17 - SEFER ÂDÂBI |
Giriş
Hamd, velî kullarının basiretlerini hikmet ve ibretlerle açan, hazerde ve seferde bu kullarının himmetlerini, sanatının inceliklerini müşahede etmeleri için ihlasa kavuşturan Allah'a mahsushtur.
Bu sayede sözkonusu kullar, kaderin mecralarına razı olmak suretiyle, gözalıcı şeylerden uzaklaşmışlar ve bunlara dönüp bakmamışlardır. Bu kullar, gözün gördüğü ve fikrin dolaştığı sahalarda bulunan gözalıcı şeylere ancak ibret gözüyle bakarlar. Bu kullar nezdinde deniz, kara, dağ, ova, geçitli geçitsiz heryer müsavidir.
Salât; beşerin efendisi Hazret-i Muhammed'in, ahlâk ve sîretinde onun izini takip eden ve sünnetine tâbi olan âlinin ve ashâbının üzerine olsun.
Yolculuk, kendisinden kaçılan şeylerden kurtuluş veya istenilen ve aranılan şeylere varış vesilesidir.
Yolculuk iki kısımdır:
a. Zâhirî bedenle memleketinden sahra ve ovalara çıkıp gitmektir.
b. Kalbin seyriyle esfel-i sâfîlînden göklerin melekûtuna çıkıp gitmektir.
Bu iki yolculuğun en şereflisi, ikinci kısımda bulunan, bâtının yolculuğudur. Zira doğumdan sonraki hal üzere kalan, âbâ ve ecdadından almış olduğu âdetleri (kötü ise) taklid ederek duraklayan bir kimse, kusur derecesine yapışmış, noksanlık mertebesiyle kanaat etmiş ve genişliği gökler ve yerler kadar olan cennetin geniş sahasını hapishanenin zulmet ve darlığı ile değiştirmiş demektir. Şair ne güzel söylemiş: Ben insanların ayıpları arasında, tamamlamaya (kemâle ermeye) kâdir olanların eksik kalması kadar çirkin bir ayıp görmedim.
Ancak tehlikelerle dolu olduğundan, insan bu tür bir yolculuğa delilsiz ve rehbersiz çıkamaz. Bu bakımdan yolun tehlikeli oluşu, delil ve rehberin bulunmayışı, yolcuların düşük ve az payı, çok kazanca tercih edip kanaat edişi, yolların tamamen yok olup gitmesini gerektirir. Bu bakımdan bu yollardan insanlar kesildiler. Yollar ziyaretçilerden boş kaldı. Nefislerin, melekût ve âfakın nüzhetgâhları uğramaz hale geldiler! Allahü teâlâ insanları bu nüzhetgahlara davet ederek şöyle buyurmaktadır:
Biz onlara ufuklardan ve kendi canlarından ayetlerimizi (kudretimizin alâmetlerini) göstereceğiz ki, o (Kur'ân) 'ın gerçek olduğu, onlara iyice belli olsun. (Fussilet/53)
Kesin inanacak insanlar için arzda nice işaretler vardır. Kendi canlarınızda da öyle. Görmüyor musunuz? (Zariyat/20-21)
Yine Allahü teâlâ bu tür seferden alıkoymayı kınayarak şöyle buyurmaktadır:
Elbette siz, sabah ve akşam onlara uğrarsınız. Artık düşünüp ibret almaz mısınız? (Saffat/137-138)
Göklerde ve yerde (Allah'ın birliğine, kuvvet ve azâmetine delalet eden) ne kadar alâmet var ki, insanlar, üzerlerinden geçerler de bunlardan ibret almayıp yüz çevirirler. (Yûsuf/105)
O halde bu tür sefere muvaffak olan bir kimse genişliği gökler ve yer kadar olan cennetin bahçelerinde beden vatanında olduğu halde gezmektedir. O yolculuk, iniş ve varış yerlerinin daralmadığı kalabalık ve çok gelişin bir zarar vermediği bir yolculuktur. Aksine bu seferde yolcuların çokluğuyla ganimetler çoğalır. Meyve ve faydalar kat kat fazlalaşır. Bu seferin ganimetlerinin arkası kesilmez ve devamlıdır. Meyveleri ise, sonsuz ve gittikçe artmaktadır. Meğer ki yolcu için, seferinde bir gevşeklik olmasın. Hareketinde bir duraklama olursa, (o zaman suç