6-2
Orucun Sırları ve Bâtınî Şartları
Oruç üç derecedir:
A) Avam'ın orucu
B) Havassın orucu
C) Ahass'ul-Havass'ın orucu
Avamın Orucu: Bu oruç, mide ve tenâsül uzvunu şehvetlerden sakındırmaktır. Yani yemek, içmek ve cinsî münasebette bulunmaktan sakınmaktır.
Havass Orucu: Kulak, göz, dil, el, ayak ve sâir âzaları günahlardan uzak tutmaktan ibarettir.
Ahass'ul-Havass'ın Orucu: Kalbi, dünyevî düşüncelerden tamamen arındırıp Allah'tan başka herşeyi kalpten uzaklaştırmaktır. Böyle bir oruç Allah'tan ve kıyâmet gününden başka birşeyi düşünmekle bozulur. Din için düşünmezse dünyayı düşünmek de bu orucu bozar. Fakat din için istenilen dünya, âhiretin azığı olduğu için dünyalıktan çıkar ve böylece bu orucun bozulmasına vesile teşkil etmez. Hattâ kalp ehli, akşam iftarda yiyeceği ve içeceği şeyleri düşünmek suretiyle fikir yürüten kimsenin hatada olduğunu kaydetmişlerdir. Çünkü bu Allah'ın fazlına güvensizlik, Allah tarafından va'dedilen rızka tam inanmamak demektir. Bu mertebe, peygamberlerin, sıddîk ve mukarriblerin mertebesidir.
Bu mertebenin sözle anlatılması mümkün değildir. Bunun tahkiki sadece amelî yönden mümkündür. Çünkü bu, himmetin bütünüyle Allah'a yöneltilmesi ve Allah'tan başka herşeyi bir tarafa itmek demektir.
Bu durum şu ayet ile ne güzel ifade edilmiştir.
Allah de! Sonra onları bırak, daldıkları dedikodularında oynayadursunlar. (En'am/91)
Havass'ın orucu ise, sâlihlerin orucudur. Bu orucun keyfiyeti, âzaları günahtan korumakla beraber şu altı şeyle tamam olur;
1. Gözü Korumak
Gözü, çirkin ve istenilmeyen şeylerden korumak, kalbi meşgul eden ve Allah'ın zikrinden alıkoyan şeylere bakmamaktır.
Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:
Haram bakış, İblis'in zehirli oklarından bir oktur. Kim Allah'tan korkarak onu terkederse, Allahü teâlâ o kuluna tadı kalbinde beliren bir îman ihsan eder. 18
Câbir, Enes'den, o da Rasûlüllah'tan (sallâllahü aleyhi ve sellem) , şu hadîsi rivâyet etmektedir:
Beş şey vardır ki, oruçlunun orucunu bozar: a) Yalan, b) Gıybet, c) Nemime (kovuculuk) , d) Yalan yere yemin etmek, e) Şehvet ile bakmak. 19
2. Dili Korumak
Dilini hezeyan, yalan, gıybet, nemime, fahiş konuşma, galiz konuşma, kavga ve riya ile konuşmaktan korumaktır. Ve aynı zamanda dili sükût etmeye icbâr, Allah'ın zikri ve Kuran tilâvetiyle meşgul etmektir. Bu ise, dilin orucudur.
Süfyân-ı Sevrî şöyle der: 'Gıybet, orucu bozar'. Bu hükmü Bişr b. el-Hâris rivâyet etmektedir.
Leys, Mücâhid'den "İki haslet vardır. Onların ikisi de orucu bozar: a) Gıybet, b) Yalan' dediğini rivâyet etmektedir.
Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:
Oruç, Mü'min için kalkandır. Bu bakımdan herhangi biriniz oruçlu ise, fahiş konuşmasın, cahilce hareket etmesin. Eğer bir kişi kendisiyle çirkin konuşur veya dövüşürse, desin ki: 'Ben oruçluyum, ben oruçluyum'. 20
Hazret-i Peygamber'in devr-i saâdetinde oruç tutan iki kadın, günün son saatinde açlık ve susuzluktan bitkin bir hale geldiler, neredeyse telef olacaklardı. Hazret-i Peygamberin huzuruna bir elçi göndererek oruçlarını bozmak için izin istediler. Bunun üzerine Rasûlüllah kendilerine bir fincan göndererek şöyle buyurmuştur: 'Onlara söyle! Yediklerini bu fincana kussunlar'.
