İHYÂ-İ ULÛMİ'D-DÎN | NİYYET, İHLÂS VE SIDK

 1. Giriş

1. Giriş

Allahü teâlâ'ya şükredenler gibi hamd, yakîn sahipleri gibi îman eder; vahdâniyetini de sâdıklar gibi ikrâr ederizÂlemlerin rabbi, göklerin ve yerin yaradanı olan; cinleri, insanları ve mukarreb melekleri, kendisine ihlaslı bir şekilde ibadet etmekle mükellef kılan Allah'tan başka ma'bûd olmadığına şahidlik ederiz.

Oysa kendilerine, dini yalnız Allah'a, hâlis kılıp O'nu birleyerek Allah'a kulluk etmeleri, namazı gereği gibi kılmaları ve zekâtı vermeleri emredilmiştir. (Beyyine/5)

Bu bakımdan kuvvetli ve hâlis din ancak Allah'ındır; çünkü Allahü teâlâ müşriklerin (ortak koşanların) şirklerinden münezzehtir.

Salât ve selâm, O'nun Rasûlü, peygamberlerin efendisi Hazret-i Muhammed'in (aleyhisselâm) (sallâllahü aleyhi ve sellem) , tertemiz âl ve ashâbın ve bütün peygamberlerin üzerine olsun!

Kalp sahipleri, îman basireti ve Kur'ân nûruyla anlamışlardır saadete kavuşmak ancak ilim ve ibadetle mümkündür'İnsanların hepsi helâk olmuşlardır; ancak âlimler müstesna. . . Âlimler de helâk olmuşlardır, ancak amel edenler müstesna. . . Amel edenlerin de hepsi helâk olmuşlardır; ancak ihlâs sahipleri müstesna. . . İhlâs sahipleri de büyük bir tehlike ile karşı karşıyadırlar'1 Bu bakımdan niyetsiz amel, boşuna yorulma demektirİhlâssız niyetse riya sayılır; riya da münafıklığın dengi olup isyan ile eşittirSıdk ve tahkik olmaksızın ihlâs hebâ olur!

Nitekim Allahü teâlâ, kendisinden başkasının da karıştırıldığı ameller hakkında şöyle buyurmuştur:

Yaptıkları her işin önüne geçmişiz de onu (etrafa) saçılmış zerre haline getirmişizdir. (Furkan/23)

Niyetin hakîkatini bilmeyenin niyeti nasıl doğru olabilir? İhlâsın hakîkatini bilmediği halde niyetini tashih ettiğini (düzelttiğini) zanneden kişinin niyeti nasıl hâlis olabilir veya sıdkın (doğruluğun) mânâsını bilmeyen bir muhlis, nasıl olur da nefsinden sıdk bekleyebilir?

Bu bakımdan Allah'a ibadet etmek isteyen her kula düşen ilk vazife, önce niyeti öğrenmektir ki marifeti elde edebilsin. Sonra kurtuluş vesilesi olan ihlâs ve sıdkın hakîkatini anladığında onu (niyeti) amel ile doğrulasınBiz bu kitapta niyet, sıdk ve ihlâs'ın mânâlarını üç bölümde zikredeceğiz:

Birinci Bölüm: Niyet'in ve mânâsının hakîkati İkinci Bölüm: İhlâs ve hakîkatleri Üçüncü Bölüm: Sıdk ve hakîkati

1) Bu söz", Sehl et-Tüsterî'ye nisbet edilmiştir. (Bkz. İthâfu's-Saâde, X/3)

37-1

2. Niyet'in Fazileti

Niyet'in Fazileti, Hakîkati, Amelden Hayırlı Olması; Nefisle İlgili Amellerin Fazileti ve Niyet'in Kulun İhtiyar'ından Hariç Oluşu

Rablerinin rızasını dileyerek sabahakşam O'na dua edenleri (fakirleri onlarla bir arada bulunmak istemeyen müşriklerin arzularına uyarak yanından) kovma! (En'âm/52)

Ayette bahsi geçen dileme'den gaye niyet'tir.

Hadîsler

Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

Amellerinin doğruluğu veya kemâle ermesi ancak niyetlere bağlıdırİnsan için, neye niyet etmişse ancak o vardırBu bakımdan kimin hicreti Allah'a ve Rasûl'üne olursa, onun hicreti Allah ve Rasûl'ünedirKim de dünyaya veya evleneceği bir kadına hicret etmişse, onun hicreti (niyeti) de hicret ettiğinedir2

Ümmetimin şehidlerinin çoğu, yataklarında ölenlerdirDüşmanla çarpışırken öldürülen niceleri vardır ki onların niyetini Allah daha iyi bilir3

Eğer (karı-kocanın) arasının açılmasından endişe duyarsanız erkeğin ailesinden bir hakem ve kadının ailesinden bir hakem gönderinBunlar uzlaştırmak isterlerse Allah onların arasını bulur. (Nisâ/35)

Görüldüğü gibi, Allahü teâlâ, bu ayette, niyeti (istemeyi) karı-kocanın barışmasına sebep kılmıştır.

Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur:

Muhakkak ki Allahü teâlâ, suretlerinize ve mallarınıza değil, ancak kalplerinize ve amellerinize bakar4

Allahü teâlâ kalplere, niyet'in yeri olmasından dolayı bakar.

Kul güzel ameller işlediğinde melekler onları mühürlü sayfalar içerisinde yükseltip götürürler ve Allah'ın huzuruna koyarlarBunun üzerine Allahü teâlâ şöyle buyurur:

- Şu sayfayı atınız! Zira içindeki amelle benim rızam kasdedilmemiştir.

Sonra meleklere seslenir:

- O kul için şunu yazınızO kul için bunu yazınız!

- Ey rabbimiz! O bunların hiç birini işlemedi ki?!

- İşlemedi, fakat niyet etti!5

Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur: İnsanlar dört sınıftır:

a) Allah'ın, kendisine ilim ve mal verdiği kişidir ki ilmiyle malında tasarruf eder!

b) Onun bu halini görüp de 'Eğer Allah buna verdiğinin benzerini bana verirse, ben de onun yaptığı gibi yaparım' diyenkimse.

Bu iki kişi sevapta eşittirler.

c) Allah'ın, kendisine mal verip de ilim vermediği kişidir ki cehaletinden ötürü malını har vurup harman savurur.

d) Üçüncünün halini görüp de 'Eğer Allah buna verdiğinin benzerini bana verseydi onun yaptığı gibi yapardım!' diyenkimse.

Bu ikisi de günahta eşittirler6

Allahü teâlâ'nın, niyetinden ötürü kişiyi başka bir kişinin iyi veya kötü amellerine nasıl ortak kıldığına dikkat ediniz!

Enes b. Mâlik'in rivâyet ettiğine göre, Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) Tebük seferine giderken şöyle buyurmuştur:

Medine'de bazı kişiler vardır ki orada oldukları halde, geçtiğimiz her bir derede, kâfirleri öfkelendirecek şekilde attığımız her adımda, yaptığımız her infakta kazandığımız sevabı bizimle paylaşmaktadırlar!

- Ey Allah'ın Rasûlü! Onlar bizimle birlikte olmadıkları halde bu fazileti nasıl elde edebiliyorlar?

- Kendilerini özürleri geri bırakmıştıBu bakımdan onlar niyetlerinin güzelliğiyle bize ortak oldular7

İbn Mes'ûd (radıyallahü anh) şöyle diyor:

Hazret-i Peygamber 'Kişi için, ancak neyi istemek üzere hicret etmişse o vardır' buyurmuşturGerçekten de bizden bir kişi hicret ederek Ümmü Kays adında bir kadınla evlendiBundan dolayı bu kişiye 'Ümmü Kays muhâciri' adı verildi8

Bir haberde şöyle denilmiştir: "Bir kişi Allah yolunda öldürüldü; fakat kendisine 'Merkebin ölüsü' adı verildiÇünkü o, karşısındaki kişinin eşyalarını ve merkebini almak için dövüştüğü sırada öldürülmüştüDolayısla niyetine nisbet edilerek kendisine bu isim verildi".

Ubâde bSâmit Hazret-i Peygamber'den şöyle rivâyet eder:

Yalnızca ganimet elde etme niyetiyle harbe katılan kimse için ancak niyet ettiği vardır9

Ubeyy b. Ka'b şöyle anlatıyor: "Birlikte harbe katıldığımız bir kişiden yardım istedimBana 'Hayır! Ancak bana bir ücret verirsen yardım ederim!' dediBunun üzerine ona ücret verdimDaha sonra bu durumu kendisine anlattığımda Hazret-i Peygamber şöyle buyurdu:

Onun için gerek dünyasında, gerek de âhiretinde senin verdiğin ücretten başka bir nasib yoktur10

İsrâiliyât'ta şöyle anlatılıyor: "Adamın biri bir kıtlık senesinde, bir kum yığınının yanından geçerken, kendi kendisine 'Eğer bu kum yığını yiyecek olsaydı onu halk arasında taksim ederdim' diye düşündüBunun üzerine Allahü teâlâ, onların peygamberine vahiy göndererek şöyle buyurdu:

O kuluma de ki: Allahü teâlâ senin sadakanı kabul edip güzel niyetine teşekkür ettiSana, o kum yığını kadar yiyeceği sadaka olarak dağıtmışın gibi de sevap verdi'.

Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur:

Kim bir iyiliğe niyet eder, fakat onu yapmazsa kendisine bir sevap yazılır11

Abdullah bAmr'ın rivâyet ettiği bir hadîste Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur:

Kimin niyeti dünya ise Allah onun fakirliğini gözlerinin arasında kılarO dünyadan, onu en çok istediği halde ayrılırKimin de niyeti âhiret ise, Allah onun kalbini zengin kılarKaybettiklerini onun için derlerO dünyadan, ondan en zâhid olduğu (onu en çok istemediği) halde ayrılır12

Hazret-i Peygamber bir keresinde, Mekke ile Medine arasında yere batacak bir ordudan bahsettiBunun üzerine Ümmü Seleme vâlidemiz şöyle sordu:

- Onların içinde istemeyerek (zorla) veya bir ücret karşılığı götürülenler vardır. (Bunlar niçin ne buyuruyorsunuz?)

- Onlar, niyetleri üzere haşrolunurlar!13

Hazret-i Ömer (radıyallahü anh) Hazret-i Peygamber'in şöyle buyurduğunu rivâyet eder:

Savaşanlar, ancak niyetler üzerinde savaşırlarİki ordu, karşı karşıya geldiğinde, melekler yere inerek insanları, yazarlar: 'Filan adam dünya için, falan adamsa gayretkeşliğinden (hamiyyetinden) dolayı dövüşüyorFilan adam da asabiyet (ırkçılık) için dövüşüyor'.