kendisindedir) . Çünkü Allahü teâlâ herhangi bir kavme vermiş olduğunu, onlar onu değiştirip bozmadıkça, bozup almaz. Onlar ne zaman hak ve hakikatten saparlarsa Allah da onların kalplerini kaydırır. Allah hiçbir zaman kullarına zulmedici değildir. Ancak kullar kendi nefislerine zulmederler. Kim bu meydanda cevelan etmeye ve bu bahçenin zevk yerlerinde gezmeye layık değilse, o kimse çoğu zaman bedenin zahiriyle uzun bir müddet sefere çıkıyor demektir. Birçok mesafeleri katediyor. Dünya ticaretini veya âhiret azığını ganimet olarak bu seferden elde ediyor. Eğer böyle bir kimsenin hedefi ilim ve din ise veya dine yardım etmek ise, bu kimse âhiret yolunun yolcularından olur. Böyle bir kimsenin seferinde birtakım şart ve âdâb vardır. Eğer o şart ve âdâbı ihmal ederse, dünya amellerinden ve şeytanın izleyicilerinden olur. Eğer onlara devam ederse, seferi, âhiret amellerinin faydalarından uzak olmaz. Biz bu yolculuğun âdâbını ve şartlarını Allah'ın izniyle iki bölümde zikredeceğiz
Birinci Bölüm: Yolculuğun başlangıcından sonuna kadar gereken âdâb, yolculuğa niyet ve niyetin faydaları
İkinci Bölüm: Yolculukta bilinmesi gereken ruhsatlar, kıblenin ve vakitlerin tayini için gerekli hususlar
17-1
Yolculuk Âdâbı
İbadet İçin Yolculuk Yapmak
Bu yolculuk, ya hac için veya cihad içindir. . . Biz bunun faziletini âdâbını, zâhirî ve bâtınî amellerini Haccın sırları bölümünde zikretmiştik. Peygamberlerin (aleyhisselâm) , sahâbenin, tâbiînin, sâir ulemâ ve velîlerin kabirlerinin ziyareti de bu cümledendir. Eğer herhangi bir kimseyi hayatta iken ziyaret etmekle insanoğlu faydalanır veya ölümünden sonra da onun ziyaretiyle insan bereketlenir ve bu gaye için kervanlar düzenlerse bu caiz olur.
Hazret-i Peygamber'in 'Kervanlar ancak üç mescid için düzenlenir. Biri benim şu mescidim, biri Mescid-i Haram, diğeri de Kudüsi Şerîf'te bulunan Mescidi Aksâ' hadîsi şerîfi bu tür ziyaretlere mâni teşkil etmez. Çünkü bu hadîs, mescidleri ziyaret etmemek hususunda vârid olmuş bir hadîsi şeriftir.
Çünkü mescidler, bu üç mescidden sonra, eşit ve biri diğerine benzerdirler. Aksi takdirde enbiyanın, evliyanın ve ulemanın kabirlerini ziyaret etmekte her ne kadar derece bakımından büyük farklar mevcut ise de faziletin aslında bir fark yoktur. Çünkü her birinin Allah nezdindeki derecelerinin farklılığına göre farklar mevcuttur. . .
Dirileri ziyaret etmek, ölüleri ziyaret etmekten daha evlâdır. Dirilerin ziyaretinden gaye, dualarının bereketini istemek ve kendilerine bakmanın bereketini elde etmektir. Zira âlim ve salihlerin yüzlerine bakmak ibadettir. Bunun gibi o bakışta onlara uymak, onların ahlâk ve âdâbıyla ahlâklanmak ve edeplenmek bâbında teşvik ve tergib vardır. Bütün bunlar onların nefislerinden ve fiillerinden istifade edilmesi umulan ilmî faydaların dışındaki faydalardır.
Nasıl durum böyle olmasın? Oysa biz, Sohbet bölümünde zikrettiğimiz gibi sadece Allah yolundaki arkadaşları ziyaret etmekte fazilet vardır.
Tevrat'ta (şu hükümler yazılıdır) : 'Dört millik bir mesafe git! Allah yolundaki bir arkadaşını ziyaret et!
'
Mekânlara gelince, hadîs-i şerîfte zikredilen üç mescidden başka mekânların ziyaretinde hiçbir mânâ yoktur. Ancak hududlar oraya nöbet beklemek için gidilir bu hükmün dışındadır.