Kadınlardan birisi, fincanın yarısı kadar katı bir kan ile iri bir et parçası kustu. Diğeri de aynı şekilde kusarak fincanı doldurdu. Hâdiseyi gören halk, hayretler içerisinde kaldı. Bu durum karşısında halkın hayretini Rasûlüllah şu mübârek sözleriyle gidermeye çalıştı:
Bu iki kadın, Allah'ın kendilerine helâl kıldığı şeylerden uzaklaşarak oruç tuttular. Fakat Allah'ın kendilerine haram kıldığıyla iftar ettiler. Bir arada, oturarak onu bunu çekiştirdiler. İşte fincanda gördüğünüz irin, onların yemiş olduğu halkın kanı ve etidir. 21
3. Kulağı Korumak
Kulağı her mekruhu işitmekten alıkoymak gerekir. Çünkü söylenilmesi haram olan herşeyin işitilmesi de haramdır. İşte bu sırra binaen Allahü teâlâ, gıybet dinleyen ile haram yiyeni eşit tutmuştur:
Onlar sürekli yalan dinlerler, haram yerler. (Mâide/42)
Rabbanîler'in ve hahamların, onları günah söz söylemekten, haram yemekten menetmeleri gerekmez miydi?. . . Bu yaptıkları ne de kötüdür! (Mâide/63)
Bu bakımdan gıybete karşılık sükût haramdır.
Allahü teâlâ şöyle buyurmuştur:
Çünkü o zaman siz de onlar gibi olursunuz. (Nisâ/140)
Bu sırra binaen Hazret-i Peygamber de şöyle buyurmaktadır:
Gıybet edenle, onu dinleyen, günahta ortaktırlar. 22
4. Diğer Âzaları Korumak
Diğer âzaları da günahtan alıkoymak gerekir. Meselâ el ve ayak gibi. Karnını iftar zamanında nefsin istediği şehvetlerden korumalıdır. Helâl yemekten çekinmek suretiyle oruç tutup, iftar zamanında haram ile iftar edenin orucu hiçbir fayda temin etmez ve mânâsız kalır. Böyle bir oruçlunun durumu tıpkı bir köşk binâ edip, bir şehri yıkanın durumuna benzer. Çünkü helâl yemek ancak fazla yendiği takdirde zarar vericidir. Onun azı ise, faydalıdır. Bu bakımdan oruç, onu azaltmak için icâd edilmiş bir ibadettir. Zararından korkarak ilâçları terketmek, sonra da zehir almak, hamakattan başka birşey değildir. Haram ise, dini yok eden bir zehirdir. Helâl ise, azı fayda, çoğu zarar veren bir ilâçtır. Oruçtan gaye, helâlı azaltmaktır.
Çünkü Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:
Nice oruç tutanlar vardır ki, orucundan sadece açlık ve susuzluk elde eder. 23
Bu hadîsin tefsirinde bazı âlimler, akşam fazla yemek suretiyle harama giren bir kimsenin kastolunduğunu söylemişlerdir. Bazıları da, bu öyle bir kimsedir ki, helâl yemekten nefsini meneder, fakat haram olan gıybette bulunmak suretiyle orucunu bozar. Bazı âlimler de âzalarını haramdan korumayan bir kimsenin kastolunduğunu söylemiştir.
5. İftarda Az Yemek
İftar zamanında tıka-basa helâl de olsa yememek gerekir. Helâl de olsa tıka-basa doldurulan karın, Allah nezdinde en fazla buğzedilen kaptır. Oruçlu bir kimse, gündüz yemediklerini iftar zamanında tıka-basa yerse, acaba Allah'ın düşmanı olan nefis ve şeytanı nasıl kahredebilir ve şehvetini nasıl kırabilir? Bazen de kişi, oruçlu olmadığı takdirde yiyeceklerinin birkaç mislini temin ederek iftarda yer.
