6 - ORUÇ |
Giriş
Hamd, O Allah'a mahsustur ki, şeytanın hilelerini kullarından uzaklaştırmak suretiyle onlara olan minnetini büyütmüştür.
Orucu, dostları için kale ve kalkan yapmak suretiyle şeytanın umduğunu red ve zannını boşa çıkarmıştır. O Allah ki dostları için, orucun hürmetine cennetin kapılarını açmıştır.
Onlara 'şeytanın ancak kalplerdeki gizli şehvetler yoluyla geldiği' hakikatini bildirmiştir. Yine onlara bildirmiştir ki, şehvetleri yok etmek suretiyle itminana kavuşan nefis, hasmının belini kırmak için galip bir kahraman ve yenilmez bir kuvvete sahip olmuştur.
Sünnet'in kurucusu ve insanların rehberi Hazret-i Muhammed'e, onun üstün akıl ve delici basiret sahibi olan ashâbına salât ve selâm olsun! Yâ rabbi! Onları daima emin kıl!
Oruç, sabrın yarısıdır. 1
Sabır, îmanın yarısıdır. 2
Hazret-i Peygamber'in bu hadîsleriyle orucun, îmanın dörtte biri olduğu açıklık kazanmaktadır. Allah'a nisbet edilmesi itibariyle de oruç, diğer İslâmî rükûnlardan fazilette de ayrılmaktadır.
Çünkü Allahü teâlâ, Hazret-i Muhammed Mustafa'nın kendisinden hikâye buyurduğu bir hadîs-i kudsî'de şöyle buyurmaktadır Her hasene (sevab) on misliyle yazılır; tâ yediyüz misline kadar çıkar. Ancak oruç, ise benimdir ve ben onun karşılığında kulumun mükâfatını veririm. 3
Allahü teâlâ Kur'ân'da da şöyle buyurmaktadır:
Ancak sabredenlere mükâfatları hesapsız verilecektir. (Zümer/10)
Oruç ise, sabrın yarısıdır. Onun sevabı takdir ve hesap ölçülerinin üstündedir.
Orucun faziletini bilmek hususunda Hazret-i Peygamber'in şu hadîsi zannedersem kâfidir: Nefsimi kudret elinde tutan Allah'a yemin ederim ki, oruçlunun ağız kokusu, Allah nezdinde misk kokusundan daha hoştur. Nitekim Allahü teâlâ şöyle buyurmaktadır: 'Kulum ancak şehvetini, yiyeceğini ve içeceğini benim için terketmektedir. Bu bakımdan oruç benim içindir ve onun mükâfatını ben veririm'. 4
Cennetin Reyyan adlı bir kapısı vardır. Sadece oruç tutanlar o kapıdan cennete girebilirler. 5
Oruçlu bir kimseye, orucun mükâfatı olarak Allah'ın rahmeti ile karşı karşıya geleceği va'd olunmuştur. Oruçluya iki türlü sevinç vardır: a) İftar ettiği zaman sevinir, b) Allah'a kavuştuğu zaman sevinir. 6
Herşeyin bir kapısı vardır. İbadetin kapısı da oruçtur!7
Oruçlunun uykusu da ibadettir. 8
Ebû Hüreyre'nin rivâyet ettiğine göre, Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur:
Mübarek Ramazan ayı geldiği zaman, cennetin kapıları açılır, cehennem kapıları kilitlenir. Şeytanlar bağlanır ve bir tellâl şöyle bağırır: Ey hayrı arayan kimse! Gel! Ey şerri arayan vazgeç. 9
Vekî 'Yeyin, için, âfiyet olsun. Geçmiş günlerde takdim ettiğiniz sâlih amellere karşılık olarak. . . ' (Hakka/24) ayetinin tefsirinde 'Geçmiş günlerden maksat oruç günleridir, çünkü müslümanlar o günlerde yemek ve içmeyi bırakırlar' demiştir.
Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) , iftihar mertebesinde dünya hakkındaki zâhidlik ile orucu eşit göstererek şöyle buyurmuştur:
Gerçekten Allahü teâlâ, meleklerine karşı âbid bir genç ile iftihar ederek şöyle buyurmaktadır: 'Ey şehvetini benim için terkeden genç! Ey gençliğini bana bahşeden genç! Sen benim nezdimde meleklerimin bâzısı gibisin' '10
Yine Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) oruçlu hakkında Allahü teâlâ'nın şöyle buyurmuş olduğunu nakletmektedir:
Ey meleklerim! Kuluma bakınız! Şehvetini, lezzetini, yemesini ve içmesini benim için bırakmıştır. 11
'Artık işledikleri sâlih amellere mükâfat olarak kendileri için göz aydınlığından ne hazırlanıp saklandığını kimse bilmez' (Secde/17) ayetinin tefsirinde; 'onlar, oruçlarına karşılıktır' denilmiştir.
Çünkü Allahü teâlâ, başka bir ayetinde şöyle buyurmaktadır:
Sabredenler sınırsız ve hesapsız sevap alırlar. (Zümer/10)
Anlaşılıyor ki, oruçluya ecri, sayı ile değil, oluk oluk ve yığın halinde verilecektir. Böyle olması da uygundur. Çünkü oruç ibadeti ancak Allah için yapılır ve ona nisbetle şereflenir. Her ne kadar bütün ibadetler Allah için iseler de, oruçtaki hususiyet daha fazladır. Nitekim Allahü teâlâ Beyt'i (Kâbe'yi) nefsine nisbet etmekle şereflendirmiştir. Oysa sadece Beyt değil, bütün kâinat Allah'ındır. Orucun bu özelliği iki mânâdan ötürüdür.
A) Oruç, nefsi yemekten, içmekten ve şehvetten alıkoymak ve bunları terketmekten ibârettir. Bu ise, esasında gizli bir şeydir. Başkasına görünecek bir mahiyette değildir. Halbuki diğer ibadetlerin yapılışını herkes görmektedir. Oruç ise, ancak Allah tarafından bilinir. Çünkü oruç, mücerred sabır ile yapılan bâtınî bir ameldir.
B) Oruç, Allah düşmanını kahretmek için bir vesiledir. Çünkü şeytanın saptırma vesilesi şehvetlerdir. Şehvetler ise, ancak yemek ve içmekle gelişir. Bu sırra binaen Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:
Gerçekten şeytan insanın içinde kanın deverân ettiği gibi, deverân etmektedir. Bu bakımdan açlık ile şeytanın deverân ettiği yolları daraltınız. 12
Yine bu sırra binaen Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) , Âişe validemize şöyle der:
- Cennet kapısını vurmaya devam et.
-Ne ile?
-Açlıkla. . . 13
Daha ileride Mühlikat bölümünde, yemeğe karşı 'Oburluk ve İlâcı' kısmında açlığın fazileti beyan edilecektir.
Özel olarak oruç şeytanın hilesini mahvetmek ve yollarını kapatmak ve akış istikametini daraltmak için olduğundan dolayı, Allahü teâlâ'ya nisbet edilme özelliğini elde etmeye müstahak olmuştur. Allah'ın düşmanının helâkinde, Allah'ın dinine yardım vardır. Allah'ın dinine yardım eden de Allah'ın yardımına mazhar olur.
Nitekim Allahü teâlâ şöyle buyurmaktadır:
Eğer siz Allah'a (Allah'ın dinine) yardım ederseniz, Allah da size yardım eder ve sizin ayaklarınızı sâbit kılar. (Muhammed/7)
Bu bakımdan kulun var kuvvetiyle çalışması gerekir. Akabinde hidâyetle onu mükâfatlandırmak da Allahü teâlâ'ya düşer.