Hadîsi şerîf açıkça belirtiyor ki, üç mescid hariç, herhangi bir mekânın bereketini talep etmek için kervan tertiplenmemeli ve yolculuk ihdas etmemelidir.
Biz Hac kitabında, Mekke ve Medine'nin faziletlerini (uzun uzadıya) anlatmıştık. Kudüsi Şerîf in de büyük bir fazileti vardır.
İbn Ömer, Medine'den çıkıp Kudüsi Şerîfe gitmiş, oraya varıp beş vakit namazı kıldıktan sonra ertesi gün tekrar Medine'ye dönmüştür.
Hazret-i Süleymân (aleyhisselâm) , rabbinden şu istekte bulundu: 'Kim bu mescide (Mescidi Aksâ'ya) sadece namaz kılmak için gelirse, o mescidde oldukça, ondan iltifatını ta çıkıp gidinceye kadar kesme yarab! Onu annesinden doğduğu gibi günahından temizle!' Allahü teâlâ da, kulu Süleyman'ın bu dileğini kabul etti.
Dine Zarar Verici Şeylerden Kaçmak İçin Yolculuk Yapmak
Bu da güzeldir. Zira güç yetmeyecek şeylerden kaçmak, nebîlerin ve rasûllerin (aleyhisselâm) sünnetlerindendir. Kendisinden kaçmanın farz olduğu şeylerden biri (zâlimlerin emrinde) idarecilik yapmaktır. Dünya makamlarına tâlip olmaktır. İlgilerin ve sebeplerin çokluğudur. Zira bütün bunlar kalbin boş olmasını engeller. Oysa din ancak kalbi Allah'ın dışında kalan herşeyden boşaltmak sûretiyle tamamlanır.
Eğer kalp, tam mânâsıyla boşalmazsa, ancak boşaldığı nisbette din ile uğraşabilir. Kalbin dünyada iken dünyanın mühim ve zarurî ihtiyaçlarından boşalması düşünülemez. Ancak bunun hafifleştirilmesi veya ağırlaştırılması düşünülebilir.
Hafifleştirenler kurtulmuşlardır. Ağırlaştıranlar da helâk olmuşlardır. Kurtuluşu bütün günahlar ve ağır yüklerin tamamından kalbin boş olmasına bağlamayan Allah'a hamd ve senâlar olsun! Belki Allahü teâlâ, fazlıyla bu hususta yükünü hafifleteni kabul eder. Hafifleten o kimsedir ki, dünya onun en büyük hedefi değildir. Fakat bu mertebeye varmak, nüfuzu genişlemiş, ilgileri çoğalmış bir kimse için vatanında hiç de kolay değildir!
Böyle bir kimsenin maksadı ancak gurbet diyarına çıkmak, nam ve nişanını kaybetmek ve kesilmesi gereken ilgi ve alâkalarını kesmek sûretiyle mümkün olabilir ki uzun bir müddet kişi, nefsini terbiye etsin. Sonra çoğu zaman Allahü teâlâ kendisine yardım eder, yakînini gerektiren ve kalbini itminana kavuşturan himmetlerini ihsan eder. Böyle bir kimse için hazer ve yolculuk eşit olur. Böyle bir kimsenin nezdinde sebep ve alâkaların varlığıyla yokluğu birbirine yaklaşır. Bu sebep ve alâkaların hiçbiri onu devam ettiği Allah'ın zikrinden alıkoymaz. Fakat böyle olmak cidden pek nadir olan durumlardandır. Çoğunlukla kalplerin üzerine hâkim olan durum, halk ile hâlikı bir araya getirmek suretiyle kusurlu bulunmaktır.
Ancak bu kuvveti enbiya ve evliyalar elde ederler. Bu makama çalışmakla varmak pek zordur. Her ne kadar bu makamda çalışma ve çabanın dahli var ise de. . .
Buradaki bâtınî kuvvetin çeşitliliğinin misâli âzadaki zâhirî kuvvetin farklılığı gibidir. Çok kişi vardır kavidir, kuvvet sahibidir, sinirleri güçlü ve sakindir, bünyesi sağlamdır.
