayetin mânâlarından biri de Ölen küçük çocukların âhirete gönderilmesidir:
İstediğiniz şekilde tarlanızı sürebilirsiniz. Nefisleriniz için daha önceden iyi ameller gönderiniz. (Bakara/224)
Bu dört vecihle anlaşıldı ki, evlenme faziletinin çoğu çocuk edinmeye vesile oluşundandır.
II. Fayda
Nikâhın ikinci faydası; şeytandan korunmak kadınlara karşı olan isteği kırmak, şehvetten doğan felâketleri önlemek, gözü haramdan ve ferci zinadan korumaktır.
Buna Rasûlüllah'ın şu hadîs-i işaret eder:
Evlenen bir kimse dininin yarısını korumuş olur. Öyleyse ikinci yarısını da korumak için Allah'tan korkmak olan takvâya yapışsın.
Şu hadîs de aynı mânâya işaret eder:
Evleniniz, evlenmeye gücü yetmeyen oruçla şehvetini kırmaya çalışsın. Çünkü oruç şehveti kırar.
Naklettiğimiz eser ve haberlerin çoğu bu mânâya işaret eder. Bu mânâ (şehvetin defedilmesi) , birinci mânâ (evlat edinmek) ten sonra gelir. Yani evlenme konusunda ikinci dereceyi işgal eder. Çünkü şehvet, çocuk için yaratılmıştır. Evlenmek, şehveti bertaraf etmeye, mânevi yükünü götürmeye ve saldırganlığın şerrini defetmeye kâfi gelmektedir. Ancak, nikâh bu gayeyle yapıldığı takdirde, sadece Allah'ın rızasını kazanmak için yapıldığına işaret etmez. Çünkü, sadece Allah'ın rızasını kazanmak için emrine uyanın derecesi, elbette tevkilin külfet ve gailesinden kurtulmak için yapanın derecesinden üstündür. Öyleyse, evlenmekte şehvet ile evlat mukadderdirler ve aralarında mânevi bir bağ da vardır.
Evlenmekten gaye lezzettir. Evlat ise onun sonucudur. Yemenin sonucunun def-i hâcet olduğu gibi. . . O halde çocuk edinmek, evlenmenin mutlak maksudu değildir' demek câiz değildir. Zira yaratılış ve hikmetin gayesi esasında evlattır. Şehvet ise, insanın onu elde etmesi için gerekli bir vasıtadır. O da şehveti yerine getirmekte öyle bir lezzet vardır ki, eğer devamlı olsaydı onunla hiçbir zevk ve lezzet ölçülmezdi. O lezzet, cennette verilmesi va'dedilen lezzetlere dikkati çekmektedir. Zira hiçbir şekilde tadılmamış lezzete teşvik etmek faydasız ve gereksizdir. Çünkü eğer iktidarsız bir kimse, sevişmeye veya herhangi bir çocuk, saltanat ve idareceliğin lezzetine teşvik edilirse, bu teşvikin beş paralık bir değeri yoktur. Dünya lezzetlerinin bir faydası da, cennette devam edeceğine dair bir teşvik olmalıdır ki, insanları Allah'a ibadet etmeye iletsin. Önce hikmete, sonra rahmete ve daha sonra da ilâhî donatım ve techize bak ki, tek şehvetin altında zâhir ve bâtın olmak üzere iki hayatı dercetmiştir.
Zâhirî hayat, kişinin neslinin devamıyla devam edip yaşamasıdır. Çünkü onun neslinin devamı kendisininde bir nevi devamıdır. Bâtınî hayat ise, âhiret hayatıdır. Çabuk bitmekle eksilen bu lezzet, insanı devamlılığından ötürü mükemmel olan ebedî lezzete ve insanı o lezzete vardıran tâat ve ibâdete teşvik eder. Böylece bu, gösterdiği şiddetli istek sayesinde kendini cennet nimetlerine vardıran ibadetlere devam etmeyi kolaylaştırır. Gerek insan bedeninin görünür ve görünmez bütün zerre (hücre) lerinde ve gerek göklerin ve yer âleminin bütün zerrelerinde öyle ince hikmet ve şaşırtıcılıklar vardır ki, akıllar onları idrâk edemez, hayretler içinde kalır ve onları olduğu gibi çözemez bir hâle gelir. Onlar ancak her türlü bulanıklıktan arınmış kalplere, saflıkları oranında, dünyanın geçici parlaklığından, gurur ve gailelerinden uzaklaştıkları nisbette görünürler,
Nikâh ki şehvetin gailesini defeden bir sebeptir âciz ve erkeklikten mahrum olmayan herkes için dinen çok önemli bir vecibedir. Bu sıfat ise, halkın çoğunda vardır. Şehvet galip geldiği ve takvâ kuvvetiyle gemlenmediği takdirde insanı fuhşiyata götürür. Hazret-i Peygamber, Allahü teâlâ'dan naklen bu duruma işaret ederek şöyle buyurur:
Eğer bunu yapmazsanız yeryüzünde büyük bir fitne ve fesad hâkim olur.
Şayet kişi takva gemiyle gemli ise, arzularını şehvetten, gözünü haramdan ve tenâsül uzvunu da zinadan koruyabilir. Kalbini vesvese ve kötü düşüncelerden alıkoymak ise, o insanın gücü dahilinde değildir. Aksine nefsi kendisini daima cinsi konulara çekip konuşturur ve şeytan çoğu zaman kendisinden ayrılmaz. Bazen namaz esnasında bile gelip gırtlağına yapışır. Hatta namazda kalbine öyle cinsî hayaller ilka eder ki, eğer en âdi bir kimsenin huzurunda o hâdiseler açıkça söylense, muhakkak ki ondan utanırdı. Allah ise, onun kalbini bilmektedir. Kalbin Allah tarafından ayân-beyan bilinmesi, halkın açıktakileri bilmesinden daha açıktır. Âhiret yolunun yolcusu olan kişi için, emirlerin başı kalptir. Oruca devam etmek halkın çoğunun kalbinden vesveseyi kazıyamaz. Bu sırra binâen İbn-i Abbâs şöyle demiştir: 'Âbidin ibâdeti ancak evlenmesi ile tamamlanır'.
Bu türlü vesvese umumi bir beladır. Ondan çok az insan yakasını kurtarmıştır. Katade şu ayeti tahammül edilmez, serkeş şehvetle te'vil etmiştir:
Rabbimiz, bize gücümüzün yetmediği şeyleri yükleme! (Bakara/286)
İkrime ve Mücâhid İnsan zayıf olarak yaratıldı' (Nisâ/28) ayetini 'kadınsız sabredemez' şeklinde tefsir etmişlerdir.
Feyyaz b. Nüceyh şöyle demiştir: 'Kişinin tenâsül uzvu kalktığı zaman aklının üçte ikisi gider'. Bir kısım âlimler de 'Dinin üçte biri gider' demişlerdir.
Nevadir Tefsiri'nde İbn Abbâs'ın, Felâk sûresinin 'Karanlık çöktüğü zaman gecenin şerrinden' ayetine 'tenâsül uzvunun kalkıp serkeşlik yapması' şeklinde mânâ verdiği nakledilmiştir. Çünkü bu durum, ezici bir belâdır. Geldiğinde, ne din, ve nede akıl ona karşı duramaz. Bununla birlikte önce geçtiği gibi, bu şehvet iki hayatın elde edilmesine de faydalıdır. Şehvet şeytanın insanoğluna karşı kullandığı en kuvvetli silâhıdır. Allah'ın sevgili habibi Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) , şehvetin şeytan elinde en keskin ve kuvvetli âlet olduğuna şu hadîs-i şerîfiyle işaret etmiştir:
(Ey kadınlar!) Aklı ve dini eksik olanlar içinde sizden daha fazla akıllıları mağlup eden birşey görmüş değilim. 24
Akıllıların bunlara mağlup olmasının hikmeti; şehvetinin galeyâna gelmesidir.
Hazret-i Peygamber bir duasında şöyle demiştir:
Ey Allahım! Kulağımın, gözümün, kalbimin ve şehvetimin şerrinden sana sığınırım. 25
Ey rabbim! Kalbimin temizlenmesini ve edep yerimin zinâdan korunmasını senden niyaz ederim. 20
Hazret-i Peygamber'in şerrinden Allah'a sığındığı şey hiçbir şekilde ihmâl etmeye gelmez.
Sâlih kullardan biri çokça evlenir; hatta öyle ki, yanında iki üç zevceden eksik bulundurmazdı. Sûfîlerden biri onun bu durumuna itiraz etti. Bu itiraza karşı o sâlih kul şöyle sordu: 'Ey sûfî! Herhangi bir işte Allah'ın mânevî huzurunda oturup kalbini şehvet tehlikesinden kurtaranınız var mıdır?' Sûfî 'Bu durum, başımıza çokça gelmektedir' diye cevap verdi. O sâlih şöyle devam etti: 'Eğer hayatım boyunca bir kerecik sizin başınıza gelenlere razı olsaydım evlenmezdim. Fakat beni meşgul eden şey kalbime geldiği zaman onu bertaraf ederim. Böylece felâha kavuşup hâlime ve işime devam ederim. Kırk seneden beri kalbime kötülük nâmına birşey gelmiş değildir'.
Halktan biri sûfîlerin hâlini şiddetle yeriyordu. Dindar bir kimse kendisine sûfîlerin nesine hücum ettiğini ve hangi hâllerini tenkid ettiğini sordu. O bu suâle şöyle cevap verdi:
- Çok yerler.
- Onların acıktığı gibi sen de acıksan sen de çok yersin.
- Çok evlenirler.
- Eğer sen de onlar gibi gözlerini haramdan ve edep yerini zinadan korusan, muhakkak ki sen de onlar gibi evlenirsin?
Cüneyd-i Bağdâdî şöyle derdi: 'Yemeye ve içmeye muhtaç olduğum gibi, cinsî münasebete de ihtiyaç duyarım. O halde zevce, hem nafaka ve hem de kalp temizliğine vesiledir.
Böyle olduğu içindir ki, Hazret-i Peygamber şöyle demiştir:
Kim bir kadını görüp iştahı çekerse, gidip helaliyle cinsî münasebette bulunsun. 27
Zira böyle yapmak vesveseyi nefislerden uzaklaştırır.
Câbir (radıyallahü anh) , Allah'ın Rasûlü'nden şöyle rivâyet eder:
Allah'ın Rasûlü, bir kadın gördü ve derhal Zeyneb validemizin odasına girip, şehvetini gidererek dışarı çıktı,28
Kadın geldiğinde şeytan suretinde gelir. O hâlde herhangi biriniz hoşuna giden bir kadını gördüğü zaman, zevcesiyle cinsî münasebette bulunsun. Çünkü hoşuna giden kadında ne varsa, onun zevcesinde de o vardır.
Kocası yanında bulunmayan kadınların evlerine girmeyin. Çünkü şeytan damarlarınızda kanın dolaşması gibi bedeninizde dolaşmaktadır. Bizler 'Sende de mi böyle dolaşır' diye sorunca, Hazret-i Peygamber 'Evet, bende de bu şekilde dolaşır. Ancak ona karşı Allahü teâlâ bana yardım eder de, onun şerrinden emin 'kalırım'29 dedi.
Süfyân b. Uyeyne der ki; hadîsteki 'Eslemü' tâbiri, 'ben onun şerrinden emin kalırım' demektir. Yoksa şeytan müslüman olmuştur demek değildir. Çünkü şeytan müslüman olamaz.
Ashâbın zâhid ve âlimlerinden olan İbn Ömer (radıyallahü anh) oruçlu iken iftar zamanında yemekten önce cima eder ve yıkandıktan sonra namaza dururdu. Bütün bunları, kalbi ibadet için boşalsın ve şeytanın vesveselerinden kurtulsun diye yapardı. Rivâyete göre o, Ramazan ayında yatsı namazından önce câriyelerinden üçüyle cinsî münasebette bulundu.
İbn Ömer şöyle demiştir: 'Bu ümmetin en hayırlısı en fazla evlenenidir'.
Şehvet, Arapların mizacına galip bir haslet olduğundan bu kavimden olan sâlihler diğer milletlerin sâhillerinden daha fazla evlenirler. Zinâdan korkulduğundan, kalbin fitneden boşalması için cariye ile evlenmek bile helâl kılınmıştır. Oysa bu türlü evlenmede çocuğun köleleştirilmesi sözkonusudur. Köleleştirmek ise, çocuk için bir nevi helâktir. Fakat böyle bir hareket hür bir kadınla evlenmeye gücü yeten bir kimse için haramdır. Ancak bütün bunlara rağmen, çocuğun köleleştirilmesi, dinin yok olmasından çok daha hafiftir. Böyle yapmakla ancak bir müddet için çocuğun hayatı kötü geçer. Fakat fuhşiyatı irtikâb etmekte ise, bir tek gününe karşılık bile uzun ömürler, çok hakir görülen âhiret hayatı elden gider.