Sakın (rastgele) 'Filan adam Allah yolunda öldürüldü!' demeyiniz! Zira Allah yolunda çarpışan kimse, (ancak) Allah'ın kelimesi (dini) en yüce olsun diye çarpışan kimsedir14

Câbir'den rivâyet edildiğine göre: Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur:

Her kul, hangi niyet üzerinde ölürse o niyet üzere haşrolunur15

Ahmed bEbî Bekre'nin rivâyet ettiği bir hadîste Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur:

İki müslüman kılıçlarıyla karşı karşıya geldiklerinde hem öldüren, hem de öldürülen cehennemdedir.

- Ey Allah'ın Rasûlü! Öldüreni anladık, fakat öldürülenin suçu nedir?

- Çünkü öldürülen de karşısındakini öldürmeye niyet etmişti!16

Ebû Hüreyre'nin rivâyet ettiği bir hadîste de Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur:

Kim Allah için koku sürerse, kıyâmet gününde kokusu miskten daha hoş olduğu halde haşredilirKim de Allah'tan başkası için koku sürerse kıyâmet gününde huzura, kokusu leşten daha kötü olduğu halde gelir.

Ashâb'ın ve Âlimlerin Sözleri

Hazret-i Ömer (radıyallahü anh) şöyle demiştir: 'Amellerin en üstünü, Allah'ın farzlarını edâ etmek, haramından sakınmak ve Allah katında niyetin doğruluğudur'.

Sâlim bAbdullah, Ömer b. Abdülâziz'e şunları yazdı: 'Bil ki Allah'ın yardımı kulun niyeti nisbetindedirBu bakımdan kimin niyeti tam ise, Allah'ın ona yapacağı yardımı tamdırKimin niyeti de eksikse ona yapılacak yardım da o nisbette eksilir'.

Seleften bir zat şöyle demiştir: 'Nice küçük amel vardır ki niyet onu büyütür nice büyük amel de vardır ki niyet onu küçültür'.

Dâvud et-Tâî şöyle demiştir: 'İyi insanın niyeti takvâdırOnun bütün azaları dünyaya yapışsa bile, niyeti birgün kendisini mutlaka doğruya iletecektirCahilin durumu ise bunun tam aksinedir'.

Süfyân es-Sevrî şöyle demiştir: 'Sizin ameli öğrendiğiniz gibi selef de amel için niyeti öğreniyorlardı'.

Âlimlerden bir zat şöyle demiştir: 'Amel etmezden önce amel için niyet edilmelidir; zira insan hayra niyet ettiği sürece hayırlı demektir'.

Müridin biri âlimleri ziyaret ederek 'Bana, kendisiyle hiç durmadan Allah için çalışabileceğim bir amel gösterir misiniz? Zira ben, gece veya gündüz üzerimden, Allah için çalışamadığım bir saatin bile geçmesini istemiyorum' derdiNihayet bir âlim kendisine 'Sen isteğini elde etmişsinBu bakımdan gücün yettiği kadar hayır işle! Hayır işlemekten gevşediğinde veya terkettiğinde onu işlemeye niyet et; zira hayrı işlemeye niyet eden de tıpkı işleyen gibidir' dedi.

Seleften bir zat da şöyle demiştir: 'Allah'ın sizlere vermiş olduğu nimetleri sayılamayacak kadar çokturMuhakkak ki günahlarınız bildiklerinizden daha gizlidir; fakat siz sabah akşam tevbeye devam edinizAllahü teâlâ bu iki vakit arasında yaptıklarınızı affedecektir!'

Îsa (aleyhisselâm) şöyle demiştir: 'Herhangi bir günaha, kasd ve niyet etmediği halde uyuyan ve yine herhangi bir günaha atılmadığı halde uyanan göze ne mutlu!'

Ebû Hüreyre şöyle demiştir: İnsanlar kıyâmet gününde niyetlerine göre haşrolunacaklardır'.

Andolsun biz sizi deneyeceğiz içinizden cihad edenleri ve (güçlüklere) sabır gösterenleri bilelim ve söylediğimiz sözlerin (doğru olup olmadığını) sınayalım. (Muhammed/31)

Fudayl b. İyaz bu âyeti okuduğunda ağlamış; sonra tekrar okuyarak şöyle demiştir: ' (Ey rabbim) ! Eğer sen imtihan edersen, yırtıp (gizli hallerimizi ortaya çıkarıp) bizleri rezil edersin'.

Hasan-ı Basrî şöyle demiştir: 'Cennetlikler cennette, cehennemlikler de cehennemde, ancak niyetlerinden dolayı ebedî kalırlar!'

Ebû Hüreyre şöyle demiştir: Tevrat'ta şöyle yazılıdır: 'Kendisiyle rızamın niyet ve irade edildiği şey'in azı çokturKendisiyle benden başkasının niyet ve irade edildiği şey'in de çoğu azdır'.

Bilâl bSa'd şöyle demiştir: 'Kul Mü'min olduğunu söylediğinde Allahü teâlâ ameline bakmadan onu sözüyle başbaşa bırakmazAmel ettiğinde ise takvâsına bakmadan onu ameliyle başbaşa bırakmazTakvâ sahibi olduğunda da neye niyet ettiğine bakmadan onu bırakmazEğer niyeti doğru ise, diğer hareketleri haydi haydi doğrudur'.

Amellerin direği niyetlerdirBu bakımdan amel, hayır olabilmesi için niyete muhtaçtırNiyet de her ne kadar birtakım mânilerden dolayı kendisine göre amel etmek zor olsa da aslında bir hayırdır.

2) Müslim, Buhârî

3) İmâm-ı Ahmed

4) İmâm-ı Ahmed, Müslim ve İbn Mâce

5) Dârekutnî

6) İbn Mâce

7) Buhârî

8) Taberânî

9) İmâm-ı Ahmed

10) Taberânî

11) İbn Mâce

12) İbn Eb'id-Dünya

13) Müslim, Ebû Dâvud

14) İbn-i Mübârek

15) Müslim

16) Müslim, Buhârî, Ebû Dâvud ve Nesâî

17) İmâm-ı Ahmed

3. Niyet'in Hakîkati

Niyet, irade ve kasd aynı mânâya gelen ibareler olup kalbin bir hali ve sıfatıdırNiyet, iki şey arasındadır: İlim ve amelİlim bunun öncüsüdür; zira ilim, onun aslı ve şartıdırAmel ise, ona tâbidir, zira onun meyvesi ve dalıdırBunun hikmeti de şudur: Her amel (her hareket ve sükûn) ihtiyarî olup ancak üç şeyle tamamlanır:

aİlim

bİrade

cKudret

İnsan bilmediği bir şeyi irade edemezBu bakımdan bir şeyi irade edebilmesi için onu bilmesi lâzımdırİrade etmediğini ise işlemezBu bakımdan bir şeyi işlemesi için de onu irade etmesi gerekirİradenin mânâsı kalbin gayesine uygun bulduğu şeye yönelmesi demektirBu uygunluk ya içinde bulunan anda ya da gelecekte olurAllahü teâlâ insanı bazı işlerin kendisine veya hedefine uygun geleceği, bazı işlerle de çelişeceği bir şekilde yaratmıştır.

Bu bakımdan insan nefsine uygun gelenleri anma, nefsine zıt olan zararlı şeyleri uzaklaştırma ihtiyacı hissederDolayısıyla fayda veya zarar verici şeyleri bilmek zorundadır ki faydalı olanları alıp zararlılardan kaçabilsin; zira yiyecek maddelerini görmeyen ve tanımayan kimsenin ona el uzatması mümkün değildirAteşi görmeyen kimsenin de ateşten kaçması düşünülemezBu bakımdan Allahü teâlâ hidayet ve marifeti yaratmış; bunlara zâhir ve bâtın duyulardan ibaret olan sebepleri halk etmiştirAncak bunları açıklamak buradaki maksadımız dışındadır.

İnsan yiyecek maddelerini gıdayı görüp tabiatına uygunluğunu bilse dahi tabiatında ona karşı bir istek bulunmadığı takdirde onu edinme ihtiyacı hissetmez; zira hasta yiyecek maddelerini görüp, tabiatına uygunluğunu bildiği halde isteği olmadığından, harekete geçirici teşvikçisi bulunmadığından faydalanma imkânından mahrumdurÖyleyse Allahü teâlâ, İnsan oğlunda istek ve iradeyi yaratmıştırİstek ve iradeden gayem; onun nefsinde yiyecek maddelerine karşı bir iştah ve kalbinde onlara yöneltici bir kudret yaratmaktır. Sonra bu da yetmez; zira nice kimseler vardır ki yemeği görür, isteği de olur; fakat kötürüm olduğundan dolayı onu yemeye bir türlü muvaffak olamazBu bakımdan İnsan oğlu için kudret ve hareket ettirici azalar yaratıldı ki onunla yemeği daima yeme imkânını elde etmiş olsunAza ise ancak kudretle hareket ederKudret iteleyici ve teşvik edici bir âmili; bu âmil de ilim ve marifeti veya zan ve itikadı beklerBu da kişinin, nefsinde, gördüğü şeyin kendisine uygun olduğunu bilmesi demektirKişinin marifeti, gördüğü şeyin nefsine uygun olduğu hususunda kesinleştiği ve kendisinde bunu yapma mecburiyeti hissettiği ve kendisini onu yapmaktan alıkoyacak karşı bir kuvvet de bulunmadığı takdirde irade harekete geçer ve o şeye karşı meyil oluşurİrade harekete geçtiğinde kudret de azaları harekete geçirmek için faaliyete geçerBu bakımdan kudret iradenin hizmetindedir; irade ise inanç ve marifetin hükmüne tabidirBu durumda niyet, mutavassıt bir sıfattan ibaret olup, irade hedefe uygun olana rağbet ve meylin hükmüyle nefsin harekete geçmesidirBu uygunluk da ya içerisinde bulunan anda ya da gelecekte sözkonusudur.

Bu bakımdan ilk hareket ettirici, hedefin bizzat kendisi olup bu da iteleyici kuvvettirİteleyici gaye, niyet edilen maksadın ta kendisidirHarekete geçmeyi kabul etmekse kasd ve niyettirKudretin; azaların hareketiyle iradenin hizmetine koşması amelin ta kendisidirAncak kuvvetin amel için harekete geçmesi, bazen bir teşvikçi ile bazen bir fiil hususunda bir araya gelen iki teşvikçi ile olurBazı durumlarda bu teşvikçinin her biri tek başına kuvveti harekete geçirmeye kâfidirBazen her biri tek başına bunu yapamaz; ancak bir araya geldikleri takdirde yapabilirBazen de bir tanesi kâfi gelmesine rağmen diğeri ona yardım edici ve onu takviye edici olarak harekete geçerBöylece bu taksimattan dört kısım meydana gelirBiz, her bir kısım için bir misal vereceğiz ve o kısmın adını söyleyeceğiz.