Hatta öyle âdet edilmiştir ki, yemeklerin en nefisleri Ramazan ayı için tedârik edilir ve o ayda, birkaç ayda yenilmeyecek kadar çeşitli yemekler yenir. Oysa oruçtan gaye, mideyi aç bırakmak, heva ve şehveti kırmak ve böylece nefsi, takvâya alıştırmaktır. Bu, orucun başta gelen hedefidir.
Fakat mide sabahtan akşama kadar aç bırakılır, tam aksanı zamanı yemeğe karşı şehvetle isteği kabardığında, ona lezzetli yemekleri yedirip doyurursa, onun iştahı daha da fazlalaşır ve kuvveti daha da gelişir. O zaman öyle şehvetler baş gösterir ki, şâyet nefis eski âdetlerinde bırakılıp oruç vesilesiyle bu kadar çeşitli yemeklerle beslenmeseydi, daha sakin olacaktı.
İşte bu nedenle orucun ruhu ve özü, şeytanın elinde şerlere sevketmek için vesile olan nefsin kuvvetlerini kırmaktır. Bu ise, ancak iftar zamanında az yemekle hâsıl olabilir. Yani eğer oruçlu olmasaydı, akşam ne yiyecekse, oruçlu olduğu zaman da sadece onunla yetinmelidir. Eğer bütün gün, yiyeceklerini toplayarak hepsini üst üste iftar zamanında yerse, o zaman orucundan herhangi bir fayda temin edemez.
Orucun âdâbından birisi de, açlık, susuzluk ve zâfiyeti hissetsin diye gündüz uyumamaktır. Böyle yaptığı takdirde kalbi saflaşır. Her gece biraz daha zayıf olmak suretiyle gece namazlarına kalkmak imkânına sahip olur. Bu durumda umulur ki, şeytan kalbinden uzaklaşır. Şeytanın pençesinden kurtulan kalp, gökler âleminde seyretme imkânına sahip olur. Zaten kadir gecesi, gökler âleminde seyretme imkânına sahip gece demektir. Nitekim 'muhakkak biz Kur'ân'ı kadir gecesinde inzâl ettik' ayetiyle bu mânâ kastolunmuştur.
Kalbi ile göğsü arasında bir yemek torbası meydana getiren kimse, böyle bir şereften mahrumdur. Sadece midesini yemekten boşaltmak da bu mahcubiyet perdesinin aralanmasına kâfi değildir. Himmetini de Allah'tan başka her şeyden boşaltmalıdır. İşte o zaman, hakikatin tamamını elde etmiş olur. Bu durumun ilk basamağı az yemektir. Bu husustaki tafsilât Allah'ın izniyle Yemekler bölümünde gelecektir.
6. İftar Sonrasında Korku ile Ümit Arasında Olmak
Oruçlunun iftardan sonra kalbi korku ve ümit arasında muzdarip olmalıdır. Çünkü orucunun kabul edilip kendisinin Allah'a yakın olanlardan veya orucunun kabul edilmeyip Allah'ın gazâbına maruz kalanlardan olup olmadığını kestirememektedir. Her ibadetin sonunda da böyle olmalıdır.
Hasan b. Ebî Hasan b. Hasan el-Basrî, kahkaha ile gülen bir grubun yanından geçerken onlara şöyle der: 'Ey insanlar! Allah
Teâlâ, Ramazan ayını, kulları için bir yarış sahası olarak yaratmıştır. Kullar o ayda ibadet hedefine doğru koşuşurlar. Şüphesiz o grup, zaferi elde eder, diğer bir grup ise geri kalıp, mükâfat kazanmaktan mahrum kalır. Hayret edilecek durum, o gülen ve oynaşan kimselerin durumudur ki, halkın koştuğu hedefe kavuştukları bir günde, onlar gaflet içerisinde gülüşüp oynaşırlar. Böyle bir nimetten mahrum kalırlar. Ey gülenler! Şunu iyi bilin. Allah'a yemin ederim ki, eğer Allahü teâlâ perdeyi aralasaydı, iyilik yapan iyiliğiyle, kötülük yapan da üzüntüsüyle meşgul olur, böylece gülmek kapısı kapanırdı'.
