İHYÂ-İ ULÛMİ'D-DÎN | ÖLÜM VE SONRASINI HATIRLAMA

  1. Giriş

1. Giriş

Ölümle ceberrût sahiplerinin boynunu koparan, kisraların belini kıran, kayserlerin emelini kısaltan Allah'a hamdolsun! Onların kalpleri, hak olan va'd (ölüm) gelip çatmacayınca ve onları çukura atmayıncaya kadar ölümün anılmasından ürkerBu bakımdan onlar saraylardan kabirlere, fenerlerin ışığından lahidlerin karanlığına, cariye ve gılmanların cilvesinden haşerât ve böceklerin hücumuna, leziz yemekler ve içkilerden toprakta sürünmeye mahkum olurlarİşretin ünsiyetinden tenhalığın vahşetine, yumuşak yataktan korkunç düşüş yerine nakledilirlerAcaba onlar, ölümden koruyucu bir kale ve sığınak buldular mı? Ölümün önüne bir perde ve koruyucu bir set çekebildiler mi? Dikkat et! Onların herhangi birinden bir kıpırtı veya gizli bir ses duyuyor musun? Öyleyse tek başına kahr ve istila sahibi olan Allah, eksiklikten münezzehtir! Bâkî kalma özelliği olan ve mahlukâtı hükmüyle ezen, sonra ölümü muttakîler için kurtuluş ve onlar hakkında mülâkat yapan, kabri günahkârlar için kıyâmet gününe kadar daracık bir tutuk evi yapan Allah, ortaktan münezzehtir! Aralıksız nimetlerle nimet etmek, kahr edici azaplarla intikam almak O'na mahsusturGöklerde ve yerde şükür, geçmişte ve gelecekte hamd O'na mahsustur.

Salât, apaçık mu'cizeler ve görünür burhanlar sahibi Hazret-i Peygamberin, âlinin ve ashâbının üzerine olsun! Onlara çokça selâm et (yârab!)

O kimse ki ölüm onun mesra'ı, toprak onun yatağı, böcek onun enîsi, Münker ve Nekir onun celîsi, kabir onun karar yeri, kıyâmet onun va'dedilen yurdu, cennet veya cehennem onun varacağı yeri olursa, ona en uygun olanı ölüm için hazırlanmaktırSadece ölüm için tedbir almalıdırSadece ölüme bakıp ölüm üzerinde durup düşünmelidirÖlüme ihtimam gösterip onun etrafında dönmelidir, onu beklemelidirİnsan için en uygun olan, nefsini ölülerden sayması, kabir sahiplerinden görmesidirÇünkü her gelecek olan yakındırUzak olan gelmeyecek olandırNitekim Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur:

Akıllı odur ki nefsini hesaba çekmiş ve ölümden sonrası için çalışmıştır1

Herhangi birşey için hazırlanmak, ancak onun kalpte zaman zaman anılmasıyla mümkün olurO şeyin zikri, ancak onu hatırlatan hükümlere kulak vermek ve ona dikkat çekenlere bakmak suretiyle yenilenir! O halde biz ölümün mukaddime ve lahikalarından, âhiret, kıyâmet, cennet ve cehennem hallerinden kul için zaman zaman hatırlanması, düşünmek suretiyle ayrılmaması gereken şeyleri zikredeceğiz ki hazırlık hususunda teşvik edici olsun! Ölümden sonraki âleme göç etmek yaklaşmış ve ömürden az birşey kalmıştırOysa halk bu husustan gafildir;

İnsanların hesap vakti (kıyâmet günü) yaklaştıFakat onlar hâlâ gaflet içinde yüz çevirmektedirler. (Enbiya/l)

Bu ölümle ilgili olan şeyi iki bölümde zikredeceğiz.

Birinci bölüm, ölümün mukaddimeleri ve sûr'un üfürülüşüne kadar olan şeyler hakkındadır.

Bu bölümde sekiz kısım vardır.

1Ölümü anmanın fazileti ve bu husustaki teşvikler

2Tûl-i emel ve kasr-ı emel (emelin uzunluğu ve kısalığı)

3Ölümün dehşeti ve ölüm anında karşılaşılan haller

4Hazret-i Peygamber'in ve ondan sonra Hulefâ-i Râşidîn'in vefatı

5Ölüme hazırlanmış halife, emîr ve sâlihlerin sözleri

6Ariflerin cenaze, mezar ve kabir ziyareti hakkındaki sözleri

7Ölümün hakikati, ölünün kabirde sûr'un üfürülüşüne kadar karşı karşıya kaldığı şeyler

8Uyku halinde mükâşefe yoluyla ölülerin hallerinden bilinenşeyler

1) Tirmizî ve İbn Mâce, (Şeddâd b. Evs'ten)

2. Ölümü Hatırlamanın Fazileti ve Bu Husustaki Teşvikler

Ölümün Mukaddimeleri ve Sûr'un Üfürülüşüne Kadar Ölümden Sonraki Ahvâl

Birinci Kısım

Dünyaya dalan, dünyaya aldanan, şehvetlerine köle olan bir kimsenin kalbi, şüphesiz ki ölümün zikrinden gaflet gösterirÖlümü hatırlamazKendisine ölüm hatırlatıldığında bunu hoş karşılamadığı gibi ölümden nefret ederOnlar o kimselerdir ki Allah onların hakkında şöyle buyurmuştur:

De ki: Sizin kendisinden kaçtığınız ölüm muhakkak sizi bulacaktır! Sonra hem gizliyi, hem de aşikârı bilen (Allah'a) döndürüleceksiniz O size (bütün) yaptıklarınızı haber verecektir. (Cuma/8)

İnsanlar, ya dünyaya dalan veya tevbe edip başlayan veyahut da sonuna varan bir âriftir.

Dünya'ya dalan kimse ölümü hatırlamazEğer hatırlarsa, elinden kaçırdığı dünya için üzüldüğünden dolayı hatırlarOnun zemmiyle meşgul olurBu kimseyi, ölümü hatırlaması Allah'tan daha da uzaklaştırır.

Tevbe edene gelince, o kalbinde korkunun kabarması, tevbesinin tamamlanması için ölümü çokça hatırlarBazı zamanlar tevbesi tamam olmadan önce kendisini kapıp götürmesinden korktuğu için ölümden hoşlanmazO ölümü hoş karşılamamakta mazurdurBu durum, şu hadîsin kapsamına girmez.

Kim Allah'ın mülâkatından hoşlanmazsa, Allah da onun mülâkatından hoşlanmaz2

Zira bu kimse, ölümden ve Allah'ın mülâkatından hoşlanmıyor değildirKusurundan ötürü Allah'ın mülâkatının elden kaçmasından korktuğu için ölümü istemezBu kimse, tıpkı dostunu razı edecek bir şekilde onu ağırlamak için hazırlık yapmakla meşgul olduğu için dostu ile buluşmaya geciken bir kimse gibidirBu kimse, dostuyla buluşmaktan hoşlanmıyor değildirBöyle davranmasının sebebi, ölüme hazırlık yapması ve ölümden başka bir meşguliyetinin olmamasıdırAksi takdirde dünyaya dalan kimselerin safına iltihak etmiş olur.

Amacına ulaşan ârif, daima ölümü hatırlar! Çünkü ölüm, dostuyla buluşma zamanıdırDost, dostuyla buluşma zamanını asla unutmaz! Arif kişi, çok zaman ölümün geciktiğini düşünürOnun gelmesini ister ki günahkârların evinden kurtulsun, âlemlerin rabbinin komşuluğuna intikal etsin!

Hazret-i Huzeyfe ölüm döşeğinde iken şöyle demiştir: 'Bir dosttur ki fakirlik üzerine geldiGelmesinden pişman olan kurtulmasınYârab! Eğer katında fakirlik zenginlikten, hastalık sıhhatten, ölüm yaşamaktan daha sevimliyse ölümü bana kolaylaştır ki sana kavuşayım'.

Bu bakımdan tevbe eden bir kimse ölümü hoş karşılamamak hususunda mazurdurÂrif kişi ise, ölümü sevip mazurdurRütbe bakımından bu ikisinden de daha yüksek olan kimse, işini Allah'a havale eden kimsedirKendi kendine ne ölümü, ne de hayatı seçmezOnun için en sevimli olan şey, Allah katında en sevimli olan şeydirİşte bu kişi, sevgi ve teslimiyetin aşırılığından, teslimiyet ve rıza makamına varmıştırBu makam, varılacak makamların sonuncusudurHer durumda ölümün anılmasında sevap ve fazilet vardırÇünkü dünyaya dalan bir kişi bile, ölümün zikrinden ötürü dünyadan uzaklaşır; zira onun nimeti, ölümün anılmasından ötürü bulanır, lezzetinin berraklığı karışırİnsan için lezzet ve şehvetleri bulandıran her şey, kurtuluş sebeplerindendir.

2) Müslim ve Buhârî

40-1

3. Her Durumda Ölümü Anmanın Fazileti

Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem. v) şöyle buyurmaktadır:

Lezzetleri kesip yıkan ölümden çokça bahsedin!

Hadîsin mânâsı: 'Onu anmakla lezzetleri bulandırın ki lezzetlere olan meyliniz kesilsinDolayısıyla Allah'a yönelmiş olasınız!'

Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem. v) şöyle buyurmuştur:

Eğer hayvanlar, ölüm hakkında Âdem oğlunun bildiğini bilseydiler, insanlar onlardan semiz bir et yiyemezlerdi3

Hazret-i Âişe (radıyallahü anh) şöyle sordu: 'Ey Allah'ın Rasûlü! Şehidlerle beraber hoşrolunacak bir kimse var mı?' Hazret-i Peygamber cevap olarak şöyle dedi:

Evet! Yirmi dört saatte yirmi defa ölümü anan bir kimse!4

Bütün bu faziletlerin sebebi; ölümün anılmasındandırÖlümün anılması da aldanış evinden uzaklaşmayı ve âhiret için hazırlıklı bulunmayı gerektirirÖlümden gaflet ise; insanı, dünya şehvetlerine dalmaya davet eder.

Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: Mü'minin hediyesi ölümdür5

Bunu şu hikmete binaen söylemiştir: 'Dünya Mü'minin hapishanesidir'6

Çünkü Mü'min, dünyada nefsinin şiddetinden, şehvetlerinin riyazetinden, şeytanın müdafaasından ötürü sıkıntıdadırBu bakımdan ölüm onun için bu azaptan kurtulmaktırKurtuluş ise, onun hakkında hediyedir; zira Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

Ölüm her müslüman için kefarettir7

Buradaki müslümandan, hak yönünden müslüman, doğruluk yönünden Mü'min olanı kasdetmiştirBu öyle müslümandır ki müslümanlar onun elinden ve dilinden emindirlerOnda müminlerin ahlâkı görünürO, günahların sadece küçükleriyle kirlenirBüyük günahlardan korunup farzları yerine getirdikten sonra ölüm onun küçük günahlarını temizler ve kefaret olur.

Atâ el-Horasanî8 şöyle diyor: Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) bir meclisin yanından geçtiO mesliste kahkaha sesi yükseldiBunun üzerine şöyle buyurdu:

- Meclisinizi, lezzetleri bulandıranın anılmasıyla katıştırın!

- Lezzetleri bulandıran nedir?

- Ölüm!9

Enes'in rivâyetine göre Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

Ölümün zikrini çokça yapın! Çünkü ölümü anmak günahları silerDünyayı gözünüzde küçülterek kıymetsiz kılar10

Ayırt edici olarak ölüm kâfidir!11 Vâiz olarak ölüm yeter!12

Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) mescide çıktıBir grubun konuşup güldüklerini gördüBunun üzerine şöyle dedi:

Ölümü hatırlayın! Nefsimikudret elinde tutan Allah'a yemin ederim ki eğer benim bildiğimi siz bilseydiniz az güler çok ağlardınız13

Hazret-i Peygamberin yanında bir kişiden övgüyle bahsedildiBunun üzerine Hazret-i Peygamber şöyle sordu:

- Arkadaşınızın ölümü hatırlaması nasıldır?

- Biz onun ölümden bahsettiğini hiç işitmedik!

- Öyleyse arkadaşınız övdüğünüz gibi değildir14

ibn Ömer (radıyallahü anh) şöyle diyor: Hazret-i Peygamberin yanıma geldimO esnada Ensar'dan bir kişi Hazret-i Peygamber'e 'Ey Allah'ın Rasûlü! İnsanların en akıllısı ve en şereflisi kimdir?' diye sorduHazret-i Peygamber şöyle dedi:

Ölümü en fazla ananlar ve ölüm için en fazla hazırlık yapanlardırİşte onlar akıllıların ta kendisidirlerOnlar dünyanın şerefini ve âhiretin kerametini elde etmişlerdir15

Ashâb'ın ve Alimlerin Sözleri

Hasan-ı Basrî şöyle demiştir: 'Ölüm, dünyayı rezil etti! Hiçbir akıllıya, onunla sevinmeyi bırakmadı!'

Rebî bHayseme şöyle demiştir: 'mü'min kişinin beklediği hiçbir meçhul Onun için ölümden daha hayırlı değildir'.

Yine şöyle demiştir: 'Kimseyi benden haberdar etmeyiniz! Beni Rabbime doğru bir çekişle çekiniz'.

Hukemadan biri ihvanından bir kişiye şunları yazdı: 'Ey kardeşim! Âhirete varıp orada ölümü temenni etmeden önce, şu dünya evinde ölümden sakın!'

Ebû Bekir Muhammed 'İbn Sîrin'in yanında ölümden bahsedildiğinde onun azalan dumura uğrardı' demiştir.

Ömer bAbdülazîz her gece fakîhleri bir araya getirir, ölümün, kıyâmet ve âhiretin müzakeresini yapar, sonra sanki önlerinde bir cenaze varmış gibi ağlardı.

İbrahim et-Teymî şöyle demiştir: 'İki şey vardır ki benden dünya lezzetini kestiler: Ölümün bahsi, Allahü teâlâ'nın huzurunda hesap için durmak!'

Ka'b şöyle demiştir: 'Kim ölümü tanırsa onun için dünyanın musibet ve üzüntüleri kolaylaşır!'

Mutarrıf16 şöyle diyor: Rüyamda, birinin Basra camiinin ortasında şöyle dediğini gördüm: 'Ölümün anılması, Allah'tan korkanların kalplerini parçaladıAllah'a yemin ederim onları sersemlemiş olarak görüyorum'.

Ebû Hânî Eş'as17 şöyle demiştir: 'Hasan-ı Basrî'nin huzuruna giriyordukBu bakımdan o huzur ancak ateş bahsi, âhiret emri ve ölümün zikri idi!'

Safiyye18 (radıyallahü anh) şöyle diyor: "Bir kadın Âişe'ye kalbinin katılığından şikayet ettiÂişe şöyle dedi: 'Ölümü çokça zikret! Ölümü çokça zikret! Kalbin rikkate gelir'Kadın da Âişe'nin dediğini yaptı ve kalbi rikkate geldi. Sonra gelip Âişe'ye (radıyallahü anh) teşekkür etti".

Hazret-i Îsa'nın yanında ölümden bahsedildiğinde onun derisinden sanki kan damlardı.

Hazret-i Davud'un yanında ölüm ve kıyâmetten bahsedildiğinde mafsalları birbirinden ayrılacak dereceye gelinceye kadar ağlardıRahmeti andığında kendisine gelirdi!

Hasan-ı Basrî şöyle demiştir: 'Ölümden sakınmayan ve ölüm için üzülmeyen akıllı bir kimse görmedim'.

Ömer bAbdülazîz bir âlime 'Bana nasihat et!' dediğinde, o âlim 'Sen ilk ölecek halife değilsin!' dediÖmer 'Daha fazlasını söyle' dediÂlim 'Aba ve ecdadından Âdem'e varıncaya kadarölümü tatmayan hiç kimse yokturSenin sıran da geldi!' dediBunun üzerine Ömer hüngür hüngür ağladı.

Rebî bHayseme evinde bir mezar kazmıştıHer gün o mezara birkaç defa gireryatardıBöylece ölümü anmayı devam ettirirdiO derdi ki: 'Eğer ölümün zikri kalbimden bir saat ayrılırsa, kalbim fesada uğrar'.

Mutarrıf bAbdillah bŞuhayr dedi ki: 'muhakkak bu ölüm, nimet ehline nimeti bulandırmıştırBu bakımdan içinde ölüm olmayan bir nimet arayınız!'

Ömer bAbdülazîz, Anbese'ye hitaben 'Ölümü çokça an! Zira eğer geniş maişetli isen, ölümün anılması, senin için onu daraltırEğer dar maişetli isen genişletir demiştir.

Ebû Süleyman ed-Dârânî şöyle diyor: Ümmü Harun'a 'Ölümü sever misin?' diye sordumCevap olarak 'Hayır' dedi'Neden?' dedim'Eğer bir insana isyan edersem onunla bir araya gelmekten hoşlanmamO halde Allah'a isyan ettiğim halde O'nunla buluşmaya nasıl razı olayım?' dedi.

3) Beyhâkî

4) Taberânî

5) İbn Eb'id-Dünya, Taberânî ve Hâkim

6) Müslim

7) Ebû Nuaym, Hilye; Beyhakî,Şuab'ul-Îman

8) Adı Atâ b. Müslim, künyesi Ebû Eyyub'dur. H. 135'de vefat etmiştir.

9) İbn Eb'id-Dünya

10) İbn Eb'id-Dünya

11) Hars b. Ebî Usame

12) Taberânî, Beyhâkî

13) İbn Eb'id-Dünya

14) İbn Eb'id-Dünya

15) İbn Mâce

16) Ma'kel'in oğludur.

17) Tam adı Eş'as b. Abdülmelik el-Hamrânî'dir.

18) Adi/ Safiyye binti Şeybe'dir. Tâbiîndendir.

4. Ölümü Anmayı Kalbe Yerleştirmenin Yolu

Ölüm korkutucudur ve tehlikesi büyüktürHalk onun hakkında az düşündüğü, onu az andığı için ondan gafildirOnu anan bir kimse ete boş bir kalple değil, dünya ile meşgul olan bir kalp ile onu anarBu bakımdan ölümün anılması bu kimsenin kalbinde herhangi bir fayda temin etmezÖyleyse yapılması gereken şey, kulun kalbini herşeyden boşaltmasıdırÖnünde sadece ölümün anılması kalmalıdır.

Tıpkı tehlikeli bir sahraya gitmek isteyen veya denizde yolculuk yapmak isteyen bir kimse gibi! Muhakkak ki bu kimse sadece o sefer hakkında düşünürÖyleyse ölümün anılması, kalbe girdiğinde tesir etmeli, kişinin dünyaya olan sevgi ve sürûru azalıp kalbi burkulmalıdır.

Burada en faydalı yol; benzerlerinin ve kendisinden önce göç edip giden emsallerinin bahsini çokça etmektirOnların ölümünü ve toprak altındaki durumlarını anmalıdırMertebe ve hallerinde onların suretlerini, şimdi toprağın onların o güzel suretlerini nasıl yediğini, kabirlerde parçalarının nasıl dağıldığını, kadınlarını nasıl dul, yavrularını nasıl yetim, mallarının nasıl zayi, mescid ve meclislerinin kendilerinden nasıl boş kaldığını ve eserlerinin nasıl kesildiğini düşünmelidir! Onları birer birer düşündüğünde, kişinin kalbinde onun hali, ölümünün keyfiyeti ve sureti hayal edildiğinde, o ölenin sevincini, dünya için gidip gelmesini, maişet ve baki kalmayı ümit ettiğini, ölümü unuttuğunu, dünya nimetlerini elde etmekle aldandığını, kuvvet ve gençliğe meylettiğini, gülmesini, oynamasını, kayışını, önündeki ölümden gâfil oluşunu, süratle helaki unuttuğunu hatırladığında ve daha önce nasıl gidip geldiğini, şimdi ise ayaklarının yok olduğunu, mafsallarının ayrıldığını, daha önce nasıl konuştuğunu, şimdi ise böceklerin dilini yediğini, daha önce nasıl güldüğünü, şimdi ise toprağın dişlerini yediğini, daha önce kendisi ile ölüm arasında ancak bir ay gibi kısa bir mesafe olduğu halde, onlarca sene yetecek kadar muhtaç olmadığı şeyleri nasıl istif ettiğini, yakında başına geleceklerden nasıl gâfil bulunduğunu, hatta ummadığı bir vakitte ölümün gelip yakasına yapıştığını, dolayısıyla ölüm meleğinin suretinin kendisine belirdiğini, kulağına ya 'cennete veya cehenneme götürün' sesi geldiğini düşündüğünde, evet bu anda nefsi hakkında düşünür ve onun da onlar gibi olduğunu, gafletinin onların gafleti gibi, akibetinin de onların akibeti gibi olacağını anlar.

Ebu'd Derda şöyle demiştir: 'Ölüler anıldığında kendini onların herhangi biri gibi say!'

İbn Mes'ûd (radıyallahü anh) şöyle demiştir: 'Said, o kimsedir ki başkasından ibret alıp halini düzeltir7.

Ömer bAbdülazîz şöyle demiştir: Her gün sabah veya akşam, Allah'ın divânına giden birini yolcu ettiğinizi görmüyor musunuz? Onu, yerin bir çukuruna koyarsınızYastığı topraktandırDostlarını geride bırakmış ve maişet sebepleri kesilmiştir'.

Bu bakımdan mezarlıklara girmek ve hastaları ziyaret etmek ve buna benzer fikirlerden ayrılmamak ölümün hatırlanmasını kalpte yeniler! Böylece ölümün hatırlanması kalbe, daima göz önünde bulunduracak şekilde hâkim olurİşte bu tahakkuk ettiğinde, şahsın ölüm için hazırlanması ihtimal dahiline girerAldanış evinden uzaklaşması sözkonusu olurAksi takdirde dil ucuyla ölümü zikretmenin, sakınmak ve uyanmak hususunda faydası az olurNe zaman kişinin kalbi dünyanın herhangi birşeyinden hoşlanırsa, derhal ondan ayrılacağını hatırlaması gerekir.

İbn Mutî bir gün evine bakarak güzelliğine hayran oldu. Sonra hüngür hüngür ağlayarak dedi ki: 'Allah'a yemin ederim ki eğer ölüm olmasaydı (ey ev) seninle mesrur olacaktımEğer varacağımız kabirlerin darlığı olmasaydı, dünya ile gözlerimiz aydınlanacaktı'. Sonra hüngür hüngür ağladı.

5. Uzun Emel'in Kötülenmesi, Kısa Emel'in Fazileti, Uzun Emel'in Sebebi ve Çaresi

Kısa Emelin Fazileti

Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) , Abdullah b. Ömer'e hitaben şöyle buyurmuştur:

Sabahladığında, nefsine akşamlayacağını, akşamladığında sabahlayacağını söyleme! Hayatında ölümün için, sıhhatinde de hastalığın için tedbir al! Ey Abdullah! Muhakkak ki sen yarın isminin ne olacağını bilmezsin19

Hazret-i AliHazret-i Peygamberin şöyle buyurduğunu rivâyet eder:

Sizin için en fazla korktuğum şey a) Hevâ-i nefse tâbi olmanız, b) Tûl-i Emel (uzun yaşama hayali) beslemenizdir! Hevâ-i nefse tâbi olmak, halktan uzak durmaktır, tûl-i emel de dünyayı sevmektir.