Bir

Bir tek iteleyici kuvvetin yalnız başına olmasıdırNitekim yırtıcı bir hayvanın hücumuna mâruz kalan bir insan o hayvanı her gördükçe yerinden fırlarBu insanı ürküten şey, yırtıcı hayvandan kaçma isteğinden başka birşey değildirBu insan yırtıcı hayvanı görmüş ve onun zararlı olduğunu anlamıştırBu yüzden nefsi kaçmaya teşebbüs edip rağbet göstermiştirBu teşebbüs gereğince kudreti harekete geçmiştirBu kişinin niyeti yırtıcı hayvandan kaçmaktır; zira ayağa kalkmakta başka bir gayesi yokturİşte bu niyet hâlise adını alırBu niyet gereği yapılan amele de, iteleyici hedefe nisbetle ihlâs denirMânâsı başkasının müşâreketinden (ortaklığından) ye karışmasından arınmış demektir.

İki

İki iteleyicinin bir araya gelmesidirÖyle ki bunların her biri, kudreti tek başına harekete geçirmeye yeterlidirBuna, duyularla hissedilen şeylerden şu misali verebiliriz: Bazen iki kişi bir şeyi kaldırma hususunda yardımlaşırlarOysa bunların her biri tek başına dahi onu kaldırabilirdi.

Konumuzla ilgili olarak da şu misâli verebiliriz: Bir şahıstan, fakir bir akrabası bir ihtiyacının giderilmesini isterO da fakirliğinden ve akrabalığından dolayı ihtiyacını giderir. Sonra şunu da bilir ki eğer fakirliği olmasaydı, sadece akrabalığından dolayı; akrabalığı olmasaydı sırf fakirliğinden dolayı onun ihtiyacını giderecektiHatta yine anlamıştır ki zengin bir akrabası dahi gelseydi onun ihtiyacını yerine getirmek için de çalışacaktıDoktorun kendisine Arefe gününde yemeği bırakmasını emrettiği kimsenin durumu da böyledirBu kimse o gün oruç tutar ve Arefe günü olmasa bile, korunmak için yine yemek yemeyeceğini ve korunmak için olmasa dahi Arefe günü olduğundan dolayı yemeği terkedeceğini bilirOysa burada ikisi bir araya geldiBundan dolayı o da yemeği terkettiİşte burada ikinci iteleyici, birincinin arkadaşıdırBu duruma iteleyicilerin arkadaşlığı adını verelim.

Üç

İteleyicilerden her birinin, tek başına kaldığında iş görememesidirFakat ikisinin bir arada bulunması, kudreti harekete geçirmeye yeterBunun hissedilen şeylerde misali; iki zayıf kişinin, tek başlarına kaldıramadıkları bir yükü kaldırma hususunda yardımlaşmalarıdırKonumuzla ilgili olarak da şu misali verebiliriz: Kişi, zengin bir akrabasının veya yabancı bir fakirin istediği parayı vermez; fakat fakir bir akrabasının istediği parayı verirBurada kişiyi bu hayra davet eden kuvvet iki teşvikçinin bir araya gelmesisiyle harekete geçmiştir ki bunlar akrabalık ve fakirliktirHem sevap kazanmak, hem de övülmek için açıktan sadaka veren kişi de böyledirSevap kazanma kastı tek başına bu kişiyi sadaka vermeye teşvik etmezDiğer taraftan sadakayı isteyen fâsık olup aldığı sadakada sevap yoksa, sadece riyakârlık da bu kişiyi sadaka vermeye itelemezAncak ikisi bir araya geldiğinde kalbi harekete geçirebilirlerO halde, biz bu kısma müşareket (ortaklık) adı verelim.

Dört

Teşvikçilerden birinin tek başına iş görebildiği halde ikincisinin kendi başına iş görecek durumda olmamasıdırFakat ikincisi birinciye eklendiğinde yardım edip kolaylaştırmak suretiyle ona tesir ederBunun duyularla hissedilenlerde misali; zayıf bir kimsenin, herhangi bir yükü kaldırmaya gücü yeten kuvvetli birine yardım etmesidirKuvvetli olan, o yükü tek başına kaldırabilir; zayıf olansa onu tek başına kaldıramazYardımı kolaylaştırır; hafiflemesinde müsbet bir rol oynarKonumuzla ilgili misali; İnsan oğlunun sadakayı eda ettiği sırada halktan bir grubun orada bulunmasıdır.

Bu fiil, orada bulunanların görmeleri sebebiyle kişiye daha da kolay gelirAncak kişi, tek başına tenha bir yerde olsa dahi o fiili işlemek hususunda gevşeklik göstermeyeceğini ve yine amel sırf ibadet olmasaydı sadece riyanın kendisini bu amele zorlayamayacağını bilirBu bakımdan bu, niyete arızî olarak katılan bir şeydirÖyleyse biz bu kısma muavenet adını verelim.

İkinci teşvik edici, ya arkadaş veya ortak ya da yardımcı olurBunların hükmünü İhlâs bölümünde söyleyeceğizŞimdi ise gayemiz; niyetlerin kısımlarını açıklamaktırÇünkü amel, kendisini teşvik edene tâbidirBu bakımdan amel, niyete göre hüküm kazanır'Ameller ancak niyetlere göredir' denilmiştir; çünkü ameller (niyete) tabidir ve esasında hükümleri yokturHüküm ancak tâbi oldukları şeye (niyete) aittirÇünkü, kişi, kalbiyle Allah'ı zikretmeye veya müslümanların maslahatları hakkında düşünmeye niyet ettiğinde; hadîsin bu şekilde anlaşılması hâlinde; düşünmeye niyetlenmesinin, bilfiil düşünmekten daha hayırlı olması gerekirdi.

Bazılarına göre de tercihin sebebi şudur: 'Niyet amelin sonuna kadar devam ederAmeller ise devam etmezler'Oysa bu izah zayıftırÇünkü bu durumda hadîsin mânâsı 'Çok amel az amelden daha hayırlıdır' şekline dönüşürOysa durum hiç de böyle değildirZira namazın niyeti bazen kısa bir süre, ameleri ise daha uzun süre devam ederOysa hadîsin mânâsının böyle kabul edilmesi durumunda şahsın niyeti amelinden (namazından) daha hayırlı olur.

Bazılar ise "Bu hadîsin mânâsı; 'Niyet mücerred olarak, niyetsiz mücerred amelden daha hayırlıdır' demektir" derlerBu söz doğru olmakla birlikte hadîsten bu mânânın kastedilmiş olması uzak bir ihtimadir; zira niyetsiz veya gafletle yapılan amel, asla hayırlı değildirNiyet ise, mücerred hayırdırOysa tercih, hayrın esasında ortak olanlar arasında yapılır.

Bilakis bu hadîsle kastedilen mânâ şudur: Her ibadet, niyet ve amele tanzim olunurOysa hem niyet, hem de amel hayırlardandırFakat taatan olan niyet amelden hayırlıdırHer birinin maksuda etkisi olmakla birlikte taat olan niyet, yine taat olan amelden daha hayırlıdırGaye şudur: Kul için hem niyette hem de amelde, bir tercih vardırO halde her ikisi de ameldirBu tür niyet en hayırlılarıdırİşte hadîsin mânâsı bu söylediklerimizden ibarettir.

Niyet'in amele tercih edilmesinini ve ondan hayırlı kabul edilmesinin sebebine gelince, bunu ancak dinin maksad ve yolunu, bu yolun maksada varıştaki tesirinin son hududunu bilen; eserlerin bir kısmını diğerleriyle mukayese edip maksuda nisbetle en kuvvetlisini öğrenmek için çabalayan anlarMeselâ 'Ekmek meyveden daha hayırlıdır' diyen kimse, bu sözüyle şunu kastetmiştir: 'Ekmek, gıdalanma maksuduna nisbetle meyveden daha hayırlıdır!' Bu mânâyı ise, ancak gıdanın bir maksadı olduğu ve bunun da sıhhat ve hayatın idamesi olup gıdaların sıhhat ve hayatı devam ettirmede değişik tesirlerin olduğunu öğrenen; her birinin tesirini bilen ve bir kısmını diğerleriyle mukayese eden kimse anlar! İbadetler de kaplerin gıdasıdırMaksad; kalplerin şifası, idâmesi, âhirette felah bulması, Allah ile mülâki olmak suretiyle nimetlenip saadete ermesidirÖyleyse maksad, sadece Allah'ın mülâkatı ile saadet zevkidirAllah'ın mülâkatı ile de ancak Allah'ı seven ve O'nu ârif olarak (tanıyarak) ölen kimse nimetlenirAllah'ı tanımayan, O'nu asla sevemezAllah'ı uzun süre anmayan da rabbine asla yaklaşamazBu bakımdan ünsiyyet (yaklaşma) , ancak zikre devam etmek suretiyle gerçekleşirMarifet de fikrin (düşüncenin) devamıyla elde edilirMarifetin arkasındansa zorunlu olarak muhabbet gelirKalp, zikir ve fikre ancak dünya meşgalelerinden kurtulduğunda devam edebilirDünya meşgalelerinden de ancak dünyevî şehvetlerin, hayra meyledip onu irade edecek, şerden kaçıp ondan nefret edecek hale gelmek suretiyle kesilmesiyle kurtulabilirHayırlara ve taatlara ise ancak âhiret saadetinin bunlara bağlı olduğu bilindiğinde meyledilir; tıpkı akıllı bir kimsenin, selâmetinin kan aldırmada olduğunu bildiğinde buna meyletmesi gibi. . .

Marifet'ten dolayı meydana gelen meyletmenin esası, ancak meylin ve ona devam etmenin gereğiyle kuvvet bulur; zira kalbin sıfatlarının ve iradesinin isteklerine amelle devam etmek, o sıfat için gıda yerine geçerBöylece bu devamlılıktan dolayı o sıfat kuvvet kazanır ve gelişirAynı şekilde ilim veya riyaset (baş olma) isteğine meyleden kimsenin meyli de başlangıçta zayıf olurEğer kişi meylinin isteğine uyar, ilimle, baş olma eğitimiyle ve bunun için gereken amellerle meşgul olursa, meyli kuvvet bulup yerleşirDolayısıyla bundan kurtulmak güçleşirEğer meylinin isteğine karşı koyarsa meyli zayıflar ve kırılırHatta çoğu kez ortadan kalkar.