Ahnef b. Kays'a 'Sen pir-i fâni bir kimsesin. Oruç seni zayıf düşürmektedir. (Oysa şer'an pir-i fâni olan kimseler, fidye vermek suretiyle oruç tutmayabilirler) neden oruç tutuyorsun?' denildiğinde şöyle demiştir: 'Ben, uzun bir sefere hazırlık yapmaktayım. Allah'ın azabına sabretmek, ibadetine sabretmekten daha zordur'.
İşte orucun bâtınî mânâları bunlardır.
Soru: Bir kimse, karnının ve tenâsül uzvunun şehvetlerini menedip bu mânâlara riayet etmese dahi fakihlerin fetvâsına göre orucu sahihtir. Bu hükme ne dersiniz?
Cevap: Zâhire göre hüküm veren fakihler, bâtınî şartlar hakkında ileri sürdüğümüz delillerden zayıf delillere dayanacak zâhir şartları tesbit etmektedirler. Hele gıybet ve benzeri gibi mânevî ve bâtınî şartlar karşısında onların delilleri çok zayıf kalır. Fakat zâhire göre hüküm veren fakihler, ancak dünyaya sarılmış ve gaflete dalmış, halk ve avam tabakasına kolay gelen tekliflere bakarlar. Onları bunun ötesi pek ilgilendirmez. Bakışları tamamen âhiret âlemine yönelen âlimlere gelince, onlar orucun sahih olmasından, Allah nezdinde kabul edilmesini kastetmektedirler. Oruçtan; Allah'ın sâmediyyet ahlâkıyla ahlâklanmayı anlamaktadırlar. Mümkün olduğu kadar şehvetlerden kaçınıp meleklere uymayı kastediyorlar.
Çünkü melekler şehvetlerden uzaktır. Aklın nûruyla şehvetlerini kırmaya kudretli olan bir insanın rütbesi, bu ruhtan mahrum olan hayvanın rütbesinden üstündür. Fakat şehvetlere maruz kaldığından, şehvetlerle mücadele etmek mecburiyetinde bulunduklarından, rütbeleri meleklerin rütbesinden aşağıdır.
Bu bakımdan şehvete daldıkça esfel-i safilîn'e doğru yuvarlanıp gider. Sonunda hayvanlardan daha aşağı bir duruma düşer. Şehvetleri kırdıkça a'lâ-i illiyyîn'e (yücelerin yücesine) yükseliş sonunda meleklerin ufuğuna varır. Melekler ise, mânen Allah'a yakın kullardır. Onlara uyan ve onların ahlâkıyla ahlâklanan da onlar gibi, Allah'a yakınlaşmaktadır. Çünkü yakın olana (meleklere) yakınlaşan, hedefe (Allah'a) da yakınlaşmış demektir. Buradaki yakınlaşma, mekân bakımından değil, sıfat bakımın'dandır.
Madem ki, kalp erbabı ve akıl erbabı nezdinde orucun sır ve hikmeti budur, o halde şehvetlere dalarak gündüz yenen iki öğün yemeği iftar zamanında bir arada yemekten ve bütün gün kendisini aç bırakmaktan ne fayda temin edilebilir? Eğer bu hareket, herhangi bir fayda temin etmiş olsaydı, o zaman Hazret-i Peygamber'in 'Nice oruçlular vardır ki, oruçlarından sadece açlık ve susuzluk elde ederler' sözünün mânâsı ne olurdu?
Bu sırra binaen ashâbdan Ebu'd Derda (radıyallahü anh) şöyle buyurur:
Akıllıların uykusu ve iftarı ne güzeldir! Nasıl olur da akıllılar ahmakların orucuna ve uykusuz kalmalarına hayret ediyorlar? Takvâ ve yakîn sahibi olan bir kimsenin ibadetinin bir zerresi, mağrurların dağlar kadar olan ibadetinden daha üstün ve daha makbuldür!
Bu sırra binaen bir âlim de şöyle buyurur:
Nice oruçlu vardır ki oruçsuzdur ve nice oruçsuz vardır ki oruçludur.
Oruçsuz oruçlu o kimsedir ki, yer, içer ve fakat âzalarını günahlardan korur. Oruçlu oruçsuz ise, yemez içmez, fakat âzalarını günahlardan korumaz.