Sonra şöyle dedi: İyi bilin ki Allah dünyayı, sevdiği kimseye de buğzettiği kimseye de verirFakat bir kulunu sevdiğinde ona îmanı verirMuhakkak ki dinin evlatları vardırDünyanın (da) evlatları vardırSiz dinin evlatlarından olunuzDünyanın evlatlarından olmayınızElbette dünya arkasını çevirdiği halde göç etmiştirMuhakkak ki içinde hesap olmayan bir çalışma gününde bulunuyorsunuzMuhakkak ki içinde amel ve çalışma olmayan bir hesap gününe yaklaşmış durumdasınız!20

Ümmü Münzir şöyle demiştir: Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) bir akşam halka baktı ve şöyle dedi:

- Ey insanlar! Allah'tan utanmıyor musunuz?

- Ey Allah'ın Rasûlü! Niçin utanalım!

Yemeyeceğinizi derliyor, yetişmeyeceğinizi umuyorsunuzİçinde oturmayacağınız binalar inşa ediyorsunuz21

Ebû Said el-Hudrî der ki: Usame bZeyd, Zeyd bSabit'ten bir ay vâde ile yüz dinara bir câriye aldıHazret-i Peygamber hâdiseyi işitti ve şöyle dedi: 'Bir ay vâde ile câriye satın alan Usame'ye hayret etmiyor musunuz? Muhakkak ki Usame uzun emellidir! Nefsimi kudret elinde tutan Allah'a kasem ederim! Gözlerim her açıldığında göz kirpiklerimin bir daha kapanmayacağını sanmıyorumBu durum, Allah ruhumu kabzedinceye kadar devam edecektirAğzıma bir lokmayı aldığımda, onu yutamayacağımı ve öleceğimi sanıyorum'.

Ey Ademoğulları! Eğer aklınız yetiyorsa, kendinizi ölmüş sayınNefsimi kudret elinde bulunduran Allah'a yemin ederim ki size va'dedilen muhakkak başınıza gelecektirSiz onu geri çeviremezsiniz22

İbn-i Abbâs'tan şöyle rivâyet ediliyor: Hazret-i Peygamber dışarı çıkıp su döküyordu, toprak ile siliniyorduBunun üzerine 'Ey Allah'ın Rasûlü! Su sana yakındır!' dedimCevap olarak dedi ki: 'Suya yetişeceğimi nerden bileyim?'23

Rivâyet ediliyor ki; Hazret-i Peygamber eline üç çöp aldıBirini önüne, diğerini onun yanına, üçüncüsünü de uzağa dikerek şöyle dedi:

- Bunun ne olduğunu biliyor musunuz?

- Allah ve Rasûlü daha iyi bilir!

- Şu önümdeki çöp insandırYanındaki çöp ise eceldir.

Uzaktaki ise, emelidirÂdem oğlu emelini işlemeye başlar.

Emelden önce ecel gelip onu apar topar götürür24

Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

Âdem oğlunun, yanında doksan dokuz mukadderat vardır, Eğer mukadderatın pençesinden kurtulursa, ihtiyarlığa girer25

İbn Mes'ûd (radıyallahü anh) şöyle demiştir: İşte bu kişi, bunlar da onun etrafındaki tehlikelerdir, ona doğru gelmektedirlerİhtiyarlık, tehlikelerin arkasında ve emel de ihtiyarlığın ötesindedir'.

İnsan uzun emel beslerTehlikeler de ona doğru akıp gelirlerBunların hangisi onun yanından geçerse onu kapar götürürEğer tehlikelerin pençesinden kurtulursa, emelini beklerken ihtiyarlık onu öldürür.

Abdullah (radıyallahü anh) der ki: Hazret-i Peygamber dörtgen bir çizgi, onun ortasına da ikinci bir çizgi çizdiOrtadaki çizginin etrafına da birçok çizgiler çizdiBir çizgi de dörtgenin dışına çizdi ve şöyle dedi:

- Bunun ne olduğunu biliyor musunuz?

- Allah ve Rasûlü daha iyi bilir!

- Şu ortada bulunan çizgi insandırBu dörtgen de onu kapsayan eceldirŞu etraftaki çizgiler de olaylardırOnu durmadan ısırırlarBunlardan biri onu ısırmazsa öbürüsü ısırırŞu dörtgenin dışındaki çizgi ise insanın emelidir26

Enes Hazret-i Peygamberin şöyle buyurduğunu rivâyet eder:

Âdem oğlu ihtiyarlarOnunla beraber iki şey kalır: Hırs ve emel!27

Bir rivâyette de şöyledir: 'Onunla beraber iki şey de ihtiyarlar: Mal ve ömür için hırs!'

Hazret-i Peygamber (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Bu ümmetin ilki yakîn ve zühd ile kurtulduBu ümmetin sonu ise, cimrilik ve emel ile helâk olacaktır.

Şöyle anlatılıyor: Hazret-i Îsa (aleyhisselâm) , oturan ve elinde bir kürek ile yeri kazan bir ihtiyar gördüBunun üzerine Îsa (aleyhisselâm) şu duayı yaptı: 'Ey Allahım! Onun kalbinden emeli söküp atF Dua âkabinde, ihtiyar küreği elinden attıSırt üstü uzanıp bir saat durduBu manzara karşısında Îsa (aleyhisselâm) şöyle dua etti: 'Ey Allahım! Ona emeli geri ver!' Bunun üzerine ihtiyar kalkarak çalışmaya başladıHazret-i Îsa ihtiyardan bahsi geçen durumu sorduİhtiyar şu cevabı verdi: "Çalıştığım bir anda nefsim bana şöyle dedi: 'İhtiyar olduğun halde daha ne zamana kadar çalışacaksın?' Dolayısıyla ben küreği elimden atıp uzandım. Sonra nefsim bana 'Yemin olsun! Hayatta kaldıkça senin için geçim lâzımdır!' dediBöylece kalkıp çalışmaya başladım".

HasanHazret-i Peygamberin şöyle buyurduğunu rivâyet eder:

- Acaba hepiniz cennete girmeyi sever misiniz?

- Evet ya Rasûlüllah!

- Emelinizi kısaltınız, ecellerinizi gözlerinizin önüne getiri nizGereği gibi Allah'tan utanınız! (Bu takdirde cennete girersiniz) 28

Hazret-i Peygamber duasında şöyle derdi:

Ey Allahım! Âhiretin hayrını engelleyen dünyanın şerrinden sana sığınıyorumÖlümün hayrını engelleyen bir hayattan sana sığınıyorumAmelin hayrını engelleyen bir emelden sana sığınıyorum29

Ashâb'ın ve Âlimlerin Sözleri

Mutarrıf bAbdillah şöyle demiştir: 'Eğer ecelimin ne vakit olduğunu bilseydim aklımın kaybolmasından korkardımFakat ölümden gâfil olmayı, Allah kullarına bir nimet olarak ihsan buyurmuşturEğer gaflet olmasaydı kullar herhangi bir maişetten lezzet almazdıAralarında pazarlar kurulmazdı'.

Hasan şöyle demiştir: 'Unutkanlık ve emel, ademoğulları için iki büyük nimettirEğer bu iki nimet olmasaydı müslümanlar yollarda yürümezdi'.

Süfyân es-Sevrî şöyle demiştir: 'Kulağıma geldiğine göre insan ahmak olarak yaratılmıştırEğer bu durum olmasaydı maişetten hoşlanmazdı'.

Ebû Said bAbdurrahman şöyle demiştir: 'Dünya ancak insanların akılsızlığından ötürü imar edilmiştir!'

Selman-ı Fârisi (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Üç şey vardır ki beni güldürecek kadar hayrette bırakırlar:

1Ölüm kendisini aradığı halde dünyayı isteyen kimse (nin durumu) .

2Kendisinden gaflet edilmediği halde gâfil olan kimse.

3Rabbinin kendisinden razı olup olmadığını bilmediği halde ağız dolusu gülen kimse.

Üç şey vardır ki ağlatacak kadar beni üzerler:

1Hazret-i Peygamber ve cemaatinden ayrılmak.

2Kıyâmetin dehşeti.

3Cennete mi, cehenneme mi gönderileceğimi bilmediğim halde Allah'ın huzurunda hesaba çekilmek için durmam!

Seleften biri şöyle diyor: "Zürâre bEbi Evfayı, ölümden sonra, rüyada görüp 'Sizin katınızda amellerin hangisi daha verimlidir?' diye sordumZürare 'Tevekkül ile emeli kısaltmak!' dedi".

Süfyân es-Sevrî şöyle demiştir: 'Dünya hakkındaki zâhidlik lezzetsiz yemek ve aba giymek değildirEmelin kısaltılmasıdır'.

Mufaddal bFudale30 Rabbinden emelinin kaldırılmasını istediDolayısıyla onun kalbinden yemek ve içmek şehveti silindi. Sonra Rabbine geri vermesi için yalvardıEmel kendisine geri verildi, yemeye ve içmeye başladı.

Hasan'a 'Ey Ebû Said! İç gömleğini yıkamaz mısın?' diye sorulduBununla meşgul olmak uzun emeldir' dedi.

Hasan şöyle demiştir: 'Ölüm sizin önünüzdedirDünya ise arkanızdadır'.

Bir kişi şöyle demiştir: 'Ben boynunu uzatmış, üstünde de bir kılıç olduğu halde, boynu ne zaman vurulacaktır diye bekleyen bir kimse gibiyim'.

Dâvûd et-Tâî şöyle demiştir: 'Eğer bir ay yaşamayı ümit edersem kendimi büyük bir günah işlemiş olarak görürümBen bunu nasıl ümit ederim?Oysa fecaatların gece ve gündüz saatlarinde halkı kasıp kavurduğunu görmekteyim.

Hikâye ediliyor ki Şakîk el-Belhî, hocası Ebû Haşim Rumânî'nin31 yanına geldiğinde abasının köşesinde bağlı birşey vardıBunu gören hocası 'Nedir bu?' dedi ve kapıyı Şakîk'in yüzüne kapayarak eve girdi.

Ömer bAbdülazîz, kürsüde şöyle demiştir:

Muhakkak ki her sefer için azık hazırlanırÖyleyse siz de düyadan âhirete olan seferenizde takvayı azık edininSiz, Allah'ın hazırladığı sevap ve ikabı gören bir kimse gibi olun, ibadete dalıp günahlardan çekinin! Sakın zaman sizin için uzun gelip de kalpleriniz katılaşmasın ve düşmanınıza itaat etmeyinYemin olsun muhakkak ki akşamdan sonra sabahlamayacağını ve sabahladıktan sonra akşamlamayacağını bilmeyen bir kimse uzun emel taşımamalıdırÇoğu kez bunların arasında ölüm gelip insanın boğazına yapışırBen de siz de dünyaya aldanan nicelerini gördük! Oysa ancak Allah'ın azabından kurtulanın gözü aydın olurKıyâmetin dehşetlerinden emin olan ancak sevinirO kimse ki herhangi bir yarayı ancak başka bir taraftan bir yara almak suretiyle tedavi edebiliyorsa, o nasıl sevinir? Yaptığım bir şeyi size emretmekten Allah'a sığınırımEğer böyle yaparsam alış-verişimde zarar edip kusurum ve miskinliğim, fakir ve zenginin halini gösteren terazilerin ortaya konduğu bir günde açığa çıkarSiz öyle bir şeyle mükellef kılındınız ki eğer yıldızlar onunla mükellef kılınmış olsalardı muhakkak dökülüp saçılırlardıDağlar öyle bir şeyle mükellef olsaydı, muhakkak erirdiKürre-i arz onunla mükellef kılmasaydı, muhakkak paramparça olurduBilmez misin, cennet ile ateş arasında bir konak yokturMuhakkak siz onlardan birine varacaksınız.

Bir kişi dostuna (şunları) yazdı: 'Dünya rüyadırÂhiret ise uykudan uyanmadırİkisinin arasında olan ölümdürBiz karmakarışık rüyalar içerisinde kıvranıp duruyoruzBir başkası arkadaşına (şöyle) yazdı: 'muhakkak ki dünya için üzülmek uzundurÖlüm insana yakındırEksiklik için her günde ondan nasip vardırBelâ için onun cisminde yol vardırBu bakımdan göç etmeye çağrılmazdan önce acele et! Vesselâm!'

Hasan şöyle demiştir: Âdem (aleyhisselâm) hata etmeden önce emeli arkasında, eceli gözlerinin arasında bulunuyorduZelleye düştüğünde emel gözlerinin önüne, ecel de arkasına geldi'.

Abdullah bSamit şöyle rivâyet ediyor: Babası şöyle demiştir: 'Ey sıhhatinin uzunluğuna aldanan, hastalıksız ölen hiç kimse görmedin mi? Ey mühletinin uzunluğuna aldanan! Acaba azıksız yakalanan birini görmedin mi? Eğer ömrünün uzunluğunu düşünürsen, geçmiş lezzetlerini unutursun! Acaba sıhhatle mi aldanıyorsun? Yoksa içinde kıvrandığın afiyetin uzunluğu ile mi? Yoksa emin bulunduğun ölümle mi? Veya ölüm meleğine karşı cesaret mi gösteriyorsun? Ölüm meleği geldiğinde, malın ve servetin onu senden uzaklaştıramazNüfusunun çokluğu da onu engelleyemez! Bilmez misin ölüm saati, üzüntülü ve sıkıntılıdırDaha önce yapılan kusurlardan ötürü pişmanlıktırAllah, ölümden sonraki hayat için çalışan kuldan razı olsun! Allah o kuldan razı olsun ki ölüm gelmeden önce tedbir almıştır'.

Ebû Zekeriyya et-Teymî şöyle anlatıyor: Süleyman bAbdülmelik, Mescid-i Haramda, bulunduğu bir sırada yazılı bir taş getirildiTaşın üzerindeki yazıları okuyacak biri araştırıldıVehb b. Münebbih Süleyman'ın huzuruna getirildiO taşta şunlar yazılıydı:

Ey Âdem oğlu! Eğer sen ecelinden geri kalanın yakınlığını görseydin, emelinin uzunluğunda zâhidlik ederdinAmelini artırmak için rağbet gösterirdinHırs ve hileden uzak dururdunEğer ayağın kayarsa, yarın pişmanlığınla karşı karşıya gelirsinAile efradın ve haşmetin seni teslim edeçek, baban ve yakınların senden ayrılacak, evlat ve soyun seni terkedecektirSen dünyaya dönecek değilsinHayırlarını da arttıramazsınÖyleyse üzüntü ve pişmanlık gelmeden önce kıyâmet için çalış! Bunun üzerine Süleyman, hıçkıra hıçkıra ağladı.

Seleften biri şöyle diyor: Muhammed bYûsuf un Abdurrahman bYûsuf a yazdığı bir mektubu gördümMektupta şunlar yazılıydı:

Selâm senin üzerine olsun! Nezdinde kendisinden başka ilâh bulunmayan Allah'a hamd ederim.

Seni dünyadan, âhirete davet ediyor ve amellerinin gideceği mükafat yerine döneceğinden gâfil olmaman hususunda seni sakındırıyorumSen yeryüzünden sonra yerin altına gidersinMünker ve Nekir melekleri gelir, seni oturtup azarlarlarEğer Allah (kudretiyle) beraberinde ise zarar, korku ve fakirlik yokturEğer bunun aksi olursa, Allah hem beni, hem de seni felaketin kötü akibetinden, kabrin darlığından muhafaza eylesin. Sonra mahşerin gürültüsü ve Sûr'un üfürülüşü gelirMahlûklar hakkında hükmetmek, yeri ve gökleri sakinlerinden boşaltmak için Cebbâr olan Allah harekete geçer, sırlar fâş edilir, ateş kızıştırılır, teraziler konulur, peygamberler ve şehidler getirilirAralarında hak ile hükmedilir ve 'Hamdâlemlerin rabbine mahsustur!' denilirNice rezil olmuş ve örtülmüş, nice helâk olmuş ve kurtulmuş, nice azaba uğramış ve rahmete kavuşmuş kimseler vardırKeşke bilseydim, o gün benimle senin halin ne olacaktır? Bu bakımdan bu hususta lezzetler yıkılmış, şehvetlerden kaçınılmış, emel kısaltılmış, uykuda olanlar uyandırılmış ve gaflette olanlar sakındırılmıştırAllah bize ve size bu büyük tehlike karşısında yardım etsin! Dünya ve âhiret tesirini muttakîlerin kalbinde ne derece halketmişse, benim ve senin kalbinde de öyle halketsinBiz ancak O'nunla ve O'nun için varızVesselâm!

Ömer bAbdülazîz Allah'a hamd ve sana ettikten sonra şu hutbeyi okudu:

Ey insanlar! Siz boş yere yaratılmış değilsiniz ve başıboş bırakılamayacaksınız! Muhakkak sizin için bir dönüş yeri vardırAllah aranızda hükmetmek için sizi bir araya getirecektirYarın herşeyi kaplayan Allah'ın rahmetinden ve eni gökler ile yer kadar olan cennetinden çıkarılan bir kul zarar etmiş ve şakî olmuşturYarın emin olmak, ancak rabbinin saltanatından korkan, azabından ittika eden, azı verip çoğu alan, fâniyi verip bakiyi alan, şekaveti saadetle değiştiren bir kimse için mümkündürGörmez misiniz siz, helâk olanların sulblerindeydiniz? Sizden sonra zürriyetleriniz kalacaktırHer gün vaktini bitirmiş ve emeli kesilmiş bir kimseyi Allah'a yolcu ettiğinizi, onu yastıksız ve döşeksiz, sebeplerden ve dostlarından ayrılmış, hesap ile karşı karşıya gelmek üzere bir çukurun içine koyduğunuzu görmüyor musunuz? Yemin olsun! Gerçi benim günahım sizinkinden daha fazladırFakat bunlar Allah'tan gelen adil kanunlardırSize, Allah'a itaat ve ibadet etmeyi tavsiye eder ve sizi günahlardan sakındırırım ve Allah'tan af talep ederim.

Bunları söyledikten sonra yenini yüzüne kapatıp gözyaşları sakalını ıslatıncaya kadar ağladıBir daha ölünceye kadar meclise geri dönmedi.

Ka'kâ bHâkim32 şöyle demiştir: 'Otuz seneden beri ölüme hazırlandımEğer bana gelseydi tehir edilmesinden hoşlanmazdım'.

Süfyân es-Sevrî şöyle anlatır: Küfe mescidinde yaşlı bir kişi şöyle diyordu: 'Otuz seneden beri şu mesciddeyimGelmesi için ölümü bekliyorumEğer gelseydi ona ne birşey emreder, ne de onu bir şeyden sakındırırdımBenim hiçkimse de bir şeyim olmadığı gibi hiç kimsenin de bende bir şeyi yoktur.

Abdullah bSalebe şöyle demiştir: 'Sen gülüyorsun ama belkide kefenin bez ağartıcısının yanından çıkmış bulunuyor!'

Muhammed bAli ez-Zâhid şöyle demiştir: Kûfe'de bir cenazeyi teşyi ettikBu teşyie Dâvud-u Tâî de katıldıCenaze defnedildikten sonra Dâvûd ayrılıp bir köşeye oturduBen de gelip ona yakın bir yere oturdumDâvûd şöyle dedi: 'Kim azaptan korkarsa, uzak onun için kısalır, kimin emeli uzarsa ameli zayıf olurHer gelecek yakındırEy kardeşim! Bil ki seni rabbinden meşgul eden herşey, senin için uğursuzdurBil ki bütün dünya ehli, kabir ehlindendirOnlar geride bıraktıkları için pişman olacaklardır.

Daha önce gönderdikleriyle sevineceklerdirKabir ehlinin pişman olduğu şey hakkında dünya ehli boğuşur, birbirlerini kıskanırlarOndan dolayı birbirlerini hâkimlere şikayet ederler.

Muhammed bEbî Tevbe şöyle diyor: Mâruf-u Kerhî, namaz için kamet getirdi, bana İmâm olmamı teklif ettiDedim ki: 'Eğer ben önünüzde bu namazı kıldırırsam bundan başkasını kıldıramam'Bu cevap üzerine Mâruf şöyle dedi: 'Sen nefsine, yaşayacağını ve başka bir namaz kılacağını mı söylüyorsun? Uzun yaşama arzusundan Allah'a sığınırızÇünkü uzun emel insanı hayırlı amelden alıkoyar'.

Ömer bAbdülazîz bir hutbesinde şöyle demiştir:

Muhakkak dünya sizin esas eviniz değildirAllah onun hakkında yok olmayı takdir etmiştirOnun ehli hakkında da ondan göç etmeyi yazmıştırDünyayı imar eden nice insan vardır ki yakında dünyadan göç edecektirAllah size rahmet etsin! Elinizde bulunan nakil vasıtalarının en güzeliyle dünyadan göç etmeye çalışıp azıklanınız! Muhakkak ki azığın hayırlısı takvadırDünya, azalmış gölge gibidirÂdem oğlu dünyada gözü yaşsız olduğu haldeyken ansızın Allahü teâlâ onu çağırırOndan eserlerini ve dünyasını selbederOnun zenginliklerini başka bir kavme verirDünya, zarar verdiği kadar sevindirmezDünya az sevindirir, çok üzer.

Hazret-i Ebû Bekir bir hutbesinde şöyle demiştir: 'Yüzleri güzel ve pırıl pırıl parlayan kimseler, gençliklerine meftun olanlar nerede? Şehirler kuranlar, onları surlarla koruyan padişahlar nerede? Savaş meydanlarında muzaffer olanlar nerede? Zaman onların hepsini yere serdiOnlar kabirlerin karanlıklarına hüründülerAcele ediniz, derhal kurtuluşa koşun kurtuluşa!'

19) İbn Hıbbân, Buhârî, (İbn Ömer'den)

20) İbn Eb'id-Dünya, Kasr-ı Amel

21) İbn Eb'id-Dünya

22) İbn Eb'id-Dünya, Kasr-ı Amel

23) İbn-i Mübârek, Zühd; İbn Eb'id-Dünya ve Bezzâr

24) İmâm-ı Ahmed, İbn Eb'id-Dünya

25) Tirmizî

26) Buhârî

27) Müslim, Tayalisî, Tirmizî, İbn Mâce ve İbn Hıbbân

28) İbn Eb'id-Dünya

29) İbn Eb'id-Dünya

30) Basralıdır. Ebû Dâvûd, Tirmizî ve İbn Mâce kendisinden hadîs rivâyet etmiştir.

31) Adı, Yahya b. Dinar'dır. H. 122'de (veya 145'de) vefat etmiştir.

32) Kinane kabilesindendir. İbn Hıbbân güvenilir kimseler arasında zikretmiştir.

6. Uzun Emel'in Sebebi ve Çaresi

Uzun emerin iki sebebi vardır. Biri cehalet, diğeri dünya sevgisidir.

Dünya Sevgisi

İnsan dünyaya, şehvetlerine, lezzetlerine ve dünya ile olan ilişkilerine değer verdiğinde dünyadan ayrılmak kalbine ağır gelirKalbi, dünyadan ayrılmasına sebep olan ölüm hakkında düşünmekten kaçınırKim bir şeyden hoşlanmazsa, onu kendinden uzaklaştırırİnsan bâtıl kuruntuların hayranıdırDaima maksadına uygun olanı temenni ederNefsine uygun olan da dünyada baki kalmaktırBaki kalmanın çarelerini hayal ederMuhtaç olduğu mal, aile fertleri, ev, dostlar, hayvanlar ve dünyanın diğer şeylerini araştırırBöylece kalbi bu düşünceye dalar, bundan ayrılmazBu bakımdan ölümün anılmasından gâfil olurOna yaklaşmaya bile gücü yetmezEğer bazı hallerde ölüm ve ölüm için hazırlanma kalbine gelirse onu tehir ederNefsine der ki: 'Önünde tevbe etmek için uzun günler vardır?'