Kişi güzel bir yüze baktığında tabiatı başlangıçta ona zayıf bir şekilde meylederEğer onun arkasına düşüp tabiatın arzusu doğrultusunda çalışır; bakmaya, birlikte oturmaya ve görüşmeye devam ederse, iradesine hâkim olamayacak derecede kuvvet kazanır ve bu meyilden vazgeçmeye gücü yetmez! Eğer nefsini başlangıçta meneder, meylinin isteğine karşı koyarsa, bu hareketi, meyil sıfatını gıdasız bırakmaktır ki bu da nefse şiddetli bir engel olur! Sonuçta zayıf düşüp kırılır, gemlenip ortadan kalkarBütün sıfatlar, hayırlar ve âhiret için yapılan taatlar da böyledirOysa kötülüklerle âhiret değil, yalnızca dünya kastedilmektedirNefsi zikir ve fikre, ancak uhrevî hayırlara meyledip, dünyevîlerden uzaklaşması âmâde kılarBu da ancak taate, ibadete devam edip günahları terketmekle perçinleşirÇünkü azalar ile kalp arasında bir bağ vardırBu yüzden bunlar birbirlerinden etkilenirBu bakımdan bir aza yaralandığında kalp bundan acı duyarSâlihlerden birinin ölümünü duyduğunda veya korkunç bir haber aldığında elem duyarOnun bu eleminden bütün azalar etkilenirVücut tir tir titrerBet beniz atarKalp, arkasından gidilen bir esastır; emir ve çobandırAzalarsa hizmetçiler, halklar ve sürüler mesabesindedirBu bakımdan azalar sıfatlarının kalpte perçinleşmesinden dolayı onun hizmetçisidirlerÖyleyse hedef kalptirAzalarsa bu hedefe götürücü vasıtalardırHazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

Vücutta bir organ (kalp) vardır ki o düzgün olduğunda vücudun diğer azaları da düzgün olur19 Ey Allahım! Hem güdeni, hem de güdüleni ıslah eyle!20 Hazret-i Peygamber burada, güden'den kalbi, güdülen'den de azaları kasdetmiştir.

Onların (kurbanların) ne etleri, ne de kanları Allah'a ulaşmazFakat Allah'a ancak takvâ ulaşır. (Hacc/37)

Takvâ kalbin sıfatıdırÖyle ise bu bakımdan kalp amellerinin genel olarak azaların hareketlerinden daha üstün olduğu şüphesizdir. Sonra niyetin de kalbin amellerinin hepsinden üstün olması gerekir; çünkü niyet, kalbin hayra meyledip irade etmesi demektir.

Azaların amelleri'nden gaye; kalbi hayır irade etmeye alıştırmak, hayır meylini oraya perçinlemektir ki kalp dünya şehvetlerinden kurtulup zikre ve fikre yönelsinBu bakımdan gayesine nisbetle zorunlu olarak hayır olur; çünkü maksada ulaşma imkânı bulmuşturBu tıpkı mide hastalıklarının bazen göğüs üzerine konan merhemlerle, bazen de mideye ulaşan ilaçlarla tedavi edilmesine benzerBu bakımdan bu durumda ilâç almak, göğsün üzerine merhem koymaktan daha hayırlıdırÇünkü merhem, göğüs üzerine, tesirinin mideye varması için konulurÖyleyse mideye doğrudan ulaşan ilaç, daha hayırlı ve daha faydalıdır.

İşte bunun gibi, bütün ibadetlerin tesir ve etkilerinin anlaşılması gerekir; zira ibadetlerden maksad, kalbin hallerini; azaların değil, sadece kalbin sıfatlarını daha iyileriyle değiştirmektir.

Bu bakımdan alnın yere konulmasında, alın ile toprağın bir araya getirilmesinde başka bir gayenin bulunduğu zannedilmemelidirBilakis âdeten böyle yapmak kalpte tevazu sıfatını perçinleştirir; zira kalbinde tevazu hisseden bir kimse, azalarını da bu tevazu ile süslerse, tevazu, o kişide gittikçe kuvvet bulur; kalbinde bir yetime karşı şefkat hisseden kimse onun başını sıvazladığı ve onu öptüğü zaman kalbindeki rikkat (merhamet hissi) daha da kuvvet kazanırİşte bundan niyetsiz amelin asla fayda vermeyeceği ortaya çıkar; zira yetimin başını kalben gâfil olduğu halde veya bir elbiseyi sıvazlar gibi sıvazlayan kimsenin azalarında, kalbindeki rikkati perçinleştirecek hiçbir tesir uyanmazTıpkı bunun gibi, kalbi dünya ile meşgul olduğu halde secdeye varan kimsenin alnını yere koyması, kalbindeki tevazuyu takviye edecek bir tesir uyandıramazBu bakımdan bunun varlığı ile yokluğu birdirHedefe nisbetle varlığı ile yokluğu bir olan şeye bâtıl adı verilirBu bakımdan 'Niyetsiz ibadet bâtıldır' denilirBunun mânâsı 'gâfil olduğu halde yaparsa' demektirAncak gösteriş için veya Allah'tan başkasının tâzîmi amacıyla yapılan amelin varlığı ile yokluğu bir olmazBilakis bunun varlığı daha zararlıdır; çünkü onunla, kuvvetlendirilmesi istenen sıfat takviye edilmemiş; aksine sökülmesi istenen sıfat kuvvetlendirilmiştir ki bu da dünyaya meyletmekten sayılan riya sıfatıdırİşte niyetin amelden daha hayırlı olmasının izahı budur.

Bununla aynı zamanda Hazret-i Peygamber'in şu hadîs-i şerîfinin mânâsı da anlaşılır:

Kim bir iyiliğe niyet eder; fakat onu işleyemezse, kendisine bir sevap yazılır!

Çünkü kalbin niyeti, hayra meyletmesi; hevâsından ve dünya sevgisinden vazgeçmesi demektirBu ise, iyiliklerin en son noktasıdırAncak amel ile tamamlanması onu kuvvetlendirirBu bakımdan kurbandan maksad, eti ile kanı değildirBilakis kalbin dünya sevgisinden vazgeçmesi, Allah'ın cemâlini tercih ederek O'nun yolunda dünyayı feda etmesi demektirAmelin yapılması hususunda bir engel çıksa bile niyet ve himmet kesin olduğunda bu sıfat hâsıl olmuş sayılırBu bakımdan kurbanların ne eti, ne de kanları Allah'a ulaşmaz; O'na ancak kurban sahibinin takvâsı ulaşırOysa biz burada takvâ'dan kalbi kastediyoruz.

Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

Medine'de bazı kişiler vardır ki orada oldukları halde cihadımızda bize ortaktırlar.

Bu hadîs daha önce geçmiştiMedine'deki kişilerin kalpleri, hayır iradesinin doğruluğu, mal, nefis, şehidlik arzusu ve kelimetullah'ın (Allah'ın dininin) i'âsı (yücelmesi) hususlarında cihada çıkanların kalpleri gibidirOnlar Mücâhidlerden, ancak birtakım mânilerden dolayı ve sadece bedenleriyle geri kalmışlardıBu mâniler kalbin dışındaki sebeplere mahsusturKalbin dışındaki sebepler ise, ancak bu sıfatların perçinlenmesi içindirBu mânâlarla, niyetin fazileti hakkında kitabımıza aldığımız bütün hadîsler anlaşılmış olduBu bakımdan bu mânâları o hadîslere tatbik eden kimse onların sırlarını keşfedebilirAncak biz bunları yeniden tekrarlayarak kitabı uzatmak istemiyoruz.

18) Taberânî

19) Müslim, Buhârî, (Nu'man b. Beşir'den)

20) Daha önce geçmişti.

4. Niyet ile İlgili Amellerin Tafsilâtı

Ameller her ne kadar fiil, söz, hareket, sükûn, celb, fikir ve zikir gibi sayılamayacak kadar çok kısma ayrılabilirse de genel olarak üç kısımdır:

1İbadetler

2Günahlar

3Mübahlar

Birinci kısım günahlardırNiyet, günahı günahlıktan çıkaramazBu bakımdan cahil kimselerin 'Ameller ancak niyetlere göredir' hadîs-i şerifinden bunun aksini anlaması doğru değildirO halde cahil kimseler niyetten dolayı günahın ibadete dönüşeceğini zanneder; tıpkı insanların kalbini kazanmak amacıyla herhangi bir insanın gıybetini yapan veya başkasının malından sadaka veren veya haram mal ile tekkehane, mescid veya medrese yaptıran ve maksadı hayır olan kimse gibiİşte bütün bunlar cehalettirBunları zulüm ve günah olmaktan çıkarma hususunda niyetin hiçbir tesiri olamazBilakis bu kişinin şeriatın emirleri aksine şer ile hayır işlemek istemesi, başka bir şerdirEğer bunu bilerek yapmışsa bu kişi şeriata karşı çıkmıştırEğer bunu bilmiyor ise, cehaletinden dolayı günahkârdır; zira ilmi talep edip cehaletten kurtulmak her müslümana farzdırHayırların hayır oluşları ancak şeriatla bilinirÖyle ise şerrin hayra dönüşmesi nasıl mümkün olabilir? Bu uzak bir ihtimaldirBilakis bu kalbe, gizli şehvet ve hevâ yerleştirilmiştir; zira kalp, mevki hırsına kapılıp insanların kalplerini kazanmaya meylettiğinde ve nefsin arzulayacağı diğer dünyevî şeyleri arzuladığında şeytan cahili onunla kandırmaya kalkışır.

Sehl et-Tüsterî 'Allah'a cehaletten daha büyük bir günah ile isyan edilmemiştir' demiştirKendisine 'Ey Ebû Muhammed! Cehaletten daha fena birşey biliyor musun?' denildiğinde de 'Evet! Kişinin, cehâletini bilmemesi (cehl-i mürekkeb) dir' karşılığını vermiştir.

Durum gerçekten de böyledir; zira cehaleti bilmemek, öğrenme kapısını tamamen kapatırKendisini âlim zanneden kimse nasıl öğrenebilir?

Bunun gibi kendisiyle Allahü teâlâ'ya itaat edilen şeylerin en üstünü ilimdirİlmin başı da ilmi bilmektir; tıpkı cehaletin başının cehaleti bilmemek olduğu gibiFaydalı ilmi, zararlısından ayıramayan kimse, herkes gibi dünyanın vesileleri olan yalancı ilimlere dalarBu ise, cehaletin esası; âlemin fesad menbaıdırOysa maksad şudur: Cehaletinden ötürü günahı işlemekle hayrı kasteden kimse mazur değildirAncak yeni müslüman olmuş ve daha öğrenme imkânı bulamamışsa o zaman mesele değişir.