Rivâyet edilir ki; bir gün herkes İbn-i Abbâs'ın meclisinden kalkıp gitti. Sadece bir genç kaldı. İbn-i Abbâs ihtiyacının ne olduğunu o gence sordu.
- Sana bir mesele sormak için kaldım. Fakat cemaatten utandım. Şimdi ise, senden utanıp çekiniyorum.
- Âlim kişi insanın babası yerindedir. O hâlde bana, babana söyleyebileceğin herşeyi söyle.
- Ben evlenmemiş bir gencim. Çoğu zaman zina etmekten korkuyorum. Bu bakımdan birçok kere elimle istimnâ ediyorum. Benim bu yaptığımda bir günah var mıdır?
Bu soru karşısında kalan İbn-i Abbâs, yüzünü öbür tarafa çevirerek öf diye hayıflandı ve sonunda şunları söyledi:
- Câriyeyi nikâhlamak elle istimnâ etmekten, elle istimnâ etmek de zina yapmaktan daha hayırlıdır.
İbn-i Abbâs'ın bu hükmü şehvet sahibi bekâr kimsenin üç ateş arasında bulunduğuna işarettir. O ateşlerden en zararsızı cariye ile evlenmektir. Bu evlenmekte çocuğun köleleştirilmesi vardır. Bundan daha ağırı elle istimnâ etmektir. Bu, ateşlerin en zararlı ve en büyük olanı da zinadır.
İbn-i Abbâs bunların hiçbirinin mutlak olarak mübah olduğunu söylemedi. Çünkü cariye ile evlenmek ve elle istimnâ etmenin ikisi de mahzurludur. Ancak onlardan daha mahzurlu olan zinâya kapılmamak için onlara sığınılır. Nitekim nefsin açlıktan ötürü helâk olmasından korkulduğu zaman leşin yenmesine izin verildiği gibi. . . İki şerden en hafifini tercih etmek, onun mutlak mübah olduğu mânâsını taşımaz ve aynı zamanda mutlaka hayırdır mânâsına da gelmez. Kangren olmuş bir elin kesilmesi, hayırlı birşey değildir. Fakat ölüm sözkonusu olduğunda elin kesilmesine izin verilir. (Hatta bazen kesilmesi farz bile olur) . Bu durumda evlenmekte bir fazilet vardır. Ancak bu durum, bütün insanlara teşmil edilemez. Belki insanların çoğu için geçerlidir.
Birçok kimse vardır ki, yaşlılık, hastalık ve başka illetlerden şehveti azalır. Onun hakkında nikâha teşvik edici bu haslet yok olur. Ancak daha önce bahsi geçen evlat meselesi kalır. Çünkü pek nadir rastlanan cinsel organı olmayan kimse hariç, bu emir herkes içindir.
Bazı tabiatlar vardır ki, onlarda şehvet o derece fazladır ki, bir kadın onları zabt u rabt altına alamaz. Bu şehvet sâhibine birden fazla, dörde kadar evlenmek müstehabdır. (Fakat kadınlar arasında adaletli olmak bu meselede temeldir) . Eğer Allahü teâlâ kendisine muhabbet ihsân edip, kalbi onlarla mutmain olursa ne âlâ. Aksi takdirde boşanmak suretiyle değiştirmek kendisi için müstehab olur. Hazret-i Ali (radıyallahü anh) Hazret-i Fatıma'dan yedi gün sonra evlenmiştir.
Deniliyor ki, Hazret-i Hasan çok evlenen bir zattı. Hatta ikiyüz kadından fazlasıyla evlendiği rivâyet edilir. Aynı zamanda dört hanımla birden nikâh akdi yapar, çoğu zamanda da dördünü birden boşar ve başkalarıyle evlenirdi. Hazret-i Peygamber Hazret-i Hasan'a şöyle demiştir:
Benim yaratılış ve ahlâkıma benziyorsun. 30
Hasan benden, Hüseyin de Ali'dendir. 31
Deniliyor ki, Hazret-i Hasan'ın çok evlenmesi, peygamber-i zişâna benzeyişinin bir emâresidir.
Muğire b. Şûbe seksen kadın ile evlenmiştir. Ashâb-ı kirâm içinde üç veya dört kadınla evli bulunanlar çoktu. İki kadınla evli olanların ise haddi hesabı yoktu. Evlenmenin sebebi belli olduğu zaman, ilâcın illet nisbetinde verilmesi gerekir. Evlenmekten gaye; nefsin teskin edilmesidir. Öyleyse çokluk ve azlık konusunda bu durumu dikkate almalıdır.
III. Fayda
Kalbi rahata kavuşturmak ve ibadete teşvik etmek için evlendiği hanımla oynaşmak, bakışmak ve oturmak suretiyle nefsi rahata kavuşturmaktır. Zira nefis çabuk usanır ve haktan kaçar. Çünkü hakla uğraşmak, aslında onun tabiatına aykırı düşmektedir. Eğer zoraki bir tarzda tabiatına aykırı olan bir şeye devam etmeye zorlanırsa, derhal isyan bayrağını çeker. Fakat lezzetlerle rahata kavuştuğu zamanlarda canlılığa kavuşur ve neşelenir. Kadınlarla oynaşmak ve yakınlık kurmakta öyle bir inşirah vardır ki, bu inşirah, insanın bütün gam ve kasvetini unutturur. Kalbi rahata kavuşturur.
Muttakî ve samimî müslümanların mübah şeylerle kalplerini sükûnete ve istirahate kavuşturmaları şarttır. Bu sır ve hikmete binâen Allahü teâlâ şöyle buyurmaktadır:
Tâ ki, zevcesiyle sükûna kavuşsun. . . (A'raf/189)
Hazret-i Ali şöyle demiştir: 'Kalpleri bir saat de olsa istirahate kavuşturunuz. Zira kalpler, zorlandıkları takdirde körleşirler'.
Bir hadîste şöyle buyurulmuştur:
Akıllı bir kimsenin üç saati olması gerekir: a) Bir saat rabbiyle başbaşa kalmalı ve O na münâcâat etmelidir, b) Bir saat nefsini hesaba çekmelidir, c) Bir saati de yemeye içmeye, zevcesiyle başbaşa olup zevk u safâ sürmeye ayırmalıdır. 32
Bu istirahat saati esasında diğer saatlerde yapılan ibâdetlere yardımcı olur. Yukarıdaki hadîs başka bir lâfızla şöyle vârid olmuştur:
Akıllı kimse ancak üç iş için hareket eder: a) Âhiret için azık hazırlamak, b) Dünya maişetini temin için çabalamak, c) Harâm olmayan bir lezzet için çalışmak.
Her çalışan kişinin bir bitkinlik ve bir yorgunluğu olur. Her yorgunluğun da bir gevşeme ve istirahata çekilme ihtiyacı vardır. O halde, istirahatını benim sünnetime yönelmek için ayarlayan bir kimse hidâyete ermiştir. 33
Hadîsin metnindeki şirret kelimesi, hiddet ve şiddetle çalışıp yorgun düşmek mânâsını taşır. Bu çeşit çalışma ancak irâdenin başlangıcındadır. Fetret kelimesi, istirahat için durup dinlenmek demektir.
Ebu'd Derda şöyle derdi: 'Ben nefsimi bir takım eğlencelerle avutuyorum. Öyle ki, sonradan bu oyalama sebebiyle hakka kuvvetlice sarılabileyim'.
Hazret-i Peygamber şöyle demiştir:
Ben, Cebrâil'e fazla cinsî münâsebet yapıp, yorgun düştüğümden şikâyet ettim. Beni herise yemeye teşvik etti. 34
Şayet bu hadîs sahih ise, bu yol göstermenin istirahate hazırlamaktan başka bir mânâsı yoktur. (Yâni bu yemeği yapmak ve yemek, Hazret-i Peygamber'e istirahat için vakit kazandırır. ) Cebrail'in, şehveti azalsın diye bu yemeği Hazret-i Peygamber'e tavsiye etmiş olması mümkün değildir. Zira herise denilen yemek, şehveti azaltmaz, aksine çoğaltır. Şehvetten mahrum olan, bu gibi ünsiyet ve sevgiden de mahrum olur.
Hazret-i Peygamber şöyle demiştir:
Dünyanızdan bana üç şey sevdirildi: Güzel koku, kadın ve gözümün nûru namaz. 35
Düşünceler, zikirler ve diğer amellerle nefsini yorup deneyen bu üçüncü faydayı inkâr edemez. Bu üçüncü fayda diğer iki faydanın dışındadır. Şöyle ki bu fayda, cinsel âleti ve şehveti olmayanın hakkında bile inkârı mümkün olmayan bir faydadır. Ancak şu kadar var ki, bu fayda bu niyete nisbetle evlenmeye bir fazilet kazandırır. Fakat evlenmekten bunu kasteden pek az kişi vardır.
Evlenmekten çocuk yapmayı, şehveti dindirmeyi ve benzerini kasdetmek ise, birçok kimse de görülen bir durumdur. Bir de bazı kimseler vardır ki, akan sular, yeşillikler ve benzerlerine bakıp onlarla oyalanıp eğlenirler. Nefislerinin istirahatı için kadınlarla konuşmak ve oynaşmaya ihtiyaç duymazlar. O halde nefsin istirahatinin temini hususu şahsa göre değişir. Bu husus dikkatle izlenmelidir.
IV. Fayda
Evlenmekle kişinin kalbi evinin işlerini; yani yemek pişirmeyi, süpürmeyi, sermeyi, bulaşık yıkamayı ve diğer ihtiyaçlarını yerine getirmeyi hazırlamaktan da kurtulur. Zira insanın cinsî arzusu yok olsa bile, tek başına bir evde yaşaması zordur. Eğer evin bütün işlerini kendisi yürütürse vakitlerinin çoğu zâyi olur ve o kişi ilim ve amel yapmak imkânını bulamaz. Öyleyse, saliha ve ev işlerini yürütebilecek bir hanım, bu yolda kocasına yardımcıdır. Bu sebeplerin karışması, hayatı felce uğrattığı gibi, kalbi de teşvik edicidir.
Bu sırra binaen Ebû Süleyman ed-Dârânî şöyle demiştir: 'Sâliha bir zevce dünyadan değildir. Çünki o, seni âhirete çalışmak için tam bir serbestiye kavuşturur'.
Sâliha hanımın, seni âhiret çalışması için serbest kılması, evinin işlerini görmesi ve şehvetin serkeşliğinden seni kurtarması demektir.
Muhammed b. Ka'b el-Kurazî şöyle demiştir: 'Ey rabbimiz! Bize dünyada hasene ver. . . ' (Bakara/201) ayetinin mânâsı 'Bana sâliha bir kadın ihsân et' demektir.
Hazret-i Peygamber şöyle buyurmaktadır:
Her biriniz şükredici bir kalp, zikredici bir dil ve âhiret yolunda kendisine yardım eden sâliha bir zevceye sâhip olmaya gayret ediniz. 36
Hazret-i Peygamber'in sâliha kadın ile zikir ve şükrü nasıl eşit tuttuğuna dikkat edin.
'Elbette biz onu güzel bir yaşantı ile yaşatacağız. . . ' (Nahl/97) ayeti birtakım tefsirlerde saliha zevce olarak tefsir edilmiştir.
Hazret-i Ömer (radıyallahü anh) şöyle demiştir: 'Allah'a imandan sonra insanoğluna sâliha kadından daha hayırlı bir nimet verilmemiştir. Kadınlardan bazısı vardır ki, ona değer biçilmez ve onun yerini hiçbir şey tutamaz. Bazıları da, sökülmez bir bukağıdır'. Ben, Âdem'e iki hasletle üstünlük kazandım: a) Onun hanımı günahta ona yardımcı oldu; benim hanımlarım ise, tâat ve ibâdette bana yardımcı oldular, b) Onun şeytanı kâfir idi, benim şeytanım ise müslümandır, ancak hayrı emreder. 37
Hazret-i Peygamber, hanımlarının tâat ve ibâdette yardımcısı olmalarını fazilet saymıştır. Bu dördüncü faydayı da sâlih kimseler isterler. Ancak bu fayda, yardımcıları bulunmayan ve ev işlerini yürüten birisinden mahrum olan şahısların özelliğidir. Bu fayda, insanı iki kadın edinmeye dâvet etmez. Aksine birden fazla evlenmek, çoğu zaman insana hayatı zehir eder. Ev işlerinin karmakarışık olmasına vesile olur. Hanımının sülâlesi ile daha çok akrabaya sahip olmayı ve iki sülâlenin birleşiminden meydana gelen kuvveti elde etmeyi istemek, bu dördüncü faydaya dâhildir. Çünkü şerlerin uzaklaştırılmasında ve selâmetin kazanılmasında arka çıkacak insanlara ihtiyaç vardır.
