3 - TAHÂRET |
Giriş
Kullarına lütfederek onları nezâfete mecbur eden Allah'a hamd u senalar olsun.
Temizlenmeleri için kalplerine nur lütuflarını akıtan, rikkat ve letâfet özelliğine sahip bulunan su ile bedenlerini temizlemeye imkân veren Allah'a şükürler olsun.
Kâinatın tümünü hidayet nuruyla dolduran Allah'ın Rasûlü Hazret-i Muhammed Mustafa'ya, O'nun güzel ve temiz âline, kıyâmet gününde, bereketiyle, korkudan bizi kurtaran, bizimle her türlü âfetin arasına bir siper gibi giren o zâta salât ve selâm olsun!
Allahü teâlâ şöyle buyurmaktadır:
Orada günahlardan ve pisliklerden temizlenmeyi seven adamlar vardır. Allah da böyle çok temizlenenleri sever.
(Tevbe/108) Hazret-i Peygamber ise şöyle buyurmuştur:
Din nezâfet üzerine binâ edilmiştir. 1
Namazın anahtarı temizliktir. 2
Temizlik îmanın yarısıdır. 3
Yine Kur'ân'da şöyle buyurulmaktadır:
Allah size bir güçlük dilemez. Fakat sizi tertemiz yapmak ve üzerinizdeki nimetini tamamlamak ister ki, şükredesiniz. (Mâide/6)
Basîret sahipleri bu ayet ve hadîslerin zahirlerine bakarak İslâm'da kalp temizliğinin herşeyin başında geldiğine hükmettiler.
Çünkü Hazret-i Peygamber'in 'Temizlik îmanın yarısıdır' hadîsinden, sadece su ile temizlenip atılan kirler kastolunmamıştır; zira sularla zahirî kirler temizlense dahi, kalp, harâbe ve kirlerle dolu oldu mu böyle bir zahirî temizlik nasıl olur da îmanın yarısı olabilir? Olamaz ve olması da uzak bir ihtimaldir.
Taharetin dört mertebesi vardır:
Birinci mertebe: Zâhirî necaset ve pisliklerden temizlenmektir.
İkinci mertebe: Azaları günahlardan temizlemektir.
Üçüncü mertebe: Kalbi çirkin ve rezil sıfatlardan temizlemektir.
Dördüncü Mertebe: Sırrı mâsivadan temizlemektir. Bu tür temizlik, temizliğin en yüksek derecesidir ancak peygamberlere ve sıddîklara mahsustur.
Bu dört mertebenin her birindeki temizlik, o sahadaki çalışmanın yarısıdır. Çünkü sırrın çalışmasındaki en büyük gaye, çalışana, Allah'ın celâl ve azametinin görünmesidir. Allah'tan gayrı şeyler, sırdan göç edip çıkmadıkça, hakikî olarak Allah'ın marifeti o sırda konaklamaz. Bu sırra binaen Allahü teâlâ "De ki: 'Allah o kitabı indirdi'. Sonra onları bırak, bâtıl dedikodularında oynayadursunlar" (En'am/91) buyurmaktadır.
Çünkü Allah'ın marifeti ile Allah'tan gayrı şeylerin bir kalpte toplanması ve bir araya gelmesi mümkün değildir
Allahü teâlâ bir kişinin göğsünde iki kalp yaratmış değildir ki, mârifetullah birinde, Allah'tan gayrı şeyler de diğerinde olsun!
Kalp amelinin en büyük hedefi; kalbi, güzel ahlâk, sahih ve meşrû inançlarla süslemektir, Kalp, bu iyi ahlâk ve meşrû inançların zıdlarından temizlenmedikçe onlarla sıfatlanamaz. Fâsıklık ve rezil inançlar atılmadıkça öbürleri kalpte yerleşemez. Bu bakımdan kalbin temizlenmesi, kalp amelinin yarısı ve ikinci yarısının da tamamlanmasında şart koşulan birinci parçasıdır, İşte temizlik, bundan dolayı ve bu mânâ ile imânın yarısı veya parçası olmaktadır.
Azaların yasaklardan temizlenmesi de böylece âza amelinin yarısıdır ve ikinci yarısının oluşmasında da şarttır. Bu bakımdan âza amellerinin yarısı temizlenmeleridir.
Bu temizlik aynı zamanda âzanın tamirinde büyük rol oynayan ibadetlerin doğru olmasının da şartıdır. İşte îmanın makamları bunlardan ibarettir ve her makamın bir derecesi vardır.
Kul, o derecelerin üstüne, ancak o derecelerden geçmek suretiyle varabilir. Çirkin sıfatlardan sıyrılmadan sırrın temizliğine, kalbi, çirkin ahlâktan temizlemeden iyi ahlâkla tamirine varılamaz.
Azalan huylardan temizleyip bu dereceyi geçmeden, ibâdetlerin mânevî süslenmelerine erişemez. Matlûb ne kadar aziz ve şerefli ise, ona varmak için o nisbette zorluklar olduğu gibi, ona giden yol da uzun ve dağdağalı olur.
Sakın bu emre, temenniler ve kolaylıkla varılacağını zannetme. Evet, basiret gözü kör olup, bu derecelerin farklılığını idrâk etmeyen bir kimse, taharetin mertebelerinden ancak istenilen öze nisbetle kabul mesabesinde bulunan en son derecesini anlayabilir ve ötesine çıkamaz. Bu bakımdan, basireti kör olan bir kimse, ancak taharetin en basit mertebesine dalar ve onun mecralarını teker teker arar, bütün vaktini istincâ yapmak, elbise yıkamak, zahirin temizliğini yapmak ve bolca akan suları aramakla geçirip zayi eder.
Vesvese ve hayâlin hükmüyle Allah tarafından istenilen şerefli taharetin sadece bu olduğu zannına kapılır. Selef-i sâlihînin sîretini bilmediği gibi, onların bütün vakitlerini kalbin temizlenmesine ve tefekküre sarfettiğini de bilmez ve onların, içlerinin temizliği yanında bedenî temizliğe pek önem vermediklerinden de gafildir.
II. Halife Hazret-i Ömer (radıyallahü anh) o kadar büyüklüğüne rağmen, hristiyan bir kadının testisindeki sudan abdest aldığından ve ashâb-ı kirâmın yağlı yemeklerden sonra ellerini su ile yıkamak suretiyle değil, ancak ayaklarının altına sürmekle iktifa ettiklerinden, sabun yerine esnan denilen köpüklü bitki ile yıkanmayı yeni çıkmış bid'atlardan saydıklarından gafildirler.
Ashâb-ı kirâm (radıyallahü anh) camilerde toprak üzerinde namaz kılar, yollarda yalın ayak gezerlerdi. Toprak üzerine tevâzularından dolayı, oturanlar ashâbın en büyüklerinden sayılırdı, İstincada sadece taş ile temizlenmekle iktifa ederlerdi.
Ebû Hüreyre ve diğer Suffe ashâbı şöyle anlatmaktadırlar:
Biz kızartılmış eti yer, namaz için kamet getirildiği zaman, parmaklarımızı mesciddeki kumların arasına sokar ve toprakla siler, derhal namaza istirâk ederek tekbir alırdık. 4
Hazret-i Ömer şöyle anlatır:
'Biz Rasûlüllah'ın zamanında köpüklü esnan ile yıkanmanın ne olduğunu bilmezdik. Bizim mendillerimiz ayaklarımızın altıydı. Yağlı birşey yediğimiz zaman ellerimizi ayaklarımızın altına sürmek suretiyle temizlerdik'. 5
Rasûlüllah'tan sonra ilk başgösteren bid'atların dört tane olduğu söylenir:
1- Elekler ve kalburlar, 2- Köpüklü esnan, 3- Sofralar, 4- Doya doya yemek.
Bu bakımdan ashâbın bütün gayesi; bâtınlarını temizlemek ve bu sayede Rasûlüllah'a lâyık bir ümmet olmaktı. Hatta onlardan bazıları 'Nalınlarla namaz kılmak, onları çıkarıp namaz kılmaktan daha efdaldir' buyurmuştur. Çünkü Hazret-i Peygamber, Cebrâil kendisine 'Senin nalınlarında necâset vardır' dediği zaman onları çıkarmış ve öylece namaza durmuştur.
Rasûlüllah'ın nalınlarını çıkardığını gören ashâb da kendi nalınlarını çıkarmıştır. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) 'Nalınlarınızı neden çıkardınız?'6 diye sormuştur.
İmâm Nehâî namazda nalınlarını çıkaranlar hakkında 'Temiz nalınını çıkarıp öylece namaza başlayanların nalınlarının muhtaç bir kimse tarafından alıp götürülmesini temenni ediyorum' buyurmuştur.
İşte selef-i Sâlihîn, zahirî emirlerde, bu kadar musâhale ve kolaylık taraftarı idiler. Çarşı ve sokaklardaki çamurlarda yalın ayak gezer ve o çamurların üzerinde, icabında sakınmadan otururlardı.
