İHYÂ-İ ULÛMİ'D-DÎN | ÖLÜM VE SONRASINI HATIRLAMA 2

  1. Giriş

 

40-4

17. Halifelerin, Emirlerin ve Salihlerin Ölüm Döşeğindeki Sözleri

Muâviye bEbî Süfyân öleceği sırada 'beni oturtunuz' dedi ve Allah'a tesbih ettiAllah'ı andı. Sonra ağlayıp şöyle dedi: 'Ey Muâviye! İhtiyarlık ve düşkünlükten sonra mı rabbini hatırlıyorsun? Neden gençlik dalı yemyeşil ve taze iken onu yapmıyordun?'

Sesi yükselinceye kadar ağladı ve 'Yârab! Asi ve kalbi katı ihtiyara rahmet et! Yârab! Düşüşleri azaltHataları affetSenden başkasını ümit etmeyene ve senden başkasına güvenmeyene hilm vasfınla yönel diye dua etti.

Kureyşli bir kişi bir cemaatle beraber ölüm hastalığında olan Muaviye'nin huzuruna vardılarMuaviye'nin derisinde kırılmalar gördülerBunun üzerine Allah'a hamd ve senâ ettikten sonra 'Acaba dünya bizim denediğimiz ve gördüğümüzden başka birşey midir? Biz neşemizle dünyanın çiçeğini, maişetimizle ondan lezzet almayı başardıkDünya onu durumdan sonra durum meydana getirmek, bir düğümü diğer düğümden sonra çözmek suretiyle bizden aldıBu bakımdan dünya bize ok atmaya, bizi eskitmeye ve kınamaya başladıYurt olarak dünyaya yuh olsun!' dedi.

Rivâyet ediliyor ki Muâviye (radıyallahü anh) son okuduğu hutbede şöyle dedi: 'Ey insanlar! Ben biçilmiş bir ekinimSize idareci oldumBenden sonra sizin başınıza her geçen muhakkak benden daha şerlidirBenden öncekilerin benden daha hayırlı olduğu gibi. . . Ey Yezidî Ecelim tamam olduğunda beni yıkamaya akıllı bir kişiyi memur kıl! Zira akıllı kişi Allahü teâlâ nezdinde özel bir yere sahiptirBu bakımdan güzel ve yumuşak şekilde beni yıkasınTekbirler sesli getirilsin. Sonra hazinede bulunan Hazret-i Peygamberin elbisesinden, kesilmiş kıllarından ve tırnaklarından burnumun, ağzımın, kulağımın, gözümün üzerine koyElbiseyi de kefenlerimin altında bedenimin üzerine koy! Ey Yezidî Allah'ın anne ve babalar hakkındaki tavsiyesini koru! Beni kefenime sarıp kabrime koyduktan sonra Muâviye'yi Erhamürrahimîn ile başbaşa bırakın!'

Muhammed b. Ukbe der ki: Muâviye'ye ölüm geldiğinde şöyle dedi: 'Keşke ben Zi Tuva (Mekke'de bir yerin ismi) da basit hayat yaşayan bir Kureyşli olsaydımKeşke bu işe hiç bulaşmasaydım93

Abdülmelik b. Mervan'ın ölümü geldiğinde, Dimeşk'in (Şam) kenarında elbiseyi eline sarıp sonra yıkama taşına vuran bir bez ağartıcısına baktı ve şöyle dedi: 'Keşke ben bir bez ağartıcısı olsaydım!Gün be gün elimin emeğimden yeseydim de dünya işlerinin hiç birinde söz sahibi olmasaydım'.

Abdülmelik'in bu sözü, Ebû Hâzım'ın94 kulağına vardığında Hâzım şöyle demiştir: 'Hamd o Allah'a mahsustur ki onları, ölüme girdiklerinde, bizim içinde bulunduğumuz durumu temenni edecek hâle, bizi de ölümümüz geldiğinde onların durumunu temenni etmeyecek hâle getirdi'.

Abdülmelik bMervan'a öleceği sırada şöyle denildi:

- Ey müzminlerin emîri! Kendini nasıl hissediyorsun?

- Ben kendimi Allah'ın şöyle dediği gibi hissediyorum:

Andolsun! Sizi ilk defa yarattığımız gibi, yine tek olarak bize geldiniz ve (dünyada) size verip hayâline daldırdığımız şeyleri arkanızda bıraktınız. (En'âm/94)

Bunu söyledikten sonra öldü.

Abdülmelik bMeryan'ın kızı ve Ömer bAbdülazîz'in hanımı Fâtıma şöyle diyor: "Ölüm hastalığından Ömer bAbdülazîz'in şöyle dediğini duydum: 'Yârab! Günün bir saati dahi olsa ölümümü onlar için gizle!' Öleceği gün geldiğinde onun yanından çıktımBaşka bir odada oturdumOnunla aramda bir kapı vardıO kendisi için yapılan bir kubbede bulunuyorduŞu âyeti okuduğunu duydum:

İşte âhiret yurdu Onu yeryüzünde böbürlenmek ve bozgunculuk yapmak istemeyen kimselere veririzİyi akıbet sakınanlarındır. (Kasas/83)

Sonra sükûnete kavuştuBen onun artık ne bir hareketini, ne bir sözünü duymaz oldumBir cariyesine dedim ki: 'Bakıver! Acaba uyuyor mu?'

Cariye içeriye girdiğinde bağırdıYerimden fırladım, baktım ölmüştü".

Ömer b. Abdülaziz sekerata düştüğü zaman kendisine şöyle denildi:

- Ey Mü'minlerin emîri! Bize nasihat et!

- Bu durumumun benzerinden sizi sakındırıyorumMuhakkak ki bu durum sizin de başınıza gelecektir!

Rivâyet ediliyor ki Ömer bAbdülazîz'in hastalığı ağırlaşınca bir doktor çuğrıldıDoktor kendisini muayene ederek dedi ki:

- Ona zehir içirildiğini görüyorum ve ölmeyeceğinden emin değilim,

- Zehir içmeyenlerin "ölmeyeceğinden de emin değilsin!

- Ey Mü'minlerin emîri! Bunu hissettin mi?

- Evet! Benim karnıma girdiği anda hissettim!

- Ey Mü'minlerin emîri! Tedavi ol! Ben öleceğinden korkuyorum,

- Rabbim, huzuruna gidilenlerin en hayırlısıdır. Allah'a yemin ederim, eğer bilsem ki şifam kulağımın yumuşağı yanındadır.

Kulağıma elimi uzatıp o şifayı getirmemYârab! Mülâkatında Ömer için hayır nasip et!

Böylece birkaç gün kalıp vefat etti.

Vefat edeceği zaman ağladıBunun üzerine kendisine Ey Mü'minlerin emiri! Seni ağlatan nedir? Allah seninle sünnetleri ihya edip adaleti diriltti denildiğinde ağlayarak dedi ki:

Acaba hesap için durdurulup şu halkın durumundan sorulmayacak mıyım? Allah'a yemin ederim! Eğer onların hakkında adaletli hareket etmiş olsaydım yine de Allah'ın huzurunda bir şey söylememekten korkardımAncak Allah, delil getirmek hususunda bana yardım ederse o başka! Fakat bizim zayi ettiğimiz birçok şeyleri ne yapacağız?

Bunun üzerine gözleri yaşla dolduAz bir zaman sonra vefat etti.

Vefat edeceği zaman yaklaşınca 'Beni oturtunuz!' dediOturtulunca dedi ki: 'Emrettiğin halde kusur yapan, menettiğin halde isyana sapan benim!' Bu sözünü üç defa tekrarladı. Sonra Lâ ilâhe illâllah dedi. Sonra başını kaldırdıDikkatle (bir noktaya) baktıNeden böyle yaptığı sorulunca, cevap olarak dedi ki: 'Ben bir yeşillik görüyorumOnlar ne insan, ne de cindir. Sonra ruhu kabzolunduAllah ona ve bize rahmet eylesin!

Harun Reşid'den şöyle hikâye olunur: Öleceği zaman kefenini kendi eliyle seçtiKefenlerine bakıyor, şöyle söylüyordu:

Malım bana hiçbir yarar sağlamadıGücüm benden yok olup gitti. (Hâkka/28-29)

Halife Me'mun, kurna uzanıp şöyle dedi: 'Ey saltanatı gitmeyen Allah! Saltanatı gidene merhamet et!'

Halife Mu'tasım, öleceği zaman şöyle diyordu: 'Eğer hayatımın böyle kısa olduğunu bilseydim yapmazdım!'

Halife Muntasır, öleceği zaman nefsi için titrediBunun üzerine kendisine şöyle denildi:

- Ey Mü'minlerin amiri! Senin için korkacak bir durum yoktur!

- Şundan başka birşey yok! Muhakkak ki dünya gitti, âhiret gelmektedir!

Amr bel-As vefat edeceği zaman, çocuklarının sandıklarına bakarak şöyle dedi: 'Acaba bu sandıkları, içerisindeki eşya ile beraber kim alır? Keşke onlar bir fışkı olsaydı!'

Haccâc95 öleceği zaman dedi ki: "Ey Allahım! Beni affet! Çünkü insanlar 'Allah Haccâc'ı affetmeyecektir!' diyorlar".

Ömer bAbdülazîz, Haccâc'ın bu sözünü benimser ve bu sözden dolayı ona gıpta ederdi.

Bu söz Hasan-ı Basrî ye söylendiğinde dedi ki:

Haccâc bu sözü söyledi mi?

- Evet, söyledi!

- Umulur (affolunması umulur) .

93) İbn Eb'id-Dünya

94) Tam adı, Seleme b. Dinar el-A'rec el-Medenî'dir. Tâbiîndendir.

95) Haccâc b. Yûsuf binlerce kişinin kanma girmiş bir caniydi; Bu bakımdan Haccâc-ı Zâlim diye tanınır. H. 95'de Ramazan'ın 26. günü Vasıfta ölmüştür

18. Sahabe, Tabiîn ve Onlardan Sonra Gelen Ehl-i Tasavvufdan Bazı Kimselerin Sözleri

Muaz b. Cebel (radıyallahü anh) öleceği zaman şöyle dedi: 'Ey Allahım! Senden korkuyordum, bugün ise ümit ediyorumEy Allahım! Bilirsin ki dünya için ve dünyadaki nehirleri akıtmak, ağaçları dikmek için uzun yaşamayı istemiyordumDünyada, sıcak günlerde (oruç tutmak suretiyle) susamak için ve ibadet yapmak suretiyle zahmet çekmek, zikir halkalarında âlimlerle diz dize oturmak için istiyordum'.

Sekeratı şiddetlenince hiç kimsenin geçirmediği krizi geçirirdiHer krizden ayrılırken gözünü açtıktan sonra 'Yârab! Beni boğdurduğunla boğdur (hükmüne razıyım) Senin izzetine yemin ederim! Kalbimin seni sevdiğini bilirsin' derdi

Hazret-i Selman öleceği zaman ağladı'Seni ağlatan nedir?' diye sorulunca 'Dünya için ağlamıyorumFakat Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) bize dünyadan azığımızın, yolcunun azığı gibi olmasını tavsiye etti. (Bunun için ağlıyorum) ' dedi.

Selman öldüğünde bütün terekesi hesaplandıGeride bıraktığı malın kıymeti on küsûr dirhemdi.

Bilâl-i Habeşî (radıyallahü anh) öleceği zaman hanımı 'Vay üzüntüsüne!' dedicevap olarak dedi ki: 'Hayır! Aksine vay onun sevincine! Yarın dostlarla, Muhammed ve arkadaşlarıyla buluşacağım. .

Abdullah bMübarek öleceği anda gözünü açıp gülerek şöyle dedi:

Çalışanlar bunun için çalışsınlar! (Saffat/61)

İbrâhîm Nehaî vefat edeceği zaman ağladı'Seni ağlatan nedir?denilince, 'Allah'tan bana ya cennet veya cehennem müjdesini getirecek bir elçi bekliyorum' dedi,

İbn Münkedir öleceği zaman ağladı'Seni ağlatan nedir?' diye sorulunca cevap olarak 'Alah'a yemin ederimİşlediğim bir günahtan dolayı ağlamıyorumFakat küçük sandığım bir şeyin, Allah katında büyük olarak bana getirilmesinden korkuyorum dedi.

Arar b; Abdikays öleceği zaman ağladıKendisine 'Seni ağlatan nedir?" diye sorulunca, cevap olarak 'Ölümden korktuğum veya dünyayı sevdiğim için ağlamıyorumFakat elimden kaçan sıcak günlerin susuzluğu, kış gecelerinde yapılan ibadetler için ağlıyorum' dedi.

Fudayl bIyâz öleceği zaman bayıldıAyıldıktan sonra gözlerini açınca 'Eyvah seferinin uzaklığına, azığının azlığına!' dedi.

İbn Mübarek öleceği zaman kölesi Nasr'a dedi ki: 'Basımı toprak üzerine koy!'

Bunun üzerine Nasr ağladıİbn Mübarek Nasr'a şöyle sordu:

- Seni ağlatan nedir?

- Senin içinde bulunduğun nimeti hatırladımİşte sen fakir ve garip olarak ölüyorsun, beni ağlatan budur.

- Sus! Ben Allahü teâlâ'dan, beni zenginlerin yaşantısı ile yaşatmasını, fakirlerin ölümü ile öldürmesini diledim!

Bunları söyledikten sonra Nasr'a 'Bana kelime-i şehadet! telkin et! Eğer ben cevap vermezsem kelime-i şehadeti tekrarla!' dedi.

Atâ bYesar şöyle demiştir: İblis ölüm anında, bir kişiye göründü ve ona 'Kurtuldun!' dediBuna karşılık kişi 'Senden hâlâ emin değilim!' dedi.

Seleften biri öleceği anda ağladı'Seni ağlatan nedir? diye sorulunca, 'Allah'ın kitabındaki şu âyet beni ağlattı' dedi.

Allah sadece muttakîlerden kabul eder! (Maide/27)

Hasan (radıyallahü anh) ölümle pençeleşen birinin yanına varıp şöyle dedi: 'Başlangıcı böyle olan işin sonucundan korunmak gerekirSonucu boyle olan şeyin öncesinde zâhidlik yapmak gerekir'.

Cureyrî şöyle anlatıyor: Öleceği sırada Cüneyd'in yanında bulunuyordumCuma ve Nevruz günüydüCüneyd Kur'ân okuyorduKur'ân'ı hatmettiOna 'Şu halde de mi ey Ebû Kasım?' dedimCevap olarak dedi ki: 'Benden buna daha lâyık ve müstahak olan kim var? İşte benim sahifem duruyor'.

Ruveymi96 şöyle demiştir: Ebû Said Harraz'ın ölümü esnasında hazır bulundumRuveymi şu şiiri okuyordu:

Ariflerin kalplerinin iştiyakı zikredir.

Müracaat vaktinde hatırlanmaları sır içindir.

Ölüm kadehleri onlar üzerinde (meclislerinde) gezdirildi.

Şükür sahibinin yüz çevirmesi gibi dünyadan yüz çevirdiler.

İçinde parlak yıldızlar gibi Allah sevgisinin ehli bulunduğu bir ordugâhta himmetleri çokça dolaşmaktadır.

Öyleyse sevgisinden ötürü cisimler yeryüzünde öldürülmüştür.

Ruhlar perdelerde yüceliğe doğru süratle yürürAncak dostlarının yakınma indiler.

Ne şiddet, ne de bir zahmetin dokunmasından yalpa vurdular!

Cüneyd'e 'Ebû Said el-Harraz öleceği zaman çokça vecde kapıldı' dedilerCüneyd dedi ki: 'Rabbinin mülâkatı için ruhununun iştiyaktan uçması garipsenecek birşey değildir'.

Öleceği anda Zünnûn-i Mısrî'ye 'Canın ne istiyor?' denildi'Ölmeden bir an önce onu tanımayı!' dedi.

Sekeratta olduğu halde birine 'Allah de!' denildiO da cevap olarak 'Ne zamana kadar siz bana Allah de! diyeceksiniz? Oysa ben Allah'ın sevgisi ile tutuşmuş bulunuyorum' dedi.

Seleften biri şöyle anlatıyor: 'Mumşad ed-Dineverî'nin yanında bulunuyordumBir fakir gelip dedi ki: Selâm size! Burada temiz bir yer var mıdır ki; orada insanın ölmesi mümkün olsun?' Ona bir yer gösterildiGösterilen yerde bir pınar bulunuyorduO fakir abdestini tazelediAllah'ın dilediği kadar namaz kıldıO yere gittiAyaklarını uzattı ve öldü.

Ebû Abbas ed-Dineverî97 meclisinde konuşurduBir gün vecd'den ötürü bir kadın bağırdıBu manzara karşısında Ebû Abbas kadına öl dediBunun üzerine kadın kalkıp kapıya vardığında Ebû Abbas'a baktı ve 'Öldüm!' deyip ölü olarak yere serildi.

Ebû Ali Ruzbarî'nin kızkardeşi Fâtıma'dan hikâye şöyle ediliyor: Ebû Ali Ruzbarî'nin eceli yaklaştığında başı göğsümde bulunduğu bir anda gözlerini açtı ve şöyle dedi: İşte göğün kapıları açıldılarİşte cennetler süslendiler! İşte bir dellâl! 'Ey Ebû Ali! Seni en yüce rütbeye vardırdıkHer ne kadar sen onu istemesen bile!' diyor.

Ebû Ali bunları söyledikten sonra şu şiiri okudu:

Hakkın için gayrine seni görmeden muhabbet gözüyle bakmadım!

Göz ucu bakışların gevşekliği ve bostanından güllü yanağınla bana azap ettiğini görüyorum.

Cüneyd Bağdâdî'ye Lâ ilhahe illâllah! de!' denildiCüneyd 'Ben O'nü unutmadım ki anayım' dedi.

Cafer bNusayr98, Şiblî'nin hizmetçisi Bikran ed-Dineverî'ye sordu:

Şiblî'den ne gördün?

Şiblî bana dedi ki: 'Benim boynumda zulmen alınmış bir dirhem para vardırO paranın sahibi için binlerce dirhemi sadaka verdimBuna rağmen kalbimin üzerinde ondan daha büyük bir ağırlık yoktur'. Sonra Şiblî öleceği zaman dedi ki: 'Namaz için abdest aldır'Ben de ona abdest aldırdımSakalını hilallemeyi unuttumO anda da onun dili tutulmuş bulunuyorduBunun üzerine elimden tuttu ve parmaklarımı sakalının içine sokup hilalledi ve sonra vefat ettiBunun üzerine Cafer ağlayıp dedi ki: 'Hayatının son anında bile şeriat adabından birini dahi bırakmayan bir kişi hakkında ne dersiniz?'

Öleceği anda ölümün kendisine zor geldiği görüldüğünde Bişr bHaris'e 'Sanki yaşamayı seviyor gibisin?' denildiBişr Allah'ın huzuruna çıkmak zordur' dedi.

Basralı Sâlih bMismar'a öleceği sırada 'Oğlun ve aile efradın hakkında vasiyet etmeyecek misin' diye soruldu? Dedi ki: 'Onları Allah'tan başkasına vasiyet edersem Allah'tan utanırım'.

Ebû Süleyman Dârânî öleceği zaman arkadaşları geldiler ve dediler ki: 'Sana müjde olsun! Sen gafur ve rahîm olan bir rabbin huzuruna varıyorsun!' Ebû Süleyman onlara 'Neden? Sen küçük günahtan dolayı hesaba çeken, büyük günahtan dolayı azap veren bir rabbin huzuruna varıyorsun demiyorsunuz' dedi.

Ebû Bekir el-Vâsıtî ölüme hazırlanırken kendisine 'Bize nasihat et!' denildiBunun üzerine Allahü teâlâ'nın sizdeki murad-ı ilâhîsini gözetiniz!' dedi.

Seleften biri ölüme hazırlanırken hanımı ağladıBunun üzerine hanımına 'Seni ağlatan nedir?' dediHanımı 'Senin için ağlıyorum!' deyince, o zat 'eğer illa ağlayacaksan kendin için ağla! Ben bugün için kırk sene ağladım!' dedi.

Cüneyd şöyle diyor: Öleceği sırada Sırrî-es-Sakatî'nin ziyaretine gittim ve 'Kendini nasıl hissediyorsun?' diye sordumBunun üzerine şu şiiri okudu:

Bende bulunan hastalığı nasıl doktoruma şikayet edeyim? Oysa bende bulunan hastalığı doktorum bana vermiştir.

Sonra yelpazeyi alıp onu serinletmek istedimBunun üzerine 'İçi yanan bir kimse, yelpazenin serinliğini nasıl hissedebilir?' dedikten sonra şu şiiri okudu:

Kalp yanmış, gözyaşı çekilmiştirÜzüntü derlenmiş, sabır dağılmış, hevâ, şevk ve ızdırabın işledikleri suçtan ötürü kararsızın üzerinde karar tutmak nasıl olur?

Yârab! Eğer içinde ferahlayacağım birşey varsa, bende hayat oldukça onu vermek suretiyle bana minnet et!

Hikâye ediliyor ki; Şiblî'nin arkadaşlarından bir grup, Şiblî ölümle pençeleşirken yanına geldiler ve ona 'Lâ ilâhe illâllah! de!' dedilerBunun üzerine Şiblî, şu şiiri okudu: 'İçinde senin bulunduğun bir ev çıralara muhtaç değildirHalkın deliller getirdikleri günde senin ümit edilen yüzün delilimizdirSenden ferah istediğim günde Allah bana herhangi bir ferah fırsatını vermesin!'

Hikâye ediliyor ki Ebû Abbas b. Atâ Atâ, ölümü anında, Cüneyd'in huzuruna girip selâm verdiCüneyd onun selâmına karşılık vermedi. Sonra aradan bir saat geçince karşılık verip, dedi ki: 'Selâmını geç aldığım için beni mazur gör! Ben virdimi okuyordum'. Sonra Cüneyd, yüzünü kıbleye çevirdi, tekbir getirdi ve öldü.

Kinânî, öleceği anda, kendisine 'Senin amelin ne idi?' diye sorulduCevap olarak dedi ki: 'Eğer ecelim yaklaşmasaydı, size amelimi söylemezdimKalbimin kapısında kırk sene durdumNe zaman ki kalbimden Allah'tan başkası geçti ise onu kalbimden uzaklaştırdım'.

Mutemer'den şöyle hikâye ediliyor: Öleceği anda Hakem bAbdülmelik'in" huzurunda bulunuyordum ve şöyle dua ettim: Ya Rârab! Ona ölümün dehşetlerini kolaylaştırÇünkü o şöyle şöyle idi Böylece onun birtakım iyiliklerini saydımO ayılınca 'Konuşan kimdi?' dedi'Bendim' dedimBunun üzerine dedi ki: "Ölüm meleği bana 'Ben her cömert hakkında şefkatli davranırım' diyor"Bunu söyledikten sonra öldü.

Yûsuf bEsbât öleceği zaman Meraşlı Huzeyfe onun yanına gidip onu muzdarip olarak görünce 'Ey Ebâ Muhammed! Bu zaman, ızdırap ve korku zamanı mıdır?' dediYûsuf 'Ey Ebû Abdullah! Ben nasıl muzdarip olmayayım ve korkmayayım? Halbuki amelimde Allah'a doğruluk yaptığımı bilmiyorum' dedi.

Bunun üzerine Huzeyfe şöyle dedi: "Hayret bu sâlih kişiye ki öleceği anda 'amelinde Allah'a karşı doğruluk yaptığım bilmediğine' dair yemin ediyor".

Ebû Ahmed el-Meğazilî'den rivâyet ediliyor: Şeyhlerden biri hastalandığında huzuruna vardımŞöyle diyordu: 'İstediğini yapma imkânına sahipsin! Fakat bana şefkat et!'

Meşayihten biri Mumşad ed-Dineverî'nin huzuruna vefat edeceği bir anda vardı ve ona 'Bunları senin başına Allah getirdi! Allah yaptı!' dediBunun üzerine Mumşad gülerek şöyle dedi: 'Otuz seneden beri cennet, içindeki nimetlerle beraber bana arzolunuyor, hâlâ da gözümü ona kaptırmadım'.

Ruyermî'ye, öleceği anda 'Lâ ilhahe illâllah de!' denildiO da 'Ben zaten bundan başkasını bilmiyorum ki!' dedi.

Süfyân es-Sevrî'ye veya Nurî'ye vefat edeceği anda 'Lâ ilâhe ill-âllah de!' denilince

cevap olarak şöyle demiştir: 'Acaba orada bir emir yok mudur?'

Ebû Yahya İsmail el-Müzenî, öleceği zaman İmâm-ı Şâfiî'ninhuzuruna varıp kendisine 'Ey Ebû Abdullah! Nasıl sabahladın?' dediŞâfiî 'Dünyadan göç ettiğim, arkadaşlardan ayrıldığım, kötü amelimle mülâki olduğum, ölümün kadehini içtiğim, Allah'ın huzuruna varacağım halde sabahladımBilmiyorum, ruhum cennete mi varacaktır; onu tebrik edeyim veya cehenneme mi varacaktır; ona taziye vereyim!'

Sonra şu şiiri okudu: 'Kalbim katılaşıp yollarım daraldığında affına doğru ümidimi merdiven yaptımGünahım bana büyük geldi (fakat) ey rabbim! Günahımı affınla karşılaştırdığımda affın daha büyük göründüSen daima günahı affettinDurmadan da lütuf ve nimet olarak cömertlik yapıp affedersinEğer sen olmasaydın hiçbir âbid İblis ile sapıklığa kaymazdıOysa seçkin kulun Âdem'i bile kandırdı'.

Ahmed bHadreveyh100 öleceği zaman, kendisine bir sual sorulduGözlerinden yaşlar akmaya başlayıp sorana hitaben 'Ey oğul! Doksanbeş seneden beri dövdüğüm bir kapı, işte şu anda benim için açılıyorBilmem ki saadetle mi açılacaktır veya şekavetle mi? Bu bakımdan şu anda cevap verme imkânı benim için nerede?' dedi.

İşte bunlar, onların sözleridirBu sözler onların durumlarının değişikliği hasebiyle değişik söylenilmişlerdirOnların bazısına korku, bazısına ümit, bazısına şevk ve sevgi galip gelmiştirOnlardan her biri, halinin gereğine göre konuşmuşturHepsi de onların hallerine göre doğrudur.

96) Ebû Muhammed b. İmâm-ı Ahmed el-Bağdadî

97) Sernerkant'ta H. 340'dan sonra vefat etmiştir. .

98) Cafer b. Muhammed el-Bağdadî. Cüneyd'in talebesidir. H. 348'de Bağdad'da vefat etmiştir.

99) Benî Mahzum kabilesinden olan bu zat Mencebe'ye sınır muhafızı olarak gelmiştir. Buhârî hadîsini rivâyet etmiştir. Kardeşi Abdurrahman b. Muttalib el-Medenî'dir.

19. Cenazeler, Mezarlar ve Mezarları Ziyaret Hususunda Ariflerin Sözleri

Cenaze tahtası (teneşir) basiretli kimse için ibrettirGaflet ehli dışındakilere onda hatırlama ve ikaz vardırÇünkü cenazelerin görünmesi, gâfil kimselerin kalbini katılaştırırÇünkü onlar daima başkasının cenazesine bakacaklarını zannederlerKendilerinin teneşir üzerine taşınacaklarını sanmıyorlar veya sansalar bile yakında olacağını takdir etmezlerDüşünmezler ki teneşirde bulunanlar da böylece sanıyorlardıBu bakımdan onların ümitleri boşa çıktı, zamanları bittiÖyleyse bir kul teneşire baktığında kendini teneşir üzerinde düşünmelidirÇünkü yakında onun üzerine konacağı muhakkaktırÖyle ki sanki onun üzerine konmuşturBelki yarın veya yarından sonra!

Ebû Hüreyre'nin bir cenaze gördüğünde şöyle dediği rivâyet ediliyor: 'Götürünüz! Biz de arkasındayız'.

Mekhûl ed-Dimeşkî, bir cenaze gördüğünde 'Götürünüz! Biz de akşam gideceğiz! (Şu manzara) beliğ bir mev'izedirSüratle geçen bir gaflettirİlki gider, diğerlerinin ise aklı yok derdi.

Useyd bHudayr der ki: 'Hangi cenazede hazır bulunmuş isem, nefsim bana o cenaze hakkında o cenazenin varacağı yerden başka birşey fısıldamamıştır.

Mâlik bDinar'ın kardeşi öldüğünde Mâlik onun cenazesine, ağlayarak katıldı ve şöyle dedi: Yemin olsun! Senin nereye gittiğini bilmedikçe gözyaşlarım dinmeyecektir ve hayatta oldukça da bunu bilme imkânım yoktur.

A'meş şöyle demiştir: 'Biz cenazelere katılıyordukOrada bulunan insanların hepsinin mahzun olmasından dolayı kime taziye vereceğimizi bilmiyorduk'.

Sabit el-Benânî şöyle demiştir: 'Biz cenazelere gidiyordukYüzünü kapatmış, ağlayan kimselerden başkasını görmüyorduk'.

İşte selefin ölümden korkusu böyleydiŞimdi ise cenazede hazır bulunan cemaate baktığımızda çoğunun gülüp oynaştığını ve ancak cenazesinin terekesi ve varislerine bıraktığı şeyler hakkında konuştuklarını görürüzOnun emsalleri, akrabaları onu bırakmış olduğu terekeden nasıl istifade edeceklerini düşünürlerAllah'ın dilediği hariç, cenazede hazır bulunanlardan hiçbiri kendi cenazesi hakkında düşünmediği gibi, teneşirdeki halini de düşünmüyorBu gafletin sebebi, günahların çokluğundan ötürü kalplerin katılaşmasından başka ne olabilir? Öyle ki Allah'ı, son günü ve önümüzdeki dehşetleri unutmuş bulunuyoruzBu bakımdan bizi ilgilendirmeyen şeylerle meşgul olur, gaflete dalar, oynaşır dururuzAllahü teâlâ'dan, bu gafletten uyanmayı talep ediyoruzÇünkü cenazelerde hazır bulunanların hallerinin en güzeli ölü için ağlamalarıdırOysa eğer akılları olsaydı ölü için değil kendi nefisleri için ağlarlardı.

İbrahim ez-Zeyyad, ölü için rahmet isteyen bir cemaate baktı ve şöyle dedi: 'Eğer bunlar nefisleri için rahmet ve şefkatte bulunsaydılar kendileri için daha hayırlı olurduMuhakkak ki ölü üç dehşetten kurtulmuştur: a) Ölüm meleğinin yüzüne bakma dehşetinden, b) Ölümün acılığından, c) Sonucun korkusundan'.

Ebû Amr bÛlâ der ki: Cerir, kâtibine bir şiir dikte ettirirken onun yanında oturdumO esnada bir cenaze göründüCerir şiiri bırakıp şöyle dedi: 'Allah'a yemin ederim! Şu cenazeler beni ihtiyarlattı!

Sonra şu şiiri okudu: 'Geldiklerinde cenazeler bizi korkuturlar! Arkalarını çevirip gittiklerinde biz boş şeylere dalarızTıpkı kurdun hücumundan ötürü koyun sürüsünün korkusu gibi! Ne zaman kurt kaybolursa, sürü eski durumuna döner!'

Cenazelerde hazır bulunmanın edeplerinden bazıları şunlardır: Tefekkür, uyanma, hazırlık ve daha önce fıkıh bahsinde sünnet ve edeblerini zikrettiğimiz gibi tevazu ile cenazenin önünde yürümektir.

Âdaplardan biri de cenaze hakkında fâsık da olsa hüsn-ü zanda, zahirinde salâh görünse bile nefsi hakkında su-i zanda bulunmaktırÇünkü sonuç tehlikelidirHakîkati bilinmez.

Ömer bZer'den101 şöyle rivâyet ediliyor: Komşularından biri öldüÖlen zat gayet israfçı bir kimseydiHalkın çoğu onun cenazesinden kaçtıÖmer cenazeye katıldı ve namazını kıldıKabre indirilmek istendiğinde Ömer, kabrin başında durup şöyle dedi: 'Ey filan! Allah sana rahmet etsin! Sen hayatını Tevhîd ile geçirdinYüzünü secde ile sararttınSenin için 'Günahkâr ve hata sahibidir! deseler bile ne çıkarAcaba bizden günahkâr olmayan ve hata sahibi bulunmayan kim vardır?'

Hikâye ediliyor ki fesada dalan kişilerden biri, Basra'nın bir mahallesinde öldüHanımı kocasının cenazesine yardım edecek bir kimseyi bulamadı; zirâ çok fâsık olduğundan ötürü komşularından hiçbiri o cenazeden haberdar olmadıBunun üzerine hanımı iki hamal kiraladıCenazesini öylece musallaya götürdüHiç kimse cenaze namazını kılmadıBunun üzerine hanım, cenazesini defnetmek için cenazeyi çöle (mezarlığa) götürdüGötürdüğü yere yakın bir dağda büyük zâhidlerden biri bulunuyorduHanım, zahidi cenazeyi bekliyormuş gibi gördü. Sonra zâhid, onun cenaze namazını kılmak istediBunun üzerine memlekete 'Zahidin, ibadethanesinden falan adamın namazını kılmak için çıktığa haberi yayıldıBöylece halk cenazeye doğru çıkıp geldilerZâhidle beraber namazını kıldılarHalk, zahidin bu kimsenin namazını kılmasına hayret ettiBunun üzerine zâhid dedi ki: Rüya âleminde bana falan yere git! Orada bir cenaze göreceksinOnun beraberinde bir kadından başkası yokturOnun namazını kılÇünkü o affolunmuştur' denildiBu söz üzerine halkın hayreti daha da arttıZâhid, ölenin hanımını çağırdı ve kocasının halini sorduYaşantısının nasıl olduğunu incelediHanımı dedi ki:

- Bilindiği gibi, bütün gün meyhanede içmekle meşguldü.

- Düşün! Güzel amellerinden birini hatırlamıyor musun?

- Evet! Üç şeyi hatırlıyorum: O sarhoşluktan, sabahleyin ayıldığımda elbisesini değiştirir, abdest alır, sabah namazını cemaatla kılar, sonra meyhaneye döner ve fışkıyla meşgul olurdu.

İkincisi, o evinde daima bir veya iki yetim beslerdiOnun yetimlere olan iyiliği, öz evlatlarına olan iyiliğinden daha fazlaydıO, yetimlerin durumunu çokça araştırırdıÜçüncüsü, o, gece karanlığında, sarhoşluğundan ayıldığı zaman ağlar ve şöyle derdi:

'Yârab! Cehennem çukurlardan hangisini bu habis ile (kendini kastediyor) doldurmak istiyorsun?'Böylece zâhid gitti ve o kişinin durumundaki karışıklık da vuzuha kavuştu.

Sıla bEşyem'den şöyle rivâyet ediliyor: Kardeşi defnedildiğinde kardeşinin kabri başında durup şu şiiri okudu:

Eğer kabrin azabından kurtulursan büyük bir felâketten kurtulmuşsun demektir.

Aksi takdirde senin kurtulacağını sanmıyorum.

101) Tam adı, Ebû Zer Ömer bZer bAbdullah bZurare'dirHemedanlıdırKûfe'de ikamet ederdi. . H153'de vefat etmiştirŞâyan-ı itimad bir zattı.

20. Mezarın Hali ve Selefin Mezar Başlarındaki Sözleri

Dahhâk der ki: Biri Hazret-i Peygamber'e 'İnsanların en zahidi kimdir?' diye sorduHazret-i Peygamber şöyle dedi:

Kabir ve kabirdeki çürümeyi unutmayan, dünya süsünün fazlalığını terkeden, baki kalanı fâni olana tercih eden, yarını günlerinden saymayan, nefsini kabir ehlinden sayan. . . 102

Hazret-i Ali'ye 'Neden mezarlığa komşu oldun?' denince,

cevap olarak şöyle demiştir: 'Onları komşuların en hayırlısı olarak gördüğümden! Onları doğru komşu olarak görüyorumBenim hakkımda dillerini tutar ve bana âhireti hatırlatırlar'.

Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

Hiçbir manzara görmedim ki kabir ondan daha korkunç olmasın!103

Hazret-i Ömer (radıyallahü anh) şöyle diyor: Hazret-i Peygamber ile beraber kabris tana gittikBir kabrin yanında oturduHerkesten ona daha yakın bulunuyordumHazret-i Peygamber ağladı, ben de cemaat de ağladık! Sonra Hazret-i Peygamber şöyle dedi:

- Siz neden ağlıyorsunuz?

- Sen ağladığın için ağlıyoruz!

- Şu kabir, annem Amine'nin kabridirRabbimden onu ziyaret etmek hususunda izin istedimRabbim bana izin verdiBunun üzerine ona af dilemek için izin istedimBu hususta bana izin vermediAnneme olan şefkatimden ötürü ağlıyorum.

Osman bAffan (radıyallahü anh) bir kabrin yanına geldiğinde sakalı ıslanacak derecede ağlardıOna 'Cennet ve cehennemden bahsedilince ağlamıyorsunFakat kabrin yanma gelince ağlıyorsunBunun sebebi nedir' diye sorulunca cevap olarak dedi ki:

Hazret-i Peygamberin (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle dediğini duydum:

Muhakkak ki kabir, âhiret konaklarının ilkidirEğer kabir sahibi ondan kurtulursa, ondan sonra gelen konaklar ondan daha kolaydırEğer ondan kurtulamazsa ondan sonra gelenler, ondan daha şiddetlidirler104

Amr bel-As kabristana baktıAtından inip iki rek'at namaz kıldıBunun üzerine kendisine 'Gördüğümüz hareket, senin yapmadığın bir harekettiNeden yaptın?' diye sorulduğunda, cevap olarak dedi ki: 'Kabristan ehlini ve onlarla Allah'ın arasıa giren engeli hatırladımBunun üzerine istedim ki bu iki rek'at namaz ile Allah'a yaklaşmış olayım!'

Mücâhid şöyle demiştir: "Âdem oğluyla ilk konuşan mezarıdırMezarı 'Ben böceklerin eviyim! Tenhalık eviyim, gurbet yurduyum, zulmet eviyim, işte senin için hazırladığım bunlardırAcaba sen bana ne hazırladın?'diye haykırır".

Ebû Zer şöyle demiştir: 'Size fakirliğimin gününü haber vereyim mi? O, kabrime konulduğum gündür!'

Ebu'd Derda (radıyallahü anh) kabirlerde otururduBu hususta sorulunca şu cevabı verdi: 'Bana âhireti hatırlatan, kalkıp gittiğimde gıybetimi yapmayan bir kavmin yanında oturuyorum'.

Cafer bMuhammed, geceleyin kabristana gelip şöyle derdi: 'Ey kabir ehli! Neden sizi çağırdığımda cevap vermiyorsunuz?'

Sonra şöyle derdi: 'Yemin olsun! Onlar ile bana verilen cevap arasında perde vardırSanki ben onlar gibi olacağımı (müşahede ediyorum) 'Bu sözleri söyledikten sonra fecir doğuncaya kadar namaza devam ederdi.

Ömer bAbdülazîz, arkadaşlarından birine şöyle dedi: 'Ey falan! Bu gece uykum kaçtıKabir ve kabirde yatanları düşündümEğer üç gün sonra ölüyü kabrinde görürsen ondan ürkersinOysa uzun zaman beraber olduğun bir kimsedirMuhakkak ki içinde böceklerin kol gezdiği, irinlerin aktığı, kokusunun bozulmasıyla beraber kurtların deldiği güzel suretten sonra çürük kefenler, temizlik ve güzel kokudan sonra pis kokan bir ev göreceksin!'

Ömer bu sözlerden sonra bir çığlık koparıp baygın olarak yere serildi.

Yezid er-Rakkaşî derdi ki: 'Ey çukurunda defnedilen! Kabrinde tek başına bırakılan! Yerin karnında amellerine ünsiyet veren! Amellerinin hangisiyle ferahladığını, hangi arkadaşınla gıpta ettiğini keşke bilseydim'.

Bunları söyledikten ve sarığı ıslanıncaya kadar ağladıktan sonra şöyle derdi: 'Yemin olsun! Salih amelleriyle müjdelendi! Yemin olsun, Allah'ın taatinde yardımcı olan arkadaşlarına gıpta etti!'

O kabirlere baktığında öküzün böğürdüğü gibi böğürürdü.

Hâtem-i Esem dedi ki: 'Kim kabristandan geçip nefsi için düşünmez ve onlar için dua etmezse, hem kendi nefsine, hem de onlara ihanet etmiştir'.

Bekir el-Âbid şöyle derdi: 'Vay anam! Keşke sen beni doğurmasaydın! Muhakkak ki oğlun kabirde uzun bir müddet hapis ve o uzun hapisten sonra oradan göç edecektir'.

Yahya b. Muaz er-Râzî derdi ki: 'Ey Âdem oğlu! Rabbin seni selâm yurduna çağırdıBu bakımdan selâm yurduna nereden gideceğine dikkat et! Eğer dünyadan ona icabet eder, ona göç etmekle meşgul olursan, ona dahil olursunEğer kabrinden ona icabet edersen, ona girmekten menolursun'.

Hasan bSâlih, kabristanı gördüğünde şöyle derdi: 'Görünen tarafları ne kadar da güzel! Felâket ancak içlerindedir'.

Atâ es-Sülemî geceleyin kabristana çıkıp şöyle derdi: 'Ey kabir ehli! Öldünüz! Vay onun ölümüne! (Kendi nefsini kastediyor) Amellerinizi gördünüzVay onun ameline!'

Bunları söyledikten sonra şöyle derdi: 'Yarın Atâ kabirdedir'O her zaman böyle yapardı.

Süfyân es-Sevrî şöyle demiştir: 'Kim kabri çokça düşünürse, onu cennet bahçelerinden bir bahçe olarak görürKabri anmaktan gâfil olan ise, onu ateş çukurlarından bir çukur olarak görür'.

Rebî bHayseme evinin içinde bir kabir açmıştıKalbinde katılık gördüğünde o kabre girer, uzanırdı ve Allah'ın dilediği kadar durur, sonra şu âyeti okurdu:

Rabbim! Beni dünyaya geri çevir ki terkettiğimi yerine getirip sâlih bir amelde bulunayım. (Mü'minûn/99-100)

Bu âyeti tekrarladıktan sonra kendi kendine şöyle derdi: 'Ey Rebî! Seni geri çevirdimAmel et!'

Ahmed bHarb derdi ki: Yatağını yumuşak yapan, uyumak için yatağını düzelten bir kimseye yer hayret ederek şöyle der: 'Ey Âdem'in oğlu! Neden çürümenin uzunluğunu hatırlamıyorsun? Oysa seninle aramda o zaman hiçbir perde de kalmayacaktır'.

Meymûn bMehran şöyle anlatıyor: Ömer bAbdülazîz'le beraber kabristana vardımKabirlere baktığında ağladı. Sonra bana dönerek şöyle dedi: 'Ey Meymûn! Şunlar Benî Ümeyye soyundan gelen ecdadımın kabirleridirSanki bu kabir sahipleri dünya ehline lezzet ve yaşayışlarında ortaklık yapmamışlardırOnların ölümünden, başlarına gelenlerden ibret almaz mısın? Baksana onlar çürümeye başlamış, haşeratlar onların bedenlerinde çadır kurmuşlardır'. Sonra ağlayıp şöyle dedi: Allah'a yemin ederim ki Allah'ın azabından emin olduğu halde şu kabirlere varan bir kimseden daha saadetli bir kimse tanımıyorum!'

Sabit el-Bonanî şöyle diyor: Kabristana gittim, dönerken birisinin şöyle dediğini duydum: 'Ey Sabit! Kabristan ehlinin sükûtu seni aldatmasın! Burada nice üzüntülü nefisler vardır!'

Rivâyet ediliyor ki Hazret-i Hüseyin'in kızı Fâtıma, kocası Hasanın oğlu Hasan Müsennân'ın cenazesine bakıp yüzünü elleriyle kapatarak şu şiiri okudu:

Onlar ümit idiler, Sonra musibet sebebi oldularMuhakkak ki o musibetler büyüdüler, büyüdülerFâtıma kocasının kabri üzerine" çadır kurup bir sene kabrin başında beklediSenesi geçtikten sonra çadırını kaldırdılar ve Medine'ye girdiCennet'ul-Baki kabristanından gelen şöyle bir ses duydular: 'Acaba kaybettiklerini buldular mı?' Kabristanın diğer tarafından şu cevap verildi: 'Aksine ümitsiz olup geri gittiler!'

Ebû Musa et-Temimî şöyle diyor: Şair Ferazdak'ın hanımı vefat ettiCenazesine Basra'nın ileri gelenleri katıldıHasan-ı Basrî de aralarında bulunuyorduHasan-ı Basrî, Ferazdak'a dedi ki: 'Ey Ebû Feras! Bugün için ne hazırladın? Bunun üzerine Ferazdak şu cevabı verdi; 'Altmış seneden beri Lâ ilâhe illâllah şehadetini hazırlıyorum'.

Ferazdak'ın hanımı defnedildiğinde Ferazdak kabrin başında durarak şu şiiri okudu:

Kıyâmet gününde bana şiddetli bir öncü ve Ferazdak'ı süren bir sürücü geldiğinde, eğer bana affını ihsan etmezsen kabrin ötesinde, kabirdeki azabın daha şiddetlisinden korkarım! Âdem oğullarından ateşe, boynu bukağılarla bağlı ve gözü dönmüş olarak giden bir kimse mahrum olmuştur.

Kabir ehli hakkında da şu şiiri okumuştur:

Kabirlerde dur! Onların sahalarında durup da sor! Sizlerden kimdir kabirlerin karanlıklarına dalan?

Onların derinliklerinde ikram görüp onların korkusundan emniyetin serinliğini tatmış olan!

Göz sahipleri için görünen sükûna gelince, o birdirOnun derecelerinde fazilet olmaz.

Eğer sana cevap verseydilerŞimdilik hallerinin hakikatlarını vasıflandıran sözlerle cevap verirlerdi.

İtaat edene gelince, o kabirlerin rahatından dilediğine varacak bir bahçeye inmiştir.

Saldırgan mücrim ise, içinde yılan ve kendisine doğru yürüyen akreplerle dolu bir çukura yuvarlanıp sığınırBu bakımdan onun ruhu onların şiddetli ısırmalarından azap içindedir.

Dâvûd et-Tâî, bir kabrin başında ağlayan bir hanımın yanından geçerken hanımın şöyle dediğini işitti:

Seni kabre koyup örttükleri zaman hayatı kaybedip ona bir daha varamadım.

Seni sağ kolun üzerine kabre serdikleri halde ben nasıl uykunun zevkini tadarım.

Sonra kadın şöyle dedi: 'Ey oğul! Keşke bilseydim! Böcekler senin hangi yanağından başladılar!' Bu sözü duyan Davud, bir çığlık kopararak bayılıp yere düştü.

Mâlik bDinar der ki: Kabristanın yanından geçerek şu şiiri okudum:

Kabirlere geldim! Onları çağırdımBüyük ile küçük nerede? Saltanatına aldanan, böbürlendiğinde tezkiye edilen nerede?

Bana kabristanın arasından sesini işittiğim ve şahsını görmediğim biri şu şiirle cevap verdi.

Hepsi yok oldular! Haber verecek yokturHepsi öldüler, haber de öldü!

Toprağın kızları (haşerât) sabah akşam o suretlerin güzelliklerini bozarlar.

Ey geçmiş kimselerin halini benden soran!

Acaba gördüğünde senin için ibret dersi yok mudur? Bunun üzerine ağlayarak geri döndüm!

Mezar Taşları Üzerinde Yazılı Beyitler

Bir kabrin kaşına şu beytin yazılı olduğu görüldü:

Sustuğu ve sakinleri toprak altında sessiz oldukları halde, mezarlıklar seni çağırıyorlar!

Ey hedefinin gayrisi için dünyayı derleyen! Öleceğin halde dünyayı kime topluyorsun?

Başka bir kabir taşında da şu şiirin yazılı, olduğu görüldü:

Ey Ebû Ganim! Mezarına gelince, o geniştir! Kabrin etrafı mamur ve muhkemdir.

Bedeni kabirde çürüdüğü zaman kabrin mamur olması kabirde yatana fayda vermez!