Orucun mânâ ve sırrını anlayan bir kimse bilir ki, yemek ve içmekten geri durup diğer günahlarla yoğrulan bir kimse, tıpkı abdest alırken âzalarını üç defa meshetmek suretiyle zâhirde âdete uymuştur. Ancak en önemli şey olan yıkamayı terketmiştir.
Bu bakımdan bu cehaletinden ötürü kıldığı namaz, merdud ve bâtıldır. Yiyip, âzalarını haramdan koruyan bir kimsenin meselesi de abdest âzalarını birer defa yıkayıp abdest alan bir kimsenin meselesine benzer. Bu kimse, abdestin şartını yerine getirdiği için, Allah indinde namazı makbuldür, her ne kadar fazileti terketmişse de. . .
Yemek ve içmekten sakınıp azalarını da haramdan koruyan bir kimsenin meselesi ise, abdest âzalarının her birisini üçer defa yıkamak suretiyle abdest alan kimsenin meselesine benzer. Böyle bir kimse hem aslı, hem fazileti yerine getirdiğinden kemâlin zirvesine çıkmış olur.
Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmaktadır:
Oruç emanettir. Bu bakımdan herhangi biriniz Allah'ın kendisine teslim ettiği emaneti korusun ve zâyi etmesin. 24
'Allah size, emanetleri ehline vermenizi emreder' (Nisâ/58) ayetini okuduğunda, Hazret-i Peygamber elini kulağına ve gözüne koyarak şöyle buyurmuştur: 'Kulak emanettir, göz emanettir'. Eğer kulak ve göz orucun emanetlerinden ve oruçla korunması gereken şeylerden olmasaydı, Hazret-i Peygamber 'Ben oruçluyum desin'25 demezdi.
Yani oruçlu bir kimseye biri söver ve onunla kavga etmek isterse, oruçlu ona 'Dil, Allah'ın bendeki emanetidir. Onu korumakla mükellefim. Sana kötü cevap vermek suretiyle o emanete nasıl ihanet edebilirim' demelidir.
Bu hakikatlerden sonra anlaşılmış olmalı ki, her ibadetin zâhiri ve bâtını, kabuğu ve özü vardır. Her ibadetin kabukları hususunda da dereceleri ve her derecenin de kademeleri vardır. Bunu bildikten sonra dilersen sadece kabukla yetinir, öze inmezsin, dilersen akıllıların er meydanına inersin.
18) Hâkim, (Huzeyfe'den sahih bir senedle)
19) el- Ezdî, (Enes'den)
20) Buharî ve Müslim, (Ebû Hüreyre'den)
21) İmâm-ı Ahmed, (Resûlullah'ın âzadlısı Ubeyyid'den zayıf bir senedle)
22) Taberânî, (İbn Ömer'den benzerini sahih bir senedle)
23) Nesâî ve İbn Mâce, (Ebû Hüreyre'den)
24) el-Haraitî, Mekârim' u1-Ahlâk, (İbn Mesud'dan)
25) Ebû Dâvud, (Ebû Hüreyre'den)
6-3
Nafile Oruçlar ve Tertibi
Bilmiş ol ki, faziletli günlerde orucun müstehab olması daha kuvvetleşir. Faziletli günlerin bazıları sene, bazıları ay, bazıları da hafta içinde bulunmaktadır.
Sene İçindeki Makbul Oruçlar
Senedeki faziletli günler. Ramazan aynıdan sonra, Arefe günü, Aşûre günü, Zilhicce ve Muharrem aylarının ilk on günleridir. Haram aylarının tamamı, oruç tutma günleridir. Bunlar faziletli günlerdir.
Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) sanki Ramazan ayındaymış gibi Şaban ayında oruç tutardı. 26
Bir rivâyette şöyle gelmiştir:
Ramazan ayından sonra en faziletli oruç, Muharrem ayında tutulan oruçtur'. 27
Muharrem ayı, hicrî senenin başlangıcıdır. Böyle bir seneyi hayırlı bir temele dayamak daha sevimli olur ve bereketinin devamı daha fazla ümit edilir.