Meselâ bin kişinin alacağını tek başına alır. Bu bakımdan eğer hasta ve zayıf bir kimse yük taşımak sûretiyle idman ede ede bu dereceye yavaş yavaş varmak isterse, hiçbir zaman buna güç yetiremez. Fakat idman ve daimî çalışmak, elbette az da olsa gücüne güç katar. Her ne kadar bu sonradan gelen güç onu öbür adamın derecesine vardırmasa da. . Bu bakımdan büyük rütbeden ümitsiz olunduğu zaman, çalışma ve gayreti terketmek uygun bir hareket değildir. Zira bu cehaletin en son noktasıdır.
Selefin fitneden korunmak için vatandan ayrılmak âdetleriydi. Nitekim Süfyân essevrî şöyle demiştir: 'Bu kötü zamandır. Bu zamanda nam ve nişanı olmayan bir kimse dahi emin değildir. Nerde kaldı ki şöhret bulmuş kimseler emin olsunlar. Bu zaman, bir memleketten öbür memlekete durmadan yolculuk yapmak zamanıdır. Bu kişi ne zaman bir memlekette tanınırsa, derhal başka bir memlekete göç etmelidir'.
Ebû Nuaym şöyle anlatır: Süfyân es-Sevrî'yi gördüm. Su kabını eline almış, yemek dağarcığını sırtlamış gidiyordu. Kendisine dedim ki:
- Ya Ebû Abdullah! Nereye gidiyorsun?
- İşittiğime göre çok ucuz bir köy varmış. Ben orada oturmak istiyorum
- Sen de mi böyle yapıyorsun?
- Ne zaman sana ucuzluk olan bir köyden haber gelirse, orada otur. Çünkü o senin dinin için daha selâmetli, üzüntün içinde daha iyidir.
Süfyân essevrî'nin bu hareketi, pahalılıktan kaçmaktır.
Sırrı essakatî, kış mevsimi bittiği zaman, sûfîlere şöyle derdi: 'Artık Adar ayı gelmiş, ağaçlar çiçek açmış, yayılma başlamıştır. Bu bakımdan siz de yeryüzüne dağılınız'.
İbrahim Havas, bir memlekette kırk günden fazla durmazdı. O tevekkül sahibiydi. Bir yerde sebeplere güvenerek ikamet etmeyi tevekküle aykırı bulur ve savunurdu. Eğer Allahü teâlâ dilerse, Tevekkül kitabında sebeplere güvenmenin sırları izah edilecektir.
Bedene Zarar Verecek Hastalıklardan Kaçınmak İçin Yolculuk Yapmak
Vebâ gibi bedene, fahiş fiyat gibi mala zarar veren şeylerden kaçmak için veya bunlara benzeyen herhangi bir illetten dolayı yolculuğa çıkmakta hiçbir sakınca yoktur. Hatta çoğu zaman bazı yerlerden kaçmak farz olur. Bazen de bazı yerlerden kaçmak müstehab olur.
Kısacası, yolculuğun sonucu olarak ortaya çıkan faydaların durumuna bakmak sûretiyle hüküm verilir. Eğer yolculuktan gelen fayda vacibse yolculuk vacib, müstehab ise müstehab olur.
Fakat veba hastalığı bu hükmün dışında tutulmalıdır, zira veba hastalığından kaçmak uygun değildir. Çünkü bu hususta Hazret-i Peygamber'in yasak emri vardır. Usame b. Zeyd'in rivâyet ettiğine göre, Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:
Bu hastalık bulaşıcıdır. Bu bakımdan kişi başka bir memlekete gittiği takdirde binlerce müslümanın hastalanmasına ye ızdırap çekmesine sebebiyet verebilir. Oysa bir müslüman kendisi için istediğini diğer müslümanlar için de istemelidir.