İbn Senmak der ki: Kabristandan geçerken bir kabrin üzerinde şu şiiri gördüm:

Akrabalarım kabrimin yanlarından geçip gidiyorlar! Sanki akrabalarım beni hiç tanımıyorlar.

Mirasçılar malımı paylaştılarBorçlarımı unutmayı ihmal etmedilerPaylarını alıp yaşadılarHayret! Beni ne çabuk da unuttular!

Bir kabrin üzerinde şu şiir yazılıydı:

Dost dostlarından kaçırılır! Ne bir kapıcı, ne de herhangi bir nöbetçi, ölümün önüne geçer.

Ey lâfız ve nefes sermayesinden sayılan kişi! Dünya ve lezzetleriyle nasıl sevinirsin?

Ey gâfil! Eksikliğe dalmış olduğun halde sabahladınOysa hayat boyunca sen lezzetlere dalgınsın.

Cahile ölüm, cehaletinden ötürü merhamet etmez! Kendisinden ilim iktibas edilen kimseye de merhamet etmez.

Ölüm, yanında durduğun kabirde dilsiz olmayan nice dilleri cevap vermekten âciz kılmıştır.

Senin köşkün mâmurdur, şerefesi vardırBugün ise, kabirler arasında kabrin yıkıktır.

Başka bir kabrin üzerinde şu şiir yazılı idi:

Kabirleri yarış atları gibi saf saf dizili olan dostların yanında durdum!

Ağlayıp gözyaşı döktüğümde gözlerim onların aralarında yerimi gördü!

Bir doktorun kabrinde şu şiir yazılı idi:

Bana Lokmân mezarına vardı diyene dedim ki:

Onun doktorluğundan, muayenesiyle beraber, ilaç yapmadaki ustalığı hakkında söylenen nerede kaldı? Nefsinden ölümü uzaklaştıramayan, başkasından nasıl uzaklaştırabilir?

Başka bir kabir üzerinde şu şiir yazılıydı: Ey insanlar! Benim bir emelim vardıEcel ona varmaktan beni alıkoydu.

Bu bakımdan kendisine hayattayken çalışma imkânı bahşedilmiş kişi rabbinden korksun!

Gördüğün yere yalnız ben nakledilmiş değilimHerkes onun gibisine naklolunacaktır!

İşte bu şiirler, sakinleri ölümden önce ibret almak hususunda kusurlu olduklarından dolayı kabirleri üzerine yazılmış şiirlerdirBasiretli o kimsedir ki başkasının kabrine bakar, yerini onların arasında görürOnlara yetişmek için hazırlanır ve onlara yetişmeden onların yerlerinden kıpırdamayacaklarını bilirKesinlikle bilmelidir ki eğer hayatının günlerinden zayi ettiği bir gün, o ölülere verilse bu onlar için dünya ve dünyadaki bütün şeylerden daha sevimli gelir.

Çünkü onlar amellerin kıymetini bildilerOnlara işlerin hakikati keşfolunduOnların üzüntüsü hayatın bir günü içindir ki o günde kusurlu olanlar kusurunu telafi edip azaptan kurtulsun, muvaffak olan bir kimse de o günde derecesini daha da artırsın, sevabı katmerli olsun! Onlar ancak ömrün kıymetini, kesildiğinden sonra anladılarOnların üzüntüsü hayatın bir ânı içindirOysa sen o ânı değerlendirmeye muktedirsin. Sonra buna rağmen o ânı zayi edip boşa geçirirsinÖyle ise şimdiden iş elinden çıktığı sırada o ânı zayi ettiğinden dolayı çekeceğin hasrete nefsini hazırla; zira sen o andan nasibini almadın.

Salihlerden biri şöyle anlatıyor: Allah yolunda kardeşim olan birini rüya âleminde gördüm ve ona: 'Ey falan! Âlemlerin rabbine hamd olsun! Yaşadın' dedimO dedi ki: 'Eğer âlemlerin rabbine hamdolsun' demeye gücüm yetmiş olsaydı bu benim için dünya ve dünyadaki şeylerin hepsinden daha sevimli olurdu'.

Sonra da şunu ilave etti: 'Görmedin mi, beni defnettikleri yerde falan adam kalkıp iki rek'at namaz kıldıEğer o iki rek'at namazı kılmaya gücüm yetseydi o benim için dünya ve dünyadakilerden daha sevimli olurdu'.

102) Beyhâkî, Şuah'ul-Îman, (Dahhâk'dan)

103) Hazret-i Osman'dan

104) İbn Eb'id-Dünya, Kitab'ul~Kubûr. Ehl-i Sünnefe göre, peygamberlerin anne ve babaları her çeşit küfür ve nifaktan uzaktır.

21. Çocukları Vefat Ettiğinde Selefin Sözleri

Çocuğu veya yakın akrabalarından biri ölen kimseye gereken şudur; o ölenin vatanları olan memlekete kendisinden önce vardığını düşünmelidirBöylece kişinin üzüntüsü büyümezÇünkü yakında ona iltihak edeceğini bilirİkisinin arasında sadece bir gecikme vardır.

İşte ölüm de böyledirOnun mânâsı vatana daha önce varmaktırGeriden gelen kendisine daha sonra iltihak ederKişi böyle inandığında üzüntüsü azalırHele evladın ölümüne sabreden hakkında öyle sevaplar vârid olmuştur ki her musibetzede onunla teselli bulur.

Nitekim Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur:

Eğer düşük (zayi olmuş) bir evladı âhirete gönderirsem arkamda her biri Allah yolunda savaşan yüz süvari bırakmaktan daha sevimli gelir bana!105

Hazret-i Peygamber, burada Düşük mânâsına gelen Saki kelimesini, en az ile en yükseğe dikkati çekmek için kullanmıştırAksi takdirde sevap, ölen evladın kalpteki kıymetine göredir.

Zeyd bEslem der ki: Davud'un (aleyhisselâm) bir oğlu vefat edince çok üzüldüOna 'Ölen çocuğunun dengi senin nezdinde nedir?5 denilince, cevap olarak dedi ki: Yeryüzü dolusu altındır'Kendisine denildi ki: İşte âhirette senin için bunun benzeri sevap vardır'.

Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

Müslümanlardan birinin üç evladı öldüğünde, onları Allah nezdinde zahire olarak sayarsa, onlar onun için ateşten koruyucu kalkanlar olur.

Hazret-i Peygamberin bu hadîsini işiten bir kadın Hazret-i Peygamber'e İki evlat da böyle midir?' diye sorduHazret-i Peygamber Veya iki' diye ilave etti106

Baba çocuğuna ölüm anında dua etmelidirÇünkü babanın en ümitli ve icabete en yakın duası bu duadır.

Muhammed bSüleyman çocuğunun mezarı başında durup şöyle dedi: 'Yârab! Senin (rahmetini) onun için ümit ettiğim ve onun hakkında senden korktuğum halde sabahladımBu bakımdan onun hakkındaki ümidimi gerçekleştirKorkumu bertaraf et!'

Ebû Sinan, oğlunun mezarı başında durup şöyle dua etti: Tarab! Benim ondaki hakkımı ben affettimSenin ondaki hakkını da sen affetÇünkü sen daha cömert, daha kerem sahibisin!'

Bir bedevî oğlunun mezarı başında durdu ve şöyle dua etti: 'Yârab! Bana karşı yapılması gereken vazifesinde yapmış olduğu kusurunu ben hibe ettimSenin hakkında yapmış olduğu kusuru da sen hibe et!'

Zer bÖmer bZer öldüğünde, babası Ömer bZer, onu kabre koyduktan sonra şöyle dedi: 'Ey Zer! Senin için üzülmemiz senin hakkında üzülmekten bizi meşgul ettiKeşke ne dediğini ve sana ne sorulduğunu bilseydim!' Sonra şu duayı yaptı: 'Yârab! Şu oğlum Zer'dirİstediğin zamana kadar beni bununla lezzetlendirdinEcelini, rızkını tam verdin ve ona zulmetmedinYârab! Onu sana ve bana itaat etmeye mecbur etmiştinYârab! Ondan ötürü musibetim hakkında bana va'd ettiğin ecri ona hibe ettimSen de onun azabını bana hibe et ve onu cezalandırma!

Böylece orada hazır bulunanları ağlattı. Sonra gideceği zaman şöyle dedi: 'Ey Zer! Senden sonra bizim için bir ihtiyaç yok! Allah ile beraber hiçbir insana ihtiyacımız yok! Muhakkak ki biz gittik ve seni terkettikKabrin başında dursak da sana fayda veremeyiz!'

Bir kişi Basra'da bir kadına bakarak 'Böyle bir güzellik görmedimBu da az üzüldüğünden ileri geliyor!' dediBunun üzerine kadın 'Ey Allah'ın kulu! Ben öyle bir üzüntü içindeyim ki o üzüntüde hiç kimse bana ortak değildir!' dediKişi 'Nasıl?' dediKadın

"Kocam kurban bayramında bir koyun kestiBenim güzel minicik iki yavrum vardıBüyüğü küçüğüne 'Babamın koyun kesişini sana göstereyim mi? dediKüçüğü 'Evet! Göster!' deyince büyük onu tutup kestiBizim ancak, çocuk kanlar içerisinde tepinerek bağırdığında haberimiz olduBağırması yükselince büyük oğlan kaçtı ve bir dağa sığındıOnu kurt kapıp yedi. Babası onu aramaya çıktıO da susuzluktan çölde öldüİşte (gördüğün gibi) beni yalnız bıraktı!" dedi.

Bu musibetlerin benzerlerini çocukların ölümü anında hatırlamak uygundur ki bununla üzüntünün şiddetinden kurtulmuş olsunHiçbir musibet yoktur ki ondan daha büyüğü tasavvvur edilmesinAllahü teâlâ'nın defettiği, defetmediğinden daha fazladır.

105) Ebû Ubeyde, Garib', Beyhâkî , Şuab'ul-Îman

106) Müslim, İbn Hıbbân

22. Kabir Ziyareti, Ölüye Dua ve Bununla İlgili Hükümler

Umumi olarak kabirlerin ziyareti, ölümü hatırlamak ve ibret almak için müstehabdırSalihlerin kabirlerini ziyaret etmek ise ibret almakla beraber teberrük için müstehabdır.

Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) önce kabirleri ziyaret etmeyi yasakladı, sonra izin verdi107

Hazret-i AliHazret-i Peygamberin şöyle buyurduğunu rivâyet eder:

Sizi kabirleri ziyaret etmekten menetmiştimArtık kabirleri ziyaret edinizÇünkü kabirler size âhireti hatırlatırlarFakat fahiş (çirkin) konuşmayın!108

Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) beraberinde bin silahlı asker olduğu halde annesinin kabrini ziyaret ettiO günden daha fazla ağladığı görülmediAnnesinin kabrini ziyaret ettiği gün şöyle dedi: 'Bana ziyaret hususunda izin verildiFakat mağfiret dilemek için izin verilmedi'109 Bunu daha önce zikretmiştik.

İbn Ebi Muleyke dedi ki: Hazret-i Âişe bir gün kabristandan gelirken kendisine şöyle dedim:

- Ey Mü'minlerin annesi! Nereden geliyorsun?

- Kardeşim Abdurrahman'ın mezarını ziyaret etmekten geliyorum.

Hazret-i Peygamber kabir ziyaretini yasaklamadı mı?

- Evet! Yasakladı, fakat sonra ziyaret etmeye izin verdi110

Bu hâdiseyi delil ittihaz etmek ve dolayısıyla kadınlara kabristana gitme iznini vermek uygun değildirÇünkü kadınlar kabir başında genellikle çirkin konuşurlarBu bakımdan kadınların ziyaretinden gelen hayır, aynı ziyaretten gelen şerri karşılamazÜstelik kadınlar yolda açılmaktan ve ziynetlerini erkeklere göstermekten de kurtulamazlarBunlar ise, büyük günahlardırKabirleri ziyaret etmek sünnettirSünnet için bu günahlara nasıl razı olunabilir? Evet! Eskimiş ve erkeklerin gözlerini kadınlardan uzaklaştıran elbiseler içerisinde kadınların kabir ziyaretine gitmesinde sakınca yokturFakat bu da sadece ölülere dua etmek ve kabir başında konuşmayı bırakmak şartıyla zararsızdır.

Ebû Zer Hazret-i Peygamber'in şöyle buyurduğunu rivâyet eder:

Kabirleri ziyaret edin! Onlarla âhireti hatırlayın! Ölüleri yıkayın! Zira ruhtan boş olan bir cesedi yıkamak beliğ bir mevizedirCenazeler üzerine namaz kılın! Umulur ki bu namaz seni mahzun ederMuhakkak ki üzülen Allah'ın gölgesindedir111

İbn Ebi Muleyke Hazret-i Peygamberin şöyle buyurduğunu rivâyet eder:

Ölülerinizi ziyaret edinizOnlara selâm verinizMuhakkak ki sizin için onlarda ibret vardır112

Nafî'den şöyle rivâyet ediliyor: "İbn Ömer (radıyallahü anh) bir kimsenin kabrinin yanından geçerken durur, ona selâm verirdi.

Cafer bMuhammed'den o da babasından şöyle rivâyet ediyor: Hazret-i Peygamber'in kızı Hazret-i Fâtıma (radıyallahü anh) amcası Hazret-i Hamza'nın mezarını bazı günler ziyaret eder, kabrin yanında namaz kılar ve kabrin yanıbaşında ağlardı113

Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

Kim anne ve babasının veya onlardan birinin kabrini her cuma günü ziyaret ederse onun günahı bağışlanır ve o iyi evlat olarak yazılır114

İbn Şirin Hazret-i Peygamber'in şöyle buyurduğunu rivâyet eder:

Kişinin anne ve babası, kişi onlara karşı asi olduğu halde ölürlerse, o da onların ölümünden sonra onlar için Allah'a yalvarırsa, Allah onu anne ve babaya itaat eden kullarından yazar,115

Kim benim kabrimi ziyaret ederse şefaatim ona vâcib olur116

im Allah rızasını kasdederek beni Medine'de hayatımda veya ölümümde ziyaret ederse, onun için kıyâmet gününde hem şefaatçı, hem de şahid olurumm

Ka'b'ul-Ahbâr der ki: 'Her gün fecir doğduğunda 70000 melek yeryüzüne iner ye Hazret-i Peygamberin kabr-i şerifini çepeçevre sararlarKanatlarını çırparak Hazret-i Peygamberin üzerine salât ve selâm okurlarAkşama kadar bu durum devam ederAkşam üzeri onlar yükselip giderlerOnlar gibi, başka bir grup inerOnlarıp yaptığı gibi yaparlar ki yer yarılıp Hazret-i Peygamber 70000 melekle beraber mahşere doğru onların tazim ve tebcilleriyle gidinceye kadar durum bu minval üzere devam eder'

Kabir ziyareti hakkında müstehab olan, ziyaretçi yüzünü ölünün yüzüne, sırtını kıbleye çevirip ölüye selâm vermesi, kabre dokunmaması ve öpmemesidir; zira kabri sıvazlamak ve öpmek hristiyanların âdetindendir. (Kabirler üzerinde secde etmek veya kabre karşı secde etmek çirkin bir bid'attır. Sübkî'nin dediği gibi: 'Cahil böyle yapar'

Nafi der ki: "İbn Ömer'i yüz defa veya daha fazla gördüm. Kabre geliyor 'Selâm peygamberin üzerine olsun! Selâm Ebû Bekir'in üzerine olsun. Selâm babamın üzerine olsun!' dediken sonra gidiyordu5'.

Ebû Umâme'den şöyle rivâyet ediliyor: 'Enes b. Malik Hazret-i Peygamberin kabrine geldi. Orada durup iki elini namaz tekbiri alıyor zannına kapılacak derecede kaldırdı. Hazret-i Peygambere selâm verdi. Sonra dönüp gitti.

Hazret-i ÂişeHazret-i Peygamberin şöyle buyurduğunu rivâyet eder:

Bir kişi müslüman kardeşinin kabrini ziyaret eder, kabrin yanında oturursa, kabir sahibi kabrin yanından kalkıp gidinceye kadar onunla menus olup selâmının karşılığını verir. 118

Süleyman b. Suhaym119 şöyle diyor: "Hazret-i Peygamberi (sallâllahü aleyhi ve sellem) rüyada gördüm'Ey Allah'ın Rasûlü! Sana gelen ve selâm verenlerin selâmlarından haberdar olur musun?' dedim'Evet! Duyar ve selâmlarının karşılığını da veririm! dedi"120

Ebû Hüreyre şöyle demiştir: 'Kişi tanıdığı bir kimsenin kabrinin yanından geçerken ona selâm verirse, kabir sahibi onu tanır ve selamının karşılığını verirTanımadığı bir kabrin yanından geçerken selâm verirse kabir sahibi onun selâmının karşılığını verir'.

Asım el-Cahderî'nin yakınlarından bir kişi der ki: Ölümünden iki sene sonra Asım'ı rüyamda gördümKendisine dedim ki:

- Sen daha önce ölmemiş miydin?

- Evet!

- Sen neredesin?

- Allah'a yemin ederim, ben cennet bahçelerinden bir bahçede arkadaşlarımdan bir kaçıyla beraber bulunuyorumHer cuma akşamı ve sabahı Ebû Bekir bAbdullah el-Müzenî'nin yanında toplanıyor ve siz dünyalıların haberini alıyoruz!

- Bedenleriniz mi, yoksa ruhlarınız mı toplanıyor?

- Bedenler nasıl toplanacak! Bedenler çürüdü! Ancak ruhlar bir araya gelir!

- Sizi ziyaret ettiğimizi bilir misiniz?

- Evet! Cuma akşamı, cuma gününün tamamı ve cumartesi günü güneş çıkıncaya kadar olan ziyaretleri biliyoruz!

- Neden diğer günlerin hepsinde bu olmuyor da sadece bu saydığınız zamanlarda oluyor?

- Cuma gününün fazilet ve azarneti için böyledir!

Muhammed bVâsi, Cuma günü kabir ziyareti yapardıBundan dolayı kendisine 'Bu ziyareti pazartesi gününe tehir etsen olmaz mı?' denildi.

Cevap olarak şöyle dedi: 'Kulağıma geldiğine göre ölüler, ziyaretçilerini cuma gününde, cumadan bir gün önce ve bir gün sonra bilirler'.

Müfessir Dahhâk bMuzahim el-Hilâlî şöyle demiştir:

- Kim cumartesi günü güneş çıkmadan önce bir kabri ziyaret ederse, ölü onun ziyaretinden haberdar olur!

- Bu neden böyledir?

- Cuma gününün fazileti için!

Bişr bMansûr şöyle diyor: Tâun (veba) zamanı olduğunda bir kişi musallaya gider, cenazeler üzerinde namaz kılardıAkşam olduğunda kabristanın kapısında durur ve şöyle derdi: 'Allah sizin vahşetinize ünsiyet versin! Gurbetinize rahmet etsin ve günahlarınızdan vazgeçsin ve sabırlarınızı kabul etsin'.

Bu kelimelerden fazlasını söylemezdi.

Bu kişi der ki: Bir gece akşamladımKabristana gelmeden aile efradımın yanına vardımDaha önce yapmış olduğum duayı yapmadımUyku halindeyken kalabalık bir cemaat geldiOnlara dedim ki:

- Siz kimsiniz? Sizin ihtiyacınız nedir?

- Biz kabristan ehliyiz?

- Sizi buraya getiren nedir?

- Sen aile efradına dönüp gelirken bizi bir hediyeye alıştırmıştın?

- Neydi o hediye?

- Bizim için okuduğun o dualar!

- Ben o duaları tekrar okuyacağım!

Bu hâdiseden sonra duayı bırakmadım!

Bişar bGalip en-Necranî şöyle diyor: Abide olan Rabiat'ul-Adeviyye'yi rüyamda gördümOna çok dua ederdimBana dedi ki:

- Ey Bişar bGalib! Hediyelerin bize nurdan yapılmış tabaklar üzerinde ipekli mendillerle örtülü olarak gelir.

- Bu nasıl olur?

- Diri Mü'minlerin duası böyledir! Diri Mü'minler, ölüler için dua ettiklerinde duaları kabul olunursa, o dua nur tabaklarına konurİpekli mendillerle kapatılır. Sonra ölüye getirilir ve ona denilir ki: 'Bu falan adamdan sana hediyedir!

Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

Ölü kabrinde, boğulurken yardım isteyen bir adam gibidirÖlü, babasından veya kardeşinden veya herhangi bir dostundan gelen duayı beklerOna dua geldi mi, onun için dünya ve dünyanın içindeki şeylerden daha sevimli olurMuhakkak ki ölüler için dirilerin hediyeleri dua ve istiğfardır121

Seleften biri şöyle anlatıyor: Bir kardeşim öldüOnu rüyada gördüm ve 'Kabrine konulduğun an halin nasıl oldu?' dedimDedi ki: 'Bana biri ateşten bir kıvılcımla geldiEğer bir duacı bana dua etmeseydi, zannedelim ki o ateşle bana vuracaktı!'

Bu nedenle defnedildikten sonra ölüye telkin ve dua etmek müstehabdır.

Said bAbdullah el-Evdî (veya Ezdî) 122 şöyle diyor: Ebû Umame el-Bahilî (radıyallahü anh) can çekişirken yanına vardımBana hitaben şöyle dedi: Ey Said! Öldüğümde Hazret-i Peygamber'in bize emrettiği gibi beni techiz edin! Zira Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöy1e buyurdu:

Sizden biriniz ölüp toprağı düzelttiğinizde, biriniz kabrin başında şöyle desin: "Ey falanca kadının oğlu falan!' Muhakkak ki ölü sesi işitir, fakat cevap veremez. Sonra ikinci defa 'Ey falan kadının oğlu falan!' desinBu sefer ölü kalkıp oturur. Sonra üçüncü defa 'Ey falan kadının oğlu falan!' desinBu defa ölü der ki: 'Rahmet olasıca! Bizi irşad et!' Fakat siz ölünün bu sözünü işitmezsinizO kişi ölüye şöyle desin: 'Dünyadan üzerinde bulunduğun halde çıktığın inancı hatırla! O da 'Allah'tan başka ilâh olmadığına, Muhammed'in (aleyhisselâm) Allah'ın Rasûiü olduğuna, senin Rab olarak Allah'a, din olarak İslâm'a, peygamber olarak Hazret-i Peygamber'e, İmâm olarak Kur'ân'a razı olduğuna dair şahidliğindir'Muhakkak ki Münker ve Nekir geri çekilip şöyle derler: 'Biz neden bu kişinin yanında oturuyoruz? Kalk gidelim! Bu kişiye hücceti telkin edildi'O kişinin Münker ve Nekir'e karşı müdafii ve delil getiricisi Allah olur.

Bunun üzerine bir kişi 'Eğer ölünün annesinin ismi bilinmiyorsa nasıl telkin edilecekti?' diye sordu.

Cevap olarak şöyle buyurdu:

Telkin edici onu Hazret-i Havva'ya nisbet etsin. ('Ey Havva'nın oğlun falan' desin) 123

Mezarlıkta Kur'ân okumakta bir sakınca yoktur; zira Ali bMusa el-Haddaddan şöyle rivâyet ediliyor: Ahmed bHanbel'le beraber bir cenazede bulunuyordumMuhammed bKudame el-Cevherî de124 beraberimizdeydiÖlü defnedildiğinde kör bir kişi kabrin yanına gelip okuduBunun üzerine İmâm-ı Ahmed ona 'Ey kişi! Kabrin yanında okumak bid'attır!' dedi.

Biz kabristandan çıktığımda Muhammed bKudame, İmâm-ı Ahmed'e dedi ki:

- Ey Ebû Abdullah! Sen Mübeşşir bİsmail el-Halebî125 hakkında ne dersin?

- O, güvenilir bir muhaddistir!

- Ey İmâm! Sen ondan herhangi bir hadîs yazdın mı?

-Evet!

- Mübeşir bİsmail, Abdurrahman bÛlâ bLeclac'tan, o da babasından126 bana haber verdi ki babası defnedildiği zaman yanıbaşında Bakara suresinin başlangıç ve sonunun okunmasını vasiyet etti ve dedi ki: İbn Ömer'in de bunu vasiyet ettiğini işittim!'

Bunun üzerine İmâm-ı Ahmed, Muhammed'e 'O halde kabrin yanında okuyan kör kişiye git okumasını söyle' dedi. (Kurtubi,Tezkire)

Muhammed bAhmed el-Mervezî şöyle diyor: Ahmed bHanbel'in şöyle dediğini duydum: 'Kabristana girdiğinizde Fatiha ile Muavvizeneteyn ve İhlâs surelerini okuyunuzOnun sevabını ölülere hediye ediniz, o sevap onlara vasıl olur!'127

Ebû Kullabe128 şöyle anlatıyor: Şam'dan Basra'ya gittim, hendekte indimAbdest alıp geceleyin iki rek'at namaz kıldım. Sonra başımı oradaki bir mezarın üstüne koyup uyudum. Sonra uyandığımda kabir sahibi benden şikayet ederek şöyle dedi: 'Sen bütün gece bana eziyet ettin! Biz biliriz fakat amel etmeye gücümüz yetmez! Muhakkak ki senin kılmış olduğun o iki rek'at namaz, dünyadaki şeylerden daha hayırlıdırAllah bizden taraf dünya ehline mükâfat versin! Onlara selâmımı söyle! Zira onların dualarının bereketi sayesinde üzerimize dağlar misali nurlar akıyor'.

Kabir ziyaretinden maksat, ziyaretçi için ibret almak, ziyaret edilen için de ziyaretçinin duasından faydalanmaktır Ziyaret edenin hem kendisine, hem de ölüye dua etmekten gâfil olması uygun olmadığı gibi, ibret almaması da uygun değildirZiyaretçi ölüyü düşünüp ölünün parçalarının nasıl dağıldığını, ölünün kabrinde nasıl diriltileceğim ve yakında ölüye kavuşacağını düşünmek suretiyle ibret alabilir.

Nitekim Mutarrıf bEbû Bekir el-Huzel'den şöyle rivâyet ediliyor: Abdülkays kabilesinde âbide ve ihtiyar bir kadın vardıGece olduğunda beline kuşağını bağlar, sonra mihraba yönelirdiGündüz olduğunda kabristana giderdiKulağıma geldiğine göre o kadın, çokça kabristana geldiğinden dolayı kınandıBuna karşılık dedi ki: 'Katı kalp, katılaşınca, onu ancak çürüyen bir ölüye bakmak yumuşatırBen kabristana gelince, ölüleri kabirden dışarı çıkmış gibi görüyorumSanki o sararmış yüzlere, o bozulmuş bedenlere, o yağlanmış gözkapaklarına bakıyorum!' Bu ne acaip bir bakıştırEğer âbidler bunu kalplerine içirmiş olsaydılar, bunun nefislere verdiği acı ne büyük olurdu?! Bedenleri telef etmesi ne şiddetli olurdu?! Hatta Ömer bAbdülazîz'in söylediği gibi ölünün şeklini kalbinde hazır bulundurması uygundur.

Ömer bAbdülazîz'in huzuruna bir fâkih girdiÖmer b. Abdülaziz'in fazla ibadet etmesinden ötürü renginin uçtuğuna hayret ettiÖmer bAbdülazîz fakîh'e dedi ki: 'Ey falan! Eğer beni üç gün sonra kabrime bırakıldığım ve iki gözbebeğimin yerinden fırlayıp yanaklarımın üzerine aktığı, dudaklarımın dişlerimden kuruyup çekildiği, ağzımdan irinin aktığı, burnumun açıldığı, karnımın şişip de göğsümün üzerine çıktığı, sırtın duburdan çıktığı, beden deliklerinden kurtların ve irinlerin aktığı halde görmüş olsaydın şimdi gördüğünden daha hayret edecek bir manzara ile karşılaşırdın'.

Ölü için senâ etmek, ölüyü iyilikle yâd etmek müstehabdır.

Nitekim Hazret-i ÂişeHazret-i Peygamberin şöyle buyurduğunu rivâyet eder:

Arkadaşınız öldüğünde onun yakasını bırakın! Onun aleyhinde konuşmayın!129

Ölülere küfretmeyin! Zira onlar daha önce Allah'ın huzuruna gönderdikleri amellerin yanına varmışlardır130

Ölülerinizi ancak hayır ile yâd edinÖlüleriniz cennet ehlinden iseler, günahkâr olursunuzEğer cehennem ehlinden iseler, onların içinde bulundukları azap kendilerine kâfidir131

Enes b. Mâlik şöyle anlatıyor: Hazret-i Peygamber'in yanından bir cenaze geçtiAshâb onu kötülükle yâd ettilerBunun üzerine Hazret-i Peygamber 'Vâcib oldu' dediBaşka bir cenaze geçti, onu da hayır ile yâd ettilerBunun üzerine Hazret-i Peygamber "Vâcib oldu!' buyurduHazret-i ÖmerHazret-i Peygamber'e bunun ne demek olduğunu sorunca şu cevabı verdi: .

Şu cenazeyi hayır ile andınız, Onun için cennet vâcib olduÖbürünü ise kötülükle andınızOnun için de cehennem vâcib olduSiz Allah'ın yeryüzündeki şahidlerisiniz132

Ebû HüreyreHazret-i Peygamber'in şöyle buyurduğunu rivâyet eder:

Kul ölür, insanlar onun hakkında övgüde bulunurOysa, Allah onun övgüye lâyık olmadığını bilirAllahü teâlâ meleklerine der ki: 'Sizi şahid kılıyorum; ben kullarınım, şu kulumun hakkındaki şahidliğini kabul ettim ve kulum hakkındaki bilgimden vazgeçtim!'133

107) Müslim

108) İmâm-ı Ahmed, Ebû Ya'lâ

109) İbn Eb'id-Dünya

110) İbn Eb'id-Dünya

111) İbn Eb'id-Dünya

112) İbn Eb'id-Dünya

113) Boş yer bulunursa ve kabre karşı durmamak şartıyla kabir yanında namaz kılınır. Fakat kabristanda namaz kılmak mekruhtur.

114) Taberânî, Sagîr ve Evsat

115) İbn Eb'id-Dünya

116) Yani özel bir şefaat kasdedilir. İbn Adiyy, Dârekutnî ve Beyhâkî

117) Beyhâkî

118) İbn Eb'id-Dünya

119) Künyesi Ebû Eyyûb el-Medenî'dir.

120) İbn Eb'id-Dünya

121) Deylemî

122) Benî Evd b. Sa'd kabilesindendir; veya bu zat Said b. Abdullah b. Derrar b. Ezûr'dur.

123) Taberâııî, (zayıf hır senodle)

124) Ensar'dandır. Adı Ebû Cafer el-Bağdâdî'dir. H. 237'de vefat etmiştir.

125) H. 205'de Haleb'de vefat etmiştir.

126) Ûlâ b. Leclac Şamlıdır. Hem kendisinin hem de babası Leçlac'ın Hazret-i Peygamber ile sohbeti vardır. 120 sene yaşamıştır.

127) Abdülhak Ezdî, Kitab'u1-Akibet

128) Adı Abdülmelik b. Muhammed b. Abdullah el-Basrî'dir. Künyesi Ebû Muhammed, lakabı Ebû Kullabe'dir, H. 276'da 86 yaşında iken vefat etmiştir.

129) Ebû Dâvûd

130) Buhârî, (Hazret-i Âişe'den)

131) İbn Eb'id-Dünya

132) Müslim ve Buhârî

133) İmâm-ı Ahmed

23. Ölümün Hakîkati, Kabrinden Kalkıncaya Kadar Ölünün Kabirdeki Ahvâli

Ölümün hakikati hakkında, halkın yanlış olan zanları vardırHalk o zanlarında yanılmışlardırBazıları ölümün yokluk olduğunu zannetmişlerdir: 'Ne haşir vardır, ne neşir, ne hayır, ne de şerrin neticesi vardırİnsanların ölümü, hayvanların ölümü ve bitkilerin kuruması gibidir'Bu zan, Allah'ı inkâr edenlerin görüşüdürAllah'a ve son güne îman etmeyen herkesin zannî böyledir.

Bir kavim de zannetmiştir ki insan, ölümle yok olurKabirde kaldıkça ne bir elem duyar, ne de bir sevap ile nimetlenirBu durum, tekrar dirîlinceye kadar devam eder zannetmişler.

Başkaları da ruh'un baki olduğunu, ölümle yok olmayacağını, ceza ve mükâfat görenin sadece ruh olduğunu, cesedlerin hiçbir şekilde diriltilmeyeceklerini iddia etmişlerdir.

Bütün bu zanlar, asık ve haktan uzak zanlardır. Doğru olan, âyet ve hadislerin haber verdiği şeydir: Ölümün mânası, sadece bir halin değişmesidir. Cesedden ayrıldıktan sonra ruh bâkidir, ya azap görür veya nimet! Ruhun bedenden ayrılmasının mânâsı, bedende tasarruf etmemesi ve bedenin onun itaatinden çıkması demektir.

Çünkü insanın azaları ruhun aletleridir. Ruh onları kullanır. Hatta ruh, el ile iş yapar, kulakla işitir, gözle görür, kalp ile eşyanın hakikatini bilir. Buradaki kalp ruhtan ibarettir. Ruh, eşyayı aletsiz olarak, kendi nefsiyle bilir. İnsan oğlu bazen kendi nefsiyle çeşitli üzüntüler, gamlar ve kaygılarla elem çeker. Çeşitli sevinçlerle nimetlenir. Bütün bunların azalarla ilgisi yoktur Bu bakımdan ruhun bizatihi vasfı olan herşey, ruh cesedden ayrıldıktan sonra da ruhla beraber kalır. Azalar vasıtasıyla ruhta bulunan şeyler', bedenin ölümüyle ruh ikinci bir defa bedene iade olununcaya kadar: ruhtan uzaklaşır ve ruh muattal olur. Kabirde ruhun bedene döndürülmesi uzak bir ihtimal değildir ve kıyâmet gününe kadar bedene döndürülmeliğinin tehir edilmesi de uzak bir ihtimal değildir. Allahü teâlâ kullarına ne hükmettiğini daha iyi bilir.

Ölümden dolayı bedenin muattal kalması topal bir kimsenin mizacında bulunan bir bozukluktan ölürü veya asabında meydan gelen ve ruhun geçişine mâni olan bir şiddetten ötürü muattal kalan azalarına benzerBu bakımdan âlim akıl, idrakçi ruh bazı şeyleri çalıştırmak için haki olarak kalırBazıları da onun için zorlaşırÖlüm de bütün azaların kullanılmasının ruh için zorlaşmasından ibarettir'Bütün azalar aletleridirOnları kullanan ruhturBenim ruhtan gayem; insanlarda üzüntüleri, elemleri ve sevgileri idrâk eden şeydirRuhun âzalardaki tasarrufu iptal olunsa bile sevinç ve üzüntüler iptal olmazElem ve üzüntüleri kabul etmesi iptal olmazİnsan hakikatte ilimleri, elemleri ve lezzetleri idrâk eden mânânın ta kendisidirBu mânâ ise yok olmazÖlümün mânâsı ruhun bedendeki tasarrufunun kesilmesi, bedenin ruha alet olmaktan çıkması demektirTıpkı topallığın mânâsının, ayağın ruh için kulanılan bir alet olmaktan çıkması anlamına geldiği gibi! Bu bakımdan ölüm, bütün azalarda mutlak mânâda bir kötürümlüktürİnsanın hakikati, nefis ile ruhturRuh ise hâkidirEvet! İnsan halinin bozulması iki cephedendir:

Birincisi: İnsandan insanın gözü, kulağı, dili, eli, ayağı ve bütün azaları alınmıştırİnsandan aile efradı, çocuğu, akrabaları ve diğer tanıdıkları alınmıştırİnsanın atları, hayvanları, hizmetkârları, evleri, akarları ve diğer mülkleri alınmıştır.

Bu şeylerin insandan alınması ile insanın bunlardan alınması arasında bir fark yokturÇünkü elem veren şey ayrılıktırAyrılık ise, bir defa kişinin malının yağma edilmesiyle, diğer bir defa da kişinin mülkünden ve malından alınıp esir edilmesiyle hâsıl olurİki durumda da duyulan elem aynıdırÖlümün mânâsı; insanın mallarından bu âleme uygun olmayan başka bir âleme sürüklenmek suretiyle selbedilmesi demektirBu bakımdan eğer insan için dünyada sevdiği, kendisiyle rahatladığı ve varlığına önem verdiği birşey varsa, ölümden sonra bu şey hakkında insanın üzüntüsü oldukça büyür ve ondan ayrılmanın elemi oldukça çetinleşirİnsanın kalbi malının, mertebesinin, akarının en küçük parçalarına bile iltifat ederHatta giydiği ve kendisiyle sevindiği gömleğine bile!

Eğer insan sadece Allah'ın zikriyle seviniyorsa, sadece Allah'a yakın olmak istiyorsa, onun nimeti büyür, saadeti tamam olur; zira onunla sevdiğinin arasındaki perdeler kalkarOnu sevdiğinden, uzaklaştıran engel ve meşguliyetler kesilirÇünkü dünyanın bütün sabepleri; insanı Allah'ın zikrinden meşgul ederlerİşte bu, ölüm hali ile hayat hali arasındaki muhalefetin iki yönünden biridir.

İkincisi: Ölümle kişiye hayatta keşfolunmamış şeyler keşfolunurNitekim uyku âleminde iken keşfolunmamış şeylerin bazen uyanık bir kimseye keşfolunduğu gibi! İnsanlar uykudadırlar, öldükleri zaman uyanırlarİnsan oğluna ilk keşfolunan, ona zarar veya fayda veren iyilikler ve kötülüklerdir! Bunlar, insanın kalbinin gizli bir köşesinde saklı bulunan ve durulmuş olan bir kitabda yazılıdırDünya meşgaleleri o kitaba muttali olmaktan insanı alıkoyarDünya meşgaleleri kesildiğinde insana bütün amelleri keşfolunurHerhangi bir günaha baktığında onun için öyle bir hasret çeker ki o hasretten kurtulmak için ateşin derinliklerine dalmayı bile tercih ederO anda ona şöyle denilir:

Kitabını oku, bugün nefsin sana hesapçı olarak yeter! (İsra/14)

Bütün bunlar nefes kesildiğinde ve kişi defnedilmeden önce keşfolunurKişinin içinde ayrılık ateşi alev alev yanarBundan gayem; kalbini kaptırmış olduğu fani dünyanın şeylerinden ayrılma acısıdırÂhiret azığı ve yolculuğu için dünyadan terkettiklerini kasdetmiyorum; zira dünya yolculuğu için azık talep edenhedefine vardığında diğer şeylerden ayrıldığı için sevinir; zira onları azık için istemezİşte dünyadan sadece zarûrî olanı alanın hali budurBu kimse zarurî ihtiyacının da kesilip dünyadan müstağni olmayı isterBöylece onun isteği hâsıl olur ve dünyadan müstağni kılınır.

Bunlar, azap ve elemlerin büyükleridirDefnedilmeden önce insana hücum ederler. Sonra defnedileceği zaman ruhu başka bir çeşit azabı tatmak için cesede geri çevrilirBazen de affolunurDünya ile nimetlenenin ve dünyaya gönlünü kaptıranın hali, padişahın evinde, memleket ve hariminde bulunmadığı bir sırada yerinde nimetlenen bir kimsenin hali gibidir.

Bu kimse sultanın, yaptıklarına müsamaha göstereceğini veya onun çirkin fiillerini bilmediği zannına kapılarak böyle yaparFakat sultan ansızın onu yaka paça tutar, ona bir defter çıkarır ki o defterde onun bütün fâhiş hareketleri ve suçları zerresi zerresine yazılmış, adım adım kaydedilmiştir! Sultan da kahir, galip, haram kıldığı şeylerin yapılmaması hususunda gayretli, memleketinde cinayet işleyenlerden intikam alıcı, asiler hakkında kendisine yalvaranların sözüne iltifat etmeyen bir padişahtır.

Bu bakımdan sultanın azabına uğrayan kimsenin durumuna dikkatle bakAcaba sultanın azabı ona tatbik edilmeden önce, çektiği korku, utangaçlık, hasret çekmek ve pişman olmaktan meydana gelen hali nasıl olur? İşte dünya ile mağrur, dünyaya kalbini kaptırmış, fâcir bir ölünün kabir azabı gelmeden önce hali böyledirHatta öleceği anda bu duruma düşerBöyle bir duruma düşmekten Allahü teâlâ'ya sığınıyoruzÇünkü mahrum ve rezil olup yüz perdesinin yırtılması, bedene yapılan işkenceden daha korkunçturİşte bunlar ölüm anında ölünün haline işarettirBasiret sahipleri, gözle görmeden daha kuvvetli olan basiret ile bunu müşahede etmişlerdirKur'ân ve Sünnet bunun doğruluğuna şahidlik etmektedirEvet! Ölümün hakikatinden perdeyi kaldırmak mümkün değildir; zira hayatı bilmeyen bir kimse ölümü bilmezHayatın bilgisi, ruhun esasındaki hakikatini bilmeye bağlıdırRuhun zatı, mahiyetinin idrâkine bağlıdır.

Oysa Hazret-i Peygamber(sallâllahü aleyhi ve sellem) bu hususta konuşma izni verilmemiştir ve 'Ruh rabbimin emrindedir' demekten fazlasını söylemeye yetkili kılınmamışıtrBu bakımdan din âlimlerinin herhangi biri ruhun sırrına vâkıf olsa bile bunu söylemeye yetkisi yokturAncak bu hususta izin verilen, ölümden sonraki ruhun halini zikretmektir.

Ölümün ruhun yok olmasından ve ruhun idrâkinin yok olmasından ibaret olmadığına birçok âyet ve hadîsler delâlet etmektedir:

Allah yolunda öldürülenleri ölüler sanma! Hayır, (onlar) diridirlerRableri katında rızıklanmaktadır. (Al-i İmrân/169)

Kureyş'in azgın büyükleri Bedir gününde öldürüldüklerinde Hazret-i Peygamber onlara şöyle seslenmiştir: 'Ey falan! Ey falan! Ey falan! Ben rabbimin bana va'd ettiğini hak olarak buldumAcaba siz de rabbinizin size va'd ettiğini hak olarak buldunuz mu?'

Bunun üzerine Hazret-i Peygamber'e 'Onlar ölüdürlerOnlarla nasıl konuşuyorsunuz?' denilince şöyle buyurdu:

Nefsimi kudret elinde tutan Allah'a yemin olsun! Onlar sizden daha iyi duyarlarAncak cevap vermeye güçleri yetmez134

İşte bu hadîs, şakî bir kimsenin ruhunun baki kaldığı hususunda kesin bir hükümdürO ruhun idrâkinin, marifetinin baki kıldığının kesin bir delilidirÂyet ise, şehidlerin ruhları hakkında kesin hükümdürÖlü bir kimse; ya said veya şakidir.

Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

Kabir ya ateş çukurlarından bir çukur veya cennet bahçelerinden bir bahçedir135

Bu hadîs-i şerîf, ölümün mânâsının, sadece bir halin değiştirilmesi, ölümün şekavet veya saadetinden olacak şeyin gecikmeksizin ölüm anında verilmesi hususunda açık ve kat'î bir hükümdürAzabın veya sevabın bazı çeşitleri gecikebilirAsılları ise gecikmez!

Enes Hazret-i Peygamber'in şöyle buyurduğunu rivâyet eder:

Ölüm, kıyâmet demektirBu bakımdan ölen bir kimsenin kıyâmeti kopmuş demektir136

Sizden biri öldüğünde ona sabah akşam kıyâmet gününe kadar yeri gösterilirEğer cennet ehlinden ise, cenneteki yeri gösterilir!137

Azap ve nimetten oluşan iki yerin müşahedesindeki mânânın haldeki tesiri gizli değildir!

Ebû Kays'den şöyle rivâyet ediliyor: Biz Alkame ile beraber bir cenaze teçhizinde bulunuyordukAlkame şöyle dedi: 'Şu ölen kişinin kıyâmeti kopmuştur!'

Hazret-i Ali şöyle demiştir: 'Herhangi bir nefse, cennet veya cehennem ehlinden olup olmadığını bilmeden dünyadan çıkması yasaktır'.

Ebû Hüreyre Hazret-i Peygamber'in şöyle buyurduğunu rivâyet eder:

Kim hasta (veya garip) olarak ölürse, şehid olarak ölmüştür ve kabrin fitnelerinden korunmuşturRızkı sabah-akşam cennetten kendisine getirilir138

Mesrûk dedi ki: 'Bir Mü'minin lâhiddeki durumuna gıbta ettiğim gibi, hiç kimsenin durumuna gıpta etmiş değilimO Mü'min, dünya yorgunluğundan istirahata kavuşmuş, Allah'ın azabından emin olmuştur'.

Ya'la b. Velid şöyle diyor: Birgün Ebu'd Derda ile yürüyordumEbu'd Derda'ya dedim ki: 'Sevdiğin bir kimse için ne istersin? 'Ölümü!' dedi'Eğer ölmezse?!' dedim'ınalının ve çocuklarının azalmasını isterim' dedi.

Ebu'd Derda, ölümü ancak şu hikmete binaen istemiştir: Çünkü ölümü ancak Mü'min bir kimse severÖlüm Mü'minin hapisten çıkmasıdırMalın ve çocuğun az olmasını istemesi de malın ve çocuğun fitne olmasından ve dünyaya ünsiyet vermenin sebebi olmasındandır.

Kesinlikle ayrılacağı bir kimseye bağlanmak şekavetin son derecesidirÇünkü Allah ve Allah'ın zikrinden başka her şeyden şüphesiz ki ölüm çağında ayrılmak zaruridirBu sırra binaen Abdullah bAmr (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Mü'min bir kimsenin ruhunun çıktığı andaki misali hapse atılmış, sonra hapisten çıkarılmış bir kimsenin misali gibidirAllah'ın zikrinden başkasına ünsiyet vermeyen, dünya meşgalelerinin kendisi hakiki sevdiğinden meneden bir kimseye şehvetlerin mukavemeti eziyet verirBu bakımdan ölümde, onun için bütün eziyetlerden kurtuluş vardırEngel olmaksızın sevdiğiyle başbaşa kalmak vardırBu nimet ve lezzetlerin son noktasıdırAllah yolunda öldürülen şehidler için lezzetlerin en kâmilidir; zira onlar dünya meşgalelerinden ilgilerini keserek savaşa dalmışlardır.

Allah'ın mükâfatına iştiyakları duyarak ve Allah'ın rızası uğruna öldürülmeye razı olarak savaşa dalmışlardırEğer kişi dünyaya iltifat ederse, onu kendi ihtiyarıyla âhiret ile değiştirmiştirSatan sattığı mala bağlanmazEğer ahirete iltifat ederse, onu satın almış ve ona müştak olmuş demektirSatın aldığı şeyi gördüğünde onunla sevinci artarSatmış olduğu şeyden ayrıldığında ona fazla iltifat etmezKalbi Allah sevgisi için boşaltmak, bazı hallerde mümkündürSavaş ölümün sebebidirBu bakımdan bu hal üzerinde ölmenin idrâkine sebep olurBunun nimeti büyük olur; zira nimetin mânâsı, insanın isteğine varması demektir.

Kendilerine hoşlandıkları (erkek çocukları) nı (alyorlar) . (Nahl/57)

İşte bu cennet lezzetlerinin mânâlarını kapsayıcı bir ibaredirAzabın en büyüğü; insanın maksadından menedilmesidir.

Artık kendileriyle arzu ettikleri şey arasına perde çekilmiştir. (Sebe/54)

Bu ibare, cehennem ehlinin cezalarını çok güzel bir şekilde ifade etmektedir.

Şehidler bu nimeti nefesi kesilir kesilmez, gecikmeden idrâk ederBu, yakîn nuruyla basiret sahiplerine keşfolunmuş bir şeydir.

Eğer delil için şahid istiyorsan, şehidler hakkında vârid olan bütün hadîsler buna delâlet ederler.

Hazret-i Âişe'den (radıyallahü anh) şöyle rivâyet ediliyor: Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) babası Uhud günü şehid olan Câbire hitaben şöyle demiştir:

- Ey Câbir! Sana müjde vereyim mi?

- Allah sana hayır müjde versin! Bana müjde ver!