Biz bizim yolumuzda cihâd edenleri yollarımıza hidâyet edeceğiz. (Ankebut/69)
Bir kavim kendi durumlarını değiştirmedikçe Allah onların durumlarını değiştirmez. (Ra'd/11)
Değiştirmekten maksat şehvetlerin çoğalmasıdır. Bu bakımdan şehvetler, şeytanların yaygın merasıdır. Otlak olduğu müddetçe, şeytanlar orada eksik olmazlar. Şeytanlar oraya devam edince, kul için Allah'ın celâli belirmez ve kul daima Allah'ın mülâkatından uzak olur.
Bakınız Hazret-i Peygamber ne buyurmaktadır:
Eğer şeytanlar, Ademoğulları'nın kalplerini dolaşıp durmasaydılar, muhakkak Ademoğulları göklerin âlemini temâşa edip gayba muttali olacaklardı. 14
İşte bu sebepten oruç, ibadetin kapısı ve insanlar için de bir kalkan olmuştur.
Orucun fazileti bu denli büyük olduğundan, onun zâhirî ve bâtınî şartlarını ve rükûnlerini zikretmek suretiyle beyan etmek gerekir.
Nitekim biz bu hususları üç bölümde açıklamaya çalışacağız
1) İbn Mâce, (Ebû Hüreyre'den)
2) Ebû Nuaym, Hilye; Hâtib, Tarih, (İbn Mes'ûd'dan hasen bir senedle)
3) Buharî ve Müslim, (Ebû Hüreyre'den)
4) Buharî ve Müslim, (Ebû Hüreyre'den)
5) Buharî ve Müslim, (Sehl b. Sa'd'dan)
6) Buharî ve Müslim, (Ebû Hüreyre'den)
7) İbn-i Mübârek, Zühd, (Ebu'd Derda'dan zayıf bir senedle)
8) İbn Menbeh (veya Münebbih) , (İbn Muğire'den)
9) Tirmizî, İbn Mâce ve Hâkim, (Ebû Hüreyre'den) Tirmizî Garîb olduğunusöylemiştir.
10) İbn Adiyy, (İbn Mes'ûd'dan zayıf bir senedle)
11) Irâkî böyle bir hadise tesâdüf etmediğini kaydetmiştir. Zebidî ise, Talha'nın, İbn Seniyye'den rivâyet ettiğini söyler.
12) Buharî ve Müslim, (Safîyyeden)
13) İmâm Irâkî, bu hadisin aslına rastlamadığını kaydetmiştir.
14) İmâm-ı Ahmed, (Ebû Hüreyre'den bir benzerini. . . )
6-1
Orucun Zâhirî Farzları, Sünnetleri ve Orucun İfsadı Halinde Lâzım Gelen Hükümler
Zâhirî farzlar altı tanedir:
1. Ramazan ayının başlangıcını gözlemek
Bu vazife, hilâlin görünmesiyle olur. Eğer hava bulutluysa şaban ayı otuz güne tamamlanır. Hilâlin görünmesinden gayemiz; bilinmesidir. Bu ise, âdil bir kişinin sözüyle de sâbit olur. Şevval ayının hilâli ise, ibadette ihtiyat sebebiyle ancak iki âdil şahsın şehâdetiyle sâbit olur.
Bir âdil şahsın ağzından Ramazan hilâlinin göründüğünü duyan, eğer onun sözüne güvenip, yüzde ellibir oranında doğru söylediğine de kanaat getirirse, kadı o adil insanın sözüyle hükmetmezse dahi, böyle bir müslümana oruç tutmak lâzım gelir.
Bu bakımdan her kul, ibadetinde zannına tâbi olmalıdır. Ne zaman ki bir memlekette hilâl görünür de başka memlekette görünmezse ve bu iki memleket arasındaki mesafe iki konaktan daha azsa, bu iki yerde yaşayan bütün müslümanlara oruç farz olur. Eğer iki memleketin arasındaki mesafe iki konaktan fazlaysa her memleketin hükmü, kendisine ait olur. Birisinde vâcib olan oruç, eğer hilâl görünmezse, öbüründe vâcib olmaz.