17-2
Yolculuğun Başlangıcından Sonuna Kadar Gereken Âdâb, Yolculuğa Niyet ve Niyetin Faydaları
Yolculuğun Faydaları, Fazileti ve Niyeti
Yolculuk bir nevi hareket ve halka karışmaktır. Seferde faydalar vardır. Aynı zamanda seferin Sohbet ve Uzlet bölümlerinde zikrettiğimiz gibi birtakım âfetleri de vardır. İnsanı sefere çıkmaya zorlayan şeyler, ya birşeyden kaçmak veya birşeyi aramaktan kaynaklanır. Çünkü yolcu bir kimse, ya kendisini ürkütücü bir durumla karşı karşıyadır. Eğer o durum olmasaydı sefere çıkmazdı veya bir maksat ve matlubu vardır. Kendisinden kaçtığı şey ise, ya felâketli bir şeydir; vebâ hastalığı, fitne veyahut husumet veya kıtlık olması gibi. . . Bu felâket de ya zikrettiğimiz gibi dünyevî bir felaketle karşı karşıya kalıp o memleketten kaçması veya seferi gerektiren şeyin dine zarar verici bir iş olmasıdır. Memleketinde mertebe, mal, kendisini Allah'a vermekten alıkoyan sebeplerin çokluğuyla başa çıkamayan bir kimse gibi. . . Böyle bir kimse gurbete çıkmayı, nâmını, nişânını kaybetmeyi tercih eder, genişlikten ve mertebeden kaçar ve zorla bir bid'ata çağrılan veyahut da yapması helâl olmayan bir işte idareci olmaya zorlanan bir kimse gibi, çağrıldığı vazifeden kaçmak ister.
Seferden beklenen şeye gelince, bu da ya dünyevî olur mal ve mertebe gibi veya dinî olur. Dinî matlub da ilim veya ameldir. İlim de dinî ilimlerden olur veya tecrübe yoluyla sıfatlarının ve nefsinin ahlâkıyla ilgili ilim olur veya yerin (Allah'ın kuvvet ve kudretine delâlet eden) acaibliklerinin ilmi olur. Yeryüzünde sefere çıkan Zülkarneyn'in seferi gibi. . . Amel ise, ya ibadet veya ziyarettir. İbadet ise, hac, umre, cihaddır. Ziyaret de, bu saydığımız ibadetler gibi Allah'a yaklaştırcı bir harekettir. Bazen ziyaret ile, Mekke, Medine, Kudüs'ün sınırları gibi bir mekân kastedilir. Çünkü sınırları beklemek de Allah'a yaklaştırıcı bir harekettir. Bazen deevliya ve ulema ziyaret etmek kastedilir. Bu velî ve âlimler ya ölü olurlar ki onların mezarları ziyaret edilir veya diridirler ki onların görülmesiyle insan bereketlenir onların hallerine bakmaktan insan istifade eder. Onlara uymak hususunda teşvik ve tergibin kuvvetine sahip olur. İşte bu saydıklarımız seferlerin çeşitleridir. Bu taksimden birkaç kısım meydana çıkar.
İlim İçin Yolculuk Yapmak
Bu tür yolculuk, ya farzdır veya sünnettir. Bu durum, ilmin farz veya sünnet olmasına bağlı bir durumdur. Bu ilim ise ya dinî işlerin ilmi veya kişinin nefsine ait ahlâkının ilmidir veyahut Allahü teâlâ'nın arzındaki kuvvet ve kudretine delâlet eden ayetlerin ilmidir. Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur:
Evinden, ilim talep etmek için çıkan kimse geri dönünceye kadar Allah yolundadır. 1
Kim bir yola sülûk edip o yolda ilim arıyorsa Allahü teâlâ cennete götürücü bir yolu ona müyesser eder. 2
Said b. Müseyyeb, bir hadîsi öğrenmek için birkaç günlük sefere çıkıyordu. Şa'bî der ki: 'Eğer bir kişi, Şam'dan Yemen'in en uzak yerine kadar, kendisini hidâyete erdiren veya herhangi bir felâketten alıkoyan bir kelimeyi öğrenmek için yol yürürse, bu kimsenin seferi boşa gitmiş sayılmaz'. 3
Cabir b. Abdullah Medine'den on sahabîyle beraber bir aylık yolculuktan sonra kendilerine Abdullah b. Enes el Ensarî'den rivâyet edilen bir hadîs için kalkıp Mısır'a gitmiştir. Abdullah, bu hadîsi Hazret-i Peygamber'den rivâyet ediyordu. Bu zevat, işitmedikleri bu hadîsi Abdullah'tan işitmek için kalkıp tâ Mısır'a gittiler. Kitab'ul İlim'de anılan ve sahabe zamanından günümüze kadar ilim öğrenip âlimlik payesine erişen herkes, ancak yolculuk etmek sûretiyle ilim öğrenmişler ve ilim için seferler düzenlemişlerdir.
Kişinin nefsine ve ahlâkına ait ilme gelince, bu da önemlidir.