Eğer bilmiyorsanız zikir (ilim) ehline sorun! (Enbiya/7)

yaklaşmak isteyen kötü âlimlere benzerler; zira bu kimseler ilmi öğrendiklerinde yol kesici olurlarHer biri bir memlekette deccalın vekili olarak harekete geçerDünyaya dalarak nefsin hevâsına tabi olurlar ve takvâdan uzaklaşırlarBunları gören halk da Allah'a isyan hususunda cesaret alır. Sonra bu ilmi benzerleri takip ederİnsanlar onu şer ve hevâya kapılmak için vesile edinirlerBöylece zincirleme giderBütün bunların vebali de niyetinin bozuk olduğunu bilmesine rağmen ona bu ilmi öğreten muallime gider; çünkü o muallim onun sözlerinde, fiillerinde, yemesinde içmesinde ve evinde günah çeşitleri görmesine rağmen, ona bu ilmi öğretmiştirBu bakımdan bu âlim ölür; fakat yaptığı kötülüğün izleri, bin veya ikibin sene dünyaya yayılmış olarak kalırÖldüğünde günahları da kendisiyle birlikte ölüp giden kimselere ne mutlu! Sonra bu kişinin cehaletine şaşmamalıdır; zira o der ki: 'Ameller ancak niyetlere bağlıdırBense bununla, yalnızca dinî ilimleri yaymak istedimEğer o öğrendiğini kötüye kullanmış ise, günah bende değil ondadırBenim gayem; o ilimden, hayırlı işlerde yararlanmasını sağlamaktı.

Ancak baş olma, insanları peşine takma ve ilminin yüceliğiyle böbürlenme sevdası ona böyle hareket etmeyi güzel göstermiştirŞeytan onu baş olma emeli vasıtasıyla şaşırtmıştır'.

Bu öğretmen bir yol kesiciye kılıç ve at verip işinde kullanacağı vasıtaları temin ettikten sonra şu şekilde mazeret beyan eden kimseye ne cevap verecektir? 'Benim amacım cömertlik yapmak ve Allah'ın güzel ahlâklarından biriyle ahlâklanmak idiO'nun, verdiğim kılıç ve atla Allah yolunda çarpışmasını istedim; zira cihad için atlar hazırlamak, onları Allah yolunda besleyip bağlamak ve gazilere kuvvet hazırlamak; insanı, Allah'a yaklaştırıcı ibadetlerin en üstünüdürBuna rağmen eğer o kişi verdiğim şeyleri yol kesmek için kullanmışsa günahkâr olur; bunda benim ne suçum var?' Oysa fakîhler böyle bir yardımın haramlığında ittifak etmişlerdirBununla birlikte cömertlik, Allah nezdinde ahlâkların en sevimlisidir.

Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

Muhakkak ki Allahü teâlâ'nın üçyüz ahlâkı vardırKim bunlardan biriyle O'na (mânen) yaklaşırsa cennete dahil olurBu ahlâkların Allah katında en sevimlisi de cömertliktir.

Durum böyle olmasına rağmen bu cömertlik niçin haram kılınmıştır? Cömert kimselere, cömertlikte bulundukları kişilerin hallerini araştırıp öğrenmeleri niçin farz kılınmıştır? Bu bakımdan, aldığı silahı kötüye kullanma âdetinde olduğu bilinen zâlime silah vermek değil, aksine elindeki silahı almaya çalışmak gerekirİlim iseşeytana ve Allah'ın düşmanlarına karşı kullanılan bir silahtırBazen Allah'ın düşmanları; yani nefsin hevâları da bundan faydalanır.

Bu bakımdan dünyasını dinine, nefsinin hevâsını âhiretine tercih edip de imkânsızlıktan ötürü bundan aciz olan kimseye, şehvetlere götürme imkânını sağlayacak bir çeşit ilimle yardım etmek nasıl caiz olabilir? Bilakis selef âlimleri, kendilerinden ilim öğrenmeye gelenlerin hallerini devamlı kontrol ederlerdiNafilelerde kusur ettiğini gördüklerinde bu durumunu çirkin karşılar, ona ikramda bulunmayı terkederlerdiKendisinde bir fısk u fücûr gördüklerinde veya bir helâli haram saydığını öğrendiklerinde onu terkedip meclislerinden uzaklaştırırlardıOna ilim öğretmek şöyle dursun onunla konuşmayı bile terkederlerdi; zira onlar herhangi bir şeyi, amel için değil de başka bir maksad için öğrenmek isteyen kimselerin gayesinin, ancak kötülükte kullanabilecekler; bir alet aramak olduğunu biliyorlardı.

Selefin hepsi sünneti bilen fâcir ve fâsık âlimden Allah'a sığınmışlardır; cahil bir fâsık içinse böyle bir sığınmaya tevessül etmemişlerdir.

İmâm-ı Ahmed bHanbel'in arkadaşlarından biri şöyle anlatıyor: İmamın meclislerine, uzun seneler devam eden bir kişi vardıBir ara İmâm ondan yüz çevirdiKendisini terkedip onunla konuşmaz olduBu kişi durmadan, bunun sebebini soruyor; İmâm ise birşey söylemiyorduSonunda şöyle dedi: 'Kulağıma geldiğine göre, sen çarşıya bakan duvarını sıvatarak, müslümanların yolundan, hakkın olmadığı halde, sıvanın kalınlığı kadar yer tutmuşsunBu bakımdan sen ilim öğretmeye uygun değilsin!'

İşte selef, kendilerine ilim öğrettikleri kişilerin hallerini, yaşantılarını bu şekilde kontrol ediyorlardıBu ve buna benzer misaller, taylesanlar ve geniş yenli giysiler; uzun dillere ve (sözde) çok faziletlere sahip olsalar dahi, ahmaklarla şeytanın uşaklarına karışık gelirBurada fazilet'in çokluğundan gayem; insanı dünyadan sakındırmayan, âhirete teşvik etmeyen ilimlerin fazlalığıdırBu ilimler halkla ilgilidirİnsanlar bunlar vasıtasıyla dünya malını derlemeyi, halkı peşine takmayı, emsallerini dünya sahasında geçmeyi sağlar.

Bu durumda Hazret-i Peygamber'in 'Ameller niyetlere göredir' hadîs-i şerîfi, bahsi geçen üç kısımdan, ancak taatlere ve mübahlara tahsis olunurGünahlara tahsis olunmaz; zira taat, niyet ile masiyete dönüşürMübah bir şey de niyet ile masiyete ve taate dönüşür.

Masiyetler

Masiyetler niyetle, hiçbir zaman taata dönüşmez. (Mesela yapanın niyeti ne olursa cismi, zina hiçbir zaman mübah olmaz) Evet; burada niyetin rolü de vardırŞöyle ki: Niyete çirkin maksadlar eklendiğinde günah daha da artar, vebâli büyürNitekim biz bunu Tevbe bahsinde sözkonusu etmiştik.

Taat

Taatlerin sıhhatinin kat kat olması, esasında niyete bağlıdırFaziletlerinin kat kat olması da niyetlerle irtibatlıdırAsl'a gelince bu taatlerde, sadece Allah'a ibadete niyet etmektirEğer kişi riyaya niyet ederse taati masiyet olur.

Faziletin kat kat olmasına gelince, bu da 'güzel niyetlerin' çokluğuna bağlıdır; zira kişi, bir tek taat'te birçok güzel şeye (hayra) niyet edebilirBöylece herbir niyete karşılık kişiye bir sevap yazılır; zira onların hepsi güzeldirHer hasene (sevap) de on misline kadar artarNitekim bu hususta haber vârid olmuşturBuna örnek olarak mescidde oturmayı gösterebilirizMescidde oturmak taattirKişinin bununla birçok hayra niyet edip muttakîlerin amellerinin faziletlilerini işlemek sûretiyle Allah'ın dergâhına yaklaştırılanların derecesine ulaşmak istemesi mümkündür.

Birincisi

Caminin 'Allah'ın beyti' (manevî evi) , oraya girenin de 'Allah'ın ziyaretçisi' olduğuna, dolayısıyla bu girişten maksadının mevlâsını ziyaret etmek olduğuna ve bundan ötürü de Hazret-i Peygamber'in diliyle va'dedilen mertebeye varmak istediğine inanmaktır; zira Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur:

Camide oturan kimse Allah'ı ziyaret etmektedirZiyaret edilene (Allah'a) de ziyaret edene ikram etmek haktır22

İkincisi

Kişinin, kıldığı namazdan sonraki ikinci namazı beklemesidirBöyle bir kişi orada beklediği sürece namazda sayılırBu da Allahü teâlâ'nın şu âyet-i celîlesinin mânâsıdır:

Savaşa hazırlıklı bulunun! (Âl-i İmrân/200)

Üçüncüsü

Kulak, göz ve diğer azaları hareket ve tereddütlerden sakındırmak suretiyle ibadet etmektir; zira camide itikâfa girmek, azaları, isteklerinden alıkoymak demektirBu da oruç mânâsındadırOruç ise, bir ibadet çeşididirHazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

Ümmetimin ruhbâniyeti (rahibliği) camilerde oturmaktır23

Dördüncüsü

Kişinin, himmetlerini (isteklerini) Allah'a yöneltmesi devamlı olarak âhireti düşünmesi, camiye girmek suretiyle, kendisini bunlardan alıkoyarak meşgalelerden uzaklaşmasıdır.

Beşincisi

Her şeyden vazgeçip yalnızca Allah'ın zikrine veya zikrini dinlemeye veya O'nu düşünmeye yönelmesidirNitekim haberde şöyle denilmiştir:

Allah'ı zikretmek veya o'nu tezekkur için erkenden mescide giden Allah yolunda cihad etmiş olur diye vaid olmuştur.

Altıncısı

Mescidde bulunduğu müddetce orada ibadetine kusur edenlerin kusurlarını düzeltmeyi niyyet etmektirÇünkü mescide girip ibadeti niyyet edenler arasında pek çok cahiller vardırOnların kusurlarını düzeltmekle mükafat kazanır.

Yedincisi

Allah yolunda kardeş olan birinden istifade etmektir; zira bu da bir ganimet ve âhiret zâhiresidirMescidlerse, Allah için sevişen ve Allah yolunda tanışan Mü'minlerin yuvasıdır.

Sekizincisi

Allah'tan utanarak, Allah'ın evinde O'nun yasaklarını çiğnemekten çekinerek günahları terketmektirHazret-i Ali Hazret-i Hasan'a şöyle demiştir: Allahü teâlâ, devamlı olarak camiye gidip gelmeyi âdet edinen kimseye şu yedi hasletten birini rızık olarak verir: Allah yolunda kendisinden istifade edilen bir kardeş veya umulmayan yerden gelen bir rahmet veya verilen zarif bir ilim veya hidayete götüren birşey veya kendisini felâketten kurtaracak bir kelime veya korkarak yahut da utanarak terkedilen günah'.

İşte niyetlerin çoğaltılmasının yolu budurDiğer ibadetler ve mübahlar da buna kıyas edilebilir; zira hiçbir ibadet yoktur ki birçok niyetlere uygun olmasınMü'minin kalbinde, ancak hayır hususundaki çalışmaları ve düşünceleri nisbetinde niyet bulunurDolayısıyla amelleri tertemiz olur ve sevapları çoğalır.