Mescidlerde hiçbir şey sermeden yerde namaz kılar, hayvanlar ile sürülen ve hayvanların kirlettiği buğday ve arpa unundan çekinmeden yerler o, necasetler içerisinde yuvarlanan deve ve atların terinden sakınmazlardı.
Selef-i sâlihînden hiç kimsenin zahirî necasetlerin ince teferruatına dalıp sorduğu nakledilmemiştir. İşte selefin zahirî necasetler hakkındaki kolaylık ve musahelesi bu raddeye varmıştı.
Zamanımızda, cehaletin ifrat derecesini nezafet ve temizlik sayan bir gruba sıra gelmiştir. Maalesef bu grup, cehaletin ifratından gelen zahiri temizlikleri dinin temel ve esası olarak kabul etmektedirler. Vakitlerinin çoğunu gelinleri süsleyen, tel ve duvak takan kadınlar gibi zahirî süslere hasretmektedirler.
Bâtınları ise, harâb olduğu gibi, kibir, ucub, cehalet, riya ve nifak pislikleriyle de doludur.
Bu kötü fiillerini kötü görmedikleri gibi tasvip de etmektedirler. Eğer bu zamanda bir Mü'min sadece taş ile istincâ etmekle iktifa ederse, yalın ayak gezerse, seccadeyi kaldırıp toprak üzerinde namaz kılarsa veya seccade yerine mescidin hasırları üzerinde namazlarını eda ederse veya ayağına deriden yapılmış terlik giymeksizin halılar üzerinde gezerse veya ihtiyar bir kadının testisinden veya mütedeyyin (dindar) olmayan bir kişinin tasarrufunda bulunan bir sudan abdest alırsa, böyle bir kimsenin başına kıyâmet kopar ve yaptıklarını şiddetle itham ederek kendisini pis insan olarak kabul ederler. Cemaatlerinden uzaklaştırır, onunla arkadaşlık yapmayı, hele onunla yemek yemeyi çok kötü birşey kabul ederler.
Bu bakımdan zamanımızdaki cahiller, imandan olan yamalı ve perişan görünüşü pislik ve ahmaklık; sözde temizliği ise nezafet kabul ederler. Bu bakımdan mârufun münker (yani iyinin kötü) ve münkerin de mâruf sayıldığını, dinin hakikatinin silinip, şekilciliğin dinî hakikatin ve dinî ilimlerin yerini aldığını, şu zamanımızda, kolayca müşahede edebiliriz.
'Sen sûfîlerin sonradan ihdas ettikleri şeklî ve zahirî temizliklerini de mi haram ve münkerâttan sayıyorsun?' diye soracak olursan, iyi bil ki tafsilât vermeksizin mutlak bir şekilde sûfîlerin yaptıklarına 'haram' ve 'münker' demekten Allah'a sığınırım.
Ancak diyebilirim ki; tasavvuf ehlinin hallerinde görünen nezâfet ve bu nezâfet için çekilen zorluklar ve hazırlanan kap ve âletler, kullanılan terlikler ve yüzü toz ve pisliklerden korumak için başa geçirilen peçeler ve diğer sebepler, mücerret bir şekilde zatlarına bakılırsa, mubahtırlar. Bazen onları iyiliklerden saydıracak niyet ve durumlarla bir arada bulunduğu gibi, bazen de haram ve münkerâta sürükleyecek niyetlerle beraber bulunurlar.
Haddi zâtında mübâh olmalarına gelince, bu gizli olmayan bir hakikattir. Çünkü malın sahibi bu şeyleri yapmak suretiyle malında, beden ve elbisesinde tasarruf etmektedir. Zayi edip, israfa kaçmadıkça bunlarda tasarruf yapabilir.
Haram ve mahzurlu olmalarına gelince, onları dinin esası olarak kabul ve Hazret-i Peygamber 'Din, nezafet temeli üzerine binâ edilmiştir' hadîs-i şerifini onlarla tefsir etmesi sebebiyle olur ki, şekilciliği dinin esası ve bu hadîs-i şerifin tefsiri olarak telakki eden kimseler, selef-i sâlihînin gidişatını takip edip şekilciliğe dalmayanları günahkâr ve âsî kabul ederler. Böyle bir telâkki ise, felâketin katmerlisidir.
Bu yaptıklarıyla zahirlerini halka süslü göstermek ve halkın dikkatini çekmeyi kastediyorlar. İşte böyle bir davranış şeriatın çirkin gördüğü riyakârlığın tâ kendisidir.
Bu bakımdan sûfîlerin giyiniş ve kuşanışları bu iki sebebe dayanırsa mahzurlu ve haramdır. Eğer bu giyim ve kuşamdan gaye zahirî süs değil de ancak iyi bir niyetse, o takdirde bu giyiniş ve kuşanış münker değildir. Fakat bununla beraber, bu şekilde giyinmeyen ve kuşanmayanlara da hücum etmemek gerekir. Böyle giyim ve kuşamla meşgul olmak suretiyle namazı, vaktinin evvelinden tehir etmemek ve daha efdal olan bir ameli onun için bırakmamak, ilim ve benzeri iyi amellerin gecikmesine sebep olmamak şartıyle mübâh ve helâl olabilir.
Eğer menfî bir tesir yapmayıp iyi bir niyetle yapılırsa Allah'a yaklaştırıcı bir amel olarak kabul edilmesi de mümkündür. Fakat böyle bir giyim ve kuşam, ciddiyetle çalışanlara kolay kolay müyesser olamaz. Ancak tembellere nasib olur ki o tembeller de eğer vakitlerini bu zahirî süslere sarfetmeseler, mutlaka ya uyku ile veya boş konuşmalar ve dedikodu yapmak suretiyle geçireceklerdir.
Bu bakımdan tembellerin zahiri giyiniş ve kuşanışla ilgilenmeleri daha evlâdır. Çünkü zahiri taharet ve temizliklerle meşgul olmak hiç olmazsa, zaman zaman Allah'ın zikrini gerektirir ve ibâdetleri hatırlatır.
Bu bakımdan böyle bir gidişat şeriatça münker olmayan veya israf sayılmayan bir duruma insanı sevketmedikçe zararsız bir hareket olarak kabul edilebilir.
İlim ve amel ehline gelince, onların, ancak zarurî ihtiyaç miktarı vakitlerini, zahirî taharet ve temizliklere sarfetmeleri câiz olabilir. Zarurî ihtiyaçtan fazla böyle şeylere vakit sarfetmek ilim ve amel ehline uygun bir davranış değildir ve mücevheratın en kıymetlisi olan ömrü fuzulî yere sarfedip, eldeki fırsatı değerlendirmemek gibi bir felâkettir.
'Nasıl olur da, ilim ve amel ehlini istisna ederek, diğer kimselere ruhsatlı olan birşeyi onlar için ruhsatlı sayamazsın' denilemez ve bu ayırıma şaşmak da gerekmez.
Çünkü Ebrâr'ın iyilikleri Ebrar'dan daha üstün olan Mukarribler için kötülük sayılmaktadır. Yani avam için ruhsatlı olan; işlenmesinde hiçbir mahzur bulunmayan hareketler havâss için mahzurludur.
Tembeller nezafeti terkedip ve nezafete ihtimam veren ehl-i tasavvufa hücum etmemeli ve 'Ben zahirî nezafeti terketmek suretiyle kendimi sahâbe-i kirama benzetiyorum' iddiasında da bulunmamalıdır.
Çünkü ashâba, zahirî temizliğe pek önem vermemek suretiyle benzemeye çalışmak, ancak zahirî temizlikten daha önemli olan iç temizliğiyle meşgul olunduğu takdirde mümkün olabilir.
Nitekim Dâvud-i Tâî'ye 'Neden sakalını taramıyorsun?' denildiği zaman şu cevabı vermiştir: 'Eğer sakalımı taramaya vakit bulursam, o zaman iç temizlikten kurtulmuşum demektir'.
İşte bu sır ve hikmete binaen öğreten âlim, öğrenmek isteyen talebe ve ilmiyle amel etmek isteyen âlimin elbiselerini kendi eliyle yıkamak suretiyle vaktini harcamasını uygun bulmuyorum.
'Yıkayıcılar, belki yıkadıkları şeylerde kusur eder, temiz sularla yıkamıyorlar da ondan dolayı ben, bizzat kalbim mutmain olsun diye bu vazifeyi görüyorum' demek suretiyle kendisini mâzûr göstermek de doğru birşey değildir.
Çünkü selef, tabaklanmış derileri giyerek namazlarını kılar, debbağm kimliğini ve tabaklanmış elbisenin temiz veya necis birşeyle mi bu hale getirildiğini sormazlardı. Ancak necaseti gözleriyle gördükleri zaman sakırıırlardı.