Nitekim Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:
Haram aylardan herhangi birisinin bir gününü oruçlu geçirmek, başka bir ayın otuz gününü oruçla geçirmekten daha efdâl ve üstündür. Ramazan ayının bir gününün orucu, haram ayların otuz gününün orucundan daha efdâldir. 28
Her haram ayının üç gününü oruç tutup, perşembe, cuma ve cumartesine tesadüf ettiren dokuzyüz senelik ibadet sevabını alır. 29
Şaban ayının ikinci yarısından sonra, Ramazana kadar oruç tutmak yoktur. 30
Ramazan'dan birkaç gün önce oruç tutmayı bırakmak, bu rivâyete binaen müstehab sayılmıştır. Buna rağmen eğer Şaban ayının tamamını oruç tutar, Ramazan ayına bitiştirirse, câizdir. Çünkü Hazret-i Peygamber bir defasında böyle yapmıştır. 31 Fakat birçok defa da ara vermiştir. 32
Eğer daha önceden devanı ettiği âdetine rastlamazsa, Ramazan ayından iki veya üç gün önce oruç tutarak Ramazan'ı karşılamak câiz değildir.
Ashâbdan bazıları, Ramazan'a benzemesin diye Receb ayının tamamında oruç tutmanın mekruh olduğunu söylemişlerdir.
Faziletli aylar şunlardır:
1. Zilhicce, 2. Muharrem, 3. Receb, 4. Şaban
Haram aylar da şunlardır:
1. Zilkade, 2. Zilhicce, 3. Muharrem, 4. Receb
Bu ayların birisi tek, diğer üçü arka arkaya gelmektedir. Bu ayların en faziletlisi Zilhicce'dir. Çünkü hac mevsimine, haccın on günü olan eyyam'ul-ma'lûmat (Bilinen günler) ve teşrik günleri olan eyyam'ul-madûdat (Sayılı günler) bu aydadır.
Haram aylardan olan Zilkade ayı da, Şevval ayı gibi hac aylarındandır. Ancak şu kadar var ki, Şevval ayı, haram aylardan değildir. Muharrem ve Receb ayları da hac aylarından değildir.
Allah nezdinde Zilhicce'nin ilk on gününden daha sevimli ve faziletli günler yoktur ki, o günlerde yapılan ibadet, bu on gündekinden daha üstün olsun. Zilhicce'nin bir gününde yapılan ibadet, diğer zamanda yapılan bir senelik ibadete bedeldir. Zilhicce'nin bir gecesinde yapılan ibadet, kadir gecesinde yapılan ibadete denktir.
Bu sözleri söyledikten sonra Hazret-i Peygamber’e 'Zilhicce haricinde Allah yolunda yapılan cihaddan da mı Zilhicce'deki ibadet daha efdâldir?' diye sorulduğunda, şöyle cevap vermiştir: Zilhiccedeki ibadet, Allah yolunda yapılan cihaddan da efdaldir, ancak Allah yolunda atının sırtını yaralatıp kanını akitmcaya kadar cihad edenin durumu hariç,. . 33
Aylar İçindeki Makbul Oruçlar
O günler, ayın başlangıcı, ortası ve sonudur. Ayın ortası eyyam-ü bîd (Mehtaplı günler) tâbir edilen onüç, ondört ve onbeşinci günlerdir.
Hafta İçindeki Makbul Oruçlar
Haftanın içinde bulunan faziletli günler ise, pazartesi, perşembe ve cuma günleridir. Haftanın en faziletli günleri bunlar olduğundan, bugünlerde oruç tutmak müstehabtır. Bu günlerin fazileti hürmetine bu günlerde yapılan iyilikler kat kat fazlalaşırlar.