Biraz yaşlanınca der ki: 'Pîr-i fani oluncaya kadar vakit vardır! Pîr-i fani olduğunda der ki: 'Şu evi yapıncaya, şu bostanı işlerini bitirinceye kadar bari tevbeyi tehir edeyimŞu seferden dönünce veya şu çocuğun çeyizini yapıncaya, buna bir mesken hazırlayıncaya veya bana diş bileyen şu düşmanın kahrından kurtuluncaya kadar tehir edeyim5Dolayısıyla durmadan ölümü hatırlamayı tehir edip geciktirirBir meşgale bitmeden, on meşgale daha çıkarBöylece gün be gün ölüm hakkında düşünceyi geciktirirOnu bir meşgale başka bir meşgaleye sürükler dururBöylece ummadığı bir zamanda ölüm gelip yakasına sarılncaya kadar tehir eder ve son anda üzüntüsü çok büyük olur.

Ateş ehlinin çoğunun feryadı tevbeyi geciktirmektendirOnlar 'Gecikmeden dolayı vay hâlimize!' derler.

Oysa bu işi geciktiren miskin kendisini ölümü hatırlamayı geciktirmeye davet eden sebebin bugün beraberinde olduğu gibi yarın da beraberinde olduğunu bilmezO sebep müddetin uzamasıyla kuvvet kazanırOysa miskin dünyaya dalan ve dünyayı koruyan kimse bir gün boş vakit bulup tevbe etmesinin mümkün olduğunu zanneder! Ama nerede? Dünyadan ancak dünyayı atan boşalır.

Hiçbir kimse dünyadan ihtiyacını almamıştır.

Hiçbir ihtiyaç başka bir ihtiyaca götürmekten başka bir işe yaramaz!

Bütün bu kuruntuların esası, dünya sevgisidirDünyaya önem vermek ve Hazret-i Peygamberin şu hadîs-i şerifinin mânâsından gâfil olmaktır:

Sevebildiğini sev! Muhakkak ondan ayırlacaksın! bCehalet

İnsan bazen gençliğine güvenirGençlikle beraber ölümün yakınlığını uzak bir ihtimal sayarMiskin düşünmez ki memleketinin ihtiyarları sayılsa, memleketindeki erkeklerin onda birinden daha azdırlarOnların az olmaları, ölümün gençler arasında daha çok olmasındandırBir ihtiyar ölünceye kadar bin çocuk ve genç ölür.

Bazen de sıhhatli oluşundan dolayı ölümü uzak sayarAnsızın gelen ölümü uzak bir ihtimal olarak görürBilmez ki bu uzak değildirBu uzak olsa dahi ansızın gelen hastalık uzak değildirOysa hastalıklar ansızın gelir, kişi hasta olduğunda ölüm uzak sayılmazEğer bu gâfil ölümün gençlikten, orta yaşlılıktan, ihtiyarlık, yaz, kış, güz, bahar, gece ve gündüzden belli bir vaktinin olmadığını düşünse, şuuru ölüme hazırlanmakla meşgul olurFakat bunları düşünmemesi ve dünya sevgisi onu ölümün yakınlığından gâfil olmaya sevk ederBu bakımdan o, ölümün devamlı ileride olduğunu zannederÖlümün başına geleceğini takdir etmezKendisinin devamlı başkalarının cenazelerini teşyi edeceğini zannederKendi cenazesinin teşyi edileceğini hiç hesaba katmazÇünkü defalarca cenaze teşyi etmiş, artık buna alışmıştır.

O daima başkasının ölümünü müşahede etmiştirKendi ölümünü ise hiç düşünmemiştir, düşünmesi de uzak ihtimaldirDüşündüğü takdirde de bir defadan sonra ikinci defa düşünmezBu bakımdan o, ilk ve sondurBu kimse nefsini başkasına kıyas etmeli, cenazesinin omuzlarda taşındığını ve defnedildiğini düşünmelidirBelki de mezarının tuğlası hazırlanmıştır.

Bu bakımdan onun ölümü hatırlamayı ve (tevbeyi) tehir etmesi katıksız cehalettirBunun sebebinin cehalet ve dünya sevgisi olduğunu bildiğinde, tedavisi, sebebini bertaraf etmektirCehalet, uyanık kalpten gelen saf fikir ile bertaraf edilir, temiz kalplerden gelen beliğ hikmeti dinlemek ile kaldırılır.

Dünya sevgisine gelince, onu kalpten çıkarmakta kullanılan ilâcın acısı pek çetindir, geçmiş ve geleceklerin tedavisinden aciz kaldıkları müzmin bir hastalıktırBu hastalığın, son güne ve son gündeki büyük azap ve büyük sevaba îman etmekten başka ilâcı yoktur.

İnsan bunlara kesin olarak inandığı zaman kalbi dünya sevgisinden boşalırÇünkü gerçek sevgi odur ki kalpten basit şeylerin sevgisini silerBu bakımdan kişi, dünyanın hakirliğini, âhiretin de büyüklüğünü gördüğünde dünyaya iltifat etmekten imtina eder.

Doğudan batıya kadar bütün dünya mülkü kendisine verilse bile aldırmazBu nasıl böyle olmaz! Oysa dünyadan daha düşük az birşey vardırO halde dünya ile nasıl sevinebilir veya âhirete îman etmekle beraber dünyanın sevgisi onun kalbinde nasıl yerleşir? Öyleyse Allahü teâlâ'dan dileğimiz, dünyayı sâlih kullara gösterdiği gibi, bize de göstermesidir!

Ölümü düşünmek hususunda emsallerinin ölümüne bakmak gibi bir ilâç yokturBunlara ölümün nasıl ummadıkları bir zamanda geldiğine dikkat etmelidir.

Ölüm için hazırlıklı olan bir kimse, büyük bir zafer elde ederUzun emelle aldanmış bir kimse ise apaçık zarar eder.

İnsan her saat azalarına dikkat edip bu azalan böceklerin nasıl yiyeceğini, kemiklerinin nasıl dağıldığını düşünmelidirBöceklerin önce sağ gözbebeğinden mi yoksa sol gözbebeğinden mi başlayacağını düşünmelidirÇünkü onun bedeninde hiçbir şey yoktur ki böceğin yiyeceği olmasın! Kendisi için sadece ilim ile Allah rızası için yapılan katıksız amel kalır.

İşte böylece daha sonra bahsedeceğimiz kabir azabı, Münker ve Nekir'in suali, haşr, neşr, kıyâmetin dehşetleri, en büyük merasim gününün kulakları çınlatan gürültüsü hakkında düşünmelidirBu düşünceler ve benzerleri kalpte ölümün zikrini tazeler ve kalbi ölüm için hazırlanmaya davet eder.

40-2

7. Uzun Emel ile Kısa Emel Hususunda İnsanların Durumları

Bu hususta insanlar değişik durumdadırlarOnlardan kimi vardır ki dünyada baki kalmayı umar ve daima bunu ister.

Her biri bin yıl yaşatılmayı ister. (Bakara/96)

Onlardan kimi de pîr-i fani oluncaya kadar yaşamayı isterPîr-i fani olmak kişinin gördüğü ömrün en uzağına varmak demektirBu, dünyayı çok seven bir kimsedir.

Nitekim Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur:

İhtiyar, dünya sevgisinde gençtir velev ki ihtiyarlıktan ötürü onun göğüs kemikleri birbirine geçmiş olsun! Ancak Allah'tan korkanlar bu hükmün dışındadırOnlar da pek azdır!

Onlardan bir kısmı da bir sene yaşamayı ümit ederBir senenin ötesinin tedbiriyle meşgul olmazGelecek senede nefsi için varlık takdir etmezBu kimse yazda kış için tedbir alır, kışta da yaz için! Bu bakımdan bir sene kendisine yetecek miktarı derlediğinde ibadetle meşgul olur.

Onlardan bir kısmı da yaz veya kış müddetini ümit ederYaz devresinde kış elbisesini, kış devresinde de yaz elbisesini tedarik etmezBir kısmın ümidi de bir gün bir gecedirO içinde bulunduğu gün için hazırlanır, yarın için hazırlanmaz!

Hazret-i Îsa (aleyhisselâm) şöyle demiştir: 'Yarının rızkı için boşuna kederlenmeyin! Eğer yarın ecelinizden ise, onda rızkınız ecellerinizle beraber gelecektirEğer ecellerinizden değilse, başkasının eceli için ihtimam göstermeyin!' Onlardan bir kısmının emeli de bir saati geçmez.

Nitekim, Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur:

Ey Abdullah, sabahladığında akşamlayacağını, akşamladığında da sabahlayacağını düşünüp nefsine ümit verme!33

Onlardan başka bir grup vardır ki bir saat sonraya kalmayı bile düşünmezNitekim Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) biraz ilerideki suya gitmeden teyemmüm ederek şöyle demiştir: 'Suya yetişeceğimi nerden bileyim?'

Onlardan bir kısmı da vardır ki ölüm gözlerinin önünde olurNeredeyse gırtlağına sarıldığı halde hâlâ ölümü beklerBu insan öyle bir kimsedir ki hatır isteyen bir kimsenin namazı gibi namaz kılar.

Onun hakkında Muaz bCebel'den (radıyallahü anh) nakledilen şu hadîs-i şerîf vârid olmuştur: Hazret-i Peygamber, Muaz'a îmanın hakikatini sorduğunda

cevap olarak şöyle demiştir: 'Her attığım adımın arkasından ikinci adımı atamayacağımı zannediyorum'.

Nitekim Esved'den nakledildiği gibi, o geceleyin namaz kıldığında sağma soluna bakardıBiri 'Bu bakış nedir?' diye sorunca, cevap olarak, dedi ki: 'Ölüm meleğinin hangi cepheden bana geleceğine bakıyorum!'

İşte bütün bunlar, insanların değişik durumlarıdırBunların her biri için Allah katında dereceler vardırEmeli bir ay olan bir kimse, emeli bir ay bir gün olan kimse gibi değildirAllah katında, derece bakımından, bunların arasında fark vardırÇünkü Allahü teâlâ zerre kadar zulmetmezKim zerre miktarı hayır işlerse onun mükafatını görecektir! Sonra emelin kısaltılmasının tesiri, acele sâlih amele yönelmekle kendini gösterirHer insan emelinin kısa olduğunu iddia ederOysa yalancıdırBu ancak amellerle belli olur; zira insan bazen öyle şeylere ehemmiyet verir ki çoğu kez onlara ancak senede bir muhtaç olurBu ihtimam, uzun emelli oluşuna delâlet eder.

Tevfîk 'in alâmeti, ölümün gözönünde olması ve bir saat dahi ölümden gâfil bulunulmamasıdırBu bakımdan insan her an ölüme hazırlıklı olmalıdırEğer akşama kadar yaşarsa, Allahü teâlâ'ya, Allah'a itaat üzere akşamladığı için şükretmelidir, gününü zayi etmediğinden dolayı sevinmelidirO günden nasibini aldığı ve Allah katında nefsi için onu azık edindiği için sevinmelidir. Sonra sabaha kadar yine aynı şekilde devam etmelidirBu durum kalbi yarın ve yarında olacaklardan boşalmış bir kimse için kolaydırBöyle biri öldüğünde saîd olup ganimet sahibi olurYaşadığında ölüme hazırlanmanın güzelliği ve münâcatın lezzetiyle sevinirBu bakımdan ölüm bunun için saadet, yaşamak da amel bakımından artıştır.

Öyleyse ey miskin insan! Ölüm senin kalbinde olsun; zira akıntı seni şiddetle sürükleyip götürürOysa sen nefsinden gafilsinBelki de sen menzile yaklaşmış, mesafeyi zafere ulaşmak, ancak sana ganimet olarak verilmiş olan her nefesinde amel yapmana bağlıdır.

33) Daha önce geçmişti.

8. Amel Hususunda Acele Etmek, Gecikme Afetinden Sakınmak

Kaybolan iki arkadaşı olup onların birinin yarın, diğerinin de bir ay veya bir sene sonra gelmesini bekleyen bir kimse, bir ay veya bir sene sonra gelecek arkadaşını karşılamak için değil, yarın gelmesi beklenilen arkadaşını karşılamak için hazırlanır.

Bu bakımdan hazırlanmak, beklemenin yaklaşmasının neticesidirÖyleyse ölümün gelmesini bekleyen bir kimsenin kalbi, o müddetle meşgul olurO müddetin ötesini unutur. Sonra her gün bütün seneyi beklediği ve seneden geçmiş günü eksiltemediği halde sabahlarBu durum ise, onu acele amel işlemekten alıkoyarÇünkü bu kimse daima o sene içerisinden nefsi için bir genişlik görürDolayısıyla ameli terkeder.

Nitekim Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

Sizlerden biriniz dünyadan ancak azdıran bir zenginliği veya unutturan bir fakirliği veya ifsâd eden bir hastalığı yahut bağlayıcı bir ihtiyarlığı veya techiz edici bir ölümü veya beklenilenin en şeriri olan Deccal'ı veyahut da kıyâmeti bekliyorOysa kıyâmet daha dehşetli ve daha acıdır34

İbn-i Abbâs (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) bir kişiye nasihat ederek şöyle dedi: "Beş şeyden önce beş şeyi ganimet bil:

1İhtiyarlıktan önce gençliği,

2Hastalıktan önce sıhhati,

3Fakirlikten önce zenginliği,

4Meşguliyetten önce meşguliyetsizliği,

5Ölümden önce hayatı!"35

Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

İnsanların çoğuna şu iki nimet hakkında gıpta edilir: Sıhhat ile meşguliyetsizlik.

Yani İnsan oğlu bunların ikisini değerlendirmezAncak elden çıktıktan sonra kıymetlerini bilir.

Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

Kim korkarsa geceden yola çıkarErken yola çıkan da menzile varırİyi bilin ki Allah'ın metaı kıymetlidirİyi bilin ki Allah'ın metaı cennettir36

Râcife geldiOnu Kadife tâkib ederÖlüm de bütün ağırlığıyla beraber gelmiştir37

Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) ashâbından birinin nefsinde gaflete daldığını hissettiğinde cemaatin içinde yüksek sesle şöyle bağırırdı: Ölüm gerçek şekliyle gelecek, ya saadetle veya şekavetle sizi yakalayacaktır!38

Ebû Hüreyre Hazret-i Peygamberin şöyle buyurduğunu rivâyet eder:

Ben uyarıcıyımÖlüm yakalayıcı, kıyâmet ise va'dedilen vakittir39

İbn Ömer (radıyallahü anh) güneş hurma dalının yapraklarının uçlarında iken Hazret-i Peygamberin çıkıp şöyle dediğini rivâyet ediyor:

Geçen bu güne nisbetle akşama ne kadar vakit kaldıysa, kıyâmete de o kadar vakit kalmıştır40

Dünyanın misali, dikişleri başından sonuna kadar yırtılmış, sonunda bulunan bir dikişe asılı kalmış bir elbise gibidirO dikişin de kopması yakındır!41

Câbir (radıyallahü anh) şöyle diyor: 'Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) hutbe okuyup kıyâmeti andığında, sesini yükseltir, yanakları kıpkırmızı kesilirdiSanki bir ordudan korkutuyor gibi davranırdı'.

O ordu, size sabah veya akşam gelecektirBen ve kıyâmet şunların ikisi gibi yakınız42

İbn Mes'ûd (radıyallahü anh) Hazret-i Peygamberin (sallâllahü aleyhi ve sellem) 'Allah kime hidayet etmeyi dilerse onun göğsünü İslâm'a açar' (En'âm/125) ayetini okurken şöyle buyurduğunu rivâyet eder:

- Muhakkak ki nur göğüse girdiğinde göğüs genişler!

- Ey Allah'ın Rasûlü! Bu durumu gösteren bir alâmet varmı?

Evet! Gurur evinden uzaklaşmak, ebediyyet evine dönmek, gelmeden önce ölüme hazırlanmak bunun alâmetidir43

O, hangisinin daha güzel iş yapacağınızı denemek için ölümü ve hayatı yarattı.

(Mülk/2)

Süddî44 bu âyeti 'Ölümü kimin daha çok hatırlayacağını ve ölüm için hanginizin daha güzel hazırlanacağını, kimin ölümden daha fazla sakınıp korkacağını denemek için!' şeklinde tefsir etmiştir.

Huzeyfe b. Yemân şöyle demiştir: "Her sabah ve akşam, bir dellâl 'Ey insanlar! 'Göç (ediniz!) Göç (ediniz!) ' diye çağırır".

Bu sözün tasdiki şu ayettir:

Ki o (sekar) , büyük belalardan biridirİnsanlar için uyarıcıdırSizden ileri gitmek yahut geri kalmak isteyenler için!. . (Müddessir/35-37) '

Benî Temîm'in azadlısı Sehim (veya Suheym) şöyle anlatıyor: Namaz kılarken Amr bAbdullah'ın yanına oturdumNamazını kısa kestikten sonra bana yönelerek şöyle dedi:

- Beni ihtiyacınla rahata kavuştur! Çünkü (yarışıyorum) acele ediyorum.

- Neye karşı acele ediyorsun?

- Rahmet olasıca! Ölüm meleğine!

Bunun üzerine onun yanından kalkıp gittimO da kalkarak namaza durdu.

Dâvûd et-Tâî geçerken bir kişi ona bir hadîs sorduBunun üzerine Dâvûd o kişiye 'Yakamı bırak! Ben sadece canımın çıkması için acele ediyorum!' dedi.

Hazret-i Ömer (radıyallahü anh) şöyle demiştir: 'Herşeyde ağır davranmak, mühlet vermek hayırdırAncak âhiret için yapılan ameller bundan hariçtir!'

Münzir45 Mâlik bDinar'ın kendi nefsine şöyle dediğini naklediyor: 'Rahmet olasıca! Emir sana gelmeden önce acele et! Rahmet olasıca! Emir sana gelmeden önce acele et!' Bunu altmış defa tekrar ettiO beni görmüyordu.

Hasan-ı Basrî vaazında dedi ki: 'Acele ediniz! Eğer nefesleriniz tükenirse, vasıtasıyla Allah'a yaklaştığınız amelleriniz kesilirNefsine bakıp günahının çokluğu için ağlayan kimseden Allah râzı olsun'. Sonra şu âyeti okudu: Çünkü biz onlar için sayıyoruz. (Meryem/84)

Yani nefeslerimizi sayıyoruzSayının sonu; nefesinin tükenişi, aile efradından ayrılışın ve kabrine girişindir.

Ebû Musa el-Eş'arî ölümünden önce durmadan ibadet etmeye başladıBunun üzerine kendisine 'Kendini biraz tutsan veya az da olsa nefsine şefkat göstersen (iyi olur) ' dedilerBunun üzerine şöyle dedi: 'Süvariler (yarışa) çıkıp hedefe yaklaştıklarında bütün hünerlerini gösterirlerMeydanın başına yaklaştığında beraberinde olan her kuvvet ve ecelinden geri kalan daha azdır!'

Râvî der ki: 'O ölünceye kadar bu duruma devam etti!'

O hanımına der ki: 'Yükünü kuvvetli bağla! Muhakkak ki cehennem üzerinde bir geçit yoktur'.

Halifelerden biri minber üzerinde şöyle dedi:

Ey Allah'ın kulları! Gücünüz yettiği kadar Allah'tan korkun! İkaz edildiklerinde uyanıp dünyanın kendileri için bir ev olmadığını anlayıp, ölüme hazırlanan bir topluluk olunİyi bilin ki dünya bir mesken değil, onu değiştirinÖlüm için hazırlanınÖlümün gölgesi üzerinize düşmüştürFakat dünya sizi kendine çekip yolunuzu kesmiştirSonunun gelip yıkılması bir an meselesi olan bu dünya, içinde yaşamaya ve gönül vermeye lâyık değildirBir gayb ki gece ve gündüz onu çekmektedirO sadece süratle yıkılmaya lâyıktırBir gelen ki ya zafer veya şekavetle gelir, o en üstün tedbire müstehaktırBu bakımdan rabbinin katında muttakî o kimsedir ki nefsine nasihat etmiş ve tevbesini daha önce takdim etmiş ve şehvetine galebe çalmıştırMuhakkak ki onun eceli ondan gizlidirOnun emeli onu aldatıcıdırŞeytan ona musallat kılınmıştırOnun tevbeyi geciktirmesini temenni ederGünah işlesin diye günahı onun gözüne süslü gösterirÖlümden en gâfil olduğu bir anda, ölüm kendisine hücum edinceye kadar bu durum devam ederOysa herhangi biriniz ile cennet veya cehennem arasında, ölümden başka birşey yokturEy cemaat! Gaflet sahibinin üzüntüsü ne büyüktür ki yaşantısının aleyhinde delil olacağından, günlerinin kendisini şekavete yuvarlayacağından gafildir! Allah bizi ve sizi, nimeti kendisini azıtmayan ve günahı kendisini Allah'a ibadetten geri bıraktırmayan ve ölümden sonra başına herhangi bir üzüntü inmeyen kullarından eylesin! Muhakkak ki Allah duayı kabul ederMuhakkak ki hayır, O'nun kudret elindedirO daima dilediğini yapandır.

Müfessirlerden bazısı Takat siz nefislerinizi fitneye düşürüp helâk ettiniz' ayetinin tefsirinde 'Şehvet ve lezzetlerle beklediniz!' demişlerdirYani tevbeyi geciktirdiniz, şek ve şüpheye daldınızAllah'ın emri (yani ölüm) gelinceye kadar bu durumda kaldınız.

O çok aldatıcı (şeytan) , sizi Allah (m affı) ile aldattı. (Hadîd/14)

Hasan-ı Basrî şöyle demiştir: 'Sabır ve metanet gösterinizAncak dünya birkaç günden ibarettirSiz mola vermiş bir kervan gibisinizSizden birinin çağrılması yakındırİltifat etmeksizin icabet etsinElinizde bulunanın yararlısıyla iktifa ediniz'.

İbn Mes'ûd şöyle demiştir: 'Sabaha çıkan kimse misafirdirMalı elinde emanettirMisafir göç eder, emanet sahibine geri verilir'.

Ebû Ubeyde el-Bâcî der ki: Ölüm hastalığında Hasan-ı Basrî'nin huzuruna girdikŞöyle dedi:

Sizlere merhaba! Allah sizi selâm ile diri kılsın, bizi ve sizi cennete koysun! Eğer sabreder, sadakat gösterir, Allah'tan korkarsanız bu güzel bir şeydirSakın bu sözler bir kulağınızdan girip diğer kulağınızdan çıkmasın!

Çünkü Hazret-i Peygamber'i görenler onu bir kerpici diğer kerpiç üzerine bırakmadığı, bir kamışı diğer kamış üzerine koymadığı, fakat kendisi için dikilen bir bayrağa bütün kuvvetiyle koştuğu halde gördüAcele edin acele! Kurtuluşa koşuşun kurtuluşa! Siz nereye yöneliyorsunuz? Kabe'nin Rabbine yemin ederim ki siz ve ölüm berabersiniz! Allah o kuldan razı olsun ki hayatını tek bir hedefe yöneltmiştirBir parça ekmek yemiş, eskimiş bir elbise giymiş, yere yapışmış, bütün kuvvetiyle ibadete koyulmuşturGünahından ötürü ağlamış, cezadan kaçmış ve Allah'ın rahmetini aramıştır ki o bu durumda olduğu halde eceli gelip yakasına yapışmıştır.