Zira âhiret yolu ancak ahlâkın güzelleştirilmesiyle gidilen bir yoldur. İç âlemin sırlarına ve sıfatlarının kötülüklerine muttali olmayan bir kimse, kalbini bu kötülüklerden temizlemeye muktedir olamaz. Kişilerin ahlâkını ortaya çıkaran ancak yolculuktur. Allahü teâlâ göklerde ve yerde gizli kalan şeyleri yolculuk sayesinde açığa çıkarır. Ahlâkı açık bir şekilde gösterdiğinden dolayı, yolculuğa açıklık mânâsına gelen 'sefer' ismi verilmiştir. Bu sırra binaendir ki, Hazret-i Ömer (radıyallahü anh) , nezdinde şahitlik yapan bir zâta şu suali sorar:
- Şahitlik ettiğin kimsenin, iyi ahlâklı olduğuna delâlet eden bir seferde onunla arkadaşlık ettin mi?
- Hayır!
- O halde senin onu tanıdığını sanmıyorum.
Bişr şöyle derdi: 'Ey kurralar (âlimler) kitlesi! Yeryüzünde seyahat ediniz ki hâliniz hoş olsun! Çünkü su, aktıkça berraklaşır. Bir yerde kaldıkça bozulur'. Kısacası nefis, vatanda sebeplerin zayıflığıyla beraber oldukça sıfatlarının kötülükleri açığa çıkmaz. Çünkü tabiatına uygun olan belli şeylere yakınlık duymaktadır. Ne zaman seferin meşakkatini yüklenirse, mûtad alışkanlıklarından uzaklaştırılırsa, gurbetin zorluklarıyla imtihan edilirse, o zaman tehlikeler başgösterir. Ayıplarına muttali olur. Dolayısıyla o ayıplarını tedavi etmekle meşgul olma imkânı hâsıl olur. Biz Uzlet kitabında, halk ile oturup-kalkmanın faydalarını zikrettik. Sefere çıkmak da bir nevî halkın arasına karışmaktır. Hem de meşguliyet ve zorlukları yüklenmekle beraber ihtilâttır.
Allah'ın yoktan varettiği arzında bulunan ayetlerine gelince, onları görmekte basiret sahibi için birçok faydalar vardır. Orada komşu kıtalar vardır. Dağlar, sahralar, denizler, hayvan çeşitleri, bitkiler mevcuttur. Hiçbir şey yoktur ki, Allahü teâlâ'nın birliğine şahitlik etmesin. Keskin bir dil ile Allah'ı tesbih etmesin. Öyle bir dil ki, ancak kalben hazır olduğu zaman kulağını kabartan bir kimse onu duyabilir. Münkirler, gâfiller, dünya ziynetinde olan serabın kıvrak dalgalarına aldanan kimseler ise, onlar ne görürler, ne de duyarlar. Çünkü onlar dinlemekten uzak, yaratıcılarının ayetlerinden de mahcub ve gafildirler, 'Onlar, sadece şu yakın hayatın dış yüzünü bilirler. Âhiretten ise hep habersizdirler' (Rum/7)
Kulaktan, zâhir kulağı kasdetmiyorum. Çünkü benim bu sözümle kastettiklerim, zâhir kulaktan mahrum değildirler. Kulaktan, bâtın kulağı kastediyorum. Zira zâhir kulakla ancak sesler işitilir. Hayvanlar da bu özellikte insanlara ortaktırlar.
Bâtın kulağına gelince, onunla dilin konuşmasının ötesinde bulunan hal konuşması idrâk edilir. Bu tıpkı kazık ile duvarın konuşmasını hikâye eden kimsenin sözüne benzer. Duvar kazığa 'Neden beni yardın?' diye sorar. Kazık 'Bunu benden sorma! Beni döven, arkamı bırakmayan ve arkamda bulunan taştan sor!'
Göklerde ve yerde hiçbir zerre yoktur ki, Allah'ın vahdaniyetine dair onun birkaç çeşit şahitliği olmasın. O şahitlikler kendisi için Tevhîddir ve şanını takdis etmekte de birkaç çeşit şahitlikleri vardır, onlar da onun için tesbihtir. Fakat bu zerrelerin tesbihlerini (gâfiller) bir türlü anlayamazlar. Çünkü onlar zâhirî kulağın daracık sahasından, bâtınî kulağın geniş sahasına bir türlü geçemezler. Kâl dilinin kekemeliğinden, hâl dilinin fesâhatına geçemezler. Eğer herkes böyle bir seyre muktedir olsaydı o zaman Hazret-i Süleymân'ın kuş dilini anlaması, kendisi için bir özellik olmazdı. Hazret-i Mûsa, harfler ve seslerin benzerliğinden takdis edilmesi farz olan Allah kelâmını dinleme özelliğine sahip olamazdı.