Sene Orucu
Savm'ud-Dehr tâbir edilen bütün senenin orucuna gelince, yukarıda sayılan günlerin tamamını ve başka günleri kapsamaktadır. Allah'a giden yolcuların bu hususta tâkip ettikleri çeşitli yolları vardır. Kimileri 'Bütün seneyi oruçlu geçirmek mekruhtur' demiştir. Çünkü böyle bir orucun mekruh olduğuna dair, birçok haberler vârid olmuştur. 34
En kuvvetli fetvâya göre, bütün sene oruç tutmak iki illetten dolayı mekruhtur:
a) İki bayram ve teşrik günlerinde orucunu bozmadığı için mekruh olur ki böyle yaptığı takdirde bütün seneyi oruçlu geçirmiş olur. (Burada kerahet, kerahet-i tahrimiyye'dir)
b) Hazret-i Peygamberin iftar sünnetini terkederek bütün seneyi oruçlu geçirmeyi kendisine mecbur kılarak,Allahü teâlâ'nın kendisine ruhsat verdiği halde nefsine zorluk olsun diye ille de oruç tutmak da mekruhtur. Oysa Allah kulunun azimetleri yapmasını sevdiği gibi, ruhsatları yapmasını da sever. Bu bakımdan bütün seneyi oruçlu geçiren bir kimse, yukarıda zikredilen bu iki illet olmadan oruç tutuyorsa ve nefsinin ıslâhının da ancak bu şekilde oruç tutmaya bağlı olduğunu görüyorsa tutabilir ve tutsun da. . .
Çünkü sahabe ve tâbiînden bir cemaat böyle yapmıştır.
Ebû Musa el-Eş'arî'nin, Hazret-i Peygamber'den rivâyet ettiği bir hadîste şöyle denilmektedir:
Bütün seneyi oruçlu geçiren kimse için cehennem daralır. 35
Bunu söyledikten sonra Hazret-i Peygamber baş ve şehadet parmaklarını doksan rakamı gibi düğümleyerek sözkonusu darlığa işaret buyurmuştur. Hadisin mânâsı; cehennemde onun için yer kalmaz demektir.
Derece bakımından bütün sene oruç tutmaktan daha az olan, senenin yarısını oruçlu geçirmektir. Yani bir günü oruçlu, bir günü oruçsuz geçirmektir. Böyle bir oruç, bütün seneyi oruçlu geçirmekten nefse daha zor ve nefsi mağlûp etmeye daha elverişlidir.
Bu kabil orucun fazileti hakkında birçok haberler vârid olmuştur.
Çünkü kul, böyle bir oruçla gününün birini oruçla birisini de şükretmek suretiyle değerlendirir. Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:Yerüstü ve yeraltı hazinelerinin anahtarları bana arzolundu. Onları kabul etmedim, geri çevirdim ve dedim ki: Bir gün acıkır, bir gün doyarım. Doyduğum zaman Allah'a hamd eder, acıktığımda Allah'a yalvarırım. 36
Orucun en faziletlisi kardeşim Dâvud'un orucudur; o bir gün oruç tutar, bir gün yerdi. 37
Bu orucun faziletli olduğuna delâlet eden haberlerden biri de Hazret-i Peygamber'in oruç hakkında Abdullah b. Amr'a verdiği ruhsattır. Abdullah b. Amr'ın 'Ey Allah'ın Rasûlü! Sizin buyurmuş olduğunuzdan daha fazla oruç tutmaya gücüm yeter' demesi üzerine Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:
Bir gün oruç tut ve bir gün de ye! Abdullah 'Bundan daha faziletli orucu istiyorum ey Allah'ın Rasûlü!' deyince, Rasûlüllah bu sefer şöyle buyurdu:
Bundan daha faziletlisi yoktur. Ramazan ayı hariç, Rasûlüllah (sallâllahü aleyhi ve sellem) hiçbir ayda tamamen oruç tutmamıştır. 38
Senenin yarısını oruçlu geçirmeye gücü yetmeyen bir insanın, üçte birini oruçlu geçirmesinde bir beis yoktur. Bir gün oruç tutar, iki gün yer.
Ayın başından üç, ortasından üç ve sonundan üç gün tutarsa, senenin üçte birini tutmuş olur ve böylece orucunu faziletli vakitlere tesadüf ettirir. Eğer her haftanın pazartesi, perşembe ve cuma günlerinde oruç tutarsa, bu da senenin üçte birine yakındır. Faziletli vakitler böylece bilindikten sonra, en önemli şey insanın orucun mânâsını anlamasıdır. Kişi bilmelidir ki, oruçtan gaye; kalbin temizlenmesi, himmetini Allah'tan başka her şeyden boşaltmasıdır. İç âleminin inceliklerini bilen bir kimse, hâllerine bakar. Eğer hâli devamlı oruç tutmayı gerektiriyorsa tutar. Bazen da hâli devamlı oruçsuz olmasını gerektirir. Bazı vakitler de hem oruçlu, hem de oruçsuz olmasını gerektirir. Kısaca orucun mânâsını anladığı ve âhiret yolunda kalbini murakabe etmek suretiyle orucun hududunu bildiği zaman kalbine neyin daha faydalı olduğu, kendisi için, gizli bir durum değildir. Böylece bu durumun varlığında kendisine daimi bir tertib gerekmektedir.
