İHYÂ-İ ULÛMİ'D-DÎN | TEFEKKÜR 2

 1. Giriş

 

39-4

5. Allah'ın Mahlukâtı Hakkında Tefekkür

Varlıkta Allah'tan başka her ne varsa o Allah'ın fiili ve mahlûkudurZerrelerin herbiri, ister cevher, ister araz olsun, ister sıfat olsun, ister mevsuf, onun içinde öyle acaip ve garip şeyler vardır ki onlarla Allah'ın hikmeti, kudreti, celâl ve azameti görünürOnları saymak mümkün değildirÇünkü bunları yazmak için eğer deniz mürekkep olsa bile onların binde biri bitmeden deniz biterFakat biz başkasına misal gibi olsun diye bunun bir kısmına işaret edeceğiz.

Varlıkların bir kısmı vardır ki aslı bilinmediği için onun hakkında düşünmek imkânına sahip değilizdirVarlıklardan niceleri vardır ki biz onları bilemeyizNitekim Allahü teâlâ şöyle buyurmuştur:

Sizin bilmediğiniz nice şeyler yaratmaktadır. (Nahl/8)

Ne yücedir O (Allah) ki arzın bitirdiklerinden ve kendilerinden ve daha bilmedikleri nice şeylerden olan bütün çiftleri yaratmıştır. (Yâsin/36)

(Size böyle ölümü takdir ettik) ki sizin yerinize benzerlerinizi getirelim ve sizi bilmediğiniz bir biçimde yeniden inşâ edelim. (Vakıa/61)

Aslı bilinen fakat tafsilatı bilinmeyen diğer bir kısmı vardırÖ kısmın tafsilatı hakkında düşünme imkânına sahibizBu ikinci kısım da, gözümüzle idrâk ettiğimiz ve gözümüzle idrâk etmediğimiz kısımlara ayrılır:

Gözümüzle idrâk etmediğimiz şeyler melekler, cinler, şeytanlar, arş, kürsî ve benzerleridirBunlar hakkında tefekkür mecâli pek yokturBu bakımdan zihinlere en yakın olan ve gözle idrak edilen şeylere geçelimOnlar yedi kat gök, yer ve bu ikisinin arasında bulunanlardırGökler, yıldızlarıyla, güneş, ay, hareket, doğuş ve batışındaki dolaşmasıyla görünürYer de dağlarıyla, maden, ırmak, deniz, hayvanlar ve bitkileriyle müşahede edilirGök ile yer arasında olan boşluk bulutlarıyla, yağmur, kar, şimşek, gök gürültüsü, yıldırımlar, ateş ve şiddetli rüzgârlarıyla müşahede edilmektedir.

İşte göklerde, yerde ve aralarında müşahede edilen şeyler bunlardırBunların herbiri birçok nevilere ayrılırHer çeşidi de birçok kısımlara ayrılırBunlar da birçok sınıflara ayrılırBunun, şube ve kısımlarının, sıfat, heyet, zâhir ve bâtın mânâlarındaki değişikliklerinin sonu gelmezBütün bunlar tefekkürün merkezidirlerBu bakımdan göklerde ve yerde cemadât, bitkiler, hayvan, felek ve yıldızlardan bir zerre kendi başına kıpırdamazAncak Allah'ın izniyle kıpırdayabilirOnun kıpırdatılmasında sayısız hikmet vardırBütün bunlar Allah'ın vahdâniyetine şahid, O'nun celâl ve kibriyasına delâlet eden ayetlerdir.

Kur'ân-ı Hâkim, bu ayetlerle insanları düşünmeye teşvik etmiştir.

Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde elbette sağduyu sahipleri için ibretler vardır. (Âl-i İmrân/190)

Allahü teâlâ, Kur'ân'ın başından sonuna kadar birçok ayette 'O'nun ayetlerindendir' tabirini kullanmıştırBu bakımdan biz bir kısım ayetlerin (alâmetlerin) hakkındaki tefekkür'ü zikredelim:

Öyleyse Allah'ın ayetlerinden biri, meniden yaratılmış olan insandırSana en yakın olan şey nefsindirSende Allah'ın azâmetine delâlet eden o kadar acaiplikler vardır ki ömürler boyunca söylense, onun binde biri ancak biterOysa sen bundan gafilsin! Ey nefsinden gâfil ve nefsini bilmeyen cahil! O halde başkasının bilgisine nasıl tamahkârlık edersin? Oysa Allahü teâlâ sana, aziz kitabında nefsini düşünmeyi emrederek şöyle buyurmuştur:

Kendi canlarınızda da öyle! Görmüyor musunuz? (Zâriyât/21)

Allahü teâlâ senin necis bir damla meniden yaratıldığını zikrederek şöyle buyurmuştur:

Kahrolası insan ne kadar da nankördür! (Allah) Onu hangi şeyden yarattı? Bir nutfeden (meniden) Onu yarattı, ona biçim verdi. Sonra ona yolu kolaylaştırdı. Sonra onu öldürdü, kabre gömdürdü. Sonra dilediği vakit onu tekrar diriltecek! (Abese/17-22)

O'nun alametlerinden biri sizi topraktan yaratmasıdır. Sonra siz (yeryüzüne) yayılan insanlar oluverdiniz. (Rum/20)

İnsan başıboş bırakılacağını mı sanır? Kendisi dökülen meniden bir nutfe değil miydi? Sonra kan pıhtısı oldu da (Allah onu) yarattıOna şekil verdi. (Kıyâmet/36-38)

Sizi âdi bir sudan (meniden) yaratmadık mı? Sonra o suyu sağlam bir yerde (rahimde) sakladıkBelirli bir vakte kadar!. (Mürselât/20-22)

İnsan, bizim kendisini nasıl nutfeden yarattığımızı görmedi mi ki şimdi açık bir hasım kesildi? (Yâsin/77)

Doğrusu biz insanı imtihan etmek için karışık bir nutfeden yarattık. (İnsan/2)

Sonra Allahü teâlâ, meniyi nasıl kan pıhtısı, kan pıhtısını nasıl et çiğnemi ve kemik yaptığını zikrederek şöyle buyurmuştur:

Andolsun biz insanı çamurun özünden yarattık. Sonra onu bir nutfe olarak sağlam bir karar yerine koyduk. Sonra onutfeyi kan pıhtısı haline getirdikOndan sonra kan pıhtısını bir parça et yaptıkO et parçasını da kemikler haline çevirdikKemiklere de et giydirdik. Sonra onu bambaşka bir yaratık yaptık. (Mü'minûn/12-14)

Nutfe kelimesinin tekrar tekrar Kur'ân'da zikredilmesinin hikmeti, manası düşünülmeden sadece bilinsin diye değildir! Bu bakımdan nutfeye dikkat et! Necis bir su olan nutfeyi eğer bir saat dışarıda bırakırsan kokarRabb'ul-erbâb'ın onu nasıl erkeğin sulbü ile kadının göğüs kemiklerinin arasından çıkardığına, erkek ile dişiyi nasıl bir araya getirdiğine, ülfiyet ve muhabbeti onların kalbine nasıl ilka ettiğine dikkat et! Onları muhabbet ve şehvet zinciriyle cinsî münasebette bulunmaya nasıl sevketmiş, cima ile erkekten meniyi nasıl çıkartmış? Damarların derinliklerinden hayız kanını nasıl celbetmiş ve ana rahminde toplamıştır? Sonra düşün ki cenini meni damlasından nasıl yaratmış, hayız suyu ile onu nasıl sulamış, nasıl gıdalandırmıştır? Cenin, bununla nasıl büyümüştür? Beyaz ve parlak olduğu halde meni damlasını nasıl kıpkızıl bir kan pıhtısına çevirdiğine, sonra o kanı nasıl bir et parçası yaptığına, sonra meninin parçalarını ki birbirlerine benzer ve eşittirler nasıl kemik, sinir, damar ve ete ayırdığına dikkat et!

Sonra et, sinir ve damarlardan azaları nasıl düzenlediğini düşün! Başı yuvarlak yapmış, kulak, göz, burun, ağız ve diğer menfezleri yarmış, el ve ayağı uzun yaratmış, uçlarını parmaklara, parmakları da büklümlere ayırmıştır. Sonra kalp, mide, ciğer, dalak, kalın bağırsak, rahim, mesane ve barsaklardan ibaret olan iç azaları nasıl terkip etmiştir? Onların her biri özel bir şekil, özel bir miktarda ve özel bir iş için yaratılmıştır.

Sonra bu azalardan herbirini nasıl başka kısımlara ayırmıştır? (Mesela) gözü yedi tabakadan terkip etmiştir ki her tabakanın özel bir vasfı ve özel bir şekli vardırEğer onlardan bir tabaka yok olursa veya sıfatlardan biri yerinden giderse, göz, görmez hâle gelirBu bakımdan eğer biz, bu azalardaki acaiplikleri ve ayetleri saymaya kalkışırsak, ömürler biter, yine de onlar bitmez.

En azından kemiklere dikkat et! Kemikler katı ve kuvvetli cisimlerdirAllah onları nasıl ince ve zayıf bir damla meniden yaratmıştır? Sonra onları bedene nasıl direk ve duvar kılmıştır? Sonra onları değişik miktar ve şekillerde nasıl şekillendirip takdir etmiştir! Kimisi küçük, kimisi büyük, kimisi uzun, kimisi yuvarlak, kimisi içli, kimisi dolu, kimisi enli, kimisi incedir.