Asım el-Ehvel46 Fudayl er-Rakkaşî'nin kendisine şöyle dediğini nakleder: 'Ey kişi! Halkın çokluğu seni nefsinden uzaklaştırmasın; zira ölüm onlarsız gelip yakana yapışırOraya buraya gidersen gününü boş yere geçirmiş olursunÇünkü iş senin aleyhinde korunmaktadırSen aramak bakımından daha güzel birşey, idrâk bakımından işlediğin bir günah için yapılan bir sevaptan daha süratlisini görmezsin'.

34) Tirmizî, (Ebû Hüreyre'den)

35) İbn Eb'id-Dünya

36) Tirmizî

37) İmâm-ı Ahmed, Abd b. Humeyd, İbn Münzir, Hâkim

38) İbn Eb'id-Dünya

39) İbn Eb'id-Dünya

40) İbn Eb'id-Dünya

41) İbn Eb'id-Dünya

42) Müslim, İbn Eb'id-Dünya

43) İbn Ebî Şeybe, İbn Eb'id-Dünya, İbn Cerîr, Ebû Şeyh, Hâkim, İbn Merduveyh ve Beyhâkî

44) Tam adı Muhammed b. Mervan el-Kûfî'dir. Tefsir âlimidir. Küçük Süddî diye bilinir.

45) Tam Adı Münzir b. Sa'lebe el-Abdî'dir.

46) Adı Ebû Abdurrahman Asım b. Süleyman el-Basrî'dir. H. 140 tarihinden sonra vefat etmiştir.

9. Can Çekişmenin Şiddeti ve Ölüm Anında Müstehab Olan Durumlar

Miskin kulun önünde sadece ölüm dehşetinden başka ne azap, ne korku, ne üzüntü bulunmasa dahi bu hayatını zehir etmeye kâfidirSevincini bulandırmaya, unutkanlık ve gafletini kendisinden uzaklaştırmaya bu yeterBunun hakkında uzun düşünmesi ve büyük bir hazırlık görmesi gerekir.

Nitekim hukemadan biri şöyle demiştir: 'Başkasının elinde bulunan bir üzüntüdür ki ne zaman seni kapsayacağını bilmezsin!'

Lokmân Hakîm oğluna şöyle demiştir: 'Ey oğul! Ne zaman karşılaşacağını bilmediğin ölüm, ansızın 'sana gelmeden önce onun için hazırlan!'

Hayret edilecek nokta şudur ki eğer İnsan oğlu zevklerin en büyüğü olan eğlence meclisinde bulunduğu halde içeri girip kendisine beş sopa vuracak bir zabıtayı bekliyorsa, muhakkak keyfi kaçarOysa o İnsan oğlu her nefeste kendisine ölüm meleğinin gelmesinden gâfil olduğu halde yaşamaktadırAcaba bunun, cehalet ve aldanmaktan başka bir sebebi olabilir mi?

Ölüm sekeratındaki elemin şiddetini hakîki olarak ancak tadan bilirTatmayan bir kimse ise onu idrâk ettiği elemlere kıyas etmekle veya insanların sekerât anında içinde bulundukları şiddetli hallerinden istidlâl etmekle ancak bilir!

Bu duruma şahitlik eden kıyas şudur: Kendisinde ruh olmayan azalar elem duymaz, elemi hisseden ruhturÖyleyse azalara bir yara isabet ederse, ruha sirayet ederRuha sirayet ettiği nisbette elem duyarAcı et, kan ve diğer parçalara dağılırRuha ancak elemin bir kısmı isabet ederSadece ruha isabet eden elem, ne büyük ve ne şiddetli bir elemdir! Koma hâli, bedenin derinliklerine dağılmış ruhun cüzlerini kapsayan bir elemden ibarettirEğer kişiye bir diken batarsa, hissettiği elem ancak dikenin battığı yere ulaşan ruh parçasında cereyan ederAteşin cüzleri, bedenin diğer cüzlerine dağıldığından ötürü büyürÖyle ki yanan âzanın görünür ve görünmez hiçbir parçası kalmaz ki ateş ona isabet etmesinBu bakımdan etin diğer parçalarına dağılmış ruhanî parçalar o elemi hissederler.

Yara, sadece demirin temas ettiği yere isabet ederBunun için yaranın elemi, ateşin eleminden daha hafif olurÖyleyse komanın elemi, ruhun bizzat kendisine dokunur, bütün cüzlerini kapsar; zira damarların her birinden çekilen ruhturParçaların, mafsalların tepeden tırnağa kadar derinin altından çekilen ruhturO halde, onun üzüntü ve eleminden sorma! Üzüntü ve elemi hakkında 'Ölüm kılıç darbesinden, bıçkıların biçmesinden makasların kesmesinden daha şiddetlidir' denilecek derecede şiddetlidirZira kılıçla bedeni kesmek, ruha taalluk ettiğinden dolayı acıtır.

Acaba ruhun bizzat kendisi kesildiğinde durum nasıl olur? Vurulan bir kimse, kalbinde ve dilinde, kuvvet kaldığından ötürü bağırırÖlmek üzere olan bir kimsenin sesi ve nefesi, üzüntü onun kalbine yüklendiği, her parçasına ulaştığı, bütün kuvvetini yıktığı, azalan zayıf düşürdüğü için kesilmiştirBu bakımdan bağırma mecali kalmamıştırAklı örtüp şaşırtmış, dili konuşamaz duruma getirmiş, azalan zayıf düşürmüştürKişi inlemek, bağırmak ve imdat istemekle biraz kendisim rahata kavuşturmak isterFakat buna gücü yetmezEğer kendisinde bir kuvvet kalırsa ruhun çekildiği anda bir horlama, gırtlağından ve göğsünden bir homurtu işitilirBu esnada rengi bozulur, ağzına köpük yığılırSanki yaratılışının esası olan toprak onda belirmiştir! Onun her damarı çekilir.

Bu bakımdan onun içine ve dışına elem yayılırÖyle ki gözleri yuvalarından fırlar, dudakları büzülür, dili çekilir, parmak uçları sararırBu bakımdan damarları çekilmiş bir bedenin halini sorma! Eğer çekilen tek damar olsaydı yine de elemi büyük olurduOysa çekilen, elem duyan ruhun bizzat kendisidirO da bir damardan değil, bütün damarlardan çekilirÖyleyse nasıl elem duymasın? Sonra tedricî olarak azalar ölürÖnce ayaklar soğur, sonra baldırlar, sonra uyluklar!Her âza için, üzüntüden sonra üzüntü, sekerattan sonra sekerât vardırCan gelip boğaza dayanmcaya kadar!. . İşte o anda kişinin dünyadan ve aile efradından nazarı kesilirÖnündeki tevbe kapısı kapanırOnu hasret ve pişmanlık kaplar.

Nitekim Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

Can gelip boğaza dayanmadıkça kulun tevbesi kabul olunur!47

Yoksa kötülükler yapıp yapıp da nihayet ölüm gelip çatınca 'Ben şimdi tevbe ettim' diyenlere ve kâfir olarak ölenlere tevbe yoktur. (Nisa/18)

Mücâhid bu ayetin tefsirinde demiştir ki: 'Ölüm elçilerini gördüğünde, ölüm meleğinin yüzünden bir safha kendisine görünürÖlümün şiddetleri arka arkaya geldiğinde ölümün acılığını ve üzüntüsünü sorma!'

Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle dua demiştir:

Ey Allahım! Muhammed'e ölümün acılarını kolaylaştır!48

İnsanlar, ancak cehaletlerinden ötürü, ölümden sakınmıyor ve ölümü büyütmüyorlar; zira ölüm ancak peygamberlik ve velîlik nuruyla idrâk olunurBundan dolayı peygamberlerin (aleyhisselâm) ve evliyanın ölümden korkuları büyümüştür,

Hazret-i Îsa (aleyhisselâm) şöyle demiştir: 'Ey havariler cemaati! Allah'tan benim için ölüm şiddetini kolaylaştırmasını dileyin! Ölümden o derece korktum ki korkum ölüm üzerinde ölmekten beni durdurdu!'

Rivâyet ediliyor ki İsrâîl oğulları'ndan birkaç kişi bir kabristanın yanından geçtilerBirbirlerine dediler ki: 'Keşke şu kabristandan bir diriltip öbür âlemin durumunu sormak için Allah'a yalvarsaydınız'Bu temenni üzerine Allah'a yalvardılarOnlar bu durumda iken alnında secde eseri olan bir kişi kabirden çıktı ve dedi ki: 'Ey cemaat! Benden ne istiyorsunuz? Ben elli seneden beri ölümü tatmışım! Hâlâ kalbimde ölümün acısı sükûn bulmamıştır!'

Hazret-i Âişe (radıyallahü anh) şöyle demiştir: 'Hazret-i Peygamberin ölümünün şiddetini gördükten sonra, ölümü kolay geçmiş hiçbir kimsenin haline gıpta etmemiştir.

Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

Ey Allahım! Ruhu damar, kemik ve parmaklar arasından çekip alıyorsunEy Allahım! Ölüme karşı bana yardım et ve ölümü bana kolaylaştır49

HasanHazret-i Peygamberin (sallâllahü aleyhi ve sellem) ölümün tasa ve elemi hakkında şöyle dediğini rivâyet ediyor:

Ölümün elemi, kılıçla vurulan üç yüz darbe kadardır50

Hazret-i Peygamber'den ölüm ve şiddeti sorulduğunda,

cevap olarak şöyle demiştir:

Ölümün en kolayı, yün içerisinde bulunan üç köşeli demir diken gibidirAcaba diken, koparıp çıkaracağı yün olmaksızın yünden çıkar mı?51

Hazret-i Peygamber bir hastayı ziyaret ettikten sonra şöyle dedi:

Onun ne ile karşılaştığını biliyorumÖlümün şiddetinden dolayı onun acımayan hiçbir damarı yoktur!52

Hazret-i Ali savaşa teşvik ederek şöyle dedi: 'Eğer öldürülmezseniz, öleceksinizNefsimi kudret elinde tutan Allah'a yemin ederim! Benim için bin kılıç darbesi yemek, yatakta ölmekten daha kolaydır!'

Evzâî şöyle demiştir: 'Kulağımıza geldiğine göre ölen kişi dirilinceye kadar ölümün elemini hisseder!'

Şeddâd bEvs (radıyallahü anh) şöyle demiştir: 'Ölüm, Mü'min için en korkunç tehlikedirÖlüm bıçkılarla biçilmekten, makaslarla kesilmekten, kazanlarda kaynamaktan daha şiddetlidir! Eğer bir ölü kabrinden gönderilip dünya ehline ölümün acısını haber verse, onlar artık maldan fayda görmez ve uykudan zevk almazlardı'.

Zeyd bEslem53 babasının şöyle dediğini rivâyet eder: 'mü'minin üzerinde derecelerinden birşey kalıp da Mü'min ameliyle oraya ulaşmazsa, ölüm onun üzerinde şiddetlenir ki ölümün şiddet ve üzüntüsüyle cennetteki derecesine varsın! Kâfir bir kimse iyiliğinin karşılığını göremeyeceği için ölüm onun için kolaylaştınlır ki dünyada iyiliğinin karşılığını alsın cehenneme gitsin!'

Seleften bir zat hastalara 'Siz ölümü nasıl görüyorsunuz?' diye devamlı sorardıBir zaman sonra kendisi hasta olunca bu sefer kendisine 'Sen ölümü nasıl görüyorsun?' diye sordularCevap olarak dedi ki: "Sanki gökler yeryüzüne kapandıSanki nefesim iğnenin deliğinden çıkıyor!'

Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

Ani Ölüm, Mü'min için rahat, fâcir için üzüntüdür54 MekhûlHazret-i Peygamberden şöyle rivâyet ediyor:

Eğer ölünün kıllarından biri gökler ve yer ehli üzerine bırakılsa, onlar Allah'ın izniyle ölürlerÇünkü her kılda ölüm vardırÖlümün girdiği şey ölür55

Rivâyet ediliyor ki eğer ölümün eleminden bir damla dünyanın bütün dağları üzerine konsaydı, bütün dağlar erirdi.

Yine rivâyet ediliyor ki Hazret-i İbrahim (aleyhisselâm) vefat ettiğinde Allahü teâlâ kendisinden sordu:

- Ey dostum! Ölümü nasıl gördün?

- Yârab! Islak yünün içine sokulan ve sonra geri çekilen bir dikenli şiş gibi gördüm!

-İyi bil ki ki biz onu senin için kolaylaştırdık.

Hazret-i Mûsa'nın ruhu, Allahü teâlâ'nın huzuruna vardığında Allahü teâlâ sordu:

- Ey Musa! Ölümü nasıl gördün?

- Sac üzerinde kavrulan bir kuş gibi gördümÖlmüyor ki istirahata kavuşsun, kurtulmuyor ki uçsun!

Hazret-i Mûsa'nın şöyle dediği rivâyet ediliyor: 'Nefsimi kasabın elinde diri diri yüzülen bir koyun gibi gördüm'.

Hazret-i Peygamberin ölüm anında yanında bir su bardağı vardıElini suya daldırıp onunla yüzünü meshederek şöyle buyurdu:

Yârab! Ölümün dehşetlerini bana kolaylaştır!56

Fâtıma (radıyallahü anh) buna karşılık 'Ey baba! Üzüntün için vay hâlime' dedi.

Bunun üzerine Hazret-i Peygamber şöyle buyurdu: Bugünden sonra baban için üzüntü yoktur57

Hazret-i Ömer (radıyallahü anh) Ka'b'ul-Ahbâr'a hitaben dedi ki:

- Ey Ka'b! Bize ölümden haber ver!

- Evet, Ey Mü'minlerin emiri! Ölüm, bir kişinin içine sokulan çok budaklı bir ağaca benzerHer budak bir damara saplanır. Sonra kuvvetli bir kişi o ağacı çekerO ağacın budakları aldığını alıp beraberinde çıkarır, bıraktığını da bırakır.

Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

Kul, ölümün üzüntü ve dehşetleriyle pençeleşirOnun mafsallarının biri diğerine selâm vererek şöyle der: Selâm senin üzerine olsun! Kıyâmet gününe kadar sen benden, ben de senden ayrılıyorum58

İşte bunlar Allah'ın dostları üzerinde görülen ölüm acılarıdırAcaba bizim gibi günahlara dalmış kimselerin hâli ne olacaktır? Ölümün dehşetleriyle beraber diğer felaketler de bize hücum ederler; ölümün felaketleri üç tanedir:

İlk felâketi: Daha önce söylediğimiz gibi, şiddetli koma hâlidir.

İkinci felâket: Ölüm meleğinin suretini görüp onun korkusundan kalbe hâkim olmasıdırEğer ölüm meleğinin, günahkâr kulun ruhunu aldığı zamanki şekline en cesaretli insanın bile bakmaya gücü yetmez.

Rivâyet edildiğine göre Hazret-i İbrahim ölüm meleğine Tâcir bir kimsenin ruhunu aldığında üzerinde bulunduğun surette bana kendini gösterebilir misin?' diye sorduÖlüm meleği 'Bu durumda senin bana bakmaya gücün yetmez!' dediİbrahim (aleyhisselâm) 'Gücüm yeter' dediMelek 'O halde yüzünü çevir!' dediBunun üzerine İbrahim (aleyhisselâm) yüzünü çevirince, simsiyah, saçları dik, kokusu müteaffin, elbiseleri simsiyah, ağız ve burun deliklerinden alevler ve duman çıkan bir kişi gördüBunun üzerine İbrahim (aleyhisselâm) düşüp bayıldıAyıldığımda melek eski suretine dönmüştüBunun üzerine İbrahim (aleyhisselâm) 'Ey ölüm meleği! Eğer ölüm anında fâcir kimseye, görünüşünden başka bir dehşet isabet etmese dahi bu ona kâfi gelir' dedi.

Ebû Hüreyre (radıyallahü anh) Hazret-i Peygamberden şöyle rivâyet ediyor: "Dâvûd (aleyhisselâm) kıskanç bir kişiydiÇıkarken kapılarını kilitlerdiBir gün kapıyı kilitleyip çıktıHanımı eve bakınca evde bir kişinin olduğunu gördü ve dedi ki: 'Bu kişiyi kim içeri soktu? Eğer Dâvûd gelip bunu burada görürse çok üzülür'Dâvûd (aleyhisselâm) geldiO kişiyi görünce 'Sen kimsin?' diye sorduO kişi 'Ben padişahlardan korkmayan, hiçbir perdenin mâni olamadığı bir kimseyim' dediDâvûd (aleyhisselâm) 'Öyleyse sen ölüm meleğisin!' dediDâvûd (aleyhisselâm) korkusundan olduğu yerde kalakaldı!"59

Rivâyet ediliyor ki Hazret-i Îsa (aleyhisselâm) bir kuru kafanın yanından geçerken ayağı ile kafaya vurup 'Allah'ın izniyle konuş!' dediBunun üzerine kuru kafa 'Ey Allah'tan gelen ruh! Ben falan falan zamanın sultanıyımBir gün başımda tacım, etrafımda askerler ve hizmetkârlarım olduğu halde tahtımın üzerinde otururken ansızın ölüm meleği bana göründüHer âzam kendi istikametinde benden boşandı. Sonra canım ona doğru çıktıKeşke o cemaatlerden olan ayrılık olaydıKeşke o ünsiyetten olan vahşet olaydı!' dedi.

İşte bu, bir felâkettir ki asiler onunla karşılaşır, Allah'a itaat edenler ise ondan korunurlar.

Peygamberler sadece komanın dehşetini hikâye ettilerÖlüm meleğinin suretini görenin hissettiği korkuyu hikâye etmediler.

Eğer bu sureti kişi bir gece rüyasında görse hayatı allak bullak olurAcaba bir de o şekilde görürse nasıl olur?

İtaat eden bir kimseye gelince o, ölüm meleğini en güzel surette görür.

İkrime60 İbn-i Abbâs'tan şöyle rivâyet etti: "İbrahim (aleyhisselâm) bir kişi idiİçinde ibadet ettiği bir evi vardıÇıkınca evini kilitlediBir gün evine dönünce içerde bir kişi gördü ve sordu: 'Seni eve kim soktu?' Kişi 'Evin sahibi soktu!' dediİbrahim 'Evin sahibi benim!' dediKişi Hem senden, hem de benden daha fazla bu eve sahip olan bir zat beni buraya soktu' dediİbrahim. (aleyhisselâm) Sen meleklerin hangisisin?' dediKişi 'Ben ölüm meleğiyim!' dediİbrahim (aleyhisselâm) 'mü'minin ruhunu kabzettiğin andaki suretini bana gösterebilir misin?' dediÖlüm meleği 'Evet! Yüzünü benden çevir!' dediBunun üzerine İbrahim (aleyhisselâm) yüzünü çevirdiDönüp bakınca bir gençle karşı karşıya olduğunu gördü.

(Ikrime şöyle devam ediyor: İbn-i Abbâs ölüm meleğinin o anki yüzünün ve elbisesinin güzelliğinden ve güzel kokusundan bir nebze zikretti) Bunun üzerine İbrahim (aleyhisselâm) 'Ey ölüm meleği! Eğer ölüm anında Mü'min senin suretinden başka birşey ile karşılaşmazsa yine de Mü'mine bu güzel suretin kâfidir' dedi".

Koruyucu iki meleğin müşahedesi de bundandır.

Vuheyb şöyle diyor: Kulağımıza geldiğine göre hiç kimse amelini yazan iki melek kendisine görünmeden ölmezEğer itaatkâr bir kul ise o iki melek ona derler ki: 'Allah sana hayırlı mükâfat versinÇoğu kez bizi doğruluk meclisinde oturttun, sâlih amellerde hazır bulundurdun!' Eğer fâcir ise iki melek ona derler ki: 'Allah sana mükâfat vermesinÇoğu kez bizi kötü mecliste oturttunSalih olmayan amelde hazır bulundurdunBize çirkin konuşmalar dinlettirdinBu bakımdan Allah bizden taraf sana hayrı mükâfat olarak vermesin'.

İşte bu durum, ölünün iki meleğe doğru dikilen gözleridirArtık o ebediyyen dünyaya dönemez.

Üçüncü felâket, asilerin ateşteki yerlerini görmeleri ve görmeden önceki korkularıdırÇünkü asilerin Ölüm esnasında güçleri tükenir, ruhları teslim olur, iki şeyden birini haykıran ölüm meleğinin narasını dinlemedikçe ruhları çıkmaz; ya 'Ey Allah'ın düşmanı! Ateşle müjdelen' veya 'Ey Allah'ın dostu! Cennetle müjdelen!' der! Akıl sahiplerinin korkusu bundandır.

Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

Sizden bir kimse varacağı yeri bilmedikçe, cennet veya cehennemdeki yerini görmedikçe ölmez61

- Kim Allah ile mülâki olmayı severse, Allah da onun mülâkatını severKim Allah'ın mülâkatından hoşlanmazsa Allah da onun mülâkatından hoşlanmaz.

- Hepimiz ölümden hoşlanmıyoruz!

- O, hoşlanmamak değildirMü'mine varacağı yer gösterildiğinde Allah ile mülâki olmayı sever ve Allah da onunla mülâki olmayı sever62

Rivâyet ediliyor ki Huzeyfe b. Yemân öleceği sırada İbn Mes'ûd'a (doğrusu Ebû Mes'ud'dur) dedi ki: 'Bak! Gecenin hangi saatinde bulunuyoruz?' Bunun üzerine İbn Mes'ûd (Ebû Mes'ud) baktı ve sonra gelip dedi ki: 'Kırmızı yıldız (fecirden az önce doğan yıldızdır) doğmuştur!' Bunun üzerine Huzeyfe şöyle dedi: 'Ateşe götüren bir sabahtan Allah'a sığınırım!'

Mervan, Ebû Hüreyre'nin yanına varıp şöyle dua etti: 'Yârab! Ölümü Ebû Hüreyre için kolaylaştır'Ebû Hüreyre hemen akabinde 'Yârab! Ölümün acısını artır' dedi ve ağladıBunun üzerine Mervan, Ebû Hüreyre'ye 'Seni ağlatan nedir?' dediEbû Hüreyre cevap olarak dedi ki: 'Allah'a yemin olsun, dünya için üzüldüğüm veya sizden ayrıldığım için ağlamıyorumFakat ben rabbimden ya cennet veya cehennemin müjdesinden birini bekliyorum'.

Hazret-i Peygamber'den rivâyet edilmiştir ki Allahü teâlâ bir kuldan razı olduğunda şöyle der: 'Ey ölüm meleği! Falan adama git! Onu rahata kavuşturmak için ruhunu getir! Onun amelinden şimdiye kadar yaptığı bence kâfidirOnu denedim; sevdiğim yerde buldum'Bunun üzerine ölüm meleği beraberinde beş yüz melek ve gül desteleri ve zaferan kökleri olduğu halde (gelir) , onlardan her biri ayrı bir müjde ile onu müjdelerMelekler beraberinde gül desteleri olduğu halde iki saf halinde o kişinin ruhunun çıkışını beklerlerİblis onlara baktığında elini başının üzerine koyarak bağırırBu bağırış üzerine askerleri kendisine 'Ey efendimiz! Sana ne oldu?' derlerİblis der ki: 'Şu kula verilen şerefi görmez misiniz? Siz bu kulu ifsâd etmek için neredeydiniz?' Onlar derler ki: 'Biz onu sapıtmak için var kuvvetimizle çalışıp yoruldukFakat o korunuyordu'63

Hasan-ı Basrî şöyle demiştir: 'mü'min için ancak Allah'ın mülâkatında rahat vardırKimin rahatı Allah'ın mülâkatında ise ölüm günü onun için sevinme, emniyet, izzet ve şeref günüdür'.