Bu sırra binâen denilmiştir ki: 'Yardımcısı bulunmayan zelil olur. Kendisinden şerleri uzaklaştıracak dostları olan da selâmette kalır. Böyle kimsenin kalbi de her türlü ibâdette vesveseden uzak olur. Çünki zillet kalbi teşviş eder. Arkasının çokluğu ile aziz olmak ise zilleti bertaraf eder'.
V. Fayda
Nefisle mücahede etmek, onun hareketlerini gözetip kontrol altına almaktır. Aile efradının haklarını yerine getirmek ve hoşuna gitmeyen ahlâklarını iyi karşılayıp, tahammül göstermek ve sabırlı olmak lâzımdır. Onlar için helâl yollardan çalışıp kazanmak ve çocuklarının terbiyesiyle var kuvvetiyle uğraşmak gerekir. Bütün bu ameller, büyük bir fazilet taşır. Çünkü onun bu hareketleri yapması idareciliktir. Çoluk çocuklar ise, onun halkıdır. Âdil idarecilik büyük bir fazilet taşır. İdarecilikten kaçanlar, ancak onu hakkıyla yerine getiremeyeceğinden korkarak kaçınmışlardır.
Aksi takdirde Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle demiştir:
Âdil bir vâlinin tek bir günü yetmiş (veya doksan) senelik ibâdetten daha hayırlıdır. 38
İyi bilin ki hepiniz birer çobansınız ve hepiniz güttüğünüzden sorumlusunuz. 39
Hem kendisinin ve hem de başkasının ıslâhıyla meşgul olan, elbette sadece kendi nefsiyle meşgul olup onu ıslâh etmeye çalışan bir kimse ile bir olamaz. Çünkü birincisi, diğerinden çok üstündür. Eziyetlere karşı sabırlı olan bir kimse, elbette nefsini müreffeh yaşatandan daha üstündür. Öyle ise aile efradının eziyetlerine tahammül etmek, Allah yolunda cihad etmek mesâbesindedir.
Bu sırra binâen Bişr el-Hafî şöyle demiştir: İmâm-ı Ahmed b. Hanbel üç şeyde benden üstündür. Helâl nafakayı hem kendine ve hem de aile efradına arar'.
Hazret-i Peygamber şöyle buyurur:
Kişinin aile efradına sarf ve infak ettiği şeyler, onun için sadakadır. Muhakkak ki, eşine yedirdiği her lokmadan da ecir kazanır. 40
Biri, âlimin birine: 'Her amelden Allahü teâlâ bana bir nasip vermiştir' dedikten sonra, hac, cihad ve sair ibadetleri zikretti: O âlim, ona şöyle dedi:
- Abdalların amellerinden neler yapıyorsun?
- Abdalın ameli nedir?
- Helâlden kazanmak ve infak etmek.
Arkadaşlarıyla birlikte bir savaşta bulunan İbn Mübarek şöyle demiştir:
- Bizim şu yaptığımız gazadan daha üstün bir gaza biliyor musunuz?
- O halde sen söyle nedir?
- İffetli ve çoluk çocuk sahibi biri ki, geceleyin kalkar, çocuklarına bakar, uykuda olan çocukların üstünün açılmış olduğunu görür ve onları elbisesiyle örter. İşte bu kişinin buna benzer ameli, bizim şu anda içinde bulunduğumuz amelden daha hayırlı ve güzeldir.
Hazret-i Peygamber şöyle demiştir:
Kimin namazı güzel, çocukları çok, malı az olursa ve müslümanların gıybetini yapmazsa o, benimle cennette bunların ikisi gibidir. (Parmaklarının ikisini yanyana getirerek işaret etti) . 41
Çoluk çocuk sahibi bulunan ârif bir fakiri, Allahü teâlâ muhakkak sever. 42
Kulun günâhları çoğaldığı zaman, Allahü teâlâ onun günahlarını affetmek için onu ailesinin sıkıntılarına müptela kılar. Onu günahlarına kefaret yapar. 43
Seleften biri şöyle der: 'Günahlardan bir kısmı vardır ki; ancak çoluk çocuğun üzüntüsü onlara kefaret olur'.
Bu konuda Hazret-i Peygamber'den gelen bir söz vardır:
Günâhlardan bir kısmı vardır ki, onlara ancak geçim için çekilen eziyet kefaret olur. 44
Kimin üç kızı olur da, Allahü teâlâ onları kendisinden müstağni kılıncaya kadar onlara ihsanda bulunur, nafakalarını verirse, affedilmeyecek bir kusuru hariç, elbette Allah onu affeder. 45
İbn-i Abbâs bu hadîsi zikrettiği zaman şunu söyledi: 'Allah'a yemin ederim ki, bu hadîs, hadîsin garilerinden ve nefislerindendir'.
Rivâyet ediliyor ki; bir âbid, hanımı ölünceye kadar ona güzelce baktı. Hanımının ölümünden sonra kendisine evlenme teklifi yapılınca bundan kaçındı ve şöyle dedi: 'Yalnızlık, benim kalbimin istirahatı ve dağınık dertlerimin toparlanması için daha hayırlıdır'. Sonra şöyle devam etti: 'Eşimi vefatından bir hafta sonra rüyamda gördüm. Sanki göklerin kapıları açıldı. Sanki bazı kimseler göklerden indiler ve havada birbirlerini takip ederek yürüdüler. Onlardan her inen, bana bakarak kendisini tâkip edene İşte uğursuz adam budur!' diyordu. Arkadan gelen de onu tasdik ediyordu. Üçüncüsü de böyle dedi, dördüncüsü kendisini tasdik etti. Bu durumdan ürktüm ve sormaktan korktum. Bekledim, nihayet sonuncusu yanımdan geçti. Sonuncusu bir gençti. Ona dedim ki
- İşaret ettiğiniz uğursuz kimdir?
- Sensin
- Ben niçin uğursuzum ki?
- Biz, daha önce senin amellerini Allah yolunda cihad edenlerin amelleriyle Allah'ın huzuruna kaldırıp götürürdük. Oysa bir haftadan beri cihaddan geri kalanların amelleriyle birlikte götürmemiz emredildi. Senin ne yaptığını elbette bilemeyiz.
Bu rüyayı arkadaşına naklettikten sonra şunları ekledi: 'Beni evlendirin, beni evlendirin!' Bu hâdiseden sonra yanında iki veya üç zevceden daha az olmadı.
Peygamberlerin haberlerinde şöyle vârid olmuştur: Bir kavim, Hazret-i Yunus'a misafir gittiler. Misafirlerine hizmet etmek için evine girip çıkarken, hanımı kendisine diliyle eziyet verip tâciz ediyordu. O ise susmayı tercih ediyordu. Misafirleri bu duruma hayret ettiler. Hazret-i Yunus (aleyhisselâm) "Ey misafirler, bu duruma şaşmayınız! Çünkü ben, Allah'a müracaat ettim: 'Yârab! Bana âhirette vereceğin azabı, dünyada ver'. Bunun üzerine Allahü teâlâ'dan nidâ geldi; Falanın kızı, senin dünyadaki azabındır. Onun için git, onunla evlen'. Bunun üzerine onunla evlendim. Sizin görmekte olduğunuz eziyetlerine sabretmekteyim".
Bu türlü eziyetlerine tahammül göstermekte nefsi eğitmek, öfkeyi kırmak ve ahlâkı güzelleştirmek vardır. Çünkü, nefsiyle başbaşa kalan ve güzel ahlâklı biriyle oturup kalkandan nefsin gizli pislikleri gizli kalmaz. Gizli ayıpları belirmez. Bu bakımdan âhiret yolcusuna nefsini bu türlü tahrik edici hareketlerle denemek ve denemeye karşı sabırlı olmasını öğretmek gerekir ki, bu sayede normal bir ahlâka sahip olup nefsi eğitilmiş olsun. İç âlemi, kötü ahlâktan temizlensin. Çoluk çocuğun dertlerine katlanmak, hem nefsin terbiyesi, hem de cihad olmakla beraber onlar için didinme aslında bir ibâdettir. Bu durum da, evlenmenin faydalarındandır. Fakat bundan ancak şu iki sınıf insan faydalanır:
a) Ya âhiret yolunun daha başlangıcında olduğu için nefsin kötü tarafları ile mücadele edip kötü huylarının temizlenmesi ile uğraşmak isteyen bir kimse ki böyle bir kimse için bu şekil hareket etmeyi kurtuluş yolu olarak görmek, ve nefsini bu tarzda eğitmek normal bir harekettir.
b) İbâdet edenlerden olup, bâtıl bir hareketi bulunmadığı gibi, düşünce ve kalbinde de çirkinliği olmayan, ancak namaz kılmak, haccetmek ve sair ibâdetleri yapmak suretiyle amel eden bir kimse yararlanır.
Böyle bir insanın çocukları için helâlinden çalışıp kazanması ve onların terbiyeleriyle uğraşması, sadece kendisine faydası olup başkasına faydası dokunmayan ibâdetlerden daha üstündür.
Yaratılışının esasında ve eski durumundan ötürü kendisinde bulunan bir yeterlilik ve özellikle ahlâken temiz olan bir kimseye gelince, bu kimsenin derûnî bir çalışması, ilimler ile mükâşefelerde fikrî bir hareketi olduğu zaman, yukarıda belirttiğimiz gaye için evlenmesi uygun değildir. Çünkü evlenmekten dolayı elde edeceği nefsî riyazet yeterli derecede kendisinde bulunmaktadır. Çocuklar için helâlinden kazanma ibâdetine gelince; ilim edinmek bundan çok üstündür. Çünkü ilim, onun hem amel sebebidir, hem de daha faydalıdır. Çocukların nafakaları için yapılan çalışmadan daha önde gelir. Çünkü, ilim, herkes için faydalıdır, yani faydası geneldir.
İşte, dinde nikâhın faydaları bu saydıklarımızdır. Bu faydalardan ötürü evlenmenin faziletli olduğuna hükmedilmektedir.
13) Buhârî, (Ebû Hüreyre'den)
14) Ebû Ömer et-Tukanî
15) Beyhakî
16) İbn Hıbbân
17) Ebû Hudbe, (Enes'ten)
18) İbn Mâce
19) Müslim, (Ebû Hüreyre'den)
20) İbn Hıbbân
21) Irakî güvenilir bir aslının olmadığını söylemektedir.
22) Bezzâr, Taberânî
23) Buhârî
24) Müslim
25) Duâlar bölümünde geçmişti.
26) Beyhâkî
27) Ahmed
28) Müslim ve Tirmizî
29) Tirmizî
30) Tirmizî
31) Ahmed
32) İbn Hıbbân
33) Ahmed ve Taberânî
34) İbn Adiyy, (Huzeyfe'den)
35) Nesâî ve Hâkim
36) Tirmizî
37) Hatib, Tarih. Hadîsin râvileri arasında Muhammed b. Velîd b. Eban vardır. İbn Adiyy'e göre bu zat, hadis uydurur. Müslim'de benzeri vardır. Fakat 'müslüman' tâbiri yerine 'Eslemû' tabiri kullanılmıştır.
38) Taberânî
39) Beyhâkî
40) Buhârî ve Müslim
41) Ebû Ya'lâ
42) İbn Mâce
43) Ahmed
44) Taberânî
45) Harâitî
12-3
Nikâhın Âfetleri
I. Âfet
Helâl rızkın elde edilmesinden aciz kalmaktır ki bu da afetlerin en büyüğüdür. Helâl rızık elde etmek herkes için kolay bir iş değildir. Hele kazancın zor olduğu şu devirlerde. . . Bu bakımdan evlenmek rızık için daha da fazla didinmeye vesile olacaktır ve belki de insanı haram yemeye bile mecbur bırakacaktır. Haram yedirmek ise, hem yedirenin, hem de yiyenin helâkine vesile olur. Evlenmemiş bir kimse ise, böyle bir tehlikeden uzaktır. Evlenmiş kimseye gelince, çoğu zaman kötü yerlere girmek mecburiyetinde kalır ve böylece zevcesinin hevasına uyar. Dolayısıyla âhiretini dünyasına satıp fedâ eder.