- Muhakkak ki Allahü teâlâ senin babanı dirilttiHuzurunda oturttu ve buyurdu: 'Ey kulum! Dile benden ne dilersen'Baban 'Ey rabbim! Kulluğunun gereği gibi sana kulluk yaptımSenden istediğini beni dünyaya geri göndermendir ki peygamberinle birlikte savaşayımSenin uğrunda ikinci bir defa şehid edileyim!' dediAllah şöyle buyurdu'Benden daha önce senin dünyaya tekrar döndürülmeyeceğin hakkında hüküm çıkmıştır'139

Ka'b şöyle diyor: Cennette ağlayan bir kişiye 'Cennette olduğun halde neden ağlıyorsun' denirCevap olarak der ki: 'Allah yolunda bir defadan fazla öldürülmediğimden dolayı ağlıyorumOysa dünyaya döndürülüp üç defa öldürülmeyi isterdim'.

Bil ki Mü'min bir kimseye ölümün akabinde Allahü teâlâ'nın celâl ve azametinin genişliğinden öyle birşey keşfolunur ki dünya ona nisbeten, hapis ve dar bir geçit gibidirİnsanın misali, kapkaranlık bir eve hapsedilmiş, (sonra) o evden geniş bir bahçeye kapı açılmış gibidir ki gözü o bahçenin sonunu göremezO bahçede çeşitli ağaçlar, çiçekler, meyveler ve kuşlar vardırBahçeye çıkan kişi ikinci bir defa karanlık hapishaneye dönmek istemez.

Hazret-i Peygamber darb-ı mesel olarak ölen bir kişi hakkında şöyle buyurmuştur:

Şu ölen, dünyadan göç ettiği ve dünyayı dünya ehline terkettiği halde sabahladıEğer razı olmuş ise1, herhangi birimizin annesinin karnına geri dönmeyi istemediği gibi dünyaya geri dönmek onu sevindirmez,140

Hazret-i Peygamber bu hadîs-i şerîfıyle âhiret genişliğinin dünyaya nisbeten rahmin karanlığının dünyanın genişliğine nisbeti gibi olduğunu anlatmıştır.

Mü'min bir kimsenin dünyadaki durumu, ceninin anne karnındaki durumu gibidir, (cenin annesinin karnından çıktığında ışığı görüp yere konuncaya kadar ağlar! Bundan sonra yerine dönmeyi istemez. 141

Mü'min de böyledir, ölümden ürker. Rabbi'nin huzuruna vardığında dünyaya dönmeyi artık istemez. Tıpkı ceninin annesinin karnına dönmek istemediği gibi!

Hazret-i Peygamber'e şöyle (sallâllahü aleyhi ve sellem) denildi: Falan adam öldü! Ya istirahata çekildi veya halk ondan kurtuldu!142

Hazret-i Peygamber İstirahata çekildi' sözüyle Mü'mine, 'Halk ondan kurtuldu' sözüyle de fâcir kimseye işaret etti; zira dünya ehli fâcir kimseden kurtulup rahata kavuşur.

Ebû Amr şöyle diyor: Biz çocuk iken İbn Ömer, yanımızdan geçerken bir kabre baktı ve orada meydana çıkmış bir cimcime gördüBir kişiye cimcimeyi örtmeyi emretti, kişi cimcimeyi örttü.

Sonra İbn Ömer şöyle dedi: 'Toprak bedenlere zarar vermezCeza çeken veya mükâfat gören ruhlardır. .

Amrl43 bDinar'dan şöyle rivâyet ediliyor;'Ölen herkes aile efradının içinde olan şeyleri bilirMuhakkak ki aile efradı onu yıkar, kefenlerOysa o onlara bakar'.

Mâlik bEnes şöyle demiştir: 'Bana gelen bir habere göre Mü'minlerin ruhları serbest bırakılmışlardırDiledikleri yere giderler'.

Nu'man bBeşîr, 144Peygamberin minberde iken şöyle buyurduğunu rivâyet eder:

İyi bilin ki dünyadan ancak yer ile gök arasında dolaşıp duran sinek gibi birşey kalmıştırBu bakımdan kabir ehlinden olan arkadaşlarınız hakkında Allah'tan korkun! Muhakkak ki sizin amelleriniz onlara arzolunur.

Ebû Hüreyre Hazret-i Peygamberin şöyle buyurduğunu rivâyet eder:

Ölülerinizi kötü amellerinizle rezil etmeyinMuhakkak ki kötü amelleriniz kabir ehlinden olan yakınlarınıza arzulanır.

Ebu'd Derda şöyle dua etti: 'Ey Allahım! Abdullah bRevaha’nın yanında benim mahcup olmama sebep olan bir ameli işlemekten sana sığınıyorum'. (Abdullah b. Revaha, Ebu'd Derda’nın ölen dayı siydi!)

Abdullah bAmr bel-As'a 'Mü'minler öldükleri zaman ruhları nerede olur?' diye sorulunca, cevap olarak 'Beyaz kuşların kursaklarında arş'ın gölgesindedirlerKâfirlerin ruhları ise yerin yedi kat dibindedir' diye cevap verdi.

Ebû Said el-Hudrî, Hazret-i Peygamber'in şöyle buyurduğunu rivâyet eder:

Muhakkak ki ölü kendisini yıkayan, kendisini götüren ve kendisini kabrine indiren kimseyi tanır145

Salih el-Murrî146 şöyle demiştir: 'Kulağıma geldiğine göre ruhlar, ölüm anında bir araya gelirlerÖlülerin ruhları kendilerine katılan ruha şöyle derler: 'Senin yerin nasıldı? Sen iki bedenden hangisinde bulunuyordun? İyisinde mi, yoksa kötüsünde mi?"

Ubeyd bUmeyr147 şöyle diyor: Kabir ehli haber beklerler! Onlara bir ölü geldiğinde Talan adam ne yaptı?' derlerO da 'O adam size gelmedi mi veya sizin yanınıza varmadı mı?' derBunun üzerine onlar derler ki: 'İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûnO başka bir yere götürülmüştür'.

Cafer bSaid'den şöyle rivâyet ediliyor: 'Kişi öldüğünde yakınları tarafından karşılanan bir kimse gibi, kendisinden önce ölen çocuğu tarafından karşılanır'.

Mücâhid şöyle demiştir: 'Kişiye çocuğunun salahı kabrinde müjde olarak iletilir'.

Ebû Eyyûb el-Ensârî, Hazret-i Peygamberin şöyle buyurduğunu rivâyet eder:

Mü'minin canı kabzolunduğu zaman Allah katında rahmet ehli onu karşılarlarTıpkı dünyada müjde getirenin karşılandığı gibi! Onlar derler ki: 'Kardeşinize, yorgunluğu gidinceye kadar mühlet verin! Çünkü kardeşiniz şiddetli bir üzüntüde idi!' Onlar o yeni gelene sorarlar: 'Filan adam ne yaptı! Falan kadın ne yaptı? Falan kız evlendi mi?' Daha önce ölen bir kişinin durumunu kendisine sorduklarında 'O benden önce öldü' dediğinde, "İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn Öyleyse o, annesi olan cehenneme götürülmüştür!" derler.

134) Müslim, (Hazret-i Ömer'den)

135) Tirmizî, Taberânî

136) İbn Eb'id-Dünya

137) Buhârî, Müslim

138) İbn Mâce, (zayıf bir senedle)

139) İbn Eb'id-Dünya

140) İbn Eb'id-Dünya

141) İbn Eb'id-Dünya

142) Müslim, Buhârî

143) İbn Eb'id-Dünya

144) İbn Eb'id-Dünya

145) İmâm-ı Ahmed

146) Basrah ve zâhid bir kadı idi. H. 172'de vefat etmiştir.

147) Mekkelidir ve Leys kabilesindendir. Tabiînin büyüklerinden

24. Kabrin Ölüye Hitap Etmesi

Ölülerin konuşması ya kal veya ölülere anlatmak hususunda diriler için kullanılan kal lisanından daha açık olan hal diliyledir.

Ölü kabre konulduğunda kabir ona şöyle der: 'Ey Âdem oğlu! Beni düşünmekten seni aldatan ne idi! Benim fitne evi olduğumu bilmiyor muydun? Ben karanlık, tenhalık ve böceklerin eviyimBenim yanımdan mağrur olarak geçtiğinde, durumumdan seni gâfil kılan ne idi?' Eğer ölü ıslah edici bir kimse ise, birisi onun yerine kabre cevap vererek şöyle der: 'Görmedin mio iyiliği emreder, kötülükten menederdi'Buna karşılık kabir der ki: 'Ben bu durumda onun için yemyeşil bir bahçeye dönerimOnun cesedi nura dönüşürRuhu da Allah'ın huzuruna yücelir'148

Hadîs'in râvisi, hadîs metninde bahsi geçen fidad kelimesinin mağrur olarak yürüyen, bir adım ileri atan, bir adım geri alan kimse demek olduğunu söylemiştir.

Ubeyd bUmeyr el-Leysî şöyle diyor: 'Bir kimse öldüğünde defnedileceği çukur ona şöyle haykırır: 'Ben karanlık, tenhalık ve yalnızlık eviyim! Eğer sen hayatında Allah'a itaat eden bir kimse isen, bugün sana rahmet olurumEğer asi isen, bugün sana azap olurumÖyle bir yerim ki Allah'a itaat ettiği halde gelen bir kimse sevinerek benden çıkarAllah'a isyan ettiği halde giren bir kimse, zarar edip mahzun olarak çıkar.

Muhammed bŞebih149 şöyle diyor: Kulağımıza geldiğine göre, bir kişi kabrine konulup azap gördüğünde veya hoşuna gitmeyen birşey isabet ettiğinde, komşusu bulunan ölüler ona şöyle seslenir: 'Ey dünyada arkadaş ve komşulardan sonraya kalan! Bizim durumumuzda senin için ibret yok mudur? Bizim önce gelişimizde senin için bir ders yok muydu? Sen bizim amellerimizin bizden kesildiğini ve sana da mühlet verildiğini görmedin mi? Neden arkadaşlarının elinden kaçan fırsatı değerlendirmedin?' Yeryüzünün parçaları da ona şöyle hitap eder: 'Ey dünyanın zahirine aldanan! Yerin içinde kaybolan ve senden önce dünyanın aldattığı kimselerden neden ibret almadın? Oysa dünya ile aldandıktan sonra eceli onları kabre getirip dostları tarafından karar yerine konduğunu görüyorsun'.

Yezid er-Rakkaşî şöyle diyor: Kulağıma geldiğine göre ölü kabrine konulduğunda amelleri onu çepeçevre sarar ve Allah o amelleri konuştururO ameller de derler ki: Ey çukurunda tek kalan kul! Dostlar ve aile efradın senden ayrıldıBugün bizden başka senin dostun yok!'

Ka'b şöyle demiştir: 'Sâlih kul kabrine konulduğunda namaz, oruç, hac, cihad ve sadaka gibi sâlih amelleri onun etrafını çepe çevre sararlar.

Yine Ka'b der ki: "Azap melekleri, ayaklan tarafından geldiklerinde namaz onlara 'Ondan uzaklaşsın! Siz ona varamazsınızÇünkü beni kılmak maksadıyla Allah için bu iki ayak üzerinde uzun uzadıya ibadette bulundu' derBu bakımdan melekler, baş tarafından gelirlerBu sefer oruç der ki: 'Siz ona musallat olamazsınızÇünkü o dünya evinde Allah için uzun zaman susuz kaldıOna bu taraftan varacak imkâna sahip değilsiniz'Böylece melekler beden tarafından gelirlerBu sefer hac ve cihad meleklere şöyle haykırırlar: 'Ondan uzaklaşınızO nefsini yordu, bedenine zahmet verip haccettiAllah için cihad yaptıBu bakımdan ona varacak imkânımız yoktur'Azap melekleri, bu sefer elleri tarafından gelirlerSadaka meleklere şöyle haykırır: "Arkadaşımdan uzaklaşın! Zira bu ellerden Allah için nice sadakalar çıkmıştırBu bakımdan ona yetişemezsiniz'Bunun üzerine o ölüye şöyle denir: 'Afiyet olsun! İyi olarak yaşadın, iyi olarak öldün'.

Ka'b der ki: 'Rahmet melekleri ona varırlarOna cennetten getirilen bir döşek ve bir yorgan sererlerKabrinde gözün yetişebileceği kadar onun için genişlik yapılırCennetten ona bir kandil getirilirAllahü teâlâ, onu kabirden hasredeceği güne kadar o kandilin ışığından nûrlandırır'.

Abdullah bUbeyd bUmeyr150 bir cenazede Hazret-i Peygamber'in şöyle buyurduğunu rivâyet eder

Ölü kendisini techiz ve teşyi edenlerin adımlarının sesini işittiği halde otururKabrinden başka birşey onunla konuşmazKabir ona der ki: Ey Âdem oğlu! Sen benden, darlığımdan, pis kokumdan, dehşetimden ve kurtlarımdan sakındırılmadın mı? Acaba benim için ne hazırladın?151

148) İbn Eb'id-Dünya

149) Adı, ELaı Abbas Seiumaktır. Bağdadlı meşhur bir vaizdir.

150) Künyesi Ebû Haşim el-Mekki'dir.

151) İbn Eb'id-Dünya

40-5

25. Kabir Azabı ve Münker Nekir'in Sorgusu

Berra b. Azib (radıyallahü anh) şöyle anlatıyor: Hazret-i Peygamber ile beraber ensardan bir kişinin cenazesine gittik. Hazret-i Peygamber onun kabrinin üzerine, başını önüne eğerek oturdu. Sonra şöyle buyurdu: 'Yârab! Kabir azabından sana sığınıyorum' Bu sözünü üç defa söyledikten sonra şöyle buyurdu:

Mü'min bir kimse, ahiret yolunda olduğunda Allahü teâlâ, bir grup melek gönderir. O meleklerin yüzü geniştir. Onların beraberinde o mü'minin güzel kokusu ve kefeni vardır, melekler oturup beklerler. Ne zaman mü'minin ruhu çıkarsa yer ile gök arasında ve gökte bulunan her melek onun üzerine namaz kılar (veya dua eder)ler. Onun için göklerin kapıları açılır. O kapılardan o mü'minin ruhunun geçmesini istemeyen hiçbir kapı olmaz. Ruh yükseltilip götürülünce şöyle denir: 'Ey rab! Falan kulun (geldi)'.

Buna karşılık Allahü teâlâ şöyle buyurur: 'Onu geri götürün! Ona hazırladığım nimetleri gösterin. Çünkü ben ona şöyle va'detmiştim: Sizi ondan (topraktan) yarattık yine oraya döndürürüz ve sizi bir kez daha ondan çıkarırız.(Tâhâ/55)

Sonra ona güzel yüzlü, güzel kokulu ve güzel elbiseli biri gelir ve o ölüye der ki: 'Rabbinin rahmetiyle ve içinde ebedî nimet bulunan cennetle müjdelen!' Mü'min ona 'Sen de onunla müjdelen! Allah sana mükâfat versin! Sen kimsin?' der. Gelen der ki: 'Ben senin sâlih amelinim. Allah'a yemin olsun, ben seni Allah'ın taatine acele eder, Allah'a karşı günahtan sakınır buldum. Bu bakımdan Allah sana hayrı mükafat verdi'. Sonra bir tellâl şöyle bağırır: 'Ona cennet sergilerinden serin. Ona cennete açılan bir kapı açin'. Ona cennet sergilerinden serilir, ona cennete açılan bir kapı açılır ve o şöyle der: 'Yârab! Kıyâmeti acelece kopar ki aile efradıma ve malıma kavuşayım'. Kâfire, dünyadan ayrılırken katı, şedîd, beraberlerinde ateşten yapılmış elbiseler, katrandan mamul iç gömlekler olduğu halde bir kısım melekler gelirler. Onun etrafını sararlar. Onun canı bedeninden çıkınca yer ile gök arasında ve gökte bulunan her melek ona lanet eder. Göklerin kapıları kilitlenir. O kapılardan hiçbiri onun ruhunun kendisinden geçmesini istemez. Onun ruhu götürülünce geriye atılır ve denilir ki: 'Ey rabbim! Bu senin falan kulundur. Hiçbir gök ve yer onu kabul etmedi'.

Bunun üzerine Allahü teâlâ şöyle buyurur: 'Ona geri götürün. Ona hazırladığım şerri gösterin; zira ben ona va'detmiştim:

Sizi topraktan yarattık yine oraya döndürürüz ve sizi bir kez daha ondan çıkarırız. (Tâhâ/55)

Muhakkak ki o ölü, kendisini defnedenler geri dönüp giderken ayak seslerini işitir. Ona denir ki: 'Ey kişi! Rabbin kimdir? Peygamberin kimdir? Dinin nedir?' O 'Bilmiyorum!5 der. Ona denilir ki: 'Zaten sen bilmemişsin. Sonra ona çirkin yüzlü, pis kokulu, çirkin elbiseli biri gelir der ki: 'Allah'ın öfkesiyle elem verici ve daimî olan bir azabla müjdelen!' Buna karşılık o 'Allahü teâlâ seni şer ile müjdelesin! Sen kimsin?' O da der ki: 'Ben senin çirkin amelinim. Allah'a yemin ederim. Sen Allah'a isyan etmede aceleci ve ibadet etmede tembel idin. Bu bakımdan Allahü teâlâ sana şerri ceza olarak verdi'. Bunun üzerine kişi ameline der ki: 'Allahü teâlâ şerri sana da ceza olarak verdi (versin)'. Sonra o kimseye sağır, kör, dilsiz, beraberinde demirden bir tokmak olan biri musallat kılınır ki bütün cinler ve insanlar o kimsenin elindeki tokmağı kaldırmaya çalışsalar, buna güleri yetmez. Eğer o kimse o tokmakla bir dağa vursa, o dağ tuzbuz olur. Sonra o kimseye ruh geri gönderilir. Gelen kişi o tokmakla onun iki gözünün arasına bir darbe vurur ki cinler ve insanlar hariç yeryüzünde bulunan herşey o darbenin sesini işitir.

Sonra bir tellâl şöyle çağırır: 'Bunun için ateşten iki levha serin. Cehenneme açılan bir kapı acın!' Böylece ona ateşten yapılan iki levha serilir, cehenneme açılan iki kapı açılır. 152

Muhammed b. Ali (b. Hüseyin) şöyle demiştir: 'Her ölene, öldüğü anda iyi amelleriyle kötü amelleri gösterilir. O kimse iyiliklerine gözünü dikip bakar, kötülüklerine gözünü kapatır'.

Ebû Hüreyre Hazret-i Peygamber'in şöyle buyurduğunu rivâyet eder:

Mü'min sekerata girdiğinde melekler ona içinde misk ve reyhan kırıntıları olan bir ipekli getirirler. Kılın yağdan çekildiği gibi onun ruhu cesedden çekilir ve onun ruhuna denilir ki: 'Ey itminana kavuşan nefis! Rabbinin hükmüne razı ve rabbin de senden razı olduğu halde rabbine dön!'

Ruhu çıktığında o misk ile reyhanın üzerine konur. İpekliye sarılır ve ruhu İlliyyine gönderilir.

Kâfir, sekerata düştüğünde, melekler ona içinde ateş közü bulunan siyah paçavra getirirler. Onun ruhu şiddetli bir çekişle çekilir ve denilir ki: 'Ey habis nefis! Sana kızıldığı halde Allah'ın azabına doğru çık!' Onun ruhu çıktığında o köz üzerine konur. Paçavraya sarılır ve Siccîne götürülür.153

Muhammed b. Ka'b el-Kurezî 154 şu ayeti okurdu:

Nihayet onlardan birine ölüm geldiğinde 'Rabbim beni (dünyaya) geri çevir ki terk ettiğim dünyada sâlih bir amelde bulunayım' der. (Mü'minûn/99-100)

Allah şöyle der:

- Ne istiyorsun? Dönüp de mal mı toplayacaksın, ağaç mı dikeceksin, ev mi yapacaksın, kanallar mı açacaksın?

- Hayır! Terkettiğimin yerine sâlih bir amel işlemek istiyorum. Bunun üzerine Cebbar olan Allahü teâlâ şöyle der:

Hayır! Bu onun söylediği (olmayacak) bir laftır! (Mü'minûn/100)

Ebû Hüreyre Hazret-i Peygamberin şöyle buyurduğunu rivâyet eder:

Mü'min bir kimse kabrinde iken yemyeşil bir bahçenin içindedir. Onun kabri yetmiş zirâ genişler ve aynı zamanda nûrlanır. Hatta dolunay gibi olur.

Hazret-i Peygamber 'Onun için de dar bir geçim vardır' (Tâhâ/124) ayetinin ne hakkında nazil olduğunu biliyor musunuz?' diye sorunca, ashâb 'Allah ve Rasûlü daha. iyi bilir' dediler.

Bunun üzerine Hazret-i Peygamber şöyle dedi:

Kâfir bir kimsenin kabrindeki azabı şudur: Onun üzerine 99 Tinnîn musallat kılınır. Tinnîn'in ne olduğunu bilirmisiniz? Tinnîn yılan demektir. Bu yılanların her birinin yedi tane başı vardır. Kâfiri sokarlar ve insanların haşre gönderildikleri güne kadar zehirlerini akıtırlar.155

Yılanların bu özel sayılarına hayret etmemek gerekir; zira yılanlar ve akreplerin sayıları İnsan oğlundaki kötü huyların sayısıncadır. O kötü huylar da kibir, riya, hased, hile, buğz ve diğer çirkin sıfatlardır; zira bu çirkin sıfatların belirli kökleri vardır. Sonra o köklerden belirli dallar çıkar. Sonra o dallar da kısımlara bölünür. O sıfatlar zâtı itibariyle helâk edicidirler. O sıfatlar akrep ve yılanlara dönüşür. Bu bakımdan onlardan kuvvetlisi, tinninin (yedi başlı yılanın) ısırdığı gibi ısırır. Zayıfı akrebin ısırdığı gibi ısırır. Bu ikisinin arasında olanlar da yılanın eziyet vermesi gibi eziyet verir.

Kalp ve basiret sahipleri, basiret nuruyla, bu helâk edicileri ve dal budak salmalarını müşahede ederler. Ancak sayılarının ne kadar olduğuna peygamberlik nuruyla vâkıf olunur. Bu bakımdan bu gibi hadîslerin sahih zahirleri ve gizli sırlar vardır. Fakat bu gibi hadîsler basiret sahipleri yanında açıktırlar. Bu bakımdan bu hadîslerin hakikatlerinin kendisine keşfolunmadığı kimsenin bunların zahirlerini inkâr etmesi uygun değildir. Aksine îman derecelerinin en azı tasdik edip teslim olmaktır.

Soru: Biz, kâfir kabrine konduğunda bir müddet bakar, murakabe ederiz. Oysa hadîslerde belirtilen şeylerden hiçbir şey göremiyoruz. Gözle görülmeyenin hilafını tasdik etmenin gereği ne olabilir?

Cevap: Bu şeylerin benzerlerini tasdik etmek hususunda üç durum vardır:

Birinci Durum

Bunların en açığı, en sıhhatlisi ve en sağlamı olan birinci du rum; onların mevcut olduğunu ve ölüyü ısırdığını, fakat onları müşahede etmediğini tasdik etmektir. Çünkü insanda olan göz, melekût âlemine ait olan şeyleri müşahede etmeye elverişli değilir. Âhiretle ilgili olan herşey de melekût âlemindendir. Ashâbın Cebrail'in (aleyhi's-selâm) Hazret-i Peygamber'e geldiğine nasıl îman ettiklerini görmüyor musun? Oysa Cebrail'i görmüyorlardı.

Fakat Hazret-i Peygamberin (sallâllahü aleyhi ve sellemCebrâîl'i gördüğüne îman ediyorlardı. Eğer sen buna inanmıyorsan, o vakit meleklere ve vahye olan imanının esasını tashih etmek, senin için daha mühim olur. Eğer buna îman etmiş ve ümmetin görmediği şeylerin, Hazret-i Peygamber için görülmesinin caiz olduğunu kabul etmiş isen ölü hakkında bunu nasıl caiz görmezsin? Nasıl ki melek, insanlara ve hayvanlara benzemiyorsa ölüyü ısıran yılan ve akrepler de dünyadaki yılanlara benzemezler. Çünkü onlar başka bir cinstendir ve başka bir hassa (duyu) ile idrâk olunurlar.

İkinci Durum

Uyuyan bir kimse rüyasında yılanın kendisini ısırdığını görür ve bundan elem duyar. Hatta uykusundan bağırarak uyandığını ve terlediğini müşahede edersin. Bütün bunları, nefsinde idrâk etmektedir. Uyanık bir insanın eziyet çekmesi gibi, bundan eziyet çekmektedir! O nefsinde bunu müşahede ettiği halde sen onun görünür tarafının sakin olduğunu müşahede eder, onun etrafında bir yılan görmezsin. Ama onun için yılan vardır. Yılanın ısırmasından meydana gelen elem de vardır. Fakat bu senin için görünmez. Isırmada elem olduğu zaman, hayal edilen bir yılan ile müşahede edilen yılan arasında fark yoktur.

Üçüncü Durum

Yılanın bizzat elem vermediğini, esas elemi zehirin verdiğini bilirsin. Sonra zehir de elem verenin bizzat kendisi sayılmaz. Asıl elem, zehirin meydana getirdiği tesirden kaynaklanır. Eğer o tesirin benzeri sende zehirsiz mevcut olursa, yine elem duyarsın. Bu tür elemin tarifi, normal olarak bu gibi elemin sebebine izafe edilmek suretiyle mümkün olur. Zira eğer insanda, etmeksizin cima lezzeti yaratılmış olsaydı, o lezzeti tarif etmek ancak cimaya izafe edilmek suretiyle mümkün olurdu. Çünkü izafe, sebebiyle tarif etmek içindir. Sebebin sureti olmasa da meyvesi hâsıl olur. Zaten sebep zati için değil meyvesi için istenir. Bu helâk edici sıfatlar, ölüm anında nefiste elem ve eziyet verici şeylere dönüşürler.

Bu bakımdan onların elemleri, yılanların ısırmalarının elemleri gibi olur. Sıfatın eziyet edici oluşu, maşukun ölümü anında aşığın eziyet vericiye dönüşmesine benzer. Oysa aşk lezzetliydi. Onda öyle bir hal peyda oldu ki bizzat lezzetli olan şey elem verici oldu. Hatta kalbe öyle bir acıdır ki insan ne aşkın ve ne de kavuşmanın olmamasını temenni eder. Bu tür azap, bizzat ölü azabının çeşitlerinden biridir; zira ölüye dünyada nefsine aşık olma hastalığı verilmiştir. Mala, akla, mertebeye, evlada, akraba ve tanıdıklara aşık olmuştur. Eğer kendisinden geri alacağını ummadığı bir kimse bütün bunları ondan alırsa bu kimsenin halinin nasıl olacağını tahmin edebilir misin? Bu kimsenin derdi büyüyüp acısı şiddetlenmez mi? Bu kimse 'Keşke hiç malım ve mertebem olmasaydı da onun ayrılığı ile eziyet duymasaydım' diye temenni etmez mi? Bu bakımdan ölüm, bir defada dünyadaki bütün dostlardan ayrılmaktan ibarettir.

Bir tanesi olup da o bir tanesi de kendisinden kaybolan bir kimsenin hali ne olur?

Bu bakımdan ancak dünyasıyla sevinen bir kimseden dünyası alınıp düşmanlarına teslim edildiğinde, sonra bir de elden kaçırdığı ahiret nimeti ve Allah'tan uzaklaşmanın hasreti bu azaba eklendiğinde bu kimsenin hali ne olur? Evet! Allah'tan başkasının sevgisi insanı Allah'ın mülâkatından perdeler. O mülâkattan nimetlenmeye mâni olur. Böylece o kimsenin üzerine bütün sevdiklerinden ayrılmanın elemi, elden kaçırdığı ahiretin ebedî nimeti ve Allah'tan uzaklaşmanın zilleti çöker. İşte bu, görmüş olduğu azabın ta kendisidir; zira ayrılık ateşinin arkasından ancak cehennem ateşi gelir.

Hayır! Doğrusu o gün onlar rablerinden perdelenmişlerdir. Sonra onlar elbette cehenneme gireceklerdir.(Mutaffifîn/15-16)

Dünyaya iltifat etmeyen ve Allah'tan başkasını sevmeyen ve Allah'ın mülâkatına müştak olan bir kimse dünya hapishanesinden ve dünyadaki şehvetlerin şiddetlerinden kurtulmuş, mahbubunun huzuruna varmış, engeller ortadan kalkmış, ebediyyen zâil olmayacak bol nimetlere mazhar olmuştur. İşte çalışanlar, bunun için çalışsınlar.

Bundan maksad şudur: Kişi bazen o derece sever ki eğer atının almniası ile akrep veya yılanın ısırması arasında bir tercih yapmak için muhayyer bırakılsa, akrebin ısırmasına sabretmeyi tercih eder. Öyle ise atın ayrılık elemi, bu kişinin nezdinde akrebin ısırmasının eleminden daha dehşetlidir. At'a karşı olan sevgisi, at kendisinden alındığında onu ısıranın ta kendisi olur.

Bu bakımdan bu kişi bu ısırmalara hazırlıklı olmalıdır; zira ölüm kendisinin atını, merkebini, evini, akarını, ehlini, çocuğunu, ahbablarını ve tanıdıklarını, mertebesini, halk arasındaki şan ve şöhretini alacaktır. Hatta kulağını, gözünü, azalarını alacaktır. Bütün bunların kendisine geri verilmesinden de ümitsiz olacaktır. Bu bakımdan bunlardan, başkasını sevmediği halde bütün bunlar da kendisinden alınırsa, bu onun için akrep ve yılanların ısırmasından daha dehşetli olur. Hayatta iken bunlar kendisinden alındığında eleminin büjoidüğü gibi, öldüğünde de elemi büyür.

Çünkü daha önce elem ve lezzetleri idrâk eden mânânın ölmediğini belirtmiştik. Hatta ölümden sonra kişinin azabı daha şiddetli olur. Çünkü kişi hayattaiken arkadaşlarıyla oturmak, konuşmak gibi, duyularını meşgul eden sebeplerle teselli bulurdu. Kendisinden alınanın geri gelmesi hayaliyle sabrederdi. Onun bedelini ummakla avunurdu. Ölümden sonra ise, teselli yoktur; zira teselli yolları kapanmış ve ümitsizlik meydana gelmiştir. Öyle ise sevdiği ve ayrılmakla üzüldüğü gömlek ve mendili kendisinden alınırsa, onlar için sıkıntı ve elem duyar.

Eğer dünyada yükünü hafifletirse, sağlam kalır. 'Yükü hafif olanlar kurtuldular' sözlerinden kastedilen budur. Eğer yükünü ağırlaştırırsa, azabı büyür. Tıpkı bir dinarı çalman bir kimsenin halinin on dinarı çalman bir kimsenin halinden daha hafif olduğu gibi, bir dirhemin sahibinin hali de iki dirhemin sahibinin halinden daha hafiftir.

Hazret-i Peygamberin şu hadîsiyle kastedilen budur:

Bir dirhemin sahibi, hesap bakımından iki dirhemin sahibinden daha hafiftir.156

Ölüm anında senden geri kalan birşey, ölümden sonra, senin için üzüntüdür. İstersen fazla edin, istersen azalt! Eğer fazla edinirsen, üzüntüyü çoğaltmış olursun. Eğer azaltırsan sırtındaki yükü hafifletirsin. Yılan ve akrepler, ancak dünya hayatını ahirete tercih etmiş, dünyaya sevinmiş ve ona güvenmiş zenginlerin kabirlerinde çağalırlar.

İşte bunlar, kabirde yıları, akrep ve diğer şeylerin azapları hakkında îmanın makamlarıdır.

Ebû Saîd el-Hudrî157 ölen bir oğlunu rüyada görüp 'Ey oğul! Bana nasihat et!3 dedi. Oğlu 'Allah'ın irade etmiş olduğu hususta Allah'a muhalefet etme!' diye cevap verdi. Ebû Saîd 'Ey oğul! Daha fazlasını söyle!' deyince, oğlu 'Babacığım! Yapmaya gücün yetmez' dedi. Ebû Saîd 'Söyle!' dedi. Oğlu 'Allah ile arana gömleği (bile) sokma!' dedi. Ebû Saîd bundan sonra otuz sene gömlek giymedi.

Soru: Bu üç makamın hangisi sıhhatlidir?

Cevap: Halktan sadece birinci durumu kabul edip gerisini inkâr eden bir grup vardır. Başka bir grup da birinci durumu inkâr, ikinci durumu kabul etmiştir. Üçüncü bir grup da üçüncü durumu kabul etmiştir.

Basiret yolu ile bize keşfolunan hak şudur: Bütün bu durumlar imkân dahilindedir. Bunların bazısını inkâr eden havsalasının darlığından Allahü teâlâ'nın kudretinin genişliğini, tedbirinin acaipliklerini bilmediğinden inkâr etmiştir. Bu bakımdan böyle bir kimse ünsiyet ve ülfiyet vermediği ilahî fiilleri inkâr eder. Bu da cehalet ve kusurdur. Azap hususunda bu üç durum da mümkündür. Bunlara inanmak farzdır. Nice kul vardır ki bunların sadece biriyle cezalandırılır. Nice kullar vardır ki bu üç çeşit ile de cezalandırılır. Azabın azından da çoğundan da Allah'a sığınıyoruz.

İşte hak budur. Taklid ederek bunu tasdik et; zira bunu kesinlikle bilen kimseler yeryüzünde pek azdır. Sana tavsiye edeceğim şudur: Bu hususun tafsilatı hakkında fazla ileri gitme! Bunları öğrenmekle meşgul olma! Aksine azabı defedecek tedbir ile meşgul ol! Azap nasıl olursa olsun! Eğer sen amel ile ibadeti ihmal eder, azabın mahiyetini deşmekle meşgul olursan, bu takdirde sultan tarafından tutulup, elinin ve burnunun kesilmesi için hapsedilmiş bir kimse gibi olursun ki bu kimse bütün gece 'Acaba benim elimi, burnumu bıçakla mı kılıçla mı yoksa ustura ile mi kesecek?' diye düşünür. Azabı nefsinden uzaklaştırma çaresini ihmal eder. Bu ise cehaletin son derekesidir. Bu bakımdan kesinlikle anlaşılmıştır ki kul, ölümden sonra ya ebedî azaba veya ebedî nimete kavuşacaktır. Öyleyse en uygun davranış, buna hazırlanmaktır. Ceza ve sevabın tafsilatını deşmek fuzulî bir hareket ve zamanı boşa geçirmektir.

152) Ebû Dâvûd, Hâkim

153) Nesâî, İbn Hıbbân, (değişik ibarelerle); Bezzâr, (Musannifin ibaresiyle).

154) Medinelidir. Sonra Küfe'ye göç etmiştir. H. 40'da doğmuştur.

155) İbn Hıbbân, İbn Eb'id-Dünya, Hâkim-i Tirmizî, Nevadir'ıd-Usûl

156) Hâkim, Tarih, (Ebû Hüreyre'den)

157) Bazı nüshalarda Hudrî yerine Harraz geçmektedir. Kuşeyrî'ye göre Harraz’ın daha doğru olması kuvvetlidir.

26. Münker ve Nekir'in Sorgusu, Suretleri, Kabrin Sıkması ve Kabir Azabı ile İlgili Diğer Hususlar

Ebû Hüreyre Hazret-i Peygamber'in şöyle buyurduğunu rivâyet eder:

Kul öldüğünde ona siyah renkli, mavi gözlü iki melek gelirBirinin adı Münker, diğerinin adı Nekir'dirO iki melek ölüye 'Muhammed hakkında ne diyordun?' derlerEğer ölü Mü'min ise der ki: 'Muhammed Allah'ın kulu ve peygamberidirAllah'tan başka ilâh olmadığına, Muhammed'in (aleyhisselâm) Allah'ın Rasûlü olduğuna şahidlik ediyorum'İki melek 'Zaten bunu söyleyeceğini biliyorduk' derler. Sonra o ölü için kabir yetmiş zirâ genişletir, nûrlandırılır. Sonra ona uyu denirÖlü der ki: 'Yakamı bırakın! Ehlime döneyimOnlara başımdan geçeni haber vereyim!' Ona 'Uyu!' denirO, güvey uykusu gibi Allahü teâlâ onu o kabrinden haşre gönderinceye kadar uyurEğer ölü münafık ise Münker ve Nekir'in sualine şöyle cevap verir: 'Peygamberi bilmiyorumBen halkın bir şeyler dediğini duyar, ben de onu söylerdim'Bunun üzerine o iki melek derler ki: 'Zaten senin böyle söyleyeceğini biliyorduk'. Sonra yere (mezara) denilir ki: 'Bu kişinin üzerine kapan!' Yer onun üzerine, kaburgaları bir birine geçecek derecede kapanırMünafık, mezarda Allah onu haşre gönderinceye kadar azap görür158

Atâ bYesar, Hazret-i Peygamberin (sallâllahü aleyhi ve sellem) Ömer bHattab'a şöyle dediğini rivâyet ediyor:

Ey Ömer! Öldüğünde kavmin seni yıkayıp, kefenleyip kokuladıkları, sonra seni yüklenip o çukura bıraktıkları, sonra üzerine toprağı atıp seni defnettikleri zaman durumun ne olacak? Onlar senin yanından ayrıldıklarında sana Münker ile Nekir gelirlerOnların sesleri şiddetli gökgürültüsü ve gözleri çakan şimşek gibidirTüyleri yerde sürünürKabri, dişleriyle deşerler (veya teftiş ederler) Ey Ömer! Bu durumda halin ne olacak?159

Hazret-i Peygamberin bu sualleri karşısında Hazret-i Ömer sordu:

- Benim şimdiki aklım gibi o zaman da aklım olacak mı?

- Evet olacak!

- Öyleyse (Allah'ın izniyle) ben o zaman senin için onlara kâfi gelirim.

Bu hadîs, aklın ölümle bozulmayacağına ve ancak bedenin bozulduğuna dair açık bir hükümdürBu bakımdan ölünün aklı, idraki, elem ve lezzetleri daha önce bildiği gibi bilme hissi sağlam olarak kalırOnun aklından birşey bozulmazİdrâk edici akim bu azalar ile ilgisi yokturO idrak, uzunluğu ve eni olmayan bir şeydirHatta bölünme kabul etmeyen eşyayı idrâk edici cüz kalırsa, akıl var demektirİşte ölümden sonra da böyledir; zira ölüm, o idrâk edici parçaya girmezO yok olmaz.

Muhammed bMünkedir şöyle diyor: 'Kulağıma geldiğine göre kabirde kâfire kör, sağır, elinde demirden yapılmış ve başında devenin hörgücü gibi topuzu olan ve elinde kamçı olan bir hayvan musallat kılınırO kamçı ile kıyâmete kadar kâfiri döverKâfir ölüyü görmez ve sesini işitmez ki ona merhamet etsin',

Ebû Hüreyre şöyle demiştir: Ölü kabre konulduğunda sâlih amelleri gelir, etrafını çepeçevre sararlarBaşı tarafından azap geldiğinde okuduğu Kur'ân imdadına yetişirAyakları tarafından geldiğinde kıldığı namaz, imdadına yetişirElleri tarafından gelince, eller derler ki: 'Yemin olsun! O bizi sadaka vermek ve dua etmek için açardıBizden taraf ona yol yoktur'Ağız tarafından gelirse zikir ve oruç imdada yetişirBöylece sabır ve namaz bir tarafta dururlarBöylece (azap) der ki: 'Eğer ben ona varacak bir geçit görseydim mutlaka onun arkadaşı olurdum'.

Süfyân es-Sevrî der ki: Kişi nasıl kardeşini, ailesini, çocuğunu koruyorsa, sâlih amalleri de kişiyi o şekilde kabirde korurlar. Sonra kişiye şöyle denir: 'Allah senin için kabrini bereketli kılsın! Dostların ne güzel dost, arkadaşların ne güzel arkadaşlardır!'

Huzeyfe şöyle rivâyet ediyor: Hazret-i Peygamber ile beraber bir cenazeye gitmiştimKabrin başına oturduktan sonra kabre bakıp şöyle dedi:

Mü'min bir kimse kabirde öyle bir sıkıştırılır ki o sıkıştırmada onun göğsünün damarları kesilir161

Hazret-i ÂişeHazret-i Peygamberin şöyle buyurduğunu rivâyet eder:

Muhakkak kabrin sıkıştırması vardır! Eğer ondan bir kimse kurtulsaydı muhakkak Sa'd bMuaz ondan kurtulurdu162

Enes'ten şöyle rivâyet ediliyor: Hazret-i Peygamberin kızı Zeyneb vefat ettiO çok hastalıklı bir kadındıHazret-i Peygamber onun cenazesinin arkasından gittiHazret-i Peygamberin hali, bizi üzüntüye garkettiKabre indiğinde Hazret-i Peygamberin yüzü iyice sarardıKabirden çıkınca yüzü beyazlaşıp normale döndüBunun üzerine 'Ev Allah'ın Rasûlü! Sende bir durum gördükO durumu icabettiren ne idi?' diye sordukHazret-i Peygamber şöyle dedi:

Kabrin, kızımı sıkıştın}) azap edeceğini düşündümBana ondan azabın hafifletildiği haber verildiYemin, olsun! O öyle bir şekilde sıkıştırıldı ki onun sesini, insan ve cin hariç, yer ile gök arasındaki herşey işitti163

158) Tirmizî, (hasen bir sonedle) ; İbn Hıbbân

159) İbn Eb'id-Dünya, (mürsel olarak)

160) İbn Eb'id-Dünya

161) İmâm-ı Ahmed

162) İmâm-ı Ahmed

163) İbn Eb'id-Dünya

27. Rüyada Mükâşefe Yolu ile Ölülerin Bilinen Ahvâli

Allah'ın kitabından, Hazret-i Peygamberin sünnetinden ve ibret yollarından öğrenilen şeyler, genel olarak ölülerin durumlarının saîd ve şakî olarak ikiye ayrıldıklarını bildirmektedirFakat Zeyd'in veya Amr'ın îmanına îtimâd edersek neyin üzerine olduğunu ve hangi sonuca vardığını bilemeyizOnun görünür takvasına güvenirsek, takvanın yeri kalptirKalp ise, kapalıdırTakvâ sahibine bile gizlidirTakvâ sahibi olmayan bir kimse için takvanın bilinmesi nasıl mümkün olur? Bu bakımdan bâtınî takvâ olmaksızın sadece zahirî salah ile hüküm verilemez.

Allah ancak takvâ sahiplerinden kabul eder. (Mâide/27)

Bu bakımdan Zeyd ile Amr'ın 'durumunun bilgisi, ancak onların üzerine cereyan edenin müşahedesiyle mümkündürŞahıs öldüğünde, mülk ve şehadet âleminden gayb ve melekût âlemine naklolunmuş demektirBu bakımdan gözler onu görmezOnlar başka bir gözle ancak görünürO göz ise, her insanın kalbinde yaratılmıştırFakat insan onun üzerine, şehvet ve dünya meşgalelerinden kalın bir perde germiştirBu bakımdan insan o gözle artık göremezO perde kalbin gözünden yırtılmadıkçıa, melekût âleminden herhangi bir şeyi görmesi düşünülemez.

Peygamberlerin (aleyhisselâm) gözlerinden o perde kalktığı zaman onlar melekûta baktılar, Melekûtun acaipliklerini müşahede ettilerÖlüler de melekût âlemindedirlerBu bakımdan ölüleri gördüler ve onlardan haber verdiler.

Hazret-i Peygamber (sa) Sa'd bMuaz ve kızı Zeyneb için kabrin sıkıştığını gördüCâbir'in babası şehid düştüğünde hali boyle oldu; zira Hazret-i Peygamber Câbir'e şöyle haber vermiştir: Allahü teâlâ senin babanı perdesiz olarak huzurunda oturttu'.

Böyle bir müşahede, peygamberlerden ve dereceleri peygamberlerin derecesine yakın olan Allah'ın velî kularından başkası için umulmazBizim gibilerden mümkün olanı ancak zayıf bir müşahededirBu müşahededen gayem; rüya âleminde olan müşahedededirRüya âleminde olan müşahede peygamberlik nûrlarındandır.

Nitekim Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

Salih rüya, peygamberliğin kırk altı cüzünden bir parçadır164

Bu da bir keşiftir ki ancak perdenin kalpten kalkmasıyla meydana gelirAncak sâlih ve sâdık bir kimsenin rüyasına güvenilirYalanı çok olan bir kimsenin rüyası doğru olmazFesâd ve günahı çok olan bir kimsenin kalbi kararırBu bakımdan onun gördüğü edgâsu ahlam (karışık rüyalar) dırHazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) insanın temiz olarak uyuması için uyumadan önce abdest almasını tavsiye etmiştirBu, bâtının taharetine de işarettir.

Bu bakımdan o asıldırZahirin tahareti ise, onun tamamlayıcısıdırBâtın bozulmadıkça kalp gelecekte olanları keşfederNitekim Mekke'ye girileceği, Hazret-i Peygamber'e rüyada keşfolundu ve şu âyet nâzil oldu:

Andolsun Allah elçisinin rüyasını doğru çıkardı. (Feth/27)

İnsan oğlu, çok az olacak şeylere delâlet eden rüyalardan uzak olabilirO rüyaları doğru olarak bulurRüya ve uyku âleminde gaybı bilmek, Allahü teâlâ'nın sanatının acaipliklerinden, Âdem oğlunun fıtratının garipliklerindendirBu, melekût âleminin varlığına delâlet eden delillerin en açığıdırOysa halk tabakası, kalp ve âlemin diğer acaipliklerinden gâfil oldukları gibi bundan da gafildirler! Rüyanın hakikatinde söz söylemek mükâşefe ilminin inceliklerindendirBunu muamele ilmine ekleyerek zikretmek mümkün değildir.

Fakat burada zikredilmesi mümkün olan miktar, sana maksadı anlatan bir misaldirO misal de kalbin misalinin, kendisinde birçok suretin ve şeylerin hakikatleri görünen ayna gibi olduğunu bilmektirAllahü teâlâ'nın âlemin yaratılışının başlangıcından sonuna kadar takdir ettiği her şey yazılmıştır ve Allahü teâlâ tarafından yaratılmış bir defterde tesbit edilmiştir ve o deftere Kur'ân'da vârid olduğu gibi bazen levh-i mahfuz, bazen açıklayıcı kitâb (Kitab'ul-Mübîn) , bazen de açıklayıcı İmâm (İmâm'ul-Mübîn) denilmektedir.

Bu bakımdan âlemde cereyan etmiş ve edecek herşey, o levh'de yazılmıştırŞu gözle görülmeyen bir bakış o levhin üzerine nakşedilmiştirSakın o levh'in ağaçtan veya demirden veya kemikten olduğunu zannetme! O kitabın kağıttan veya deriden olduğunu da sanma! Şunu kesinlikle bil ki Allahü teâlâ'nın levhi, halkın levhine, Allahü teâlâ'nın kitabı da halkın kitabına benzemezNitekim Allahü teâlâ’nın zat ve sıfatlarının halkın zat ve sıfatlarına benzemediği gibi! Eğer onu, aklına yaklaştırcı bir misal istersen bil ki takdirlerin levhe tesbiti, Kur'ân'ın kelime ve harflerinin, hafızın dimağında ve kalbindeki tesbitine benzer.

Çünkü Kur'ân orada yazılıdırÖyle ki hafız, Kur'ân'ı okuduğu zaman sanki Kur'ân'a bakıp da okurOysa hafızın dimağını parça parça kontrol etsen, orada Kur'ân harflerinden bir harf dahi göremezsinOrada ne görünen bir hat, ne de müşahede edilen bir harf vardırİşte bu misalle, Allahü teâlâ'nın takdir ettiği herşeyi Levh'de nakşetmesinin mânâsını anlayabilirsinMisalde levh, içinde suretler beliren bir ayna gibidirEğer aynanın karşısına başka bir ayna konsa, aralarına perde gerilmezse o aynanın sureti diğer aynada da görünürBu bakımdan kalp, ilmin resimlerini kabul eden bir aynadırLevh, ilim resimlerinin aynasıdırO resimlerin hepsi onda mevcutturKalbin şehvetleri ve hassaların istekleriyle meşgul olması, kalp ile melekût âleminden olan levhin mütalaa edilmesi arasına gerilen bir perdedirEğer o perdeyi sallayıp kaldıran bir rüzgâr eserse, kalbin aynasında, çakan şimşek gibi melekût âleminden birşey parlarBu parlayan bazen kalıp devam ederBazen de devam etmezDevam etmemesi, daha fazla olur.