Câbir bZeyd'e ölüm anında: 'Canın ne istiyor?' diye sorulduCabir 'Hasan-ı Basrî'ye bir defa bakmayı!' dediHasan-ı BasrîCâbir'in huzuruna vardığında: 'İşte Hasan geldi!' dedilerBunun üzerine gözünü açıp Hasan'a baktı, sonra şöyle dedi: 'Ey arkadaşlar! Şimdi Allah'a yemin ederim sizden ayrılıyor, ya cennete veya cehenneme gidiyorum!'

Muhammed bVâsi, sekeratta iken şöyle demiştir: 'Ey arkadaşlar! Cehenneme gitmek üzere veya Allah'ın affedeceği ümidiyle selâm size!'

Seleften biri ebediyyen sekeratta kalıp ne sevaba, ne de ikaba gönderilmemesini temenni etmiştirÇünkü sû-i hâtime (kötü sonuç) korkusu ariflerin kalplerini paramparça etmiştirBu korku, ölüm anında, büyük tehlikelerdendirSû-i hatimenin mânâsını, ariflerin bundan ne kadar çok korktuklarını, Korku ve Ümit bahsinde zikretmiştikO bahis buraya da uygundurFakat onu tekrar etmekle sözü uzatmak istemiyoruz.

47) Tirmizî

48) Hazret-i Aişe'den

49) İbn Eb'id-Dünya

50) İbn Eb'id-Dünya

51) İbn Eb'id-Dünya

52) İbn Eb'id-Dünya

53) Zeyd b. Eslem el-Adevî el-Medenî şâyân-ı itimad bir âlimdir. Eslem ise

Hazret-i Ömer'in azadlısıdır. Ömrünün yarısı İslâm'da, yarısı küfürde geçmiştir. 114 yaşında H. 80 senesinde vefat etmiştir.

54) İmâm-ı Ahmed

55) İbn Eb'id-Dünya

56) Buhârî, Müslim.

57) Buhârî

58) Deylemî, Müsned'ül-Firdevs

59) İmâm-ı Ahmed

60) İkrime, İbn-i Abbâs'ın talebesi ve azadlısıdır.

61) İbn Eb'id-Dünya

62) Müslim, Buhârî

63) İbn Eb'id-Dünya

10. Ölüm Esnasında Kişiye Müstehab Olan Durumlar

Ölüm anında sakin olmak, ölüme hazırlıklı olmak kişi için güzeldirDili için güzel olan şehadet getirmesidirKalbi için güzel olan Allah hakkında güzel zanlı olmasıdır.

Surete gelince,

Hazret-i Peygamber'den şöyle rivâyet ediliyor:

Üç şey nezdinde ölüyü murakabe ediniz: a) Alnı terlediği, b) Gözyaşı döktüğü, c) İki dudağı kuruduğu zamanBu durum Allah'ın onun hakkında inmiş rahmetindedirBoğulan bir kimse gibi hırıltı çıkardığı, rengi morlaştığı, dudakları pas bağladığında bu Allah'ın onun üzerine inen azabındandır64

Dilin şehadet kelimesini söylemesi hayır alâmetidirEbû Said el-Hudrî, Hazret-i Peygamberin şöyle buyurduğunu rivâyet eder:

Ölmek üzere olanlara Lâ ilâhe illâllah! telkin edin!65

Huzeyfe'nin rivâyetinde şöyledir: 'Çünkü Lâ ilâhe illâllah kendisinden önce meydana gelen günahları yıkar!'

Hazret-i Osman Hazret-i Peygamber'in şöyle buyurduğunu rivâyet eder:

Kim Allah'tan başka ilâh olmadığını bildiği halde ölürse cennete girer66

Ebû Ubeyde dedi ki: 'Allah'ın hak olduğuna şahidlik ettiği halde! (Bu kelimeyi söylerse cennete girer) '.

Hazret-i Osman 'Ölüme hazırlanana Lâ ilâhe illâllah’ı telkin edinizÖlüm anında nefesleri Lâ ilâhe illâllah ile sonuçlanan her kul için bu kelime cennet azığı olur' demiştir.

Hazret-i Ömer (radıyallahü anh) şöyle demiştir: 'Ölmek üzere olan (sekeratta bulunan) yakınlarınızın yanında hazır bulunun! Onlara Allah'ı hatırlatınÇünkü sizin görmediğinizi onlar görürlerOnlara Lâ ilâhe illâllah! telkin edin!'

Ebû Hüreyre Hazret-i Peygamber'in şöyle buyurduğunu rivâyet eder:

Ölüm meleği, ölmek üzere olan bir kişinin yanına gelir, kalbine bakarOrada birşey bulamazBunun üzerine iki çenesini açıp dilinin damağına yapışık olduğu halde Lâ ilâhe illâllah dediğini görürBunun üzerine ihlâs kelimesi mefhumu sayesinde o kimse bağışlanır67

Telkin eden bir kimse için en uygunu, telkin hususunda fazla ısrar etmemektirAncak, lütufkâr davranmalıdırÇünkü çoğu kez hastanın dili dönmez hale gelirDolayısıyla bu durum ona ağır olur ve bu da telkinden ürkmesine kelime-i Tevhîd'den hoşlanmamasına sebep olabilirBu hoşlanmamanın da kötü akibet sebebi olmasından korkulurBu kelimenin mânâsı şudur: Kişinin kalbinde Allah'tan başka hiçbir şey olmadığı halde ölmesi, hak bir olan Bir'den başka mahbubu olmaması, ölümle mahbubunun huzuruna varması, onun için en büyük nimet olurEğer kalp dünya ile meşgul, dünyaya mültefit, lezzetlerine ünsiyet verici, kelime-i şehadet de sadece dilde bulunup, kalp onun tahkikine intibak etmiyorsa, bu takdirde durum tehlikelidirÇünkü sırf dil hareketi az fayda verirAncak Allahü teâlâ kabul etmekle lütûfta bulunursa o zaman mesele kalmaz.

Hüsn-i zan sekerât anında müstehabdırBiz bunu ümit bahsinde zikretmiştikNitekim Allah hakkındaki hüsn-i zan hususunda hadîsler vârid olmuşturVasile bEska68 bir hastanın yanıa vararak şöyle demiştir: 'Allah hakkındaki zannın nasıl olduğunu bana haber ver?' Hasta 'Günahlarım beni gark edip helake yaklaştırdıFakat (buna rağmen) rabbimin rahmetini umarım!'dediBunu duyan Vasile sevincinden tekbir getirdi ve evdeki insanlar da onunla beraber tekbir getirdilerVasile dedi ki: Allahu Ekber! Hazret-i Peygamber Allahü teâlâ'dan şöyle nakletmişti:

Ben kulumun zannî üzereyimBu bakımdan kulum benim hakkımda dilediğim zannetsin!69

Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) ölüm halinde olan bir gericin yanına varıp 'Kendini nasıl hissediyorsun?' dediGenç 'Allah'tan ümidimi kesmiyor ve günahımdan korkuyorum!' dediBunun üzerine

Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

Böyle bir durumda bu iki haslet bir kulun kalbinde bir araya gelmezGeldikleri takdirde Allah o kula ümit ettiğini verir, korktuğundan da onu emin kılar.

Sabit el-Bennânî şöyle demiştir: 'Oyuna fazlasıyla meyleden bir genç ve ona çok nasihat eden bir annesi vardıAnnesi kendisine derdi ki: 'Ey oğul! Senin için bir gün vardırBu bakımdan o günü hatırla!' O gencin üzerine Allah'ın emri indiğinde annesi üzerine kapanıp ona şöyle dedi: 'Ey oğul! Seni işte bu felâketinden sakındırıyordum'Bunun üzerine genç 'Ey anne! Benim, iyiliği çok olan bir Rabbim vardırMuhakkak ben ümit ederim ki bugün beni iyiliklerinin bazısından mahrum etmez!' dediSabit der ki: Allahü teâlâ o kulunun Rabbi hakkındaki güzel zannından ötürü ona rahmet etti!'

Câbir bVedâe şöyle diyor: "Kendisinde biraz toyluk bulunan bir genç vardıSekerata girdiAnnesi 'Ey oğul! Birşey vasiyet eder misin?' diye sorduGenç 'Evet, anne! Benim yüzüğümü parmağımdan çıkarmaÇünkü yüzüğümde Allah'ın zikri yazılıdırUmulur ki Allah ondan dolayı bana merhamet eder!' dedi"70Genç defnedildikten sonra rüya âleminde şöyle derken görüldü: 'Anneme söyleyin! O sekeratta söylediğim söz bana fayda verdi ve Allah beni affetti!'

Bir bedevî hasta düştüKendisine 'muhakkak öleceksin!' denildiBunun üzerine bedevî 'Öldüğüm takdirde nereye götürüleceğim?' dediDediler ki: 'Allah ('ın meşietin) e götürüleceksin!' Bedevî dedi ki: 'Öyleyse, kendisinden hayırdan başka birşey görülmeyenin yanına götürülmemden hoşlanmaz mıyım?'

Ebû Mutemer bSüleyman şöyle demiştir: Babam ölüme hazırlandığında bana dedi ki: 'Ey Mutemer! Bana ruhsattan bahset! Umulur ki ben hüsn-i zan sahibi olduğum halde rabbime kavuşurum!'

Selef, ölüm anında kula, amellerinin güzellerini söylemeyi, dolayısıyla Allah hakkındaki hüsn-i zanını artırmayı müstehab görürlerdi.

64) Hâkim-i Tirmizî, Nevadir'u1-Usûl

65) İbn Hıbbân

66) İmâm-ı Ahmed, Müslim, Nesâî, İbn Hıbbân ve İbn Huzeyme

67) Taberânî

68) Meşhur bir sahabîdir. Şam'a göç etmiştir 85 senesine kadar yaşamış ve 105 yaşında vefat etmiştir.

69) İbn Hıbbân

70) Kıymetli şeylerin ölü ile defnedilmemesi emredilmiştir. Müellif hükmü tasvip etmek bakımından nakletmemektedir, sadece olmuş bir vakayi aktarmaktadır.

11. Lisan-ı Halin Belirttiği Hikâyelerle Ölüm Meleğinin Mülâkatı Anında Çekilen Hasret

Eş'as bEslem şöyle demiştir: İbrahim (aleyhisselâm) adı Azrail (aleyhisselâm) olan, biri alnında, diğeri ensesinde iki gözü bulunan ölüm meleğine şöyle sordu:

Ey ölüm meleği! Ruhu kabzedilenlerin biri doğuda öbürü' batıda olduğunda ve yeryüzünde veba yayıldığında, iki ordu karşı karşıya geldiğinde aynı anda bütün bunlara nasıl yetişeceksin?

- Allah izniyle ruhları çağırırımOnlar benim şu iki parmağımın arasında olurlar.

Eş'as dedi ki: 'Yeryüzü, ölüm meleği için yayılıp önüne bir leğen gibi bırakılmıştırOradan dilediğini alır!'

Râvî der ki: Hazret-i İbrahim'e Allah'ın dostu olduğunun müjdesini ölüm meleği vermiştir.

Süleyman bDâvûd (aleyhisselâm) ölüm meleğine dedi ki: 'Neden insanların arasında adalet gözetmediğini görüyorum? Şunu alıyor, öbürünü bırakıyorsun?' Ölüm meleği cevap olarak 'Ben bu hususu senden iyi bilirimBunların isimlerinin yazılı olduğu sahifeler ve kitaplar bana teslim edilir' dedi.

Vehb b. Münebbih şöyle diyor: "Padişahlardan biri bir yere gitmek istediGiymek için bir kat elbise istediGetirilen elbise hoşuna gitmediBaşka bir elbise istediBirkaç elbise değiştirildikten sonra, biri hoşuna gitti. Sonra bir binek istediKendisine getirilen binek hoşuna gitmediBirkaç binek getirildi ve en güzelini seçip bindiİblis gelip burnuna bir defa üfürüp onu gurur ve kibirle doldurdu. Sonra o süvarilerle beraber yola çıktıAzametinden insanlara bakmıyorduBu esnada üstü başı pejmürde biri gelip selâm verdiGelenin selâmını almadıGelen, bineğinin dizgininden tuttuSultan ona 'Sen büyük bir kabahat işledinDizgini bırak!' diye haykırdıGelen 'Senden bir dileğim vardır' dediSultan 'Atımın dizginini bırak da ineyimİhtiyacmı o zaman arz et!' dediGelen 'Hayır! Şimdi!' diye ısrar etti ve böylece atının dizginini bırakmadıNaçar olarak adama 'İhtiyacını söyle!' dediAdam 'Benim ihtiyacım sırdır' dediBunun üzerine sultan, kulağına fısıldaması için başını eğdiAtın dizginini tutan zat, sultanın kulağına 'Ben ölüm meleğiyim!' dediBunun üzerine sultanın beti benzi attıDili peltekleşti. Sonra dedi ki:

- Aileme dönüp, ihtiyacımı yerine getirinceye ve onlardan hatır isteyinceye kadar bana mühlet ver!

- Hayır! Allah'a yemin ederim! Sen ne aile efradını ve ne de ağırlığını artık bir daha görmeyeceksin!

Böylece onun ruhunu kabzettiSultan bir odun gibi yere yuvarlandı. Sonra melek'ül mevt gidip o halde Mü'min bir kula rastladıÖlüme hazırlanan Mü'mine selâm verdi ve dedi ki: 'Senin katında bir ihtiyacım vardırKulağına onu fısıldayayım!' Hasta 'Buyurun!' deyince kulağına 'Ben ölüm meleğiyim!' diye fısıldadıBunun üzerine müslüman hasta dedi ki:

- Gelmesi geciken bir kimseye merhaba! Allah'a yemin olsun, yeryüzünde senden daha daha fazla kavuşmak istediğim bir kimse yoktur! Bunun üzerine, ölüm meleği 'Yapmak istediğin ihtiyacını gör" deyince, o Mü'min 'Allah ile mülâki olmaktan daha sevimli ve ondan daha büyük bir ihtiyacım yoktur' dediÖlüm meleği dedi ki:

- O halde hangi hâl üzerinde ruhunu kabzetmemi istiyorsan o hali seç!

- Senin buna yetkin var mı?

- Bana bu emir verilmiştir!

- O halde bırak abdest alayım, namaz kılayım, secdede olduğum halde ruhumu kabzet!

Bunun üzerine, ölüm meleği, secde halinde onun ruhunu kabzetti.

Ebû Bekir bAbdullah el-Müzenî şöyle diyor: "İsrâîl oğullarından bir kişi mal topladıÖlüme yaklaşınca çocuklarına 'Bana mallarımı gösterin!' dediKendisine birçok at, deve, köle ve başka mallar getirildiMallara baktığında üzüntüsünden ağladıAğlarken ölüm meleği onu gördü ve kendisine şöyle sordu:

- Seni ağlatan nedir? Sana bu serveti bahşedenin hakkı için ruhunu bedeninden ayırmadıkça evinden çıkmayacağım!

- Bana mühlet ver ki bu malı dağıtayım!

- Heyhat! Artık sana mühlet verilecek zaman sona ermiştir.

Ecelin gelip çatmadan önce neden dağıtmıyordun? Böylece ruhunu kabzetti".

Rivâyet ediliyor ki bir kişi alabildiğine mal topladıToplamadığı hiçbir çeşit mal kalmadıBir köşk yapıp ona iki sağlam kapı taktıKöşkün kapılarına nöbetçiler diktirdi. Sonra aile efradını bir araya getirip onlar için bir yemek hazırlattıTaht üzerine oturduAile efradı yemek yerken ayak ayak üzerine attıOnlar yemeği bitirdikten sonra dedi ki: 'Ey nefis! Birçok seneler nimetlen! Çünkü senin için uzun bir müddet yetecek kadar mal toplamış bulunuyorum'Daha konuşmasını bitirmeden önce ölüm meleği, sırtında iki eskimiş elbise, boynunda fakirlerin heybesine benzer bir heybe bulunan bir kişi suretinde yanına vardıKapıyı içerdekileri korkutacak derecede şiddetle çaldıSultan tahtının üzerinde kurulmuş bir vaziyette idiHizmetkârlar kapıyı küstahça vuran fakirin başına üşüştüler ve dediler ki: 'Sana ne oluyor? Neden böyle yapıyorsun?' Fakir 'Bana efendinizi çağırın!' dediOnlar 'Efendimiz senin gibisinin yanına çıkar mı?' dedilerFakir 'Evet, çıkarYeter ki siz bu haberi ona ulaştırın! dediHaberi ulaştırdıklarında 'Neden onu şöyle kovmadınız? dediBu sefer, birinci defasından daha şiddetli bir şekilde kapıyı çaldıBöylece nöbetçiler onu tutmak üzere yerlerinden sıçradılarDedi ki: 'Söyleyin ona! Ben ölüm meleğiyim! Nöbetçiler bu sesi duyunca oldukça korktularEfendilerini de zillet ve korku bastıBunun üzerine "Gidin ona yumuşak bir şekilde 'Acaba birimizi efendimizin yerine kabul etmez misin?' deyin77 dediO bu tedbirler içerisinde iken ölüm meleği içeri girip haykırdı: 'ınalın hakkında ne yapacaksan yap! Ben bu köşkten senin ruhunu bedeninden çıkarmadıkça çıkmayacağım! Bunun üzerine 'ınalımı yanıma getiriniz! dediMalını gördüğünde, mala hitaben şöyle dedi: Allah'ın laneti senin gibi bir malın üzerine olsun! Sen değil misin beni Rabbimin ibadetinden alıkoyan? Rabbimle başbaşa durup kulluk yapmaktan beni mahrum eden?' O anda Allahü teâlâ mala konuşma kuvveti ihsan etti ve mal cevaben dedi ki: 'Neden bana hakaret ediyorsun? Sen değil misin, benim vasıtamla padişahların huzuruna giren? Oysa muttaki kimseler o padişahların kapılarından geri çevriliyorlardıSen değil misin, vasıtamla padişahların (işret) meclislerinde oturan? Şer yolunda beni harcayan? Eğer beni faydalı yerlere verecek hayır infak etseydin hiç de sana mâni olmazdıÂdem oğlu ile beraber topraktan yaratıldıkKimi hayır yönüne, kimi şer yönüne gider'. Sonra ölüm meleği onun ruhunu kabzettiRuhsuz beden yere serildi.

Vehb b. Münebbih şöyle diyor: Ölüm meleği zâlim zorbalardan birinin ruhunu kabzettiYeryüzünde ondan daha zâlimi de yoktu. Sonra göğe çıktıMelekler dediler ki: 'Ruhunu kabzettiğin kişilerden en fazla kime acıdın? Ölüm meleği dedi ki: 'Bir sahrada bulunan bir kadıncağızın ruhunu kabzetmekle emrolundumOna vardımBir çocuk doğurmuştuGaripliğinden çocuğunun da bakıcısı olmadığından ötürü şefkatim galeyana geldiBunun üzerine melekler dediler ki: 'İşte şu anda ruhunu kabzettiğin zorba, o sahrada acıdığın çocukturÖlüm meleği dedi ki: 'Dilediğine lütufkâr davranan Allah eksiklikten münezzehtir'.

Ata bYesar71 şöyle demiştir: Şaban'nın on beşinci gecesi geldiğinde ölüm meleğine bir sahife verilir ve denir ki: 'Şu senede, bu sahifede ismi yazılı olanların ruhlarını kabzet

Râvî der ki: 'Kul fidan diker, evlenir, ev yaparAdının ölecekler listesinde olduğundan haberi yoktur.

Hasan-ı Basrî şöyle diyor: Hiçbir gün yoktur ki ölüm meleği, o günde yeryüzündeki bütün evleri üç defa kontrol etmesinO hanenin aile fertlerinden kimin rızkının dolduğunu, ecelinin sona erdiğini görürse ruhunu kabzederOnun ruhunu kabzettiğinde aile efradı vaveyla koparıp ağlarÖlüm meleği de kapının iki yanına yapışarak şöyle der: 'Allah'a yemin ederim! Ben onun rızkını yemiş, ömrünü tüketmiş değilimdirOnun ecelinden hiçbir şey eksiltmemişimdirMuhakkak ki yanınıza tekrar tekrar geleceğimÖyle ki sizden bir tanenizi bile bırakmayacağım!'

Hasan-ı Basrî diyor ki: 'Allah'a yemin ederim, eğer o ağlaşanlar, ölüm meleğinin makamını görüp konuşmasını işitseydiler ölülerini bırakıp kendileri için ağlaşırlardı!'

Yezid er-Rakkaşî şöyle anlatıyor: "İsrailoğullarından bir zorba, evinde ehliyle başbaşa kaldıBirisinin evin kapısından içeri girdiğini gördüGiren şahsı hiddet ve öfke ile karşılamak üzere yerinden fırladı ve 'Sen kimsin? Seni evime sokan kimdir?' dediAdam 'Beni eve sokan evin sahibidirBen ise öyle bir kimseyim ki perdeler bana mâni olmazPadişahların bile yanlarına izinsiz girerimSaltanat sahiplerinin hücumundan korkmamHiçbir mütekebbir zorba elimden kurtulamazHilebaz bir şeytan bile pençemden yakasını kurtaramaz' dediZorbanın yakası onun eline geçtiZorba, düşecek derecede titremeye başladı. Sonra yalvararak ve zillet göstererek yüzüne baktı ve dedi ki:

- O halde sen ölüm meleğisin!

- Evet! Ben oyum!

- Tevbe edip hâlimi düzeltinceye kadar bana mühlet verir misin?

- Artık rnüddetin bitmiş, nefeslerin tükenmiş, saatlerin sona ermiştirBu bakımdan gecikmesine hiçbir yol yoktur.

- Beni nereye götüreceksin?

- Daha önce göndermiş olduğun ameline ve yapmış olduğun evine götüreceğim!

- Ben daha önce sâlih bir amel göndermedim, güzel bir ev yapmadım!

- O halde seni buram buram yanan ve kafaların derisini yakan bir ateşe götüreceğim.

Sonra onun ruhunu kabzettiAile efradı arasına ölü olarak düştü kimi bağırdı, kimi ağladı".

Yezid er-Rakkaşî dedi ki: 'Eğer ölünün arkasından ağlayanlar kötü konaklarını bilseler bağırmaları daha fazlalaşırdı

A'meş'den72, o da Hayseme'den rivâyet etti: Ölüm meleği Süleyman bDavud'un (aleyhisselâm) huzuruna vardıSüleyman'ın (aleyhisselâm) meclisinde oturan bir kişiye fazlasıyla bakmaya başladıÖlüm meleği çıkıp gittikten sonra kendisine bakılan kişi, Hazret-i Süleymân'a sordu:

- Bu kimdi?

- Ölüm meleği idi!

- Bana çok baktığını gördümSanki benim ruhumu almak istiyordu!

- O halde ne istiyorsun, dileğin nedir?

- Onun pençesinden kurtarmanı istiyorumRüzgâra emret, beni Hindistan'ın en ücra köşesine götürsün! Hazret-i Süleymân rüzgâra emretti, rüzgâr kişiyi istediği yere kadar götürdü. Sonra Süleyman (aleyhisselâm) kendisine ikinci defa gelen ölüm meleğine 'Arkadaşlarımdan birine daima baktığını gördüm! dediÖlüm meleği 'Evet! Ben onun durumuna hayret ediyordumÇünkü bana, yakın bir saatte onun ruhunu Hidistan'ın en uzak bir köşesinde kabzetmek emri verilmiştiOysa o senin yanında oturuyorduBundan dolayı hayret ettim' dedi.

71) Hilâlî kabilesindendir. Meymune'nin azadlısıdır. Fazıl ve güvenilir bir kimsedir H. 94'de vefat etmiştir.