Kul mizanın (amelleri tartan terazinin) yanında durdurulur. Oysa dağlar misâli sevapları vardır. Durdurulduğu yerde aile efradını nasıl gözettiğinden, hak ve hukuklarını nasıl yerine getirdiğinden, malını nereden elde edip nereye harcadığından sorulur. Öyle sorulur ki, dünyada yapmış olduğu bütün iyilikleri ve amelleri bunlara karşılık kendisinden alınır. Tek bir sevabı bile elinde kalmaz. O bu durumda iken, melekler çağırışırlar: Bu o kimsedir ki, dünyada onun çoluk çocuğu onun sevaplarını tüketmişlerdir. Bugün de ise amelleri ve iyilikleri, yaptığı hataların sonucu olarak elinden çıkmıştır. 46
Deniliyor ki, kıyâmet gününde kişinin yakasına ilk yapışan ailesi ve çocuklarıdır. Onlar kişiyi Allahü teâlâ'nın yüce mahkemesinde durdururlar ve derler ki: 'Ey rabbimiz! Bizim hakkımızı bu adamdan al! O bizim bilmediklerimizi bize öğretmedi. Bilmediğimiz halde bize haram yedirdi'. Bunun üzerine kişiden onların intikamları alınır.
Seleften biri şöyle der: Allahü teâlâ bir kuluna şerri irâde ettiği zaman, dünyada ona parçalayıcıları (çoluk çocuğunu) kendisine musallat eder'.
Hazret-i Peygamber şöyle demiştir:
Hiçbir kimse dünyada ihmal ettiği çoluk çocuğunun cehaletinden daha büyük bir günah ile Allah'ın huzuruna varamaz. 47
Buraya kadar zikrettiğimiz âfetler, evlenmenin umumî afetleridir. Bu âfetlerden yakayı kurtaran pek az insan vardır. Ancak babasından kalan bir serveti olursa veya kendisinin ve çoluk çocuğunun nafakasına yetecek kadar helâlinden servet kazanırsa o başka. . . Böyle bir kimse kanaat sahibi de olursa bu kimse yukarıda söylediğimiz âfetlerden kurtulabilir. Mübah bir şekilde odunculuk yahut da avcılık yapmak suretiyle kazanmaya gücü yeten veya sanatkâr bir kimse olursa. . .
Yahut da sultanlarla ilgisi bulunmayan bir sanatta çalışır ve o sanatıyla hayırlı, zâhirde sağlam ve malının çoğu helâl olan kimselerle iş yapan bir kimse olursa, böyle bir kimse evlenmenin yukarıda bahsi geçen tehlikelerinden kendisini koruyabilir.
İbn Sâlim'e evlilik hakkında sorulduğu zaman şöyle demiştir: 'Bu zamanda dişi merkebi görüp mutlaka ona yaklaşmak suretiyle sakinleşecek erkek merkep gibi şehvetine zebûn olmuş ve nefsini zaptetmeye güç yetiremeyen kimseler için evlenmek, evlenmemekten daha iyidir. Fakat nefsine sahip olan bir kimse için ise, evlenmeyi terketmek daha efdaldir'.
II. Âfet
Hanımın (ve çocukların) hakkına tam mânâsıyla riayet etmemek ve onların birtakım şeylerine karşı sabır gösterip onlardan gelen serzenişlere tahammül göstermemektir. Bu felâket genellikle birinci felâketten daha hafiftir. Zira böyle bir âfete karşı tahammül etmek, birinci âfete karşı tahammül etmekten daha kolaydır. Kadınlara karşı ahlâkı düzeltmek ve onların isteklerini yerine getirmek helâlinden kazanmaktan daha kolaydır. Fakat buna rağmen birincisi gibi burada da tehlike sözkonusudur. Çünkü kişi çobandır ve güttüğünden sorumludur.
Nitekim Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmaktadır:
Nafakası kendisine düşen kimseleri perişan etmek günah bakımından kişiye yeter de artar. 48
Rivâyet ediliyor ki, çoluk çocuğundan (nafakalarından) kaçan bir kimse, efendisinden kaçan bir köle gibidir. Bu kimse, vazifesine dönmedikçe ne namazı, ne de orucu kabul olur. Elinde olsa bile çoluk çocuğunun hakkını gözetmeyen bir insan, onların haklarından kaçan bir insan gibidir. Çünkü Allahü teâlâ şöyle buyurmaktadır:
Ey îman edenler! Kendinizi ve aile halkınızı öyle bir ateşten koruyun ki, onun tutuşturucusu insanlarla taşlardır. (Tahrim/6)
Bu ayette Allahü teâlâ kendi nefsinizi ateşten koruduğunuz gibi, aile fertlerinizi de korumanızı emretmektedir. İnsan ise bazen kendi nefsinin hakkını vermekten acizdir. Evlendiği zaman, haklar boynunda katmerleşir. Kendi nefsine başka bir nefis eklenir. Nefis ise, daima kötülüğü emredicidir. Çoğaldıkça kötülüğü emretmesi de çoğalır.
Bu sırra binaendir ki, âlimlerden biri evlenmemekten dolayı özür dileyerek demiştir ki: 'Ben kendi nefsimin bile yükünü çekemiyorum. Kaldı ki, ona başka bir nefsi daha eklersem bu yükün altından kalkamam'.
Nitekim şöyle denilmiştir: Fare, deliğine sığmazdı. (Buna rağmen) kuyruğuna bir de süpürge bağladı.
İbrahim b. Edhem de evlenmediği için özür beyain ederek şöyle demiştir: 'Ben herhangi bir kadını kendi nefsimle aldatmak istemiyorum ve benim kadınlara herhangi bir ihtiyacım yoktur'.
Yani İbrahim (radıyallahü anh) şunları demek istiyor: 'Onların hakkını yerine getirmekten, onları iffetli kılmaktan ve istedikleri normal zevklerini kendilerine tattırmaktan acizim.
Bişr el-Hafî de özür beyan ederek şöyle demiştir: 'Beni evlenmekten 'Kadınların boynuna düşen haklar gibi, kendilerine verilmesi gereken haklar da vardır' ayeti menetmektedir.
Şöyle dediği de variddir: 'Eğer ben bir tavuğun idaresini elime alırsam köprü üzerinde cellât olmaktan korkarım'.
Süfyân b. Uyeyne, sultanın kapısında görüldü. Kendisine 'Burası sana yakışır bir yer değildir' denildiğinde şu cevabı verdi: 'Hiçbir çoluk çocuk sahibi gördün mü ki felâha kavuşmuş olsun?'
Süfyân, şöyle derdi: Bekârlık ile anahtar ve rüzgarlar ile delinen bir mesken ne güzeldir. Orada ne bağırma, ne de çığlık kopması vardır. . .
Evlenmenin bu ikinci mahzuru da birinci mahzur gibi geneldir. İkinci felâketten de akıllı, hikmet sahibi, güzel ahlâklı, kadınların âdetlerini bilen, onların düşük çenelerine karşı sabırlı olan, şehvetlerine tâbi olmaktan nerede durulacağını bilen, haklarını yerine getirmede titiz davranan, kusurlarına göz yuman ve aklı ile onları idare eden bir kimse paçayı kurtarabilir. Oysa insanların çoğu sefahet, katılık, hiddet, akılsızlık, kötü ahlâk ve insafsızlığın zebunudurlar. Böyle bir kimse ise evlendiğinde daha da bozulur. Bu bakımdan böyle bir insan için tek başına yaşamak daha selâmetli bir yoldur.
III. Âfet
Bu afet, birinci ve ikinci afetten daha kolay atlatılabilir. Bu da kişinin çoluk çocuğunun kendisini Allah'tan meşgul edip dünyaya yöneltmek, çokça servet edinmek suretiyle çocuklarına iyi bir geçim hazırlamak ve onlarla övünmek ve böbürlenmek demektir. İnsanoğlunu Allah'tan uzaklaştıran, ister eşi olsun, ister malı, ister çocuğu olsun, bunların hepsi onun için hayırsızdır. Ben, bu hükümle insanı harama kaydıran aile ve malı kasdetmiyorum. Zira böyle bir aile ve mal, daha önceden zikredilen birinci ve ikinci âfetin kapsamına dahildir. Aksine benim bu hükümden gayem; insanoğlunu mübahlarla bile olsa fazlasıyla dünyaya daldıran aile ile malın hayırsızlığıdır. Helâliyle oynaşmaya ve şakalaşmaya ve ondan zevk almak hususunda aşırıya kaçmak da yukarıdaki hükme dahildir. Evlenmekle bu türden birçok meşgaleler doğup meydana gelir ve kalbi kaplar. Böylece gece ve gündüzü oynaşmakla akıp gider. Kişi oynaşmaktan kafasını kaldırıp gece ve gündüzde âhireti düşünmek ve âhirete hazırlanmak için vakit bulamaz.
İşte bu sırra binaen İbrahim b. Edhem şöyle demiştir: 'Kadınların bacaklarına dadanmış bir kimseden birşey beklenmez'.
Ebû Süleyman şöyle demiştir: 'Evlenen bir kimse muhakkak dünyaya dalmış demektir'.
İşte buraya kadar sayıp tesbit ettiklerimiz nikâhın âfetleri ve faydalarıdır. Bu bakımdan bir kimseye evlenmek mi, bekâr kalmak mı daha iyidir hükmünü, bütün bu saydıklarımızı bilmeksizin mutlak bir şekilde vermek, kusurlu bir hüküm olur. Aksine bu fayda ve afetler herhangi bir şahsın hakkında hüküm vermek için mihenk taşı kabul edilmelidir. Evlenmek isteyen bir kimse kendi nefsini bu mihenk taşına vurmalı. Eğer hakkında yukarıda tesbit ettiğimiz âfetler sözkonusu değilse ve yine helâl malı, güzel ahlâkı, dindeki ciddiyeti yerinde ise, evlenmekle Allah'tan uzaklaşması sözkonusu değilse, bütün bunlarla beraber şehvetini teskin etmeye muhtaç bir genç ise, evinin işlerini yürütmeye ihtiyacı olan bir fert ise kadının akrabalarıyla kuvvet kazanmaya muhtaç ise, kısacası bütün bunlara sahip ise; böyle bir kimse hakkında evlenmenin daha hayırlı olduğunda şüphe edilemez.
Bununla beraber evlenmesinde çocuk sahibi olmak istemesi de sözkonusudur. Bu ise, ayrı bir fazilettir. Eğer saydığımız özellikler yoksa ve yine saydığımız bütün âfetler mevcutsa, böyle bir kimse için de evlenmemek daha hayırlıdır. Eğer zıt kutubların ikisi de tam mânâsıyla varsa ki zamanımızda insanların çoğunda durum budur böyle bir durumda şaşmaz terazi ile o faydaların dininde meydana getireceği fayda ile âfetlerin meydana getireceği zararları ölçmelidir. Bu değerlendirme neticesinde hangisinin daha iyi olduğuna karar verirse onu yapmalıdır.
Evliliğin faydalarının en açığı evlat edinmek ve şehveti teskin etmektir. Evliliğin âfetlerinin en açığı da haram kazanca muhtaç olmak ve evliliğin Allah'tan uzaklaştırma keyfiyetidir. Bu bakımdan biz bu işlerin karşılaştırmasını farazî olarak yapıp deriz ki; şehvet eziyetinin altında bulunmayan, evlenmesinden sadece çocuk elde etmek isteyen ve evlendiği takdirde evlenmeden dolayı, harama muhtaç olması ve evlilik sebebiyle Allah'tan uzaklaşması sözkonusu olan bir kimse için evlenmemek daha hayırlıdır. Çünkü insanoğlunu Allah'tan uzaklaştıran ve haram kazanca götüren şeyde hayır yoktur. Bu iki felâketin zararını, çocuk sahibi olmak telâfi edemez. Zira sadece çocuk elde etmek için evlenmek, hayalî bir çocuğun hayatını talep etmek demektir. Böyle bir istek ise dinde kesin bir eksikliktir. Bu bakımdan kişinin kendi hayatını koruması ve onu felâketten uzak tutması bir çocuğu elde etmek için çalışmasından daha önemlidir. Böyle bir hareket ise, onun için kârdır. Din de kişinin sermayesidir. Dinin fesada uğramasında uhrevî hayatın bozulması sözkonusudur. Sermayenin de tümden gitmesi sözkonusudur. Evlenmekten beklenen bu fayda yine evlenmekten doğan ve yukarıda belirtilen o iki âfetin birisini bile karşılayamayacak derecede zayıf ve cılızdır. Fakat evlenmek kendisi için daha hayırlı olur. Çünkü böyle bir insan, zinaya kaymak ve haram yemek ve haram elde etmek arasında kalmış olur ki, haramı elde etmek zinaya düşmekten daha hafiftir.