Çünkü kişi uyanık oldukça duyular vasıtasıyla milik ve şehadet aleminden kendisine görünen şeylerle meşguldürBu meşguliyet ise, melekût âleminin önüne gerilen perdedirUykunun mânâsı; hassaların sükûnete kavuşması ve mülk âleminden herhangi bir şeyi kalbe getirmemesi demektir, Bu bakımdan kalp bundan ve hayalden kurtulduğunda, cevheri de saf olduğunda, onunla Levh 'il Mahfuz arasindaki perde kalkarBöylece kalbe; Levh'il Mahfuz'da olan şeylerden bazıları girerTıpkı aralarındaki perde kalktığında bir aynadan diğer aynaya suretin geçtiği gibi!

Uyku hayalin dışında diğer hassaları çalışmaktan menederFakat hayali engellemez. . Bu bakımdan kalbe geleni hayal derhal kaparOnu ona yakın bir misal ile aksettirirHayal edenler hıfzda başkasından daha kuvvetli olurlarBöylece hayal hıfzda kalırİnsan uyandığında hayalden başkasını hatırlamazBu bakımdan rüya tabircisii hayale bakmaya, mânâlardan hangisini hikâye ettiğini dikkate almaya mecburdurBu bakımdan hayal edilen şey ile mânâlar arasındaki uygunluk vasıtasıyla mânâlara bakmalıdırBunun misalleri, tabir ilmini bilen bir kimse için açıktırSana vereceğimiz şu misal kâfi gelirMeşhur bir rüya tabircisi, İbn Sirîn'e (radıyallahü anh) 'Rüyamda elimde bir mühür olduğunu, o mühürle erkeklerin ağızlarını, kadınların da tenasül uzuvlarını mühürlediğini gördüm, sen buna ne dersin?' diye sordu.

İbn Sina 'Sen müezzinsinRamazan-ı şerifte sabahtan önce ezan okuyorsun' deyince adam 'Doğru söyledin!' dedi.

Mührün ruhunun menetmek olduğuna dikkat et! Zaten bunun için de mühür kastolunurKalpte ancak kişinin hali Levh'il Mahfuz'da olduğu gibi keşfolunurO da okuduğu ezanla insanları yemek ve içmekten menetmesidirFakat hayal, mânâ ruhunu terennüm eden hayalî suretle mühürlenme anında meydana gelen mene ülfiyet vermiştir.

Hafızada ancak hayalî suret kalırİşte bu, acaiplikleri sayılamayacak kadar çok olan rüya ilminin denizinden az bir nebzedirUyku ölümün kardeşidir* Ölüm de acaiplerden bir acaiptirUykunun böyle olmasının sebebi şudur: Uyku, gayb âleminin yüzünden perdeyi kaldırmak açısından zayıf bir yönden ölüme benzerHatta uyuyan bir kimse gelecek zamanda olacak bazı şeyleri bilirBir de perdeyi yırtan ve perdeyi tamamen kaldıran ölümü düşünÖyle ki insan nefesi kesildiği anda gecikmeksizin, nefsini ya azaplarla, rezaletlerle ve felâketlerle sarılı görür -bundan Allah'a sığınıyoruz- veya daimî bir nimet, sonsuz ve büyük bir mülkle çevrili olarak görürPerde kalktığı anda şakilere şöyle denir:

Sen bundan gaflette idinBiz sen (in gözün) den perdeni açtıkArtık bugün gözün keskindir.

(Kaf/22)

(Nasıl) şimdi bu, büyü mü imiş, yoksa siz mi görmüyormuşsunuz? Girin ona ister dayanın, ister dayanmayın, sizin için birdirArtık yaptıklarınıza göre cezalandırılacaksınız.

(Tûr/15-16)

Bunlara şu ayetle işaret vardır:

(Çünkü) hiç hesap etmedikleri şeyler, Allah'tan karşılarına çıkmıştır. (Zümer/47)

Bu bakımdan âlimlerin en âlimi, hakimlerin en hakimi olan kişi ölür ölmez ona öyle acaip şeyler keşfolunur ki daha önce kalbine asla böyle şeyler gelmemiştirEğer akıllı bir kimsenin o zamanki tehlike hakkında 'Acaba perde nasıl kalkacaktır? Acaba perdenin arkasında bulunan ayrılmaz bir şehvet mi yoksa daimî bir saadet midir?' diye düşünmekten başka bir gam ve üzüntüsü yoksa, bu düşünce bütün hayatını doldurmaya yeter de artar bile! Bu büyük tehlikeler önümüzde olduğu halde gafletimize hayret etmek gerekir! Bundan daha fazla hayret edilecek şey mal, kadın, çocuk ve azalarımızla sevinmemizdirBuna rağmen bütün bunlardan ayrılacağımızm kesin olduğunu da biliyoruzFakat Ruh'ul Kudüs'ün (Cebrâîl'in) kalbine üfürüp peygamberlerin efendisine dediği gibi kendisine 'Sev sevdiğini! Muhakkak ondan ayrılacaksın! İstediğin kadar yaşa, muhakkak öleceksin! İstediğini yap! Muhakkak onunla cezalandırılacaksın!' diyeceği zat nerede?

Bu durum, yakîn gözüyle Hazret-i Peygamber için keşfolunduğundan o dünyada ölü gibi olduKerpiç üzerine kerpiç, kamış üzerine kamış koymadıGeride ne bir dinar, ne de bir dirhem bıraktıNe bir dost, ne bir halîl edindiEvet!

Eğer ben bir dost edinseydim Ebû Bekir'i dost edinirdimFakat arkadaşınız, Rahman olan Allah'ın dostudur!166

Böylece peygamberlerin efendisi Rahman'ın dostluğunun kalbinin derinliğine işlediğini, Rahman'ın sevgisinin kalbinin içine yerleştiğini, kalbinde ne bir dosta, ne bir habib'e yer bırakmadığını beyan etmiştirAllahü teâlâ onun ümmetine şöyle buyurmuştur:

De ki: 'Eğer siz Allah'ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin!' (Al-i İmrân/31)

Onun ümmeti, ancak ona tâbi olandırOna ancak dünyadan yüz çeviren, âhirete yönelen tâbi olmuşturÇünkü o insanları sadece Allah'a ve son güne davet etmiştirO dünya ve geçici lezzetlerden insanları uzaklaştırmaya çalışmıştırBu bakımdan ne kadar dünyadan yüz çevirip âhirete yönelirsen, o nisbette onun yürüdüğü yolda yürümüş olursunOnun yolunda ne kadar yürürsen, o nisbette ona uymuş olursunOna uyduğun oranda, onun ümmetinden olursunDünyaya yönelmen nisbetinde onun yolundan kayar, onun yolundan yüz çevirmiş olursun ve Allahü teâlâ'nın haklarında şöyle buyurduğu kimselere iltihak etmiş olursun:

Artık kim azmışsa ve şu yakın hayatı (dünyayı) âhiret hayatına tercih etmişse, onun barınağı cehennemdir. (Nâziat/37-39)

Ey kişi! Eğer gururun siperinden çıkıp nefsin hakkında insaf edersen ki hepimiz de aynı kişiyiz ve bu hitaba dahiliz- sabahtan akşama kadar geçici nasipler peşinde koştuğunu anlarsınAncak geçici dünya için durur, onun için hareket edersin. Sonra yarın onun ümmetinden ve tâbilerinden olmayı ümit edersinSenin zannın ne kadar zayıftır, senin ümidin ne kadar da yersizdir!

Biz müslümanları suçlular gibi yapar mıyız hiç, neyiniz var, nasıl hüküm veriyorsunuz?

(Kalem/35-36)

Biz esas konumuza dönelim: Zira konuşmanın dizgini maksadın dışına çıktıBiz şimdi ölülerin hallerini keşfeden rüyaların fayda verenlerini zikredelim; zira peygamberlik devri sona ermiş, müjdeleyiciler kalmıştırOnlar da rüyalardır.

164) Buhârî, İmâm-ı Ahmed, Tayalisî ve İbn Mâce

165) 'Uyku ölümün kardeşidir. Cennet ehli olanlar ölmezler', Beyhâkî

166) Müslim

28. Ölülerin Ahvâlini ve Âhiret'te Fayda Veren Amelleri Gösteren Rüyaların izahı

Onlardan biri Hazret-i Peygamberi rüyada görmektirNitekim Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle demiştir:

Kim beni rüyada görürse, beni gerçek olarak görmüştürÇünkü şeytan benim şeklime giremez167

Hazret-i Ömer (radıyallahü anh) şöyle diyor: Hazret-i Peygamber'i rüyamda gördümFakat bana bakmıyordu'Ey Allah'ın Rasûlü! Neden bana bakmıyorsun?' dedimBunun üzerine bana bakıp şöyle dedi: 'Sen oruçlu olduğun halde hanımını öpen değil misin?' Hazret-i Ömer dedi ki: 'Nefsimi kudret elinde tutan Allah'a yemin ederim, artık oruçlu olduğumda hiçbir zaman eşlerimden birini öpmeyeceğim'168

Hazret-i Abbas (radıyallahü anh) şöyle diyor: Ben Ömer'in dostuydumOnu rüyamda görmek istedimOnu ancak ölümünden bir sene geçtikten sonra gördümAlnındaki terleri silerek diyordu: 'İşte şu an, boşaldığım zamandırEğer rabbime raûf ve rahîm olduğu halde mülâki olmasaydım. . . '

Hasan bAli babasından şöyle naklediyor: Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) bu gece rüyamda bana göründü ve kendisine 'Ey Allah'ın Rasûlü! Senin ümmetinden çektiğim nedir?' dedimHazret-i Peygamber şöyle dedi: 'Onlara beddua et!? Ben de şöyle dedim: 'Yârab! Bana onların yerine onlardan daha hayırlısını verOnlara da benden daha şerlisini ver!' Hazret-i Ali sabah namazına çıktığında İbn Mülcem onu vurup şehid etti.

Şeyhlerden biri şöyle diyor: Hazret-i Peygamber(sallâllahü aleyhi ve sellem) rüyamda görüp 'Ey Allah'ın Rasûlü! Benim için af talep et!' dedimBunun üzerine Hazret-i Peygamber benden yüz çevirdiBu manzara karşısında dedim ki: 'Sen senden istenilen herhangi birşeye karşılık hiç hayır dememişsin!'169 Bunun üzerine Hazret-i Peygamber bana yönelip şöyle buyurdu: 'Allah seni affetsin!'

Hazret-i Abbas'tan şöyle rivâyet ediliyor: Ben Ebû Leheb'in kardeşi ve arkadaşı idimEbû Leheb öldüğünde ve Allah onun hakkında (Tebbet süresiyle) hükmünü verdiğinde onun için kardeşlikten ötürü üzüldümOnun durumu beni meşgul ettiBu bakımdan Allahü teâlâ'dan bir sene onu rüya âleminde bana göstermesini diledim. Sonra onu gördüm! Ateş saçıp yanıyorduHalini sordumCevap olarak dedi ki: 'Cehennem'e azap içerisinde vardımAzap benden hafiflemezBana istirahat vermezAncak bütün gün ve geceler arasında sadece pazartesi gecesi azap hafifler' 'Bunun sebebi nedir?' diye sordumEbû Leheb şöyle dedi: O gecede Muhammed doğmuştuBana bir cariye geldiÂmine hatunun Muhammed'i doğurup dünyaya getirdiğini müjdelediBen de sevindim ve cariyemi âzâd ettimBundan dolayı Allahü teâlâ, her pazartesi gecesinde benden azabı kaldırıyor'170

Abdülvahid bZeyd şöyle anlatıyor: "Hac niyetiyle evimden çıktımBir kişi bana arkadaşlık yaptıO kişi, kalkarken, otururken, dururken salâvat-ı şerife getiriyorduOndan bunun hikmetini sorunca dedi ki: 'Sana hikmetini haber vereyimBabamla beraber ilk defa Mekke'ye doğru yola çıktımYola devam ederken bir konakta uyudukUyku halindeyken biri bana gelip Kalk! Allah senin babanı öldürüp yüzünü kararttı! dediKorku ve dehşet içerisinde uyandımBabamın yüzüne baktım ki yüzü simsiyah kesilmiş ve ölmüştüBundan dolayı dehşete kapıldımBen bu üzüntü içerisindeyken uyku bana galebe edip uyudumBabamın başı ucunda dört siyah adamın durduğunu gördümEllerinde demirden sopalar vardıO anda iki yeşil elbiseye bürünmüş güzel yüzlü biri çıkageldi ve onlara 'Uzaklasın!' dediOnlar uzaklaştıktan sonra babamın yüzünü eliyle sıvazladı. Sonra bana gelip 'Kalk! Allah babanın yüzünü beyazlattı!' dediBunun üzerine 'Anam babam sana feda olsun! Sen kimsin?' diye sordum'Ben Muhammed'im!' dediKalkıp babamın yüzünü açtımYüzünün bembeyaz olduğunu gördümBu olaydan sonra Hazret-i Peygambere salât ve selâm getirmeyi bırakmadım"171

Ömer bAbdülazîz'den şöyle rivâyet ediliyor: Hazret-i Peygamber'! (sallâllahü aleyhi ve sellem) rüyamda gördümYanında Hazret-i Ebû Bekir ile Hazret-i Ömer oturuyorlardıSelâm verip oturdumBen otururken Ali (radıyallahü anh) ile Muâviye getirildilerBir eve girdilerÜzerlerine kapı kapandıBen de bakıyordumKısa bir zaman sonra Ali (radıyallahü anh) çıktıŞöyle diyordu: 'Kabe'nin Rabbi'ne yemin ederim, hüküm lehimde verildi!' Kısa bir zaman sonra da Muâviye çıktıŞöyle diyordu: 'Kabe'nin rabbine yemin olsun bağışlandırır.

İbn-i Abbâs (radıyallahü anh) bir defa rüyasından uyanıp innâ lillâhî ve innâ ileyhi râciûn dedikten sonra 'Allah'a yemin ederim Hazret-i Hüseyin öldürüldü!' dedi.

Bu rüya, Hazret-i Hüseyin'in öldürülmesinden önceydiArkadaşları bu rüyayı inkâr ettilerİbn-i Abbâs rüyasını şöyle açıkladı: Hazret-i Peygamber(sallâllahü aleyhi ve sellem) gördümBeraberinde bir şişe kan vardıŞöyle dedi: 'Ümmetimin benden sonra ne yaptığını görmüyor musun? Oğlum Hüseyin'i öldürdülerBu, onun ve arkadaşlarının kanıdırAllah'ın huzuruna götürüyorum'172 Bu rüyadan bir gün sonra haber geldi ki İbn-i Abbâs'ı rüya gördüğü günde Hazret-i Hüseyin öldürülmüştür.

Hazret-i Ebû Bekir (radıyallahü anh) rüyada görüldü ve kendisine 'Sen dilin hakkında 'Beni bütün tehlikelere sokan budur' diyordunAcaba Allah sana ne gibi bir muamele yaptı?' diye sorulduHazret-i Ebû Bekir şöyle dedi: 'Ben Lâ ilâhe illâllah dediğim için dilim beni cennete götürdü'.

167) Müslim ve Buhârî

168) Kişi oruçlu iken hanımını öpebilir. Fakat şehvetinden emin olmayan bundan sakınmalıdır.

169) Müslim

170) İbn Eb'id-Dünya, Rüy'et

171) İbn Eb'id-Dünya, Rüy'et

172) İbn Eb'id-Dünya, Rüy'et

29. Şeyhlerin Rüyaları

Meşâyihten biri şöyle anlatıyor: Rüya âleminde Mütemmim ed-Durakî'yi görüp kendisine 'Efendim! Allahü teâlâ size ne gibi bir muamele yaptı?' diye sordumŞöyle dedi: 'Cennetlerde gezdirildimBana denildi ki: 'Ey Mütemmim! Cennetlerde herhangi birşeyi beğendin mi?' Dedim ki: 'Ey Mevlâm! Hayır!' Bunun üzerine şöyle buyurdu: 'Eğer herhangi bir şeyi beğenseydin, seni ona havale edip kendime seni vâsıl etmeyecektim!'

Yûsuf bHüseyin173 rüya âleminde görülüp kendisine 'Allah sana nasıl bir muamele yaptı?' diye sorulduCevap olarak 'Allah beni affetti!' dedi'Allah seni neden affetti' diye sorulunca, şöyle cevap verdi: 'Ben hiçbir zaman ciddi bir ameli, gayr-ı ciddi bir şeyle karıştırmadım'.

Mansûr bİsmail'den şöyle rivâyet ediliyor: Rüyada Abdullah el-Bezzârî'yi görüp 'Allah sana ne yaptı?' dedimCevap olarak dedi ki: 'Beni huzurunda durdurup ikrar ettiğim her günahımı affettiAncak utanıp söyleyemediğim bir günah kaldıAllahü teâlâ, beni yüzümün eti düşünceye kadar ter içerisinde durdurdu (sonra onu da affetti) Bunun üzerine 'O günah ne idi?' diye sorunca, cevap olarak dedi ki: 'Güzel bir oğlana bakıp onu beğenmiştim! Bunu söylemeye utandım!'

Ebû Cafer es-Seydelânî şöyle anlatıyor: "Rüyada Hazret-i Peygamber(sallâllahü aleyhi ve sellem) gördümEtrafında fakirlerden bir grup vardıBiz bu durumda iken gök yarıldıİki melek gökten iniverdiBirinin elinde bir leğen, öbürünün elinde bir ibrik vardıLeğen Hazret-i Peygamber'in huzuruna bırakıldıHazret-i Peygamber elini yıkadı.

Fakirler de ellerini yıkadılar. Sonra leğenin benim önüme konmasını emrettiMeleklerden biri diğerine 'Onun eline su dökme! Çünkü o fakirlerden değildir!' deyince, Hazret-i Peygambere hitaben dedim ki: "Ey Allah'ın Rasûlü! Senden 'Kişi sevdiğiyle beraberdir!' sözü gelmedi mi?" Hazret-i Peygamber 'Evet!' dediBen de 'muhakkak ki seni ve şu fakirleri seviyorum!' dedimBunun üzerine Hazret-i Peygamber meleğe 'Onun eline de su dök! O da fakirlerdendir!' dedi".

Cüneyd-i Bağdadî şöyle anlatıyor: 'Rüyada halka vaazediyorumBunun üzerine bir melek önüme dikilip 'Allah'a yaklaştırıcı vesilelerinin en yakını nedir?' dediCevap olarak 'Doğru bir terazi ile ölçülen gizli bir ameldir' dedimBunun üzerine melek 'Allah'a yemin ederim! Bu uygun bir sözdür' diyerek gitti".

Mücemmî174 rüyada görülüp kendisine 'İşi nasıl buldun?' denildiCevap olarak dedi ki: 'Dünya hakkında zâhid olanların dünya ve âhiret hayrını elde ettiklerini gördüm'.

Şam halkından bir kişi Alâ bZiyad'a175' Rüyada seni cennette gördüm' dediBunun üzerine yerinden kalktı, adama yaklaştı ve 'Belki şeytan beni azdırmak istedi, başaramadıBu sefer beni mağrur edip helâk etmek için seni gönderdi' dedi176

Muhammed bVasî şöyle demiştir: 'Rüya Mü'mini sevindirir, fakat gururlandırmaz! (Aksi takdirde felâkettir!) '

Salih bBişr şöyle demiştir: Atâ Selümî'yi rüyada görüp sordum: 'Allah sana rahmet ede! Sen dünyada kusurlu oluşuna pek fazla üzülürdün. (Acaba sana ne yapıldı?) ' Dedi ki: 'Dikkat edilsin! Allah'a yemin ederim, o üzüntü, arkasından bana uzun bir rahat ve daimî bir sevinç bıraktı!' Bunun üzerine sordum: 'Derecelerin hangisindesin?' Cevap olarak dedi ki: 'Allah'ın nimetlendirdiği peygamberler, sıddîklar, şehidler ve salihlerle beraberim!' Zurare bEbî Evfa'dan177 rüya âleminde şöyle soruldu: 'Sizin nezdinizde amellerin hangisi daha üstündür?' Cevap olarak dedi ki: 'Allah'ın hükmüne razı olmak ve emeli kısaltmak!'

Yezid bMez'ûr şöyle anlatıyor: Evzâî'yi rüyada görüp 'Ey Ebû Amr! Beni öyle bir amele muttali et ki onunla Allah'a yaklaşayım!' dedim, O da şöyle dedi: 'Orada âlimlerin derecesinden daha yüksek bir derece görmedim. Sonra kusurları için üzülenlerin derecesi gelir'.

Râvî der ki: 'Yezid yaşlı bir ihtiyar idiİki gözü kör oluncaya kadar durmadan ağladı'.

İbn Uyeyne şöyle diyor: Rüyada kardeşimi görüp: 'Ey kardeşim! Allah sana ne yaptı?' diye sordumCevap olarak dedi ki: 'Affını talep ettiğim her günahı bağışladıAffını talep etmediğim günahları da affetmedi'.

Ali et-Talhî şöyle diyor: Rüyada dünya kadınlarına benzemeyen bir kadın görüp sordum:

- Sen kimsin?

- Bir huriyim!

- Benimle evlenir misin?

- Beni efendimden iste ve mehrimi ver de evlenelim.

- Senin mehrin nedir?

- Nefsini dünyanın âfetlerinden alıkoymandır!

İbrahim bİshak el-Harbî şöyle diyor: Harun Reşid'in hanımı Zübeyde'yi178 rüyada görüp sordum:

- Allah sana nasıl muamele yaptı?

- Beni affetti!

- Mekke yolunda infak ettiğin maldan ötürü mü?

- İnfak ettiğim malların ecirleri sahiplerine gittiBenim niyetimden ötürü Allahü teâlâ beni affetti.

Süfyân es-Sevrî vefat ettiğinde rüyada görülüp kendisine 'Allah sana ne yaptı?' diye sorulunca, dedi ki: İlk adımımı köprüye, ikinci adımımı cennete attım; köprüyü kolayca geçtim'.

Ahmed bEbî el-Havarî şöyle diyor: 'Rüyada bir cariye gördümOndan daha güzelini görmemiştimYüzü pırıl pırıl parlıyorduOna dedim ki:

- Yüzünün nuru nereden geliyor?

- O ağladığın geceyi hatırlıyor musun?

- Evet!

- Gözyaşlarını topladımOnunla yüzümü sıvazladımİşte yüzümün ışığı ondandır.

Kettânî şöyle anlatıyor: Cüneyd'i rüyada görüp kendisine 'Allah sana nasıl bir muamele yaptı?' diye sordumDedi ki: 'İşaretler dağıldı, ibareler gittiBiz ancak geceleyin kılmış olduğumuz iki rek'at namazın sevabını gördük'.

Zübeyde rüyada görüldü ve kendisine 'Allah sana ne gibi bir muameleyi reva gördü?' diye sorulduDedi ki: Allahü teâlâ şu dört kelimeden ötürü beni bağışladı:

1Lâ ilâhe illâllahl Ömrümü bununla tüketirim.

2Lâ ilâhe illâllahl Bununla kabrime girerim.

3Lâ ilâhe illâllahl Bununla tek başıma kalırım.

4Lâ ilâhe illâllahl Bu kelime ile rabbime mülâki olurum.

Bişr el-Hafî rüyada görüldü 'Allah sana bir muamele yaptı?' diye sorulunca, cevap olarak dedi"Rabbim bana rahmet ederek Ey Bişr! Benden niçin utanmadın? Neden o kadar korkuyordun?' dedi".

Ebû Süleyman rüyada görülüp Allahü teâlâ sana ne gibi bir muamele yaptı' diye sorulunca 'Allah bana rahmet eyledi. (Âhiret âleminde) insanların dünyada parmakla beni göstermelerinden daha zararlı birşey ile karşılaşmadım' dedi.

Ebû Bekir el-Kettânî şöyle diyor: "Rüyada bir genç gördümOndan daha güzel birini görmüş değildimOna dedim ki:

- Sen kimsin?

- Ben takvâ'ymı!

- Nerede durursun?

- Üzüntülü kalplerde dururum!

Sonra dönüp baktımSimsiyah bir kadın gördüm ve dedim ki:

- Sen kimsin?

- Ben hastalığım!

- Sen nerede durursun?

- Her sevinen ve çok ferahlı bulunan kalpte dururum! Uyandım ve mecbur olmadıkça bir daha gülmemeye söz verdim".

Ebû Said el-Harraz şöyle diyor: Rüyada İblis'in sırtıma bindiğini gördümBunun üzerine asayı alıp ona vurmak istedimFakat benden ürkmediBunun üzerine gaibden bir ses kulağıma geldi: 'İblis asadan korkmaz, ancak kalpte bulunan bir nurdan korkar dedi.

Mesuhî şöyle diyor: "Rüyada İblis'i çıplak olarak yürürken görüp dedim ki:

- Ey İblis! İnsanlardan utanmıyor musun?

- Allah aşkına doğru söyle! Bunlar insan mı? Eğer insan olsaydılar gece gündüz onlarla çocukların topla oynadığı gibi oynayamazdımGerçek insanlar bunlardan başka bir kavimdir ki onlar beni hasta ettilerŞeytan bunu söylerken bizim eliyle sûfî arkadaşlarımıza işaret etti".

Ebû Said el-Harraz şöyle anlatıyor: Dımeşk (Şam) 'da kalırken rüyamda Hazret-i Peygamber'in (sallâllahü aleyhi ve sellem) Hazret-i Ebû Bekir ile Ömer Faruk'un omuzlarına yaslanarak bana gelip tam yanımda durduğunu gördümBen de bir şeyler söyleyen (meczûb gibi) göğsümü yumrukladımBunun üzerine şöyle dedi: 'O yaptığının şerri hayrından daha fazladır!

İbn Uyeyne'den şöyle rivâyet ediliyor: "Süfyân Sevrî'yi rüyamda cennette gördümBir ağaçtan bir ağaca uçarak şöyle diyordu: İşte çalışanlar, bunun için çalışsınlar'Bunun üzerine 'Bana nasihat et!' dedimİnsanlarla tanışmayı azalt!' dedi".

Ebû Hatim er-Razî, Kabise bUkbe'den şöyle rivâyet ediyor: Süfyân es-Sevrî'yi rüyamda gördüm'Allah sana nasıl bir muamele yaptı?' diye sorunca şu şiiri okudu: "Rabbime baktım ve şifahî olarak konuştumBana 'Ey Ebû Said! Gözün aydın olsun; zira sen gece karardığında çok ibadet ederdinHem de aşık bir kimsenin gözyaşları ve kuvvetli bir kimsenin kalbiyle bunu yapardınÖyleyse gel! Hangi köşkü istersen seç! Beni ziyaret et! Zirâ ben senden ırak değilim!' dedi".

Şiblî ölümünden üç gün sonra rüyada görüldü ve kendisine 'Allah sana ne gibi bir muamele yaptı?' diye sorulduCevap olarak dedi ki: 'Ben ümitsiz oluncaya kadar hesaba çektiÜmitsizliğimi görünce rahmetiyle beni örttü!'

Benî Amir'in mecnunu (Kays b. Meluh) ölümünden sonra rüyada görüldü ve kendisine soruldu:

- Allah sana ne gibi bir muamele yaptı?

- Beni affetti ve aşıklara karşı beni delil kıldı.

Süfyân es-Sevrî rüyada görülüp 'Allah sana ne yaptı?' diye sorulunca 'Bana rahmet etti!' cevabını verdi'Abdullah bMübarek'in durumu nedir?' diye sorulunca, 'O, günde iki defa rabbinin huzuruna girip çıkanlardandır' dedi.

Seleften biri rüyada görülüp hali sorulduCevap olarak dedi ki: 'Bizi hesaba çektilerİnceden inceye hesap gördüler. Sonra minnet ederek bizi âzâd ettiler'.

İmâm-ı Mâlik bEnes (radıyallahü anh) rüyada görülüp 'Allah sana ne yaptı?' diye sorulunca,

cevap olarak şöyle dedi: Hazret-i Osman'ın, bir cenazeyi gördüğünde tekrarladığı bir kelimeden ötürü Allahü teâlâ beni affettiO kelime şudur: 'Ölmez, diri, âlim ve kadir olan Allah ortaktan münezzehtir'.

Hasan-ı Basrî öldüğü gece rüyada görüldü ki ona göklerin kapıları açıldıBir tellâl İyi bilin ki Hasan-ı Basrî, rabbi kendisinden razı olduğu halde rabbinin huzuruna vardı' diyordu.

Câhız179 rüyada görülüp 'Allah sana ne gibi bir muamele yaptı?' diye sorulunca 'Sakın kıyâmet günü, gördüğünde seni sevindirecek birşeyden başkasını elinle yazma! dedi.

Cüneyd-i Bağdadîİblis'i rüyasında çıplak olarak gördü ve ona İnsanlardan utanmıyor musun?' diye sorunca, İblis 'Şunlar insan mıdır? Gerçek insanlar, Şevniziyye mescidinde bulunan insanlardır ki benim bedenimi zayıf düşürüp, ciğerimi yaktılar' dedi.

Cüneyd dedi ki: Uyandığımda Şevniziyye mescidine gittimOrada başlarını dizlerinin üzerine koyup düşünen bir cemaat gördümOnlar benim geldiğimi görünce 'Sakın o melunun konuşması seni aldatmasın!' dediler.

Nesrabazî180 öldükten sonra Mekke'de rüyada görülüp 'Allah sana ne gibi bir muamele yaptı?' diye sorulunca "Eşrafın kınandığı gibi kınandım. Sonra 'Ey Ebû Kasım! Birleşmeden sonra ayrılma var mıdır?' diye çağrıldım ve 'Ey celâl sahibi! Hayır, yoktur' dedimBu bakımdan lâhdime konulmadan önce rabbimin huzuruna vâsıl oldum" diye cevap verdi.

Utbet'ül-Gulâm, rüyasında güzel bir surette bir cennet hurisi gördü ve huri dedi ki: 'Ey Utbe! Sana aşığım! Dikkat et! Benimle arana perde olacak bir amel işlemeyesin!' Bunun üzerine Utbe dedi ki: 'Dünyayı üç talâkla boşadımSana varıncaya kadar artık o dünyayı tekrar nikâhımın altına almam'.

Eyyûb es-Sahtiyânî âsi bir kimsenin cenazesini gördüO cenazenin namazını kılmamak için dehlize girdiBunun üzerine, (zamanın erenlerinden) biri o ölüyü rüyada görüp 'Allah sana ne gibi bir muamele yaptı?' diye sorunca 'Allah beni affetti' dedikten sonra şunları söyledi: Ebû Eyyub'a şu âyeti okuyup hatırlat:

De ki: 'Eğer rabbimin rahmet hazinelerine siz sahip olsaydınız sarfetmek (le tükenir) korkusuyla (onu) tutar (kimseye birşey vermez) dinizHakîkaten insan çok cimridir'. (İsrâ/100)

Seleften biri şöyle demiştir: Dâvûd et-Tâî'nin vefat ettiği gecede bir nur, gökten inen melekler ve yerden göğe çıkan melekler gördüm ve 'Bu hangi gecedir?' diye sorduğumda, dediler ki: 'Dâvûd et-Tâî'nin vefat ettiği gecedirOnun ruhunun gelmesi için cennetler süslendirilmiştir'.

Ebû Said el-Şahham şöyle diyor: Sehl es-Salukî'yi rüyamda gördüm ve dedim ki:

- Ey Şeyh!

- Şeyh kelimesiyle çağırmayı bırak!

- O sende gördüğüm haller ne oldu?

- Onların hiç biri bize fayda vermedi!

- Allah sana ne yaptı?

- Halk tabakasının sormuş olduğu birtakım meselelerden dolayı Allahü teâlâ beni affetti.

Ebû Bekir er-Keşidî181 şöyle diyor: Bu ümmetin rabbânîsi olan Muallim Muhammed et-Tûsî'yi rüyamda gördüm.

Bana Müeddib Ebû Said es-Saffar'a şu şiiri iletmemi söyledi'Biz hevâdan (sevgiden) caymak üzere sözleşmiştikKalbin hayatına yemin ederim ki siz döndünüz, biz dönmedik!' Uyanınca bunu kendisine söyledim'Onun kabrini her cuma günü ziyaret ediyordumBu geçirdiğimiz cuma ziyaret etmedim' dedi.

İbn Râşid182 şöyle diyor: Ölümünden sonra İbn Mübarek'i rüyamda görüp sordum:

- Sen daha önce varmamış miydin?

- Evet!

- Allah sana ne gibi bir muameleyi yaptı?

- Beni öyle bir affa tâbi tuttu ki her günahı kapsadı.

Süfyân es-Sevrî ne oldu?

- Ne mutlu ona! O, Allah'ın kendilerine nimet verdiği peygamberler, sıddîklar, şehidler ve sâlihlerledir.

Rebî Süleyman der ki: İmâm-ı Şâfiî'yi ölümünden sonra rüyada görüp 'Ey Ebû Abdullah! Allah sana ne gibi bir muamele yaptı?' dedimCevap olarak 'Beni altından yapılmış bir kürsüye oturttuBaşımın üzerine berrak inciler saçtı' dedi.

Hasan-ı Basrî'nin arkadaşlarından biri, Hasan'ı öldüğü gece onu rüyasında gördü ve bir tellâl şöyle bağırıyordu:

Allah Âdem'i, Nûh'u, İbrahim âlini ve İmrân âlini seçip âlemlere üstün kıldı. (Al-i İmrân/33) "Hasan-ı Basrî de zamanın ehli üzerine seçkin kılındı".

Ebû Yakub ed-Dakikî şöyle diyor: Rüyamda bana esmer, uzun boylu ve halkın kendisine tâbi olduğu biri gösterildi'Bu kimdir?' diye sordum 'Veysel Karanî'dir' dedilerOna varıp dedim ki: 'Allah sana rahmet etsinBana nasihat et!' dedimBunun üzerine yüzüme somurtarak baktı'Ben irşad talep eden bir kimseyim! Allah seni irşad etsin! Beni irşad eder misin?' dedimBunun üzerine bana yönelerek 'Sevgisinin yanında rabbinin rahmetine tâbi ol! Mâsiyet zamanında azabından korun! Bununla beraber Allah'tan ümidini kesme!' dedi. Sonra beni bırakıp gitti.

Etu Bekir bEbi Meryem şöyle diyor: diyor: Verka bBişr el-Hazramî'yi rüyamda gördüm ve dedim ki:

- Ey Verka! Sen ne yaptın?

- Bütün yorgunluktan sonra kurtuldum.

- Hangi amelleri daha faziletli gördün?

- Allah korkusundan ağlamayı!

Yezid bNuame şöyle diyor: Büyük vebada bir kız çocuğu öldüBabası onu rüyada görüp kendisine 'Ey kızım! Bana âhiretten haber ver?' dediKız dedi ki: 'Babacığım! Biz büyük bir işin üzerine vardıkBiliyoruz ama yapamıyoruzSiz yapıyor ama bilmiyorsunuz! Allah'a yemin ederim, bir veya iki tesbih etmek, bir veya iki rek'at namaz kılmak benim nezdimde dünya ve dünyadaki şeylerden daha değerlidir'.

Ütbet'ül-Gulam'ın arkadaşlarından biri şöyle diyor: Utbe'yi rüyada görüp 'Allah sana ne gibi bir muamele yaptı?' dedimDedi ki: 'Evinde yazılı bulunan o duanın yüzü suyu hürmetine cennete girdim'Sabahladığımda evime baktım ki Utbet'ul-Gulam'ın yazısı evin duvarında duruyorDua şöyleydi:

Ey sapıtanlara hidayet eden! Ey günahkârlara rahmet eden! Ey kayanların kayışlarını affeden! Büyük tehlike sahibi olan kuluna ve bütün müslümanlara rahmet eyle! Bizi rızıklanan ve kendisine nimet verdiğin peygamberler, sıddîklar, şehidler ve sâlihlerle beraber kıl! Ey âlemlerin rabbi! Duamızı kabul buyur!

Musa bHammad şöyle diyor: Rüyamda Süfyân Sevrî'yi cennette gördümBir hurma ağacından öbürüne uçuyorduOna dedim ki:

- Ey Ebû Abdullah, bu dereceye ne ile nâil oldun?

- Takvâ ile!

- Ali bAsım'ın183 durumu nedir?

- O yıldız gibi, yüksek dereceye ulaşmıştır.

Tâbiîn-i kiramdan bir kişi rüyasında Hazret-i Peygamberi gördü ve 'Ey Allah'ın Rasûlü! Bana nasihat et' dediHazret-i Peygamber 'Eksiğini kontrol etmeyen bir kimse eksiktirEksik olan bir kimse için ölüm daha hayırlıdır' dedi.

İmâm-ı Şâfiî (radıyallahü anh) şöyle diyor: "Bugünlerde bana öyle birşey isabet etti ki beni huzursuz kıldı ve üzdüAllah'tan başkası o musibete muttali olmadıDün gece rüyamda biri bana geldi ve 'Ey İdris'in oğlu Muhammed!' dedikten sonra şu duayı okudu: Ey Allahım! Ben nefsim için ne fayda, ne zarar, ne ölüm, ne de hayat verebilirimÖldükten sonra kabirden kalkmaya da gücüm yetmezSenin verdiğinden başkasını almaya gücüm yokturKoruduğundan başkasından korunamamEy Allahım! Sevdiğin ve razı olduğun söz ve amele beni muvaffak kıl!' dediSabahladığımda duayı tekrar ettimGün bittiği zaman Allahü teâlâ bana istediğimi verdiİçinde bulunduğum darlıktan kurtulma yolunu bana gösterdiSiz de bu duayı yapıp bunlardan gâfil olmayınız!"184

İşte buraya kadar söylediklerimiz, ölülerin hallerine ve Allah'a yaklaştırıcı amellere delâlet eden mükâşefe'den bir nebzedirBiz bunlardan sonra sûr'un üfürülmesinden, cennet veya cehennemde karar kılıncaya kadar ölülerin önündeki durumlardan bahsedeceğizHamd Allah'a mahsusturŞükredenlerin hamdi ile Allah'a hamd ederiz!

173) Künyesi Ebû Yakub'dur. Zamanında Ruyin şeyhi idi. H. 304'de vefat etmiştir.

174) Yûsuf b. Hüseyin et-Teymî, muttaki ve cömert bir zattı. Hilye ricalindendir.

175) el-Adevî el-Basrî. Âbid bir zattı.

176) Yani 'Beni gururlandırıp helâk etmek mi istiyorsun?'

177) el-Âmirî el-Basrî. Âbid ve sika bir zattı.

178) Ümmü Cafer Zübeyde, Cafer el-Mansur'un kızıdır. H. 165'de Harun Reşid ile Abbasî sarayında evlendi.

179) Amr b. Bahr Ebû Osman Câhız Basralıdır. Mutezile'nin Câhıziye kolunun imamıdır. H. 255?de vefat etmiştir.

180) Adı, Ebû Kasım İbrahim b. Muhammed'dir, Horasan'ın şeyhidir.

Şiblî'nin sohbetinde bulunmuştur. H. 366'da Mekke'de mücavir olup, 367'de orada vefat etmiştir. Hadîs âlimi idi.

181) Ebû Bekir Muhammed b. Mahmûd b. Abdullah, Nişaburlu bir fakîhtir.

182) el-Huzaî el-Basrî.

183) Tam adı Ali b. Asım b. Suheyb el-Vasıtî'dir. H. 20İ'de vefat ettiğinde 90 yaşını geçmişti.

184) Beyhâkî

30. Sûr'un Üfürülmesinden İtibaren Cennet veya Cehennem'de Yerini Alıncaya Kadar Ölünün Halleri, Önündeki Dehşetin ve

Bu bölümde sûr'a üfürülmesi bahsi, mahşer günü, mahşer ehli, mahşer ehlinin durumu, kıyâmet gününün uzunluğu, kıyâmetin dehşetleri ve isimleri, günahların soruşturulması, mizan, hasımlar ve zulümlerin durumu, sırat, şefaat, havz'un durumu, cehennemin azapları ve oradaki yılan ve akreplerin durumu, cennetin ve cennetin nimetlerinin durumu, cennetlerin sayısı, kapıları köşkleri, duvarları, nehirleri, ağaçları, cennet ehlinin elbiseleri, yataklarının durumu, yemeklerinin, huri ve vildanlarmın durumu, Allahü teâlâ'nın cemâline bakmak ve Allah'ın rahmetinin genişliği beyan edilmiştir.

Allah'ın izniyle İhyâ-i Ulûm'id-Dîn adlı eserimiz bu bölümle birlikte sona erecektir.

31. Sûr'a Üfürülmenin Keyfiyeti

Geçen ölümün dehşetleri bölümünde ölünün hallerinin şiddetini, sonuç korkusunu, sonra kabir karanlığında çektiği zahmetleri, kabir haşeratmın tehlikesini, sonra Münker Nekir'in suallerinin tehlikesini, sonra ölü gazaba uğramışsa kabrin azap ve tehlikesini bildirmiştik.

Bütün bunlardan daha tehlikelisi, ölümden başka sûr'a üfürülmesi, kabirlerden haşrolunma, Cebbâr'ın huzuruna arzedilme, az ve çok her şeyden sorulma, mizan'ın kurulması, sonra incelik ve keskinliğine rağmen köprüden geçme, sonra hüküm, saadet veya şekavetle çağrılmayı beklemektirBunlar bilinmesi, sonra kesinlikle inanılması gereken dehşet verici hallerdirKalbinde bunlara hazırlanma azminin gelişmesi için bu hususta düşünmek gerekirSon güne olan îman, insanların çoğunun kalbinde yerleşmemiş ve kalplerinin derinliğine nüfuz etmemiştirBunun böyle olduğuna delâlet eden durum, insanların yazın sıcağına ve kışın soğuğuna fazlasıyla hazırlanıp tedbir almaları, cehennem sıcağı için tedbir almayıp gevşeklik göstermeleridir.

Evet, insanlara son gün sorulduğunda dilleriyle son günün hak olduğunu söylerler, fakat kalpleri ondan gafildirOysa önünde zehirli yemek olduğunu haber alan bir kimse kendisine bu haberi veren arkadaşına 'sen doğru söyledin' deyip sonra o yemeği almak için elini uzatırsa, bu kimse haber vereni diliyle tasdik etmiş, ameliyle yalanlamış olurAmelin yalanlaması, dilin yalanlamasından daha beliğdir.

Nitekim bir hadîs-i kudsî'de şöyle buyurulmuştur:

Âdem oğlu bana küfrediyorOysa bana küfretmesi uygun değildirBeni yalanlıyorOysa beni yalanlaması uygun değildirBana küfretmesi 'Allah'ın çocuğu vardır!' demesidirBeni yalanlaması 'Allah bizi başlangıçta yarattığı gibi, ikinci bir defa diriltemez' demesidir185

Kalplerin, ölümden sonra dirilmek, kabirlerden haşre gönderilmek hususundaki tasdik ve yakînin kuvvetinden gevşemesi, dünyada bu gibi şeylerin az anlaşılmasından neşet ederEğer insan hayvanların üremesini müşahede etmeseydi ve ona 'Bir usta vardırPis olan meniden şu suretlendirilmiş, akıllı, konuşkan ve tasarruf sahibi insan gibisini yapar' denilseydi, muhakkak iç âlemi bunu tasdik etmekten şiddetle kaçardı.

İnsan bizim kendisini nasıl bir nutfeden yarattığımızı görmedi mi ki şimdi aşikâr bir mücadeleci kesiliverdi?! (Yâsîn/77)

İnsan başıboş bırakılacağını mı sanır? Kendisi dökülen bir meniden bir nutfe değil mi? Sonra kan pıhtısı oldu da (rabbi onu) yarattı, şekil verdiOndan iki çifti; erkeği ve dişiyi var etti. (Kıyâmet/36-39)

Âdem oğlunun yaratılışındaki acaiplikler, âzalarındaki terkibin değişikliği, ölümden sonra tekrar dirilmesindeki acaipliklerden daha fazladırÖyle ise Allah'ın sanat ve kudretinde bu durumu müşahede eden bir kimse, diriltilip haşre gönderilmeyi nasıl inkâr eder? Eğer imanında zafiyet varsa, birinci yaratılışa da dikkat etmek suretiyle imanını kuvvetlendir; zira ikinci yaratılış da onun gibi, belki ondan daha kolaydırEğer kuvvetli bir imana sahip isen, kalbine korku ve tehlikeleri sezdirOnlar hakkında çok düşünüp ibret al! İbret al ki kalbinden dünya nimetlerini atıp Cebbâr'ın huzuruna çıkmak için hazırlık yapabilesinÖnce kabir sakinlerinin kulağına gelen sûr'un üfürülmesi hakkında düşün! Bu üfürülme, bir tek sayhadırO sayha ile kabirler yarılıp ölüler kabirlerinden fırlarKendini yüzün kararmış, bedenin tepeden tırnağa kadar topraklanmış, o üfürülüşün şiddetinden şaşkın bir şekilde kalkmış farzetGözün, sesin geldiği istikamete doğru dikilmiş, herkes uzun zaman zahmet çektikleri mezarlardan sıçramıştırÜzüntülere, gamlara ve işin neticesini beklemenin şiddetine, onları rahatsız eden o dehşet ve korku da eklenir.

Sûr'a üflendi, göklerde ve yerde olanlar (korkudan) düşüp bayıldı (lar) Ancak Allah'ın dilediği kaldı. Sonra ona bir defa daha üflendi, birden onlar kalktılar, bakıyorlar (ne olacağını bekliyorlar) .

(Zümer/68)

O sûr'a üfürüldüğü zaman, işte o gün çetin bir gündürKâfirler için kolay değildir. (Müddessir/8-10)

Ve 'Eğer doğru söylüyorsanız bu tehdit (ettiğiniz azap) ne zaman (gelecek) ?" diyorlarOnların işi sadece korkunç bir sese bakarÇekişip dururlarken ansızın o kendilerini yakalarArtık ne bir tavsiye yapabilirler, ne de ailelerine dönebilirlerSûr'a üflendiİşte onlar kabirlerinden (kalkıp) rablerine koşuyorlarDediler: 'Vah bize, bizi yattığımız yerden kim kaldırdı? İşte Rahman'ın va'dettiği şey budurDemek peygamberler doğru söylemiş! (Yâsin/48~52)

Eğer ölülerin önünde o sûr'a üfürülüşün dehşetinden başka hiçbir azap olmasaydı, yine de ondan korunmak gerekirdiÇünkü o, öyle bir üfürülüş ve sayhadır ki onunla göklerde ve yerde ne varsa Allah'ın istisna ettiği bazı melekler hariç ölürler.

Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur:

Ben nasıl nimetleneyim? Oysa sûr'a üfürmek içn bekleyen melek sahibi boruyu dudaklarının arasına almıştır; Allah ne zaman emir verecek diye kulaklarını açmış beklemektedir186

Mukatil bSüleyman187 der ki: 'Hadîste geçen sûr, boynuzdurİsrafil (aleyhisselâm) ağzını, boru gibi boynuzun üzerine kor! Boynuzun ağzı, gökler ile yer genişliği kadardırİsrafil (aleyhisselâm) gözünü arşa dikip ne zaman kendisine emir verilecek diye bakarSûr'a üfürüldüğünde, yerde ve gökte olanlar, dehşetten ölürlerAncak Allah'ın istisna ettiği Cebrâil, Mikâil, İsrafil ve ölüm meleği olan Azrâil kalır. Sonra Allahü teâlâ ölüm meleğine, Cebrâîl'in, sonra Mikâil'in, sonra İsrafil'in ruhlarını kabzetme emrini verir. Sonra ölüm meleğine emir verir, ölüm meleği de ölürHalk, ilk üfürülüşten sonra kırk sene kalırBundan sonra Allahü teâlâ İsrafil'i diriltirOna ikinci defa sûr'a üfürmesini emreder'Bu, şu ayetin mânâsıdır:

Sonra ona bir daha üflendi, birden onlar kalktılar, bakıyorlar (ne olacağını bekliyorlar) . (Zümer/68)

Ayakta durmuş, mahşere gönderilmeyi beklerler.