72) Adı Süleyman b. Mehran'dır. Kûfeli, güvenilir bir hafızdır. H. 61'de doğmuş, H. 147'de vefat etmiştir.

40-3

12. Hazret-i Peygamberin ve Hulefa-i Raşidîn'in Vefatları

12.a Hazret-i Peygamberin (sallâllahü aleyhi ve sellem) Vefatı

Hazret-i Peygamberin hayatında, ölümünde, sözünde, fiilinde, bütün durumlarında düşünenler için ibret ve güzel bir örnek mevcutturBasireti açık olanlar için o bir ışıktır; zira Allah'ın katında ondan daha şerefli bir kimse yokturÇünkü o, Allah'ın dostu, habibi, Allah'ın kelâmına muhatap olan, kulları arasından seçilen, Allah'ın peygamberi ve nebisidirMüddeti bittiğinde acaba Allah ona bir an dahi mühlet vermiş midir? Eceli geldikten sonra acaba bir lâhza dahi tehir olunmuş mudur? Hayır! İnsanların ruhlarını kabzetmekle görevli melekler göndererek onun şerefli ve pak ruhunu Allah'ın huzuruna götürmek, onun temiz bedeninden çıkarıp rahmete, rıdvan ve güzel hayırlara daldırmak için götürmeye geldilerRahmân olan Allah'ın manevî komşuluğunda doğruluk merkezine götürdüler.

Bununla beraber ölüm anında Hazret-i Peygamberin üzüntüsü arttıIzdırabı kesintisiz devam ettiİnlediği görüldüAllah'ın mülâkatına karşı olan isteği yükseldi, benzi sarardı, alnı terlediSağı ve solu inkıbaz ve inbisat hususunda sarsıldıHatta o mecliste hazır bulunanlar Hazret-i Peygamberin bu ızdırabından ötürü ağladılarOnun acı çektiğini müşahede edenler sızlandılarAcaba peygamberlik mertebesi Hazret-i Peygamberden Allah'ın takdirini uzaklaştırdı mı? Ölüm meleği, onun aile efradını ve aşiretini gözetti mi? Hakkın yardımcısıdırHalkı uyarıyor ve müjdeliyor diye ona bir müsamaha gösterdi mi? Heyhat nerede! Ölüm meleği vazifesini yerine getirdiLevh-i Mahfuzda yazılı olarak gördüğünü harfîyyen tatbik etti.

İşte Hazret-i Peygamberin hali buyduOysa Hazret-i Peygamber Makâm-ı Mahmud'un ve insanların varacağı kevser havuzunun sahibidirKabirden ilk çıkan insan ve mahşer gününde şefaat-i uzmâ (en büyük şefaat) sahibi olandırBu bakımdan onun halinden ibret almamamız ne kadar hayret verici bir şeydirHalbuki ileride karşılaşacağımız şeylerden de emin değilizHatta biz şehvetlerimizin esirleri, günahların arkadaşlarıyızO halde, neden muttakîlerin imamı, rabb'ül-âlemîn'in habibi ve peygamberlerin efendisi olan Hazret-i Peygamber'in ölümünden ibret almıyoruz?!

Yoksa kendimizi dünyada ebedî kalıcı mı sanıyoruz veya kötü fiillerimize rağmen Allah'ın katında kendimizi şerefli mi sanıyoruz? Nerede, nerede! Aksine biliyoruz ki hepimiz ateşe varacağız. Sonra o ateşten ancak muttakîler kurtulacaktırBu bakımdan ateşe varmak hususunda kesin bir bilgiye sahibizFakat ateşten çıkmak hususunda sadece zanna sahibizBiz nefislerimize zulmettik; zira zannın peşine düştükYemin olsun, biz muttakîlerden de değiliz!

İçinizden oraya gitmeyecek hiç kimse yokturBu, rabbinin katında kesinleşmiş bir hükümdür. Sonra sakınanları kurtaracağız ve zâlimleri öyle diz üstü çökmüş olarak bırakacağız. (Meryem/71-72)

Bu bakımdan her kul kendi nefsinin zâlimlere mi yoksa muttakîlere mi daha yakın olduğunu kontrol etmelidirSen de selef-i salihînin gidişatına baktıktan sonra kendi nefsini kontrol et! Onlar muvaffak olmalarına rağmen Allah'tan korkan kimseler idiler. Sonra peygamberlerin efendisi Hazret-i Peygamberin durumunu dikkatle izle! O, peygamberlerin efendisi, muttakîlerin önderi olduğundan dolayı işinde yakîn üzerinde idiFakat dünyadan ayrıldığı sırada çektiği zahmet ve şiddetten ibret al! Cennet-i Me'va'ya göçüp gideceği anda durumu nasıl ağırlaşmıştı?

İbn Mes'ûd (radıyallahü anh) der ki: Hazret-i Âişe'nin odasında bulunduğu ve eceli yaklaştığı bir sırada Allah Rasûlü'nün huzuruna vardıkBize bakınca gözlerinden yaşlar aktı. Sonra şöyle buyurdu: Sizlere merhaba! Allah, sizi selâmla diriltsin, sizi himayesine kabul buyursun, size yardım etsin! Sizlere takvayı tavsiye ediyorum, sizi Allah'a emanet ediyorumMuhakkak ki ben sizin için Allah'tan gelen apaçık bir uyarıcıyımAllah'ın arzında ve kulları arasında Allah'a karşı yücelik taslamayın! Ecel yaklaşmıştır, dönüş Allah'adır, Sidretü'l-Münteha'ya cennet'ul-me'vâ'ya ve en dolgun kadehedirBu bakımdan hem kendi nefislerinize, hem de benden sonra dininize girecek kimselere benden selâm edin ve Allah'ın rahmetini tebliğ edin!73

Rivâyet ediliyor ki; Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) vefat edeceği anda Cebrâîl'e (aleyhisselâm) 'Benden sonra ümmetimin durumu nasıl olacak?' dediBunun üzerine Allahü teâlâ Cebrâîl'e vahiy göndererek şöyle buyurdu:

Habibime müjde ver! Onu, ümmeti hususunda mahcup etmeyeceğimOna müjde ver ki insanlar haşre gönderildiğinde herkesten daha önce haşre gönderilen o olacaktırHaşre gelenler mahşerde toplandıklarında önderleri o olacaktırOnun ümmeti cennete girmeden önce diğer ümmetlere cennete girmek haram olacaktır.

Bu müjde, Hazret-i Peygamber'e tebliğ edildikten sonra İşte şimdi gözüm arkada kalmaz' buyurmuştur.

Hazret-i Aişe (radıyallahü anh) der ki: Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) hastalığında yedi kuyudan getirilmiş yedi kırba su ile yıkanmak istediBiz de bunu yaptıkHazret-i Peygamber biraz rahatladıÇıkıp ashâbına imamlık yapıp Uhud şehitleri için Allah'dan af talep ederek onlara dua ettiEnsâr hakkında şunları tavsiye etti:

Ey muhacirler topluluğu! Siz zaman geçtikçe fazlalaşırsınızEnsâr-ı kirâm ise, bugünkü durumlarında kalıp artmazlarEnsâr, benim sığındığım, sır sandığımdır.

Bu bakımdan onların iyilik yapanlarına ikramda bulunun! Onlardan kötülük yapanın hatasını affedin!

Bir kul dünya ile Allah katındaki nimetler arasında muhayyer bırakılmıştırO kul da Allah'ın nezdindekini tercih etmiştir.

Bu sözler üzerine Hazret-i Ebû Bekir (radıyallahü anh) Hazret-i Peygamber'in, kul kelimesiyle kendi nefsini kasdettiğini anladı ve ağlamaya başladıHazret-i Peygamber ona şöyle hitap etti:

Ey Ebû Bekir, sabırlı ol! Mescide açılan bütün kapılar kapatılsınSadece Ebû Bekir'in kapısı açık bırakılsın; çünkü benim katımda Ebû Bekir'den daha üstün bir kişi yoktur!74

Hazret-i Âişe (radıyallahü anh) der ki: Hazret-i Peygamber benim odamda, benim günümde, kollarım arasında ruhunu teslim ettiÖlüm anında Allah benimle onun tükrüğünü bir araya getirdiHazret-i Peygamber yatarken kardeşim Abdurrahman içeri girdiElinde bir misvak bulunuyorduHazret-i Peygamber'in misvağa baktığını gördüm'Senin için misvağı alayım mı? dedimBaşıyla evet! diye işaret ettiBunun üzerine misvağı Abdurrahman'ın elinden alarak ağzına koydumFakat misvak ona katı geldi'Senin için yumuşatayım mı?' dedimYine başıyla evet! diye işaret ettiBunun üzerine, misvağı ağzımda güzelce yumuşatarak ona verdimYanımda bir ibrik su bulunuyorduZaman zaman elini suya daldırıp şöyle diyordu: 'Lâ ilâhe ilâhe Allah'tan başka ilâh yoktur, muhakkak ki ölümün dehşet ve acıları vardır!' Sonra elini yukarı kaldırıp şöyle dedi: 'En yüce arkadaş en yüce arkadaş! (En yüce arkadaşı istiyorum) 'Ben o zaman dedim ki: 'Yemin olsun! Artık Hazret-i Peygamber bizi istemiyor'.

Said bAbdullah babasından şöyle rivâyet ediyor: Ensâr-ı kirâm, Hazret-i Peygamber'in gittikçe ağırlaştığını gördüklerinde mescidin etrafında dolaştılarHazret-i AbbasHazret-i Peygamber'in yattığı odaya girdiEnsâr'ın üzüntüsünü Hazret-i Peygamber'e haber verdi. Sonra Fadl bAbbas içeri girdi ve o da babasının söylediklerini söyledi. Sonra Hazret-i Ali içeri girdiO da aynı haberi verdiBunun üzerine Hazret-i Peygamber elini uzattı ve 'Ha!' dediOnlar Hazret-i Peygamber'in elinden tuttuklarından Hazret-i Peygamber 'Siz ne diyorsunuz?' diye sordu.

Dediler ki: 'Senin ölmenden korkuyoruz!' Kocaları Hazret-i Peygamber'in yanında toplandıkları için kadınlar dışarda vaveyla kopardılarBunun üzerine Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) Hazret-i Ali ve Hazret-i Fadl'ın kolları arasında (amcası) Hazret-i Abbas önünde olduğu halde dışarı çıktıHazret-i Peygamber'in başı bağlıydıAyakları yerde sürünüyorduGelip minberinin ilk basamağına oturduHalk Hazret-i Peygamber'in etrafını çevirdiBunun üzerine Hazret-i Peygamber, Allah'a hamd ve senâ ederek şöyle buyurdu:

Ey insanlar! Kulağıma geldi ki benim için ölümden korkuyorsunuz! Sizin bu korkunuz ölümü hoş karşılamamanıza ve peygamberinizin ölümünden hoşlanmamanıza delâlet ederAcaba benim ve nefislerinizin ölüm haberi size verilmedi mi? Acaba benden önce gönderilmiş milletler arasında herhangi bir peygamber ebedî kalmış mıdır ki ben de sizin aranızda ebedî kalayım! İyi bilin ki muhakkak ben, rabbime iltihak edeceğimSiz de ona mülâki olacaksınızSize ilk muhacirler hakkında hayırlı davranmanızı tavsiye ediyorumMuhacirlerin de birbirlerine karşı öyle davranmalarını tavsiye ediyorum.

Çünkü Allahü teâlâ şöyle buyurmuştur:

Asra andolsun ki insan ziyan içindedirAncak îman edip sâlih amel işleyenler, birbirine hakkı tavsiye edenler ve birbirine sabrı tavsiye edenler müstesnadır. (Asr Sûresi)

Muhakkak ki işler Allah'ın izniyle cereyan ederSakın herhangi bir işin gecikmesi sizi onu acelece yapmaya itmesin.

Çünkü Allahü teâlâ hiç kimsenin aceleciliği için acele etmezKim Allah ile pençeleşirse Allah ona mağlup ederKim Allah'ı kandırmaya çalışırsa Allah onu kandırırYeryüzünde ifsâd etmek, sıla-yı rahimleri kesmek hususunda birbirinize yardımcı olursanız muvaffak olacağınızı sanır mısınız? Ensâr hakkında size tavsiyede bulunuyorumÇünkü onlar sizden önce Medine'yi yurd ve îman evi edindilerOnlara iyilik yapmanızı tavsiye ediyorumMeyvelerini sizinle paylaşan onlar değil miydiler? Size evler hususunda genişlik getirmediler mi? Fakir oldukları halde sizi nefislerine tercih etmediler mi? Kim iki kişi arasında hükmetmek için vazifelendirilirse, Ensar'ın iyilik yapanlarından iyiliği kabul edip onların kötülerini affetsinKimseyi onlara tercih etmeyinizBen sizin için öncüyümSiz de bana iltihak edeceksinizBenim havuzum, Şam memleketinin Bisra şehrinden Yemen'in San'asına kadar geniştirO havuza sütten daha beyaz, kaymaktan daha yumuşak ve baldan daha tatlı bir su akarO havuzdan içen bir kimse ebediyyen susamazO havuzun çakılları incidendir yeri misktendirKim yarın mahşer yerinde ve havuzdan mahrum kalırsa o, bütün hayırlardan mahrum edilirKim mahşer gününde, benimle havuz başında buluşmak istiyorsa, dilini ve elini yapılması gereken şeyler hariç herşeyden tutsun! Bu esnada Hazret-i AbbasHazret-i Peygambere 'Ey Allah'ın Rasûlü! Kureyşliler hakkında da vasiyette bulun!' dedi.

Bunun üzerine Hazret-i Peygamber şöyle buyurdu:

Ben bu hususu başta Kureyşlilere tavsiye ediyorumDiğer insanlar da onlara tabidirlerİnsanların iyileri Kureyş'in iyilerine, kötüleri de onların kötülerine tabidirlerEy Kureyşliler! Halk hakkında size hayırlı davranmayı tavsiye ediyorumEy insanlar! Muhakkak ki günahlar nimetleri bozar, nasibi değiştirirBu bakımdan halk, iyilik yaptığında idarecileri de onlara iyilik yaparHalk fısk ve fücura daldığında idarecileri de isyan ederler.

Nitekim Allahü teâlâ şöyle buyurmuştur:

İşte kazandıkları (günahlar) dan ötürü zâlimlerin bir kısmını diğer bir kısmının peşine böyle takarız;75 (En'âm/129)

İbn Mes'ûd (radıyallahü anh) şöyle rivâyet ediyor: Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) , Ebû Bekir'e 'Ey Ebû Bekir! Sor!' deyince Ebû Bekir 'Ey Allah'ın Rasûlü! Ecel yaklaştı mı?' dediHazret-i Peygamber 'Ecel yaklaştı ve sarktı' dediBunun üzerine Ebû Bekir 'Ey Allah'ın Rasülü! Allah katındaki nimet sana afiyet olsun! Keşke ben gideceğimizden haberdar olsaydım' dedi.

Bunun üzerine Hazret-i Peygamber dedi ki:

Allah'a, Sidretu'l-Müntehaya, sonra Ceimet'ül-Me'vâ'ya ve Firdevs-i A'lâ'ya, en dolgun kadehe ve en yüce arkadaşa, en afîyetli hayat ve nasibe doğru gideceksiniz!

Bunun üzerine Ebû Bekir şöyle sordu:

- Ey Allah'ın Rasûlü! Seni kim yıkayacak?

- Ailemin en yakın erkekleri ve yakınlıkta onları takip edenler.

- Seni hangi kefenlere saralım?

- Bu elbiseme, Yemen mamulü olan bir kürke ve süt beyaz bir kefene.

- Senin namazını nasıl kılacağız?

Böylece biz ağladık, o da ağladı. Sonra şöyle buyurdular:

Sabredin! Allah sizi affetsin, peygamberinizden dolayı size mükâfat versinBeni yıkayıp kefenlediğinizde şu odada kabrimin kıyısına tahtanın üzerine cenazemi koyduktan sonra bir saat cenazemi yalnız bırakınÇünkü önce benim namazımı Allahü teâlâ kılacaktır; (rahmetini indirecektir) !

(Allah) ki sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için üzerinize rahmet etmektedir. (Ahzâb/43)

Sonra Allah, meleklerine, üzerime namaz kılmak için izin verirBenim üzerime Allah'ın mahlukâtından ilk girip namaz kılan Cebrâilsonra Mikâil, sonra İsrâfil, sonra birçok askerlerle beraber ölüm meleği, sonra birçok melekler olurAllah onların hepsine rahmet etsin! Sonra sizler! Bu bakımdan siz kısım kısım içeri girip namaz kılın, çokça selâm verin, bağırmak çağırmak suretiyle bana eziyet vermeyin! Sizden sonra kadınlar, sonra çocuklar girip namaz kılsınlar.

- Seni kabre indirmek için kabrine kim girsin?

- Ailemin en yakınları, sonra onları takip edenler girsinlerOnlarla beraber bir çök melek de girer, onlar sizi görürler fakat siz onları göremezsinizKalkın! Benden sonra gelenlere dininizi iletin!76

Abdullah bZem'a77 der ki: Rebiulevvel ayının başında Bilâl gelip namaz için ezan okuduBunun üzerine Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) 'Ebû Bekir'e söyleyin halka imamlık yapsın!' dediKapının önünde, içinde Hazret-i Ömer'in bulunduğu birkaç kişiyi görünce 'Ey Ömer! Kalk halka namaz kıldır!' dedimBunun üzerine Hazret-i Ömer kalktıYüksek sesli olan Ömer tekbir getirdiğinde, Hazret-i Peygamber onun sesini tanıyıp şöyle dedi: 'Ebû Bekir nerededir? Allah da müslümanlar da Ebû Bekir'den başkasının İmâm olmasını istemez'Bu sözünü üç defa tekrarladı. (Sonra) 'Ebû Bekir'e söyleyin, halka namaz kıldırsın!' dedi.

Bunun üzerine Âişe (radıyallahü anh) dedi ki: 'Ey Allah'ın RasûlüEbû Bekir ince kalpli bir kişidirSenin yerine geçtiğinde kendini tutamaz'.

Bu söz üzerine Hazret-i Peygamber şöyle dedi.

Muhakkak ki siz kadınlar, Yûsuf un kadınları gibisiniz! Ebû Bekir'e söyleyin halka namaz kıldırsın!78

Hazret-i Ömer'in kıldırdığı namazdan sonra Hazret-i Ebû Bekir (on yedi) namazı kıldırdı.

Ömer, Abdullah b. Zem'a'ya dedi ki: Rahmet olasıca! Başıma ne getirdin? Allah'a yemin ederim, ' eğer Hazret-i Peygamberin (sallâllahü aleyhi ve sellem) sana böyle yapmanı emrettiğini sanmasaydım yapmazdım'.

Buna karşılık Abdullah dedi ki: "Orada imamlığa senden daha uygununu görmediğim için sana 'İmâm ol" dedim.

Âişe (radıyallahü anh) şöyle diyor: 'O sözü, Hazret-i Peygamber'e söylememin ve Ebû Bekir'i imamlıktan uzaklaştırmasını istememin sebebi; dünyadan kaçınmak ve idarecilikte Allah'ın selâmet bıraktığı hariç tehlike olduğu içindiHalkın Hazret-i Peygamber daha hayattayken onun yerine geçen bir kişiyi ebediyyen sevmeyeceğinden korktumAncak Allah sevmelerini dilerse mesele değişirEbû Bekir'i kıskanıp ona zulmetmelerinden, onu uğursuz saymalarından korktumFakat emir ve hüküm Allah'ındırAllahü teâlâEbû Bekir hakkında korktuğumun hepsinden onu korudu'.

Hazret-i Âişe (radıyallahü anha) şöyle atıl atıyor: Hazret-i Peygamberin vefat edeceği gün geldiğinde, o günün öncesinde Hazret-i Peygamberin hastalığında hafifleme görüldüBunun üzerine ashâbın erkekleri sevinç içinde evlerine yeislerine dağıldılarHazret-i Peygamber(sallâllahü aleyhi ve sellem) ziyaret etmek için, kadınlara fırsat verdilerBiz Hazret-i Peygamberin yanında bulunduğumuz bir anda ki hiçbir zaman Hazret-i Peygamberin yaşamasından bu kadar ümitli ve sevinçli değildikHazret-i Peygamber bize 'Yanımdan çıkın! İşte şu melek gelmiş, huzuruma girmek için izin istiyor!' diye emir verdi.

Benden başka bütün kadınlar çıktıHazret-i Peygamberin başı göğsümde bulunuyorduHazret-i Peygamber, kalkıp oturduBen de evin bir köşesine çekilmek için uzaklaştımMelekle uzun uzun münâcât edip fısıldaştıktan sonra beni çağirarak başını göğsüme koydu ve kadınlara 'Girin!' dediBunun üzerine, Hazret-i Peygambere 'Bu, Cebrâil'gelişine benzemiyor'dedik.

Hazret-i Peygamber şöyle dedi: Evet, ey Aişe! Bu ölüm meleğidirBana gelip dedi ki: "Allah ancak izin almak suretiyle huzuruna girmemi bana emrettiEğer bana izin vermezsen huzuruna girmeyecek, dönüp gideceğimİzin verirsen gireceğimAllah bana ancak sen istersen ruhunu kabzetmem için emir verdiBu bakımdan bana ne emrediyorsun?"79

Bunun üzerine, ölüm meleğine 'Cerâil (aleyhisselâm) bana gelinceye kadar bana dokunma! İşte bu saat Cebrâîl'in geliş saatidir' dedim.

Bunun üzerine Hazret-i Aişe (radıyallahü anh) şöyle demiştir: 'Biz öyle bir şeyle karşılaştık ki bizim ne ona bir cevap, ne de ona bir fikir belirtme imkânımız yoktuDehşete kapıldık, sanki şiddetli bir felâkete uğradıkOna birşey söylemiyordukEhl-i Beyt'ten hiç kimse bu işin büyüklüğünden ve içimizi dolduran heybetten ötürü konuşamıyordu'.

Hazret-i Aişe der ki: Cebrâil (aleyhisselâm) o sırada geldiOnun geldiğini hissettimEhl-i Beyt çıktılarCebrâil girdi ve şöyle dedi: "Allahü teâlâ sana selâm ediyor ve diyor ki: 'Kendini nasıl hissediyorsun!' Oysa Allah senin ne hissettiğini senden daha iyi bilir.

Fakat sormakla kerem bakımından seni geliştirmeyi, şeref ve kerametini tamamlamayı ve bu adetin ümmetine bir sünnet olmasını diledi"Bunun üzerine, Hazret-i Peygamber 'Kendimi hasta hissediyorum!' dediBu cevaba karşı, Cebrâil 'Sana müjde olsun! Muhakkak ki Allahü teâlâ, senin için hazırlamış makama seni vardırmak istiyor!' dediHazret-i Peygamber Cemil'e 'Ey Cebrâil! Ölüm meleği huzuruma girmek için izin istedi' diyerek olanları Cebrâîl'e anlattıCebrâil (aleyhisselâm) 'Ey Allah'ın Rasûlü! Muhakkak rabbin sana müştaktırSana karşı irade ettiğini sarife bildirmemiş midir? Yemin ederim! Ölüm meleği senden önce hiçbir kimseden izin almamış ve hiçbir kimseden de senden sonra izin almayacaktırAncak rabbin senin şerefini tamamlamak istiyorO sana mânen müştaktır' dediHazret-i Peygamber 'ınâdem ki durum budur, ölüm meleği gelinceye kadar sen gitme!' dediBöylece, içeri girmeleri için kadınlara izin verdi ve 'Ey Fâtıma! Bana yaklaş!' dediHazret-i Fâtıma Hazret-i Peygamber'in üzerine eğildiHazret-i Peygamber onunla, fısıltı halinde birşeyler konuştuBunun üzerine Hazret-i Fâtıma gözlerinden yaşlar akarak ve konuşamayacak halde başını kaldırdı. Sonra Hazret-i Peygamber 'Başını bana yaklaştır!' dediBunun üzerine Fâtıma, kulağını Hazret-i Peygamberin ağzına tuttuHazret-i Peygamber ona birşeyler fısıldadıBu sefer güldü ve gülmekten konuşamayacak bir halde başını kaldırdıBiz Fâtıma'nın durumuna hayret ettikDaha sonra Fâtıma'ya o durumu sorduğumda şöyle dedi: "Hazret-i Peygamber önce 'Ben bugün ölüyorum!' dediBunun üzerine ağladım. Sonra şöyle buyurdu:

Allah'a aile efradımdan ilk olarak seni bana kavuşturması için dua ettim.