Eğer zinâ etmeyeceğine güveniyorsa, fakat bununla beraber gözünü haramdan sakınmaya muktedir değilse, bu takdirde evlenmeyi bırakmak kendisi için evlenmekten daha hayırlıdır. Çünkü haram bakışlar da haramdır. Gayri meşrû servet edinmek de. . . Evlilik sebebiyle gayr-ı meşrû olarak edinilen servet, daimi bir haramdır. Bu haramda hem kişinin, hem de aile efradının isyanı vardır. Nazar ise, bazen vâki olan bir haram olmakla beraber sadece kişinin nefsine aittir ve yakın bir zamanda sona ermesi de muhakkaktır. Nazar, gözün zinâsıdır. Fakat tenâsül uzvu onu tasdik etmedikçe, onun bağışlanması, haram yemenin bağışlanmasından daha yakındır. Ancak kişi nazarın zinaya götüreceğinden korkarsa, o zaman hüküm değişir.
Bu durum sabit olduğu zaman, gözünü haram bakışlardan alıkoyabilecek, fakat kalbinden kendisini meşgul edici fikirleri bertaraf etmesine muktedir olmayacak üçüncü bir durum meydana gelir. Bu durumda evlenmemek, evlenmekten daha hayırlıdır. Çünkü kalpten gelen kötü düşüncelerin, gözden olan kötü bakışlardan affedilmeye daha yakın olduğu muhakkaktır. Bir de kalbin kötü düşüncelerden uzak olması, ancak ibâdet için istenilen bir husustur. İbadet ise, haram kazanmakla, yeyip yedirmekle beraber hiçbir zaman tam olmaz ve kemâle ermez.
İşte böylece evlilikten kaynaklanan bu âfetler yine evlilikten doğan faydalarla karşılaştırılmalıdır ve karşılaştırma neticesinde ağır basan tarafa göre hüküm verilmelidir. Bu durumları kavrayan bir kimse için daha önce selef-i salihînden naklettiğimiz evlenmeye teşvik edici veya menedici rivâyetleri anlamak zor olmaz. Çünkü o eserler şahısların durumlarına göre hükme bağlanır ve doğru olur.
Soru: Evlenmekten gelen âfetlerden emin olan bir kimse için kendini tamamen ibadete adamak mı veya evlenmek mi daha iyidir?
Cevap: Böyle bir kimse ikisini birden yapmalıdır. Çünkü evlenmek, sadece evlenme akdi olduğu için ibadete engel değildir. Aksine evlenmekten ötürü çalışma ihtiyacı duymak ibadete engel teşkil eder. Bu bakımdan eğer helâl kazanmaya muktedir ise, böyle bir kişi için ibadet gibi evlenmek de faziletlidir. Zira gece ve gündüzün diğer vakitleri ibadet için ayrılabilir. İstirahat etmeksizin daimi bir şekilde ibadete devam etmek de imkânsızdır. Bu bakımdan eğer kişinin farz namaz, uyku, yemek ve def-i hacetten başka bütün vakitlerini kazanç temin etmek için çalışmaya sarfedeceği farzedilirse ve aynı zamanda bu kişi, âhiret yolunu ancak nâfile namaz, hac ve haccın yerine geçen bedenî amellerle yerine getiren kimselerdense bu kimseye evlenmek, evlenmemekten daha faziletlidir.
Çünkü helâlinden kazanmakta, çoluk çocuğu idare etmekte, evlenme ile evlat edinmekte ve kadınların düşük çenelerine ve ahlâklarına karşı sabır göstermekte nafile ibadetlerden fazilet bakımından eksik olmayan birtakım faydalar vardır. Eğer kişinin ibadeti ilimle, fikir ve bâtınî ilerleyişle ise ve aynı zamanda evlenmek için gereken nafakanın elde edilmesi de onun ibadetini zayıflatıyorsa böyle bir durumda evlenmeyi terketmek daha faziletli ve evlenmemek daha hayırlıdır. Eğer dersen ki, faziletli olduğu halde evlenmeyi Hazret-i isa (aleyhisselâm) neden terketti? Eğer bunu Allah'ın ibadetine hazırlanmak için sebep olarak gösterirsen o halde sorarız; Hazret-i İsâ'dan daha üstün olan peygamberimiz neden birçok kadınla evlendi? Bil ki, kudreti olan bir kimse için en faziletlisi, evlenme ile ibâdeti bir arada yapmaktır. İmanı kuvvetli, himmeti yüce olan bir kimseyi hiçbir şey Allah'ı anmaktan uzaklaştıramaz. Efendimiz (sallâllahü aleyhi ve sellem) ise, en zor yolu tercih etmiştir ve böylece ibadetin fazileti ile evlenmenin faziletini bir araya getirmiştir. Dokuz kadınla beraber olduğu halde tamamen kendisini Allah'ın ibadetine vermiştir. Def-i hâcet, dünya işleriyle meşgul olanları o işlerden alıkoymadığı gibi, evlenmek de efendimizi ibadetten alıkoyamazdı. Ehl-i dünya zahirde ihtiyaçlarını gidermekle meşgulken kalpleri işlerinin tedbir ve tedviri ile meşguldür. Hiçbir zaman o durumda tedbirlerini ihmal etmezler. Hazret-i Peygamber'in (sallâllahü aleyhi ve sellem) yüce derecesinden ötürü, bu dünya âleminin işleri, onu kalben Allah ile beraber bulunmaktan menetmiyordu. O hanımının kucağında iken Allah'ın vahyi ona nâzil oluyordu. 49
Hazret-i Peygamber'in bu mertebesi gibi, bir mertebeye ulaşan da böyle yapabilir. Fakat denizi bozmayan şeylerin, küçük kanalları bozması pek de uzak bir ihtimal değildir. Bu bakımdan hiç kimseyi Hazret-i Peygamber'e kıyas etmeye kalkışmamalıdır ve zaten böyle bir kıyaslama da uygun değildir.
Hazret-i isa'ya gelince, o zoru değil, tedbiri elde etmeye çalışıyordu. Nefsi için ihtiyatlı hareket etmiştir. Hazret-i İsâ'nın durumu öyle bir biçimde idi ki, o durumda çoluk çocukla meşgul olmak menfî şekilde tesir edebilirdi veya o durumla beraber helâl rızkı elde etmek mümkün değildi veya o durumda evlenme ile ibadeti tam mânâsıyla yürütemezdi. Bu bakımdan Hazret-i İsâ ibadete kendisini tam mânâsıyla vermeyi evlenmeyi tercih etti. Çünkü onlar, hâllerinin incelik ve sırlarını herkesten daha iyi bilirler. Asırlarının gereklerini daha iyi tedkik ve tahkik edebilirler. Kazançların helâlliği, kadınların ahlâkı ve evlenen bir kimseyi bekleyen ve evlilikten doğan felâketlerin evlenen bir kişi için ne gibi bir kâr ve zarar getireceğini herkesten daha iyi değerlendirirler.
Madem evlenmek hakkında çeşitli durumlar vardır ve bazı durumlarda evlenmenin evlenmemekten daha üstün olduğu sabittir. O halde bize düşen görev, peygamberlerin (aleyhisselâm) yaptıklarını her hâlükârda en güzeline ve en iyisine hamletmemizdir. En doğrusunu Allah bilir!
46) İmâm Irâkî bu hadîsin aslına rastlamadığını söyler.
47) Deylemî, (Ebû Said'den)
48) Ebû Dâvud, Nesâî
49) Hanımının kucağında iken kendisine vahiy geldiğini yine Buhârî Enes'ten rivâyet etmektedir. Bir ara Rasûlüllah, Ümmü Seleme'ye şöyle demiştir: 'Aişe hakkında bana eziyet verme. Çünkü Aişe hariç zevcelerimin hiçbirinin yatağında bana vahiy inmemiştir'.
12-4
Nikâh Akdinde ve Nikâh Yapanlar Arasında Riayet Edilmesi Gereken Âdâb
Nikâh Akdi
Nikâh akdine gelince, tam akid olması ve helâl olması için dört şartı vardır:
1. Kadının velisinin izni. Eğer kadının velisi yoksa devlet başkanı onun velîsidir. O zaman, devlet başkanının izni lâzımdır.
2. Eğer kadın bâliğ ve dul ise, rızasını almaktır. Eğer bâkire ve bâliğe ise, kendisini evlendirmek isteyen de babası veya dedesi değilse, yine rızâsı alınmalıdır.
3. Zâhirde âdil olan iki şahidin hazır bulunmasıdır. Eğer şahidlerin durumları kapalı ise yine ihtiyaç olduğu için onların şahitlikleriyle o nikâhın doğru olduğuna hükmederiz.
4. İcap ve hemen akabinde gelen kabûl sigalarıdır. Bu icap ve kabûl sigaları evlendirmek mânâsına gelen Nikâh veya Tezvic veya bu iki kelimenin özel mânâsını ifâde eden herhangi bir lisandan gelen herhangi bir kelimedir. Bu icap ve kabul âkil ve bâliğ olan iki şahıstan çıkmalıdır. Bu iki şahıs kadın olmamalıdır. Bu iki şahıs damat veya velisi veya dâmat ile gelinin vekilleri olabilir.
Nikâh Âdâbı
Nikâh akdinin âdâbına gelince, müstakbel gelinin velisiyle beraber Hitbe (isteme ve sözleşme) olmalıdır. Fakat bu isteyiş kadının iddet beklediği zamanda olmamalıdır. İddet bekleyen hanımın iddeti tamam olduktan sonra gidip velisinden istemelidir. Bir de başkasının daha önce istediği bir kadını istememelidir.
Çünkü Hazret-i Peygamber başkasının istediği bir kadını istemeyi yasaklamıştır. 50
Nikâh akdinin edeplerinden biri de nikâhtan önce bir hutbenin okunmasıdır. İcap ve kabûl ile Allah'ın hamdini karıştırmaktır.
Meselâ kızın vekili ve kızı evlendiren şöyle demelidir: 'Hamd Allah'a mahsustur. Salât ve selâm Allah'ın Rasûlü üzerine olsun. Ben sana kızım filânı (ismini vererek) verdim'.
Dâmat da şöyle demelidir: 'Hamd Allah'a mahsustur. Salât ve selâm Allah Rasûlü'nün üzerine olsun. Senin kızın filânı şu kadar mehir ile kabul ettim'.
Nikâh akdinde zikredilen mehir, belli ve az olmalıdır. Nikâh akdinden önce okunan hutbeden önce Allah'a hamdetmek de müstehabdır.
Nikâh akdinin edeplerinden birisi de dâmadın kimliği ve durumunu gelin olacak kıza duyurmaktır. Her ne kadar gelin namzedi bâkire olsa da böyle bir duyurma, duyurmamaktan daha uygun ve müstakbel dâmat ile gelinin arasındaki muhabbet ve ülfete daha münasiptir. İşte bu sırra binaen nikâhtan önce dâmadın müstakbel geline bakması müstehabtır. Zira böyle bir hareket gelecekte aralarındaki kaynaşmaya daha uygun düşer.
Nikâh akdinin edeplerinden biri de salâh ve takvâ sahiplerinden bir grubu nikâh meclisinde hazır bulundurmaktır. Tabiidir ki, bu grup nikâh şahidlerinin dışında bir gruptur. Çünkü şahidler nikâhın doğru olmasının rükünleridir. Onların olması mecburidir.
Âdabdan biri de nikâhtan gayesi Allah Rasûlü'nün sünnetini yerine getirmek, gözünü haramdan alıkoymak, çocuk istemek ve daha önce zikredilen diğer faydaları kazanmak olmalıdır. Evlenmekten, sadece nefsinin hevasını ve geçici lezzeti düşünmemelidir. Şayet evlenmekten gayesi; sadece bu ise, o vakit ameli dünya amellerinden olur. Oysa evlenmeyi âhiret amellerinden kılan yukarıdaki niyet hiç de kendisini zevk ve safâdan menetmemektedir. Çünkü birçok hakikatler vardır ki, nefsin isteğiyle bir arada meydana gelir.
Ömer b. Abdülâziz (radıyallahü anh) şöyle demiştir: 'Hak, hevâ-i nefis ile birleştiği zaman, o kaymaklı hurmadır'.