İnce ihtimallari kaale alıp detaylara inmezlerdi. Onlar sadece riyanın ve zulmün inceliklerine dalıp, derin derin düşünmeyi iş edinirlerdi.
Bir ara Süfyân es-Sevrî (radıyallahü anh) , beraberinde yürüyen ve o esnada başını kaldırıp ma'mur ve yüksek bir kapıya bakan arkadaşına 'Sakın ona ve onun gibi kapılara bakma. Çünkü senin gibiler o kapılara bakmamış olsaydı, onların sahipleri de bu israfa girmezlerdi' buyurmuştur.
Bu bakımdan şatafatlı bir kapıya bakan bir kimse, kapıyı o şekilde yapıp israfa girenin yardımcısı olur. İşte selef-i Sâlihîn, zihinlerini bu incelikleri elde etmek için kullanırlardı. Zahiri necasetin ihtimallerinde zihin yormazlardı. . .
Âlimin, elbisesini ona yıkatması ve kendisinin de ilimle meşgul olması kendisi için daha efdaldir. Çünkü alim, elbisesini yıkayıcıya yıkatmak suretiyle ona ücret verip kolaylık gösterdiği için iyilik yapmıştır. Yıkayıcı ise, nefsi emmâresini, helâl bir amelle meşgul etmekle susturmuş ve meşguliyeti müddetince günahlardan kurtulmak suretiyle iyilik yapmış olur.
Çünkü nefis birşeyle iştigal etmediği takdirde sahibini meşgul eder. Eğer yıkayıcı, âlimin elbisesini yıkamakla bir âlime iyilik yapmak niyetini taşıyorsa, bu niyetiyle bu hareket, onun için en faziletli hareketlerden birisi olur. Bu bakımdan âlimin, vaktini, elbise yıkamak gibi basit şeylere sarfetmesi uygun bir hareket olmadığı için elbisesini yıkayan birisinin bulunması ve o sayede vaktini ilim tahsiliyle değerlendirmesi, âlim için en iyi harekettir. Yıkayıcı da böyle bir hareketle meşgul olup nefs-i emmârenin desiselerinden kurtulursa, kendisi için hayırlı olur. O halde her iki taraftan, yani âlimin tarafından da, yıkayıcının tarafından da hayırlar oluk şeklinde akar.
Bu misâl ile buna benzer çalışmaların neticeleri düşünülüp idrâk edilebilir. Çalışmaların faziletleri ve bir kısmının diğerinden önce gelmesinin gerekliliği de böylece anlaşılabilir. Bu bakımdan ömrün sayılı dakikalarını en önemli işlere sarfetmek, bütün dünya işlerini incelemek ve saymaktan daha önemlidir.
3-1
Bu mukaddimeyi hakkıyla idrâk ettiğin zaman, taharetin dört mertebeli oluşu sana güneşten daha bâriz bir şekilde görünür. Bundan sonra bilmen gerekiyor ki, biz bu bölümde taharetin dördüncü mertebesi olan zahirî nezafetten başka birşeyden bahsetmeyeceğiz. Çünkü bu bölümün birinci şıkkında sadece zahirî ve bedenî taharetten bahsedilir.
Bu hakikatlerden sonra deriz ki; zahirin temizlenmesi üç kısma ayrılır:
A) Pisliklerden
B) Hadesten
C) Bedenin ifrazatlarından
Bedenin ifrazatlarından temizlenmek, ancak tırnakların kesilmesi, kasıkların kazınması veya ilaçla kıllarının giderilmesi, sünnet ameliyesi ve benzerleriyledir
1) Hadîse bu şekliyle muttali olamadığını söyleyen Irâkî, İbn Hıbbân'ın Hazret-i Aişe'den naklettiği 'Temizlenin; zira islâm temizliktir' şeklindeki hadîsi göstermektedir. Krş. Taberânî, Evsat, (İbn Mes'ûd'dan zayıf bir senedle)
2) Ebû Dâvûd ve Tirmizî, (Hazret-i Ali'den) ; Tirmizî, 'Tahâret babında en sahihve en hasen hadîs budur' demektedir
3) Tirmizî, (Benî Selim kabilesine mensup bir kişiden)
4) İbn Mâce? (Abdullah b. Hâris'ten)
5) Irâkî, Hazret-i Ömer'den böyle bir rivâyete rastlamadığım söylerken, İbn Mâce buna benzer ve daha kısa bir hadîsi Hazret-i Câbir'den rivâyet etmektedir.
Pisliklerin Temizlenmesi
Bu kısmın incelenmesi ve tedkiki, üç şeye dayanır:
1. Temizlenen
2. Temizleyen
3. Temizlik
1. Temizlenen
Temizlenen şey pisliktir. Gözle görülen şeyler üç kısma ayrılır:
A) Cansızlar
B) Canlılar
C) Canlıların parçaları
Camidler (Cansızlar)
Şarap ve bütün sekir verici maddeler hariç, diğer cansızlar temizdir.
Canlılar
Köpek, domuz, ikisinin birleşmesinden doğan melez yavru veya biriyle başka bir hayvanın birleşmesinden doğan yavrular hariç, bütün canlılar temizdir. Fakat hayvanlar kesilmeden ölürlerse, beş sınıf hariç, hepsi necis olur:
1) İnsan
2) Balık
3) Çekirge
4) Elmanın içindeki kurt; (yiyeceklerin içindeki kurtların hükmü de bu şekildedir. )
5) Akıcı kana sahip olmayan karasinek, pislik böceği ve benzeri hayvanlar
Bu bakımdan (Şâfiî mezhebine göre) bu beş canlının herhangi birisinin ölüsü suya düşerse suyu necis etmez.
Canlıların parçaları
Bunlar iki kısma ayrılır:
a) Canlıdan koparılan parçalar. Bunların hükmü; o canlının ölüsünün hükmü gibidir. Canlıların tüyleri ise, ne zaman kırpılırsa kırpılsın necis olmaz. Kemikler, (Hanefî mezhebi hariç) ölmesiyle necis olur.
b) Canlıların içinden çıkan sıvı ifrazatlar. Canlılardan bozulmadan çıkan ve hiçbir merkezi bulunmayan gözyaşları, ter, tükürük ve sümük gibi ifrazat temizdir. Kan, sidik ve ters gibi canlının bedeninde merkezi bulunan ve bozulduktan sonra çıkan ifrazatlar ise necistir. Hayvanın bir maddesi olan meni ve yumurta necis değildir. İrin, kan, ter ve sidik ise, hangi hayvanın olursa olsun (Şâfiî mezhebinde) necistir.
Bu necasetlerden azı da, çoğu da bedene veya elbiseye veya seccadeye bulaşırsa necis eder ve affolunmaz. Ancak affolunan beş kısım, bu hükmün dışındadır:
1. Çıkış noktasını geçmemek suretiyle taşlarla temizlenen insan pisliğinin eseri ve kalıntıları affolunur.
2. Çarşı ve sokakların çamuru ve yoldaki kurumuş terslerin tozu. Bu çamur ve toz, kesinlikle necis olduğu bilindiği halde sakınılması mümkün olmayan miktarının bulaşması affolunur.
Elbisesine bu pisliklerden bulaşan adam ifrat veya tefrite kaç madıkça bulaşan çamur ve tozun, sakınılması mümkün olmayan miktarı af olunur.
3. Çoğu zaman yollar necasetten hâli olmadığı için, mestlerin altına bulaşan necaset de ovulmak suretiyle temizlendikten sonra affolunur.
4. İster az, ister çok olsun, pirelerin pislikleri affolunmuştur.
Ancak normalden fazla olursa o zaman necistir. Normalden fazla olan pire necaseti ister senin, isterse emanet olarak başkasındanalıp giydiğin elbisede olsun, necistir.
5. Sivilcelerin kanı ve onlardan akan sarı su ve irin affolunur.
Çünkü Abdullah b. Ömer (radıyallahü anh) , yüzündeki bir sivilceyi sıkıp çıkan kanı yıkamadan kalkıp namazını edâ etmiştir. (Bu hüküm Şâfiî mezhebine göredir.
Hanefîlere göre ise, kan çıkıp akmak suretiyle abdest bozulur. Yeniden abdest almak lâzımdır. )
Çok zaman devam eden ve müzminleşmiş yaralardan çıkan irinler de sivilceden çıkan kan gibidir; yani o da affolunur. Kan aldırma eseri de böyledir.
Ancak pek az bedende çıkan çıban ve benzerlerinin kanı bu hükmün dışındadır ve istihaze kanı gibi necistir. Pek az görünen bu kan, yüzde altmış oranında insanda görülen sivilce kanının mânâ ve hükmünde olamaz.
Şeriatın bu beş necaset hakkında göstermiş olduğu müsamaha, muhakkak taharet emrinin musâhale ve kolaylık üzerine bina edildiğini ifade eder.
Bu bakımdan taharette haddi aşan bid'at ve aşırı incelikler asılsız vesveseden başka birşey değildir.