Bunun üzerine sevincimden güldüm".

Bu esnada Fâtıma (radıyallahü anh) , iki oğlunu (Hasan ile Hüseyn'i) Hazret-i Peygambere yaklaştırdıHazret-i Peygamber onları kokladı80 Âişe der ki: Ölüm meleği geldiSelâm verdiİçeri girmek için izin istediHazret-i Peygamber kendisine izin verdiMelek sordu:

- Yâ Muhammed! Bize ne emredersin?

- Artık beni rabbime ulaştır!

- Evet! Bugün seni götüreceğimMuhakkak ki rabbin sana müştaktırSenin hakkındaki tereddüdü hiç kimse hakkında göstermemiştir81 Senden başka hiç kimsenin huzuruna izinsiz girmemi yasaklamamıştıFakat senin önünde saatin vardır!

Hazret-i Âişe şöyle devam ediyor: Cebrâil (aleyhisselâm) geldi ve 'Ey Allah'ın Rasûlü! Selâm sana! Bu gelişim, yeryüzüne son inişimdirArtık ebediyyen inmeyeceğim82 Vahiy kesildi Artık benim yeryüzünde bir işim kalmadıYeryüzünde senin huzuruna girmekten başka bir ihtiyacım yoktur. Sonra yerime çekileceğim' dedi.

Hazret-i Âişe der ki: Muhammed'i hak peygamber olarak gönderene yemin ederim! Evde hiçbir fert bu hususta Hazret-i Peygamber'e bir kelime bile söyleyemediİşittiğimiz şeyin azametinden ötürü hiçbir fert, dışarda bulunan erkeklerden herhangi birine bir haber gönderemeyecek kadar dehşet ve korku içinde idiBunun üzerine Hazret-i Peygamber'in yanına vardım, onun başını göğsüme koydum, onun göğsünü tuttumKendisinden geçecek derecede baygınlık geçiriyordu; alnı hiçbir insanda görmediğim şekilde ter döküyorduBen durmadan o teri siliyordumOndan daha güzel kokulu hiçbir şeyi görmemişimdirAyıldığmda ona 'Annem, babam, nefsim ve aile efradım sana feda olsun! Senin alnında gördüğüm ter neredendir?' dedimBunun üzerine dedi ki:

Ey Âişe! Mü'min kişinin canı terle, kâfirin canı da merkep canı gibi, havurtlarından çıkar!

Bu manzara karşısında korkup aile efradımızı çağırdıkBize ilk gelen kardeşim Abdurrahman idiOnu babam bana göndermiştiBu bakımdan Hazret-i Peygamber erkeklerden bir kimse gelmeden önce vefat ettiErkeklerin, Hazret-i Peygamber'in son anına yetişmemeleri Cebrâil ile Mikâl'in onun durumunu idare etmeleri içindir.

Hazret-i Peygamber her baygınlık geçirdiğinde (şunları) söylerdi: 'Hayır! En yüce arkadaşı (istiyorum!) '

Sanki daima ne istediği soruluyorduKonuşmaya gücü yettiğinde 'Namaz kılınız namaz! Muhakkak cemaatla namaz kıldıkça birlik ve beraberliğiniz bozulmaz! Namaz! Namaz!' diyordu83

Hazret-i Peygamber ölünceye kadar namazı tavsiye ettiO şöyle diyordu: 'Namaz! Namaz!'

Hazret-i Aişe (radıyallahü anh) şöyle demiştir: 'Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) pazartesi günü büyük kuşluk ile öğle arası vefat etti'.

Fâtıma (radıyallahü anh) şöyle demiştir: 'Pazartesi gününde neye rastladım! Allah'a yemin ederim! Ümmet durmadan pazartesi günü büyük felaketlere dûçar olur'.

Ümmü Gülsüm de pederi Hazret-i Ali 'nin Kûfe'de vurulduğu gün, annesi Hazret-i Fâtıma'nın (radıyallahü anh) dediği gibi dedi: 'Pazartesi gününde neye rastladımO günde dedem Hazret-i Peygamber vefat ettiO günde kocam Ömer (radıyallahü anh) öldürüldüO günde babam Ali öldürüldüPazartesi gününde başıma gelenler nedir?'84

Hazret-i Aişe (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Hazret-i Peygamber vefat ettiğinde, içeride figan yükselince halk içeri daldıMelekler Hazret-i Peygamberin elbiseleriyle onun bedenini örttülerManzarayı görenler ihtilafa düştü, kimi 'Hazret-i Peygamber ölmüştür' diyenleri yalanladı, kiminin dili konuşamaz olduAncak uzun zaman sonra konuşabildiKimi de konuşmayı karıştırıp anlaşılamayacak şekilde kekelemeye başladıBaşka bir grubun ise aklı yerinde kaldı, kimi de şaşkına dönüp yerinde oturduHazret-i ÖmerHazret-i Peygamber'in ölümünü yalanlayanların arasındaydıHazret-i Ali (radıyallahü anh) şaşkınlıktan oturanların arasındaydıHazret-i Osman dili çekilenlerin arasındaydıBunun üzerine Hazret-i Ömer, halkın arasına çıkıp haykırdı: 'Hazret-i Peygamber ölmemiştir! Allah onu geri gönderecektirHazret-i Peygamber için ölümü temenni eden münafıklardan bazılarının el ve ayakları kesilecektirNasıl ki Allah, Hazret-i Mûsa'ya (aleyhisselâm) vâde tanımışsa Hazret-i Peygambere de vâde tanımıştırO size gelecektir!'

Bir rivâyette Hazret-i Ömer şöyle dedi: 'Ey insanlar! Dilinizi Hazret-i Peygamber hakkında konuşmaktan alıkoyun! O ölmemiştirAllah'a yemin ederimHazret-i Peygamber'in öldüğünü söyleyen bir kişiyi işitirsem şu kılıcımla onun boynunu keserim'.

Hazret-i Ali ise evden çıkmadı.

Hazret-i Osman, hiç kimse ile konuşamıyorduOnun elinden tutulur, getirilir, götürülürdüMüslümanlardan hiç kimse Hazret-i Ebû Bekir ile Hazret-i Abbas'ın halinde değildiÇünkü Allahü teâlâ onları tevfîk ve doğrulukla takviye etmiştiHer ne kadar halk ancak Hazret-i Ebû Bekir'in sözüyle coşkunluklarını zaptetmişse de! Hazret-i Abbas gelip şöyle demiştir: Kendisinden başka ilâh olmayan Allah'a yemin ediyorumHazret-i Peygamber ölümü tattıÇünkü aramızda diri iken şu âyeti okumuştu:

(Ey Rasûlüm!) Sen de öleceksin, onlar da ölecekler. Sonra siz, kıyâmet günü rabbinizin divanında dâvâlaşacaksınız. (Zümer/30-31)

Hazret-i Peygamber'in ölüm haberi Hazret-i Ebû Bekir'e geldiğinde Benî Hâris bHazrec kabilesi arasında bulunuyorduGelip Hazret-i Peygamber'in cenazesinin bulunduğu hücreye girdiCenazeye baktı. Sonra üzerine eğilip Hazret-i Peygamber'in yüzünü öptü, sonra dedi ki: 'Ey Allah'ın Rasûlü! Anam ve babam sana feda olsun! Allah sana ölümü iki defa tattırmazAllah'a yemin ederim! Muhakkak Hazret-i Peygamber vefat etmiştir'85

Sonra halka çıkıp 'Ey insanlar! Muhammed'e ibadet eden (bilsin ki) muhakkak Hazret-i Peygamber ölmüştürMuhammed'in (aleyhisselâm) rabbine ibadet eden bilsin ki O diri ve ölümsüzdür' dedi ve şu âyeti okudu:

Muhammed, sadece bir elçidirOndan önce de elçiler gelip geçmiştirŞimdi o ölür veya öldürülürse, siz ökçeleriniz üzerinde geriye mi döneceksiniz? Kim ökçesi üzerinde geriye dönerse Allah'a hiçbir zarar veremezAllah şükredenleri mükâfatlandıracaktır.

(Âl-i İmrân/144) Sanki halk bu âyeti o günden önce hiç işitmemiş ti.

Bir rivâyette; Hazret-i Peygamber'in ölüm haberi Hazret-i Ebû Bekir'e geldiğinde Hazret-i Peygamber'in üzerine salât ve selâm getirdi ve iki gözünden yaşlar aktığı halde Hazret-i Peygamber'in yattığı odaya girdiYutkunması devenin gevişi gibi çoğalarak ağladıTestinin sesi gibi boğazından hıçkırık sesi geliyorduO buna rağmen, hem aklen hem de söz bakımından çok kuvvetliydiHazret-i Peygamber'in yüzüne eğilip mübarek yüzünden örtüyü kaldırdıAlnından ve yanaklarından öptüMübarek yüzünü meshettiAğlayarak şöyle dedi:

Anam babam, nefsim ve aile efradım sana feda olsun! Dirin de güzeldi, ölün de güzeldirHiçbir peygamberle kesilmeyen peygamberlik senin ölümünle kesilip sona erdiBu bakımdan sen her övgüden daha yüce, ağlamaktan yükseksinTeselli olacak derecede özelsinBizimle eşit olacak derecede umûmîsinEğer Ölümün, senin tercihin olmasaydı, senin için nefislerimizi feda ederdikEğer sen ağlamayı nehyetmeseydin gözlerimizin suyunu senin için tamamen dökerdikKendimizden uzaklaştırmaya gücümüzün yetmediği şeye gelince, o birbirinden ayrılmayan üzüntü ve hatırlamaktırBunlar yakamızı bırakmazlar.

Ey Allahım! Bizden ona salât ve selâm tebliğ et! Ey Allah'ın Rasûlü! Rabbinin katında bizi hatırla! Senin kalbinde bu hatırlama olsun! Eğer geride bıraktığın sükûnet olmasaydı, hiç kimse arkada bıraktığından dolayı dehşetten kurtulamazdı.

Ey Allahım! Peygamberine bizden taraf salât ve selâm tebliğ buyurOnun (yolunu) bizde koruyup daim kıl!

İbn Ömer'den şöyle rivâyet edildi: Hazret-i Ebû Bekir eve girip salavat okuyup senâ yapınca, ev halkı musallada bulunanların işiteceği derecede figan kopardılarO, birşey söylediğinde onların figanı daha arttıOnların sesleri, kapının önünde durup sesli ve kuvvetli bir kişinin tesellisiyle sükûnet bulduO kişi dedi ki: Her nefis ölümü tadacaktır. (Ankebût/57)

Muhakkak ki Allah'ın zatında sizin için herkesin yerine bir halef, her rağbet için bir yetişme ve her korkudan bir kurtuluş vardırBu bakımdan Allahü teâlâ'dan ümit edin, O'na güveniniz!'

Hane halkı onun sözünü dinlediler, fakat kendisini tanımadılarAğlamayı kestilerAğlama kesilince o ses de kaybolduHane halkından biri bakıp kimseyi göremeyince tekrar ağlamaya başladıSesini tanımadıkları biri 'Ey ehl-i beyt! Allah'ı hatırlayın! Her hâl üzere hamdedin, o zaman muhlislerden olursunuzMuhakak ki Allah'ın zatında, her musibette sizin için bir teselli vardırHer rağbetten ötürü bir karşılık vardırBu bakımdan Allah'a itaat edin, onun emriyle amel edin!' diye seslendiBunun üzerine Ebû Bekir (radıyallahü anh) şöyle dedi: 'Şu seslenenler Hızır ile İlyâs'tırHazret-i Peygamber'in cenazesine katılmışlardır'.

Kâ'kâ bAmr (radıyallahü anh) (ashâbın meşhur bahadırlarıdandır) Hazret-i Ebû Bekir'in okuduğu hutbenin hikâyesini tamamen zikrettikten sonra dedi ki: Ebû Bekir, halka hutbe okumak üzere kalktı, halkın gözyaşlarını dökmesine vesile olan ve çoğu Hazret-i Peygamber'e salât ve selâm'dan ibaret olan bir hutbe okudu:

Biricik olduğu halde, Allah'dan başka ilâh olmadığına şahidlik ediyorumAllah va'dini yerine getirdiKuluna yardım ettiTek başına Medine'yi saran düşman ordularını püskürtüp mağlup ettiBu bakımdan hamd, tek olan Allah'a mahsustur!

Şahidlik ediyorum ki Muhammed, Allah'ın kulu, Rasûlü, ve peygamberlerinin sonuncusudur.

Şahidlik ediyorum ki Kitab indiği gibidirDin başladığı gibi, hadîs hak (sahibi) din Yârab! Kulun, peygamberin, habibin, eminin, halkın en hayırlısı, seçilmiş kulun Muhammed'in (aleyhisselâm) üzerine salât ve selâm et! Kullarına ettiğin salâtın en üstününü ona et! Yârab! Salavatlarının afiyetlerini, rahmet ve bereketlerini peygamberlerin efendisi, sonuncusu, muttakîlerin imamı, hayrın önderi, hayırlıların imamı, rahmet peygamberi Muhammed'in (aleyhisselâm) üzerine kıl!

Ey Allahım! Onun huzuruna olan yaklaşmasını artır, delilini büyüt, makamını keremli kıl! Onu, geçmişlerin ve geleceklerin gıpta ettiği makam-ı mahmûd'ayükseltBizi kıyâmet gününde onun makam-ı mahmud'u ile faydalandırDünya ve âhirette onu bize halife kıl! Onu derece'ye, vesileye ve cennet'e ulaştır.

Ey Allahım! Hazret-i Peygamber'e ve âline salât etHazret-i Peygamber'e ve âline bereket ver! İbrahim'e ve âline rahmet ettiğin gibi! Muhakkak ki sen çok övülen ve çok senası yapılansın!

Ey insanlar! Kim Muhammed'e ibadet ediyorsa, muhakkak ki Muhammed öldü! Kim Allah'a ibadet ediyorsa muhakkak ki Allah diridir, ölmezMuhakkak ki Allah'ın emri size gelmiştirBu bakımdan üzüntüden dolayı onu bırakmayın; zira Allah, peygamberi için nezdindeki nimeti tercih etti ve onu sevabına doğru götürdüSizin içinizde kitabını Ve peygamberinin sünnetini bıraktıKim bu iki kaynağa yapışırsa o bilir, kim aralarını ayırırsa, o inkâra kaçar.

Ey Mü'minler! Adaleti tam yerine getirerek Allah için şahidlik edenler olun! (Nisâ/135)

Şeytan sizi peygamberinizin ölümünden ötürü meşgul etmesin, sizi dininizden caydırmasın! Hayırla şeytanın önüne geçmeye çalışın ki onu aciz bırakabilesinizOnu beklemeyiniz ki size yetişip sizi fitneye düşürmesin!

İbn-i Abbâs (radıyallahü anh) der ki: Ebû Bekir hutbesini bitirdikten sonra şöyle dedi: 'Ey Ömer! Nereden öğrendin de Peygamberin (sallâllahü aleyhi ve sellem) ölmediğini söylüyorsunAllah'ın peygamberinin filan günde şöyle şöyle söylediğini Allahü teâlâ'nın da kitabında şöyle dediğini hatırlamıyormusun?'

Sen de öleceksin, onlar da ölecekler! (Zümer/30)

Bunun üzerine Hazret-i Ömer dedi ki: 'Başımıza gelen musibetin dehşetinden ötürü bu andan önce sanki bu âyeti hiç duymamıştımŞehadet ederim ki Kitab indiği gibidir, Hadîs de söylendiği gibi! Allah ölümsüz ve diridirMuhakkak biz, Allah içiniz ve ona döneceğizAllah'ın salâtı peygamberi üzerine olsun! Allah katında, peygamberini defterimize geçecek sevap olarak düşünürüz'Bunları söyledikten sonra Hazret-i Ebû Bekir'in yanına oturdu.

Hazret-i Âişe (radıyallahü anh) şöyle anlatıyor: "Hazret-i Peygamberi yıkamak için geldiklerinde dediler ki: 'Yemin olsun! Hazret-i Peygamber'i nasıl yıkayacağımızı bilmiyoruzDiğer ölülerimizi soyduğumuz gibi elbisesini çıkaracak mıyız? Yoksa elbisesini çıkaramayacak mıyız?' Allahü teâlâ, onların gözlerine o anda uyku indirdi, herkesin sakalı (başı) göğsünün üzerine düşüverdi. Sonra kim olduğu bilinmeyen biri şöyle dedi: 'Hazret-i Peygamber'i elbisesi üzerinde olduğu halde yıkayın!' Böylece uyandılar ve Hazret-i Peygamber'i o şekilde yıkadılarHazret-i Peygamber iç gömleği üzerinde olduğu halde yıkandıYıkanması bitirildiği zaman kefene sarıldı".

Hazret-i Ali şöyle diyor: "Hazret-i Peygamber'in iç gömleğini çıkarmak istedikBunun üzerine 'Hazret-i Peygamberin elbisesini çıkarmayınız' diye bir ses duydukBöylece biz de gelen sesi kabul ettikHazret-i Peygamberi ölülerimizi yıkadığımız gibi sırt üstü teneşire uzatarak iç gömleği üzerinde olduğu halde yıkadıkOnun bir azasını ki iyi yıkanmamıştır diye yıkamak istediğimizde kendiliğinden bizim için dönerdiYıkadıktan sonra eski durumuna dönerdiBeraberimizde evde yumuşak rüzgâr gibi bir serinlik vardıBize 'Hazret-i Peygamber'e şefkat edin! Muhakkak ki (şefkat etmediğiniz ve avret mahalline baktığınız takdirde) gözleriniz kapanır!' diye sesleniliyordu".

İşte Hazret-i Peygamberin vefatı böyle olduBeraberinde defnedilmeyen hiçbir şey bırakılmadı.

Ebû Cafer der ki: 'Hazret-i Peygamberin lâhdi, üzerinde yattığı döşek ve yatarken üstüne attığı kadifesiyle döşendiHayatta iken giydiği elbiseler de o sergiler üzerine serildi. Sonra kefenlere sarılı olduğu halde Hazret-i Peygamber bunların üzerine bırakıldıÖlümünden sonra geriye hiçbir servet bırakmadıHayatında kerpiç üzerine kerpiç, bir kamışı bir kamış üstüne koymadıBu bakımdan onun vefatında tam bir ibret vardırMüslümanlar için Hazret-i Peygamber güzel bir örnektir!

73) Bezzâr

74) Darimî

75) Irâkî hadîsin mürsel olduğunu söylemiştir.

76) İbn Sa'd, Tabakât

77) Bu zat, Hazret-i Peygamber'in zevcesi Ümmü Seleme'nin kızkardeşinin oğludur.

78) 'Kendi görüşünüzü ısrarla savunmakta direniyorsunuz*. Burada muhatap Hazret-i Âişe'dir.

79) Ebû Dâvûd

80) Bir nüshada 'Kızı Ümmü Gülsüm'ü dedesine yaklaştırıp koklattı' diye vârid olmuştur.

81) Hadîsin metninde tereddüd kelimesi vardır. Bozmadan aynen koyduk. Hadîs-i müteşâbihdir.

82) Bir haberde 'Hazret-i Peygamberden sonra Cebrâil on kere yere inecektir' diye vârid olmuştur.

83) Taberânî, Kebir, (Câbir'den)

84) Bu sözler, bir hasretin ifadesidir. Günlerin uğursuzluğu gibi bir mânâ ifade etmezler.

85) Hazret-i Ebû Bekir'in bu sözü, 'Hazret-i Peygamber yakında dirilip bazı kimselerin elini kesecektir' diyen kimseye bir reddiyedir. Çünkü tekrar dirilirse tekrar ölmesi lâzım gelecektir. (Îthafus-Saade, X/298)

13. Hazret-i Ebû Bekir'in (radıyallahü anh) Vefatı

Hazret-i Ebû Bekir, ölüme hazırlandığında, Hazret-i Âişe (radıyallahü anh) geldi ve şu şiiri okudu: 'Hayatınla yemin ederim, ruh sıkışıp göğsün daralmasına sebep olduğunda servet şahsı kurtaramaz'.

Bunun üzerine, Hazret-i Ebû bekir yüzünü açıp şöyle dedi: Öyle değildir, şöyledir:

Ölüm sarhoşluğu gerçekten geldiİşte (ey insan) bu, senin kaçıp durduğun şeydir.

(Kaf/19)

Benim bu iki elbisemi yıkayın ve bana kefen yapın; zira diri bir kimsenin yeni elbiseye ihtiyacı ölüden daha fazladır.

Hazret-i Âişe (radıyallahü anh) Hazret-i Ebû Bekir'in ölümü anında şu şiiri okudu: O beyazdıOnun yüzü suyu hürmetine yağmur istenirdiYetimler için bahardı, dul kadınların sığınağı idi.

Bunun üzerine Hazret-i Ebû Bekir (radıyallahü anh) şöyle dedi: Bu övgüye ben değil, Hazret-i Peygamber lâyıktır'.

Ashâb-ı kirâm Hazret-i Ebû Bekir'in huzuruna girerek dediler ki:

- Seni muayene edecek bir doktor çağırmıyalım mı?

- Doktor bana baktı ve 'Ben dilediğimi yaparım!' dedi.

Selman-ı Fârisî (radıyallahü anh) ziyaret maksadıyla Hazret-i Ebû Bekir'in huzuruna geldi ve dedi ki: 'Ey Ebû Bekir, bize nasihat et!'

Bunun üzerine dedi ki: 'Allah dünyayı sizin için açacaktırSakın zarurî ihtiyacından başkasını ondan almaBil ki sabah namazını kılan bir kimse Allah'ın zimmetinde bulunur.

Bu bakımdan zimmetinde olduğun halde Allah'ı tahkir etme ki seni yüzüstü ateşe atmasın!'

Hazret-i Ebû Bekir (radıyallahü anh) hastalığı ağırlaştığında, insanlar yerine bir halife bırakmasını istedilerO da Hazret-i Ömer'i halife yaptıBunun üzerine kendisine dediler ki:

- Bizim başımıza şiddetli ve katı bir kimseyi seçtinAcaba rabbine ne cevap vereceksin?

- Kullarının başına en hayırlılarını geçirdiğimi söyleyeceğim!

Sonra Hazret-i Ömer'e haber gönderdiGeldiğinde Hazret-i Ömer'e dedi ki:

Bil ki Allahın gündüz bir hakkı vardırO hakkı gece kabul etmezAllah'ın gece bir hakkı vardırOnu gündüzleri kabul etmezFarz edâ edilmedikçe Allah nafileyi kabul etmezKıyâmet gününde terazileri ağır basanlar, ancak dünyada hakka tâbi olduklarından ve hak kendilerine ağır bastığından ötürüdürİçinde haktan başka birşey olmayan bir mizanın ağır olması hakkın ta kendisidirKıyâmet gününde terazileri hafif gelenlerin mizanları, ancak bâtıla tâbi olduklarından ve bâtıl onlara hafif geldiğinden ötürü hafif gelmiştirElbette içinde bâtıldan başka birşey bulunmayan bir terazinin kefesi hafif olur.