Bu sırra binaen Hazret-i Peygamber'den şöyle rivâyet edilmektedir:
Rasûlüllah (sallâllahü aleyhi ve sellem) bazen artık hiç orucunu bozmayacak gibi oruca devam eder, bazen de artık hiç oruç tutmayacakmış gibi iftara devam ederdi. Bazı kereler artık hiçbir zaman uykudan kalkmayacak gibi uyur, bazen de artık hiç uyumayacakmış gibi vaktini uykusuz geçirirdi. 39
Bütün bunlar, nübüvvet nûruyla vakitlerin hakkını vermek hususundaki inkişafa göre tertiplenmekteydi.
Âlimler dört günden fazla oruçsuz olmayı kerih görmüşlerdir. Dört günü sınır belirtmeleri, bayram ve teşrik günlerinin takdirine göredir. Dört günden fazlasını oruçsuz geçirmenin kerih görülmesi şu hikmete dayanır: Kalp katılaşır, kötü âdetler başgösterir ve şehvet kapıları açılır. Hayatıma yemin ederim, âlimlerin bu görüşü halkın çoğu hakkında tam isabetli bir görüştür. Hele yirmidört saatte iki defa yemek yiyenler hakkında. . .
İşte nafile oruçlar hakkında zikretmek istediğimiz bunlardı. Allah en doğrusunu bilir.
Kitabu Esrar'is-Savm (Orucun Sırları) bölümü burada sona erdi.
Bildiğimiz ve bilmediğimiz tüm hamdlerle Allah'a hamdederiz
Yine bildiğimiz, bilmediğimiz her nimet için Allah'a hamdeder, zât-ı ulûhiyyetinden efendimiz Hazret-i Muhammed'e, âline ve ashâbına rahmet deryâsını coşturmasını dileriz.
Onları kötülükten korusun, şerefin en yüce derecelerine yükseltsin. Göklerin ve yerin her seçkin sâkinine de rahmet etmesini dileriz. Bu bölümün ardından Allah'ın izniyle Kitahu Esrar'il-Hac (Haccın Sırları) bölümü gelecektir.
Yardım eden Allah'tır. Ondan başka rab yoktur. Bize tevfîkini ihsan eden ancak O'dur. O bizlere kâfidir ve O ne güzel yardım edicidir!
26) Buharî ve Müslim, Hazret-i Âişe'den)
27) Buharî ve Müslim, (Ebû Hüreyre'den)
28) İmâm Irâkî bu şekilde bir hadîse rastlamadığını söylemiştir. Ancak Taberânî ei-Mu'cem'us-Sağir'de İbn-i Abbâs'tan 'Muharremde tutulan her bir gün orucun karşılığı otuz günün sevabıdır' şeklinde bir hadis rivâyet eder.
29) el-Ezdî, (Enes'ten)
30) Sünen sahipleri, (Ebû Hüreyre'den)
31) Sünen sahipleri, (Ümmü Seleme'den)
32) Ebû Dâvud, (Hazret-i Âişe'den)
33) Tirmizî ve İbn Mâce, (Ebû Hüreyre'den) Hadîsin /Allah Yolundaki Cihad' bölümünü Buharî, İbn-i Abbâs'tan rivâyet etmiştir.
34) Buharî ve Müslim, (Abdullah b. Amr'dan)
35) İmâm-ı Ahmed, Nesâî ve İbn Hıbbân
36) Tirmizî, (Ebû Umâme'den)
37) Buharî ve Müslim, (Abdullah b. Aınr'dan)
38) Buharî ve Müslim, (Hazret-i Âişe'den)
39) Buharî ve Müslim, (Hazret-i Âişe'den)