Nefsin isteği ile dinin hakikati beraberce bir işe iteleyici olabilirler ve böyle olmaları imkânsız da değildir. Nikâhın mescidde yapılması müstehabdır. Şevval ayında yapılmasının müstehab olduğu gibi.
Zira Âişe vâlidemiz (radıyallahü anh) şöyle demiştir:
Hazret-i Peygamber benimle Şevval ayında nikâhlandı ve yine Şevval ayında benimle evlendi. 51
Kadın Hakkında Riayet Edilmesi Gereken Hususlar
Kadın hakkında iki şeye dikkat etmek gerekir. Biri helâl olması, ikincisi ise güzel bir hayat sürmek ve evlenmekten beklenen faydaları temin etmektir. Helâl olması için nikâh edilen bir hanımda dikkate alınması gereken birinci şey budur: Kadın evlenmeye mâni olan durumlardan uzak olmalıdır. Evlenmenin mânileri ise, ondokuz tanedir:
1. Kadının başkasının nikâhı altında olmasıdır.
2. İddet bekliyor olmak. İster o iddet kocasının vefat iddeti olsun, isterse boşama iddeti veya şüphe ile cinsî münasebette bulunma iddeti olsun veya kadın cariyelik münasebetinden rahmini istibra etmek için beklemekte olsun.
3. Kadının dinden irtidâd etmesidir. Bu irtidad keyfiyeti, küfrü icabettiren herhangi bir kelimenin ağzından çıkması olabilir.
4. Kadının ateşperest olmasıdır.
5. Kadının putperest veya herhangi bir kitap veya peygambere intisap etmeyen zındıka olmasıdır. (Yasak tanımayan ve her şeyi helâl bilen) ibâhî mezhebine inanan kadınlar da bunlardandır. Böyle kadınlarla da evlenmeleri helâl değildir. Bozuk olan herhangi bir mezhebe ki o mezhebe inanan bir kimsenin kâfir olduğu bir mezhebe bağlı bulunan kadının da nikâh edilmesi câiz değildir.
6. Tahrit edildikten sonra bir dine girmesi veya İsrailoğulları'nın nesebinden gelmediği halde Hazret-i Muhammed Mustafa'nın peygamber olarak gönderilmesinden sonra hristiyanlığa veya yahudiliğe girmesidir. Bu iki haslet olmadığı zaman böyle bir kadınla evlenmek helâl değildir. Eğer sadece kadının nesebi yok olursa böyle bir kadınla evlenilip evlenilmeyeceği hususunda fakihlerin ihtilâfı vardır.
7. Kadının cariye olmasıdır. Câriye olan kadınla evlenmek isteyen kişi, kendisi gibi hür olan bir kadınla evlenecek kadar imkânlara sahipse veya hür bir kadınla evlenmeye gücü yetmiyor ve cariye ile evlenmese de zina yapmaktan korkmuyorsa böyle bir kişinin câriye ile evlenmesi câiz değildir.
8. Kadının tamamı veya bir kısmı kendisi ile evlenmek isteyen bir kimsenin mülkü ve câriyesi olmaktır. (Böyle bir kadınla evlenmek istediği zaman önce hürriyetini kendisine bahşedip âzâd etmesi ve ondan sonra kendisiyle evlenmesi gerekir. Bu meselenin tedkik ve izâhı fıkıh kitaplarında yapılmıştır) .
9. Kendisiyle evlenilmek istenilen kadının evlenmek isteyen kişiye yakın olmasıdır. Meselâ soy itibariyle o kadın, kendisini isteyenin annesi, kızı, torunu, büyük annesi olması gibi. . . Dâmat namzedinin aslından gayemiz, anneler ve ninelerdir. Faslından gayemiz ise, kız kardeşleri ve onların kız çocuklarıdır. Her asıl ki, ondan sonra diğer bir asıl vardır, onların ilk faslından gayemiz ise; teyzeler ve halalardır. Fakat teyzeler ve halaların kız çocuklarıyla evlenebilir.
10. Süt ile nikâhı kendisine düşmeyen bir kimse olmasıdır. Soy ile nikâhı haram olan ve daha önce bahsi geçen asıl ve fasıllar süt ile de haram olurlar. Fakat süt ile kadını haram eden durum; beş defa kana kana emmektir. Eğer beş defadan az kana kana emmiş ise bu durumda kişiye haram olmaz. (Bu hüküm Şâfiî mezhebine göredir) .
11. Müşâheret (dünürlük) sebebiyle haram olmaktır. Şöyle ki: Evlenmek isteyen kişi istediği hanımın kızı ile veya ninesiyle daha önce nikâh yapmış veya daha önce şüphe akdiyle veya cariyelik akdiyle istediği kadının kızını veya ninesini nikâh etmiştir veya bu kimselerle şüpheli bir akidle temasta bulunmuştur. Yahut da evlenmek istediği hanımın annesiyle veya ninesiyle sahih veya şüpheli bir akidle ilişki kurmuştur. Bu bakımdan kadına yapılan mücerred nikâh akdi, onun annelerini nikâh sahibine ebediyyen harâm eder. Ancak bu kadının kızı ve torunları kendisiyle sadece nikâh akdi eden kişiye haram olmaz. Ancak kendisiyle cinsî münâsebette bulunursa veya evlenmek istediği kadınla daha önce babası veya oğlu nikâhlanmışsa bu takdirde de o kadınla evlenemez.
12. Nikâh ettiği kadının nikâhında olan beşinci kadın olmasıdır. Yani bu kadından başka nikâhının altında dört kadın daha varsa, işte bu takdirde beşinci kadını nikâh etmesi helâl değildir. Eğer nikâhının altında bulunan kadınlardan birisi üç talâk ile boşanmışsa ve iddet bekliyorsa, böyle bir durumda beşincisiyle evlenmek yasak değildir.
13. Kadınla evlenmek isteyen kişinin nikâhı altında kadının kızkardeşi, halası veya teyzesinin bulunmasıdır. Böylece kadını nikâh etmekle kızkardeşi ile teyzesi ve halası ile bir araya getirmiş olur. (Bu ise caiz değildir) . Akraba olan iki kadın ki aralarında eğer birisi erkek, diğeri kadın olursa evlenmek caiz değildir bu iki kadının bir kişinin nikâhı altında bir araya getirilmesi caiz değildir.
14. Damat namzedi olan kişi, daha önce aynı kadını üç talâk ile boşamış olmalıdır. Bu bakımdan kişi tarafından üç talâk ile boşanmış bir hanım sahih bir nikâh ile başka birisi ile evlenip onunla karı koca hayatı yaşamadıkça (ve ondan kendi isteğiyle boşanıp iddetini bitirmedikçe) ilk kocasına ikinci bir defa helâl olmaz.
15. Damat namzedinin, evlenmek istediği kadınla mülâanet52 etmesidir. Kendisiyle mülâanet ettiği hanım, lian muamelesinden sonra ebediyyen kendisine haram olur.
16. Kadının hac veya umre ihramında bulunmasıdır veyahut da kocası olacak şahsın hac veya umre ihramında bulunmasıdır. Bu bakımdan eşlerden herhangi birisi veya her ikisi de hac veya umre ihramında bulunurlarsa bu durumda nikâh kıyılamaz. Ancak nikâhın kıyılması ihramdan çıktıktan sonra mümkün olabilir. 53
17. Kadının küçük (baliğ) olmamakla beraber dul olmasıdır. Bu bakımdan evlenme çağma varmayan dul bir hanımın ancak bâliğ olduktan sonra nikâhı sahih olabilir.
18. Kadının yetim olmasıdır. Yetim bir kız, ancak bâliğ olduktan sonra eylendirilebilir.
19. Rasûlüllah'ın pâk zevcelerinden birisi olmasıdır. İster Rasûlüllah vefat ettiği zaman onun nikâhı altında bulunanlardan olsun isterse daha önceden nikâhladığı herhangi bir kadın olsun.
Bunlarla evlenmek haramdır. Çünkü Rasûlüllah'ın zevceleri (ayetin nassı ile) Mü'minlerin anneleridir. Böyle bir muamele zaten zamanımızda mümkün de değildir.
İşte buraya kadar saydıklarımız nikâha engel teşkil eden durumlardır. Evlilik hayatını güzelleştiren ve kadın alınırken akdin devam etmesi için kadında aranan hasletlere gelince, onlar da sekiz tanedir:
1) Dindar olmak
2) Ahlâklı olmak
3) Güzel olmak
4) Mehri az olmak
5) Çocuk doğurabilmek
6) Bâkire olmak
7) Soylu olmak
8) Yakın akrabalardan olmamak
Dindar Olmak
Kadının dindar ve sâliha olmasıdır. Kadında esas olarak bu vasıf aranmalıdır ve bu vasfa diğer vasıflardan fazla itina gösterilmelidir. Çünkü kadın nefsinin ve namusunun korunması hususunda dinî zafiyete sahip ise kocasını rezil edip halk arasında yüzünü karartır. Bu hareketinden ötürü kocasının kalbi karma karışık olur. Hayatı karmakarışık bir hâl alır. Eğer bu durum karşısında kalan koca, kıskanma ve gayret yolunu takip ederse, daimi bir şekilde felâketten felâkete sürüklenip gidecektir. Eğer müsamaha yolunu tercih ederse, o vakit dini ve nâmusu hakkında gevşek davranmış olur ve gayretsizliğe nisbet edilir. Eğer kadın fâsık olmakla beraber güzel de olursa o zaman ondan gelen felâket daha da şiddetli olur. Zira kocası kötü huylarına göz yummayacağı gibi, kendisinden ayrılmaya da güzel olduğu için tahammül gösteremez. Tıpkı Hazret-i Peygamber'e müracaat eden kişi gibi olur. Zira rivâyet ediliyor ki, adamın birisi Hazret-i Peygamber'e geldi ve dedi ki:
- Ey Allah'ın Rasûlü! Benim bir hanımım var. Uzatanın elini geri çevirmez.
- Boşa!
- Ama ben onu seviyorum.
- O hâlde boşama, yanında dursun. 54
Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) bu adama hanımını boşamamasını şu hikmetten ötürü emretmiştir: Çünkü bu kişi, kalben sevdiği bu hanımı boşadığı takdirde bu sefer kendisi arkasına düşüp zinâ felâketine düçâr olabilir. Kadının bozulduğu gibi adam da bozulacak. Bu nedenle kadınla beraber durup sıkıntı çekmesini, onu boşadıktan sonra fesâda uğramasından daha hayırlı görmüştür.
Eğer kadın, kocasının malını telef etmek suretiyle veya başka bir şekilde dinî zâfiyete sahipse, yine kocasının bu durumda hayatı karışır. Eğer koca, kadının bu durumuna göz yumar ve ses çıkarmazsa kendisi de günahta kadının ortağı olur ve Allahü teâlâ'nın Tahrim sûresinin altıncı ayetinde 'Nefsinizi ve ehlinizi ateşten koruyunuz' emrine muhalif düşer. Eğer bu durumundan hoşlanmayıp onunla mücadele ederse hayatı boyunca rahat yüzü görmeyecektir.
İşte bu sırra binâen Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) tekrar tekrar dindar bir kadınla evlenmeyi teşvik ederek şöyle demiştir: Kadın, malı, soyu sopu, güzelliği veya dindarlığı için tercih edilir. Sen dindar olan kadını tercih et. 55
Herhangi bir kimse kadını malı veya güzelliği için nikâh ederse o kimse, kadının hem güzelliğinden, hem de malından mahrum olur. Bir kimse kadını sadece dindarlığından ötürü nikâhlarsa Allahü teâlâ ona hem kadının malını ve hem de güzelliğini ihsan eder. 56
Kadını güzelliği için nikâh etmeyin. Kadının güzelliğinin kadını felâkete sürüklemesi mümkündür. Aynı zamanda kadını, malı için de nikâh etmeyin. Zira kadının malının kadını baştan çıkarması mümkündür. Kadını, sadece dindarlığından ötürü nikâhlayın. 57
Hazret-i Peygamber'in bütün bu hadîslerinde dindar kadınlarla evlenmeyi ısrarla teşvik etmesinin hikmeti şudur: Dindar olan kadın, kocasına, din hususunda yardımcı olur. Eğer kadın dindar değilse, kocasını dinî sahadan geri bırakır ve hâlini altüst eder.
Güzel Ahlâk
Dine yardım bakımından ve sadece dinî sahada ilerlemek için, boş vakit elde etmek ancak güzel ahlâk temeline dayanır. Çünkü güzel ahlâk bu sahada önemli bir temeldir. Zira kadın geveze, kötü ahlâklı, saldırgan ve nankör olursa ondan gelen zarar umulan faydadan çok fazladır. Kadınların gevezelikleriyle denenen ve bu sahada sabreden, Allah'ın velî kullarıdır.