Nitekim Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur:

Ben peygamber olarak gönderildiğimde, sûr'un sahibine (İsrafil'e) sür'u ağzına alması için emir verildiİsrafil de bir ayağını öne atıp diğerini geri çektiÜfürme emrinin verilmesini bekliyor! Sûr'a üfürülmenin dehşetinden sakının!188

Bu bakımdan halkın durumunu, zilletlerini, perişanlıklarını, kabirden çıktıklarında sûr'a üfürülmenin dehşetini düşün! Kendileri hakkında verilecek saadet veya şekavet hükmünü bekleyişlerinin zilletini düşün! Sen de onlar gibi şaşkınlık ve dehşet içinde olacaksınEğer sen dünyada iken lüks içinde yaşayan zengin kimselerden isen yeryüzündeki padişahlar bile o günde, mahşer ehlinin en zelili, en değersizidirlerOnlar karıncalar gibi ayaklar altında ezilirlerİnsanlar bu durumda iken vahşi hayvanlar, sahralardan, dağlardan başları eğik, insanlardan ürkmelerine rağmen insanlara karışıp kendilerini kirleten bir günahları olmaksızın, haşr gününün dehşetinden ötürü zelil oldukları halde gelirlerOnları, ancak sûr'a üfürülmenin dehşeti haşre getirmiştirBu dehşet onları halktan kaçmak ve ürkmekten menetmiştirBu da, şu ayetin mânâsıdır:

Vahşi hayvanlar bir araya toplandığı zaman! (Tekyîr/5)

Azgın şeytanlar, azgınlıklarından ve isyanlarından sonra haşre gelirler, Allahü teâlâ’nın huzuruna çıkmanın dehşeti içinde itaat ederler.

Bu manzarayı da şu âyet dile getirmiştir:

Rabbine and olsun ki onları ve şeytanları mutlaka toplayacağız. Sonra onları diz çökmüş vaziyette cehennemin etrafında dizleri üstü hazır bulunduracağız. (Meryem/68) Bu bakımdan oradaki halini düşün!

185) Buhârî

186) Belhlidir. Sadık ve fazıl bir zattı.

187) Tirmizî, (İbn Saîd'den)

188) Irâkî, rivâyetin bu şekilde olmayıp İsrâfil, yaratılışın başlangıcından beri. . . ' şeklinde rivâyet edildiğini söylemiştir ki Buhârî de Tarih 'inde böyle rivâyet etmiştir.

40-6

32. Mahşer Yeri ve Mahşer Halkının Durumu

İnsanların kabirlerinden kalktıktan sonra yalınayak, başıkabak ve sünnetsiz oldukları halde mahşer yerine nasıl sevkedildiklerine dikkat et! Mahşer yeri beyaz ve düz bir bölgedirOrada ne bir çukur, ne de bir tümsek görürsünMahşer yerinde, yüksek bir yer yoktur ki insan onun arkasında gizlensinOrada bir çukur yoktur ki insan orada gözlerden kaybolsunOrada farklılık yoktur, basit bir topraktırİnsanlar cemaatler halinde oraya sevkolunurlarSınıflarının değişikliklerine rağmen çeşitli bölgelerden insanları bir araya getiren Allah, ortaktan münezzehtirOnları Râdife'nin arkasından gelen Râcife ile sevkettiğini hatırla!

Râcife, sûr'un birinci, Râdife de ikinci üfürülüşüdürO gün kalplere ızdırap, gözlere korkaklık yakışır.

Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

İnsanlar kıyâmet gününde bembeyaz, kepekten arınmış undan yapılan bir ekmek gibi (dümdüz) , içinde sığınağı olmayan bir arazi üzerinde haşrolunur189

Râvî (kendisinden bunun mânâsı sorulduğunda) dedi ki: "Hadîsin metninde geçen Urfa gözalıcı beyaz olmayan demektirNâki ise 'kepekten arınıp elenmiş un demektirMâlem ise, örten bir bina, görmeye mâni olan bir değişiklik demektir.

O yerin dünya gibi olduğunu sanana; dünya ile aralarında isim benzerliğinden başka bir benzerlik yoktur.

Nitekim Allahü teâlâ şöyle buyurmuştur:

O gün arz başka arza, gökler de başka göklere çevrilecektir! (İbrahim/48)

İbn-i Abbâs şöyle diyor: Yerde fazlalık ve eksiklik olurAğaçları, dağları, dereleri ve onlarda bulunan şeyler silinirUkaz panayırındaki deri gibi uzadıkça uzarGümüş gibi beyaz bir yerdirOnun üzerinde ne bir kan akıtılmış, ne de bir hata işlenmiştirGöklerinde güneşi, ay'ı ve yıldızları silinir.

Ey miskin! O günün dehşet ve şiddetini dikkatle düşün! İnsanlar ışıksız toplandıklarında üzerlerine göğün yıldızları saçılırGüneş ve ay ışıksız kalırYeryüzü, lambaları söndüğünden dolayı karanlığa bürünürİnsanlar bu halde iken gökler başlarının üzerinde dönmeye başlarKalınlığı beşyüz senelik yol almasına rağmen gök delinirMelekler onun etrafına çekilirlerGöğün delinme sesinin kulaktaki şiddeti ve dehşeti ne de acaiptir!

Yine ne acaiptir ki o ânın dehşetinden gök, selâbet ve şiddetine rağmen çatlar, eritilmiş gümüş gibi akarOna bir sarılık karışırO kırmızı deri gibi kırmızı bir çiçek olurGök eritilmiş kalay gibi olurDağlar da renkli yün gibi! insanlar göğe dağılmış çekirgeler gibi birbirlerine yalın ayak, başı kabak ve yaya oldukları halde karışırlar.

Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

İnsanlar yalın ayak, çıplak ve sünnetsiz oldukları halde haşrolunurlarTer, onları gemlemiştirKulaklarının yumuşağına kadar varmıştır190

Hazret-i Peygamber'in pâk zevcesi ve bu hadîsin râvisi Hazret-i Şevde191 der ki: Hazret-i Peygamber'e 'Vay! Ne ayıp, birbirimizi o durumda mı göreceğiz?' dedim.

Hazret-i Peygamber şöyle dedi:

O gün, onlardan her kişinin kendine yeter derecede işi vardır. (Abese/37)

Ne büyüktür o gün ki onda avretler açılırBuna rağmen kimse kimsenin avret yerine bakamazNasıl avretlere bakılacaktır? Oysa onların bazısı karınları üzerinde, bazısı da yüzleri üzerinde yürürlerBaşkasına bakmaya güçleri yoktur.

Ebû Hüreyre Hazret-i Peygamber'in şöyle buyurduğunu rivâyet eder:

İnsanlar kıyâmet gününde üç sınıf olarak haşrolunurlar: Birinci sınıf, yayalar ve yüzleri üzerinde sürünenlerdir!192

Bunun üzerine bir kişi 'Ey Allah'ın Rasûlü! Nasıl yüzleri üzerinde yürüyeceklerdir?' diye sorunca, Hazret-i Peygamber şöyle cevap verdi: 'Onları ayakları üzerinde yürüten Allah, yüzleri üzerinde yürütmeye de kâdirdir'

Âdem oğlunun tabiatında alışmadığı şeyleri inkâr etme hususiyeti vardırEğer İnsan oğlu, karnı üzerinde süratle yürüyen yılanı görmeseydi, muhakkak ayak olmadan yürünebileceğini inkâr ederdiAyak üzerinde yürümeyi görmeyen bir kimseye göre ayak üzerinde yürümek de uzak bir şeydirBu bakımdan dünyadaki şeylere benzemiyor diye kıyâmetin acaipliklerinden herhangi bir şeyi inkâr etmekten sakın; zira sen dünyadaki acaiplikler sana görmeden önce arzolunsaydılar, onları şiddetle inkâr ederdinBu bakımdan kalbinde, suretini, çıplak, baş açık, zelil, korkak, şaşkın, dilsiz ve hakkında verilecek said veya şakî hükmünü beklediğin halde mahşerde durduğunu hazır bulundurBu hâle önem ver, çünkü bu büyük bir haldir.

189) Müslim ve Buhârî

190) Salebi, Beğavî, Müslim, Buhârî, Taberânî, Hâkim, İbn Merduveyh ve Beyhâkî

191) Zem'a’nın kızıdır. Kureyşlidir, Hazret-i Hatice'den sonra Hazret-i Peygamber'in ilk hanımıdır. H. 54'de vefat etmiştir.

33. Terlemenin Keyfiyeti

Sonra mahlukların izdiham ve bir araya gelmelerini düşünHatta mahşer yerinde yedi gökle, yedi yerin melekleri, cinleri, şeytanları ve yırtıcı hayvanları bir araya gelirSıcaklığı kat kat olduğu ve dünyadaki hafifliği ağırlıkla değiştiği halde güneş üzerlerine doğar, iki yay arası kadar başlarına yaklaştırılırYeryüzünde Allah'ın arşının gölgesinden başka gölge kalmazO gölgede ancak mukarrebler gölgelenirler.

İnsanlar iki gruba ayrılırBir grup arşın gölgesinde, bir grup da güneşin altındadırGüneş, hararetiyle onları kasıp kavurur! Güneşin hararetinden, güneşte duran grubun sıkıntı ve üzüntüsü pek fazladır. Sonra mahluklar izdihamın şiddetinden birbirlerini itip dururlarBu korkunç manzaraya, göklerin (ve yerin) Cebbâr'ı olan Allah'ın huzuruna arzolunmanın üzerine mahcubiyet, hacâlet ve hayanın şiddeti de eklenirGüneşin, nefeslerin harareti ile kalplerin korku ve hayâ ateşiyle tutuşması bir araya gelirBundan dolayı da her kılın altından ter akarMahşer yerine akıp derecelerine göre bedenleri kaplarTer bazılarının dizlerine, bazılarının boğazına, bazılarının da kulak yumuşaklarına kadar yükselirBazıları da nerede ise ter denizinde boğulmak durumuna gelirler!

İbn ÖmerHazret-i Peygamberin şöyle buyurduğunu rivâyet eder:

İnsanlar, âlemlerin rabbinin huzurunda kulaklarının yarısına kadar ter içinde kalıncaya kadar dururlar!193

Ebû HüreyreHazret-i Peygamberin şöyle buyurduğunu rivâyet eder:

Kıyâmet günü insanlar yetmiş kulaç yükselecek kadar terlerÖyle ki terler onları gemler (ağızlarına kadar yükselir) , kulaklarına varır194

İnsanlar ayak üstü, gözleri kırk sene göğe dikili olarak dururlarÜzüntünün şiddetinden ter onları gemler (ağızlarına kadar varır) 195

Ukbe b. ÂmirHazret-i Peygamberin şöyle buyurduğunu rivâyet eder:

Kıyâmet gününde güneş yere yaklaşırBu bakımdan insanlar terler, kiminin teri topuklarına kadar, kiminin teri baldırının yarısına kadar, kiminin dizlerine, kimininki böğrüne kadar, kiminin göğsüne kadar, kimininki de ağzına kadar çıkar,196

Hazret-i Peygamber eliyle ağzına işaret edip parmağıyla ağzını gemlendirdiYani 'Böyle olacaktır' dedi'Kimini de ter denizi tamamen kaplar'. (Bu cümleyi söylerken) eliyle başına işaret etti.

Ey miskin! Mahşer ehlinin teri ve üzüntülerinin şiddeti hakkında düşün! Onlar içerisinde bağırıp şöyle diyenler olur: 'Yârab! Beni şu üzüntüden ve bekleyişten cehenneme göndermekle olsa bile kurtar!'

Bütün bunlar İnsan oğlunun başına hesaptan da cezadan da önce gelirSen de o insanlardan birisinTerin senin nerene kadar çıkacağını bilemezsin.

Bil ki Allah yolunda haccetmek, cihada gitmek, oruç tutmak, namaz kılmak, bir müslümanın ihtiyacını yerine getirmek için koşmak, emr-i bi'l-ma'ruf (iyiyi emretmek) ve nehy-i an'il-münker (kötüyü yasaklamak) yapmak suretiyle Allah yolunda dünyada iken dökülmeyen ter, mutlaka kıyâmet günü Allah'tan hayâ ve korku duymaktan ötürü insandan akacaktırOrada insanın üzüntüsü oldukça büyürEğer Âdem oğlu cehalet ve gururdan kurtulsaydı, muhakkak ibadetlerin zorluklarında terlemeye tahammül göstermenin zahmetinin, kıyâmetteki bekleyiş ve üzüntüden dolayı terlemekten daha kolay olduğunu bilir, zaman bakımından da daha kısa olduğunu anlardı; zira kıyâmet gününün şiddeti büyük ve müddeti uzundur.

193) Müslim, Buhârî

194) Buhârî, Müslim

195) İbn Adiyy

34. Kıyâmet Günü'nün Uzunluğu

O gün insanların gözleri donakalır, kalpleri parçalanır, konuşamaz, işlerine bakamaz, 300 sene yemeden, içmeden ve herhangi bir esinti duymadan beklerler.

O gün insanlar âlemlerin rabbinin divanında dururlar. (Mutaffifîn/6)

Ka'b ve Katade bu ayetin tefsirinde İnsanlar 300 senelik bir zaman kadar dururlar3 demişlerdir. .

Abdullah bAmr (radıyallahü anh) şöyle diyor: Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) bu âyeti okudu, sonra şöyle dedi:

Allahü teâlâ, okların ok çantasında bir araya getirildiği gibi, uzunluğu 50000 senelik olan bir günde sizi bir araya getirip yüzünüze bakmadığında haliniz ne olacaktır! 197

Hasan-ı Basrî şöyle demiştir: "İnsanların 50000 sene kadar bir zaman ayakta bekleyecekleri gün hakkında ne düşünüyorsunuz? Ne bir lokma yemek yerler, ne bir yudum su içerlerÖyle ki neredeyse boyunları susuzluktan kopacak dereceye gelirİçleri açlıktan cayır cayır yanarBu durumda yakan ateşe götürülürlerAteşe götürülünce bir çeşmeden içerlerO çeşmenin suyu midelerini kasıp kavururO insanların durumları güç yetmeyecek raddeye varınca birbirlerine, Allah'ın katında şerefli olup kendileri için şefaat eden birini sorarlarOnlar herhangi bir peygambere gittiklerinde o peygamber onları azarlayarak der ki: 'Beni bırakınız! (Ben ancak) nefsimle meşgul olurumDurumum başkasının durumuna bakmaktan beni meşgul etti'Peygamberlerin her biri Allah'ın gazabının şiddetinden dolayı müdahale edememesinden ötürü özür dileyerek 'Rabbimiz bugün öyle bir öfkelenmiş ki bugünden önce hiçbir zaman böyle öfkelenmemiştir ve bundan sonra da böyle öfkelenmez derBu durum, peygamberimiz şefaat edinceye kadar böylece devam ederPeygamberimiz de ancak Allah'ın izin verdiği kimselere şefaat eder".

O gün Rahmân'ın kendisine izin verip sözünden hoşnud olduğu kimseden başkasının şefaati fayda vermez. (Tâhâ/109)

O günün uzunluğu ve oradaki beklemenin zorluğu hakkında düşün! Düşün ki kısa hayatında günahlardan çekinmenin zahmeti sana hafif gelsin.

Şehvetlerden korunmaktan dolayı çektiği zahmetlerin şiddetinden irkilerek dünyada uzun bir zaman ölümü bekleyen bir kimsenin, kıyâmet gününde beklemesi kısalır.

Nitekim Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) kendisine kıyâmet gününün uzunluğu sorulduğu zaman şöyle buyurmuştur:

Nefsimi kudret elinde tutan Allah'a yemin olsun! O gün, Mü'min için hafifleşirÖyle ki dünyada kılmış olduğu farz namazdan daha hafif gelir!198

Bu bakımdan o Mü'minlerden olmaya çalış! Ömründen bir nefes kalıncaya kadar, iş sana aittir, hazırlanmak elindedirKısa günlerde uzun günler için çalış! Sevincine nihayet olmayan bir kâr elde edersinÖmrünü, dünyanın 7000 senelik ömrünü âhirete nisbeten hakîr say! Çünkü 50000 senelik bir günden kurtulmak için 7000 sene sabretsen bile yine kârın çok, zahmetin az sayılır!

197) Irâkî hadisin ravisinin Abdullah b. Ömer olduğunu ve Taberânî rafından rivâyet edildiğini söylemiştir.

35. Kıyâmet Günü, Dehşeti ve İsimleri

Ey miskin! Şânı büyük o gün için hazırlan! O gün ki zamanı uzun, sultanı kahir, vakti yakındırO günün dehşetinden gök delinmiş, yıldızlar dökülmüş, pırıl pırıl parlayan güneş sönmüş, dağlar yerinden yürütülmüş, on aylık gebe develer terkedilmiş ve vahşi hayvanlar hasrolunmuştur!

Yine o gün denizler fıkır fıkır kaynar, ruhlar bedenlerle birleşir, cehennem alevlendirilir, cennet yaklaştırılırDağlar kumlar gibi dümdüz olur, yer dehşetli bir sarsıntı ile yarılır ve içindeki ağırlıklar dışarı çıkar.

Yine o gün insanların grup grup, amellerinin karşılığını görmek üzere çıktığını görürsünO gün yer ve dağlar yayılırİşte o günde kıyâmet kopar, gök yarılırGök o günde zayıftırMelekler göklerin etrafında dururlarRabbi'nin arşını o gün sekiz melek taşır, O günde siz rabbinize arzolunursunuzO gün hiçbir şeyiniz gizli kalmazO gün dağlar yerinden yürütülürYeryüzü dümdüz olur, yeryüzü dağların altından çıktığından dümdüz görürsünO gün ki kürre-i arz şiddetle sarsılırDağlar hurdahaş olup fezaya serpilmiş zerreler haline gelirO gün ki insanlar fezaya yayılmış çekirgeler, dağlar da atılmış pamuk gibi olurO gün emzikli kadın emzirdiğinden gâfil kalırHer gebe dehşetten yükünü düşürürİnsanlar sarhoş olmadıkları halde onları sarhoş görürsünRabbinin azabı şiddetlidirO gün yer, başka bir yerle değiştirilirGökler, başka göklerle değiştirilirHepsi vâhid, kahhar olan Allah'a hesap vermek için görünürlerO gün dağlar zerreler haline ve dümdüz bir saha haline gelir, orada ne bir ağaç, ne de bir tümsek görürsün.

O gün dağları, bulutların yürüdüğü gibi yürür gördüğün halde onları sâbit sanırsınO günde gök yarılırKırmızı deri gibi sarı bir gül rengini alırİşte o günde ne bir insan, ne de bir cinin günahı sorulmazO gün âsi bir kimse konuşmaktan menolunurO günde cürümden sorulmazKişi hemen perçeminden tutulurO gün her nefis, yapmış olduğu hayrı önünde hazır görürYapmış olduğu şer ile arasında uzun bir mesafe olsa da onu da hazır bulur.

O gün her nefis ne hazırladığını bilirDaha önce gönderdiğini veya geciktirdiğini görürO günde diller konuşmaz, azalar konuşur.

O günün bahsi peygamberlerin efendisini ihtiyarlatmış tırHazret-i Ebû Bekir (radıyallahü anh) Hazret-i Peygambere 'Ey Allah'ın Rasûlü! Seni ihtiyarlamış görüyorum!' deyince,

Hazret-i Peygamber

cevap olarak şöyle demiştir:

Hûd suresi ile arkadaşları beni ihtiyarlattı199

Hûd sûresinin arkadaşları Vakıa, Mürselât, Nebe ve Tekvir sûreleridir.

Ey kurrâ! Senin okumandan nasibin ancak Kur'ân'ı çiğnemen, onunla dilini kıpırdatmandırEğer okuduğunun hakkında düşünen bir kimse olsaydın, muhakkak ki peygamberlerin efendisi'nin saçını beyazlatan bir hükümden senin ödünün patlaması gerekirdiSen dilinin kıpırdanmasıyla kanaat ettikçe, Kur'ân'ın meyvesinden mahrum kalırsınKıyâmet bahsi de Kur'ân'da zikredilen bahislerden biridirAllahü teâlâ, kıyâmetin bazı dehşetlerini, isimlerini ve manalarını, insanların bilmeleri için anlatmıştırİsimlerinin ve isimlerin çokluğundan maksat, onları tekrar etmek değil, akıl sahiplerini uyarmaktırÖyleyse kıyâmetin isimlerinin her birinin altında bir sır, sıfatlarının her birinin altında bir mânâ vardırBu bakımdan o isim ve sıfatları öğrenmeye gayret et!

Biz şimdilik kıyâmetin sadece isimlerini zikredeceğiz:

Yevm'ul-kıyâme (kıyâmet günü) , yevm'ul-hasre (hasret günü) , yevm'un-nedâme (pişmanlık günü) , yevm'ul-muhasebe (muhasebe günü) , yevm'ul-musâele (sual günü) , yevm'ul-müsabaka (müsabaka günü) , yevm'ul-münakaşa (münakaşa günü) , yevm'ul-münafese (mücahede-i nefis günü) , yevm'uz-zelzele (zelzele günü) , yevm'ud-demdeme (azabın devam ettiği gün) , yevm'us-sâika (ölüm günü) , yevm'ul-vâkıa (kıyâmet ve şiddet günü) , yevm'ul-kâria (felâket ve şiddet günü) , yevm'ür-racife (sarsıntı günü) , yevm'ür-radife (sûra ikinci üfürüş günü) , yevm'ul-gaşiye (insanı örten felâketler günü) , yevm'ud-dahiye (inen felâket günü) , yevm'ul-âzife (yaklaşan saatin günü) , yevm'ul-hakka (emirlerin hakikatları bildirilen gün) , yevm'ut-tâmme (örten ve yücelen gün) , yevm'us-sahha (bağrışma günü) , yevm'ut-telâki (mülâkat günü) , yevm'ul-firak (ayrılık günü) , yevm'ul-mesak (sevk günü) , yevm'ul-kısas (kısas günü) yevm'ut-tenad (çağırma günü) , yevm'ul-hisab (hesap günü) , yevm'ulmeâ (dönüş günü) , yevm'ul-azap (azap günü) , yevm'ul-firar (kaçış günü) , yevm'ül-karar (yerleşme günü) , yevm'ul-lika (mülâkat günü) , yevm'ul-beka (beka günü) , yevm'ul-kaza (hüküm günü) , yevm'ul-ceza (mücazat günü) , yevm'ul-belâ (imtihan günü) , yevm'ul-bükâ (ağlama günü) , yevm'ul-haşr (haşr günü) , yevm'ul-vaîd (vaîd ve tehdid günü) , yevm'ul-arz (arz günü) , yevm'ul-vezn (tartı günü) , yevm'ul-hakk (sübut günü) , yevm'ul-hükm (hüküm günü) , yevm'ul-fasl (hükmü karara bağlama günü) , yevm'ul-cem (derleme günü) , yevm'ul-baas (dirilme günü) , yevm'ul-feth (feth günü) , yevm'ul-hızy (rezalet günü) , yevm'ül-azîm (büyük gün) , yevm'ül-akîm (kısır gün) , yevm'ül-asir (zor gün) , yevm'üd-din (ceza günü) , yevm'ul-yakîn (yakîn gün) , yevm'ün-nüşur (yayılma günü) , yevm'ul-masîr (dönüş günü) , yevm'ün-nefha (üfürme günü) , yevm'us-sayha (bağırma günü) , yevm'ur-recfe (şiddetli ıztırap günü) , yevm'ür-rücce (sarsıntı günü) , yevm'uz-zecre (azarlama günü) , yevm'us-sekre (sarhoşluk günü) , yevm'ul-feza (korku günü) , yevm'ul-ceza (üzüntü günü) , yevm'ul-münteha (sonuç günü) , yevm'ul-me'va (dönüş günü) , yevm'ul-mîkat (vakit günü) , yevm'ul-mîad (va'd günü) , yevm'ul-mirsad (bekleyiş günü) , yevm'ul-ğalâk (kitleme günü) , yevm'ul-arak (ter günü) , yevm'ul-iftikar (fakirlik günü) , yevm'ul-inkidar (bozuntu günü) , yevm'ul-intişar (saçılış günü) , yevm'ul-inşikak (yarılma günü) , yevm'ul-vukuf (duraklama günü) , yevm'ul-huruc (çıkış günü) , yevm'ul-hulûd (ebediyyet günü) , yevm'ut-tegabün (aldanma günü) , yevm'ul-abus (şiddet günü) , yevm'ül-ma'lûm (belli gün) , yevmül mev'ud (va'd edilen gün) , yevm'ül-meşhûd (hazır olma günü) , yevm'ün lâ raybe fîh (şüphesi olmayan gün) , yevme tüble's-serâir (içlerin imtihan günü) , yevme lâ teczî nef sun an nefsin şey'en (bir nefsin diğerinin cezasını çekmediği gün) , yevme teşhasu fîh'il-ebsar (gözlerin dona kaldığı gün) , yevme lâ yuğnî mevlen an mevlin şey'a (hiçbir yardımcının diğerine fayda veremediği gün) , yevme lâ temlikü nefsün linefsin şey'en (bir nefsin diğeri için hiçbir şey sağlamadığı gün) , yevme yüd'avne ilâ nâri cehenneme da'en (şiddetle cehennem ateşine insanların itelendiği gün) , yevme yüs-habûne finnâri alâ vücûhihim (ateşte yüz üstü çekildikleri gün) , yevme tükallebü vücûhühüm finnâri (yüzleri ateşte çevrildiği gün) , yevme lâ yeczî vâlidün an veledihi (babanın evladı yerinde ceza görmediği gün) , yevme yefirrul-mer'u min ahîhi ve ümmihî ve ebîhi (şahsın kardeşinden, babasından ve annesinden kaçtığı gün) , yevme lâ yentikûn ve lâ yü'zenü lehüm feya'tezirûn (konuşamadıkları ve özür için izin verilmediği gün) , yevme lâ me-radde lehû minallah (onun için Allah'tan koruyucu olmadığı gün) , yevme hüm bârizûn (onların kabirlerinden belirdiği gün) , yevmehüm alennâri yüftenûn (ateşle imtihan edildiği gün) , yevme lâ yenfe'u mâlün ve lâ benûn (mal ve evladın fayda vermediği gün) , yevme lâ tenfuz zâlimine ma'ziretühürn ve lehümül-lâ'ııe ve le-hüm sû'üddâr (zâlimlere mazeretlerin fayda vermediği, onlara lanet ve kötü yurt günü) , yevme tereddü fîh'il-meâzir ve tüble's-se-râir ve tuzher'üd-demâir ve tükşefül-estar (mazeretlerin reddedildiği, kalplerin denendiği gizlilerin açığa çıktığı, perdelerin kalktığı gün) , yevme tahse'u lil-ebsar ve teskün'ül-esvat ve yekıllü fîh'il-iltifat ve tebrüz'ul-hefiyyat ve tezher'ul-hatîat (gözlerin korktuğu, seslerin kesildiği, sağa sola bakmanın azaldığı, gizlilerin belirdiği, hataların göründüğü gün) , yevme yüsâk'ul-ibâd ve mahüm'ül-eşhad ve yeşib'üs-sağîr ve yeskur'ul-kebîr (kulların beraberlerinde şahidler olduğu halde sevkolunduğu, küçüğün ihtiyarladığı ve büyüğün sarhoş olduğu gün).

İşte o günde teraziler kurulur, defterler açılır, cehennem görünürHamîm kaynar, ateş figanlar koparır, kâfirler ümitsiz olur, ateşler alevlendirilir, renkler bozulur, diller konuşamaz olur insanın azalan (hayır veya şerle) konuşur.

Ey İnsan oğlu! Kerîm olan rabbin hakkında seni aldatan nedir? Kapıları kapattın, perdeleri çektinMahluklardan gizlendinFısk ve fücur işledinÂzalarının senin aleyhinde şahidlik ettikleri zaman ne yapacaksın? Azap, bütün azap biz gâfiller cemaatine! Allah bize peygamberlerin efendisini gönderdiO peygamberle açıklayıcı kitabını gönderdiCeza gününün sıfatlarından yukarıda saydığımız vasıflarla bize haber verdi. Sonra gafletimizi bize bildirerek şöyle buyurdu:

nsanların hesap vakti (kıyâmet günü) yaklaştıOnlar ise hâlâ gaflet içinde yüz çevirmektedirlerRablerinden kendilerine gelen her yeni ikazı mutlaka eğlenerek dinlerlerKalpleri eğlencededirO zulmedenler, aralarında şu konuşmayı gizlediler: 'Bu da sizin gibi bir insan değil mi? Şimdi siz göz göre göre sihre mi kapılacaksınız?' (Enbiya/1-3)

Sonra rabbimiz bize kıyâmetin yaklaştığını haber vererek şöyle buyurmuştur:

(Kıyâmet) saati yaklaştıAy yarıldı. (Kamer/l)

Onlar onu uzak görüyor (lar) Bize ise onu yakın görüyoruz. (Mearic/6~7)

Onun bilgisi Allah'ın yanındadırNe bilirsin belki saat yakın olur. (Ahzâb/ 3)

Bizim en güzel hâlimiz, Kur'ân okuyup mânâlarını düşünmemek olduKıyâmet gününün vasıflarının ve isimlerinin çokluğuna dikkat etmiyoruzOnun dehşetlerinden kurtulmak için hazırlanmıyoruz! Bu gafletten Allah'a sığınıyoruzEğer Allah bize geniş rahmetiyle yardım etmezse hâlimiz perişan olur.

199) Tirmizî, (hasen-garib olarak)

36. Sorgu Suâl

Ey miskin! Bu hallerden sonra şifahen aranızda tercüman olmaksızın Allah'ın sana yönelteceği sual hakkında düşün! Az çok, kıymetçe büyük ve küçük her şeyden hesaba çekileceksinKıyâmetin üzüntüsü, teri, büyük felâketlerinin şiddeti içinde bulunduğun bir anda melekler göğün etrafından büyük cisimleriyle, katı ve şiddetli görünüşleriyle inerlerMeleklere, mücrim kimselerin perçeminden tutup Cebbâr olan Allah'ın huzuruna götürme emri verilmiştir.

Nitekim Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle demiştir:

Allahü teâlâ'nın bir meleği vardır ki o meleğin iki gözünün kenarları arasındaki mesafe, yüz senelik bir mesafedir200

Bu meleklerin seni tutup arz makamına götürmek için sana gönderildiklerini ve cisimlerinin büyüklüğüne rağmen o günün dehşetinden zelil olduklarını, kullara karşı Cebbâr'ın gazabından korktuklarını görsen sezdikleri halin ne olur? Onlar indiğinde peygamberler, sıddîklar, sâlihler bile korkarak yüz üstü secdeye kapanırlarİşte mukarreblerin hali! Mücrim âsilerin ne yapacağını sen düşün! O anda, dehşetin şiddetinden bazı kimseler meleklere: 'Sizin içinizde rabbimiz var mıdır?' diye sorarlarBu yanlışlığı, meleklerin büyüklüğünden ve heybetlerinden ötürü yaparlarMelekler onların bu suallerinden ürkerlerİnsanların vehmettiğinden Allah'ın münezzeh olduğunu ilan ederek 'Rabbimiz her türlü eksiklikten münezzehtirO bizim içimizde değildirBelki O sonra gelir' derler! O zaman melekler her taraftan mahlukâtı çembere alırlarHepsinin üzerinde zillet, hudû, korku ve o günün dehşetinin belirtisi vardır.

Kendilerine elçi gönderilmiş olanlara da soracağız! Gönderilen peygamberlere de soracağız ve elbette onlara, olan biten her şeyi bilgi ile anlatacağız, zira biz onlardan uzak değiliz. (A'râf/6-7)

Senin rabbin hakkı için biz onların hepsine muhakkak soracağız. (Hicr/92)

Allahü teâlâ peygamberlerden başlar ve kıyâmet gününde peygamberleri toplayıp şöyle buyurur: 'Ümmetinizi davet ettiğinizde size ne cevap verildi?' Onlar da şöyle derler:

Bizim bilgimiz yok! Gizlileri bilen yalnız sensin sen! (Mâide/109)

O gün peygamberlerin aklı şaşar, ilimleri heybetin şiddetinden silinirO ne şiddetli bir gündür? Zira peygamberlere denilir ki: 'Siz halka gönderildiğinizde nasıl karşılandınız?' Peygamberler daha önce bunu bildikleri halde akılları hayrete kapılır, ne cevap vereceklerini bilmez olurlarHeybetin şiddetinden derler ki: 'Bizim bilgimiz yok! Gizlileri bilen yalnız sensin sen!' Peygamberler söylediklerinde doğrudurlar; zira akılları uçmuş, ilimleri mahvolmuşturAllah yeniden onlara kuvvet verinceye kadar bu durum devam eder.

Hazret-i Nûh çağrılır 'Peygamberlik vazifeni tebliğ ettin mi?' diye sorulurEvet derBunun üzerine ümmetine 'Size tebliğ etti mi?' diye sorulurOnlar 'Bize uyarıcı bir kimse gelmedi!' diye cevap verirler.

Îsa (aleyhisselâm) getirilirAllahü teâlâ Hazret-i Îsa'ya (aleyhisselâm) sorar "Sen mi halka 'Beni ve annemi, Allah'tan başka ilâh edininiz!' dedin?" denirHazret-i Îsa (aleyhisselâm) , bu sualin heybeti altında seneler senesi kıvranarak kalır!

O günün büyüklüğünü düşün ki o günde bu sualler ve benzerleriyle peygamberler üzerine siyaset ikame edilir. Sonra melekler gelip teker teker insanları 'Ey falan kadının oğlu falan! Arz yerine gel!' diye çağırırlarO zaman kemikler titrer, azalar sallanır, akıllar hayrete düşerBirçok kimse ateşe götürülmelerini ve amellerinin çirkinlerinin Allah'a arzolunmasını temenni edip perdelerinin halkın gözü önünde yırtılmamasmı isterler.

Suale başlanmadan önce Arş'ın nuru belirirYer rabbinin nuruyla ışıklanırHer kul, Allahü teâlâ'ınn kulları hesaba çekeceğine inanırHerkes Allah'ın kendinden başkasını görmediğini, sadece kendisini cezalandırılacağını düşünürBu durumda Allahü teâlâ 'Ey Cebrâil! Bana cehennemi getir?' Bu emir üzerine Cebrâil cehenneme gelip 'Ey cehennem! Yaratanına ve sultanına icabet et!' der.

Cebrâil cehennemi, öfkesi ve gazabı şiddetlenmiş bir halde görürCebrâîl'in çağırmasından sonra cehennem galeyana gelir, kaynarİnsanlara diş gıcırdatır ve mahluklar onun öfkesinin gürültüsünü işitirlerCehennemi idare edenler sıçrayarak Allah'a isyan edene öfkelenerek harekete geçerler.

Bu bakımdan, kulların korku ile dolmuş kalplerinin halini, diz üstü düşüşlerini ve cehennemden kaçışlarını kalbinde hazır bulundur! Bu durum, öyle bir günde olur ki her ümmetin dizleri üzerine çöktüğünü görürsünBazıları yüzüstü yere serilmiştirAsiler ve zâlimler, kurtulmak için azap ve helaki isterlerSıddîklar da 'Nefsim, nefsim!' diye bağırırlar.

Onlar bu durumda iken, cehennem ikinci defa homurdanırOnların korkusu kat kat fazlalaşır ve kuvvetleri zayıflaşırTutulduklarını sanırlar. Sonra cehennem üçüncü narasını atarBunun üzerine halk yüzüstü yere serilirGözlerini açıp korkak ve gizli bir şekilde göz ucuyla bakarlarBu manzara karşısında zâlimlerin kalpleri kaynarÖfkeli oldukları halde kalpleri gırtlaklarına dayanırSaid ve şakilerin akılları yerinden fırlarBundan sonra Allahü teâlâ peygamberlere yönelerek şöyle buyurvr: 'Size ne cevap verildi (nasıl karşılandınız?) '

Peygamberlerin sorguya çekildiklerini görünce, asilerin korkusu daha da artarBaba evladından, kardeş kardeşinden, koca karısından kaçarHerkes heyecanla işin sonunu bekler. Sonra insanlar teker teker tutulurlarAllahü teâlâ herkesin şifahen amelinin azını, çoğunu, gizlisini, açığını bütün azalarından sorar.

Ebû Hüreyre (radıyallahü anh) der ki: Ashâb-ı kirâm Hazret-i Peygamber'e 'Kıyâmet gününde rabbimizi görür müyüz?' diye sorduBunun üzerine Hazret-i Peygamber onlara dedi ki:

- Önünde bulut olmadığı öğle zamanında güneşin görünmesinden şüphe eder misiniz?

- Hayır!

- Önünde bulut yokken ayın öndürdüncü gecesinde ayın görünmesinden şüphe eder misiniz?

- Hayır!

- Nefsimi kudret elinde tutan Allah'a yemin ederim! Siz rabbinizi apaçık görürsünüzRabbiniz kul ile bir araya gelip kula 'Ben seni şerefli kılmadım mı? Seni baş yapmadım mı?

Seni evlendirmedim mi? At ve deveyi sana musahhar kılmadım mı? Sana, halka baş olmak? halktan ganimetin dörtte birini almak fırsatını vermedim mi?? derKul 'Evet, yâ rabbî! Bütün bunları bana verdinP derBunun üzerine Allahü teâlâ 'Benimle mülâki olacağını sanır mıydm? derKul 'Hayır!' deyince, Allahü teâlâ 'Senin beni unuttuğun gibi ben de seni unutuyorum!' der201

Ey miskin! Meleklerin senin iki kolundan tüp Allah'ın huzuruna götürdüklerini, Allah'ın da şifahen 'Ben gençliği sana nimet olarak vermedim mi? O gençliğini nerede harcadın? Sana ömür vermedim mi? Acaba onu nerde tükettin? Sana rızık olarak mal vermedim mi? Acaba onu nereye harcadın? Seni ilimle şereflendirmedim mi? Acaba bildiklerinle ne gibi amelde bulundun?' diye sorduğunu düşün!

Acaba Allahü teâlâ sana vermiş olduğu nimetleri ve senin isyanlarını saydığı zaman ne hale geleceğini düşün! Eğer isyanlarını inkâr edersen, azaların aleyhinde şahidlik ederler.

Enes (radıyallahü anh) der ki: Hazret-i Peygamber ile beraber bulunuyordukHazret-i Peygamber gülümsedi, sonra 'Neden güldüğümü biliyor musunuz?' dedi'Allah ve Rasûlü daha iyi bilir?' dedikBunun üzerine Hazret-i Peygamber şöyle anlattı: "Kulun rabbiyle konuşmasına güldümKul der ki: 'Yârab! Sen beni zulümden korumadın mı?' Allahü teâlâ 'Evet! Korudum!' derKul Ya Rab! Nefsimin aleyhinde ancak benden olan bir şahidi kabul ederim' derBunun üzerine Allahü teâlâ kula 'Bugün hesap görücü olarak nefsin, şahid olarak Kirâmen Kâtibîn melekleri kâfidir' der"Hazret-i Peygamber şöyle devam etti:

Bunun üzerine kulun ağzı mühürlenirAzalarına konuşun emri verilirAzalar kulun amellerini teker teker söylemeye başlarlar. Sonra kula konuşma fırsatı verilirKul azalarına hitaben der ki: 'Sizlere yazıklar olsun! Ben sizin için mücadele ediyorum'202

Azaların şahidliğiyle halkın huzurunda rezil olmaktan Allah'a sığınırızAncak Allah Mü'min kuluna, onun günahını örteceğini va'detmiştirAllah'tan başkası onun günahına vâkıf olmaz.

Bir kişi İbn Ömer'e, Hazret-i Peygamberin Necva hakkında ne dediğini sorduİbn ÖmerHazret-i Peygamberin şöyle buyurduğunu nakletti:

- Sizden herhangi biriniz rabbine öyle yaklaşır ki Allahü teâlâ onun üzerine setr-i ilâhîsini gerer ve ona der ki:

- Sen şöyle şöyle yaptın!

- Evet yaptım.

- Şöyle şöyle yaptın!

- Evet!

- Ben o günahları dünyada iken senin için örttümBurada da onları senin için affedeceğim203

Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle demiştir:

Kim bir Mü'minin ayıbını gizlerse Allah da kıyâmet gününde onun ayıbını gizler204

Bu durum, ancak dünyada insanların ayıplarını örten ve nefsi için kusurlarına tahammül eden, pisliklerini söylemeyen, bulunmadıkları yerlerde kulaklarına gittiği takdirde kendilerini rahatsız edecek şeyler söylemeyen Mü'min bir kul için umulurKıyâmet günü işte böyle bir Mü'min bu mükâfata mazhar olmaya hak kazanır.

Farzet ki Allahü teâlâ, senin günahını gizlediAcaba kulağına Allah'ın huzuruna çağıran ses gelmedi mi, gelmeyecek mi? İşte bu korku, günahlarının karşılığı olarak sana kâfidirAlnından tutulup kalbin attığı, aklın uçtuğu, azaların titrediği, kemiklerin sızladığı, renginin bozulduğu, şiddetinden âlemin sana karanlık olduğu halde Allah'ın huzuruna çıkacağını hatırla! İnsanların boynuna basa basa, safları yara yara, yedekte çekilen at gibi çekildiğini düşünBütün mahluklar, gözlerini dikip sana bakarlar! Böyle bir durumda, meleklerin ellerinde olduğunu düşünEvet melekler seni Rahman'ın arşına götürüp oraya atmcaya kadar sürünürsünAllahü teâlâ'nın 'Ey Âdem'in oğlu! Bana yaklaş!' dediğini duyarsınSen de korkak, mahzun, titrek bir kalp, zelîl ve korkak bir göz, buruk bir yürek ile O'na yaklaşırsınNe küçük, ne büyük kaydetmediği hiçbir şeyi bırakmayan kitabın senin eline verilirNice fâhiş hareketlerin vardır ki unutmuşsun, o kitâb sana hatırlatırNice ibadet vardır ki âfetlerinden gâfil olmuşsun, onların kötülükleri sana keşfolunur.

Nice mahcubiyet ve korkaklığın, nice darlık ve acizliğin vardırKeşke hangi ayakla Allah'ın huzurunda duracağını, hangi dille cevap vereceğini, hangi kalple Allah'ın dediğini anlayacağını bilseydin! Sonra utancının büyüklüğü hakkında düşünO zaman Allah sana şifahen günahlarını söylerAllah sana 'Ey kulum! Benden utanmadın mı ki çirkin amelle bana meydan okudun? Kullarımdan utandın da onlara güzel tarafını gösterdinAcaba ben nezdinde diğer mahluklarımdan daha değersiz miydim ki beni hafife aldın, aldırmadın Oysa benden başkalarını hesaba katıyordunSana nimet etmedim mi? O halde benim hakkımda seni aldatan nedir? Seni görmediğimi, huzuruma gelmeyeceğini mi sandın?' diyecektir.

Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

Sizden hiç kimse yoktur ki âlemlerin rabbi ondan, aralarında bir perde ve bir tercüman olmadığı halde şifahen sual sormasın!205

Sizden herhangi bir kimse Allah'ın huzurunda, Allah ile arasında perde olmadığı halde dururAllahü teâlâ ona sorar:

- Sana nimet vermedim mi? Sana mal bağışlamadım mı?

-Evet! Yâ Rabbî!

- Sana peygamber göndermedim mi?

- Evet, gönderdin!

Sonra sağına bakar ateşten başkasını göremez. Sonra dönüp soluna bakar, ateşten başkasını göremezÖyle işe bir hurmanın yarısıyla olsa dahi ateşten korununEğer hurmanın yarısı yoksa güzel bir söz ile ateşten korunmaya çalışın206

İbn Mes'ûd (radıyallahü anh) şöyle diyor: "Sizden hiç kimse yoktur ki Allah onunla başbaşa kalmasınEvet herhangi biriniz aynı öndördüncü gecesinde ay ile başbaşa kaldığı gibi, (rabbi ile başbaşa kalır) . Sonra Allahü teâlâ sorar:

Ey Âdem oğlu! Benim hakkımda seni aldatan ne idi? Ey Âdem oğlu! Bildiğinle nasıl amel ettin? Ey Âdem oğlu! Peygamberlere nasıl karşılık verdin? Ey Âdem oğlu! Senin gözünde ben rakîb değil miydim? Oysa sen o gözle sana helâl olmayana bakardınKulaklarının üzerinde rakîb değil miydim?

Allahü teâlâ onun bütün azalarını sayar"207

Mücâhid der ki: 'Kendisinden dört şey sorulmadıkça hiçbir kul Allah'ın huzurundan ayrılamaz: a) Ömrünü nerede tükettiğinden, b) İlmiyle nasıl amel ettiğinden, c) Bedenini nerede kullandığından, d) Malını nereden kazanıp nereye harcadığından sorulur'.

Ey miskin! O zaman mahcubiyetin ve içinde bulunduğun tehlike ne büyüktür! Zira sen 'Dünyada kusurlarını gizledimBugün de senin için onları affediyorum' demek ki o zaman sevincin büyür, öncekiler ve sonrakiler senin halini gıpta ederler ile meleklere 'Şu kötü kulu tutun, zincirlerle bağlayınKelepçeleyin, sonra cehenneme yakıt yapın' demek arasında bulunuyorsun! İkinci şık olduğu takdirde, musibetinin büyüklüğüne, ibadette yaptığın kusurun verdiği üzüntünün şiddetine, çirkin dünya karşılığında sattığın âhiretine gökler ve yer senin için ağlasa yeridir.

200) Irâkî bu ibare ile görmediğini söyler.

201) Müslim, Buhârî

202) İmâm-ı Ahmed, Müslim, Nesâî

203) Müslim

204) Abdürrezzak, Musannef, (Ukbe b. Âmir)

205) Müslim, Buhârî, (Adiyy b. Hâtim'den)

206) Buhârî, (Adiyy b. Hâtim'den)

207) Ebû Nuaym, Hilye

37. Mizan

Mizan hakkında düşünmekten gâfil olma! Kitabların sağlara ve sollara uçuşmasına bak! Zira insanlar sorgudan sonra üç fırkaya ayrılırlar:

1Bir fırka vardır ki onların hiç sevapları yokturAteşten siyah bir boyun (hortum) çıkarak kuşun taneleri toplaması gibi onları toplar, üzerine kapanır ve ateşe atarAteş de onları yutar.

Onların aleyhinde Arkasında saadet olmayan bir şekavete düştüler' diye bağrılır.

2Başka bir kısım vardır ki günahları yokturBir tellâl onlar hakkında 'Her durumda Allah'a hamdedenler ayağa kalksınlar!' diye bağırır, onlar ayağa kalkar ve cennete giderler. Sonra bu durum gece ibadeti yapanlara, sonra da ticaretin ve alışverişin kendilerini Allah'ın zikrinden meşgul etmediği kimselere tatbik edilirOnların arkasından şöyle bağrılır: 'Âkabinde şekavet olmayan bir saadete vardılar!'

3Üçüncü bir kısım vardır ki onlar mahşer ehlinin çoğunu teşkil ederlerOnlar, sâlih bir amel ile kötü bir ameli karıştırmışlardırDurumları, onlar için gizli olur, fakat Allah için gizli değildirAllah, sevaplarının mı vaya günahlarının mı daha fazla olduğunu onlara bildirir ki affettiği anda onlar katında fazl-ı ilâhîsi, azap verdiği anda da adaleti anlaşılsın.

Bu bakımdan sahifeler ve kitablar, içinde haseneler ve seyyieler yazılı olduğu halde sahiplerinin ellerine düşmek için uçarlarTerazi kurulurGözler kitabın sağ ele mi, sol ele mi düşeceğini görmek için dikkatle bekler. Sonra günahlar mı yoksa sevaplar mı ağar basacak diye terazinin diline bakarlarBu durum, korkunç bir durumdurBu sırada mahlukâtn akılları yerinden oynar.

Hasan-ı Basrî şöyle rivâyet ediyor: Hazret-i Peygamber'in (sallâllahü aleyhi ve sellem) mübârek başı Hazret-i Aişe'nin kucağında bulunuyorduHazret-i Peygamber uyukladıHazret-i Aişe âhireti hatırladığı için göz yaşları akacak derecede ağladı ve Hazret-i Peygamber'in yanağı üzerine düştüHazret-i Peygamber uyanıp 'Ey Âişe! Seni ağlatan nedir?' diye sorduHazret-i Aişe 'Âhireti hatırladımAcaba siz peygamberler kıyâmet gününde ehlinizi hatırlayacak mısınız?' dedi.