İnsan beden ve azalarının bir kısmıyla harekete muhtaç ve ihtiyaçlarının peşinde gidip gelmeye mecbur olduğundan ötürü, tek parça bir kemikten meydana gelmediAksine aralarında mafsallar bulunan birçok kemiklerden meydana geldi ki o kemikten hareket etmek kolaylaşsınOnların herbirinin şekli onlardan istenilen hareketin isteğine göre düzenlenmiştir. Sonra onların mafsallarının biri diğerine, kemiğin bir tarafında bitirdiği ve ip gibi diğer kemiğe yapıştırdığı iplerle bağlanmıştır. Sonra kemiğin bir tarafında çıkıklar yaratılmıştır.

Diğer kemikte o çıkığı istiab edecek ve şekline uygun çukurlar yaratılmıştır ki çıkıklar o çukurlara yerleşip onların üzerini kapatsınlarBu bakımdan kul, öyle bir vaziyete geldi ki eğer bedeninin bir parçasını hareketlendirmek isterse, bu kendisi için zor değildirEğer mafsallar olmasaydı, böyle bir hareketlendirme kendisi için imkânsız olurdu. Sonra dikkat et ki Allahü teâlâ, başın kemiğini nasıl yaratmış, nasıl terkip etmiştirOnu şekil ve suretleri değişik elli beş kemikten meydana getirmiştirGördüğün gibi onların bazısını diğerine başı kendisiyle düz kılacak şekilde bağlamıştır.

Bu bakımdan o kemiklerin altısı beyni kapsayan cimcime kemiğine mahsusturOndördü üst çeneye, ikisi alt çeneye, diğeri dişlere aittirDişlerin bazısı yassı ve öğütmeye elverişlidirBazısı keskindir, kesmeye elverişlidirOnlar da kesici, öğütücü ve ön dişlerdir. Sonra boynu kafaya kaide (temel) kılmıştırBoynu da içi boş ve yuvarlak yedi halkadan terkip etmiştirO halkalarda girintiler, çıkıntılar ve eksiklikler vardır.

Bu da bazısı diğerine intibak etsin diye olmuşturBuradaki hikmetin illetini zikretmek, oldukça uzun sürer. Sonra boynu sırt kaidesi üzerine bindirmiş, sırtı da boynun en altından kuyruk sokumuna kadar yirmi dört halkadan terkip etmiştirKuyruk sokumunu değişik üç parçadan terkip etmiştir ki ona en alttan kuyruk kemiği bitişirKuyruk kemiği de üç parçadan mürekkeptir. Sonra bel kemiğini, göğüs kemiği ile omuz kemiklerini ellerin kemiğini, kasık kemiği, kuyruk, baldırlar, ayak bileğinin kemikleri ve ayakların parmaklarıyla bitiştirdi.

Bu bakımdan biz bunun adedini zikretmekle kitabı uzatmayacağızİnsan bedenindeki kemiklerin toplamı iki yüz kırk sekizdirMafsalların boşluklarını örten küçük kemikler bu sayının haricindedirBu bakımdan Allahü teâlâ'nın, bütün bu kemikleri nasıl ince ve zayıf bir damla meniden yarattığını iyi düşün!

Kemikleri zikretmekten gayemiz; kemik sayısını bildirmek değildir; zira bu basit bir ilimdirDoktorlar ve cerrahlar bunu bilirlerGayemiz; bu kemiklerden, onları tedbir edip yaratanı görmektirO yaratan bu kemikleri nasıl takdir ve tedbir etmiştir, şekiller ve miktarları arasında nasıl değişiklik yapmıştır? Onları bu özel sayıya nasıl tahsis buyurmuştur, bunu müşahede etmektir; zira Allahü teâlâ, bu kemikleri bir tane fazla yapsaydı, o insan için sökülüp atılması gereken bir felâket olurduEğer bu kemiklerden bir tanesini eksik yapsaydı, onu telafi etmeye mecbur olacak bir eksiklik olurduDoktor kemiklere, sadece tedavi yolunu öğrenmek için bakarBasiret sahipleri ise kemiklere, yaratanının ve suret vereninin celâl ve azametine istidlal etmek için bakarÖyleyse iki bakış arasında derin bir fark vardır.

Allahü teâlâ'nın, kemikleri harekete geçirmek için adaleleri nasıl alet olarak yarattığını düşün! İnsan bedeninde 529 adale yaratmıştırAdale, et, asab, bağlar ve kılıftan ibarettirAdalelerin miktar ve şekilleri, yerlerine ve ihtiyaçlarına göre değişiktirOnlardan yirmidördü göz yuvarlağını ve etrafındaki kirpikleri harekete geçirmek içindirEğer bu adalelerden biri eksik olursa, gözün durumu bozulurİşte böylece her azanın özel sayı ve miktarda adaleleri vardır.

Asab, damar, şahdamarları, kalp damarları, adaleleri, bittikleri yerler ve şubelerinin durumu bütün bunlardan daha acaiptirİzahı oldukça uzun sürer, Bu parçaların kısımları hakkında tefekkür etme imkânı vardır. Sonra azalar, sonra bütün beden hakkında tefekkür imkânı vardır.