Araplardan birisi der ki: Kadınlardan şu altı çeşidiyle evlenmeyiniz: a) Ennâne, b) Mennâne, c) Hannâne, d) Haddâke, e) Berrâka, f) Şeddâka.
Ennâne; çokca inleyen, şikayette bulunan ve daima başı ağrıyormuş gibi başını sarmak suretiyle naz yapan kadın demektir. Bu bakımdan hastalıklı olan veya yapmacıktan kendisini hasta gösteren bir kadınla evlenmekte hiçbir hayır yoktur.
Mennâne ise; kocasına karşı 'Ben senin için şunu yaptım, bunu yaptım' demek suretiyle minnette bulunan kadın demektir.
Hannâne; başka bir adamın aşkıyla yanıp tutuşan veya başka bir kocadan olan çocuğunun aşkıyla yanan hanım demektir. Bu hanımdan da sakınmak ve böyle bir hanımla evlenmemek gerekir.
Haddâke; her şeye göz dikip isteyen hanım demektir. Böyle bir hanımın oburluğu, kocasını gücünün yetmeyeceği yüklerin altına sokar.
Berrâka; iki mânâya gelme ihtimali vardır:
a) Sûni bir parlaklık için bütün gün boyunca yüzünü süsleyen kadın demektir.
b) Kocasıyla beraber sofrada oturup yemekten hoşlanmaz, ancak tek başına yer ve her şeyden müstakil bir paya sahip olmak ister. Bu kelime Yemen Arapçasıdır.
Yemenliler çocuk veya kadın yemekte kızdığı zaman, Berrakat'il-Mer'e (Kadın yemeğe küstü) veya Berraka's-Sabî (Çocuk yemeğe kızdı) derler.
Şeddâka'ya gelince, çenesi düşük ve çokça konuşan kadın demektir. Hazret-i Peygamber'in şu hadîs-i şerifi de bu mânâyı ifade eder:
Allahü teâlâ, çenesi düşük olanlara buğzeder. 58
Rivâyete göre Sâlih el-Ezdî, bir seyahatında Hazret-i İlyas ile bir araya geldi. İlyas (aleyhisselâm) Sâlih'e evlenmesini tavsiye etti ve evlilikten kaçıp ibadete dalmayı yasakladıktan sonra kendisine şöyle dedi: Sakın şu dört grup kadın ile evlenme: a) Muhtelia, b) Mübariye, c) Âhire, d) Naşize.
Muhtelia, her zaman sebepsiz bir şekilde kocasından para karşılığında talâkını satın almak teklifinde bulunan kadın demektir.
Mübâriye, kendi nefsiyle değil de, başka şeylerle ve dünyevî sebeplerle kocasına karşı böbürlenen kadın demektir.
Âhire, dostu olarak bilinen fâsık kadın demektir. Allahü teâlâ böyle bir kadın hakkında Nisâ suresinin 25. ayetinde şöyle buyurmaktadır: 'Gizli dost da edinmeyerek. .
Nâşize, fiil ve sözleriyle daima kocasından yüksekte görünmeyi arzulayan kadın demektir. Zira Nâşiz kelimesi yüksek olan tümseklere denir.
Hazret-i Ali (radıyallahü anh) şöyle demiştir: 'Erkekler için şerli haslet sayılanlar, kadınlar için, hayırlı haslet sayılır. O hasletler de şunlardır: a) Cimri olmak, b) Katı olmak, c) Korkak olmak'.
Zira kadın cimri olduğu zaman, hem malını, hem de kocasının malını korur, muhafaza eder. Katı ve mağrur olduğu zaman, kocasının dışında herhangi bir kimse ile şüphe verici ve yumuşak bir şekilde konuşamaz. Korkak olduğu zaman da, her şeyden korkar, evinden çıkmaz ve böylece şüpheli yerlerde tabii olarak bulunmaktan ve kocasının korkusundan korunmuş olur.
İşte bu hikâyeler, seni nikâh konusunda istenilen ahlâkların tamamına irşad etmektedirler.
Güzel Olmak
Yüz güzelliği de nikâhlanmak istenilen kadında aranan bir sıfattır. Çünkü kadının güzel yüzlü oluşu sayesinde kocası başka felâketlerden korunmuş olur. Zira insanoğlunun tabiatı çoğu zaman çirkin bir kadınla yetinmez. İnsanoğlunun tabiatı nasıl olur da çirkin yüzle yetinir? Oysa denildi ki; güzel yaradılış ile güzel ahlâk çoğu zaman biri diğerinden ayrılmaz.
Bizim daha önce dindar kadın ile evlenmeyi teşvik eden hadîsleri nakletmemiz ve 'kadın sadece güzelliği için nikâh edilmez' deyişimiz, insanı güzelliğin aranmasından menedici bir özellik taşımaz. Onların ifade ettikleri şudur: 'Kadının dini zayıf olduğu hâlde sadece güzelliğinden ötürü alınırsa, bu durum kötüdür'; zira çoğu zaman sadece kadının güzelliği, insanoğlunu kendisiyle evlenmeye iter ve onun dindarlık durumu pek dikkate alınmaz. İşte bu sırra binaen 'kadın sadece güzelliğinden ötürü nikâh edilmez' denilmiştir. Sevgi ve muhabbetin çoğu güzellikle olduğundan, güzelliğe iltifat etmenin gerekliliğine işaret etmektedir. İslâm nizamı eşlerin arasında sevgi oluşturan sebeplerin gözetilmesini teşvik etmiştir ve bu sırra binaen de kendisiyle evlenmek istediği hanıma bakmayı müslüman erkek için müstehab kılarak Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur:
Allahü teâlâ herhangi birinizin kalbine bir hanımla evlenmeyi attığı zaman, o kimse evlenmek istediği hanımı dikkatle incelesin. Çünkü evlenmeden önce bakıp sonra hüküm vermek, eşlerin arasında muhabbet meydana getirmeye daha elverişlidir. 59
Medinelilerin gözlerinde hastalık vardır. Bu nedenle Ensar'dan bir kadınla evlenmek isteyen, onlara dikkatle bakmalıdır. 60
Bu hadîs-i şerifi tefsir eden bazı âlimler, 'Ensar'dan olan kadınların gözlerinde gece körlüğü vardır', bazıları da 'gözleri küçücük olurdu' demişlerdir, Takvâ ehlinden bazıları Ensar'ın kızlarına ancak dikkatle baktıktan sonra, onlarla evlenirlerdi. Böyle yapmaktaki gayeleri, aldanmaktan emin olmalarıdır.
A'meş şöyle demiştir: 'Bakmaksızın ve tedkik etmeksizin olan her evliliğin sonu üzüntü ve sıkıntıdır'.
Herkesin malumudur ki, kadına bakmak, onun ahlâkını, din ve malını göstermez. Bakmakla ancak onun güzelliği çirkinliğinden ayırdedilir.
Rivâyet ediliyor ki: Adamın biri Hazret-i Ömer'in hilâfeti zamanında saçlarını (beyazlarını örtmek için) boyatarak evlendi. Bir zaman sonra saçlarının boyası dökülünce beyaz saçlar görünmeye başladı. Bu manzara karşısında kadının tarafı adamı âdil halîfenin huzuruna götürdüler ve halîfeye dediler ki: 'Biz onu genç zannederek kızımızı ona verdik'. Bu durumu öğrenen Hazret-i Ömer, adamı incitecek derecede döverek şöyle demiştir: 'Sen bu insanları aldatmışsın'.
Rivâyet edildi ki, Bilâl Habeşî ve Suheyb-i Rumî (radıyallahü anh) Araplardan bir kabileye giderek kızlarını istediler. Kız tarafı 'Siz kimsiniz?' diye sordu. Bilâl (radıyallahü anh) 'Ben Bilâl'im, bu da kardeşim Suheyb'dir. İkimizde daha önce dalâlette idik. Allah bizi hidâyete kavuşturdu. Biz köle idik, Allah bizi âzâd eyledi. Biz fakirdik, Allah bizi zengin kıldı. Bu bakımdan eğer siz kızlarınızı bize verirseniz, Allah'a hamd ü senâlar olsun. Eğer bizi reddeder kabul etmezseniz, o zaman Allah her türlü eksiklikten münezzehtir deriz'.
Bu söze muhâtap olan kabile halkı 'Sizi reddetmiyoruz, bilâkis size kızlarımızı vereceğiz ve hamd de Allah'a mahsustur' dediler.
Daha sonra Suheyb (radıyallahü anh) Bilal'e dedi ki: 'Keşke sen bizim İslâm uğrunda katıldığımız savaşlardan ve Rasûlüllah ile beraber olan durumlarımızdan bahsetseydin'. Bunun üzerine Bilâl, Suhayb'e 'sus' dedi; 'sen doğru söyledin ve doğruluk da seni evlendirdi'.
Aldatmak bazen hem güzellikte, hem de ahlâkta olur. Bu bakımdan güzellikteki aldatma, bakmak ve tedkik ile giderilebilir. Ahlâktaki aldatma ise, istenilen kadının durumunu tarif etmek ve dinlemek ile giderilir. O hâlde evlenmeden önce güzelliğine aldanmamak için müşteri gözüyle kadının güzelliğini tedkik etmelidir. Kadının gerek ahlâkını ve gerek güzelliğini doğru, basiret sahibi, zahir ve bâtına vakıf olabilen birisinden öğrenmelidir. Kendisiyle istişâre edilen kişi, istenilen kıza fazla taraftar olmamalı ki kendisinde bulunmayan vasıfları mübalâğalı bir şekile anlatmasın ve aynı zamanda istenilen kıza hased eden bir kimse de olmamalı ki, onun iyi vasıflarını söylemeyip, meziyetlerinden gereği gibi bahsetmesin. Zira tabiatlar nikâhın başlangıcında ve kendisiyle evlenilmek istenen hanımların vasfında ya ifrâta veya tefrite meyledicidir. Bu hususta normal hareket edip doğruyu söyleyen pek azdır. Böyle ihtiyatlı hareket etmek zevcesinden başkasına gönül vermekten korkan bir Mü'min için çok önemlidir.
Zevcesinden sadece sünnet-i seniyyeyi tatbik etmesini isteyen veya çocuk doğurmasını isteyen veya ev işlerini iyi bilmesini bekleyen bir kimseye gelince; eğer bu kimse güzelliğe önem vermez, sadece yukarıda sayılan hasletleri dikkate alırsa, zâhidliğe daha yakın bir hareketi seçmiş olur. Çünkü evlenmek şöyle böyle dünyadan bir kapı olarak kabul edilmektedir. Her ne kadar bazı kimseler için din hususunda yardımcı olursa da bu herkes için değildir.
Ebû Süleyman ed-Dârânî şöyle demektedir: 'Herşeyde zühd vardır. Hatta kadında bile. Kişi dünyada zahidliği tercih ettiği için bazen yaşlı bir kadınla evlenir'.
Mâlik b. Dinar şöyle derdi: "Herhangi biriniz öksüz bir kızla evlenip onunla evlendiği için neden sevap işlemeyi terkediyor? Oysa böyle bir kimse ile evlenirse ona yedirdiği ve giydirdiği zaman o az ile yetinir ve onun nafakası hafif olur. (Buna rağmen) bunu yapmamaktadır. Dünyaperestlerin kızlarını tercih ediyor ve böylece zevcesi şehvetlere dalıp 'Bana şu şu şeyleri giydir' diyor".
Ahmed b. Hanbel, tek gözlü bir hanımı, ondan daha güzel olan kızkardeşine tercih etmiştir. İkisinden hangisi daha akıllıdır' diye sormuş kendisine 'Gözünde körlük olanı daha akıllıdır' demişler. 'O halde onunla evlendirin' demiştir.
Evlenmekten sadece dünyanın zevk ve safâsını düşünmeyenlerin âdeti böyle idi.
Neşesini artıran ve güzelliğiyle zevk ve safâsmı tatmin eden bir hanımı olmadığı takdirde dininden korkan bir kimse, eş olarak güzel kadını tercih etmelidir. Zira helâl ile lezzetlenmek din için koruyucu bir kaledir.