2. Temizleyen
Temizleyen, ya cansız veya sıvı bir maddedir. Cansız olan, istincâ taşıdır. Bu madde, hafif bir temizlik âletidir.
Fakat cansız maddenin temizlik âleti olması için yumuşak olmaması, temiz olması, yaş ve hürmete lâyık bir madde de olmaması şarttır.
Sıvı temizleyicilere gelince; (Şâfiî mezhebine göre) sıvılardan ancak su ile necaset izale edilip giderilebilir. Suyun her nevî ile de bu vazife yapılamaz. Ancak haddi zâtında temiz olup herhangi bir karışımla fâhiş bir şekilde bozulmaması ve su denebilecek vasıftan çıkmaması şartıyle temizleyici olabilir.
Eğer tadını, renk veya kokusunu bozacak bir necasetle karışırsa, temizlik vasfını kaybettiği için temizleyici olmaktan çıkar. Eğer suyun tadı, rengi veya kokusu bozulmamış ve aynı zamanda su 250 men (ki Bağdat batmanıyla beşyüz batman eder) civarında bulunursa, o zaman necis olmaz.
Çünkü Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:
Su, ila kulleye eriştiği zaman (rengi, tadı ve kokusu bozulmadıkça) necis olmaz. 7
Eğer iki kulleden az ise, Şâfiî'ye (Hanefilere ve İmâm-ı Ahmed'in bir görüşüne) göre necis olur. (Fakat îmanı Ahmed'in diğer görüşüne ve İmâm-ı Mâlik'e göre bozulmadıkça necis olmaz, ne kadar az olursa olsun) , Bu hüküm akmayan ve durgun sular hakkındadır.
Akan suya gelince, necasetle bozulduğu zaman, ancak pislikle bozulan kıvrımı necis, onun üstü ve altı ise temizdir
Çünkü suyun kıvrımları suya bitişik değil, ayrı ayrıdır.
Akan necaset, su yolundan geçtiği zaman, karıştığı kıvrım, onun sağında ve solundaki su, eğer iki kulleden azsa, necis olur.
Eğer suyun akımı necasetin akımından daha kuvvetliyse necasetin üstündeki su tâhir, altındaki su, ne kadar uzak ve bol olursa olsun necistir. Ancak bu su kulleteyn (iki külle) kadar bir havuzda toplanırsa o zaman temiz olur.
Yani necis sudan bir kulleteyn meydana gelirse o su temizlenir. Ancak kulleteyrıden alındığı zaman necaset hükmü geri gelmez.
İşte İmâm-ı Şâfiî'nin mezhebi budur. Fakat İmâm-ı Şâfiî'nin sular hususundaki mezhebinin, hocası İmâm-ı Mâlik'in mezhebi gibi olmasını isterdim.
İmâm-ı Mâlik'e göre su, ne kadar az olursa olsun, necasetin içine düşmesiyle rengi, tadı ve kokusundan birisi bozulmadıkça necis olmaz.
Çünkü insanların suya ihtiyaçları çok fazladır.
Vesvesenin doğuş noktası da suyun iki külle olmasının şart koşulmasıdır.
Bunun içindir ki, insanlara bu tesbiti yapmak çok zor gelmektedir. Hayatımla yemin ederim, tecrübesini yapan bir kimse zorluğun bu noktadan geldiğini müşahede edebilir. Bu noktanın tesbiti zorlamaya vesile olmaktadır.
Şüphe etmediğim hakikatlerden birisi de şudur ki eğer iki külle olması, necasetle karışık su için şart koşulsaydı taharet yönünden en zahmetli memleket Mekke ve Medine olacaktı.
Çünkü bu iki beldede akarsu çokça olmadığı gibi, akmayan ve durgun sular da azdır.
Rasûlüllah'ın asr-ı saadetinin başlangıcından sahâbe-i kiramın devr-i saadetlerinin sonuna kadar taharet hakkında vâki olan belli başlı bir mesele bu iki beldede görülmemiştir'Su nasıl necasetlerden korunur' şeklinde herhangi bir sual sorulmanı ıştır. Bu devrin su kapları çocukların ve necasetten korunması mümkün olmayancariye ve kölelerin su alabileceği bir vaziyette bırakılmaktaydı.
Hazret-i Ömer (radıyallahü anh) , hristiyan bir kadının testisindeki sudan abdest alıyordu. «Hazret-i Ömer'in bu hareketi açıkça gösteriyor ki, ancak suyun vasıflarından birisi necasetle bozulursa temizlikte kullanılmaya elverişli olmaz, aksi takdirde temizlikte kullanılabilir.
Hazret-i Ömer'in hareketinden bu hüküm kastolunmasaydı, çok yakın bir zan ile hristiyan kadının kap ve kaçağının necis olduğu bilinmektedir. Mâdem ki durum budur, Şâfiî mezhebine göre hareket etmek zorlaşır ve asr-ı saadette böyle bir sualin vâki olmaması da Şâfiî mezhebinin zorluğuna ve Mâlikî mezhebinin daha uygun olmasına birinci delili teşkil eder.
Hazret-i Ömer'in hristiyan kadının testisinden abdest alma hâdisesi de ikinci delili teşkil etmektedir.
Üçüncü delil ise, Rasûlüllah'ın su kabını susamış kediye uzatıp su içmesine imkan vermesi ve kedilerin fare yediklerini gördüğü halde su kaplarını onlardan korumamasıdır.
Halbuki sahâbe-i kiramın memleketlerinde kedilerin su içebileceği havuzlar olmadığı gibi, onlar kuyulara inip su da içemezlerdi ki bu içişle ağızları temizlenmiş olsun.
Dördüncü delil de, İmâm-ı Şâfiî'nin ilk fetvası ki kavl-i kadîm diye anılır ile 'Necasetin yıkanmasında kullanılan suyun rengi, tadı ve kokusu bozulmaksızın elbiseden ayrılırsa temizdir, fakat vasıflarından biri bozulduğu takdirde necistir' şeklinde verilir.
O halde suyu necasetin üzerine dökmekle necasetin suya düşmesi arasında ne fark vardır?
Suyun necaset üzerine dökülmesiyle madem ki karışmaları muhakkaktır, o halde 'Suyun necaset üzerine dökülmesindeki kuvvet necaseti yok eder' şeklindeki tefsire ne mânâ verelim?
Eğer 'Suyun necaset üzerine dökülmesi bir ihtiyaçtır, onun için bozulmadan ayrılırsa temiz kalır' şeklinde bir hile-i şer'î ileri sürülürse, içine necaset düşen suya da ihtiyaç var demektir.
Bu bakımdan içinde pis bir elbise bulunan bir teste dökülen su ile aynı teknede bulunan suyun içine pis bir elbiseyi sokmak arasında ne fark olabilir?
Bütün bu hareketler elbiselerin ve kapkacağın yıkanmasında mûtad olan hareketlerdir. Yani bazen, necis elbisenin üzerine su dökülür, bazen de suyun içerisine necis elbise atılır. Neden necis elbise suya atıldığında su necis olur da, su, necis elbisenin üzerine döküldüğü takdirde vasıflarından birisi bozulmadıkça necis, olmaz?
Beşinci delil, selef-i sâlihin az ve akıcı suların kenarında istincâ ederlerdi. Şâfiî mezhebinde sidik, akıcı bir suya karışırsa ve suyun üç vasfından birisini bozmazsa, o su ne kadar az olursa olsun, onunla abdest almak, ihtilafsız caizdir.
Acaba akıcı su ile durgun su arasında ne fark vardır?
Keşke hileydim; suyun necis olmamasını, üç vasfından birisinin bozulmamasına havale etmek mi veya suyun akması sebebiyle kuvvetli olduğuna havale etmek mi daha evlâdır?
O kurnalardan akan su ile ibrikten ve diğer kaplardan beden üzerine dökülen su arasında ne fark vardır? İkincisi de birincisi gibi akıcıdır.
Bütün bunlardan sonra şunu da bilmeliyiz ki sidik, akıcı suya, katı ve sabit necasetten daha fazla karışır. Halbuki sabit ve katı necasetin üzerinden akan su, üç vasfından birisi bozulmasa bile necis olur. 'Ancak ileride iki külle kadar bir havuzda toplanırsa tekrar temiz olur' hükmü verilirse ki o hüküm de verilmiştir katı necaset ile sıvı necasetin karıştıkları su bir olduğu ve buradaki komşuluk nisbeti daha yaklaştırıcı olduğu halde aralarındaki fark nedir?