Bütün bunlar beden cisimlerinin acaipliklerine bakmaktırOysa beş duyu ile idrâk olunmayan sıfatlar ve mânâların acaiplikleri daha büyüktürBu bakımdan şimdilik insanın zâhir ve bâtınına, beden ve sıfatlarına bakarak, hayretini gerektiren sanat ve acaiplikleri görebilirsinBütün bunlar Allah'ın, necis olan bir damla sudaki sanatıdır! Sen bunda Allah'ın bir damla sudaki sanatını görürsün, acaba göklerin melekûtunda, yıldızlarındaki sanatı nasıldır? Bunları koymakta, şekillerinde, miktarlarında, adetlerinde, bazısının diğeriyle bir arada bulundurulmasında, birbirlerinden ayırt edilmesinde, suretlerinin değişik olmasında, doğuş ve batışlarının farklı olmasındaki hikmet nedir?

Sakın sanma ki göklerin bir zerresi dahi hikmetten ve birçok maharetlerden boş olarak yaratılmıştırAksine o, yaratılış bakımından daha kuvvetli, sanat yönünden daha ince, insan bedeninden daha fazla acaipleri derleyicidirHatta yeryüzündeki bütün şeyler göklerin acaipliklerine nisbet edilirse pek küçük kalır.

Yaratılışca siz mi daha çetinsiniz, yoksa gök mü? (Allah) onu yaptıKalınlığını (tavanını) yükseltti onu düzenlediGecesini örtüp kararttı, kuşluğunu (gündüzünü) açığa çıkardı. (Nâziat/27-29)

Şimdilik meni'nin tahliline dönelim! Önce onun halini, sonra vardığı durumu düşün ve düşün ki cinler ve insanlar bir araya gelip bir damla meniye kulak veya göz veya akıl veya kudret, ilim veya ruh vermeye veya o damlanın içindeki kemik veya damar veya asab veya deri veya tüy yaratmaya çalışsalar, acaba buna güçleri yeter mi? Hatta onun künhünü, hakîkatini, Allahü teâlâ'nın onu nasıl yarattığını çözmeye çalışsalar, bunu çözmekten bile aciz kalırlar! Bu bakımdan senin durumuna hayret etmemek mümkün değildirZira eğer ressamın insan suretine yaklaşacak derecede maharet gösterip yaptığı resme bakarsan, nakkaşın sanatına meharet ve el çabukluğuna, zekasına hayret edersinKalbinde onun kıymeti büyüdükçe büyürBununla beraber o suretin sadece mürekkep, kalem, el, duvar, kudret, ilim ve irade ile tamam olduğunu bilirsinOysa bunların hiçbiri nakkaşın fiili ve yarattığı değildirBunların herbiri başkasının yarattığıdırNakkaşın yaptığı mürekkeb ile duvarı özel bir tertib üzerinde bir araya getirmektir.

Bu bakımdan ona hayret eder, gözünde büyütürsünOysa necis olan meni damlasının daha önce olmadığını biliyorsunAllah daha sonra babaların bellerinde ve annelerin göğüs kemiklerinde onu yarattı. Sonra oradan çıkardıOna şekil verdiOnun şeklini güzel yaptıOnu takdir ettiTakdir ve tasvirini güzel yaptıBenzer cüzlerini değişik cüzlere böldüOnun etrafında kemikleri kuvvetli yaptıAzalarının şekillerini güzelleştirdiZâhir ve bâtınını süslediDamarlar ve asabları tertip edip bekasının sebebi olsundiye gıdaya mecra kıldıO damlayı işitir, görür, bilir, konuşur bir insan yaptıOna bedeninin direği olsun diye sırtı yarattıYemekleri toplaması için mideyi yarattıDuyuları kendinde toplaması için başı yarattıBu bakımdan iki gözü açtıTabakalarını tertipli kıldıŞeklini, rengini, heyetini güzelleştirdi. Sonra onu örtsün, korusun, temizlesin ve ondan pislikleri uzaklaştırsın diye koruyucu kirpikleri yarattı. Sonra göz merceğinde, göğün geniş olmasına, aktarlarının birbirinden uzak olmasına rağmen, göklerin suretlerini belirttiBu bakımdan insan onlara bakar.

Sonra kulaklarını yardıOnlara acı bir su koydu ki duymasını muhafaza etsin, zarar verici hayvanları ondan uzaklaştırsınSesleri toplayıp kulak zarlarına vermesi için kulağı sedefiyle çevirdiKulağa kasteden zararlı hayvanların yürüşünü hissetsin diye kulakta virajlar yarattıKulağa girmek için uzun bir yol meydana getirdi ki uyku halinde herhangi bir hayvan kulağa girmek isterse sahibi uyansın diye kulağı virajlı yaptı. Sonra yüzün ortasında burnu yükselttiOnun şeklini güzel yaptıBurun deliklerini açtıOraya koklama özelliğini koydu ki koklamak suretiyle gıdaları ayırsınKalbine gıda ve iç hararetini soğutması ve havayı teneffüs etmesi için burun deliklerini yarattı.