Bunun üzerine Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle dedi:

Nefsimi kudret elinde tutan Allah'a yemin ederim, üç yerde kimse kimseyi hatırlamaz; zira orada hiç kimse nefsinden başkasını düşünmez:

a) Teraziler kurulduğu ve ameller tartıldığmda, Âdem oğlu terazisinin hafif veya ağır olduğunu görünceye kadar,

b) Sahifeleri verildiğinde kitabını sağ eliyle mi yoksa sol eliyle mi tutacağını görünceye kadar,

c) Köprünün yanında!208

Enes'ten şöyle rivâyet edilir: "Âdem oğlu kıyâmet gününde getirilerek terazinin iki kefesi arasında durdurulurOna bir melek vekil edilirEğer mizanı ağır basarsa, o melek bütün mahlûkâtın duyabileceği bir sesle Falan adam ebedî bir saadete erdi!' diye bağırırEğer terazisi hafif gelirse mahlûkâtın işitebileceği bir sesle Falan adam ebedî saadete asla eremez!' diye bağırırHasenelerin kefesi hafif olunca zebaniler, ellerinde demirden yapılmış tokmaklar, sırtlarında ateşten yapılmış elbiseler olduğu halde gelirlerAteşin nasibini alıp ateşe doğru götürürler".

Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) kıyâmet günü hakkında şöyle buyurmuştur:

Allahü teâlâ, o günde Âdem'i (aleyhisselâm) çağırarak 'Ey Âdem! Kalk! Cehennem grubunu gönder!' derBunun üzerine Âdem 'Cehennem grubu ne kadardır?' derAllahü teâlâ 'Her bin kişiden dokuzyüz doksan dokuzu' der.

Ashâb-ı kiram bu hadîsi işittikleri zaman yasa boğuldularArtık hiç kimse gülerken görünmediHazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) ashâbının durumunu görünce şöyle dedi:

Amel ediniz! Müjdeleniniz! Muhammed'in (aleyhisselâm) nefsini kudret elinde tutan Allah yemin ederimSizin beraberinizde dünyada iki grup mahlûk vardır ki kimle mukayese edilirse edilsin onlarla beraber ademoğulları ile şeytan zürriyetinden helâk olanlar yine de az ve eksiktir; yani cehennemliklerin çoğunu onlar teşkil eder.

'Ya Rasûlüllah! O iki grup mahlûk kimlerdir?' diye sorunca, Hazret-i Peygamber şöyle dedi: 'Onlar Ye'cüc ve Me'cücdürler'.

Bunun üzerine ashâbın üzüntüsü gittiHazret-i Peygamber şöyle buyurdu:

Çalışın! Müjdelenin! Muhammed'in (aleyhisselâm) nefsini kudret elinde tutan Allah'a yemin ederim, siz kıyâmet gününde insanlar arasında ancak devenin yan tarafında (veya hayvanda) bulunan bir nişan gibisiniz!209

208) Ebû Dâvûd

209) Müslim, Buhârî

38. Hasımlar ve Hakların İadesi

Mizan'ın dehşet ve tehlikesini, gözlerin terazinin diline dikildiğini anladın.

Kimin tartıları ağır gelirse o hoş bir hayat içindedirKimin tartıları hafif gelirse, artık onun anası (bağrına atılacağı) Hâviye'dirOnun ne olduğunu sen nereden bileceksin? O kızgın bir ateştir. (Kâria/6-11)

Terazinin tehlikesinden, ancak dünyada nefsini hesaba çeken, şeriatın mizanıyla amellerini ve sözlerini, tartan bir kimse kurtulurNitekim Hazret-i Ömer (radıyallahü anh) şöyle demiştir: 'Hesaba çekilmeden önce, nefsinizi hesaba çekinAmelleriniz tartılmadan önce amellerinizi tartın!'

Kişinin nefsini hesaba çekmesi; ölmeden önce kesin bir tevbe ile her günahtan tevbe etmesi, Allah'ın farzlarında yapmış olduğu kusuru telafi etmesi, zulmen almış olduğu malları geri vermesi, diliyle, eliyle ve kalben kötü zanda bulunmasıyla kime taarruz etmişse, helâl ettirmesi, kalplerini hoşnut etmesi demektir ki üzerinde bir zulüm ve farz kalmadığı halde ölsün! İşte bu kimse hesapsız cennete girer.

Eğer sahiplerine haklarını vermeden önce ölürse, hasımlar etrafını çepeçevre sarıp kimi elinden tutar, kimi saçından, kimi yakasındanBiri 'Bana zulmettin', öbürü 'Benimle alay ettin', bir başkası 'Hoşuma gitmeyen birşey ile aleyhimde konuştun', başka biri de Benimle komşuluk yaptın, komşuluğumu istismar ettin', bir diğeri 'Benimle iş yaptın, beni kandırdın', öbürü 'Benimle alış veriş yaparak beni kandırdınSattığın malın ayıbını bana söylemedin', başka biri 'Bana sattığın malın fiyatında yalan söyledin', öbürü 'Beni muhtaç olarak gördün de, zengin olduğun halde bana yedirmedin', beriki 'Beni mazlum olarak gördünZulmü benden defetmeye kudretin olduğu halde zâlime yağcılık edip hakkıma riayet etmedin' der.

Sen bu durumda iken bir de bakarsın hasımlar tırnaklarını sana batırmışlar, ellerini de yakana yerleştirmişler, sen de onların çokluğundan şaşakalmışsınÖyle ki hayatında kendisiyle bir dirhemlik alış veriş yaptığın veya bir mecliste kendisiyle oturduğun tek kişi kalmaz ki gıybetini yapmak, ihanet etmek ve hakaret gözüyle bakmak suretiyle onun hakkı sana geçmemiş olsunSen ise onlarla mücadele etmekten zayıf düşmüş bir durumdasındırBütün ümidin, tek dayanağın olan Allah'a boynunu uzatıp seni onların elinden kurtarmasını dilersinİşte tam o sırada kulağına Allah Teâtâ'nın sesi gelir:

Bugün her can, kazandığı ile cezalandırılırBugün zulüm yokturAllah hesabı çabuk görendir. (Mü'min/17)

İşte o anda kalbin heybetten çatlarHelâk olacağını kesinlikle anlar, Allahü teâlâ'nın peygamberininseni korkuttuğu noktaları hatırlarsın.

Zâlimlerin yaptığından Allah'ı gâfil sanma! O, sadece onları, gözlerin dehşetten donup kalacağı bir güne erteliyorO gün başlarını dikerek koşacaklarGözleri kendilerine bile dönüp bakmayacakKalplerinin içi bomboş havadırİnsanları, kendilerine azabın geleceği şu günden uyar! (İbrahim/42-44)

İnsanların haysiyetlerini pay u mâl etmek ve mallarını yemekle, bugün dünyada sevincin çok fazladırFakat o günde adalet yaygısı üzerinde huzurda durduğunda, siyaset hitabıyla şifahen seninle konuştuğunda, müflis, fakir, aciz, kıymetsiz, hiçbir hakkı reddetmeye gücü yetmez veya özür belirtmeye takati olmayan bir kimsesin! O günde senin üzüntün çok şiddetli olacaktırİşte o zaman hayatın boyunca zorluklara katlanarak elde ettiğin sevapların senden alınır, hasımlarına verilir.

Ebû Hüreyre Hazret-i Peygamberin şöyle buyurduğunu rivâyet eder:

- Bilir misiniz müflis kimdir?

- Ey Allah'ın Rasûlü! Bizim ıstılahımızda müflis ne dinarı, ne dirhemi ve ne de malı kalmamış kimsedir.

- Benim ümmetimden müflis olan o kimsedir ki kıyâmet günü namaz, oruç ve zekâtla Allah'ın huzuruna gelir de şu adama küfür, öbür adama iftira etmiş, berikinin malını yemiş, öbürünün kanını akıtmış, diğerine vurmuşturBu bakımdan sevaplarından alınır şuna buna verilirBöylece sevapları tükenirFakat hâlâ üzerindeki haklar tamamen ödenmiş değildirBu sefer hak sahiplerinin günahlarından alınır, onun üzerine yüklendikten sonra cehenneme atılır210

Bu bakımdan böyle bir günde (mâsiyetine veya) musibetine dikkatle bak! Zirâ riyanın âfetlerinden, şeytanın hilelerinden sağlam kalan hiçbir sevabın yoktur! Eğer uzun bir müddette bir tek sevabın bunlardan sağlam kalırsa, onu da hasımların çarçabuk elinden alırlarGündüzün orucuna, gecenin ibadetine devam ettiğin halde, nefsini hesaba çekersen, ömründen giden her günde müslümanlar hakkında gıybet ettiğini ve bunun da bütün sevaplarını yok ettiğini anlarsınBir de işlediğin diğer günahları düşünHaram ve şüphelilerden yemek, ibadetlerde kusur yapmak gibi! Acaba boynuzsuz hayvanın hakkının boynuzlu hayvandan alınacağı bir günde zulümle aldıklarının cezasından kurtulmayı nasıl ümit edersin?

Ebû Zer, Hazret-i Peygamberin toslaşan iki koçu görünce şöyle buyurduğunu rivâyet eder:

- Ey Ebû Zer! Biliyor musun bunlar neyin hakkında toslaşıyorlar?

- Hayır!

- Fakat Allahü teâlâ bilir ve kıyâmet gününde bunların arasında hükmeder211

Yerde yürüyen hiçbir hayvan ve iki kanadıyla uçan hiçbir kuş yoktur ki (onlar da) sizin gibi birer ümmet olmasınlar. (En'ârn/38)

Ebû Hüreyre (radıyallahü anh) bu ayetin tefsirinde demiştir ki: "Bütün mahlûklar, kıyâmet gününde haşrolunurAllah'ın adaleti boynuzlu koçtan boynuzsuzun intikamını alır. Sonra ona 'Toprak ol!' emrini verir! İşte o zaman, kâfirin 'keşke ben toprak olaydım' dediği zamandır".

Ey miskin! Amel sahifenin, uzun zahmetler çektiğin halde sevaplardan boş olduğunu gördüğün bir günde halin ne olacaktır? O gün Benim sevaplarım nerede?' dersinSana 'Hasımlarının sahifelerine nakledildiler!' cevabı verilirDefterini, işlememek için sabrettiğin günahlarla dolu görürsün ve 'Yârab! Bunlar asla işlemediğim günahlardır (nerden geliyorlar?) ' dersinBuna karşılık sana denilir ki: 'Dünyada gıybetlerini yaptığın, küfrettiğin, kendilerine kötülükle kasdettiğin, alışverişte, komşulukta, konuşmakta, münazarada, müzakerede, okumakta ve diğer şeylerde aleyhlerinde bulunduğun kimselerin günahlarıdır'.

İbn Mes'ûdHazret-i Peygamberin şöyle buyurduğunu rivâyet eder:

Şeytan, Arap yarımadasında putperestlikten ümidini kesip küçük günahlara razı olduO küçük günahlar yok edicidirlerBu bakımdan gücünüz yettiği kadar zulümden sakınınÇünkü kul, kıyâmet gününde dağlar kadar ibadetlerle Allah'ın huzuruna gelirZanneder ki bu ibadetler onu kurtaracaktırBu durumda bir kul gelir der ki: 'Yârab! Falan adam bana zulüm yaptıBunun üzerine Allahü teâlâ ' (Ey melek) onun sevaplarından sil!' derBöylece durmadan onun sevaplarından silinirÖyle ki sevaplarından birşey kalmazBunun misali, bir sahraya inen misafirlerin misâline benzer ki onların yanında yakacak odun yokturOdun toplamak için her biri bir tarafa dağılırAz bir zaman sonra ateşlerini büyütürler ve istediklerini yaparlarİşte günahlar da böyledir212

(Ey Rasûlüm!) Sen de öleceksin ve onlar da ölecekler. Sonra siz kıyâmet günü rabbinizin divanında davalaşacaksınız. (Zümer/30-31)

Bu âyet indiğinde Zübeyr bAvvam 'Acaba dünyada aramızda olan hâdiseler günahların özellikleriyle beraber tekrar edilecek mi? diye sorduHazret-i Peygamber 'Evet! Siz her hak sahibinin hakkını ödeyinceye kadar tekrar edilecektir' dediZübeyr 'Allah'a yemin olsun, iş çok şiddetlidir' dedi213

Zerre kadar dahi müsamaha edilmeyen gün ne şiddetlidir? O günde bir yumruktan dahi vazgeçilmezSöylenilen bir kelimeden, mazlum için zâlimden intikam alınıncaya kadar vazgeçilmez.

Enes Hazret-i Peygamberin şöyle buyurduğunu rivâyet eder:

Allahü teâlâ kullarını çıplak, beti benzi uçuk ve beraberlerinde hiçbirşey olmadığı halde haşreder,

Hazret-i Peygamber'e hadîsin metninde geçen 'Bühmen' kelimesini sordukDedi ki: Beraberlerinde birşey yoktur. Sonra Allahü teâlâ öyle bir sesle çağırır ki yakın olan bir kimse işittiği gibi, uzak olan da işitir: Pâdişah benim! Şiddetle ceza veren benim! Bir şamar dahi olsa, cennet ehlinden bir kimseden cehennemlik bir kimsenin hakkı alınıncaya kadar cennete giremezCehennemliklerden bir kimsenin boynunda cennetliklerden birinin hakkı olduğu zaman cehenneme girmesi uygun olmaz tâ ki ondan o intikam alınıncaya kadar!

-Bu nasıl olur? Biz çıplak, betimiz ve benzimiz uçuk ve beraberimizde hiçbir şey olmadığı hâlde Allah'ın huzuruna geliriz!

- Sevaplar alınır, günahlar yüklenilirBu bakımdan ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun! Kulların mallarını almak, ırzlarına taarruz etmek, kalplerini daraltmak, aranızdaki ilişkilerde zulmetmekten sakının; zira kul ile Allah arasında bir özellik vardırBu bakımdan ona affetmek daha sür'atle varırKül birçok zulüm yapmış fakat onlardan tevbe etmişse, zulme uğrayanlardan helâllik istemek veya ettirmek imkânsız ise, bâri kısas günü için fazlasıyla sevaplar işlesinSevaplarının bir kısmını gizlice, ihlâs ile işleyip Allah'tan başkasını muttali etmesinBu durumun onu Allah'a yaklaştırması umulurBöylece Allah'ın, kulların zulümlerini kendilerinden defetmesi için dostlarına sakladığı lütfuna nâil olur.

Enes şöyle rivâyet eder: Bir ara Hazret-i Peygamber'! oturmuş ön dişleri görünecek şekilde güldüğünü gördükHazret-i Ömer sordu:

- Ey Allah'ın Rasûlü! Annem ve babam sana feda olsun! Seni güldüren nedir?

- Ümmetimden iki kişi, izzet sahibi Allah'ın huzurunda durup biri şöyle der: 'Yârab! Benim bu kardeşimin bana yaptığı zulmün intikamını al!' Bunun üzerine Allahü teâlâ 'Kardeşine yapmış olduğun zulmü öde!' derO da 'Yârab! Sevablarımdan birşey kalmadı ki!' derAllahü teâlâ hak sahibine der ki: 'Sen ne yapacaksın? Baksana onun sevabından birşey kalmamış'Hak sahibi 'Yârab! Günahlarımdan yüklensin!' der.

Bunun üzerine Hazret-i Peygamber'in gözleri yaşla doldu ve şöyle dedi:

Muhakkak ki o gün, tehlikesi Süyük bir gündürO öyle bir gündür ki insanlar, kendi günahlarının başkası tarafından taşınmasına muhtaç olurlar.

Bu manzara karşısında Allah-u Teâlâ, hak sahibine 'Başını kaldır cennetlere bak!' buyururBunun üzerine hak sahibi başını kaldırır ve der ki:

- Yârab! Gümüşten yapılmış şehirler, incilerle süslenmiş altından yapılmış yüksek binalar ve köşkler görüyorumAcaba bunlar hangi peygamberindir veya hangi sıddîkındır veya hangi şehidindir?

- Kim onun bedelini verirse onundur!

- Onun bedeli iledir?

- Müslüman kardeşini affetmendir!

- Yârab! Ben onu affettim.

- Kardeşinin elinden tut, onu da cennete götür!

Bunları söyledikten sonra Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

Ey ashâbım! Allah'tan korkun! Aranızdaki ihtilâfları ıslah edin! Muhakkak ki Allah Mü'minlerin arasını ıslah eder214

Bu hadîs, şu noktaya dikkati çekiyor: Bu mertebeye ancak Allah'ın ahlakıyla ahlâklanma sayesinde varılır, ö da insanların arasını bulmak ve diğer güzel ahlâklardır.

O halde, şimdi kendi nefsin hakkında düşün! Eğer sahifen kul haklarından boşsa veya hak sahibi sana lütûfta bulunup seni affederse, ebedî saadete kavuşursan acaba sırtına rıza hilâtı giydirildiği, şekavet olmayan bir saadete vardığın, etrafında yok olmayan nimetlerle nimetlendiğin halde hüküm yerinden ayrılırken sevincin nasıl olur? O zaman kalbin sevinçten uçarYüzün bembeyaz olup, nûrlanırAyın ondördüncü gecesindeki dolunay gibi parlarBu bakımdan başını kaldırıp, sırtın günahlardan boş olduğu halde mahlûklar arasında sallana sallana gezmeni, kavuştuğun nimetlere ve haline bakarak içinde olduğun duruma gıpta ettiklerini, meleklerin önünde ve arkanda yürüyerek, şahidlerin gözü önünde ' (İşte bu) falan oğlu falandırAllah ondan razı oldu ve onu razı ettiPeşinde hiçbir zaman şekavet olmayan bir saadetle saadetlendi' diye bağırdıklarını gözünün önüne getir! Acaba kıyâmette sana verilen bu makam, dünyada riyakârlığın, yağcılığın, zahirî süsün ve yapmacık hareketlerin ile halkın kalbinde olan mertebenden daha büyük değil midir? Eğer âhiret mertebesinin bu mertebeden daha hayırlı olduğuna, aralarında benzerlik bile bulunmadığına inanıyorsan katıksız bir ihlâs ile ahiretin o mertebesini elde etmeye çalışAllah'a karşı plan muamelende doğru bir niyet ile hareket et! Zirâ bu nimetler ancak katıksız ihlâs ve doğru niyetle elde edilir!

Eğer ikinci şık olursa ki ondan Allah'a sığınırız yani sahifende basit zannettiğin, esasında tehlikeli olan bir günah çıkarsa Allah da ondan dolayı sana buğzederek 'Ey kötü kul! Benim lânetim senin üzerine olsunYaptığın ibadeti kabul etmeyeceğim' dese, bu ses kulağına gelir gelmez, yüzün simsiyah kesilir. Sonra melekler de Allah'ın gazabı için sana öfkelenerek 'Bizim ve bütün mahlûkların lâneti senin üzerine olsun!' derlerO arada zebaniler sana doğru gelirlerBütün katılıkları, korkunçlukları ve dehşetli görünüşleriyle sana çullanır, perçeminden tutar, serd yüzüstü halkın gözü önünde yerlerde sürürlerHalk yüzünün siyahlığına, rezaletine bakarlarSen de azap ve helâkini isteyip durursunOnlar ise 'Bugün, değil bir helâk ve azap, birçok helâk ve azabı çağır!' derlerMelekler 'Şu falanoğlu falandır! Allah onun rezaletlerini keşfetmiş, günahlarından ötürü ona lânet etmiştirBu bakımdan öyle bir şekavete düşmüştür ki o şekavetten sonra hiçbir zaman saîd olamaz!' diye bağırırlar.

Bu durum, çoğu kez kullardan gizli olarak işlemiş olduğun bir günahtan ötürü veya kulların kalbinde yer etmek maksadıyla yaptığın ya da onlar nezdinde rezil olmaktan korktuğun için işlediğin bir günahtan ötürü olurBu bakımdan senin cehaletin ne kadar da büyüktür! Zirâ geçici dünyada Allah'ın kullarından küçük bir grubun nezdinde rezil olmaktan sakınırsın da o kocaman mahşer halkının içinde sonsuz rezaletten korkmazsınO rezalete, Allahü teâlâ’nın öfkesi, elem verici azabı, zebaniler eliyle cehenneme sürülmek de eklenir.

İşte buraya kadar tasvirine çalıştığımız durumlar, senin durumlarındırOysa sen hâlâ en büyük tehlikeyi sezmemektesinO tehlike, sırat (köprü) tehlikesidir.

210) İmâm-ı Ahmed ve Tirmizî, (Ebû Hüreyre'den)

211) İmâm-ı Ahmed

212) İmâm-ı Ahmed, Beyhakî

213) İmâm-ı Ahmed

214) İbn Eb'id-Dünya, Hâkim

40-7

39. Sırat

Takva sahiplerini, binek üzerinde ikram ile Rahmân'a götürdüğümüz gün, mücrimleri de yaya ve susuz olarak cehenneme sürdüğümüz (gün) ! (Meryem/85-86)

Onları cehennemin yoluna götürünDurdurun onları, çünkü onlar sorguya çekileceklerdir. (Saffat/23-24)

Bütün bu dehşetlerden sonra Allahü teâlâ'nın bu ayetleri hakkında düşün! Bu dehşetlerden sonra insan köprüyü geçmek için sevkolunurKöprü, cehennem üzerine kurulmuş kılıçtan keskin ve kıldan incedir! Kim şu dünya âleminde dosdoğru bir yol üzerinde bulunursa, âhiret köprüsü üzerinde hafif olup kurtulur.

Dünyada istikametten ayrılan, yükünü günahlarla ağırlaştırıp isyan eden, köprüye ilk attığı adımda kayar ve helâk olurŞu anda köprüyü ve inceliğini gördüğünde kalbine girecek korkuyu düşünKöprüyü gördükten sonra gözün köprünün altındaki simsiyah cehenneme ilişir. Sonra kulağına ateşin şiddetli sesi, öfkesi gelirHalinin zayıflığına, kalbinin ızdırabına, ayağının titremesine rağmen, kıldan ince kılıçtan keskin köprü üzerinde yürümeye zorlanırsınOysa günahlarla ağırlaşan bu bedenle yeryüzünde bile yürümen zordurAcaba bir ayağını köprünün üzerine koyduğunda keskinliğini hissettiğin, önünde insanların kayıp düştükleri ve cehennem zebanileri tarafından çengellerle çekildikleri zaman ikinci ayağını kaldırmaya mecbur olduğun zaman durumun ne olacaktır? Onların ateşe baş aşağı nasıl düştüklerini, ayaklarının havada nasıl kaldığını müşahede ettiğinde durumun ne olacaktır? Bu manzara korkunç bir manzaradırNe zahmetli bir yokuş, ne dar bir geçittir orası! Öyle ise köprü üzerinde sırtında günahların ağırlığı olduğu halde yürüdüğünü, köprüye çıktığını ve halkın cehenneme yuvarlandıklarını müşahede ettiğini,, Hazret-i Peygamberin (sallâllahü aleyhi ve sellem) 'Yâ rabbî! Selâmet kıl! Selâmet kıl!' dediği cehennemin derinliğinden azap ve helâk isteyenlerin sesinin kulağına yükselip geldiğini, köprü üzerinden birçok insanların kayıp düşüşünü gördüğünde durumunu düşünAcaba ayağın kayarsa, pişmanlığın sana fayda vermezse helâk olmayı isteyip İşte benim korktuğum buydu! Keşke hayatım için tedbir alsaydımKeşke peygamberle beraber yol edinseydim! Vay hâlime! Keşke falanca adamı dost edinmeseydimKeşke toprak olsaydımKeşke unutulmuş olsaydımKeşke annem beni doğurmasaydı' dediğinde halin nice olur?

İşte o zaman ateş seni yaka paça yakalar! Bir tellâl şöyle bağırır: 'Cehennemde ümitsiz olun! Benimle konuşmayın.

Bağırmaktan, inlemekten, derinden nefes almak ve imdâd istemekten başka yol kalmazAcaba bütün bu tehlikeler önünde olduğu halde şimdi aklını nasıl görürsün? Eğer bunlara inanmıyorsan, kâfirlerle beraber cehennem derekelerinde ebedî kalırsın? Eğer inanmış, fakat gaflete dalıp hazırlanmak hususunda gevşeklik göstermişsen zararın ve tuğyanın ne büyüktür? İmanın seni Allah'ın rızasına, ibadet yapıp, günahları terketmeye yöneltmezse, o îmanın sana ne faydası yardır? Eğer önünde köprünün dehşetinden başka bir dehşet olmasa, köprünün üstünden sağlam geçsen dahi, o geçişin tehlikesinden duyulan korku da sana yeter!

Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

Köprü, cehennemin parçaları arasında kurulurKöprüyü peygamberlerden, ümmetiyle beraber ilk geçen ben olurumO gün peygamberlerden başkası konuşamazO günde peygamberlerin duası 'Yârab! Selâmet kıl! Yârab Selâmet kıl!' şeklindedir.

Cehennemde (çölde bulunan) sa'dan dikeni gibi çengeller vardırSiz sa'dan dikenini gördünüz mü?

- Evet ya Rasûlüllah gördük!

- O çengeller sa'dan dikeni gibidirlerOnların büyüklüğünü Allah'tan başkası bilmezİnsanlar amellerinden ötürü tutulurOnlarından kimi amelinden ötürü helâk olur, kimi küçülür, sonra kurtulur215

Ebû Saîd el-Hudrî, Hazret-i Peygamberin (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle dediğini rivâyet ediyor:

İnsanlar cehennem köprüsünün üzerinden geçerO köprünün üzerinde demir dikenler, çengeller vardırSağdan soldan insanları kaparlarKöprünün iki tarafında melekler vardırO melekler derler ki: "Yârab! Selim kıl! Yârab! Selâmet bırak!' İnsanların kimi şimşek gibi geçer, kimi rüzgâr gibi, kimi at gibi, kimi süratli bir yürüyüşle, kimi normal bir yürüyüşle yürür, kimi sürüngenler gibi sürünür, kimi zorlukla yürürCehennem ehline gelince, onlar cehennemde ne ölürler, ne yaşarlarBazı insanlar birtakım günah ve hatalardan dolayı muâhaze olunurlarYanarlar, kömür olurlar, sonra şefaat için izin verilir216

Böylece hadîsin sonuna kadar zikretti.

İbn Mes'ûdHazret-i Peygamberin (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle dediğini rivâyet ediyor:

Allah, öncekileri ve sonrakileri belli bir günde toplarKırk gün ayakta gözleri göklere dikili vaziyette hükmün faslını beklerler217

Râvî hadîsi 'mü'minlerin secde vakitlerini belirten kesimine varıncaya kadar' zikredip şöyle dedi:

Sonra Mü'minlere 'Başlarınızı kaldırın!' denirMü'minler başlarını kaldırırOnlara amelleri nisbetinde nurları verilir; kimine büyük bir dağ gibi nur verilirO nur onun önünde yürür, kimine ondan daha küçük bir nur verilir, kimine ondan daha küçük bir nur verilir, kimine bir hurma ağacı kadar, kimine daha küçük bir nur verilirHatta sonuncuları olan bir kişiye ayağının baş parmağı üzerinde bir nur verilirO nur bazen ışık verirBazen de sönerIşık verdiğinde ayağını atar, yürürSöndüğünde yerinde kalakalır218

Sonra Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) , onların nurları nisbetinde köprü üzerinden geçtiklerini zikretti:

Onlardan kimi gözün kapanıp açılması kadar çabuk geçer, kimi şimşek gibi, kimi bulut gibi, kimi kayan yıldız gibi, kimi atın koşusu gibi, kimi bir erkeğin koşusu gibi geçerlerHatta nuru ayağının baş parmağında verilen kimse, geçerken yüzüstü, eller ve ayaklar üstünde emeklerBir elini çeker, diğer eliyle tutarBir ayağı tutar, diğer ayağı çekerAteş onun yanlarına kadar gelir.

Râvî der ki: O kurtuluncaya kadar böyle olurKurtulunca köprünün başında durur ve 'Hamd Allah'a mahsusturMuhakkak Allahü teâlâ bana öyle bir nimet verdi ki hiç kimseye verilmemiştir; zira cehennemi gördükten sonra beni cehennemden kurtardı' derBöylece onun elinden tutulur, cennet kapısında bulunan bir göle götürülür ve yıkanır, temizlenir.

Enes b. MâlikHazret-i Peygamber'in (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle dediğini rivâyet ediyor:

Köprü, kılıcın keskinliği veya kılın inceliği gibidirMelekler Mü'min erkekler ile Mü'min kadınları kurtarırlarCebrâil (aleyhisselâm) benim belim (kemerim) den tutarBen 'Ey rab! Selim kıl, selim kıl!' derimO günde kayan erkekler ile kayan kadınlar pek çoktur219

İşte bunlar köprünün dehşet ve felâketleridirÖyle ise köprü (sırat) hususunda uzunca düşünİnsanların kıyâmet dehşetlerinden en sağlam kalanı dünyada iken bu hususta çok düşünenidirAllahü teâlâ iki korkuyu bir araya getirmezKim dünyada iken bu dehşetlerden korkarsa, âhirette bunlardan emin olurKorkudan gayem, kadınların rikkati (inceliği) gibi bir rikkat değildir ki bu durumları dinlediğin zaman gözün yaşarıp kalbin rikkate gelirFakat az bir zaman sonra unutur, tekrar oyuna dalarsınBu tür rikkat korku değildirHerhangi birşeyden korkan bir kimse, ondan kaçarHerhangi birşey uman bir kimse onu ararSeni kurtaracak olan korku, seni Allah'ın yasaklarından menedip, ibadetine teşvik eden korkudurKadınların rikkatinden daha uzağı, ahmakların korkusudurAhmaklar bu dehşetleri dinledikleri zaman, dilleriyle istiâze ederlerOnlardan biri şöyle der:

Allah'tan yardım talep ediyoruzAllah'a sığmıyoruz! Yâ rabbî! Bizi kurtar, kurtar!'

Oysa onlar bu sözlerine rağmen helaklerinin sebebi olan günahlarda ısrar ederler, Bu bakımdan şeytan, böyle kimselerin istiazesine gülerSahrada bulunduğu ve arkasında bir kale olduğu halde kendisine saldıran yırtıcı hayvandan kaçıp kaleye sığınmaz da hayvanın saldırısına rağmen diliyle 'Senin şerrinden şu aşılmaz kaleye sığmıyorum! Bu kalenin yıkılmaz binasından ve kuvvetli temelinden yardım talep ediyorum' diyen bir kimseye gülündüğü gibi, böyle ahmaklara da gülünür.

Bir kimse yerinde oturduğu halde bu duayı yaparsa bu dua, bu kimseyi yırtıcı hayvandan nasıl kurtarır?

Âhiretin dehşetleri için de ancak doğru olarak 'Lâ ilâhe illâllah' demek kaledirDoğru olmasının mânâsı; Allah'tan başka senin için bir maksûd ve mabudun olmaması demektirKim hevasını ilâh edinmişse, o kimse Tevhîd hususunda doğruluktan uzaktırO kimsenin durumu tehlikelidir!

Eğer bütün bunları yapmaktan aciz isen, Hazret-i Peygamber'e muhib ol! Onun sünnetini yüceltmeye, ümmetinden salihlerin kalplerini gözetmeye gayret et! Salih kimselerin dualarıyla bereketlen, Bu takdirde, onun veya onların şefaatine nail olup sermayen az olsa da şefaat sayesinde kurtulman umulur!

215) Müslim, Buhârî

216) Müslim, Buhârî

217) Müslim

218) İbn Adiyy, Hâkim

219) Beyhakî, Şuab'ul-Îman

40. Şefaat

Mü'minlerin bazı taifelerine cehenneme girmek sabit olduğu zaman Allahü teâlâ fazlıyla onlar hakkında peygamber ve sıddîkların şefaatini kabul eder220 Hatta âlim ve salihlerin şefaatini aile efradı, akrabaları, dostları ve tanıdıkları hakkındaki şefaatini de kabul ederBu bakımdan onların şefaatini kazanmaya gayret et! O da şu şekilde elde edilir:

Hiç bir kimseyi şahsından ötürü tahkir etmemelisin221 Çünkü Allahü teâlâ, velîlerini kullarının içinde gizlemiştirKendisiyle alay edilen kimsenin Allah'ın velîsi olma ihtimali vardırHiçbir günahı küçük sayma, çünkü Allahü teâlâ gazabını günahların içinde gizlemiştirKüçük saydığın günahta Allah'ın gazabının olması mümkündürHiçbir ibadeti azımsama, çünkü Allahü teâlâ rızasını ibadetinde gizlemiştirAllah'ın rızasının o azımsanan ibadette olması mümkündürBazen o ibadet güzel bir söz, helâl bir lokma, güzel bir niyet veya onların yerine geçen bir hareket olabilirŞefaatin delilleri Kur'ân-ı Kerîm ve hadîs-i şeriflerde çoktur.

Rabbin sana verecek ve sen hoşnut olacaksın! (Duha/5)

Rabbim! Onlar insanlardan bir çoğunu şaşırttılarArtık bundan böyle kim bana uyarsa o bendendir, kim bana isyan ederse, muhakkak ki sen çok bağışlayıcı, çok merhamet edicisin. (İbrahim/36)

Eğer onlara azap edersen onlar senin kullarındandır. (Mâide/118)

Amr b. el-As rivâyet ediyor ki Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) , Hazret-i İbrahim'in ve Hazret-i Îsa'nın yukarıdaki sözlerini okuduğu zaman, ellerini kaldırdı, 'ümmetim, ümmetim' dedikten sonra ağladıBunun üzerine Allahü teâlâ şöyle buyurdu: "Ey Cebrâîl! Muhammed'e git! Ona 'Seni ağlatan ne idi?' diye sor"Cebrâîl Hazret-i Peygamber'e gelip sorunca, Hazret-i Peygamber Cebrâîl'e ağlamasının sebebini anlattıOysa Allah, peygamberinin durumunu daha iyi biliyorduBunun üzerine Allahü teâlâ Cebrâîl'e dedi ki:

Ey Cebrâîl! Muhammed'e git! Ona de ki: Muhakkak biz ümmetin hakkında seni razı edeceğiz222

Bana beş şey verildi ki benden önce hiçbir kimseye verilmemiştir:

a) Bir aylık mesafede bulunduğum halde korku ile düşmanıma galebe çaldım,

b) Bana ganimetler helâl kılındıOysa benden önce peygamberlerden hiç kimseye helâl kılınmamıştı,

c) Yeryüzü bana ve ümmetime mescid, toprağı da 'temizleyici' kılındıÜmmetimden bir kimse namaz vakti geldiğinde namazını olduğu yerde kılsın!

d) Bana şefaat verildi,

e) Her peygamber sadece kavmine gönderildiBen ise, bütün insanlara gönderildim223

Kıyâmet günü geldiğinde, peygamberlerin imamı, hatibi ve şefaatlerinin sahibi olurumBunu övünmek için söylemiyorum224

Ben Âdem evladının efendisiyimBu sözümde övünme yok! Ben kabrinden çıkan ilk insanımBen ilk şefaat edenimBen ilk şefaati kabul olunanım'Liva'ül-Harnd' benim elimdedirÂdem ve ondan sonra gelenler o bayrağın altında toplanırlar225

Her peygamberin kabul olunan bir duası vardırBen o duamı, kıyâmet gününe ümmetime, şefaat olarak saklamak istiyorum226

İbn-i AbbâsHazret-i Peygamber'in şöyle buyurduğunu rivâyet eder:

Peygamberlere altından yapılmış minberler kurulurPeygamberler onların üzerinde otururlarBenim minberim boş kalır, onun üzerinde oturmamRabbimin huzurunda ayakta durup şöyle niyazda bulunurum: 'Ey rabbim! Benim ümmetim ne olacaktır?' Bunun üzerine Allahü teâlâ şöyle buyurur: 'Ey Muhammed! Sen ümmetine ne yapmamı istiyorsun?' Derim ki: 'Yârab! Onların hesabını acele yap!' Ben şefaat ederimHatta elime cehenneme gönderilen kişilerin ismi yazılı kurtuluş belgeleri verilir ve cehennem bekçisi Mâlik der ki: 'Ey Muhammed! Ateş, rabbinin öfkesinden ötürü ümmetinden hiç kimseyi bırakmadı'227

Kıyâmet günü, yeryüzünde bulunan taş ve topraktan daha fazla kimseler için şefaat ederim228

Ebû Hüreyre (radıyallahü anh) şöyle anlatıyor: Hazret-i Peygamber'e bir kol eti getirildiZaten kol etini severdiEtten ön dişleriyle parçalar koparıp yedikten sonra şöyle dedi:

Kıyâmet gününde insanların efendisiyimBunun neden olduğunu biliyor musunuz? Allahü teâlâ öncekileri ve sonrakileri bir toprakta toplayacaktırÖyle ki bağıran onlara sesini duyuracak, göz onları görecek ve güneş onlara yaklaşacaktırİnsanlar, üzüntüden tahammül edilmeyecek bir duruma geleceklerİnsanlar birbirine 'Başınıza geleni görmüyor musunuz? Rabbinizin yanında size şefaat edecek bir kimseyi araştırmayacak mısınız?' diyecektirBunun üzerinde insanlar birbirlerine 'Âdem'e (aleyhisselâm) gidin!' derler.

Âdem'e (aleyhisselâm) gelip 'Sen beşerin babamızsınAllah seni kudret eliyle yarattıRuhundan sana üfürdüMeleklere sana secde etmelerini emrettiÖyle ise bizim için rabbinin katında şefaatte bulunİçinde bulunduğumuz felâketi ve vardığımız noktayı görmüyor musun?' derlerBunun üzerine Âdem (aleyhisselâm) 'Rabbiniz öyle öfkelenmiş ki daha önce böyle öfkelenmediği gibi sonra da öfkelenmezRabbim cennet ağacından yemekten beni menettiBen onun emrinin hilâfına hareket ettimNefsim, nefsim! Siz benden başkasına gidiniz! Siz Nûh'a gidiniz' der.

Böylece Onlar Nûh'a (aleyhisselâm) varıp 'Ey Nûh! Sen yeryüzü ehline gönderilen ilk rasûlsün! Allahü teâlâ sana 'Çokça şükreden bir kul' demiştirRabbinin katında bizim için şefaatte bulun! İçinde bulunduğumuz durumu görmez misin?' Nûh (aleyhisselâm) der ki: 'Rabbim bugün öyle bir öfkelenmiştir ki bunun gibi ne daha önce, ne bundan sonra öfkelenmemiş ve öfkelenmezBenim bir duam vardıKavmimin aleyhinde o duamı yaptımBu bakımdan ben ancak nefsimle meşgulümSiz başkasına gidiniz, İbrahim Halîlullah'a gidiniz!'

Böylece onlar İbrahim Halîlullah'a varırlarİbrahim Halîlullah'a derler ki: 'Sen Allah'ın peygamberi ve yeryüzünün sakinleri arasında onun dostusunRabbin katında bize şefaat et! İçinde bulunduğumuz durumu görmez misin?' Bunun üzerine İbrahim Halîlullah der ki: 'Rabbim bugün öyle öfkelenmiş ki ne bundan önce böyle öfkelenmiş, ne de gelecekte böyle öfkelenirBen daha önce üç defa hilâf-ı hakîkat beyanda bulundum'. (O üç şeyi belirttikten sonra şöyle de) 'Ben ancak nefsim için şefaatçi olurum.

Öyle ise siz Musa'ya gidin!' Böylece onlar Musa'ya (aleyhisselâm) varırlar ve derler ki: 'Sen Allah'ın Rasûlü'sünAllah Risalet ve konuşmasıyla seni insanlardan üstün kıldıBizim için rabbinin katında şefaat etİçinde bulunduğumuz durumu görmez misin?' Bunun üzerine Musa (aleyhisselâm) der ki: 'Rabbim bugün öyle öfkelenmiştir ki ne bundan önce böyle öfkelenmiş, ne de bundan sonra böyle öfkelenirBen bir adam öldürdümAncak nefsim için şefaatçi olurumÎsa'ya (aleyhisselâm) gidin!' Böylece onlar Îsa'ya varırlar ve derler ki: 'Ey Îsa! Sen Allah'ın Rasûlü ve Meryem'in rahmine atılmış kelimesisinAllah'tan gelen ruhsunBeşikte iken insanlarla konuştunRabbinin katında bizim için şefaatçi ol! İçinde bulunduğumuz dehşeti görmez misin?' Îsa (aleyhisselâm) der ki: 'Rabbim bugün öyle öfkelenmiş ki ne bundan önce böyle öfkelenmiş, ne de bundan sonra böyle öfkelenir'Îsa (aleyhisselâm) işlemiş olduğu bir zelleyi söyler ve 'Nefsim, nefsim' dedikten sonra Muhammed'in (aleyhisselâm) (sallâllahü aleyhi ve sellem) yanına gidin' derMahşer ehli bana gelip şöyle derler: 'Ey Muhammed! Sen Allah'ın Rasûlü, peygamberlerin sonuncususunAllah senin geçmiş ve gelecek günahlarını (zellelerini) affettiRabbinin katında bizim için şefaatte bulunİçinde bulunduğumuz 'dehşeti görmez misin?' Bunun üzerine ben arşın altına varırımOrada rabbim için secdeye kapanırımAllahü teâlâ hamdlerinden ve güzel övgüsünden bana öyle birşey açar ki benden önce hiç kimseye açmamıştır. Sonra der ki: 'Ey Muhammed! Başını secdeden kaldır! İste! İsteğin verilecektirŞefaat et? şefaatin kabul olunacaktır'.

Başımı kaldırır ve şöyle derim: Tarab! Ümmetim, ümmetim!' Bunun üzerine denilir ki: 'Ey Muhammed! Ümmetinden hesabı olmayanları cennet kapılarının sağından içeri bırakacağım'! Diğer kapılarda da insanların ortaklarıdırlar'.

Hazret-i Peygamber bütün bunlardan sonra şöyle buyurmuştur:

Nefsimi kudret elinde tutan Allah'a yemin ederim! Cennet kapılarının iki yanları arasındaki mesafe Mekke ile Hümeyra veya Mekke ile Busra arası kadar geniştir229

Başka bir hadîste bu siyak, bu ibarelerin mânâları aynen vardırAncak o hadîste İbrahim'in hataları (zelleri) zikredilmiştirO da, yıldızlar hakkında 'Bu benim rabbimdir', kavminin putları için 'Onları parçalayan en büyük puttur' ve 'Ben hastayım' sözleridir.

İşte bu şefaat, Hazret-i Peygamber'in şefaatidirÜmmetinden âlim ve sâlihler de şefaat ederlerHatta Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur:

Ümmetimden bir kişinin şefaatiyle Râbia ve Mudar kabilelerinden daha fazla kimseler cennete girecektir230

Kişiye 'Ey falan kalk! Şefaat et' denir,

O da kalkıp bir kabile veya bir aile veya biriki kişi için ameli nisbetinde şefaat eder231

EnesHazret-i Peygamberin şöyle buyurduğunu rivâyet eder:

Cennet ehlinden bir kişi, kıyâmet gününde cehennem ehline görünür, cehennem ehlinden biri onu çağırır:

- Ey falanBeni tanıyor musun?

- Hayır! Tanımıyorum, sen kimsin?

- Dünyada benim yanımdan geçerek benden bir yudum su istedin de sana içirdim.

- Tanıdım!

- O halde bana o içirdiğim sudan dolayı rabbinin katında şefaatte bulun!

Bunun üzerine cennet ehli, zikri yüce olan Allah'tan dileyerek şöyle der: 'Ben cehennem ehline göründümCehennem ehlinden biri beni çağırıp 'Beni tanıyor musun?' dediBen de 'Sen kimsin?' diye sordumDedi ki: 'Ben o kimseyim ki dünyada benden su istedin, sana su içirdimBu bakımdan rabbin katında bana şefaatte bulun!' Öyleyse Yâ rabbelâlemîn! Onun hakkında beni şefaatçi kıl!

Allah onun o kimse hakkındaki şefaatini kabul eder ve o kimsenin cehennemden çıkması emrolunur.

İnsanlar haşre gönderildiklerinde, kabirlerden çıkan ilk insan benimRablerinin huzuruna vardıklarında onların sözcüsü benimÜmitsiz olduklarında onların müjdecisi benimO gün 'Liva'ül-Hamd' (Hamd sancağı) benim elimdedirBen rabbimin katında Âdem evladının en şereflisiyimBu sözümde övünme yoktur.

Ben rabbimin huzurunda cennetin hullelerinden birini giyerim. Sonra arşın sağ tavafında dururumBenden başka hiç kimse o makamda bulunamaz232

İbn-i Abbâs (radıyallahü anh) şöyle diyor: Ashâbtan bir grup oturup Hazret-i Peygamber'i bekledilerHazret-i Peygamber çıkıp onlara yaklaştığında aralarında müzakere ettiklerini gördüOnlar diyorlardı ki:

- Hayret! Allahü teâlâ mahlûkundan İbrahim'i dost edinmiştir.

- Acaba Musa'nın (aleyhisselâm) konuşmasından daha hayret vericisi var mıdır? Muhakkak Allah onunla konuştu!

Îsa (aleyhisselâm) Allah'ın kelimesi ve Allah'tan gelen ruhtur.

- Âdem'i Allah seçti.

Bunun üzerine Hazret-i Peygamber onlara selâm verdi ve şöyle dedi:

Konuşmanızı, İbrahim'in Allah'ın dostu olduğunu takdir edişinizi dinledimİbrahim'in (aleyhisselâm) Allah'ın dostu olduğu doğrudurMusa (aleyhisselâm) Allah ile konuşmuştur, bu da doğrudurÎsa (aleyhisselâm) Allah'tan gelen bir ruhtur ve Allah'ın kelimesidir, bu da doğrudurAllah Âdem'i (aleyhisselâm) seçmiştir, bu da doğrudurBen de Allah'ın habibiyimBununla böbürlenmemBen kıyâmet gününde Liva'ül-Hamd'ın taşıyıcısıyımBununla da övünmüyorumBen ilk şefaat eden ve ilk şefaati kabul edilenimBununla da böbürlenmiyorum! Cennetin halkasını ilk çalan benim! Allah bana kapıyı açar, cennete girerimBenimle beraber Mü'minlerin fakirleri de vardırBununla da övünmüyorum! Ben öncekilerin ve sonrakilerin en şereflisiyimBununla da övünmüyorum233

220) Mutezile ve Havâric mezhebinin bir kısmı, ateşe giren günahkârların şefaatle ateşten çıkacakları görüşünü 'Onlara şefaatçilerin şefaati fayda vermez' mealindeki âyet ve benzerleriyle karşı çıkıp kabul etmemişlerdir,Ehl-i Sünnet âlimleri ise bu hususta gereken cevapları vermişlerdir. (Geniş bilgi için bkz. İthâfu's-Saâde, X/485)

221) Ancak kâfir küfründen, fâsık fışkından, bid'atçı da bid'atımdan dolayı tahkir edilir. Zira Allahü teâlâ zâlimlere açıkça lânet okumaktadır.

222) Müslim, (Abdullah b. Amr b. el-As'dan)

223) Müslim, Buhârî, (Câbir'den)

224) Tirmizî, İbn Mâce

225) Tirmizî, (hasen olarak) ; İbn Mâce, (Ebû Said el-Hudrî'den)

226) Müslim, Buhârî

227) Taberânî, Evsat

228) İmâm-ı Ahmed ve Taberânî, (Büreyde'den hasen bir senedle)

229) Müslim, Buhârî. Hümeyra kelimesi yanlıştır. Hadîsin metninde Hacer kelimesi vardır ve Hacer belli bir şehrin ismidir. Busra ise Şam diyarında bir kasabanın adıdır.