Bir kimse bu şahitlikleri ilâhî satırlardan ve sayfalara nakşedilen yazılı satırlardan tedkik etmek için yolculuğa çıkarsa, onun beden ile olan seferi pek uzamaz yerinde durur. Onun kalbi zerrelerin tesbih nağmelerini dinlemekle mütehassıs olmak için boşalır. Onun artık çölde ve sahralarda gezmeye ne ihtiyacı vardır? O, göklerin melekûtunda gezmekten de müstağnidir. Güneş, ay, yıldızlar onun emrindedirler. Bu söylediklerimizin basiret sahiplerine görünmesi için ayda veya senede birkaç defa yolculuk düzenlerler. Belki bunlar vakitlerin akmasıyla daimî bir harekettedirler. Bu bakımdan Kâbe'yi ziyaret etmesi gereken bir kimsenin teker teker mescidleri ziyaret etmek için gezmesi acaiptir. Göklerin ziyaretiyle görevlendirilen bir kimsenin yeryüzünü gezmesi ne acaiptir!
Bu hakikatlerden sonra (bil ki) yolcu, mülk ve şehadet âlemini zâhiri gözle görmeye muhtaç olduğu müddetçe, o yolcu Allah'a doğru giden yolcuların konaklarından daha birinci konakta bulunuyor demektir. Allah'ın manevî huzuruna varmak isteyen yolcuların ilk noktasındadır. Sanki böyle bir kimse, vatan kapısında kalakalmıştır. Yolculuk bir türlü onu geniş sahraya çıkaramaz. Oysa bu konakta uzun müddet durmak için korku ve kusurdan başka hiçbir sebep yoktur. Bu sırra binaen kalp erbabından biri şöyle demiştir: 'Halk diyor ki, gözlerinizi açınız ki görmüş olasınız!' Ben de derim ki: 'Siz gözlerinizi kapatınız ki görmüş olasınız'. Bu iki söz de haktır. Ancak birinci söz, vatana yakın bulunan ilk konaktan haber vermektir. İkinci söz vatandan uzak bulunan ve ilk konaktan sonra gelen ve ancak nefsim tehlikelere atıp orayı geçen, bazen de senelerce hayret sahasında şaşıp kalan kimsenin halinden haber vermektir.
Böyle bir kimsenin bazı zaman tevfîki ilâhî elinden tutar, kendisini dosdoğru yola irşad eder. Fakat hayretinin içinde helâk olup gidenler, bu yolun yolcularının ekseriyetini teşkil etmektedirler! Lâkin tevfîki ilâhînin nûruyla seyahat edenler, hem nimete ve hem de daimî mülke sahip olmuşlardır. Allahü teâlâ'nın kaderi ezelîsinde onlar için güzellik yazılmıştır. Bu mülkü dünya mülküyle mukayese et. Çünkü halkın çokluğuna rağmen onun talep edicileri pek azdır. Matlub büyüdükçe, yardım edeni ve isteyeni azalır. Sonra bu yolda helâk olan, elde edenden pek fazladır. Aciz ve korkak bir kimse büyük tehlike ve uzun yorgunluk olduğu için mülkün talebine bir türlü cesaret edemez. Nefisler büyük olduğu zaman, onların murad ve hedefinde bedenler yorulur.
Allahü teâlâ, din ve dünyada, izzet ve mülkü ancak tehlike sahasında bırakmıştır. Bazen de korkak kimse, korkaklıkla, kusurluluğa tedbir ve hazer (sakınma) ismini verir. Nitekim şöyle denilmiştir: 'Korkaklar, korkaklığın tedbir olduğunu söylüyorlar. Oysa bu, kötü tabiatın bir aldatışıdır!'
İşte zâhirî yolculuğun hükmü budur. Eğer o yolculuktan Allah'ın yeryüzündeki ayetlerini incelemek suretiyle bâtınî yolculuk irâde edilirse. . . Bu bakımdan biz burada kastettiğimiz hedefe dönelim ve ikinci kısmı izaha çalışalım.
1) Tirmizî
2) Müslim
3) Hatib