Sonra ağzı açtıOnun içinde dili, konuşkan, kalbin tercümanı ve kalpteki mânâyı belirtici olarak yerleştirdiAğzı dişlerle süsledi ki dişler öğütmenin, kırmak ve kesmenin aleti olsunlarOnların temellerini kuvvetli yaptıBaşlarını keskinleştirdiRenklerini beyaz, saflarını tertipli yaptıİpten geçirilmiş birer inci tanesi gibi başlarını eşit ve intizamlı olarak dizdi.

İki dudağı yarattıRenk ve şekillerini güzel yaptı ki ağız üzerine kapanıp mideye giden deliği örtmüş olsunOnlarla konuşma tamamlansın. Sonra hançereyi yaratıp seslerin çıkışı hatırlattıDil için hareket ve kesiş kudretini yarattıKonuşma yolu genişlesin diye harflerin değişmesine sebep olan çeşitli mahreçlerde kıvrılmasını sağladı.

Sonra hançereleri darlık, genişlik, sertlik, kayganlık, cevherinin katılığı, gevşekliği, uzunluğu ve kısalığı hususunda değişik şekiller üzerinde yarattıÖyle ki onları vasıtasıyla sesler değişirİki sesin biri diğerine benzemez, her iki sesin arasında bir fark vardırDolayısıyla insanlar sadece sesiyle, karanlıkta bile bir insanı diğer insandan ayırt eder.

Sonra başı saç ve zülüflerle süslediYüzü de sakal ve kaşlarla süslediKaşları da kıllarının inceliği, şeklinin kavisliliğiyle süslediGözleri kirpiklerle güzelleştirdi. Sonra iç azaları yarattıOnların herbirini özel bir fiil için müsahhar kıldıMesela mideyi gıdanın oluşması için, ciğeri gıdayı kana tahvil etmek için, dalağı, ödü ve böbreği ciğere hizmet etmek için müsahhar kıldıDalak siyah maddeyi ciğerden çekmek suretiyle ona hizmet ederÖd safrayı, böbrek mayi maddeleri çekmek suretiyle hizmet ederMesane de böbrekten gelen suyu kabul etmek suretiyle böbreğe hizmet eder. Sonra o suyu tenasül uzvu yoluyla dışarı çıkarırDamarlar kanı bedenin diğer taraflarına yetiştirmek hususunda dalağa hizmet ederler. Sonra elleri yarattıHedeflere uzansın diye uzun yaptıİçini yassı yaptıBeş parmağı ayırdıHer parmağı üç boğuma taksim ettiDört parmağı bir tarafa, diğer parmağı da bir tarafa koydu ki baş parmak bütün parmakların yardımına koşabilsinEğer geçmiş ve geleceklerin hepsi bir araya gelip, ince fikirleriyle beş parmağın birbirinden uzaklığını değiştirerek mevcut şeklin ve dört parmağın uzunluktaki farklılığının ve aynı safta tertip edilmesinin yerine başka bir şekil vermeye çalışsalar buna güç yetiremezler.

Zira bu tertiple el, almaya ve vermeye yatkın olmuşturEğer eli açarsa, kendisi için bir tabaka olurOnun üzerine istediğini koyabilirEğer kapatırsa kendisi için kepçe olurEğer eli açar, parmakları birbirine bitiştirirse, kendisi için kürek olur. Sonra parmak boğumlarına süs olsun diye parmakların başında tırnakları yarattıTırnaklar kopmasın diye destek direkler yarattı ki parmak boğumlarının yapamadığı ince işleri tırnaklarla yapabilsinOnlarla ihtiyaç anında bedenini kaşısınBu bakımdan eğer insan azaların en kıymetsizi olan tırnağı kaybeder ve bedeninde kaşıntı olursa insan, mahlukatın en acizi ve zayıfı olurKimse onun bedenini kaşımakta onun yerini dolduramaz.

Sonra eli kaşınan yeri bilecek ve ulaşacak şekilde yarattıHatta uyku ve gaflet halinde olsa bile aramaya ihtiyaç olmaksızın o, kendiliğinden kaşınan yere uzanıp orayı bulurEğer başkasından bu hususta yardım isterse, başkası ancak uzun bir yorgunluktan sonra kaşınan yeri bulabilir.

Sonra bütün bunları, rahmin içinde olan ve üç karanlığa gömülü bulunan meni damlasından yaratmıştırEğer perde kalkıpda İnsan oğlu gözünü oraya uzatabilseydi, oradaki hatların ve şekillendirmenin yavaş yavaş o meni damlasının üzerinde cereyan ettiğini görürdüFakat ne sureti yapanı, ne de aletini göremezAcaba aletine ve yaptığı şeye dokunmadan onda tasarruf edip çalıştıran bir sûret yapıcı veya bir fail gördün mü? Öyleyse Allah ortaktan münezzehtirO'nun şanı pek büyük, O'nun burhanı pek açıktır.