2. Niyet
Her gece için, geceleyin günü belirten bir niyet lâzımdır. Eğer bir defada (otuz defa olsa dahi) Ramazan orucunu tutacağına niyet ederse, kâfi gelmez. İşte 'Her gecede niyet etmek' sözümüzle bunu kastediyoruz. Eğer gündüz, Ramazan orucuna ve diğer farz oruçlara niyet ederse yeterli olmaz. Ancak nafile oruçlarda böyle bir niyet geçerlidir. İşte 'geceleyin niyet etmeli' sözüyle bunu kasdettik. Eğer sadece oruca veya farz oruca niyet ederse kâfi değildir; tâ ki Ramazan ayının farzına niyet etmedikçe. . .
Eğer şek gecesi (Şaban ayının otuzuncu gecesi) , yarınki gün Ramazan'dansa 'Ramazan orucuna niyet ediyorum' diye mütereddit bir şekilde niyet ederse, kâfi değildir. Çünkü böyle bir niyet kesin olmaz. Meğer ki niyeti âdil bir şahidin şahidliğine dayanmış olsun. O zaman niyet kesinlik kazanmış olur. Âdil şahidin yanlış olma ihtimali veya yalan söyleme ihtimali bu niyetteki kesinliği iptal etmez. Ramazan'ın son gecesindeki şüphe gibi, eski bir duruma dayananan niyet, kesinlik vasfını kaybetmez. Zindanda hapis bulunan kişinin niyeti gibi, ictihada dayanan bir niyetteki tereddüt yine onu niyetlikten çıkarmaz. Meselâ bu durumdaki bir insan, galip bir zanla Ramazan'ın geldiğine ictihad ederse, bunun şüphesi, niyetini kesinlikten çıkarmaz.
Şek gecesinin olup olmamasında şüphesi olan bir insanın diliyle kesin bir niyet etmesi fayda vermez. Çünkü niyetin yeri kalptir. Kalpte şüphe bulundukça niyetin kesin olduğu tasavvur olunamaz. Meselâ Ramazan ayının ortasında 'Eğer yarın, Ramazan ayındansa, oruç tutacağım' dese, onun bu şekilde tereddüde düşmesi, zarar vermez. Çünkü bu tereddüd sadece dil iledir. Niyetin merkezinde ise, tereddüd düşünülemez. Kalp kesinlikle yarının Ramazan ayından olduğuna inanmalıdır. Geceleyin niyet edip niyetten sonra birşeyler yiyenin o niyeti fâsit olmaz ve yeniden niyet etmeye de mecbur değildir. Hâyızda olan kadın hayızlı iken niyet ettikten sonra daha fecir doğmazdan evvel temizlenirse, o niyetle orucu sahih olur.
3. Oruçlu olduğunu hatırlamakla beraber kasden birşeyi vücuduna almaktan korunmak.
Bu bakımdan yemekle, içmekle, buruna birşey akıtmakla, ön veya arkasından içeriye birşey akıtmakla orucu fâsid olur. Damarlardan kan almak ve hacâmat yapmak, sürme çekmek, kulağa veya idrar yoluna mil sokmakla oruç bozulmaz. Ancak en son şekilde mesâneye varacak kadar sıvı birşey akıtılacak olursa, o zaman oruç bozulur.
Kasıtsız olarak yolun tozu veya ağız ve burundan mideye kadar giden sinek veya ağza mazmaza suyu alırken mideye giden su orucu bozmaz. Ancak ağzını çalkalarken mübalâğalı bir şekilde yapar ve boğazına su kaçarsa, kusur ettiği için orucu bozulur. İşte biz 'kasten yaparsa' sözümüzle bunu kasdetmekteyiz. Orucu zikretmekteki gayemiz; unutarak yemek yiyenin orucunun bozulmadığını ispat etmek içindir,
4. Cinsî münasebetten sakınmak
Cinsî birleşmenin sınırı, sünnet yerini veya o kadarını kullanmaktır. Eğer unutarak cima'da bulunursa, orucu bozulmaz. Eğer geceleyin cima eder veya ihtilâm olursa, cünüp olarak sabahlarsa, orucu bozulmaz. Eğer fecr çıktığında cima halindeyse, fecrin çıkışını hisseder etmez derhal kılıcı kınından çekerse, o günkü orucu sahihtir. Eğer fecrin doğuşunu hissettiği halde kılıcı kınından çekmezse, orucu bozulduğu gibi, kendisine kefâret de lâzım gelir.