Altıncı delil, kulleteyııe (iki külle suya) bir batman sidik düşerse, sonra o iki külle su iki parçaya ayrılırsa, o parçaların hangisinden doldurulan testideki su temizdir? Halbuki herkesin malûmudur ki, sidik suda dağılmıştır! Su ise bu durumda iki kulleden azdır. (İçinde az da olsa sidik bulunan su, testi ile iki külle sudan alındığı takdirde necis değildir. Fakat bir testinin içinde bir damla dahi sidik bulunursa, onun üzerine su dolduruldu mu necis olur. ;
Keşke bileydim, bu testi meselesinde suyun temizlenme işini, vasıflarından birisinin bozulmamasına bağlamak mı daha iyidir, yoksa suyun çokluğundan gelen kuvvete bağlamak mı? Halbuki suyun çokluğu ortadan kalktığı halde, suya karışan necasetin parçaları hâlâ mevcuttur.
Yedinci delile gelince, hamamların eskiden beri kirli insanların abdest aldığı ve yıkandığı yerler olduğu, kirli ellerini ve kaplarını suyu az ve küçücük havuzlarına sokmakta oldukları inkâr edilmez bir şeydir. Bununla beraber selef bilirlerdi ki, bu havuzcuklara temiz eller gibi birçok pis eller de sokulmaktadır.
Bütün bu vak'alar, insanoğlunun suya karşı olan şiddetli ihtiyacına eklenirse, nefiste, selefin ancak su vasıflarından birisinin bozulmasını suyun necis olmasında nazarı itibara aldıkları kanaati kuvvetlenmektedir.
Selef, bu yaptıklarını Hazret-i Peygamberin 'Su temiz olarak yaratılmıştır. Onu hiçbirşey pisletemez. Ancak tadını, (rengini) veya kokusunu bozan birşey onu pisletebilir' hadîsine dayandırmış ve bunu delil ittihaz etmişlerdir.
Hazret-i Peygamberin bu hadîsini zikrettikten sonra sıvılar hususunda yapılan bir tedkiki zikredelim.
Her sıvının tabiatı ve yaradılışı kendisine karışan herşeyi sıfatıyla sıfatlandırmak ve mağlup etmektir. Meselâ, tuzlaya düşen bir köpeğin, tuz kesildiğinden ötürü temiz olduğuna hükmedilir. Onun tuzlaşmış iskeleti tuz olarak kullanılabilir. Ondan köpeklik sıfatı kaybolduğu gibi suyun içine düşen sirke veya süt de böyledir.
Eğer suya katışan bu maddeler azsa, onların sıfatları iptal olur, temizlenme suyun vasfını alır ve suyun tabiatına dönüşür. Ancak çok olup suya galebe çalarsa, o zaman su onların tabiatına dönüşür.
Bu maddelerin suya galebe çalmaları tat, renk veya kokularının galebe çalmasıyla olur ve bilinir. Şeriat, necaseti gidermek için dökülen kuvvetli su hususunda bu ölçüye işaret etmiştir ve bu ölçüye güvenmek en uygun bir harekettir.
Bu bakımdan bu ölçüye güvenmekle bütün zorluklar ortadan kalkmaktadır. Bu ölçü ile suyun temiz olarak yaratılmış olmasının hakikati meydana çıkar. Zira su, rengini, tadını veya kokusunu bozmayan birşeye galip gelir, onu temizler. Nitekim iki kulleyi geçen su da böyledir. Necasetin giderilmesinde kullanılan sularla akarsular ve kedinin içmesini kolaylaştırmak için ağzına uzatılan suların hükmü de böyledir; (tadı rengi ve kokusundan birisi bozulmadıkça necis olmaz. )
Sakın iki kulleden fazla olan, necasetin temizlenmesinde kullanılıp vasıflarından hiçbirini kaybetmeyen, akarsu veya kedinin artığı olan suların esasında necis olduğunu, fakat ümmete zorluk olmasın diye affedildiklerini zannetme! Çünkü eğer bunlar haddi zâtında temiz değil de ancak zorluktan ötürü affolunmuş kısım olsaydı, o zaman istincâ taşlarından sonra kalan necaset eseri ve pirelerin kanı gibi olurdu ve kendileriyle başka bir su birleştiği andan itibaren derhal necis olması icab ederdi. Halbuki gerek necasetin izalesinde kullanılan ve gerek kedinin artığı bulunan su olsun, bunlardan her hangi birisi kendisinden az olan suya katılırsa onu necis edemezler.
Hazret-i Peygamber'in (sallâllahü aleyhi ve sellem) 'Kulleteyn habaseti yüklenmez' (necasetin düşmesiyle pislenmez) hadîs-i şerifine gelince, bu hadîs esasında anlaşılması güç olan bir hadîstir; zira iki külle su, necasetin düşüşü ile üç vasfından birisini kaybederse necaseti kabul edip, necis olur.
"Hazret-i Peygamber bu hadîs-i şerîfîyle İki külle su, üç sıfatından birisi bozulmadıkça necaseti yüklenemez' mânâsını irade etmiştir" denildiği takdirde, "Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) İki külle su, çok zaman mûtad necasetlerin düşüşü ile bozulmaz ve necis olmaz' mânâsını irade etmiştir" demek de mümkün olur.
Bu te'villerden sonra (deriz ki) ; 'İki külle olmayan sular hakkındaki böyle bir t'evil, mefhuma yapışmaktır. Halbuki mefhumu, zikrettiğimiz yedi delilden daha az delille terketmek de mümkündür. Hazret-i Peygamberin İki külle su necaseti yüklenemez' sözünün zahirî mânâsı; 'yüklenmeyi' nefyetmek ve kaldırmaktır. Yani iki külle su necasetleri özel sıfatına çevirir ve temizler.
Tuzla, içine düşen köpeği ve başka necaseti yüklenmez, yani onları sıfatına çevirir' denildiği gibi. . .
İki külle suyun, içine düşen necasetleri sıfatına çevirip, temiz yapması şu hikmetten ileri gelmektedir: İnsanlar bazen az su ve küçük gölcüklerle de istincâ ederler, o sulara necis kapları sokarlar.
Böyle olunca bu hareketlerin taharet ve temizliğine tesir edecek bir şekilde suyu bozup bozmadığı hususunda tereddüd ederler, Bu bakımdan hadîs-i şerîften anlaşıldı ki su, iki külle olursa bu gibi mûtad necasetlerin düşüşüyle hemen bozulup necis olmaz.
Şayet "Hazret-i Peygamberin (sallâllahü aleyhi ve sellem) İki külle su necaseti yüklenemez' buyurduğunu kaydediyorsunuz, halbuki iki külle su, düşen necaset fazla olursa onu yüklenmiş demektir; (yani necis olur) " diye itiraz edecek olursan, bu itiraz senin aleyhinedir. Çünkü necasetler ne kadar çok olursa olsun iki külle su onları zahirde yüklendiği gibi, hükmen de yüklenir. Bu bakımdan hem Mâlik, hem de Şâfiî mezhebine göre (hadîs-i şerifteki) necasetleri mûtad necasetlerle tahsis ve tefsir etmek gereklidir.
Kısaca benim kalbimin meylettiği görüş şudur ki; mûtad necasetler hakkında daima kolay tarafını tercih etmek ve selefi sâlihînin sîretinden anladığıma göre kolay olana gitmek icabeder ki vesvese sebepleri ortadan kalkmış olsun.
İşte imamlar arasında medar-ı ihtilâf olan bu meselelerde ileri sürdüğüm bu illetten ötürü daima temizdir diye fetva verdim. 8
3. temizlik
Eğer necaset 'hükmî' ise; yani gözle görülen, elle tutulan bir madde değilse, o zaman necasetin bulaştığı her yerin üzerine su dökmek suretiyle yıkamak kâfi gelir. Eğer necaset aynî ise o zaman onun giderilmesi gerekir.
Tadının mevcudiyeti necasetin kalmasına delâlet ettiği gibi, renkte de böyledir.
Ancak yapışkanlarda (hayız kanı gibi) oğduktan sonra geri kalan renk affolunmuştur.
Koku kalmışsa, necasetin mevcudiyetine ve giderilmemiş olmasına delalet eder.
Giderilmesi çok müşkil olan fazla kokulu olanları hariç, diğer necasetlerin kokusu kaldıkça affolunamaz. Bu bakımdan kokunun giderilmesi için arka arkaya birkaç defa ovmak ve sıkmak, rengin giderilmesi için yapılan ise ovmak ve kazımak yerine geçmektedir.
Vesveseyi kaldırmak için, eşyanın temiz olarak yaratılmış olduğunu yakinen bilmek gerekir. Bu bakımdan o eşya ki, üzerinde necaset görmüyor ve onun necis olduğunu da yakînen bilmiyorsan, onunla namaz kılabilirsin.