Mübahlar

Üçüncü kısım, mübahlardır: Mübahların her birinde bir veya birçok şeye niyet edilebilirBöylece mübahlar, bu niyetler vasıtasıyla Allah'a yaklaştırıcı amellerin güzellerinden olur ve kişi bu niyetler sayesinde yüksek dereceler elde ederBundan gâfil olanın zararı ise çok büyüktürBöyle bir kimse, gaflet ve unutkanlıktan dolayı, bu mübahları, tıpkı başıboş hayvanlar gibi işlerOysa kul, kalbine gelenlerin, attığı adımların ve geçirdiği zamanların hiçbirini hakir görmemelidir; zira bütün bunlar, kıyâmet gününde 'Bunu niçin yaptın?' diye kuldan sorulacaktırBu, içerisine kerahet karışmamış mübah hakkındadır.

Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

Dünyanın helâli hesap, haramı ise ikab (ceza) dır25

Muâz bCebel'in rivâyet ettiği bir hadîs-i şerifte Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur:

Muhakkak ki kul kıyâmet gününde, herşeyden; hatta gözündeki sürmeden, parmaklarıyla ufaladığı çamur kırıntılarından ve arkadaşının elbisesini ellemesinden bile sorulacaktır (hesaba çekilecektir) 26

Güzel kokuları Allah için sürünen kimse, kıyâmet gününde, kokusu miskten daha tatlı olduğu halde haşredilirAllah'tan başkası için sürünen kimse ise, kıyâmet gününde Allah'ın huzuruna, kokusu leşten daha pis olduğu halde varır27

Bu bakımdan güzel koku kullanmak mübahtırFakat orada niyet lâzımdır.

Soru: Güzel koku ile neye niyet edilebilir? Oysa o, nefsin bu dünyadaki nasiplerinden biridirAllah için nasıl kullanılanabilir?

Cevap: Mesela gerek cum'a gününde, gerek de diğer günlerde güzel koku sürenen kimse, bununla, dünyanın nimetlerinden faydalanmak veya arkadaşlarının kendisine imrenmeleri için malının çokluğu ile böbürlenmek veya halkın kalbinde yer ederek güzel koku ile anılmak veyahut yabancı kadınların hoşuna gitmek ya da riyakârlık yapmak istemiş olabilir Bu iş daha sayılamayacak kadar çok şey için yapılabilirBütün bunlar koku sürünmeyi günaha çevirirlerİşte bu kötü niyetlerden dolayı koku sürünmek, kişinin, kıyâmette, leşten daha pis kokmasına sebep olurAncak kokunun, ilk niyetle; yani (Allah'ın verdiği) nimetten faydalanma niyetiyle sürülmesi masiyet değildirAncak kişi bundan da sorulacaktırOysa hesap hususunda münakaşaya tutulan kimse azap görmüş demektirMübahların herhangi birinden istifade etmeyen kimse ise âhirette ondan dolayı azap görmezFakat istifade ettiği takdirde, âhiret nimetinden, istifadesi nisbetinde eksilirFani olan bir şeyi tercih etmekten dolayı fani olmayan bir nimetin eksilmesi, zarar olarak kâfidir.

Koku sürünmekteki güzel niyetlerse şunlardır: Kişi onunla Hazret-i Peygamber'in cum'a günündeki sünnetine uymak ve yine onunla camii tâzim etmek ve Allah'ın evine saygı göstermek isterOraya Allah'ı mânen ziyaret etmek maksadıyla, ancak güzel kokular sürünmek suretiyle girmeyi uygun bulmuştur. Ya da mescid komşularının, sürünmüş olduğu güzel kokularla ferahlık duymalarını isterBazıları da bu işi, kendisiyle beraber camiye gelenlere eziyet vermemek; ya da 'Etrafa kötü kokular saçıyor' diyen gıybetçilerin yüzüne bu kapıyı kapamak için yaparAksi takdirde bu kişiler, gıybetten dolayı günahkâr olurlarBu bakımdan gıybetten korunmaya gücü yettiği halde gıybetinin yapılmasına sebebiyet veren kimse gıybetçilerinin günahına ortak olurNitekim bir şiirde şöyle denilmiştir: 'Durdurmaya güçleri yettiği halde bir kavmin yanından göç ettiğin takdirde (asıl) göç eden onlardır'.

(Onların) Allah'tan başka yalvardıklarına sövmeyin ki onlar da bilmeyerek sınırı aşıp Allah'a sövmesinler! (En'âm/108)

Allahü teâlâ bu hükümle; kötülüğe sebebiyet veren şeyin de kötülük olduğuna işaret etmiştir.

Bazen de dimağın tedavisi için kullanılır ki bu sayede kişinin zekası artsın! Düşünce ile dinin mühim meselelerini anlamak kendisine kolay gelsinNitekim İmâm-ı Şâfiî (radıyallahü anh) 'Kimin kokusu güzelleşirse onun aklı artar' demiştirKalbinde âhiret ticareti ve hayır talebi galib olan fakîhlere, bu ve buna benzer niyetler yabancı değildir.

Kalbine dünya nimetlerinin galebe çaldığı kimselerin kalbinde bu niyetler bulunmazBu durumda kendisine hatırlatılsa dahi kalbi bu niyetler için harekete geçmezBöylelerinin kalbinde sadece nefsin fısıltısı vardırBu ise hiçbir zaman niyet olmaz.

Mübahlar çokturBunlar hakkındaki niyetleri saymaksa mümkün değildirBu bakımdan diğerleri de bu misâle kıyaslanmalıdır.

Selefin âriflerinden biri şöyle demiştir: 'Herşeyde; hatta yememde içmemde, uyumamda ve tuvalete girmemde bile bir niyetimin olmasını istiyorum'.

Bütün bunlarla Allah'a mânen yaklaşmak mümkündür; zira vücudun varlığı devam ettirmesine kalbin mutmain olup buzur bulması da vücudun mühim vazifelerindendir sebep olan herşey din hususunda yardımcıdırBu bakımdan yemekten gayesi, ibadetler için güçlü olmak; cinsî münasebetten gayesi de dinini korumak, ailesinin kalbini hoş tutmak, kendisinden sonra Allah'a ibadet edecek salih bir evlat kazanmak ve onunla Hazret-i Peygamber'in ümmetini çoğaltmak olan kimse, yemesiyle ve cinsî münasebetiyle de Allah'a itaat etmiş olur.

Nefsin bu dünyadaki nasiplerinin en büyüğü, yemek ve cinsî münasebettir.

Bunlarla hayrı kastetmek, kalbinde âhiret düşüncesi daha galib olan kimse için yasak değildirKişinin, yemek ve cinsî münasebetteki niyetini güzelleştirmesi gerekirKişi malı zayi olduğunda 'Allah için sadaka olsun' demelidirGıybetinin yapıldığını duyduğunda, gıybetçilerinin, kendi günahını yükleneceklerini düşünerek kalbini hoş tutmalı; onların hayırlarının, kendi defterine geçeceğinden dolayı da sevinmelidirCevap vermemekte buna niyet etmelidir.

Bir haberde şöyle denilmiştir:

Kul kıyâmet günü hesaba çekilir. Ameline âfetler karıştığı için bütün ameli batıl olur ve cehennem'i hak eder. Sonra cennete girmesini gerektiren bir takım ameller önüne serilir adam şaşırır ve ya rab bunların hiç birisini ben yapmadım der kendisine bunlar seni gıybet edip sana eziyet ve zulmmedenlerin amelidirdenir.

Yine haberde kul kıyâmet günü dağlar gibi sevablara gelirEğer bu sevaplar kendisine kalsa doğrudan cennete girerdi fakat zulm edip dövüp sövdüğü insanlar gelir hepsine hakları nisbetinde sevaplar verilir melekler bu adamın sevapları bitti fakat daha borcu bitmedi derler. Allahu teala alacakların günahlarını ona yükleyin ve sonra da onu cehennem'e atın buyurur

Kısacası sakın hareketlerinden hiç birini hakir görme! Sonra aldatışlarından ve şerlerinden korunamazsın! Sual ve hesap gününde mükâfatlarını alamazsınMuhakkak ki Allahü teâlâ senin kalbindekileri bilirKişinin ağzından çıkan her sözün yanında bir rakîb bulunmaktadır.

Seleften biri şöyle anlatıyor: Bir gün mektup yazıyordumMürekkebini kurutmak için komşumun duvarından toprak alıp üzerine serpmek istedimFakat mahzurlu gördüğümden vazgeçtim. Sonra kendi kendime 'Alacağın ne ki? Toprağın ne kıymeti olabilir?' diyerek mektubumun mürekkebini komşumun duvarından aldığım toprakla kuruttumBunun üzerine gaibden bir ses şöyle dedi: 'Toprağı önemsemeyen kimse yarın karşı karşıya geleceği kötü hesabı bilecektir!'

Adamın biri Süfyân es-Sevrî ile birlikte namaz kıldıBir ara Sevrî'nin elbisesinin ters olduğunu farkettiBunu haber verdiğinde Sevrî elini uzatıp onu düzeltmek istedi. Sonra da bundan vazgeçtiNiçin düzeltmediği sorulunca da 'Ben bunu Allah için giydimO'ndan başkası için düzeltmek istemiyorum' dedi.

Hasan-ı Basrî şöyle demiştir "Kişi, kıyâmet gününde birinin yakasına yapışarak 'İkimizin arasında Allah hükmetsin!' derYakası tutulan kişinin 'Allah'a yemin ederim ki ben seni tanımıyorum! (Benden ne istiyorsun?) ' demesi üzerine de 'Sen benim duvarımdan bir kerpiç almış, elbisemden de bir iplik çekmiştin!' karşılığını verir".

İşte bu ve buna benzer haberler, korkanların kalplerini paramparça etmiştirEğer azim ve akıl sahiplerinden olup mağrurlardan değilsen şimdiden nefsinin hallerini araştır! İnceden inceye hesaba çekilmezden önce, nefsini inceden inceye hesaba çek, onun hallerini kontrol et! Düşünmeden ne dur ve ne de harekete geç! Niçin hareket ettiğini tesbit etmeden, maksadının ne olduğunu bilmeden harekete geçme! Dünyadan neyi elde edeceğini, âhirette elinden ne kaçıracağını, dünyayı âhirete neden dolayı tercih ettiğini düşünmeden hareket etme! Seni teşvik eden şeyin dinden başkası olmadığını bildiğinde azmini yerine getir; kalbine geleni yapAksi takdirde yapmaktan sakın. Sonra sakındığında da kalbini kontrol et; zira fiili terketmek de bir fiildirDolayısıyla bunun da doğru bir niyeti olmalıdırBu fiile gizli bir hevâ sebep olmamalıdırİşlerin dış görünüşleri, hayırların meşhurları seni aldatmamalıdırVar kuvvetinle derinlikleri ve sırları kavramaya çalış! Mağrur kimselerin atmosferinden ancak bu şekilde çıkabilirsin.