Denilmiştir ki, kadın güzel, ahlâklı, kara kaşlı, siyah saçlı, iri gözlü beyaz renkli oluğu zaman, kocasının sevgilisi olur. Kocasının gözünü haramdan uzaklaştırır. Böyle bir kadın elâ gözlü, cennet hurîlerinin misâlidir. Çünkü Allahü teâlâ cennet kadınlarını bu sıfat ile tavsif ederek şöyle buyurmuştur:
Cennetlerin hepsinde huyları iyi olan güzel yüzlü hanımlar. . . (Rahman/70)
Allahü teâlâ bu ayet-i celîledeki 'hayrat' kelimesinden güzel ahlâklıları kasdetmiştir. Yine cennet kadınları şöyle tavsif edilmektedir:
O cennetlerde gözlerini kocalarından başkasına çevirmeyen hanımlar vardır. . . (Vakıa/56)
Böylece onları hep bâkire kızlar, kocalarına âşık yaşıtlar yaptık. (Vâkıa/36-37)
Âyetteki 'urub' tâbiri, kocasına âşık olan ve kocasını cinsel duygulara sevkeden kadın demektir. Böyle bir kadının verilmesiyle ehl-i cennetin lezzetleri tamamlanır. Hûr kelimesi, beyaz demektir. Havra, elâ gözlü ve siyah saçlı kadın demektir. Ayna ise gözü geniş hâtun demektir.
Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur:
Kadınlarınızın en hayırlısı, öyle bir kadındır ki, kocası kendisine baktığı zaman, kocasını sevindirir. Kocası kendisine emrettiği zaman, kocasına itaat eder ve kocası hazır bulunmadığı zaman da kocasının namusunu ve malını korur. 61
Hanım kocasını sevdiği zaman, kocası kendisine bakmakla sevinir.
Mehri Az Olmak
Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:
Kadınların en hayırlısı, yüzce en güzeli ve mehirce en hafif olanıdır. 62
Hazret-i Peygamber, mehirlerde ifrata kaçmayı yasaklamıştır. 63
Hanımlarından bazısıyla on dirhem ve ev eşyası karşılığında evlenmiştir. Ev eşyası ise, bir el değirmeni, bir su testisi, yüzü deri içi hurma yapraklarıyla dolu bir yastıktan ibaretti. Bazı hanımlarına da iki avuç arpa velimesi vererek evlenmiştir. Diğer birine de iki avuç hurma ve iki avuç kavut vererek evlenmiştir. 64
Hazret-i Ömer (radıyallahü anh) , mehirler hususundaki ifratı yasaklamıştır. Bu hususta derdi ki: 'Allah'ın Rasûlü evlendiği ve kızlarını evlendirdiği zaman, dört yüz dirhemden fazla mehir vermemiştir'. 65
Eğer kadınların mehrinde ifrata kaçmak bir şeref olsaydı, muhakkak ki herkesten önce Hazret-i Peygamber bu şerefi elde etmeye gayret ederdi. Hazret-i Peygamber'in bir kısım ashâbı beş dirhem kıymetinde bulunan altın çekirdekleri mehir vererek evlenmişlerdir. 66
Said b. Müseyyeb, kızını iki dirhem mehirle Ebû Hüreyre'ye götürmüş ve kapıdan kızını içeriye soktuktan sonra geri dönmüştür. Yedi gün sonra kızının hâlini sormak üzere gitmiş ve ona selâm vermiştir. Eğer kişi ulemânın ihtilâfından kurtulmak için, on dirhem mehir ile evlenirse, iyi bir iş yapmış olur. 67
Kadının çabuk evlenmesi, çabuk doğurması ve mihrinin kolay olması, onun bereketli oluşundandır. 68
Hâtunların en bereketlisi, mehir yönünden en az mehirli olanıdır. 69
Kadın tarafından mehirde ifrâta kaçmak mekruh olduğu gibi koca için de kadının malının ne kadar olduğunu sormak mekruhtur. Hiçbir zaman servetine göz dikerek kadınla evlenmek uygun bir hareket değildir. Süfyân es-Sevrî şöyle demiştir: "Kişi evlendiği zaman 'Acaba kadının bir şeyi var mıdır?' derse bil ki o kişi, hırsızdır".
Kişi kayınpederine birşey hediye ettiği zaman, onları daha fazlasını hediye etmeye mecbur etmek gayesiyle hediye etmemelidir. Zira böyle hareket etmek uygun değildir. Kızın ana ve babası da damatlarına bir hediye verdikleri zaman hediyelerinden daha fazlasını istemek niyeti taşırlarsa, onların bu niyetleri bozuk ve çirkin bir niyettir. Hiçbir şey beklemeksizin sadece insanlık için verilen hediyeler ise müstehabdır ve böyle bir hediye muhabbete vesile olur.
Nitekim Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur:
Hediyeleşiniz ve dolayısıyla sevişiniz. 70
Verdiği hediyeden daha fazlasını beklemek ise Allahü teâlâ'nın kötülediği ahlâka dahildir.
Az birşey verip karşılığında çok şey isteme. (Müddessir/6)
Yani daha fazlasını almak için başkasına hediye verme. Aynı zamanda böyle bir hareket Allahü teâlâ'nın şu hükmünün kapsamına girer!
İnsanların mallarında artış olsun diye verdiğiniz faiz Allah katında artmaz. (Rum/39)
Çünkü ayetteki 'Ribâ' kelimesi fazlalık demektir. Bu ise, zımnen fazlayı istemektir. Her ne kadar faiz olmasa bile bütün bunlar mekruh ve nikâh hususundaki bid'atlerdir. Ticaret ve kumara benzer. Nikâhın da esas hedeflerini ifsâd eder.
Çocuk Doğurabilmek
Eğer kısır olduğu bilinen bir kadın ise onunla evlenmekten kaçınmalıdır. Çünkü Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur:
Sevimli ve doğurgan kadınla evleniniz!71
Eğer kadın daha önce evlenmiş değilse ve doğurup doğurmayacağı bilinmiyorsa, onun sağlık ve gençliğine bakmalıdır. Zira kadında sıhhat ve gençlik olunca çoğu zaman doğurgan olur.
Bâkire Olmak
Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) dul bir kadınla evlenen Câbir'e şöyle demiştir:
Neden oynaşabileceğiniz bir bâkire ile evlenmedin. 72
Bâkirelikte üç fayda vardır:
a) Bâkire olan bir hanım kocasını sever ve onunla ünsiyet kazanır. Böylece onun bu durumu muhabbete tesir eder. Hazret-i Peygamber de 'sevimli olan ile evleniniz' dememiş midir? Tabiatlar ilk dost üzerinde titizlikle duracak şekilde yaratılmıştır. Daha önce erkekleri denemiş, onların hâllerini görmüş bir kadın ise, çoğu zaman göreneklerine zıt düşen bazı vasıflara razı olamaz. Dolayısıyla kocasından soğur.
b) Bâkire olmak, kocası tarafından daha fazla bir şekilde sevilmeye vesile olur. Çünkü tabiat, başka bir kimse tarafından ellenmiş bir hanımdan az da olsa ürker ve kocası bu durumu hatırladıkça tabiatına ağır gelir. Hele bazı tabiatlar bu konuda daha ürkektirler.
c) Dul olan bir kadın, daima ilk kocasını hatırlar. Zira muhabbet çoğunlukla ilk dost ile güçlü olur.
Soylu Olmak Kişinin evleneceği kadın dindar ve sâlih bir ailenin kızı olmalıdır. Çünkü böyle bir kadın çocuklarını dindar olarak yetiştirir. O halde kadın, terbiye görmemiş ise, çocuklarına edep ve terbiye vermeyi nasıl bilir?
Bu sırra binaen Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:
Mezbelelikte biten yeşillikten (çiçekten) sakınınız. 73
Bunun üzerine kendisine şöyle soruldu: 'Mezbelelikte biten yeşillik de nedir?7 Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) 'Kötü bir ailede yetişen güzel kadın demektir' diye cevap verdi.
Tohumlarınız için (münbit bir arazi) seçiniz. Zira damar çok çekicidir. 74
Yakın Akrabalardan Olmamak
Çok yakınlarından olmamalıdır. Zira yakınlık derecesi ne kadar fazlaysa şehveti o nisbette azaltır.
Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) bu konuda şöyle buyurmuştur:
Pek yakınınız olan bir kadınla evlenmeyiniz. Çünkü çocuk cılız olur. 75
Böyle bir evlenmenin mahzuru olan çocuğun cılız olması, şehvetin azalmasına vesile olmasından ileri gelir. Zira şehvet ancak bakış ve dokunuşla kabaran hissin kuvvetiyle gelişir. Hissin kuvvetlenmesi ise hoşa giden ve yeni karşılaşılan şeylerde daha fazla olur. Öteden beri görüp tanıdığı bir kadına karşı bu his zayıflar ve şehvet uyanmaz olur.
İşte buraya kadar saydığımız hasletler insanı kadınla evlenmeye teşvik eden hasletlerdir. Kadının velisinin de damat olacak kimsenin hasletlerine dikkat etmesi gerekir. Bu nedenle baba, kızı için iyi bir damat seçmelidir. Kızını ahlâk veya şekil bakımından çirkin olan, yahut da dini zayıf olan veya kızının hakkını yerine getirmekten aciz bulunan veya nesepte kızına denk olmayan birisiyle evlendirmemelidir.
Nitekim Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:
Nikâh köleliktir (köleliğe benzer) . Bu bakımdan kızınızı kime verdiğinize dikkat edin. 76
Kadın hakkında ihtiyatlı hareket etmek, daha önemlidir. Çünkü kadın nikâh ile (âdeta) köleleştirilir. Kadın için bu durumdan kurtuluş yolu yoktur. Koca ise, her an boşayabilir. Bu bakımdan kişi kızını zâlim, fâsık, bid'atçı veya içkici bir kimse ile evlendirirse dinine saldırmış olur ve kendisini sıla-i rahmi gözetmediği ve ahlâklı dâmat seçmediği için Allah'ın şiddetli kahrına mâruz bırakır.
Kızının tâlipleri çok olan bir kimse, Hasan-ı Basrî'ye 'Kızımı şu kimselerden hangisine vereyim?' diye sorunca şöyle cevap verdi: 'Kim Allah'tan daha fazla korkarsa ona ver. Çünkü böyle bir kimse kızını severse onu ikrâma garkeder. Eğer ondan hoşlanmazsa ona zulmetmez'.
Hazret-i Peygamber de bu konuda şöyle buyurmuştur:
Kızını fâsık bir kimse ile evlendiren, kızı ile olan ilgisini kesmiş demektir. 77
50) Müslim ve Buhârî, (İbn Ömer'den)
51) Müslim
52) Mülâanet veya lian, kocanın, doğan çocuğun kendisinden olmadığını, veled-i zinâ olduğunu, dolayısıyla hanımının zinâ ettiğini iddia etmesi; şahidleri olmadığı için ancak fıkıhta belirtilen şekilde dört kez yemin ederek hanımının zina ettiğini gördüğünü söylemesi ve beşincisinde 'Eğer ben hanınıma iftira atıyorsam, Allah'ın lâneti üzerime olsun' diye yemin etmesidir. Kadının da zinâ cezasından kurtulması için, aynı şekilde dört kez zinâ etmediğine dair Allah adına yemin etmesi ve beşincisinde 'Eğer ben yalan, söylüyorsam Allah'ın laneti benim üzerime olsun' demesi gerekir.
Böylece çocuğun nesebi hanımın kocasından ayrılmış olur. Çocuk sadece annesinin varisi olur ve çocuk öldüğünde de varisi, sadece annesidir.
53) Şayet ihramda oldukları halde veya birisi ihramda olduğu halde nikâh kıyarlarsa nikâhları fasiddir. Aralarında karı-koca ilişkisi cereyan ederse bu zina olur.
54) Ebû Dâvud ve Nesâî
55) Müslim ve Buhârî
56) Taberânî
57) İbn Mâce
58) Tirmizi
59) İbn Mâce
60) Müslim
61) Nesâî
62) İbn Hıbbân
63) Sünen sahipleri
64) Ebû Dâvud, Tayâlâsî, Bezzâr
65) Tirmizî
66) Müslim ve Buhârî
67) Bâzı âlimlere göre mehrin en azı on dirhem olmalıdır. Bu sebeple bu ihtilâftan kurtulmak için en az on dirhem mehir vermek gerekir.
68) İmâm-ı Ahmed ve Beyhakî
69) Ebû Ömer et-Tukanî
70) Buhârî, ei-Edeb'ul-Müfred ve Beyhakî
71) Ebû Dâvud ve Nesâî
72) Müslim ve Buhârî
73) Darekutnî el-İfrad
74) Deylemî
75) İbrahim el-Harbî
76) Ebû Ömer et-Tukânî ve Beyhakî
77) Ebû Ömer et-Tukânî ve Beyhakî
NİKÂH ÂDÂBI KONUSU DEVAMI;