Necasetlerin takdirinde içtihada başvurmak uygun bir hareket değildir. (Sadece şeriat sahibinin haber verdikleriyle iktifa edip onun dışında kalanları araştırmaya çalışmamak gerektir. )
7) Sünen-i Sitte, İbn Hibbaıı ve Hâkim, (İbn Ömer'den)
8) İmâm Gazâlî'nin Mezhebdc Müctehid vasfı bütün Şâfiî ulemasınca teslim edilmiş bir hakikattir. Bu fikrinden ilham alarak Şâfiî mezhebinden, Mâlikî mezhebine döndüğünü zannedenler yanılmaktadırlar. (Bkz. İthaf us-Saade)
3-2
Hadesten (Hükmî Necasetlerden) Temizlik
Hadesten temizlik abdest, gusül, ve teyemmüm etmek demektir. Bunların evvelinde istincâ gelir. Biz tertip üzere, bunların keyfiyetlerinden, âdâb ve sünnetleriyle beraber abdestin sebeplerinden ve def-i hacetin âdabından başlayacağız.
Def-i Hacetfin Adabı
1. Sahrada def-i hâcet etmek isteyen bir kimsenin insanların gözünden uzaklaşması,
2. Eğer varsa bir siperin arkasına gizlenmesi,
3. Oturacak yere varmadan evvel avret mahallini açmaması,
4. Güneşe, Ay'a ve
5. Kıbleye yüzünü ve arkasını çevirmemesi en uygun harekettir.
Ancak evlerin içindeki tuvaletlerde bu şartlar gerekli değildir.
Bununla beraber ev içindeki tuvaletlerde de kıbleden, güneş ve aydan önünü ve arkasını çevirmek daha iyidir. Eğer sahrada, bineğini kendisine siper yaparak taharete durursa caizdir. Hatta uzun etekle de siper yapılabilir.
6. İnsanların toplanıp konuştukları belirli yerlerde küçük ve büyük taharetlerini yapmamak gerekir.
7. Durgun suya,
8. Meyveli ağacın altına,
9. Haşerelerin yuvalarına küçük su dökülmemesi daha uygundur.
10. Sert bir yere,
11. Rüzgârın estiği tarafa üzerine sıçramaması için küçük abdest yapılmamalıdır.
12. Otururken sol tarafa meyletmeli,
13. Tuvalete giriliyorsa evvela sol ayağını, çıkarken de sağ ayağını atmalıdır.
14. Ayakta küçük su dökülmemelidir.
Âişe validemiz 'Size Rasûiullah'ın ayakta küçük su döktüğünü söyleyen kimselere inanmayınız9 buyurmaktadır.
Hazret-i Ömer (radıyallahü anh) şöyle anlatır: "Rasûlüllah (sallâllahü aleyhi ve sellem) beni ayakta su dökerken gördüğünde 'Ey Ömer! Sakın ayakta su dökme" buyurdu".
Hazret-i Ömer 'Bu tavsiyeden sonra ayakta su dökmedim' diyor. 10
Fakat ayakta su dökmek hususunda ruhsat vardır. Çünkü Hazret-i Huzeyfe b. Yemân (radıyallahü anh) £Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) ayakta su döktü. Ben de ona temiz su getirdim, atâestini aldı ve mestlerinin üzerine meshetti'11 buyurmaktadır.
15. Banyoda yıkanırken küçük su dökmemek gerekir. Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur:
Vesveselerin çoğu, banyoda yapılan bevlden ileri gelmektedir İbn-i Mübârek 'Eğer üzerinden su akıyorsa banyoda bevl yapmakta beis yoktur' demiştir.
İbn-i Mübârek'ten bu hükmü İmâm Tirmizî rivâyet etmektedir. Hazret-i Peygamber şöyle buyurmaktadır:
Sakın hiçbiriniz yıkandığı yerde bevledip, sonra aynı yerde abdest almasın. Çünkü vesveselerin çoğu böyle bir hareketten neş'et eder.
İbn-i Mübârek de 'Eğer yapılan bevlin üzerinden su akarsa beis yoktur' demektedir.
16. Helaya giden, üzerinde Allah'ın ve Rasûlüllah'ın ismi yazılı birşeyi taşımamalıdır.
17. Helaya başı açık girmemek lâzımdır.
18. Helaya girerken şu duayı okumalıdır:
Pis, necis, habis, habislenen ve Allah'ın rahmetinden kovulmuş olan şeytanın şerrinden Allah'a sığınırım!
19. Heladan çıkarken de şu duayı okumalıdır:
Bana eziyet veren kısmı benden çıkaran ve bana faydalı olanı bedenimde bırakan Allah'a hamdolsun!
Bu duayı okurken helanın dışında bulunmalıdır. Yani dışarı çıkmak üzereyken duayı okumaya başlamalıdır.
20. Taharete oturmazdan evvel istincâ âletini hazırlamalıdır.
21. Tahâret edilen yerde su ile yıkanmamalı, belki pisliğin bu lunduğu yerden uzaklaştıktan sonra yıkanmalıdır.
22. Tenasül âletini üç defa oğalamak, öksürmek ve gezmek suretiyle istibrâ etmelidir. Sol elini âletinin alt kısmına dolaştırarak son damlanın akmasını temin etmelidir.
İstibrâ hakkında vesveseye düşecek şekilde düşünmemelidir. Çünkü istibrâ düşüncesinden dolayı vesveseye kapılan bir kişiye istibrâ etmek ve abdest almak çok güçleşir.
Donda görülen ıslaklığa gelince, onun, temizlik suyunun eseri olduğunu kabul etmelidir. Eğer ıslaklığın görülmesi kendisine eziyet veriyorsa nefsinde 'görülen ıslaklık yıkanmakta kullanılan suyun eseridir' kanâati yerleşsin diye donuna ve ön kısmına eliyle su serpmek suretiyle vesveseden kurtulmalıdır. Hadîslerde Hazret-i Peygamber'in istincadan sonra donuna su serptiği vârid olmuştur. 13
Ashâb-ı kiramdan istibrâ hususunda en rahat davrananları en fazla fıkıh bilenleri idi. Bu bakımdan istibrâ hususunda vesvese, kişinin az fıkıh bildiğine delâlet etmektedir.
Hazret-i Selman şöyle anlatır:
Rasûlüllah (sallâllahü aleyhi ve sellem) bizlere herşeyi öğretti. Hatta nasıl abdest bozacağımızı bile. . .
Bize kemikle, hayvan tersiyle istincâ etmemizi emretti. Büyük ve küçük taharetleri yaparken kıbleye doğru durmaktan bizi nehyetti. 14
Bir adam, bedevî arkadaşlarından (bu kısım Zebidî'nin tashihine göre tercüme edilmiştir. Çev. ) biriyle arasında ağız kavgası olduğundan dolayı 'Senin güzel taharet edeceğini dahi sanmıyorum' der.
Bedevî 'Babanın hayatıyla yemin ederim ki ben taharet almayı iyi bilirim ve bu hususta çok mâhirimdir' diye karşılık verince, adam 'O halde bize nasıl taharet edileceğini izah et' der.
Bedevî şöyle izah eder: 'Halktan uzaklaşırım. Taharete oturmazdan evvel istincâ etmek için taşları hazırlarım. Bir tümseğin arkasına sığınırım. Arkamı esen rüzgâra veririm. Geyiğin oturuşu gibi oturur, Nea'me denilen hayvanın kuyruğu gibi mak'adımı kaldırıp öylece ihtiyacımı görürüm'.
İnsanoğlunun, perde arkasında, arkadaşına yakın bir yerde bevletmesi dinen caizdir. Çünkü Hazret-i Peygamber, en fazla hayaya sahip olduğu halde insanlara bu gibi bir hareketin caiz olduğunu bildirmek için böyle yapmıştır. 15
İstincâ Nasıl Yapılır?
Def-i hacetten sonra önünden başlayarak mak'adını üç taş ile temizler. Eğer üç taş ile temizlenirse onunla yetinebilir. Eğer üç taş kâfi gelmezse dördüncü taşı kullanır. Bununla temizlendiği takdirde taşları tekleştirmek için beşinci taşı da kullanmalıdır.
Çünkü temizlemek vâcib, Pekleştirmek ise müstehabdır. Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur. :
Taş ile temizlenen bir kişi taşları tek olarak kullansın!16
Taşı sol eline alır, mak'adının önüne koyar, arkaya doğru çekerek sıyırır.
İkinci taşı yine sol eliyle alır, bu sefer maksadın arkasından öne doğru sıyırır.
Üçüncü taşı alır, evvelâ çıkış noktasının etrafında çevirir ve atar. Eğer çıkış noktasının etrafında taşın dolaştırılması kolay değilse üçüncü taşla maksadın önünden arkasına doğru sıyırıp temizlerse kâfi gelir.
Bunu yaptıktan sonra sağ eline büyük bir taş alır. Âleti de sol elinde olduğu halde taşı âletine sürter.
Fakat bunu yaparken sol elini depretmek suretiyle taşın uç kısmına âleti sürter veya üç taşla ya da bir duvarın üç ayrı yerine sürtmek suretiyle bu temizliği tamamlar. Mesh yerinde ıslaklık görülünceye kadar âletini meshetmeye devam etmelidir. Eğer iki defa sürtmek suretiyle görülmeye başlarsa, üçüncü sürtmeyi de yapmalıdır.