Hazret-i Zekeriyya bir duvar işinde ücretle amelelik yapıyorduYemek vakti geldiğinde kendisine bir ekmek verdiler; o ancak elinin kazancından yerdi tam onu yemeye başladığı sırada bir grup kendisini ziyarete geldiAncak Hazret-i Zekeriyya elindekini bitirinceye kadar onları davet etmediOnun cömertliğini ve dünyadaki zâhidliğini bildiklerinden, bu hareketi, gelenleri şaşırttıOnlar o anda yemeğe davet edilmelerinin daha hayırlı olacağını zannetmişlerdiBunun üzerine Zekeriyya (aleyhisselâm) şöyle dedi: 'Ben şu anda bir ücret karşılığında çalışıyorumBu yemeği de bana işlerinde kuvvet bulayım diye verdilerSizi dâvet etmiş olsaydım, ne size, ne de bana yeterdi, üstelik ben onların işlerinde gevşerdim!'

İşte basiret sahibi kimse, bu şekilde Allah'ın nûruyla gizliliklere, inceliklere dikkat eder; zira Hazret-i Zekeriya'nın çalışmadan gevşemesi, farzda eksikliktirZiyaretçilerini yemeğe dâvet etmemesi ise, fazilette eksikliktirOysa farzlarla tartıldığında faziletlerin hiçbir değeri kalmaz.

Seleften biri şöyle anlatıyor: Bir gün yemek yediği bir sırada Süfyân es-Sevrî'nin huzuruna girdimYemeğin sonunda, parmaklarını yalayıncaya kadar konuşmadı. Sonra şöyle dedi: 'Eğer bunu borç olarak almış olmasaydım senin de ondan yemeni isterdim!'

Süfyân es-Sevrî şöyle demiştir: 'Kişi, yemesini istemediği halde birisini dâvet ettiğinde dâvet edilen icabet edip yemekten yerse dâvet eden için iki günah vardır; yemezse bir günah'.

Günahların biri münafıklık yapması, diğeri ise kardeşine eğer bilmiş olsaydı- hoşuna gitmeyecek bir şekilde taş atmasıdır.

İşte bunun gibi kul, diğer amellerdeki niyetini de kontrol etmelidirBu bakımdan kul, ancak niyetle adım atıp, niyetle geri çekilmelidirEğer kalbinde niyet yoksa durmalıdır; zira niyet, insanın emri altına giremez.

21) Taberânî, Evsat

22) İbn Hıbbân, Zuafâ

23)

24) Bu, Ka'b'ul-Ahbâr'ın sözü olarak bilinen bir bölümdür. Taberânî ise Kebir'de Ebû Umâme'den 'Camiye hayır öğrenmek veya öğretmek için giden kimseye tam bir hacc sevabı verilir' diye rivâyet etmiştir.

25) Daha önce geçmişti.

26) Irâkî, isnadına rastlamadığını söylüyorsa da Ebû Nuaym Hilye'de rivâyet etmektedir.

27) Ebû Velid Seffar, Kitab'us-Salât

28) Ebû Mansur Deylemî

5. Niyet Kulun İhtiyarına Dahil Değildir!

Cahil kimse, bizim niyeti güzelleştirme ve çoğaltma konusundaki tavsiyemizi, Hazret-i Peygamber'in 'Ameller ancak niyetlere göredir' hadîs-i şerifiyle birlikte düşündüğünde; ders verirken, ticaret yaparken veya yemek yerken kendi kendisine 'Ben Allah için ders okutmaya, Allah için ticaret yapmaya veya Allah için yemeye niyet ettim' demesinin niyet olduğunu zannederOysa bu ancak nefsin konuşmasıdırLisanın ve fikrin sözüdür veya bir düşünceden başka bir düşünceye geçmektirNiyet ise, bütün bunlardan farklı bir şeydirNiyet ancak nefsin harekete geçmesi, gelecekte veya yaşanılan anda kendisinde gayesinin bulunduğunu bildiği şeye meyletmesi demektirMeyli olmadığında, onu icat etmek veya irade ile elde etmekse mümkün değildirOnu icat etmeye yeltenmek, tok birinin 'Ben yemeğe karşı iştah duymayı ve ona meyletmeye niyet ettim!' veya kalbi aşık olmayan kimsenin 'Ben filana aşık olmaya, onu sevmeye ve kalbimde büyütmeye niyet ettim!' demesine benzerBöyle bir niyet muhaldirHatta kalbi bir şeye yöneltmenin imkanı yokturBu ancak sebeplerini hazırlamakla mümkün olabilirBu da bazen kişinin kudreti ve gücü dahilinde bazen ise gücünün üstünde olur.

Nefis ancak kendisine uygun gelen; kendisini teşvik edecek ve hedefine ulaştıracak fiile karşı harekete geçerİnsan oğlu, hedefinin, kendisine bağlı olduğuna inanmadığı sürece iradesini fiile yöneltmezBu ise her an güç yetirilemeyecek bir şeydirİnanıldığında da bu hedefe, ancak kalp ondan boş olup daha kuvvetli bir hedefle meşgul değilse yönelinebilirBu ise, her zaman için mümkün değildirİstek ve mânilerin birçok sebepleri vardırBunlar bu sebeplerle açığa çıkar; şahıslara, hallere ve amellere göre değişirBu bakımdan mesela şehveti galebe çalan kişi, din ve dünya için bir evlat sahibi olma gibi sıhhatli bir hedefe inanmadıkça, çocuk edinme niyetiyle cinsî münâsebette bulunma imkânından mahrum olurBilakis ancak şehvetini tatmin etmek için münâsebette bulunur; zira niyet, tahrik edene uymak demektirBurada ise şehvetten başka tahrik edici yokturBu durumda nasıl olur da çocuk edinmeye niyet edebilir? Kalbinde evlenme sünneti, Hazret-i Peygamber'e uyma fazileti düşüncesi galib gelmeyen kimsenin, evlilikle sünnete tâbi olmaya niyet etmesi mümkün olmazBunu ancak lisanı ve kalbiyle bilebilirOysa bu da niyet değil, katıksız fısıltı olur.

Bu niyeti, elde etmenin yolu, kişinin önce şeriata olan imanını kuvvetlendirmesi ve kalbinde Hazret-i Peygamber'in ümmetini çoğaltmak için çalışmanın sevabını büyütmesidirBöylece kalbinden, çocuğun nafakasının ağırlığı, uzun zahmeti ve benzeri düşünceler silinirBunun sonucunda, çoğu kez kişinin kalbinde sevap kazanma amacıyla çocuk edinmeye karşı bir rağbet uyanırBu rağbet onu harekete geçirirAzalar da bu işi gerçekleştirmek üzere harekete geçerlerBu bakımdan kalbe galebe çalan teşvikçiye itaat edilip de sevap kazanma amacıyla lisanı harekete geçiren güç kabardığında, kişi niyet etmiş olurEğer bu durum yoksa, düşündüğü, kalbinde evirip çevirdiği evlat maksadı katıksız bir vesvese ve hezeyân olur.

Seleften bir cemaat taatlerin bir kısmından kaçınmışlardır; zira kalplerinde, bunlara dair niyet bulamamışlardır'Bunun hakkında kalbimizde herhangi bir niyet yoktur' derlerdi.

Hatta İbn Sirîn, Hasan-ı Basrî'nin cenaze namazını kılmamış ve 'Bu konuda kalbimde herhangi bir niyet oluşmadı' demiştir.

Seleften biri, bir gün saçını sakalını taramak ister ve hanımına 'Bana bir tarak getir!' diye seslenirHanımı 'Ayna da getireyim mi?' deyince, bir süre sustuktan sonra 'Evet!' derKendisine 'Niçin böyle yaptın?' diye sorulunca da 'Tarak hakkında bir niyetim vardıAyna hakkında ise o anda kalbimde herhangi bir niyet yoktuBu bakımdan Allah kalbimde o niyeti yaratıncaya kadar bekledim' cevabını verir.

Kûfe âlimlerinden Hammad bEbî Süleyman vefat ettiğinde Süfyân es-Sevrî'ye şöyle denildi:

- Hammad'ın cenazesine gelmiyor musun?

- Eğer kalbimde bu konuda bir niyet olsaydı gelirdim!

Seleften herhangi birine iyi amellerden biri sorulduğunda 'Eğer Allah bana buna dair bir niyet verirse yaparım!' derdi.

Tâvus ancak niyet ile konuşurduBazen konuşması istenir; fakat o konuşmazdıBazen de istenilmediği halde konuşurduBunun hikmeti sorulduğunda da 'İster misiniz niyetsiz konuşayım! Kalbime niyet geldiği zaman zaten konuşuyorum!' cevabını vermiştir.

Dâvud bMihber29 Kitab'ul-Akl'ı yazdığında İmâm-ı Ahmed bHanbel ondan bunu istediBirkaç sayfasına baktıktan sonra da geri verdiBunun üzerine Dâvud 'Niçin böyle yaptın?' dediİmâm-ı Ahmed 'Kitabda zayıf senedler var' diye cevap verdiBu cevaba karşı Dâvudİmâm-ı Ahmed'e 'Ben kitabı senedler üzerine rivâyet etmiş değilimOna haber gözüyle bakOysa sen ona sadece amel gözüyle baktın! Eğer söylediğim gibi bakarsan fayda görürsün' dediBunun üzerine İmâm-ı Ahmed 'O halde kitabı bana geri ver de senin gözünle bakayım!' dediBöylece İmâm-ı Ahmed kitabı geri aldıKitap uzun bir süre yanında kaldı. Sonra Dâvud'a 'Allah sana hayırlı mükâfatlar versin Kitab'dan fayda gördüm!' dedi.

Bir grup insan Tâvus'tan dua isteyerek şöyle dediler:

- Bize dua et!

- Kalbimde sizin için bir niyet gördüğümde dua ederim!

Seleften biri şöyle demiştir: 'Bir aydan beri bir hastayı ziyaret için niyet beklemekteyim, kalbime hâlâ doğru bir niyet gelmemiştir'.

Îsa bKesir şöyle anlatıyorBir gün Meymun bMihran'la birlikte yürüyordukKapısına geldiğimizde ben ayrıldımOğlu kendisine 'Îsa'yı akşam yemeğine dâvet etmeyecek misin?' dediMeymun da 'Kalbimde böyle bir niyetim oluşmadı' karşılığını verdi.