Sonra kudretinin kemâliyle beraber rahmetinin tamamına dikkat et! Zira ana rahmi çocuk için dar gelip çocuk büyüyünce onu nasıl çıkış yoluna hidayet etmiş ki o başını eğip harekete geçer, oradan çıkış yerini ararSanki akıllı ve muhtaç olduğunu bilen bir kimsedir. Sonra çocuk çıkıp gıdaya muhtaç olunca, çocuğu memeyi emmeye nasıl hidayet etti? Sonra çocuğun bedeni zayıf olduğu ve diğer gıdalara tahammül edemediği için ince sütü yaratarak çocuğa göre nasıl hazırladığına dikkat et! Sütü fers ile kan arasından, katıksız ve lezzetli olarak nasıl çıkarttıİki memeyi nasıl yarattı? Onlarda sütü nasıl derledi! O memelerin başlarını çocuğun ağzına sığacak kadar nasıl halk etti. Sonra memenin başında oldukça ince delikleri açtı ki o deliklerden süt ancak emdikten sonra tedricî bir şekilde çıkar; zira çocuk ancak sütün azını hazmedebilir. Sonra fazlasıyla acıktığı zaman o daracık deliklerden fazla süt çıkarmaya gücü yetsin diye çocuğu emmeye nasıl hidayet ettiğine dikkat et!

Sonra onun rahmet ve şefkatine bak! Nasıl dişlerin yaratılışını, iki senenin tamamlanmasına tehir etmiştir; zira çocuk iki senede sütten başka bir şeyle tam mânâsıyla gıdalanamazBu bakımdan dişe ihtiyacı yokturÇocuk büyüyünce zayıf süt ona uygun düşmezBu sefer kuvvetli yemeğe muhtaç olurYemek de çiğnemeye ve yutmaya muhtaçtırBu bakımdan çocuk için, daha önce ve daha sonra değil, tam ihtiyaç anında dişleri bitirdiÖyleyse O, eksikliklerden münezzehtirO kaskatı kemikleri, o yumuşacık diş etlerinden nasıl çıkardığına bir bak!

Sonra anne babada, çocuk kendine bakmaktan aciz olduğunda ona bakmaları için çocuğa karşı şefkati yarattıEğer Allah, rah metini, anne ve babanın kalplerine yerleştirmeseydi, çocuk kendini yönetmek hususunda mahlûkların en acizi olurdu. Sonra çocuğa kudret, ayırt etme kabiliyeti, akıl ve hidayeti nasıl peyderpey ihsan ettiğini dikkatle izle! Böylece, çocuk baliğ olup tekamül etti. Sonra genç, sonra orta yaşlı, sonra ihtiyar oldu! O zaman ya şiddetle nankör kesiliverdi veya çokça şükredici! Ya muti veya asi! Ya Mü'min veya kâfir olduBu da şu âyet-i celîlenin tasdikidir.

İnsanın üzerinden, henüz kendisinin anılan birşey olmadığı uzun bir süre geçmedi mi? Doğrusu biz insanı imtihan etmek için karışık bir nutfeden yarattık da onu işitici ve görücü yaptıkBiz ona yolu gösterdik. (O) ister şükredici, ister nankör olur. (İnsan/1-3)

Allah'ın lütûf ve keremine, sonra kudret ve hikmetine dikkatle bak ki rabbanî huzurun acaiplikleri seni hayrete ve dehşete düşürsün! O kimsenin durumuna hayret etmek gerekir ki güzel bir hattı (yazıyı) veya güzel bir nakışı bir duvar üzerinde gördüğünde, onu güzel kabul ederBütün himmetini nakkaş (nakışçı) ve hattat hakkında düşünmeye sarf eder: 'Acaba bunu nasıl nakşetmiş, nasıl yazmış, nasıl güç yetirmiş' diye düşünürDurmadan nefsinde onu büyütür ve 'O ne kadar da zeki imiş! Sanatı ne kadar da mükemmel, kudreti ne kadar da güzel imiş' der. Sonra nefsinde ve nefsinin dışında olan acaipliklere bakar da yaratanın azametini takdir etmekten gâfil kalır! Oysa, ustasının azameti onu dehşete, celâl ve hikmeti onu hayrete düşürmez!