Eğer sadece taş ile yetinip su kullanmamak niyetinde ise, taşa üçüncü defa sürtmek vâcib olur. Eğer dördüncü sürtünme ile âletinin temizlenmesi sona ererse, beşinci sürtünme müstehab tır ki, sürtünmeler tekleşsin.
Taşlarla istincâ eden kişi, o yerden başka bir yere geçmeli, sağ eliyle suyu pislik yerine dökmeli ve pislik kalmayıncaya kadar sol eliyle ovalamalıdır
Pisliğin eserinin kalmamasını, sürtünmekle el hissedebilir. Çıkış noktasının kıvrtmlarıyla uğraşıp onları temizlemeyi pek ihtimama lâyık görmemelidir. Çünkü bu yer vesvesenin kaynağıdır.
Ancak zahirdeki yerleri güzelce yıkamak kâfidir.
Suyun varmadığı her yerin iç taraf olduğunu bilmelidir. Necasetin hükmü ise, iç kısımdaki kalıntılar dışarı çıkmadıkça bunları kapsamaz. Dışarda bulunup ve kendisine necaset hükmü sâbit olanların zâhir sayılmaları için suyun onlara yetişmesi ve su vasıtasıyla silinmeleri lüzumlu olmalıdır. Bu bakımdan bu hususta vesveselerin hiçbir mânâ ve faydası yoktur. İstincadan kurtulduğu zaman şu duayı okumalıdır:
Ey Allahım! Kalbimi nifaktan temizle, tenasül uzvumu fuhşiyattan koru ve muhafaza eyle!
İstincadan sonra eğer koku kalmışsa elini yere veya bir duvara sürmelidir. îstincada su ve taşı bir arada, beraberce kullanmak müstehabdır. Rivâyet edildiğine göre, 'Orada günahlardan ve pisliklerden temizlenmeyi seven adamlar vardır. Allah da böyle çok temizlenenleri sever' (Tevbe/108) , ayeti nâzil olduğu zaman Hazret-i Peygamber Kubâ Mescidi*nin yakınlarında oturan kimselere 'Allah'ın sizler için övdüğü bu taharetiniz nedir? Bana söyler misiniz? buyurmuş, onlar da 'Biz istincada su ile taşı bir arada kullanıyoruz' demişlerdir. 17
Tirmizî, İbn Mâce, Nesâî; Tirmizî 'Bu babda daha sahih bir hadîs yoktur* demiştir.
10) İbn Mâce, (zayıf bir senedle) ; İbn Hıbbân, (İbn Ömer'den)
11) Buhârî ve Müslim
12) Sünen sahipleri, (Abdullah b. Mugaffel'den) ; Tirmizî hadîsin garib olduğunu belirtmiştir.
13) Ebû Dâvûd ve Nesâî, (Süfyân b. Hakem'den)
14) Müslim
15) Buhârî ve Müslim, (Huzeyfe'den)
16) Buhârî ve Müslim, (Ebû Hüreyre'den)
3-3
Abdestin Keyfiyeti
Kişi istincadan kurtulduğu zaman abdestle meşgul olur. Rasûlüllah'ın taharetten sonra abdest almaması vâki değildi. Abdest almak isteyen önce misvak kullanmalıdır. Çünkü Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:
Ağızlarınız Kuran'ın yollarıdır. Bu bakımdan onları misvak kullanmak suretiyle temizleyiniz. 18
Misvak kullanırken Kur'ân okunmalı ve Allah'ın ismi namazda zikredileceği için ağzın temizliğine niyet etmelidir. Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:
Misvak kullanılarak kılınan bir namaz, misvaksız kılınan yetmiş namazdan daha üstündür. 19
Eğer zor geleceğinden korkmasaydım, her namazda misvak kullanmayı ümmetime emrederdim. 20
Misvakla dişlerinizi temizlemeden, sarı dişli olarak huzuruma neden geliyorsunuz? Misvak kullanın. 21
Hazret-i Peygamber her gece birkaç defa misvak kullanırlardı. 22
İbn-i Abbâs 'Rasûlüllah daima bize misvak kullanmayı emrederdi. Rasûlüllah'ın misvak kullanma hususundaki emri öyle bir raddeye geldi ki neredeyse misvak hakkında Allah tarafından bir hüküm geleceğini zannettik'23 buyurmuştur.
Rasûlüllah (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:
Misvak kullanınız. Çünkü o, ağzı temizler ve Allah'ın rızâsına vesile olur. 24
Hazret-i Ali (radıyallahü anh) 'Misvak kullanmak insanın zekâsını geliştirir ve balgamını söker' buyurmuştur.
Yine bir rivâyete göre, Hazret-i Peygamberin ashâbı sabahları evlerinden çıkarken misvaklarını kulaklarının arkasına yerleştirirlerdi. 25
Misvak Kullanmanın Keyfiyeti
Misvak, erak veya başka ağaçların sert ve kiri giderici dallarından yapılır. Dişlerin enine boyuna sürülür. Eğer sadece enine veya boyuna kullanmak istiyorsa o zaman enine kullanmak daha evlâdır.
Namaz vakitlerinde abdest alınırken misvak kullanmak müstehabdır. Abdest, namaz kılmak için alınmasa dahi. . .
Uyku, uzun zaman sükût etmek veya kötü kokulu birşeyi yemekten ötürü ağızın kokusu bozulduğu zamanda da misvak kullanmak müstehabdır. Misvağı kullandıktan sonra yüzünü kıbleye çevirerek abdest almaya başlamalıdır. 'Bismillahirrahmanirrahim' diyerek abdeste başlanır.
Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:
Besmele çekmeyen bir kimsenin abdesti mükemmel ve tam sayılmaz!
Besmele'den sonra şu duayı okuyup, üç defa elini su kabına sokmadan önce üç defa yıkamalıdır:
Ey Allahım! Şeytanların vesveselerinden sana sığınırım ve şeytanların gelip burada hazır bulunmalarından da yine sana sığınırım!
Ellerini yıkarken de şu duayı okumalıdır:
Allahım! Ben senden iyilik ve bereket istiyorum. Meymenetsizlik ve helâk olmaktan sana sığınırım. 26
Sonra abdestsizliğin giderilmesi ve namaz için niyet etmelidir. Yüzünü yıkayıncaya kadar kalbinde bu niyeti devam ettirmelidir.
Eğer yüzünü yıkarken niyeti unutmuşsa abdesti kâfi gelmez. (Bu hükümler Şâfiî mezhebine göredir) .
Niyetten sonra sağ eliyle ağzına vermek üzere suyu avuçlar, üç defa ağzını gargara yapmak suretiyle çalkalar ve döker. Ancak oruçlu olan bir kimse suyu midesine kaçırmamak için gargara yapmaktan sakınmalıdır. Ağzına su verirken şu duayı okumalıdır:
Ey Allahım! Seni çokça anmak ve Kur'ân'ını okumak üzere bana yardım et!
Ağzından sonra burnuna vermek üzere bir avuç su alır. Üç defa burnunu çalkalar. Nefes almak suretiyle suyu genzine kadar çekmeli ve sümkürmek suretiyle dışarı atmalıdır.
Burna su çekerken şu dua okunmalıdır:
Ey Allahım! Benden râzı olduğun halde cennet kokusunu bana nasib eyle!
Sümkürürken de şu duayı okumalıdır:
Ey Allahım! Âhirette sığınağın kötüsünden ve ateşin pis kokularından sana sığınırım!
Sümkürükten sonra suyu avuçlar, yüzünü, alnından başlayarak çene altına kadar uzunluğuna, kulak memesinden öbür kulak memesine kadar derinliğine yıkar. Alnın iki tarafında birleşen beyaz hatlar yüzün değil, başın hududuna dahildir
Su, kadınların âdet edinerek cımbız ve saire ile tüylerini aldıkları şakak kısımlarına kadar yetiştirilmelidir,
Bu, ipin iki ucundan biri kulak kepçesinin üst kısmına, öbür ucu da alın zaviyesine konduğu takdirde yüzün hududunda kalan yerler yüzden sayıldıkları için yıkanmalıdır.
Yüz yıkanırken kaşların, bıyıkların, zülüflerin ve kirpiklerin kökleri de yıkanmalıdır. Çünkü bu kıllar,' insanların çoğunda hafiftir. Bu bakımdan bunların köklerinin yıkanması icab eder. Zülüfler sakalın üst başlangıcından yukarı ve kulaklara kadar gelen kıllardır.
Hafif sakalın köklerini yıkamak vâcibdir. Gür sakala gelince, onun altını yıkamak vâcib değildir.
Çene çukurunun hükmü ise, gür ve seyrek olmasıyla sakalın hükmüne tâbidir. Sonra bütün bu fiilleri üçlemelidir veya sakalın sarkıtılmış kısmının üzerine su dökülmelidir.