Bunun hikmeti şudur: Niyet bakışa tâbidirBakış bozulduğunda niyet de bozulur.

Selef niyetsiz hiçbir amel işlemek istemezdiÇünkü onlar niyetin, amelin ruhu olduğunu ve doğru bir niyet olmaksızın amelin riya ve zorlama olacağını biliyorlardı.

Böyle bir amelin, Allah'a mânen yaklaşmaya değil buğzuna sebep olduğunu biliyorlardıYine biliyorlardı ki niyet, kişinin diliyle niyet ettim demesi değildir; aksine Allah'tan gelen manevî fetihler yerine geçen kalbî bir harekettirBu bakımdan bazı zamanlar kolaylaşır; bazı zamanlar da çok zorlaşır! Evet! Kimin kalbinde din emri daha galipse çoğu zaman hayırlara niyet etmesi onun için kolaylaşır; zira böyle bir kimsenin kalbi her türlü hayrın esasına meyledicidirBu bakımdan çoğu kez kalbi ayrıntılara karşı harekete geçerDünyaya meyleden ve dünyanın kendisine galebe çaldığı kimselerin kalbinde, böyle bir niyet kolayca oluşmazHatta bunlar için farzlar hakkındaki niyetlerin kolaylaşması dahi çok zordurBunun en son çaresi nefsi cehennem azabıyla korkutmak veya cennet nimetleriyle teşvik etmektirBu şekilde çoğu kez insanın kalbinde zayıf bir istekçi doğarDolayısıyla sevabı, isteği ve niyeti nisbetinde olur.

Allah'a taat ve ubûdiyyete müstehak olduğundan dolayı ve O'nu ululumak ve tâzim etmek niyetiyle yapılan taate gelince, böyle bir taat dünyaya rağbet eden kimseler için müyesser olamazBu, niyetlerin en az rastlananı ve en yücesidir.

Yeryüzünde böyle bir niyete sahip olan şöyle dursun bu niyetin hakîkatini anlayan bile az bulunur.

Taatlar hakkında insanların niyetleri çok çeşitlidirMesela insanlardan bazısı azab korkusuyla ve ondan kurtulmak için amel ederGerçi böyle bir kimse ateşten korunurDiğer bir grup da cennete girebilmek için amel ederBu derece, her ne kadar, Allah'ı sırf zatından ve celâlinden ötürü tâzim eden kimselerin mertebesine göre düşük bir mertebe ise de, yine de doğru niyetlerdendirÇünkü bu, âhirette va'dedilen bir şeye meyletmektirBu şey, dünyada görülen şeylerden olmasına rağmen durum böyledirBu dünyada insanı teşvik eden şeylerin başında tenasül uzvuyla mide gelir.

Bunların ihtiyaçlarının karşılanacağı yer cennettirBu bakımdan cennet için çalışan kimseler, midesi ve tenasül uzvu için çalışanlardırTıpkı ancak ücret aldığında çalışan kötü ırgat gibi onun derecesi de sıradan kimsenin derecesidirO bu dereceyi, ameliyle elde eder; zira cennetliklerin çoğu sıradan kimselerdir.

Akıl sahiplerinin ibadeti ise Allah'ın zikrini ve O'nu düşünmeyi geçmezO'nun cemâl ve celâlinin sevgisinden dolayı yapılırDiğer ameller de onu kuvvetlendirmek üzere arkasından gelirBu kimseler, derece yönünden cennetteki yiyeceklere ve eşlere tamah etmekten yücedirlerÇünkü bunlar cenneti kasdetmezlerBilakis onlar sabahakşam rablerini çağırır ve sadece O'nun rızasını kastederlerİnsanların sevapları niyetleri nisbetindedirBu bakımdan şüphe yoktur ki bunlar, Allah'ın kerîm vechine bakarlar ve ela gözlü cennet kadınlarının yüzüne bakan kimselerle alay ederlerTıpkı ela gözlü cennet hanımlarına bakan kimsenin, çamurdan yapılmış şekillerin yüzüne bakanları hor görmesi gibi. . .

Hatta bu fark daha da büyüktür; zira rubûbiyyet huzurunun güzelliği ile ela gözlü cennet hanımları arasındaki fark; ela gözlü cennet kadınlarının güzelliği ile çamurdan yapılmış şekillerin güzelliği arasındaki farktan çok daha büyük ve (ayrılık bakımından) çok daha şiddetlidirHatta şehvetperest ve hayvanî nefislerin; güzellerle başbaşa kalarak şehvetlerinin isteğini yerine getirmeyi büyütüp Allahü teâlâ'nın kerîm vechinin güzelliğinden yüz çevirmeleri; tıpkı pislik böceklerinin pislik yuvarlayıp onunla uğraşarak ve kadınların güzel yüzlerinden yüz çevirmesine benzerBu durum kalplerin çoğunun Allah'ın cemâlini idrâk etmekten mahrum olması gibidir; zira böcekler bu güzelliği idrâk edemez ve dolayısıyla ona iltifat etmezEğer böceklerin aklı olup kadınların güzelliğini farkedebilselerdi, mutlaka onlara iltifat edenin aklını güzel bulurlardı!

Onlar daima ihtilaf halindedirler. (Hûd/118)

Her hizib kendi yanında bulunan (din veya kitap) la sevinmektedir. (Mü'minûn/54)

Zaten (Allah) onları bunun (ihtilaf) için yaratmıştır. (Hûd/119)

Anlatıldığına göre Ahmed bHıdraveyh30 rüya âleminde rabbini görmüştürRabbi ona şunları söylemiştir: 'Ebû Yezid müstesna her insan benden cenneti istiyorO ise, beni (cemâlimi) istiyor!'

Ebû Yezid de rabbini rüya âleminde görmüş ve 'Rabbim! Sana nasıl ulaşılır?' diye sormuştuAllahü teâlâ da 'Bana nefsini terkederek gel!' buyurmuştu.

Şiblî, öldükten sonra rüyada görüldüKendisine 'Allah sana nasıl muamele etti?' diye sorulduğunda şöyle cevap verdi: "İddialara karşı benden delil istemediAncak bir sözüm için delil istediŞöyle ki bir gün 'Cenneti kaçırmanın zararından daha büyük bir zarar var mıdır?' dedimO ise 'Benim mülâkatımı kaçırmanın zararından daha büyük bir zarar var mıdır?' buyurdu".

Gaye; bu niyetlerin çeşitliliğini göstermektirKalbinde bu niyetlerden biri galebe çalan kimse çoğu kez, o niyeten, başkasına dönmeye muvaffak olamazBu hakikatlerin marifeti zâhire bakan fakîhlerce inkâr edilecek amel ve fiilleri gerektirir.

Kalbinde bir mübah hakkında niyet bulunup da fazilet hakkında bir niyet bulunmayan kimsenin mübahı işlemesi daha evlâdırBu durumda fazilet mübaha intikal ederFazilet işlendiği takdirde bu kendisi için bir eksiklik olur; çünkü ameller niyetlere bağlıdırBu tıpkı affetmek gibidir; zira zulüm hususunda affetmek, zâlimden intikam almaktan daha üstündür, ancak kalpte çoğu kez, af hususunda değil, intikam alma hususunda bir niyet bulunurDolayısıyla intikam almak daha üstün olurYeme içmesinde ve uyumasında nefsini rahata kavuşturup yapacağı ibadetler için kuvvet kazanmaya niyet eden kimsenin durumu da böyledirOysa o her iki halde de kalbinde oruç ve namaza karşı bir niyet duymamaktadırÖyle ise, bu durumda yemek ve uyumak kendisi için daha üstündürUzun süre devam ettiğinden dolayı ibadetten usanan, ibadetteki canlılığı dumura uğrayıp isteği zayıflayan kimse, bir saat oynamak ve konuşmak ile canlılığını yeniden kazanacağını bilirse, oynamak ve konuşmak, onun için (nafile) namaz kılmaktan daha üstündür.

Ebu'd Derda şöyle demiştir: 'Ben nefsimi bir çeşit oyunla dinlendiririm ki bu meşguliyet hakka yardımcı olsun'.

Hazret-i Ali şöyle demiştir: 'Kalplerinizi arasıra dinlendiriniz; zira kalpler, usandıklarında körleşirler'. (Nehc'ul-Belâğa)

Bunlar inceliktirBu incelikleri ancak derin âlimler anlayabilirKabukla uğraşanlar ise, bu sahanın eri değildirlerTıp ilminde hâzık olan kimse, bazen hararetine rağmen, ateşli bir hastayı et ile tedavi ederTıpta eksik olan kimse bu tedavi şeklini uygun bulmazOysa hâzık olan kimse, önce bu tedavi ile hastaya kuvvet kazandırıp, sonra zıddıyla tedavi görmeye dayanmasını sağlamak isterSatranç oyununda usta olan kimse, bazen Rüh (satranç taşlarından birinin adı) ve at'ından vazgeçer ki bununla galibiyet elde edebilsinBasireti zayıf olan kimse ise, bazen böyle yapan kimseye güler, onun bu hareketine şaşarAynen bunun gibi, harb hilelerini bilen kimse de bazen düşmanının önünden kaçıp ona arkasını çevirir, ancak bunu, düşmanını dar bir boğaza sıkıştırmak ve sonra da aniden saldırarak onu mağlup etmek için yapar.

Allah yoluna sülûk etmek de aynen böyledir; hepsi şeytanla dövüşmek ve kalbi tedavi etmektirMuvaffak olan basiret sahibi, bu yolda, zayıflar tarafından uygun bulunmayan tedbirlerle incelikler üzerinde dururBu bakımdan mürîdin (şeriata uyan) şeyhinden gördüğüne karşı çıkması uygun olmadığı gibi, öğrencinin de hocasına itiraz etmesi uygun değildirBilakis basiretin hududu yanında durması ve onların mertebesine varıp sırlarını öğreninceye kadar şeyhle hocanın ahvâlinden anlamadığını kabul etmesi gerekirTevfîkin güzeli Allah'tandır.

29) Sakafî soyundan gelen bu zat aslen Basralı'dır. Bağdad'da yaşamıştır. Hadîsleri metruk'tur. İbn Hıbbân onun mevsûk kimselerin adına hadîs uydurduğunu söylemiştir. H. 206'da vefat etmiştir. Kitab'u1-Akl küçük hacimli bir kitaptır ve içinde akıl ve akl'ın faziletleri hakkında gelen hadîsler ve haberler bulunmaktadır. Hâfız Tehzib adlı eserinde bunların çoğunun uydurma hadîsler olduğunu söylemektedir.

30) Ebû Hâmid İmâm-ı Ahmed b. Hıdraveyh Belhlidir. Horasan'ın büyük şeyhlerindendir. H. 240'da, 95 yaşında vefat etmiştir.


NİYYET, İHLÂS VE SIDK konusu devamı;