5. İstimnâdan sakınmak
İstimnâ ister cima yapmak suretiyle isterse herhangi bir şekilde kasten menisini çıkarmak ve akıtmak demektir. Böyle bir hareket orucu bozar. Menisi akmadıkça hanımıyla bir arada yatması veya hanımını öpmesi orucu bozmaz. Fakat buna rağmen genç ise, kerahet vardır. Ancak ihtiyar ve nefsine hâkim bir kimse ise, kerahet kalkar. O zaman öpmekte beis yoktur. Fakat terkedilmesi daha evlâdır. Kişi öpmekle menisinin akmasından korkmasına rağmen, öpüp menisi akarsa, kusur yaptığı için orucu bozulur. (Fakat kefâret lâzım gelmez)
6. Kusmaktan sakınmak
Kasten kusmak, orucu bozar. Eğer gayr-ı ihtiyari olarak kusarsa, orucu bozulmaz. Zaruret olduğu için boğazındaki balgamı yutmakla orucu bozulmaz. Çünkü böyle bir durumdan sakınmak zor olduğundan ve bu belânın umumîliği dikkate alındığından ruhsat verilmiştir. Ancak balgam çıkıp ağzına vardıktan sonra tekrar yutarsa, o zaman, orucu bozulur.
Oruç Bozmanın Cezası Dörttür
1. Kaza etmek
2. Kefâret
3. Fidye
4. Oruçlulara benzemek için o gün akşama kadar orucu bozan şeylerden sakınmak
1. Kaza
İster özürlü, ister özürsüz orucu terkeden her mükellef müslümana kaza etmek farzdır. Bu bakımdan hâyızlı bir kadın temizlendiği zaman orucunu kaza etmelidir. Dininden dönen de böyledir. Fakat kâfir, çocuk ve mecnûn ise, onların kazası yoktur. Ramazan orucunun kazasında günlerin takibi şart değildir. Nasıl isterse öyle yapar, ister arka arkaya, isterse aralıklı olarak kaza etmesi caizdir.
2. Kefaret
Kefaret ancak cima ile vâcib olur. (Bu hüküm, Şafii mezhebine göredir) . İstimnâ, yemek, içmek ve cima'dan başka orucu bozan herhangi bir şeyle kefaret vâcib olmaz. Kefaret bir köleyi âzâd etmektir. Eğer köle âzâd etmeye gücü yetmiyorsa, iki ay üst üste ara vermeksizin oruç tutmaktır. Eğer buna da gücü yetmezse, altmış miskine birer müd (belli bir ölçek) yemek vermektir.
3. Akşama Kadar Orucu Bozan Şeylerden Sakınma
Bu şekilde sakınmak, orucunu yemek suretiyle Allah'a isyan eden veya orucunu bozan hareketlerde kusurlu olan bir kimseye farzdır. Fakat hâyızlı kadın, günün ortasında temizlendiği takdirde, akşama kadar orucu bozan şeylerden sakınması farz değildir. Misafir, iki konaklık seferden oruçsuz olarak evine dönünce, akşama kadar sakınmak ona da farz değildir.
Şek gününde âdil bir kimsenin şâhidliğiyle hilâlin görünmesi sabit olduğu zaman, o gün akşama kadar orucu bozan şeylerden sakınmak farzdır.
Sefer halinde eğer gücü yetiyorsa oruç tutmak, yemekten daha efdâldir. Eğer gücü yetmiyorsa, yemek daha efdâldir. Sefere çıkacağı gün oruçlu ise, o gün orucunu bozmaz. Seferden döndüğü gün de oruçlu ise yine bozmaz.