Parmak uçlarını göz pınarlarına ve çapak yerlerine ve sürmenin toplandığı yerlere usulca koyup oraları temizlemelidir.
Rivâyet ediliyor ki Efendimiz (sallâllahü aleyhi ve sellem) bunları yapmıştır. 27
Bunları yaparken maddi kirlerle beraber mânevî kirlerin de gözlerinden çıkmasını ümit ederek yapmak gerekir. Böylece her azayı yıkarken mânevî kirlerin temizlenmesine niyet etmelidir.
Yüzünü yıkarken şu duayı okumalıdır:
Ey Allahım! Dostlarının yüzü ağardığı günde nurunla benim yüzümü ağart. Düşmanlarının yüzü simsiyah kesildiği günde yüzümü karartma!
Gür sakalını, yüzünü yıkarken hilâllamak (parmakla karıştırmak) müstehabdır. Sonra ellerini dirseklerle beraber üç defa yıkamalı ve parmağındaki yüzüğü oynatmalıdır.
Ellerini ve yüzünü hududundan fazla yıkamalı, suyu, bâzusunun en yukarısına kadar götürmelidir. Çünkü Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) , müslümanların abdest mahalleri pırıl pırıl parladığı halde kıyâmet gününde haşrolunacağını müjdeleyerek bir hadîs-i şeriflerinde şöyle buyurmuşlardır:
Abdest azalarını imkân nisbetinde fazla yıkamaya gücü yeten bir kimse gayret göstersin. 28
Kıyâmet gününde Allah'ın Mü'min kullarına giydirdiği hilye, abdest suyunun yetiştiği yere kadar ulaşır. 29
Sağ elinden başlamalı ve sağ elini yıkarken şu duayı okumalıdır:
Ey Allahım! Kitabımı sağıma ver ve hesabımı kolaylaştır! Sol kolunu yıkarken de şu duayı okumalıdır:
Ey Allahım! Kitabımı sol elime veya arkama vermenden sana sığınırım!
Kollarını yıkadıktan sonra iki elini ıslatarak, sağ elin parmak uçlarını sol elin parmak uçlarına bitiştirmeli, başının ön kısmına koyarak ensesine doğru çekmelidir. Oradan da tekrar alnına doğru çekmek suretiyle bütün başını meshetmelidir. Bunu üç defa30 yapmalıdır.
Başını mesh ederken şu duayı okumalıdır:
Ey Allahım! Beni rahmetinle ört. Bereketlerinden bana indir. Arşının gölgesinden başka gölge bulunmadığı bir günde arşının gölgesinde gölgelendir.
Başını meshettikten sonra yeni bir su ile şehadet parmağını kulağının kepçesine, baş parmağını kulaklarının arkasına koymak suretiyle kulaklarının içini ve dışını mesheder. Meshten sonra ellerini, silinmemiş yer kalmasın diye, kulaklarının üzerine koyarak bu şekilde meshi üç kere tekrar etmelidir. (Hanefî mezhebinde mesh bir defadır) .
Kulaklarını meshederken şu duayı okumalıdır:
Ey Allahım! Beni, sözü dinleyip en güzeline tâbi olanlardan eyle. Allahım! Ebrâr kullarınla beraber bana cennet münâdisinin sesini duyar.
Kulaklarını meshettikten sonra yeni bir su ile boynunu meshetmelidir. Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:
Boynu meshetmek, kıyâmet gününde bukağıların boyuna geçirilmesinden insanı emin kılar. 31
Boynunu meshederken de şu duayı okumalıdır:
Ey yüce Allahım! Benim boynumu ateşten âzâd eyle. Kıyâmette âsîlerin boynuna geçirilen bukağılar ve ellerine takılan zincirlerden sana sığınırım!
Boynunu meshettikten sonra sağ ayağını üç defa yıkar ve sol elin parmaklarıyla sağ ayağın parmaklarını alttan hilâller. Sağ ayağın serçe parmağından başlayarak, sol ayağın serçe parmağında bu vazifeyi bitirmelidir. Sağ ayağını yıkarken şu duayı okumalıdır:
Ey Allahım! Ayakların ateşe kaydığı günde benim ayağımı dosdoğru köprü üzerinde sâbit kıl!
Sol ayağını yıkarken şu duayı okumalıdır:
Ey Allahım! Münafıkların ayağının kaydığı bir günde ayağımın köprüden kaymasından sana sığınırım!
Ayakları yıkarken bacaklarının yarısına kadar yıkamak müstehabdır. Abdesti bitirdikten sonra başını kaldırıp göklere bakarak şöyle demelidir:
Allah'tan başka ilâh olmadığına, Allah'ın tek ve bir olduğuna, onun ortağı ve şeriki olmadığına şâhidlik ederim. Muhammed'in de Allah'ın kulu ve rasûlü olduğuna şâhidlik ederim.
Ey Allahım! Sen ortaktan münezzehsin. Senin ortağın olamaz. Senin hamdinie senden başka ilâh olmadığını bilir ve ikrar ederim.
Rabbim! Ben kötülük yaptım, nefsime zulmettim. Senin affını diler ve senin kapına dönerim. Beni affet ve tevbemi kabul eyle. Zira düşkün kullarına rahmet eden ve tevbe edenlerin tevbesini kabul eden ancak sensin.
Ey Allahım! Beni tevbe eden kullarından eyle. Beni maddeten ve mânen temizlenen kullarından kıl. Beni sâlih kullarının zümresine ilhak eyle. Çok sabreden ve çok şükreden bir kul eyle. Seni çokça zikreden, sabah akşam seni tesbih eden bir kul eyle beni. . .
Denilir ki; abdestten sonra bu duayı okuyan bir kimsenin abdestine mânevî mühür vurulur ve o abdest arşın altına gider, orada kıyâmete kadar Allah'ı tesbih ve takdis eder ve abdest sahibine de o kadar sevap yazılır.
Abdestin Mekruhları
1. Üç defadan fazla yıkamak veya meshetmek mekruhtur ve bunu yapan zulmetmiş olur.
2. Suyu israf etmek mekruhtur. Rasûlüllah'ın (sallâllahü aleyhi ve sellem) abdest azalarını üç defa yıkayıp meshettiğini ve bunu yaptıktan sonra şöyle dediğini rivâyet ederler:
Daha fazlasını yapan hem zulüm, hem de kötülük eder!32
Bu ümmetten bir kavim olacaktır. Dualarında ve abdestlerinde ifrata kaçacaklardır,33
Deniliyor ki: 'Abdestte fazla su sarfetmek kişinin bilgisinin zayıflığına delâlet eder'. 34
İbrahim b. Edhem İnsanoğluna vesvesenin ilki abdestten gelir' buyurmuştur.
Hasan-ı Basrî de 'Abdest hususunda insanların üzerine gülen
Velhan adlı bir şeytan vardır' demiştir.
3. Abdestten sonra elini silkip abdest suyunu sağa sola sıçratmak,
4. Abdest esnasında konuşmak,
5. Abdest alırken yüzüne su çarpmak mekruhtur.
6. Bir grup kurutmayı mekruh görerek şöyle demişlerdir:
Abdest suyu hasenat kefesinde tartılır. Bu bakımdan silinmemelidir (Şâfiî mezhebine göre hüküm böyledir),
Said b. Müseyyeb ile Zührî de bu görüştedirler. Fakat Muaz b. Cebel'den, Rasûlüllah'ın abdest aldıktan sonra yüzünü, elbisesinin kenarıyla sildiği rivâyet edilmektedir. 35
Âişe validemiz de (radıyallahü anh) 'Rasûlüllah'ın bir mendili vardı, onunla silinirdi' buyurmuştur. 36 Fakat Hazret-i Aişe'den gelen bu rivâyet tenkid konusu yapılarak; 'Bu hususta Rasûlüllah'tan şâyân-ı itimâd bir rivâyet gelmemiştir' denilmektedir.
7. Bakır kaplardan abdest almak mekruhtur.
8. Güneşin hararetiyle ısınmış su ile abdest almak mekruhtur.
Bu kerâhet, tıbbi bakımdandır.
Şu'be'ye bakır kaptan abdest alması için su getirildiğinde, bu sudan abdest almamış ve bu su ile abdest almanın mekruh olduğuna dair İbn Ömer ve Ebû Hüreyre'den bir hadîs rivâyet etmiştir.
Kalbin temizlenmesinin tevbe, çirkin huylardan uzaklaşma ve güzel ahlâkla ahlâklanmaya bağlı olduğu kesinlikle bilinmelidir.
Çünkü zahirî temizlikle iktifa eden kimse, âdeta padişahî pisliklerle dolu olan eve dâvet eden kimseye benzer. Evinin dış kısmını badana etmiş, iç kısmını süpürmeden, silmeden bırakmış bir kimse gibi olur! Padişaha karşı bu küstahlığı yapan kişi, Allah'ul-Alem büyük bir cezaya çarptırılmayı hak etmiş demektir.