İşte buraya kadar söylediklerimiz bedeninin acaipliklerinden bir nebzeciktirOnun acaipliklerini tamamen saymak mümkün değildirBu bakımdan beden, tefekkür için en basit sahadırYaratanın azametine en bariz şahittirOysa sen bundan gâfil, miden ve tenasül uzvunla meşgulsünNefsinden ancak acıkıp yemeyi, doyup uyumayı, iştahın çekip cinsî münasebette bulunmayı, öfkelenip öldürmeyi biliyorsunOysa hayvanların hepsi bu işlerde seninle ortaktırİnsanı hayvanlardan ayıran özelliği, ancak göklerin ve yerin melekûtuna bakmak, kainatın ve nefislerin acaipliklerini mütalaa etmek suretiyle elde edilen ilâhî marifettir; zira bu marifetle kul mukarreb meleklerin zümresine (cemaatine) dahil olurPeygamberler ve sıddîkların cemaatinde Allah'ın huzuruna yakın olduğu halde haşrolunurBu derece, hayvanlar ve hayvanlar gibi şehvetlerine uyan insan için sözkonusu değildir; zira bu insan hayvanlardan çok daha şerirdirÇünkü hayvanın buna gücü yetmezİnsana gelince, Allah ona bu gücü vermiştir. Sonra o gücünü çalışmaz hale getirip o hususta Allah'ın nimetini inkâr etmiştirBu bakımdan o nankörler hayvanlar gibidirHatta hayvanlardan daha fazla şaşkındır.

Nefsin hakkında düşünme yolunu öğrendiğinde; yer hakkında, sonra ırmak, deniz, dağ ve madenler hakkında düşün! Sonra oradan göklerin melekûtuna yüksel!

Yer'e gelince, Allah'ın ayetlerinden biri de yeri yaygı ve beşik olarak yaratması, orada geniş yollar ve geçitler yapması, üzerinde yürümek için onu yumuşak bir vaziyette ve dağlarda yeri sallantıdan koruyucu kazıklar olarak, insanların her tarafına ulaşamayacakları şekilde etrafını geniş yaratmasıdırÖmürleri uzun olsa ve devamlı seyahat etseler bile yine de her tarafına ulaşamazlar.

Göğü sağlam yaptık, biz genişleticiyizYeri biz döşedik. (Biz) ne güzel döşeyiciyiz! (Zariyat/47-48)

O size yeri boyun eğer yaptıHaydi onun omuzlarında yürüyün ve Allah'ın rızkından yeyin! (Mülk/15)

(Allah) ki yeryüzünü sizin için döşek, göğü de bina yaptı. (Bakara/22)

Allahü teâlâ aziz kitabında yeryüzünden çok bahsetmiştir ki arzın acaiplikleri hakkında İnsan oğlu düşünsünBu bakımdan arzın üstü dirilerin, içi ise ölülerin yeridir!

Arzı toplanma yeri yapmadık mı diriler ve ölüler için?! (Mürselât/25-26)

Yer ölüyken ona dikkatle bak! Onun üzerine su indirildiğinde canlanır, gelişir ve yeşerirAcaip bitkiler bitirirÇeşitli hayvanlar ondan çıkar. Sonra yerin etraflarını kocaman dağlarla nasıl sağlamlaştırdığına dikkat et! Suları dağların altında nasıl depo etti? Pınarları fışkırtıp yeryüzünde ırmakları nasıl akıttı? Kupkuru taştan ve bulanık topraktan ince, tatlı ve tertemiz suyu nasıl çıkardı? O su ile her şeyi nasıl meydana getirdi? Onunla ağaçve bitkilerin çeşitlerini, buğday, üzüm, yonca, zeytin, hurma, nar ve sayılmayacak kadar çok meyveleri nasıl çıkardı? Bu meyvelerin hepsi değişik şekilli, değişik renkli, değişik tad, sıfat ve kokuludurlarBazıları yemek hususunda diğerinden üstündürOysa hepsi bir su ile sulanmakta, bir yerden çıkmaktadır.

Eğer 'Meyvelerin değişikliği, tohum ve köklerinin değişikliğine dayanmaktadır' dersen, bu takdirde sorarız, acaba hurma çekirdeğinde hurma salkımlarını gerdanlık gibi boynuna takan bir hurma ağacı ne zaman vardı? Acaba bir tek buğday tanesinde ne zaman her birinde yüz tane olan yedi başak mevcut olabilir?

Sonra çöllere bak! Üst ve altlarını tedkik et! Onları birbirine benzer toprak olarak görürsünNe zaman ki su onların üzerine inerse gelişirHer güzel çiftten çeşitli renklerde, birbirine benzer benzemez bitkiler çıkarırO bitkilerin her birinin tadı, kokusu, renk ve şekli öbürüne muhaliftirBitkilerin çokluğuna, türlerinin çeşitli oluşuna ve şekillerine (dikkatle) bak! Sonra bitkilerin değişikliğine, faydalarının çokluğuna dikkat etDikkat et ki Allah, garip ve faydalı ilâçları nasıl bitkilere emanet etmiştirİşte şu bitki gıda, öbürü kuvvet verirŞu bitki diriltir, başka bir bitki öldürürBiri soğutur, biri hararet verirŞu bitki mideye girerse safrayı damarların derinliğinden söker, şu bitki safraya inkılâb ederÖbür bitki balgamı, sevda denilen maddeyi sökerŞu bitki yenildiğinde bu iki maddeye inkılâb ederFilan bitki kanı tasfiye ederFilanın kanı olurŞu bitki neşe verir, öbür bitki uyuturBu bitki kuvvet verirBiri zâfiyet verir.