Allah, cennet ehlini en güzel amelleriyle belirtmiştirOnların kusurlarından vazgeçmiştirBu bakımdan biri bakıp 'Ben bunlardan aşağıyımBunların mertebesine varamam! der.

Muhakkak ki Cehennem ehlini de en kötü amelleriyle zikretmiştirİşlemiş oldukları amellerini yüzlerine çarpmıştırBu bakımdan biri çıkıp 'Ben bunlardan daha üstünüm der.

Allah rahmet ve azap ayetini zikretmiş ki Mü'min rahmet istesin ve azaptan kaçsın, eliyle kendisini tehlikeye atmasın, haktan başkasını Allah'tan temenni etmesin! Eğer bu nasihatimi dinleyip yerine getirirsen yanında hiçbir şey ölümden daha sevimli olmazZaten nasıl olsa öleceksinEğer nasihatimi dinlemezsen senin için ölümden daha nefret edilecek birşey olmazMuhakkak ki sen ondan kurtulamazsın!

Said bMüseyyeb der ki: Hazret-i Ebû Bekir (radıyallahü anh) ölüme hazırlandığında, ashâbdan bazı kimseler ona gelip dediler ki: 'Ey Rasûlüllah'ın halifesi! Biz içinde bulunduğun durumu görüyoruzBizi azıklandır'.

Bunun üzerine Ebû Bekir şöyle dedi:

- Kim şu kelimeleri söyledikten sonra ölürse Allah onun ruhunu apaçık ufukta kılar!

- Apaçık ufuk ne demektir?

- Arşın önünde bir meydandırOrada bahçeler, nehirler, ağaçlar vardırHer gün yüz rahmet orayı kaplarKim şu sözü söylerse Allah onun ruhunu bu yerde kılar:

Ey Allahım! Muhakkak sen mahlukâta ihtiyacın olmadığı halde onları yarattın. Sonra onları iki gruba ayırdınBir grubu nimet için, bir grubu da cehenem içinBeni nimet için kıl, cehennem için kılma!

Ey Allahım! Muhakkak ki sen, mahlukâtı fırka fırka yarattın Onları yaratmadan önce ayırdınOnların kimini, şakî, kimini said, kimini sapık, kimini uysal kıldınGünahlarımdan ötürü beni şakî kılma!

Ey Allahım! Sen yaratmadan önce her nefsin ne yapacağını biliyordunBu bakımdan senin ilminden kurtuluş yokturBeni sana itaat eden kimselerden eyle!

Ey Allahım! Sen dilemeden hiç kimsenin dileme yetkisi yokturDilemeni, beni sana yaklaştırmaya vesile kıl!

Ey Allahım! Sen kullarının hareketlerini takdir ettinSenin iznin olmadıkça hiçbir şey hareket etmezBenim hareketimi takva üzere kıl!

Ey Allahım! Sen hayrı ve şerri yarattınOnların her biri için edecek ihsanlar yarattınİki kısımdan hangisi hayırlı ise beni ondan kıl!

Ey Allahım! Sen cennet ve cehennemi halkettinOnların her biri için ehil olanı yarattınBeni cennetinin sakinlerinden kıl!

Ey Allahım! Sen bir kavim için sapıklığı irade ettinOnunla onların göğüslerini daralttınBenim göğsümü îman için genişlet, îmanı kalbimde süsle!

Ey Allahım! Sen işleri tedbir ettinOnların neticelerini kendine bağladınBeni ölümden sonra güzel bir hayatla yaşat! Beni kendine yaklaştır!

Ey Allahım! Kimin güven ve ümidi senden başkası olduğu halde sabahlar ve akşamlarsa o ziyan etmiştirBenim güvencim ve ümidim sensin! Günahtan dönüş ve ibadete yöneliş ancak Allah'ın kudretiyledir!

Sonra Hazret-i Ebû Bekir (radıyallahü anh) şöyle demiştir: 'Bütün bu söylediklerim Allah'ın Kitabı'nda vardır'.

14. Hazret-i Ömer'in (radıyallahü anh) Vefatı

Amr bMeymûn şöyle anlatır: Hazret-i Ömer'in yaralandığı sırada benimle onun arasında Abdullah bAbbas'tan başkası yoktuHazret-i Ömer, iki saf arasından geçerken durup safta herhangi bir açıklık gördüğünde 'Safları düzeltiniz!' derdiSaflarda herhangi bir açıklık görmezse öne geçer, tekbir alırdıCemaatin yetişmesi için çoğu kez sabah namazının birinci rek'atında Yûsuf veya Nahl sûrelerini veya ona benzer bir sûreyi okurduVurulduğu gün de tekbir getirdikten sonra 'Beni öldürdü' veya 'köpek beni yedi!' dediBunu Ebû Lu'lu melunu kendisini vurduğunda söylediMecusî olan Ebû Lu?lu elinde iki taraflı bir bıçak ile fırladıKimin yanından geçtiyse, onu bıçakladıTam on üç kişiyi yaraladıOnlardan dokuzu öldüBir rivâyette yedi kişi öldüBu manzarayı görenlerden bir kişi onun üzerine bir elbise attıKâfir, tutulduğunu sandığında göğsünü bıçakla yardı.

Hazret-i Ömer, Abdurrahınan bAvf'ın elinden tutup imamlığa geçirdi, Hazret-i Ömer'in arkasında bulunanlar da benim gördüğümü gördülerCaminin yan taraflarında olanlar ise, durumun ne olduğunu bilmiyorlardıAncak onlar Hazret-i Ömer'in sesinin kesildiğini duyunca sübhanallah, sübhanallah demeye başladılarBöylece Abdurrahman onlara hafif bir namaz kıldırdıCemaat dağıldıktan sonra Hazret-i Ömer şöyle dedi: 'Ey Abbas'ın oğlu! Beni öldürenin kim olduğunu tedkik et.

İbn-i Abbâs (radıyallahü anh) , bir saat kaybolup geldikten sonra 'Seni vuran Muğîre bŞu'benin kölesidir dediBunun üzerine Hazret-i Ömer (radıyallahü anh) 'Allah onu kahretsin! Ben ona iyilik yapılmasını emretmiştim dedi.

Sonra şöyle dedi: 'Ölümümü, müslüman bir kişinin elinde kılmadığından ötürü Allah'a hamd olsunSen (ey İbn-i Abbâs) babanla beraber Medineye çok köle getirilmesine taraftardınız;.

Hakîkaten o anda Hazret-i Abbas'ın birçok kölesi vardıBunun üzerine İbn-i Abbâs 'Dilersen onları öldürelim' dediBunun üzerine, Hazret-i Ömer 'Bizim dilimizi konuştuktan, kıblemize yöneldikten ve yaptığımız gibi hac yaptıktan sonra mı öldürelim? dedi.

Hazret-i Ömer evine götürüldüBiz de onunla beraber gittikSanki bugünden önce böyle bir musibet halka isabet etmemişti! Kimi 'Hazret-i Ömer'in ölümünden korkuyorum!' Kimi de "Birşey olmaz' diyorduBu esnada şerbet getirildiHazret-i Ömer şerbeti içince yarasından dışarı aktı. Sonra süt getirildiSütten içtiO da kanından çıktıBöylece Hazret-i Ömer'in öleceği anlaşıldı.

Biz Hazret-i Ömer'in huzuruna girdikHalk gelip kendisini övdüGenç bir kişi geldi ve 'Ey Mü'minlerin emiri! Allah'tan gelen bir müjde ile müjdelenSen Hazret-i Peygamberin arkadaşı ve İslâm'da hizmetleri geçmiş bir kimsesin. Sonra idareci oldun, adalet yaptın. Sonra şehid oldun' dediBunun üzerine Hazret-i Ömer 'Bütün bunların ne aleyhimde, ne lehimde olmasını isterdim' dediHazret-i Ömer'e böyle diyen genç giderken onun eteğinin yerde süründüğü görüldüBunun üzerine Hazret-i Ömer 'O genci bana getirin!' dediGenç gelince ona 'Ey yeğenim! Elbiseni yukarı kaldırÇünkü bu elbisen için daha faydalıdırRabbinden de kork!' dedi. Sonra Hazret-i Ömer oğluna hitaben 'Ey Abdullah! Bak üzerimde ne kadar borç vardır?' dedi.

Hazret-i Ömer'in borcunu hesapladılar86000 dirhem veya ona yakın bir meblağ olduğu anlaşıldıBunun üzerine Hazret-i Ömer, oğlu Abdullah'a "Eğer Ömer'in ailesinin malı bu borcu ödemeye kâfi gelirse onların malından ver! Aksi takdirde kabilem olan Benî Adiyyy bKa'b kabilesinden iste! Eğer onların malları da kâfi gelmezse Kureyşîlerden iste! Sakın Kureyşî olmayanlardan istemeBu borcu benim yerime ver! Müzminlerin annesi Aişe'ye git! De ki: 'Ömer sana selâm ediyor'Sakın 'mü'minlerin Emîri' diye birşey söylemeÇünkü ben artık Mü'minlerin emîri değilim: 'Ömer bHattab iki arkadaşının yanıa defnedilmek için izin istiyor?'

Bunun üzerine Abdullah gittiSelâm verip izin istedi. Sonra Aişe'nin huzuruna girdiAişe'nin oturup ağladığını gördüAbdullah dedi ki: Ömer bHattab sana selâm ediyorİki arkadaşıyla beraber (hücre-i saadetinde) defnedilmek istiyor'.

Bunun üzerine Hazret-i Aişe 'Ben o yeri kendi kendim için ayırmıştımFakat bugün Ömer'i nefsime tercih edeceğim' dedi.

Abdullah dönüp gelince Hazret-i Ömer'e 'İşte Abdullah geldi!' dedilerBunun üzerine Hazret-i Ömer 'Beni kaldırın!' dediBir kişi Hazret-i Ömer'i göğsüne dayadıHazret-i Ömer, Abdullah'a 'Ne haber getirdin?' dediAbdullah 'Ey Mü'minlerin emiri! Benim yanımda seni sevindiricek haber vardırAişe senin isteğine izin verdi' dediHazret-i Ömer 'Allah'a hamdolsun! Benim içim bundan daha mühim bir mesele yoktuBen vefat ettiğimde cenazemi götürün. Sonra selâm vererek deyin ki; 'Ömer izin istiyor!' Eğer Âişe izin verirse beni içeri sokun! Eğer beni reddederse cenazemi müslümanların mezarına götürün!' dedi.

Mü'minleri annesi (Hazret-i Ömer'in kızı) Hafsa, babasının geldiHafsa'yı gördüğümüzde Hazret-i Ömer'in yanından kalktıkHafsa ba basının üzerine eğilerek bir saat onun yanında ağladıErkekler Hazret-i Ömer'in yanına girmek için izin istedilerHazret-i Hafsa bu sefer içeriye doğru gittiİçeride ağlamasını işitiyordukBunun üzerine ashâb-ı kirâm, Hazret-i Ömer'e 'Ey müzminlerin emîri! Vasiyet et ve yerine halife bırak!' dediler.

Hazret-i Ömer 'Bu işe şu kişiler ki Hazret-i Peygamber onlardan razı olduğu halde vefat etmiştir onlardan daha müstehak olanını bilmiyorum7 dedikten sonra Hazret-i Ali'nin, Hazret-i Osman'ın, Hazret-i Zübeyr'in Hazret-i Talha'nın, Hazret-i Sa'd ve Hazret-i Abdurrahman'ın ismini söyledi ve dedi ki: 'Abdullah b. Ömer de sizinle beraber hazır bulunacaktırFakat onun halifelikte hakkı yokturEğer emîrlik Sa'd'a (İbn Vakkas) isabet ederse ne mutlu! Aksi takdirde hanginiz emir olursa Sa'd'ın fikrinden istifade etsin; zirâ, Sa'd'ı (Küfe valiliğinden) acizlikten veya hiyanetten ötürü azletmiş değilim'.

Hazret-i Ömer (radıyallahü anh) sonra şöyle devam etti: 'Benden sonra halife olan zata, Muhacirler hakkında tavsiye ediyorumOnların faziletlerini, hürmetlerini onlar için korusunHalifeye Ensâr hakkında da hayrı tavsiye ediyorumO Ensâr ki onlardan önce Medine'yi yurd edinip îman etmişlerdirOnların iyilerinden kabul edip kötülerini affetsinHalifeye hudûd şehirlerinin halkı için hayırlı olmayı tavsiye ediyorumÇünkü onlar İslâm'ın yardımcıları, gözcüleri, mal toplayıcıları ve İslâm düşmanlarının da öfkelendiricisidirlerOnlardan ancak rızalarıyla fazla mal alsınHalifeye, bedevî Araplara iyi davranmayı tavsiye ediyorumÇünkü onlar Arapların esası, İslâm'ın maddesidirlerOnların servetlerinin zekâtlarını alıp fakirlerine vermesini tavsiye ediyorumAyrıca Allah'ın ve Hazret-i Peygamberin zimmetini tavsiye ediyorumOnlar için verilen sözleri yerine getirsinOnların arkasında olup onlar için savaşsınOnlara ancak güçlerinin yettiğini teklif etsin'.

Râvî der ki: Hazret-i Ömer vefat ettiğinde cenazesini çıkardık ve götürdükAbdullah b. ÖmerHazret-i Âişe'ye selâm verdi ve dedi ki: 'Ömer bHattab'ı defnetmek için izin istiyoruz!' Bunun üzerine Hazret-i Âişe 'Onu içeri sokun' dediBunun üzerine, Hazret-i Ömer'i orada bulunan iki arkadaşının yanında bir mezara koydular. (Bunları nakleden râvî, hadîsi sonuna kadar söyledi) .

Hazret-i Peygamber’den şöyle rivâyet ediliyor:

Cebrâil (aleyhisselâm) bana derdi ki: İslâm, Ömer'in ölümü üzerine ağlasın!86

İbn-i Abbâs şöyle diyor: Ömer, teneşirin üzerine konduHalk onun etrafında halka çevirip, cenazesi kaldırılıncaya kadar dua edip rahmet talep ettilerBen de onların arasındaydımBeni omuzumdan tutan bir kişi korkuttuDönüp bakınca Ali bEbî Tâlib olduğunu gördümHazret-i Ömer'e rahmet okuyup dedi ki: "Ben, Ömer'den daha fazla amelinin benzeriyle Allah'a kavuşmamı istediğim bir kimseyi geride bırakmış değilimAllah'a yemin ederim, Allah'ın seni iki arkadaşınla birleştireceğini zannederimÇünkü çoğu zaman Hazret-i Peygamber'den duyardım ki:

Ben, Ebû Bekir ve Ömer gittikBen, Ebû Bekir ve Ömer çıktıkBen, Ebû Bekir ve Ömer girdik. . .

Allah'ın seni onlarla birleştireceğini umuyorum".

15. Hazret-i Osman'ın (radıyallahü anh) Vefatı

Onun öldürülmesi hakkındaki hadîs meşhurdur87

Abdullah bSelâm (radıyallahü anh) der ki: 'Kardeşim Osman'a selâm vermek için vardımMahsur bulunuyorduHuzuruna girdim, dedi ki: "Ey kardeşim! Merhaba! Ben bu gece Hazret-i Peygamberi şu evde bulunan pencerede gördümBana dedi ki: 'Ey Osman! Seni muhasaraya mı aldılar!' 'Evet!' dedim'Seni susuz mu bıraktılar?' deyince 'Evet!' dedimBunun üzerine, içinde su bulunan bir kırbayı bana uzattıKanmcaya kadar ondan su içtimHatta ben onun serinliğini göğsümde, omuzlarımın arasında hissediyorumBana dedi ki: 'Eğer dilersen hasımlarına galip gelirsinEğer dilersen bi yanımızda iftar edersin!' Ben Allah katında iftar etmeyi seçtim".

Hazret-i Osman o gün öldürüldü.

Abdullah b, Selâm (radıyallahü anh) Hazret-i Osman'ın yaralanıp kanlar içinde can çekişmesinde hazır bulunan birine 'Osman kanlar içinde kıvranıp can çekişirken ne söyledi?" dedi.

'Üç defa şöyle dediğini duyduk: 'Ey Allahım! Muharnmed'in ümmetini bir araya getir!'

Bunun üzerine Abdullah bSelâm dedi ki: 'Nefsimi elinde tutan Allah'a yemin ederim! Eğer Allahü teâlâ Ümmet-i Muhammed'in (aleyhisselâm) ebediyyen bir araya gelmemesini dileseydi kıyâmete kadar bir araya gelemezlerdi!'

Sernâme b, Hazen el-Ruşeyn den öyle rivâyet, ediliyor: Hazret-i Osman çıkıp muhasaracılara, 'Sizi bana kışkırtan iki arkadaşınızı getirin' dediği zaman ben de oradaydım, O iki kişi getirildiSanki onlar iki deve veya iki merkeptilerBunun üzerine Hazret-i Osman onlara şöyle dedi;

- Siz bilmiyor musunuz ki Hazret-i Peygamber Medine'ye geldiğinde Medine'de Küme kuyusundan başka tatlı su yoktuBunun üzerine

Hazret-i Peygamber Kim Kümekuyusunu satın alıp vakfederse, cennette Mü'minlerin kırbalarıyla beraber kırbacını doldurur' dedi,

Ben o kuyuyu satın aldımSiz bugün o kuyudan ve hatta deniz suyundan içmekten bile beni menediyorsunuzBöyle olmadı mı?

- Evet! Öyledir!

- Kıtlık zamanında orduyu kendi malımdan techiz ettiğimi siz bilmiyor musunuz?

- Evet! Öyledir!

Hazret-i Peygamberin mescidi ashâba dar geldiğinde Hazret-i Peygamberin 'Kim (mescidin yanında budanan) falan ailenin arsasını alıp mescide katarsa cennette ondan daha hayırlısına nâil olacaktır' dediğini, bunun üzerine benim de orayı, satın alıp mescidde kattığımı bilmiyor musunuz? Oysa siz bugün orada iki rek'at namaz kılmama mâni oluyorsunuz?

-Evet!

- Siz bilmez misiniz, Hazret-i Peygamber, Mekke'de Sâbir dağının üzerinde bulunduğunda onun beraberinde Ebû Bekir, Ömer ve ben vardıkO anda taşlar aşağıya yuvarlanacak derecede dağ sallandı.

Hazret-i Peygamber mübarek ayağıyla dağa vurup şöyle dedi: 'Ey Sâbir dağı! Senin üzerinde bulunan bir peygamber, bir sıddîk ve bir şehiddir' dedi.

- Evet! Öyledir.

- Allahu Ekber! Kabe'nin rabbine yemin ederim! Bunlar benim şehidliğime dair şahidlik yaptılar89

Dâbbe kabilesinden olan bir kişiden şöyle rivâyet ediliyor: Hazret-i Osman vurulduğunda kanlar onun sakalı üzerine akıyor, o da şöyle diyordu: 'Senden başka ilâh yokturSen her türlü eksiklikten münezzeh ve uzaksınMuhakkak ki ben zâlimlerdendimEy Allahım! Onların aleyhinde senin düşmanlığını talep ediyorumBütün işlerimde senden yardım talep ediyorumBeni mübtelâ kıldığın musibete karşı senden sabır istiyorum'.

86) Acurî, (Ubey b. Ka'b'dan zayıf bir senedle) ; İbn'ul-Cevzî, Mevzuat

87) Seyf b. Amr et-Temimî ve İbn Aziz

88) Basrah'dir. Yan ömrünü İslâm'da geçirmiştir. 35 yaşında Hazret-i Ömer'in huzuruna elçi olarak gelmiştir. Güvenilir bir zattı.

16. Hazret-i Ali'nin (radıyallahü anh) Vefatı

Esbağ el-Hanzelî90 der ki: Hazret-i Ali'nin yaralandığı gece fecir doğduğu zaman müezzini İbn Teyyah ve Bennac gelip namaza çağırdılarHazret-i Ali (radıyallahü anh) ise ağırlaşmış yatıyorduİkinci bir defa namaza çağırıldığımızda Hazret-i Ali yine o haldeydiÜçüncü defa tekrar gelince Hazret-i Ali kalkarak yürüdü ve şu şiiri okudu:

Ölüm için kolonlarını sağlamca bağla! Muhakkak ölüm sana gelecektirSenin sahalarına indiğinde ölümden korkma!

Hazret-i Ali (radıyallahü anh) küçük kapıya vardığında, İbn Mülcem91 Hazret-i Ali'ye hücum ederek hançerlediBunun üzerine, Hazret-i Ali'nin kızı Ümmü Gülsüm, dışarı çıktı ve şöyle dedi: 'Benimle sabah namazına ne oluyor? Kocam müminlerin emîri Hazret-i Ömer sabah namazında öldürüldüBabam Hazret-i Ali sabah namazında öldürüldü'.

Kureyş'ten olan bir kişiden şöyle rivâyet ediliyor: Hazret-i Ali'yi (radıyallahü anh) İbn Mülcem vurduğunda Hazret-i Ali şöyle haykırdı: 'Kabe'nin rabbine yemin ederim ki kazandım'.

Muhammed bAli'den şöyle rivâyet ediliyor: "Hazret-i Ali vurulduğunda oğullarına vasiyetini yaptı, sonra ruhu kabzoluncaya kadar Lâ ilâhe illâllah'ı tekrar etti"92

Hazret-i Ali'nin oğlu Hasan (radıyallahü anh) ağırlaştığında Hazret-i Hüseyin onun yanına vardı ve 'Ey Kardeşim! Niçin böyle kıvranıyorsun? Sen babaların olan Hazret-i Peygamberin, Ali bEbi Talib'in huzuruna gidiyorsunHuveylid'in kızı Hatice'nin, Muhammed'in (aleyhisselâm) kızı Fâtıma'nın huzuruna gidiyorsun ki onlar da senin annelerindirHazret-i Hamza ile Hazret-i Cafer'in yanına gidiyorsun ki onlar da amcalarındır' dedi.

Bunun üzerine, Hazret-i Hasan şöyle şöyle dedi: 'Ey kardeş! Ben öyle bir şeye (ölüme) hazırlanıyorum ki daha önce onun gibisiyle hiç karşılaşmamıştım'.

Muhammed b. Hasan'dan şöyle rivâyet ediliyor: İbn Ziyad'ın askerleri Hazret-i Hüseyin'in etrafını kuşattıklarında, Hazret-i Hüseyin de onların kendisiyle savaşacaklarını anladığında kalkıp arkadaşlarına bir hutbe irâd ettiAllah'a hamd ve senâ'da bulundu ve sonra şöyle dedi: Olanları görüyorsunuzMuhakkak ki dünya bozulduOnun iyiliği gittiÖyle ki ancak kabın sızıntısı gibi kaldıHakkın terkedildiğini, bâtılın yasaklanmadığını müşahede etmiyor musunuz? Mü'min bir kimse Allah'ın mülâkatına rağbet göstersinBen ölümü saadet olarak, zâlimlerle beraber yaşamayı da cürüm olarak görüyorum.

90) Kûfeli'dir. Künyesi Ebû Kasım'dır.

91) Abdurrahman adlı bu meftun Benî Murâd kabilesindendi ve Haricî idi.

92) İbn Eb'id-Dünya


ÖLÜM VE SONRASINI HATIRLAMA konusu devamı;