4. Fidye
Hâmile ve emzikli kadınlara, çocuklarının sağlığından korkarak oruçlarını yedikleri takdirde fidye vermek farzdır. Her gün için bir müd buğday bir fakire verilmeli ve sonra da günü gününe kaza etmelidir. Çok yaşlı olan bir kimse oruç tutmaya güç yetiremediği takdirde, her gün için bir müd fidye vermelidir.
Orucun sünnetleri ise altı tanedir
1. Sahuru geç yemek.
2. İftarı hurma veya su ile namazdan önce ve acele ile yapmak.
3. Zevalden sonra misvâk kullanmamak.
4. Ramazan ayında Zekât bölümünde geçtiği gibi cömert olmak.
5. Kur'ân'ı çok okumak.
6. İtikâfa girmek; her Ramazan'ın son on gününde itikâfa girmek daha da faziletlidir.
Çünkü Hazret-i. Peygamber'in âdeti şöyleydi:
Ramazan'ın son on günü geldiğinde Hazret-i Peygamber, yatağını katlar, elbisesini giyer, daha fazla ibadet etmeye hazırlanırdı. Ailesine de aynı şeyi emrederdi. 15
Yani aile efradıyla yorucu bir şekilde ibadete dalardı. Çünkü bu son on günde kadir gecesi vardır. Çoğu zaman bu gece, Ramazanın son on gününün tek gecelerine rastlamaktadır.
Tek günlerin de 21, 23, 25 ve 27 olması daha fazla ihtimal dahilindedir. Bu on günlük itikâfı peşi peşine yapmak, sadece tek gecelerde yapmaktan daha evlâdır. Eğer kişi arka arkaya itikâfa girmeyi adar veya niyet ederse, zarûret olmaksızın dışarı çıkmakla itikâf sırası bozulur. (Yani yeniden başlaması gerekir) . Meselâ herhangi bir hastayı ziyaret etmek veya şâhidlik yapmak, yahut da cenaze namazına iştirak veya herhangi bir ziyarette bulunmak veyahut abdestini yenilemek için dışarı çıkarsa, itikâf sırası bozulmuş olur.
Eğer def-i hâcet için çıkarsa, bu sıra bozulmaz. İtikâfta olan kişi gidip evinde abdest alabilir. Fakat abdest almak niyetiyle giderken başka birşeyle meşgul olmaması gerekir.
Çünkü Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) itikâfta iken ancak zarûrî ihtiyaçları için dışarı çıkardı. Hastanın halini yürürken sorardı. 16
İtikafta iken cimada bulunmak, itikâfın birbiri ardına yapılmasını bozar. Fakat hanımını öpmek bozmaz. İtikâfta bulunan kişi camide koku sürünebilir. Nikâh akdi yapabilir. Yemek, uyumak ve leğende el yıkamakta da herhangi bir beis yoktur. Çünkü bütün bunlar insan itikâfını sürdürürken muhtaç olduğu hâdiselerdir. Kişinin itikâfta iken bedenin bir kısmını cami dışına çıkarması, itikâfın devamlılığına tesir etmez.
Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) başını uzatır, hücresinde bulunan Hazret-i Âişe, onun saçlarını yıkar ve tarardı. 17
İtikâfta olan kişi, ihtiyacı için dışarı çıkarsa, ne zaman dönerse yeniden itikâfa niyet etmesi daha uygundur. Meğer ki ilk itikâfa girdiği zaman, meselâ on günlük itikâfa niyet etmiş olsun. Fakat yine de niyetin yenilenmesi daha efdâldir.
15) Buharî ve Müslim, (Hazret-i Âişe'den)
16) Buharî ve Müslim, (Hazret-i Âişe'den birinci kısmını) ; Ebû Dâvud, (İkincikısımını)
17) Buharî ve Müslim, (Hazret-i Âişe'den)