230) İbn Amr b. Semmak, (Ebû Umame'den) , Ancak 'orada iki kabileden birisi kadar' tabiri vardır. Bazı şeyhler o kişinin Hazret-i Osman olduğunu rivâyet ederler. (İthaf us-Saatle, X/495)

231) Tirmizî

232) Tirmizî

233) Tirmizî

41. Kevser Havuzu

Havz büyük bir ikramdırAllahü teâlâ bu ikramı peygamberimize tahsis etmiştirHadîsler havzııı vasfını belirtmiştirAllahü teâlâ'dan ümidimiz dünyada havz hakkındaki bilgiyi, âhirette de onun tadını bize nasip etmesidir; zira havzumun sıfatlarından biri şudur: Havzdan içen bir kimse hiçbir zaman susamaz.

Enes (radıyallahü anh) şöyle anlatıyor: Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) bir ara uyukladıktan sonra tebessüm ederek başını kaldırdıAshâb 'Ey Allah'ın Rasûlü! Neden güldün?' diye sorduHazret-i Peygamber 'Bana şimdi bir âyet indi dedikten sonra Kevser sûresini okuyup şöyle dedi:

- Kevser'in ne olduğunu biliyor musunuz?

-Allah ve Rasülü daha iyi bilir.

- Kevser, bir nehirdirRabbim cennette onu bana va'dettiO nehrin üzerinde çok hayır vardırOnun yanında bir havuz varKıyâmet gününde ümmetim o havuzun başında toplanacaklarO havuzun kapları gökteki yıldızlar kadardır234

EnesHazret-i Peygamberin şöyle buyurduğunu rivâyet eder:

Cennette yürüdüğüm bir anda gözüme bir nehir iliştiNehrin iki kıyısına içi delikli inciden mâmûl kubbeler serpilmiştiCebrâîl'e dedim ki:

- Ey Cebrâil bu nedir?

- Bu, rabbinin sana verdiği kevserdirMelek elini havuzun altına vurduÇamurunun halis misk olduğunu gördüm235

Yine EnesHazret-i Peygamberin şöyle buyurduğunu rivâyet eder:

Havzumun iki tarafının arasındaki mesafe, Medine ile San'a (veya Medine ile Amman) arasındaki mesafe kadardır236

İbn Ömer Kevser Sûresi inince Hazret-i Peygamberin (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu rivâyet ediyor:

Kevser cennette bir nehirdirİki tarafı altından yapılmıştırSuyu sütten daha beyaz, baldan daha tatlı ve miskten daha güzel kokuludurO su inci ve mercan kayaları üzerinde akar237

Hazret-i Peygamberin âzadlısı Sevban bBücded, Hazret-i Peygamberin şöyle buyurduğunu rivâyet eder:

Muhakkak ki benim havuzumun mesafesi Aden ile Belka arası kadardırHavuzumun suyu sütten daha beyaz, baldan daha tatlıdırHavuzumun testileri gökteki yıldızlar kadardırKim ondan bir yudum içerse, artık ebediyyen susamazHavza ilk varan muhacirlerin fakirleridir238

Bunun üzerine Hazret-i Ömer sordu:

- Ey Allah'ın Rasûlü! Onlar kimlerdir!

- Başları (yoksulluktan ötürü) tozlu toprakla elbiseleri pejmürde, nimetler içerisinde olan kadınlarla evlenmeyen ve kendilerine baş olma kapıları açılmayan kimselerdir.

Bu hadîsi işitince Ömer bAbdülazîz şunları söyledi: 'Yemin ederim, ben nimetler içerisinde beslenen kadınlarla evlendimAbdülmelik'in kızı Fâtıma ile evlendimBana riyaset kapıları açıldı, (Öyleyse ben o havuza ilk varanlardan olamam) Ancak rabbim bana rahmet ederse o başka! Bundan sonra başım kirlenmedikçe ona yağ sürmemElbisem kirlenmedikçe yıkamam.

Ebû Zer diyor ki: Hazret-i Peygambere 'Havuzun kabı nedir (veya ne kadardır?) ' diye sordum, dedi ki:

Muhammed'in (aleyhisselâm) nefsini kudret elinde tutana yemin olsun! Havzun kapları, bulutsuz ve kapkaranlık gecede parlayan gökteki yıldızların sayısından daha fazladırO havuzdan içen bir kimse, ebediyyen susamazHavuzun üzerinde son bulan, cennetten oraya iki musluk akarHavuzun eni, uzunluğu gibidirAmman ile ile arasındaki mesafe kadardırSuyu sütten daha beyaz, baldan daha tatlıdır239

Semûre, Hazret-i Peygamberin şöyle buyurduğunu rivâyet eder:

Her peygamberin bir havuzu vardırHer peygamber havuzuna gelen insanların fazlalığıyla iftihar ederBen, benim havuzumun onların en kalabalığı olmasını umuyorum240

İşte bu, Hazret-i Peygamber'in ümididirHer kul havuza gidenlerin arasında olacağını ümit etmelidirMağrur olup da ümit etmesinÇünkü hasadı uman, tohumu eker, yeri temizler, sular, sonra oturup Allah'tan ekini bitirmesini, kasırganın, dolunun ekine dokunmamasını niyaz ederNadas etmeyi veya tarlayı temizleyip sulamayı terkedip de Allah'tan ekin ve meyve bitirmesini uman bir kimseye gelince, bu kimse aldanmış ve kuruntuya kapılmış bir kimsedirBu kimse, Allah'ın fazlını ümit edenlerden değildirİşte halkın çoğunun ümidi böyledirBu, ahmakların aldanışıdırAldanmak ve gafletten Allah'a sığınıyoruz; zira tedbir almadan Allah'ın fazlına aldanmak, dünya ile aldanmaktan daha tehlikelidir.

Ey insanlar! Allah'ın va'di gerçektir; sakın dünya hayatı sizi aldatmasın ve o aldatıcı (şeytan) Allah ile sizi aldatmasın! (Fâtır/5)

234) Müslim

235) Tirmizî, (hasen olarak)

236) Müslim

237) Tirmizî, (hasen sahih olarak)

238) Tirmizî, (garîb olarak) . Belka Şam diyarında bir beldenin adıdır.

239) Müslim

240) Tirmizî, (garîb olarak)

42. Cehennem, Dehşeti ve Azabı

Ey nefsinden gâfil! Yok olmaya yaklaşan ve şu fani dünyanın meşgaleleriyle aldanan kişi! Kendisinden göç edip gideceğin dünya hakkında düşünmeyi bırak! Ebediyyen kalmak üzere varacağın âhiret için düşün! Zira sana haber verilmiştir ki ateş, bütün insanların varacağı yerdir.

İçinizden oraya gitmeyecek hiç kimse yoktur«Bu, rabbinin katında kesinleşmiş bir hükümdür. Sonra Allah'tan sakınanları kurtarırız ve zâlimleri öyle diz üstü çökmüş olarak bırakırız. (Meryem/71-72)

Senin cehenneme uğraman kesindirCehennemden kurtulacağın ise, şüphelidirÖyleyse oraya girme korkusunu düşün! Böylece ondan kurtulmak için hazırlık yapman umulurMahlûkların hallerini düşün ki kıyâmetin dehşetlerinden çektiklerini çekmişlerdir! Kıyâmetin üzüntü ve dehşetleri içinde ve kıyâmet haberlerinin hakikatini, şefaatçilerin şefaatini beklerken, ansızın mücrimlerin etrafını karanlıklar kaplarOnların üzerine alevli bir ateş gölge yaparO ateşin nefes alıp vermesini ve homurtusunu dinlerlerBu homurtu da ateşin şiddetli öfkesinden haber verirİşte bu anda mücrimler helâk olacaklarına kesin gözüyle bakarlarÜmmetler diz üstü çökerler, Hatta günahtan beri olanlar bile bu kötü neticeden korkarlarZebanilerden bir tellâl çıkıp şöyle bağırır:

Dünyada nefsini tûl-i emel ile aldatan, ömrünü kötü işlerde harcayan falan oğlu falan nerede?

Böylece demirden yapılmış tokmaklarla o kimsenin üzerine üşüşürler, tehditlerin büyükleriyle onu karşılarlarOnu şiddetli azaba sevkederlerCehennemin derinliğine baş aşağı atarak şöyle derler:

Tad, zira sen kendince üstündün, şerefliydin. (Duhân/49)

Etrafları dar, yolları karanlık, tehlikeleri belli olmayan, içinde ebediyyen esir kalman, ateş yanan, içindeki içkileri sıcak su olan bir yurtta bulunurlarEbedî kalacakları yer cehennemdirZebanilerin tokmaklarıyla ezilirlerCehennem kendilerini toplarOnların, o yurttaki istekleri helâk olmaktırFakat oradan kurtuluşları yokturAyakları alınlarına bağlanmış, gözleri günahlarının zulmetinden simsiyah kesilmiştirO yurdun köşelerinden şöyle bağırırlar:

Ey Mâlik! Bize azap tatbik edildi! Bize vurulan prangalar ağır bastıEy Mâlik! Derilerimiz pörsüdü! Ey Mâlik! Bizi buradan çıkarMuhakkak ki biz bir daha kötülüklere dönmeyeceğiz.

Bunun üzerine zebaniler derler ki: 'Heyhât! Nereden çıkacaksınız? Artık temennilerin zamanı geçmiştirZillet evinden sizin için çıkış yokturOrada ümitsiz olun, konuşmayın! Eğer siz, oradan çıkarılmış olsanız "muhakkak yasaklandığınız şeylere tekrar dönersiniz!'

Onlar o anda ümitsiz olurlarAllah'a karşı işlemiş oldukları suçlardan ötürü esef ederlerFakat pişmanlık onları kurtarmazEsef onlara fayda vermezOnlar elleri bağlı olduğu halde yüz üstü düşerlerÜstlerinde ve altlarında, sağ ve sollarında ateş vardırOnlar ateş denizine dalmışlardırYiyecekleri ateş, içecekleri ateş, elbiseleri ateş, yatakları ateştirOnlar ateşten cübbeler, katrandan gömlekler giyer, tokmakların vuruşu ve zincirlerin ağırlığı altında kıvranırlarOnlar cehennemin dar geçitlerini geçmeye mecbur olurlarOnun derekelerinde hurdahaş olurlarOrada tir tir titrerlerKazanların kaynaması gibi ateş onları kaynatırOnlar azap isterler, helâk isterlerOnlar azabı istediklerinde başlarının üzerine hamım (sıcak su) dökülürO hamîm ile onların içindeki her şey erirOnların derileri de erir.

Onlar için demirden yapılmış tokmaklar vardırO tokmaklarla alınları kırılırAğızlarından irin akarSusuzluktan ciğerleri paramparça olurGözbebekleri yanakları üzerine akarYanaklarından etleri düşerHer taraftan kıllar düşmeye başlarHatta derileri düşerDerileri pörsüdükçe onlara başka deriler giydirilirKemikleri etten sıyrılırRuhlar, damarlar, kemikleri bağlayan asablarla baki kalmıştırOnlar, o ateşlerin alevleri arasında ümitsiz kalırOnlar bu durumda ölümü temenni ederler, fakat ölemezler.

Acaba yüzleri kömürden daha fazla siyahlaştığı, gözleri körleştiği, dilleri tutukluğu, belleri kırıklığı, kemikleri hurdahaş olduğu, kulakları kesildiği, derileri yırtıldığı, elleri boyunlarına bağlandığı, alınları ile ayaklan bir araya getirildiği, yüzleriyle ateş üzerinde yürüdükleri, gözleriyle demir dikenlere bastıkları zaman onlara bakarsan senin durumun ne olacaktır? Ateşin alevleri onların bedenlerinde gezerCehennemin yılan ve akrepleri, azalarına yapışırBu durumu gördüğünde halin ne olacaktır?

İşte bu söylediklerimiz, onların hallerinden bir parçadırŞimdi ise, dehşetlerinin tafsilâtına bir bakCehennemin vadileri ve dereleri hakkında düşün; zira Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur:

Cehennemde yetmiş bin vadi vardırHer vadide yetmiş bin dere vardırHer derede yetmiş bin ejderha, yetmiş bin akrep vardırKâfir ve münafık bütün bunlardan geçmeden cehennemin altına varamaz,241

Hazret-i AliHazret-i Peygamberin şöyle buyurduğunu rivâyet eder:

- Hüzün kuyusundan (veya vadisinden) Allah a sığınırız!

- Ey Allah'ın Rasûlü! Hüzün kuyusu (veya vadisi) ne demektir?

- Cehennemde bir vadidir ki cehennem her gün yetmiş defa onun şerrinden Allah'a sığınır, Allah onu, Kur'ân okurken riyakârlık yapanlar için hazırlamıştır242

İşte bu söylediğimiz cehennemin genişliği ve vadilerin derecelere bölünmesidirBunlar da dünyanın vadileri ve şehvetleri adedincedirKapılarının adedi ise, kulun kendileriyle isyan ettiği yedi âzanın adedi kadardırO kapıların biri diğerinin üstündedirEn üstündekine Cehennem, sonrakine Sekar, sonrakine Lezza, sonrakine Hutame, sonrakine Sair, sonrakine Cahîm, sonrakine Hâviye denir.

Şimdi Hâviye'nin derinliğini dikkatle izle! Zira onun derinliğinin hududu tıpkı dünya şehvetlerinin derinliğinin hududunun olmadığı gibi yokturNasıl ki dünyanın bir ihtiyacı, insanı daha büyük bir ihtiyaca götürürse, cehennemin Hâviye'si de kendisinden daha derin bir hâviyeye götürür.

Ebû Hüreyre diyor ki: Hazret-i Peygamber ile beraberdikO anda bir gürültü işittikBunun üzerine Hazret-i Peygamber 'Biliyor musunuz, bu neyin düşüşüdür?' dedi'Allah ve Rasûlü daha iyi bilir' dedikHazret-i Peygamber şöyle dedi:

Bu bir taştırYetmiş sene önce cehenneme atıldığı halde şimdi cehennemin dibine vardı243

Sonra cehennem derekelerinin değişik olmalarına dikat et; zira âhiret, derece bakımından daha büyük, fazilet bakımından daha yücedirNasıl ki insanların dünyaya üşüşmeleri değişik, kimi dünyada gark olan bir kimse gibi dünyaya dalmış, dünyadan çokça edinmiştir, kimi belli bir hududa kadar dalmıştır, tıpkı bunun gibi ateşin onları sıkıştırması da değişiktir; zira Allahü teâlâ zerre kadar zulmetmezAteşte olan herkesin üzerine, nasıl olursa olsun azabın çeşitleri arka arkaya gelmezHer birinin belli bir hududu vardırAzabı isyan ve günahına göredirAncak azâb en az olana, dünya bütün varlıklarıyla verilse, içinde bulunduğu azabın şiddetinden kurtulmak için onların hepsini feda ederdi.

Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle demiştir:

Cehennem ehlinin azabı enaz olanına, cehennemde ateşten yapılmış iki papuç giydirilir ki onların hararetinden onun beyni fıkır fikir kaynar. Eğer cehennem Gassak'dan bir kova dünyaya atılsaydı, yeryüzünde yaşayanların hepsi onun pis kokusunu hissederdi. Eğer Zakkum'dan bir damla dünya denizlerine akıtılsa idi, dünya ehlinin maişetini ifsâd ederdiAcaba yiyeceği zakkum olanın hali nice olacaktır?250

EnesHazret-i Peygamberin şöyle buyurduğunu rivâyet etmektedir:

Allah sizi neye teşvik etmişse, onu isteyinAzabından, ikabmdan ve cehenemden korkup sakının! Eğer cennetin bir damlası, dünyanızda olsaydı, herşeyi güzelleştirip hoşlaştırırdıEğer cehennemden bir damla beraberinizde olsaydı, dünyanızı çirkinleştirirdi'251

Ebu'd DerdaHazret-i Peygamber'in şöyle buyurduğunu rivâyet etmektedir:

Cehennem ehline azık verilirÖyle ki azıkları, içinde bulundukları azaba denk gelirBunun üzerine yemek hususunda imdat isterlerOnlara açlığı bertaraf etmeyecek ve kuvvet vermeyecek dari'den verilirBağırıp yemek isterlerOnlara boğaza takılan yemek verilirDünyada iken boğaza takılan lokmaları su ile geçirdiklerini hatırlarlar ve su isterlerOnlara demirden yapılmış çengellerle hamîm uzatılırOnların yüzlerine yaklaştığında yüzlerini yakarKarınlarına girdiğinde iç organlarını paramparça ederBunun üzerine birbirlerine 'Cehennem bekçisini çağırınız! derler.

Cehennem bekçisini çağırarak derler ki: 'Rabbinizden şu azabı bir gün dahi olsa bizden kaldırmasını isteyiniz!' Cehennem bekçileri onlara 'Dünyada iken peygamberler delillerle size gönderilmedi mi?' derlerOnlar 'Evet! Bize peygamberler gönderildi!' cevabını verince, cehennem bekçileri 'Öyleyse bağırmız! Kâfirlerin bağırması sapıklıklarından dolayıdır'.

Râvî der ki: Bunu üzerine cehennemlikler birbirlerine 'ınâlik'i çağırın!' derlerBöylece Mâlik'i çağırıp derler ki: 'Ey Mâlik! Rabbin aleyhimizde hükmetsin. (Yani bizi yok edip bu azaptan kurtarsın!) ' Mâlik onlara 'Siz burada kalıcılarsınız!' cevabını verir.

A'ınr252 der ki: 'Bana haber verildiğine göre onların çağırmalarıyla Mâlikin kendilerine cevap vermesi arasında bin senelik bir zaman geçer'.

Râvî der ki: Birbirlerine 'O halde rabbinizi çağırın! Rabbinizden daha hayırlı hiç kimse yoktur!' derlerBunun üzerine şöyle niyazda bulunurlar: 'Ey rabbimiz! Şekavetimiz bize galebe çaldıBiz sapıtmış bir kavim idikEy rabbimiz! Bizi cehennemden çıkarEğer biz çıkarıldıktan sonra eskisi gibi sapıklığa dönersek muhakkak bu takdirde zâlimleriz'.

Onlara şu cevap verilir: 'Cehennemde ümitsiz olun! Benimle konuşmaym'Bu cevaptan sonra cehennem ehli her hayırdan ümitsiz olurlar ve vaveylâ koparıp üzüntüye dalıp azaba garkolurlar253

Ebû Umame şöyle rivâyet etmektedir:

Ardından da kendisine irin (gibi) bir suyun içirileceği cehennem (onu bekmektedir) O suyu yutmaya çalışır, fakat boğazından geçiremez. (İbrahim/16-17)

Kişinin ağzına irin suyu yaklaştırılır, kişi ondan tiksinirOna su yaklaştırılınca yüzünü yakarBaşının tepesindeki deriyi düşürürSuyu içtikten sonra bağırsakları parçalanıp arkasından dökülür.

(Şimdi bu nimetler içinde yaşayanlar) , ateşte ebedî kalan ve bağırsaklarını parçalayan sıcak suyun içirildiği kimseler gibi olur mu? (Muhammed/15)

Eğer (susuzluktan) feryâd edip yardım isteseler erimiş maden gibi yüzleri haşlayan bir su ile kendilerine yardım edilir. (Kehf/29) 254

İşte bunlar, cehennemliklerin yemekleri ve içkileridirAcıkıp susadıklarında bunları yer ve içerler.

Şimdi cehennemin yılan ve akreplerine, onların zehirlerinin şiddetine, cisimlerinin büyüklüğüne, görünüşlerinin korkunçluğuna dikkat et! Onlar cehennem ehline musallat edilirOnlar bir saat dahi zehirli iğnelerini batırmadan ve ısırmadan durmazlar.

Ebû HüreyreHazret-i Peygamberin şöyle buyurduğunu rivâyet etmektedir:

Kim? Allahü teâlâ ona servet verdiği halde servetinin zekâtını vermezse, o servet kıyâmet gününde kel (zehirden tüyleri dökülmüş) ve gözleri üzerinde siyah iki nokta olan (dört gözlü) bir yılana dönüşürOnun boynuna dolandıktan sonra dudaklarına yapışır ve kendisine şöyle der: 'Ben senin malınımDünyadaki hazinenim!'

Hazret-i Peygamber bunu söyledikten sonra şu âyeti okudu:

Allah'ın fazlından kendilerine verdiği şeye cimrilik edenler, onu kendileri için hayırlı sanmasınlarAksine, o kendileri için şerlidirCimrilik ettikleri şeyler, kıyâmet günü boyunlarına dolanacaktırGöklerin ve yerin mirası Allah'ındırAllah bütün yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.

(Al-i İmrân/170) 255

Cehennemde deve boynu gibi yılanlar vardırBir defa soktuğunda kırk sene onun acısı hissedilirCehennemde palanlı katırlar gibi akrepler vardırBir defa ısırdığında kırk sene harareti duyulur256

İşte bu yılan ve akrepler dünyada cimrilik eden kimselere musallat olurlarKötü ahlâklı ve insanlara eziyet verenlere, eziyet verirlerKim bu söylediklerimizden korunmuş ise bu yılanların şerrinden de korunur ve kendisine bunlar gösterilmezBütün bunlardan sonra cehennem ehlinin iskeletlerinin büyüklüğünü düşünAllahü teâlâ, azaplarının artması için, cehennemliklerin cisimlerini büyütürOnlar ateşin dalgalarını, yılan ve akreplerin ısırmasını daimî bir şekilde bütün azalarında hissederler!

Cehennemde kâfirin dişi, Uhud dağı kadar büyür/Derisinin kalınlığı üç günlük bir mesafe kadar olur257

Kâfirin alt dudağı göğsünün üzerine sarkar, üst dudağı ise yüzünü kapatacak şekil de yukarıya doğru kalkar258

Kâfir kıyâmet günü Siccîn'de dilini yerde sürürHalk onun diline basar259

Cisimlerinin büyüklüğüyle beraber defalarca ateş onları yakarDerileri ve etleri yenilenirYine de yakılırlar.

Derileri piştikçe azabı tatsınlar diye onlara başka deriler vereceğiz. (Nisa/56)

Hasan-ı Basrî bu ayetin tefsirinde şöyle demiştir: 'Ateş her gün onları 70000 defa yiyip bitirirOnları her bitirdikçe 'Eski halinize dönün!' denirOnlar da eskiden olduları gibi olurlar'.

Bunlardan sonra, şimdi de cehennem ehlinin ağlamasını, cehennemin homurdanmasını, cehennemliklerin azap istemelerini düşün! Bu durum, onlar ilk ateşe atıldıklarında onlara musallat kılınırNitekim Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

O günde cehennem getirilirCehennemin 70000 yuları vardırHer yularına 70000 melek yapışmıştır260

EnesHazret-i Peygamber'in şöyle buyurduğunu rivâyet etmektedir:

Ateş ehline ağlamak musallat kılınırGözyaşları bitinceye kadar ağladıktan sonra yüzlerinde çukurlar biçiminde yarıklar görününceye kadar kan ağlarlarEğer o çukurlara gemiler bırakılsa yüzerlerdi261

Onlara ağlama, homurdanma, bağırma, azap isteme izni verildikçe onlar bir tür rahatlık hissederlerFakat onlar bundan da menolunurlar.

Muhammed bKâ'b el-Kurazî demiştir ki: Cehennem ehlinin beş çağırması vardırAllahü teâlâ dördünde onlara cevap verirBeşincisinden sonra artık ebediyyen konuşamazlar:

1Cehennem ehli öyle der:

Ey rabbimiz! Bizi iki defa öldürdünİki defa dirilttinGünahlarımızı itiraf ettikŞimdi (şu ateşten) çıkmak için (bize) bir yol var mı? Fakat var mı (dönüp dünyaya) çıkmaya bir yol? (Mü'min/11)

Bunun üzerine, Allahü teâlâ onlara cevap vererek buyurur:

Bu (duruma düşmeniz) in sebebi şudur: Tek Allah'a çağrıldığınız zaman inkâr ederdinizO'na ortak koşulunca inanırdınızArtık hüküm yüce ve büyük Allah'ındır. (Mü'min/12)

2. Sonra cehennem ehli derler ki: Rabbimiz, gördük, işittik, bizi (dünyaya) geri çevir, sâlih amel işleyelim. (Secde/12)

Bunun üzerine Allahü teâlâ onlara şöyle cevap verir:

Peki, önceden sizin için hiçbir zeval olmadığına yemin etmemiş miydiniz? (İbrahim/44)

3Cehennem ehli şöyle der: Rabbimiz bizi çıkar! (Önceki) yaptığımızdan başkasını yapalım.

(Fâtır/37) Allahü teâlâ onlara cevap vererek şöyle buyurur:

Sizi, öğüt alacak kimsenin, öğüt alacağı kadar bir süre yaşatmadık mı? Size uyarıcı da geldiÖyleyse (azabı) tadın artıkZalimlerin yardımcısı yoktur. (Fâtır/37)

4. Sonra cehennemlikler şöyle derler: Ey rabbimiz! Kötü talihimiz bizi mağlup etti ve biz sapık bir topluluk oldukEy rabbimiz! Bizi bu ateşten çıkarEğer bir daha dönersek, artık biz gerçekten zâlimleriz.

(Mü'minun/106-107)

Allahü teâlâ onlara şöyle cevap verir:

Ses çıkarmayın! Sinin orada! Benimle konuşmayın! (Mü'minun/108)

Cehennemlikler bu cevaptan sonra artık ebediyyen konuşamazlarBu ise şiddetli azabın en korkuncudur!262

Artık biz sızlansak da sabretsek de birdir; kaçıp sığınacak bir yerimiz yoktur. (İbrahim/21)

Mâlik bEnes, Zeyd bEslem'in bu ayetin tefsirinde şöyle dediğini naklediyor: 'Cehennem ehli yüz sene sabrettikten sonra, yüz sene sızlandılar. Sonra yüz sene sabrettiler. Sonra dediler ki: İster sızlanalım, ister sabredelim bizim için birdir'.

Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

Kıyâmet günü ölüm beyaz olur Koç şeklinde getirilirCennet ile cehennem arasında iki diyarın ehli görecek bir şekilde kesilir ve denilir ki: 'Ey cennetlikler ve cehennemlikler! Ölümsüz bir ebedîlik içindesiniz'.

Hasan-ı Basrî'nin şöyle dediği rivâyet edildi: 'Bir kişi vardır bin sene sonra cehennemden çıkarKeşke ben o kişi olsaydım'.

Hasan-ı Basrî'nin bir zaviyede oturup ağladığı görüldü'Neden ağlıyorsun?' diye sorulunca 'Allah'ın beni cehenneme atıp buna da aldırmamasından korkuyorum' dedi.

İşte buraya kadar saydıklarımız, kısaca cehennem azabının çeşitleridirCehennemin üzüntülerine, meşakkat ve hasretlerinin tafsilatına gelince, bunun sonu yokturBu bakımdan cehennemlikler için şiddetli azapla beraber en büyük felâket cennet nimetini ve Allah'ın mülâkatını elden kaçırma, Allah'ın rızasını kaybetmektirOnlar, bütün bunları ucuz bir fiyata sattıklarını bilirler; zira bunları, dünyada kısa günlerde hakir şehvetlerle sattılarOysa o şehvetler de onlar için dupduru değildi, bulanık ve karışıktıOnlar kendi kendilerine şöyle derler: 'Vah hâlimize! Biz rabbizime isyan etmek suretiyle nefislerimizi helâk ettik? Kısa günlerde sabretmedikEğer sabretseydik o günler zaten şimdi geçmiştiBiz de şu anda âlemlerin rabbinin komşuluğunda olacaktıkRıza ve rıdvanıyla nimetlenecektik'Ey insanlar! Bu kimselerin üzüntüsü ne büyük! Onların elinden kaçan kaçmış! Onlar mübtelâ olduklarıyla mübtelâ olmuşlardırOnların beraberlerinde dünyanın nimet ve lezzetlerinden birşey kalmamıştır. Sonra onlar cennet nimetlerini görmeseydiler, üzüntüleri pek büyümezdiFakat cennet nimetleri onlara gösterilir.

Nitekim Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle demiştir:

Kıyâmet gününde, cehennemden bazı kimselerin cennete getirilmesi emroiunurCennete 3'aklaşıp cennet kokusunu duydukları, köşkleri ve cennetlikler için Allahü teâlâ'nın hazırladığı nimetleri gördüklerinde onları getirenlere şöyle denir: 'Cennetten onları uzaklaştırın! Onların cennette nasipleri yoktur'Onlar öyle bir hasretle geri dönerler ki öncekiler ve sonrakilerin hiç biri o hasretin benzeriyle geri dönmemişlerdirOnlar derler ki: 'Ey rabbimiz! Bize sevabından ve hâlis kulların için cennette hazırladığın nimetten göstermeden önce bizi cehenneme soksaydın bizim için daha kolay olurdu! Böyle yapmamın hikmeti şudur: Siz başbaşa kaldığınızda büyük günahlarla bana meydan okuyordunuzHalkla bir araya geldiğinizde, onlardan korkuyordunuzHalka bana kalplerinizde vermiş olduğunuzun hilafını gösteriyordunuzHalktan korkuyordunuz, fakat benden korkmuyordunuzHalkı büyüttünüz, fakat benim azametime lâyık olan büyüklüğümü takdir etmedinizHalk için uygun olmayanı bıraktınız, fakat benim için bırakmadınızÖyle ise bugün size elem verici azabı tattıracağımHem de mahrum olduğunuz ebedî sevapla beraber!263

Ahmed bHarb en-Nişaburî şöyle demiştir: 'Bizden bir kimse gölgeyi güneşe tercih ederFakat cenneti cehenneme tercih etmez'.

Hazret-i Îsa (aleyhisselâm) şöyle demiştir: 'Nice sıhhatli beden, nice güzel yüz ve nice fasih dil vardır ki yarın cehennem tabakaları arasında sabahlayacaktır!'

Hazret-i Dâvûd (aleyhisselâm) şöyle demiştir: İlâhî! Güneşin hararetine takatim yok! Ateşinin hararetine nasıl güç yetireceğim? Rahmetinin sesine sabrım yok iken, azabının sesine nasıl sabredeceğim?'

Ey miskin! Şu dehşetlere dikkat etBil ki Allahü teâlâ, dehşetleriyle beraber ateşi yarattıOna ehil olanları yarattıOnlar ne fazlalaşır, ne de eksilirlerBu, verilmiş bitmiş bir hükümdür.

Onları hasret gününe karşı uyar ki o zaman kendileri (her şeyden) habersiz bir halde inanmamakta ısrar ederlerken iş bitirilmiş olur. (Meryem/39)

Hayatımla yemin ederim! Bu hüküm ile kıyâmet gününe ve başlangıcı olmayan ezele işaret varFakat daha önceki hükmü kıyâmet gününde belirtmiştirHakkında ezelî hükmün nasıl verildiğini bilmediğin halde güler, oynar, dünyanın hakir şeyleriyle meşgul olursun, haline ne kadar hayret edilse yeridir.

Keşke varacağım yeri, sonumun ne olacağım, hakkımda kazanın nasıl hükmettiğini bilseydim' dersen, sana şunları tavsiye ederim: Senin için bir alâmet vardırOnunla yakınlaşıp ondan ötürü ümidini tasdik edersinO da şudur: Hallerine ve amellerine bakmalısın; zira her insan niçin yaratılmış ise, ona muvaffak olurEğer senin için hayır yolu kolaylaştırılmış ise, sevin! Muhakkak sen cehennemden uzaksınEğer sen hayrı her istediğinde senin önüne mâniler çıkıp seni hayırdan uzaklaştırırsa, şerri yapmak istediğinde de onun sebepleri senin için kolaylaştırılırsa, bil ki hüküm senin aleyhine verilmiştirÇünkü bu durumun neticeye delâlet etmesi, yağmurun bitki bitirmeye ve dumanın ateşe delâlet etmesi gibidir.

İyiler naîm cennetindedirlerKötüler de cehennemdedirler. (İnfitar713-14)

Öyle ise nefsini bu iki ayetin terazisiyle tartBöylece iki yerden hangisinin istikrar yerin olduğunu anlarsınAllah en doğrusunu

241) İbn Kanî, Mu'cem

242) İbn Adiyy

243) Müslim

244) Buhârî, Muslini

245) İbn Abdilberr

246) Tirmizî

247) Buhârî, Müslim

248) İmâm-ı Ahmed, Abd b. Humeyd, Müslim, Nesâî, İbn Mâce ve Ebû Ya'lâ, (Enes'ten merfû olarak)

249) Tirmizî

250) Tirmizî, (hasen sahih olarak) ; İbn Mâce

251) Beyhâkî

252) Süleyman b. Mehran Kûfeli'dir. Bu hadîsin ravilerinden biridir.

253) Tirmizî

254) Tirmizî, (garîb olarak)

255) Buhârî, (Ebû Hüreyre'den)

256) İmâm-ı Ahmed, İbn Hıbbân, Taberânî, Hâkim

257) Müslim

258) Tirmizî

259) Tirmizî

260) Müslim, (İbn Mes'ûd'dan)

261) İbn Mâce, (Yezid er-Rakkaş'tan)

262) İhyâ'nın birçok nüshasına müracaat ettiğimiz halde cehennemliklerin beşinci çağrılarına tesadüf edilememiştir!

263) Ebû Hüdbe, Erbain; Taberânî, Kebîr; Ebû Nuaym, Hilye; İbn Asâkir ve İbn Neccar, (Adiyy b. Hâtim'den)

43. Cennet ve Çeşitli Nimetleri

Üzüntü ve gamları bilinen o cehennem yurdundan başka bir yurt vardırBu ikinci yurdun nimetlerini ve sevincini düşün; zirâ onların birinden uzaklaşan, şüphesiz diğerine yerleşirCehennemin dehşetlerini uzunca düşünmek suretiyle kalbinde körkuyu, cennetliklere va'dedilen daimî nimet hakkında uzunca düşünmek sureliyle de ümidi kazanmaya çalışNefsini korkunun kamçısıyla sürüp ümidin yularıyla dosdoğru yola çek! Bunun vasıtasıyla büyük mülke nâil olur, elem verici azaptan selim kalırsın!

Cennet ehli ve yüzlerindeki nimet parıltıları hakkında düşünOnlara miskle mühürlenmiş cennet şarabı içirilirKırmızı yakuttan yapılmış minberler üzerinde, beyaz incilerden yapılmış çadırlar içinde otururlarO çadırlarda yeşil ve nâdide halılar serilidirOnlar cennet şarabı ile bal akan nehirler etrafında kurulan tahtlar üzerine yaslanmışlar, etrafları hizmetçilerle kaplıdırGüzel, ela gözlü hurilerle o cennetler süslenmiştirSanki o huriler yakut ve mercan gibidirlerKocalarından önce onlara ne insan, ne de cin dokunmamıştırO huriler cennetlerde yürürlerOnlardan biri yürüdüğünde yerlerde sürünen eteklerini yetmiş bin vildan omuzlarO koltukların üzerinde öyle güzel beyaz ipekliler vardır ki berraklığından gözler kamaşırİnci ve mercan ile süslenmiş taçlar giyerlerNazlı cilveli, güzel kokulu, ihtiyarlıktan ve hastalıktan emindirlerSadece çadırlarında otururlarYakuttan yapılmış köşklerde dururlarKocalarından başkasına bakmazlarEla gözlüdürler. Sonra cennet ehli ile o huriler arasında içenler için lezzet verici bembeyaz bir şerbet gezdirilirOnlara hizmetçiler, vildanlar hizmet ederlerHer türlü kirlerden korunmuş, inciler gibi hizmetçiler! Bütün bunları yaptıklarının karşılığı olarak emin bir yerde, bahçeler, çeşmeler ve nehirler arasında, kudret sahibi bir sultanın katında, dosdoğru bir makamda oldukları halde görürlerOnlar o makamda kerîm olan sultanın cemâline bakarlarOnların yüzlerinde nimetin nuru parlamaktadırOnlara ne bir toz, ne de bir zillet isabet eder, onlar şerefli kullardırRablerinden gelen çeşitli hediyeler alırlarOnlar nefislerinin çektiği nimetler içerisinde ebedîdirlerO cennette ne korkar, ne de üzülürlerOnlar felâketlerin gelmesinden emindirlerOnlar o cennette nimetlenir, yemeklerinden yer, nehirlerinden su, cennet şarabı ve bal içerlerO nehirlerin tabanları altından, kumları mercandandırOnun tabanında kum yerine halis misk vardırOnun etrafındaki bitkiler za'feran'dırKâfur tümsekleri üzerinde oldukları halde nesrin suyu ile dolu bulutlardan yağmurlanırlar! Onlara testiler verilirAma ne testiler! Gümüşten yapılmış, dürr, yakut ve mercan ile işlenmiş testilerBir testi ki onda mühürlü rahik bulunurO rahik tatlı selsebil ile karışıktırBir testi ki cevherinin berraklığından parlarCennet şarabının rikkat ve kırmızlığı onun içinde görülürOnu bir insan yapmamış ki tesviyesinde kusur etsinSanatının güzelliğinde eksik bulunsunO testi öyle bir hizmetçinin elindedir ki o hizmetçinin yüzünün ziyası, parlayan güneşi andırırFakat güneşte o suretin halaveti gibi bir halâvet nerede vardır? O yanakların güzelliği, o gözlerin melâhat! nerede? Hayret o kimseye ki sıfatları bu olan birrda inanıyor ve bu yurdun ehlinin ölmeyeceğine ve bu yurda inenlere felâketlerin dokunmayacağına inanıyor da buna rağmen Allahü teâlâ'nın harâb olmasına izin verdiği bir yurda önem veriyor, bu nimetlerin altında olan bir maişet boşuna gidiyor, Allah'a yemin ederim, eğer o cennette ölümden, açlık, susuzluk ve benzer şeylerden emin olmakla beraber bedenlerin selametlerinden başka birşey olmasaydı, bu da dünyayı terketmek için yeterli bir sebep sayılırdı ve geçici bir yurda tercih edilirdiCennet, dünyaya nasıl tercih edilmezOysa onun ehli emin olan padişahlardırSevincin çeşitleri içerisinde nimetlenirlerOnlar ne isterlerse, kendilerine verilirHergün arşın sahasında hazır bulunurlarAllahü teâlâ'nın kerîm yüzüne bakarlarAllah'a bakmak vasıtasıyla, cennetin diğer nimetlerinde bulunmayan nimetlere mazhar olurlarOnlar daima nimetlerin çeşitleri arasında yüzerlerOnlar nimetlerin zevalinden emindirler.

Ebû Hüreyre Hazret-i Peygamberin şöyle buyurduğunu rivâyet eder:

Bir tellâl şöyle bağırır: Ey cennet ehli! Size, sıhhate kavuşup ebediyyen hasta olmak yoktur, hayata kavuşup ebediyyen ölmemek vardırMuhakkak ki sizin için gençleşip ebediyyen ihtiyarlamak yoktur, nimetlenme ve ebediyyen rahatlık vardır, İşte bu durum, şu ayetin mânâsıdır: "Göğüslerinden kinden ne varsa hepsini çıkarıp atmışızdırAltlarından ırmaklar akmaktadır'Lütfedip bizi buraya getiren Allah'a hamdolsun, Allah bizi getirmeseydi, biz bunu bulamazdık! Rabbimsin peygamberleri gerçeği getirmişler' dediler.

Onlara 'İşte size cennet, yaptıklarınıza karşılık o size miras verildi' diye seslenildi". (A'râf/43)

Ne zaman cennetin sıfatını bilmek istersen, Kur'ân oku! Allah'ın açıklamasından daha ikna edici açıklama yoktur!

Rabbinin makamından korkan kimseye iki cennet var. (Rahmân/46)

Bu ayetten Rahmân sûresini sonuna kadar oku! Vakıa ve bunlardan başka sûreleri oku! Eğer cennet sıfatının tafsilatını hadîslerden öğrenmek istiyorsan, özetine muttali olduktan sonra tafsilatını düşün! Önce cennetlerin adedini düşün!

Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) 'Rabbinin makamından korkan kimseye iki cennet var!' (Rahmân/46) ayetinin tefsirinde şöyle buyurmuştur:

İki cennet vardır ki kapları ve içinde bulunan her şey altından yapılmıştırİki cennet de vardır ki kapları ve içinde bulunan her şey gümüşten yapılmıştırCennet ehli ile rableri arasında sadece Adn cennetinde rablerinin yüzündeki kibriya ridası vardır264

Sonra cennetin kapılarına bak! Onlar da ibadetlerin esasları nisbetinde çokturlarNitekim cehennem kapılarının da günahların temelleri adedince olduğu gibi!

Ebû HüreyreHazret-i Peygamber'in şöyle buyurduğunu rivâyet eder:

Kim Allah yolunda, malından bir çift infak ederse, cennetin bütün kapılarından çağrılırCennetin sekiz kapısı vardırKim namaz ehlinden ise namaz kapısından çağrılırKim oruç ehlinden ise, oruç kapısından, sadaka ehlinden ise sadaka kapısından çağrılırCihad ehlinden olan bir kimse de cihad kapısından çağırılır.

Bunun üzerine Hazret-i Ebû Bekir 'Yemin olsun, bir kimse, hangi kapıdan çağrılırsa, kurtulurAcaba bütün kapılardan çağrılan bir kimse var mıdır?' diye sorduHazret-i Peygamber 'Evet! Senin onlardan olacağını umarım' dedi265

Asım bZümre, Hazret-i Ali'den şöyle rivâyet ediyor: Hazret-i Ali (radıyallahü anh) ateşten bahsettiOnun dehşetini öyle korkunç bir şekilde anlattı ki şimdi onun anlattıklarını hatırlamıyorum. Sonra şu âyeti okudu:

Rablerinin (azabından) korunanlar da bölük bölük cennete sevkedildiler. (Zümer/73)

Onlar cennet kapılarından birine vardıklarında orada bir ağaç görürler ki onun kökünden akan iki çeşme fışkırırO çeşmelerin birine varıp ondan içerlerİçlerinde bulunan sıkıntı sökülüp atılır. Sonra ikinci çeşmeye varırlarOnunla temizlenirler. Sonra onlara berrak nimetler verilirBundan sonra tüyleri bile bozulmazBaşları kirlenmezSanki yağ ile yağlanmışlardır. Sonra cennete varırlarCennetin bekçileri onlara 'Selam size olsun! Ne mutlu size! Ebedî kalıcılar olarak cennete giriniz!' derler. Sonra cennetin vildanları onları karşılarOnların etraflarında dünya yurdunun çocuklarının, seferden gelen dostlarının etrafında tepişip oynadıkları gibi oynarlarOnlara 'Sevinin! Allah size şu kadar nimet hazırlamıştır' derler.

Râvî der ki: O vildanlardan bir çocuk, onun ela gözlü hurilerden olan hanımlarının bazısına koşarak o kocanın dünyada çağrıldığı ismini anarak Talan adam geldi' diye müjde verirO zevce de müjdeciye 'Gözünle gördün mü?' diye sorarMüjdeci 'Gördüm ve arkamdan geliyor!' derSevinç o huriyi o kadar hafifletir ki cennet kapısının eşiğine varıp kocasını karşılarO kimse konağına vardığında, konağın temellerine baktığında inciden taşlarla tutturulmuş, onun üzerinde kırmızı, yeşil ve sıra renklerden meydana gelen bir köşk inşa edildiğini görür. Sonra başını kaldırıp tavanına baktığında şimşek gibi parlak olduğunu görürEğer Allahü teâlâ koruınasa gözü tavanın ışığından kör olur. Sonra zevcelerinin orada olduğunu görürDizilmiş bardaklar, dizilmiş yastıklar ve serilmiş döşemeler görür. Sonra yastıklara yaslanır ve

'Bizi buna hidayet eden Allah'a hamdolsun! Eğer Allah bizi buna hidayet etmeseydi buna hidayet olmazdık!' der.

Sonra bir tellâl şöyle çağırır: 'Ey cennetlikler! Diri kalacaksınızEbediyyen ölmeyeceksinizMukim kalacaksınız! Ebediyyen göçmeyeceksinizSıhhatli kalacaksınızEbediyyen hastalanmayacaksınız'.

Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur:

Kıyâmet gününde cennet kapısına varırımKapının açılmasını isterim, Bekçi 'Sen kimsin' diye sorunca, 'Ben Muhammed'im' diye cevap veririmBekçi 'Kapıyı senden önce kimseye açmamam emredildi' der266

Bunlardan sonra şimdi cennetin köşkleri ve cennetteki yükseklik derecelerinin değişikliğini düşünÇünkü âhiret derece bakımından daha yüksek ve lütuf bakımından daha yücedirNasıl ki insanlar arasında görünür ibadetlerde ve ahlâklarda açık bir değişiklik varsa, mükâfatlandırılacakları hususta da açık bir değişiklik vardırEğer sen derecelerin en yücesini istiyorsan, çalış ki kimse senin önüne geçmesin! Allah sana ibadet hususunda yarışmayı emir buyurmuştur:

Rabbinizden bir mağfirete ve genişliği gökle yerin genişliği gibi olup Allah'a ve peygamberlerine îman edenler için hazırlanmış bulunan bir cennete koşuşun. (Hadîd/21)

Ki sonu misktirİşte yarışanlar bunun için yarışsınlar. (Mutaffifîn/26)

Hayret edilecek nokta şudur: Eğer komşuların bir dirhemin fazlalığı veya bir binanın yüksekliği ile senin önüne geçerlerse, bu sana ağır gelirGöğsün bununla daralırHasedden ötürü hayatın bulanırHallerin en güzeli cennette istikrar bulmandırOrada, bütün dünyanın bile denk olamayacağı ibadetlerle önüne geçen kimseler vardır.

Ebû Said el-Hudrî Hazret-i Peygamberin şöyle buyurduğunu rivâyet eder:

- Cennet ehli, üzerlerindeki köşklerde bulunan kimseleri sizin şarkın veya garbın ufkundaki gördüğünüz yıldız gibi uzak görürlerBu da aralarındaki değişiklik ve farklılıktan ileri gelir.

- Galiba o peygamberlerin mertebeleridirPeygamberlerden başkası o mertebelere varamaz.

- Nefsimi kudret elinde tutana yemin olsun, îman eden ve peygamberleri tasdik eden kimselerdir onlar! Yüksek derecelerin ehlini, altlarında bulanlar, sizin gök ufuklarından birinde doğan yıldızı gördüğünüz gibi görürlerEbû Bekir ve Ömer onlardandırHatta mertebece daha büyüktür268

Câbir der ki: Hazret-i Peygamber bizlere 'Size cennet köşklerinden haber vereyim mi?' diye sorunca, ben 'Evet! Ya Rasûlüllah! Allah'ın salât ve selâmı senin üzerine olsun! Anne ve babalarımız sana feda olsun! Haber ver!' dedimBunun üzerine şöyle dedi: Cennette, çeşitli cevherlerden yapılmış köşkler vardırBu köşklerin içleri dışlarından, dışları da içlerinden görünürCennette nimet, lezzet ve sevinçten öylesi vardır ki ne bir göz onu görmüş, ne bir kulak onu işitmiş, ne de bir beşerin kalbine böyle birşey gelmiştir'Câbir 'Ey Allah'ın Rasûlü! Bu köşkler kimler içindir?' dedimHazret-i Peygamber 'Halk uyurken geceleri kalkıp namaz kılan bir kimse içindir' dedi.

- Kimin buna gücü yeter?

- Benim ümmetimin gücü yeter ve sizlere bundan haber vereceğimKim kardeşine rastladığında ona selâm verir veya selâmına karşılık verirse, bu kimse selâmı yaymıştırKim ehline ve ailesine doyasıya yemek yedirirse, o yemek yedirmiştirKim Ramazan ayında oruç tuttuktan sonra her aydan üç gün oruca devam ederse, o da orucu devam ettirmiştirKim yatsı ve sabah namazını cemaatla kılarsa o da halk uykuda olduğu halde namaz kılmıştır.

Hazret-i Peygamber 'uykuda olan halk' ifadesiyle yahûdî, hristiyan ve mecusîleri kastetmiştir.

Adn cennetlerinde güzel konutlara koysun! (Sâf/12)

Hazret-i Peygamber'e bu ayetin mânâsı sorulduğunda şöyle demiştir:

Onlar inciden yapılmış köşklerdirHerbir köşkte kırmızı yakuttan yapılmış yetmiş yurt vardırHer yurdun içinde yeşil zümrütten yapılmış yetmiş ev vardırHer bir evde bir taht vardırHer bir tahtın üzerinde çeşitli renkli yetmiş yatak vardırHer yatağın üzerinde ela gözlü hurilerden bir zevce vardırHer evde yetmiş sofra vardırHer sofranın üzerinde yetmiş çeşit yemek vardırHer evde yetmiş cariye vardırMü'min bir kimseye her sabah öyle bir kuvvet verilir ki bütün bunlarla görüşebilir269

264) Buhârî

265) Buhârî, Müslim, İmâm-ı Mâlik, Tirmizî, Nesâî ve İbn Hıbbân

266) Müslim, (Enes'ten)

267) İmâm-ı Ahmed, Dârimî

268) Tirmizî, (hasen olarak) ; İbn Mâce, (Ebû Said'den)

269) Ebû Şeyh, Kitab'ul-Azme

44. Cennetin Duvarları, Toprağı, Ağaç ve Nehirleri

Cennetin sureti hakkında düşün! Sonra cennet sakinlerine gıpta edip âhiret yerine dünyaya kanaat ettiğinden dolayı cennetten mahrum olanın üzüntüsü hakkında düşün!

Ebû HüreyreHazret-i Peygamber'in şöyle buyurduğunu rivâyet etmektedir:

Cennet duvarının bir kerpici gümüşten, bir kerpici altındandırToprağı zaferan, çamuru misktendir270

Hazret-i Peygamberden cennet toprağı sorulduğunda şöyle buyurmuştur;

Katıksız ve beyaz bir ekmek (gibi) hâlis misktir271

Ebû HüreyreHazret-i Peygamber'in şöyle buyurduğunu rivâyet etmektedir:

Kim Allahü teâlâ'nın kendisine âhirette cennet şarabını içirmesini istiyorsa, o kimse dünyada şarap içmeyi terketsin'Kim Allah'ın kendisine âhirette ipekli giydirmesini istiyorsa, o kimse ipekli giymeyi dünyada terketsinCennet nehirleri tepecikler veya misk dağları altından fışkırırEğer cennet ehlinden en az hilye giyenin hilyesi, bütün dünyanın hilyesiyle karşılaştırma, âhirette Allah'ın kendisine vereceği hilye dünyanın bütün hilyeleıinden daha üstün olur272

Ebû HüreyreHazret-i Peygamberin şöyle buyurduğunu rivâyet etmektedir:

Cennette bir ağaç vardır ki bir süvari onun gölgesinde yüz sene yürüdüğü halde, yine de sonuna varamazİsterseniz şu âyeti okuyun: Uzamış gölge (ler) . (Vâkıa/30) 273

Ebû Umame der ki: Hazret-i Peygamber'in ashâbı 'Allah bizi bedevîler ve bedevilerin meseleleriyle faydalandırır. (Çünkü kalplerine geleni cesaretle sorarlar) 'Bir bedevî Hazret-i Peygamber'e gelip sordu:

Allahü teâlâ Kur'ân'da eziyet vermeyen bir ağaçtan bahsetmiştirAcaba cennette sahibine eziyet vermeyen bir ağaç varmıdır?

- O ağaç nedir?

- Sidr (Kiraz) ağacıMuhakkak ki sidrin dikenleri vardır.

- Fakat Allahü teâlâ buyurmuştur: 'Onlar dikensiz kirazlar!' (Vâkıa/28) Allahü teâlâ onun dikenini kırarHer dikenin yerine bir meyve çıkarOnun her meyvesinin tomurcuğu yetmişiki renk olur.

O renklerin biri diğerine benzemez.

Cüreyr bAbdullah el-Bücelî şöyle demiştir: Saffah'a (bir yerin ismi) indik! Baktım ki biri bir ağacın altında uyuyorNerdeyse üzerine güneş gelecekHizmetkâra dedim ki: 'Şu deriden yapılmış sergiyi götür de üzerine gölge yap!'

Hizmetçi getirip gölge yaptıO uyandığında baktık ki Selman Fârisî'dirOna varıp selâm verdimBana dedi ki:

- Ey Cüreyr! Allah için tevazu göster! Çünkü dünyada Allah'a tevazu gösteren bir kimseyi Allah kıyâmette yüceltirKıyâmet günündeki karanlıkların ne olduğunu bilir misin?

- Hayır!

- İnsanların bazısının bazısına zulüm yapmalarıdır. Sonra yerden çok küçük bir çöp alarak dedi ki:

- Ey Cüreyr! Eğer bu çöp gibisini de ararsan cennette bulamazsın!

- Ey Ebû Abdullah! Acaba hurma ve ağaç nerededir?

- Onların kökleri inci ile altın, üstünde de meyveleri vardır.

270) Tirmizî

271) Müslim

272) Taberfinî

273) Müslim, Buhârî

45. Cennet Ehlinin Elbiseleri, Yatakları, Sergileri, Koltukları ve Köşkleri

Allah, îman edip sâlih ameller işleyenleri de altından ırmaklar akan cennetlere sokarOrada altından bilezikler ve inciler takınırlarOrada giysileri de ipektir. (Hacc/23) Bu hususta ayetler çokturBu hususun hadîslerdeki tafsilatı ise şöyledir:

Ebû HüreyreHazret-i Peygamberin şöyle buyurduğunu rivâyet etmektedir:

Kim cennete girerse nimetlere garkolur ve hastalanmazElbisesi çürümez, gençliği tükenmezCennette hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın işitmediği ve hiçbir beşerin kalbinden geçmeyen nimetler vardır274

Bir kişi, Hazret-i Peygamber'e 'Bize cennet ehlinin elbiselerinden haber ver! Acaba onların elbiseleri yaratılan birşey midir, yoksa örülen birşey mi?' diye sorduBunun üzerine Hazret-i Peygamber bir zaman sustu, orada bulunanların bazısı güldüHazret-i Peygamber 'Neden gülüyorsun? Bir âlimden soran bir cahilin haline mi gülüyorsunuz?' dedi.

Bunları söyledikten sonra Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem)

Cennet meyveleri elbiseleri iki defa çıkarılır dedi275 Yani tomurcuklar senede iki defa yarılıp içlerinden elbiseler çıkar veya haftada veya günde iki defa olur.

Ebû HüreyreHazret-i Peygamber'in şöyle buyurduğunu rivâyet etmektedir:

Cennete giren ilk zümrenin suretleri, dolunay gibidirOnlar cennete tükürmez ve sümkürmezlerTaharet yapmazlarKapları altın ile gümüştendir, terleri misktirOnların her biri için iki zevce vardırO zevcelerin kemikleri içerisinde bulunan ilik, güzelliklerinden ötürü, etlerinin arkasından görünürOnların arasında ihtilaf olmaz, biribirinden buğzetmez, kalpleri bir kalp gibidirSabah akşam Allah'ı tasbih ederler. (Başka bir rivâyette) Her zevcenin sırtında yetmiş hulle vardır276

Allah, îman edip sâlih amel işleyenleri de altından ırmaklar akan cennetlere sokarOrada altından bilezikler ve inciler takınırlar. (Hacc/23)

Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) bu ayetin tefsirinde şöyle buyurmuştur:

Onların başında taçlar vardırO tacın üstündeki incilerin en düşüğü doğu ile batı arasını aydınlatacak kadar parlaktır277

Cennet çadırı içi boş bir şeydirOnun uzunluğu altmış mildirOnun her köşesinden Mü'min için başka bir aile efradı vardır ki diğerleri onları görmez278

İbn-i Abbâs 'Hayme, içi boş bir dürr'dürBir fersahın karesi kadardırOnun altından yapılmış dört bin kapısı vardır' demiştir.

Ve yükseltilmiş döşekler üzcrindedirler. (Vakıa/34)

Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) bu ayetin tefsirinde 'İki döşeğin arası yer ile gök arası kadardır' buyurmuştur. 279

274) Müslim, Buhârî

275) Nesâî, (Abdullah b. Amr'dan)

276) Taberânî

277) Tirmizî, Hâkim

278) Buhârî

279) Tirmizî, (Ebû Said el-Hudrî'den garib olarak)

40-8

46. Cennet Ehlinin Yiyecekleri

Cennetliklerin yemeği Kuran'da zikredilmiştirOnlar meyveler, semiz kuşlar, kudret helvası, pişmiş kuşlar, bal, süt ve sayılmayacak sınıflardan oluşur.

Onlardaki herhangi bir meyleden rızıklandırıldıkça 'Bu daha önce de sızıldandığımız şeydir' derler ve o rızık (dünyadakine) benzer olarak kendilerine verilmiştir. (Bakara/25)

Allahü teâlâ cennet ehlinin şarabını birçok yerlerde zikretmiştirHazret-i Peygamber'in azadlısı Sevban şöyle anlatıyor:

Hazret-i Peygamberin yanında duruyordumYahûdî âlimlerinden biri Hazret-i Peygambere geldiBirçok sualleri sorduktan sonraşöyle dedi:

- Acaba ilk köprüyü geçen kimdir?

- Muhacirlerin fakirleri!

- Onlar cennete girdiklerinde hediyeleri ne olur?

- Balığın ciğerinin fazlası!

- Onun arkasından gıdaları ne olacak?

- Onlara cennet bahçelerinde otlayan cennet öküzü kesilecek!

- Onun üzerine onların içkisi ne olacak?

- İçkileri cennette bulunan ve selsebil demlen bir çeşmedenolacak!

- Doğru söyledin!280

Zeyd bErkanı (radıyallahü anh) derki: Yahudilerden bir kişi Hazret-i Peygamber'e gelip sordu:

- Ey Ebû Kasım! Sen cennet ehlinin cennette yiyip içeceklerini iddia etmiyor musun?

Daha önce bu yahûdî, arkadaşlarına 'Eğer Muhammed benim söylediklerimi tasdik ederse onu mağlup edeceğim" demişti.

Bunun üzerine Hazret-i Peygamber şöyle dedi:

Evet! Nefsimi kudret elinde bulunduran Allah'a yemin ederim, cennet ehlinin her birine yemek, içmek ve cinsî münasebet hususunda yüz kişinin kuvveti verilir.

Bunun üzerine yahûdî sormaya devam etti:

- Muhakkak ki yiyen ve içen bir kimse def-i hacete mecbur olur.

- Onların ihtiyaçları derilerinden misk gibi akan terdirBir de bakarsın karınlan sırtlarına yapışmıştır281

İbn Mes'ûdHazret-i Peygamber'in şöyle buyurduğunu rivâyet eder:

Cennette iken uçan kuşa bakıp canın çektiğinde kuş pişmiş olarak önüne düşer282

Huzeyfe, Hazret-i Peygamberin şöyle buyurduğunu rivâyet eder:

Cennette büyük develere benzeyen bir kuş vardırHazret-i Ebû Bekir (radıyallahü anh) dedi ki:

- Ey Allah'ın Rasûlü! Muhakkak ki o kuş çok etlidir!

- Onların etini yiyen, onlardan daha hoşturEy Ebû Bekir, sen de onlardan birisin283

Onların önünde altın tepsiler ve bardaklar dolaştırılır. (Zuhruf/71)

Abdullah bAmr bu ayetin tefsirinde demiştir ki: 'Onların etrafında altından yapılmış yetmiş tabak dolaştırılırHer tabakta başka bir renk vardır ki diğerinde yoktur'.

Karışımı tesnîmdendir. (Mutaffifin/27)

Abdullah bMes'ud (radıyallahü anh) bu ayetin tefsirinde şöyle demiştir: 'Ashâb-ı Yemîn için ona cennet şarabı katıştırılırMukarrebler ise, onu katıştırmaksızın içerler'.

Ki sonu misktir. (Mutaffıfîn/26)

Ebu'd Derda (radıyallahü anh) bu ayetin tefsirinde demiştir ki: 'O gümüş gibi beyaz bir şaraptırOnunla son şarablarını mühürlerlerEğer dünya ehlinden bir kişi elini ona daldırır, sonra çıkarırsa onun güzel kokusunu hissetmeyen hiçbir şey kalmaz!'

279) Tirmizî, (Ebû Said el-Hudrî'den garib olarak)

280) Müslim

281) Nesâî, Kübra, (sahih bir senedle)

282) Bezzar, (zayıf bir senedle)

283) (Huzeyfe'den garîb bir senedle)

47. Cennetteki Huriler ve Vildanlar

Kur'ân'da onların vasıfları vardır, fakat fazla izahat, hadîslerde vârid olmuştur.

Enes b. MâlikHazret-i Peygamberin şöyle buyurduğunu rivâyet eder:

Bir sabah veya bir akşam Allah yolunda bulunmak, dünya ve dünyanın içinde bulunanlardan daha hayırlıdırBirinizin ok ile yayı arası veya ayak yeri kadar cennetten elde edeceği şey, dünya ve dünyadakilerden hayırlıdırEğer cennet kadınlarından biri yeryüzüne çıksa, yeryüzü pırıl pırıl parlar, yer ile gök arası güzel koku ile dolarO kadının başındaki başörtüsü dünyadaki her şeyden daha hayırlıdır284

Onlar yakut ve mercan gibidirler, (Rahmân/58) Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) bu ayetin tefsirinde şöyle demiştir:

Perde arkasında olduğu halde onun yüzüne bakılsa aynadan daha berrak görünürOnun boynunda bulunan ve kıymetçe en düşük olan inci doğu ile batı arasını ışıklandırırOnun sırtında yetmiş elbise vardırKocasının bakışı o elbiselerden geçerek kemiklerindeki iliği bile görür285

EnesHazret-i Peygamberin şöyle buyurduğunu rivâyet eder:

Gece yolculuğuna (isrâ) çıkarıldığım zaman cennette bir yere girdimİsmine Bey dah deniyorduOrada inci, yeşil zebercet ve kırmızı yakuttan bir çadır kurulmuştuÇadırın içindeki hanımlar 'Ey Allah'ın Rasûlü! Selâm sana!' dediler'Ey Cebrâil! Şu ses nedir?' dedimCebrâil 'Bunlar çadırlarında sadece kocalarına bakan hanımlardırRablerinden sana selâm vermek hususunda izin istedilerOnlara izin verildi' dediBu konuşmadan sonra onlar 'Biz kocalarından razı olan hanımlarızAsla kızmayızBiz cennette ebediyyen kalan hanımlarızAsla göç etmeyiz' diye tempo tuttular.

Bundan sonra Hazret-i Peygamber şu âyeti okudu: Çadırlara kapanmış huriler. (Rahman/72)

Tertemiz eşler ve Allah'ın rızası vardır. (Al-i İmrân/15)

Mücâhid bu ayetin tefsirinde şöyle der: 'Hayızdan, küçük ve büyük taharetten, tükrük, balgam, meni ve çocuktan temizlenmiş kadınar demektir'.

O gün cennet halkı, bir iş içinde eğlenirler. (Yasin/55)

Evzâî bu âyetin tefsirinde şöyle demiştir: 'Onların meşgalesi, kendilerine ihsan edilen bakirelerin bikrini izale etmekti.

Bir kişi "Cennet ehli cinsi münasebette bulunur değil mi?' diye sorduğunda, Hazret-i Peygamber şöyle cevap vermiştir:

Onlardan bir kişiye sizden yetmiş kişinin kuvvetinden daha fazla kuvvet verilir!288

Abdulla bin Ömer şöyle demiştir: 'Derece bakımından cennet ehlinin en düşüğünün beraberinde bin hizmetçi vardırHer hizmetçi ayrı bir işle meşguldür'Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur:

Cennet ehlinden her kişi beş yüz huri ile evlenirDört bin bakire, sekiz bin dul ile evlenirOnların her birinin boynunadünyadaki yaşı kadar sanılır287

Cennette bir pazar vardırOrada ne alış var, ne veriş! Ancak erkekler ile kadınların suretleri (modeli) vardırErkek herhangi bir sureti sevdiğinde, oraya girerOrada ela gözlü hurilerin bir cemiyeti vardırÖyle avazlar çıkarırlar ki insanlar onların, benzerini işitmemiştirDerler ki: 'Biz ebedî olanlanz, helâk olmayızBiz yumuşak bedenlileriz, pörsümeyiz.

286) Tirmizî, (sahih olarak)

287) Beyhâkî, Ebû Şeyh, Kitab'ul-Azme

Biz kocalarımızdan razı olanlarız, kızmayızNe mutlu o kimseye ki biz onunuz, o da bizimdir',288

Enes, Hazret-i Peygamberin şöyle buyurduğunu rivâyet eder:

Huriler cennette şöyle teganni ederler: 'Biz güzel hurilerizŞerefli kocalara saklandık'280

Îman edip sâlih amel işleyenler, onlar bir bahçe içinde neşelendirirler. (Rûm/15)

Yahya b, Kuseyr bu ayetin tefsirinde demiştir ki: 'Nimetlenmekten gaye; cennette nağmeyi dinlemektir'.

Ebû Umame el-Bahilî, Hazret-i Peygamberin şöyle buyurduğunu rivâyet ediyor:

Cennete giren bir kişinin baş ve ayak ucunda iki ela gözlü huri otururEn güzel sesle ona teganni ederlerO ses insan ve cinlerin işittiği seslerden daha güzeldir, O teganniyi şeytanın tuzağıyla değil, Allah'ın hamd ve takdisiyle yaparlar290

284) İmâm-ı Ahmed, Müslim, Buhârî, Tirmizî, İbn Mâce, Ebû Avâne ve İbn Hıbbân

285) Ebû Ya'lâ, (hasen bir senedle)

48. Cennet Ehlinin Vasıfları Hakkında Hadîslerde Vârid Olan Kısmî Haberler

Usâme bZeyd, Hazret-i Peygamberin şöyle buyurduğunu rivâyet ediyor:

Cennet için hazırlanan var mıdır? Cennette tehlike yokturKabe'nin rabbine yemin ederim, cennet, parlayan bir nur, sallanan bir reyhan, sağlamca yapılan bir köşk, akan bir nehir, çok ve olgun meyva, süsler içerisinde güzel bir kadın, bir makamda ebedî olarak nimet, güzel, sağlam ve yüce bir yurtta bir parlaklıktır.

- Biz cennete hazırlananlarız!

- inşâallah deyiniz.

Bundan sonra Hazret-i Peygamber cihaddan bahsederek cihada teşvik etti291

Bir kişi Hazret-i Peygambere "Cennette at var mıdır?' dediHazret-i Peygamber şöyle dedi.

Eğer atı seversen sana kırmızı yakuttan yapılmış bir at verilir ki seni cennetin istediğin yerine uçarak götürür.

Başka bir kişi Hazret-i Peygamber'e 'Deve hoşuma gider, acaba cennette deve var mıdır?' diye sorduHazret-i Peygamber şöyle dedi:

Ey Allah'ın kulu! Eğer cennete girersen orada nefsin neyi ister, gözün neden hoşlanırsa sana verilir292

Ebû Said el-Hudrî, Hazret-i Peygamberin şöyle buyurduğunu rivâyet ediyor:

Cennete giren kişi istediği zaman ona çocuk olup meydana gelirÇocuğun hamli, annesinden doğması, büyümesi bir saatte olur293

Cennet ehli cennette istikrar bulduğunda arkadaşlarını ziyaret etmek isterBunun üzerine birinin tahtı diğerinin tahtının yanına varırBir araya gelirler, konuşurlarDünyada aralarında olanlardan bahsederler; biri diğerine 'Ey kardeşim! Falan gün, falan mecliste Allahü teâlâ'ya bizi affetmesi için yalvardığımızı hatırlıyor musun? O da bizi affetti'der294

Cennet ehlinin bedenleri, yüzleri kılsız, renkleri beyaz, saçları kıvırcık, gözleri sürmeli, otuz üç yaşında, Âdem'in (aleyhisselâm) yaratılışı üzere uzunlukları altmış, genişlikleri ise yedi zira'dır295

Cennet ehlinin derecesi en düşük olanının 80000 hizmetçisi, 72 tane zevcesi vardırKendisine yakut, inci, zebercetten yapılmış bir kubbe dikilirKubbesi Gabiye ile San'a arası kadar geniştirOnların başlarında taçlar vardırO incilerin en azı doğu ile batı arasını aydınlatacak kapasitededir296

Cennete baktımOnun narlarından biri büyük devenin derisi (nden yapılmış kırba) gibiydiKuşları ise, büyük deve gibi! Orada bir cariye gördüm ve sordum:

- Ey cariye! Sen kiminsin?

- Zeyd bHârise'nin cariyesiyim!

- Cennette, gözün görmediği, kulağın işitmediği ve hiçbir beşerin kalbine gelmeyen şeyler gördüm!297

Ka'b (radıyallahü anh) der ki: Allahü teâlâ, Âdem'i kudret eliyle yarattıTevrat'ı kudret eliyle yazdıCenneti kudret eliyle yaptı. Sonra cennete konuş dediBunun üzerine cennet şöyle dedi: Felaha ulaştı o Mü'minler! (Mü'minûn/1)

İşte bu söylediklerimiz cennetin sıfatlarıdırOnları önce mücmel, sonra tafsilatlı naklettik.

Hasan-ı Basrî cennetin sıfatlarını derli toplu bir şekilde zikrederek şöyle dedi: "Narları kovalar gibi, nehirleri kokusuz sudan, bir kısım nehirleri tadı bozulmamış sütten bir kısım nehirleri süzülmüş baldandırOnu süzen insanlar değildirBir kısım nehirleri, içenlere lezzetli gelen şaraptandır ki bu şarap akılları gidermezBu şaraptan başlar ağrımazCennette hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın duymadığı ve hiçbir beşerin kalbine gelmeyen nimetler vardırCennet ehli nimetlenen padişahlardırOtuz üç yaşındadırlar, hepsi yaşıttırlarUzunlukları altmış zira'dırGözleri sürmeli, yüzleri ve bedenleri kılsızdırAzaptan emin olmuşlar, cennet yurdunda mutmaindirlerCennetin nehirleri yakut ve zebercedden yapılmış yerlerin üzerinde akarOnun duvarları, hurmaları ve bağları incidendirMeyvelerini ancak Allah bilirOnun kokusu 500 senelik bir mesafeden hissedilirCennet ehli için cennette atlar ve süratli yürüyen develer vardırO develerin eğerleri yakuttandırCennet ehli birbirlerini ziyaret ederlerHanımları ela gözlü hurilerdirSanki o huriler, korunmuş yumurta gibidirlerO kadınlardan biri, iki parmağıyla tutup yetmiş hulle giyerOnun ilikleri, o yetmiş hüllenin altından görünürAllahü teâlâ ahlâklarını çirkinlikten, bedenlerini ölümden temizlemiştir! Cennette sümkürmez, bevletmez ve büyük taharet yapmazlarAncak onların yaptığı geğirmek ve misk (gibi ter) sızıntısıdırOnlar için sabah akşam cennette rızık vardırGündüz geceye, gece de gündüze hücum etmezCennete en son giren ve derece bakımından en az olan bir kimsenin gözüne, mülkünde yüz senelik bir mesafeye kadar genişlik verilirAltın ve gümüşten yapılmış köşkler, inciden yapılmış çadırlardadırlarOna gözü alabildiğine genişletilirO, en yakınma bakabildiği gibi en uzağına da bakarOnların yanlarında altından yapılmış yetmiş bin tabak dizilirİkinci yemekte de aynısı vardırHer tabakta, diğerinde olmayan bir renk vardırYiyen, ilk yemeğin tadını aldığı gibi son yemeğin tadını da alırCennette bir yakut vardır ki onda 70000 yurt bulunurHer yurtta 70000 ev! Onda ne bir yarık, ne de bir delik vardır"298

Mücâhid şöyle diyor: 'Cennet ehlinin, mertebe bakımından en düşüğü kendisine verilen mülkte bin sene yürürO mülkün en yakın yerini gördüğü gibi en uzak yerini de görebilirMertebe bakımından en yüceleri ise sabah ve akşam rabbinin cemâline bakar'.

Said bMüseyyeb şöyle demiştir: "Cennette huriler vardırOnlara 'el-i'nâ (ela gözlü) denirO huri yürüdüğünde onun sağında ve solunda 70000 cariye yürürO huri İyiliği emreden ve kötülüğü yasaklayanlar nerede?' der".

Yahya b. Muaz şöyle demiştir: 'Dünyayı terketmek zordurCenneti elden kaçırmak daha zordur! Dünyayı terketmek cennetin mehridir'.

Yine şöyle demiştir: 'Dünyayı istemede nefislerin zilleti vardırÂhireti istemede izzeti vardırHayret o kimseye ki yok olanın talebinde zilleti kabul ederBâkî kalanın talebinde izzeti bırakır'.

291) İbn Mâce ve İbn Hıbbân

292) Tirmizî

293) İbn Mâce, Tirmizî

294) Bezzâr

295) Tirmizî, (Hazret-i Muaz'dan hasen olarak)

296) Tirmizî

297) Salebî, Tefsir

298) İbn Ebi Şeybe

49. Allah'ın Cemâline Bakmak

Güzel davrananlara daha güzel karşılık ve fazlası vardır. (Yunus/26)

İşte ayette bahsi geçen bu fazlalık, Allahü teâlâ'nın cemâline bakmaktır, o en büyük lezzettirÖyle lezzet ki onun yanında cennet ehli nimetleri unuturBiz bunun hakikatini 'muhabbet' bahsinde zikretmiştikKur'ân ve Sünnet buna bid'at ehlinin inandığının hilâfına şahitlik ettiler.

Cüreyr bAbdullah el-Bucelî şöyle diyor: Hazret-i Peygamber'in yanında oturuyordumOndördüncü gecede ay'ı gördü ve şöyle dedi:

Sizler şu ay'ı gördüğünüz gibi rabbinizi göreceksinizRabbinizin görülmesinde haksızlığa uğramayacaksınızEğer güneş çıkmadan ve güneş batmadan önce namaz kılabilir seniz bunu yapınız!

Sonra şu âyeti okudu:

Güneşin doğmasından ve batmasından önce rabbini hamd ile tesbih et! (Tâhâ/130)

Müslim'in rivâyetinde Suheyb diyor ki: Hazret-i Peygamber 'Güzel davrananlara daha güzel karşılık ve fazlası vardır' (Yunus/26) ayetini okuduktan sonra şöyle buyurdu:

Cennet ehli cennete, cehennem ehli de cehenneme girdiği zaman bir tellâl şöyle çağırır: 'Ey cennet ehli! Muhakkak ki sizler için Allah'ın katında bir va'd vardırAllah ister ki onu size versin''Bu va'd nedir? Allah bizim hayır terazilerimizi ağırlaştırmadı mı? Yüzümüzü ak çıkarmadı mı? Bizi cennete koyup cehennemden korumadı mı? (Artık ne kalmıştır?) ' derlerBunun üzerine perde kaldırılırOnlar Allah'ın cemâline bakarlarOnlara Allah'ın cemâline bakmaktan daha sevimli birşey verilmemiştir300

Bu cemâlullah'ı görme hadîsini ashâbdan bir cemaat rivâyet etmiştirEn iyinin sonucu ve nimetlerin nihayeti cemâlullah'ı görmektirDaha önce tafsilâtlı şeklinde saydığımız nimetlerin hepsi, bu nimet yanında unutulurMülâkat saadeti yanında cennet ehlinin sevincinin sonu yokturCennet lezzetlerinin hiçbiri mülâkat lezzetine nisbet bile edilemez.

Muhabbet, Şevk ve Rıza bölümünde tafsilâtlı bir şekilde anlattığımızdan dolayı, bu hususta sözü uzatmıyoruzBu bakımdan kulun cennette mevlâsının mülâkatından başka bir şeye himmetinin bağlanması uygun değildirCennetin diğer nimetlerine gelince, o nimetlerde insanlarla, meraya salman hayvanlar ortaktırlar.

300) Tayalisî, İmâm-ı Ahmed; Tirmizi, İbn Mâce, İbn Huzeyme, İbn Münzir, İbn Ebi Hatim, Ebu Şeyh, Dârekutnî, ibn Merduveyh.

50. Allah'ın Rahmetinin Genişliği

Eseri böyle bir bölümle son erdirmeyi iefe'üî kabilinden yapıyoruz; zirâ Hazret-i Peygamber güzel bir konuşmayı dinleyip yorumlamayı severdiÇünkü bir amelimiz yoktur ki onunla Allah'ın affını ümit edelimÖyleyse tefe'ül bilhayr hususunda Hazret-i Peygamber'e uyalım ve ümit edelim ki dünya ve âhirette sonumuz hayırla kapansın! Nitekim kitabımızı da Allah'ın rahmetini belirtmekle sonuçlandırdık.

Allah kendisine ortak koşulmasını affetmezBundan başka günahları dilediği kulu için affeder. (Nisa/48)

Ey nefislerine karşı haddi aşmış kullarım! Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyinAllah bütün günahları bağışlarÇünkü O, çok bağışlayıcı ve çok merhametlidir. (Zümer/53)

Kim bir fenalık yapar, yahut nefsine zulmeder de sonra Allah'tan mağfiret dilerse, Allah'ı bağışlayıcı ve merhametli bulur. (Nisa/10)

Biz ayağımızın kayışından, elimizde bulunan şu kitabımızda kalemimizin hududu aşmasından ve diğer kitaplarımızdaki hatalarımızdan ötürü af talep ediyoruzKusurlu olmakla beraber Allah'ın dinini bilmeyi iddia ettiğimizden ötürü de Allah'tan af talep ederizAllah'ın rızasını talep ederken, başka şeylerin karıştığı her ilimden ve amelden ötürü de Allah'tan af talep ederizVermiş olduğumuz, sonra yerine getirmekte kusur ettiğimiz her sözden ötürü de affını talep ediyoruzBize vermiş olduğu ve bizim tarafımızdan günahta kullanılan her nimetten ötürü affını talep ediyoruzBizim niteliğimiz olan her kusurlunun kusurüyla ve her eksiğin eksikliğiyle her türlü târiz ve tasrihten de affını talep ediyoruzBizi tasannua, tekellüfe, yandığımız bir kitapta insanlara süslü görünmeye, nazmettiğimiz bir kelâmda, ifade ettiğimiz veya istifade ettiğimiz ilimde belirttiğimiz tekellüfe bizi davet eden her tehlikeden ötürü de affını talep ediyoruzBütün bunlardan ötürü affını talep ettikten sonra hem kendimiz, hem de bu kitabımızı veya diğer kitablarımızı mütalaa eden veya dinleyen kimseler için af, rahmet, görünür görünmez bütün günahlardan vazgeçmekle şereflendirilmemizi diliyoruz; zira keremi umûmîdirRahmeti geniş, cömertliği bütün mahlûklar üzerine oluk halinde akmaktadırBiz de Allah'ın mahlûklarından bir mahlûkuzAllah'a olan vesilemiz ancak onun fazl ve keremidir.

Nitekim Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle demiştir:

Allah'ın yüz rahmeti vardırO yüz rahmetten bir tek rahmeti cinler, insanlar, kuşlar, hayvanlar ve haşerât arasına indirmiştirO rahmet ile birbirlerine şefkat ederler, onunla birbirlerine merhamet gösterirlerO yüz rahmetten doksandokuzunu, Allahü teâlâ, nezd-i ilâhîsinde bekletmiştirKıyâmet gününde onlarla kullarına rahmet edecektir301

Rivâyet ediliyor ki kıyâmet gününde Allahü teâlâ arşının altına şöyle yazar: 'Rahmetim öfkemi geçmiştirBen rahmet edenlerin en merhametlisiyimBu bakımdan cennet ehlinin iki misli kadar cehennemden insanlar çıkarılıp bağışlanır.

Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle demiştir:

Allahü teâlâ , kıyâmet gününde bizim için (şânına yakışır şekilde) gülerek tecelli eder ve şöyle buyurur: 'Ey müslümanlar, sevinin! Zira sizden hiçbir kimse yoktur ki onun yerine ateşte bir yahûdî veya hristiyan kılmamış olayım'302

Allahü teâlâ, kıyâmet gününde Âdem'in (aleyhisselâm) zürriyetinden yüz bin kere yüz bin (bir milyon) ve on bin kere yüz bin kişi hakkında şefaatini kabul eder303

Allahü teâlâ kıyâmet gününde Mü'minlere şöyle der: 'Benimle mülâkî olmayı sever miydiniz?' Mü'minler 'Ey rabbimiz! Evet, severdik' derler'Neden severdiniz?' diye sorunca, Mü'minler 'Senin affını ve mağfiretini ümid ederdik de ondan!' derler.

Allahü teâlâ bir hadîs-i kudsî'de şöyle buyurmaktadır:

Size mağfiretimi gerekli kıldım304 Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) ise şöyle buyurmaktadır:

Allahü teâlâ kıyâmet gününde şöyle emir verir: 'Beni bir gün zikreden veya herhangi bir yerde benden korkan herkesi ateşten çıkarın'305

Cehennem ehli cehennemde toplandıkları ve onlarla beraber kıble ehlinden Allah'ın diledikleri bir araya geldikleri zaman kâfirler müslümanlara 'Siz müslüman değil miydiniz?' diye sorarlarMüslümanlar 'Evet!' derlerKâfirler 'O halde İslâmiyetiniz size bir fayda sağlamadı; zira siz de bizimle beraber ateştesiniz' deyince, müslümanlar derler ki: 'Bizim günahlarımız vardıO günahlardan ötürü muâhaze edildik'Bunun üzerine Allahü teâlâ onların dediklerini işitir ve ehl-i kıbleden olanların cehennemden çıkarılmasını emrederBöylece müslümanlar cehennemden çıkarlarKâfirler bu durumu görünce 'Keşke biz de müslüman olsaydık! Onlar gibi biz de çıkmış olsaydık!' derler.

Bunları söyledikten sonra Hazret-i Peygamber şu âyeti okudu:

Kâfirler azabı gördükleri zaman 'Keşke müslüman olsaydılar' diye temenni ederler. (Hicr/2)

Yine Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

Allah Mü'min kulu hakkında, çocuğuna karşı şefkatli olan anneden daha merhametlidir306

Cabir bAbdullah şöyle demiştir: 'Kıyâmet gününde kimin sevapları günahlarından fazla ise, hesaba tutulmadan cennete girer. . Kimin günahlarıyla sevapları eşit ise, o az hesaba tutulur, sonra cennete girerHazret-i Peygamberin şefaati ancak o kimse içindir ki nefsini helâk etmiş, yükünü iyice ağırlaştırmıştır',

Rivâyet ediliyor ki Allahü teâlâ, Musa'ya (aleyhisselâm) hitaben şöyle demiştir: 'Ey Musa! Karun senden imdâd beklediFakat ona yardım etmedinİzzet ve celâlime yemin olsun! Eğer benden imdâd isteseydi yardımına koşar ve onu affederdim'.

Sa'd bHilâl şöyle demiştir: "Kıyâmet gününde iki kişinin ateşten çıkması emrolunurAllahü teâlâ onlara hitaben 'Ateşten çıkışınız, ellerinizin yapmış olduğu iyilikten ötürüdürBen kuluma zulmedici değilim' derOnların tekrar cehnenneme döndürülmesini emrederBuna karşılık onlardan biri bağlı bulunduğu zincirleriyle koşa koşa cehenneme dalarDiğeri ise ağırlaşırAllahü teâlâ emreder, ikisini geri getirirler ve ikisini de yaptıklarından sorguya çekerCehenneme koşanı der ki: 'Ben mâsiyetin vebalinden korktumBen asla ikinci bir defa senin öfkene kendimi mâruz bırakamam'Duraklayan kimse de der ki: 'Senin hakkındaki beni cehennemden çıkardıktan sonra tekrar oraya göndermeyeceğini zannettimOnun için geciktim'Allahü teâlâ bunların ikisinin de cennete götürülmesini emreder".

Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

Kıyâmet gününde arşın altından bir dellâl şöyle bağırır: 'Ey Muhammed Ümmeti! Benim sizde olan hakkımı size hibe ettimAncak kul hakları kalmıştırSiz de haklarınızı hibe edinizRahmetimle cennetime giriniz307

Bir bedevî İbn-i Abbâs'ın 'Siz ateşten bir çukurun kenarında bulunuyordunuz (Allah) sizi ondan kurtardı', (Al-i İmrân/103) ayetini okuduğunu işitince şöyle haykırdı: 'Allah'a yemin olsun! Sizi o ateşe sokmak istediği halde sizi ondan kurtarmaz?' Bunun üzerine İbn-i Abbâs yanındakilere 'Bu hükmü fakih olmayan bir kimseden edinin!' dedi.

es-Senabihî308 der ki: Ubâde b, Samit ölüm hastalığında iken huzuruna vardım ve ağladımBana şöyle dedi: 'Sakin ol! Neden ağlıyorsun? Allah'a yemin olsun, Hazret-i Peygamberden dinlediğim ve sizin için hayırlı olan hiçbir hadîs yoktur ki size söylememiş olayımAncak bir hadîs kalmıştırOnu da bugün nefsimi kapsadığı halde size söyleyeceğim:

Kim Allah'tan başka ilâh olmadığına, Muhammed'in (aleyhisselâm) Allah'ın Rasûlü olduğuna şahidlik ederse Allah onu ateşe haram kılar309

Abdullah b. Amr b. el-Âs Hazret-i Peygamberin şöyle buyurduğunu rivâyet eder:

Allahü teâlâ benim ümmetimden bir kişiyi kıyâmet gününde mahlûkların gözü önünde kurtarırO kişi hakkında 99 defter açılırO defterlerin herbiri gözün alabileceği kadar büyüktür. Sonra Allahü teâlâ o kişiye der ki:

Bu defterde yazılanlardan bir şeyi inkâr ediyor musun? Hafaza meleklerim sana zulmettiler mi?

- Hayır, yârab!

- Senin herhangi bir özrün var mı?

- Hayır, yârab!

- Evet! Bizim nezdimizde senin bir sevabın vardırMuhakkak ki bugün sana zulüm yok!

Allahü teâlâ bir kâğıt çıkarırO kâğıtta 'Eşhedü en lâ ilâhe illâllah ve eşhedü enne Muhammeden Rasûlüllah(Allah'tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed'in (aleyhisselâm) O'nun Rasûlü olduğuna şahidlik ederim) yazılıdırBunun üzerine kul sorar:

- Bu kâğıt, şu defterlerin yarımda ne yapabilir yârab?

- Sana zulüm yapılmayacaktır!

Bunun üzerine defterler terazinin bir kefesine, o kâğıt öbür kefesine konurDefterler havalanır, o kâğıt ağır basar; zira Allah'ın isminin karşısında hiçbir şey ağır gelemez310

Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) uzun uzun kıyâmet ve sırat'ı vasıflandıran bir hadîsin sonunda şöyle demiştir:

Allahü teâlâ meleklere şöyle emir verir: 'Kimin kalbinde bir miskal hayır görürseniz onu ateşten çıkarın'.

Melekler birçok kimseyi çıkardıktan sonra şöyle derler: 'Ey rabbimiz! Bize emrettiklerinden kimseyi içerde bırakmadık!'

Bundan sonra Allahü teâlâ şöyle buyurur: 'Dönün! Kimin kalbinde zerre miskali hayır görürseniz onu cehennemden çıkarın'.

Melekler birçok kimseyi daha çıkardıktan sonra şöyle derler: 'Ey rabbimiz! Bize emrettiklerinden kimseyi cehennemde bırakmadık!'

Ebû Said der ki: Eğer bu hadîsi tasdik etmezseniz şu âyeti okuyun: 'Allah zerre kadar haksızlık etmez, zerre kadar bir iyilik olsa onu kat kat artırır ve kendi katından da büyük bir mükâfat verir. (Nisa/40)

Allahü teâlâ şöyle buyurur: 'Melekler şefaat ettilerPeygamberler ve Mü'minler şefaat ettilerErhamürrahimîn'den başkası kalmadı!

Allahü teâlâ, bir avuç avuçlar, hayatında hiç hayır işlemeyen bir kavmi cennetten çıkarır ki onlar cehennemde kömür kesilmişlerdirOnları, cennet kapılarındaki hayat nehri denilen bir nehre atarOnlar o nehirden tıpkı sel akıntısının kıyısında biten bitki gibi çıkarlarSiz o bitkileri görmez misiniz? Taş ve ağaç tarafında kalan kısımdan güneşi göreni sarı ve yeşil olurGölgede olanı ise beyaz olur.

- Ey Allah'ın Rasûlü! O kadar güzel tasvir ediyorsun ki sanki görüyorsun!

- Onlar inci gibi çıkarlarBoyunlarında mühürler vardırCennet ehli onları tanırDerler ki: Bunlar Allah'ın az adlılarıdırO azadlılar ki yapmış oldukları amel ve takdim etmiş oldukları hayır olmaksızın onları cennete sokmuştur'. Sonra onlara 'Cennete girin! Neyi görürseniz o sizin olsun!' derOnlar derler ki: 'Ey rabbimiz! Sen âlemden hiç kimseye vermediğini bize verdin'Bunun üzerine Allahü teâlâ 'Sizin için katımda bundan daha üstünü vardır' derOnlar derler ki: 'Bundan daha üstün ne olabilir?' Allahü teâlâ 'Sizden razı olup ebediyyen size kızmayacağım' der.

Yine Buhârî İbn-i Abbâs'tan (radıyallahü anh) şöyle rivâyet eder: Birgün Hazret-i Peygamber yanımıza gelerek şöyle dedi:

Bana ümmetler arzolunup gösterildiBazı peygamber beraberinde bir kişi ile geçerKimi beraberinde iki kişi ile geçerKimi beraberinde hiç kimse olmadan yalnız geçerKimi peygamberin beraberinde bir cemaat vardırBu arada kalabalık bir topluluk gördümBenim ümmetim olduğunu sandımBana denildi ki: 'Bu Hazret-i Mûsa ile kavmidir'. Sonra bana 'Bak' denildiKalabalık bir topluluk gördüm ki gök yüzünü doldurmuştuBana denildi ki: 'Şöyle şöyle bak!' Kalabalık bir cemaat gördüm'Bunlar senin ümmetindir.

Bunlarla beraber 70000 kişi hesapsız cennete girecektir denildi.

Bunun üzerine ashâb-ı kirâm dağılıp evlerine gittilerHazret-i Peygamber onlara o yetmiş bin kişinin kimler olduğunu belirtmediAshâb aralarında müzakere ettiler'Biz şirkte doğduk' dedilerBu sözler Rasûlüllah'ın kulağına gidince şöyle buyurdu:

O 70000 kişi o kimselerdir ki dağlanmazlarMuska istemezlerFal açmazlarAncak rablerine tevekkül ederler.

Bu esnada Ukkaşe (radıyallahü anh) ayağa kalkarak şöyle dedi: 'Ey Allah'ın Rasûlü! Allah'tan dile ki beni onlardan kılsın!' Sonra bir sahâbî ayağa kalkarak Ukkâşe'nin dediği gibi söylediFakat Hazret-i Peygamber 'Ukkaşe senden daha çabuk davrandı!' buyurdu311

Amr bHâzım el-Ensârî'den şöyle rivâyet ediliyor: Üç gün Hazret-i Peygamber bizden kaybolduAncak farz namaz için çıkıyor, namazı kıldırıp tekrar odasına dönüyorduDördüncü gün olunca bize geldi'Ey Allah'ın Rasûlü! Sen bizden kayboldunBirşey olduğunu zannettik' dedikBunun üzerine Hazret-i Peygamber şöyle dedi:

Hayırdan başkası vukû bulmadıRabbim ümmetimden 70000 kişiyi herhangi bir hesap olmadan cennete göndermeye söz verdiBen ise, rabbimden bu üç günde daha fazlasını talep ettimRabbimi cömert, şerefli ve kerîm gördümO 70000 kişinin her biriyle beraber yetmişer bin kişi daha bağışladıDedim ki: 'Ey rabbim! Ümmetim bu sayıya yarabilir mi?' 'Bu adedi senin için bedevilerden tamamlayacağım!' dedi312

Ebû Zer, Hazret-i Peygamber'in şöyle buyurduğunu rivâyet eder:

Cebrâil bana Hirre'nin bir tarafından görünerek şöyle dedi: 'Ümmetine müjde ver ki onlardan bir kimse Allah'a hiçbir şey ortak koşmaksızın ölürse cennete dahil olacaktır'.

Bunun üzerine dedim ki:

- Ey Cebrâil! Hırsızlık yapsa da, zina etsede mi?

- Evet! Hırsızlık etse, zina yapsa da!

- Hırsızlık etse de, zina etse de mi?

- Hırsızlık etse de, zina etse de!

- Hırsızlık etse de, zina etse de mi?

- Hırsızlık etse de, zina etse de, içki içse de!313

Ebu'd Derda (radıyallahü anh) şöyle diyor: Hazret-i Peygamber 'Rabbinin makamından korkan bir kimse için iki cennet vardır!' (Rahmân/46) ayetini okuduğunda sordum:

- Böyle bir kimse hırsızlık ve zina yapsa da mı ona iki cennet vardır ya Rasûlüllah?

- Rabbinin makamından korkan bir kimse için iki cennet vardır.

- Hırsızlık yapsa da, zina etse de mi?

- Rabbinin makamından korkan bir kimse için iki cennetvardır!

- Hırsızlık etse de, zina yapsa da mı?

Ebu'd Derda'nın burnu yere sürünse de yine evet!314

Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle demiştir:

Kıyâmet günü olduğunda her Mü'mine diğer milletlerden bir kişi verilir ve ona denilir ki: 'İşte bu senin ateşten âzâd olman için fedaindir'315

Müslim, Sahihinde Ebû Burde'den şöyle rivâyet eder: Ömer bAbdülazîz'e babası Ebû Musa'dan, o da Hazret-i Peygamber'den şu hadîsi rivâyet etti:

Müslüman bir kimse ölür ölmez Allahü teâlâ onun cehennemdeki yerine bir yahûdî veya bir hristiyanı sokar.

Bunun üzerine Ömer bAbdülazîz üç defa raviye 'Kendisinden başka ilâh olmayan Allah hakkı için senin baban Hazret-i Peygamber'den bu hadîsi rivâyet etti mi? diye yemin ettirdiRâvî de Ömer bAbdülazîz'e bu hususta yemin etti.

Rivâyet ediliyor ki bir savaşta bir çocuk durdurup onun yanı başında şöyle bağrıldı: 'Bu çocuğun fiyatını kim artırır?' Bu durum yaz ve harareti şiddetli olan bir günde olduO çocuğu kavmin çadırında oturan bir kadın gördüÇocuğa yönelip var kuvvetiyle koştuKadının arkadaşları da arkasından koştularKadın, çocuğun elinden tutup onu bağrına bastıktan sonra sırt üstü yattıÇocuğu kucağına alıp çocuğu güneşten koruyup 'Oğlum! Oğlum!' diye bağırdıBunun üzerine halk ağladı ve orayı terkettilerHazret-i Peygamber de onların şefkatinden sevinip ötürü onlara müjde vererek şöyle dedi:

- Acaba bu kadıncağızın çocuğuna şefkat göstermesine hayret mi ettiniz?

- Evet!

- Muhakkak ki Allahü teâlâ, sizin için şu kadının oğlu için olan şefkatinden daha fazla şefkatlidirBunun üzerine müslümanlar müjdenin en büyüğünü almış olarak dağıldılar.

İşte bu ve Ümit bölümünde zikrettiğimiz hadîsler, Allah'ın rahmetinin genişliğini müjdeler Allahü teâlâ'dan ümidimiz, bizim müstehak olduğumuz ile bize muamele yapmaması, şânına uygun olanıyla bize lütûfta bulunmasıdırBunu da minnetiyle, rahmet ve cömertliğinin genişliğiyle yapsın! Âmin!

301) Müslim, (Ebû Hüreyre ve Selman'dan)

302) Müslim

303) Taberânî

304) İmâm-ı Ahmed, Taberânî, (Muaz'dan zayıf bir senedle)

305) Tirmizî, (hasen-garîh olarak)

306) Buhârî, Müslim

307) Ebû Saîd el-Kuşeyrî, Sâbiyât

308) Adı Abdurrahman b. Useyb'dir. Tabiînin büyüklerindendir. Hazret-i Peygamberin vefatından beş gün sonra Medine'ye varmıştır. Halife Abdülmelik zamanında vefat etmiştir.

309) Müslim

310) Bu hadis, muhaddislerce bitaka hadisi diye bilinir. (Tirmizî aynı siyak içerisinde nakletmiştir) .

311) İmâm-ı Ahmed, Müslim

312) Beyhakî, İmâm-ı Ahmed

313) Buhârî, Müslim

314) İmâm-ı Ahmed(ceyyid bir senedle)

315) Müslim

KAYNAK:   Ali Arslan'ın Tercümesi esas alınarak düzenleme yapılmıştır.