Kısacası, yerden biten hiçbir yaprak ve hiçbir saman çöpü yoktur ki onda beşerin birçok faydası bulunmasın! Öyle ki beşerin takatinde o faydaların künhüne vâkıf olmak gücü yokturBu bitkilerin her birinin yetişmesi özel bir çalışmaya muhtaçtırMesela hurma aşılanır, üzüm bağı budanır; ekin yabani ve zararlı otlardan ayıklanırO bitkilerin bir kısmının bitmesi tohumu yere ekmek suretiyle olurBazısı fidanları yere dikmekle, bazısı ağacı aşılamakla! Eğer bitki cinslerinin değişikliğini, çeşitlerini, faydalarını, hallerini ve acaipliklerini anlatmak istesek, birçok gün, bunun vasfını yapmakla tükenirBu bakımdan her cinsten seni tefekkür yoluna sevkedecek kadar zikretmek yeterlidirİşte bu söylediklerimiz bitkilerin acaiplikleridir.

Allahü teâlâ'nın ayetlerinden biri de dağların altına yerleştirilmiş cevherler ve yerden elde edilen madenlerdirYerde komşu birbirine değişik kıtalar vardırÖyleyse dağlara dikkatle bak! Onlardan kıymetli cevherleri, altın, gümüş, firûze, inci ve benzerlerini nasıl çıkartmıştır? Bazıları altın, gümüş, bakır, kalay ve demir gibi, çekiçler altında istenilen şekle sokulurBazıları da firûz ve inci gibi dövmeyi kabul etmezAllah'ın insanları bu madenleri çıkarmaya, temizlemeye, onlardan kablar, aletler, paralar ve süs eşyaları yapmaya nasıl hidayet ettiğine dikkat et!

Sonra petrol, kükürt, katran ve benzerleri gibi, yerden çıkan (sıvı) madenlere dikkatle bak! Onların en azı tuzdurİnsan tuza yemeği daha leziz hâle getirmek için muhtaç olurEğer bir memleket tuzsuz kalırsa, o memlekete süratle felâket gelir!! Bu bakımdan Allah'ın rahmetini dikkatle izle ki bazı arazileri tabiî olarak nasıl çorak ve tuzlu yaratmıştırOrada yağmurlardan gelen saf sular toplanır ve yakıcı bir tuza dönüşürÖyle ki ondan bir miskal yemek dahi mümkün değildirOnu sadece yemeğe tad vermesi ve dolayısıyla maişeti düzeltmek için yaratmıştır.

Canlı cansız hiçbir şey yoktur ki şu saymış olduğumuz hikmetlerden onda bir veya birkaç tane bulunmasınBu bakımdan Allah hiçbir şeyi boşuna yaratmamış ve her yarattığını ciddi olarak yaratmıştırHer şeyi gerektiği gibi hak olarak gereken vecih üzerine, celâline, kerem ve lütfuna uygun düştüğü şekilde yaratmıştır.

Biz gökleri, yeri ve bunlar arasında bulunanları eğlenmek için yaratmadıkOnları sadece gerçek bir sebeple yarattık. (Duhân/38-39)

Hayvanları uçan ve yürüyen, yürüyenleri de iki, dört, on ve bir kısım haşaratta görüldüğü gibi yüz ayaklı olarak yaratması, sonra faydalarını, şekillerini ve tabiatlarını yaratması Allah'ın alâmetlerindendir. (Mesela) göklerde uçan kuşlara, evcil ve yabani hayvanlara dikkatle bak! Onlarda öyle acaiplikler görürsün ki o acaiplikleri gördüğünde onları yaratanın azameti, kudreti ve hikmeti hakkında tereddüt ve şüphe kalmaz! Bunları saymak nasıl mümkün olur? Bilakis biz sivrisineğin veya karıncanın veya arının veya evini yapmak, gıdasını derlemek, eşine ülfiyet vermek, nefsi için azıklanmak ve evinin şeklini yapmak maharetinde ve ihtiyaçlarını elde etmek hususundaki hidayetinde hayvanların küçüklerinden olan örümceğin acaipliklerini belirtmek istersek buna gücümüz yetmezÖrümceğin evini bir nehir kıyısında yaptığını görürsünÖnce dokuduğu iple iki tarafa varmak imkânını elde etmek için aralarında bir zirâ veya daha az bir mesafe bulunan birbirine yakın iki yer arar. Sonra ipi olan tükrüğünü yapışması için bir tarafın üzerine atar. Sonra öbür tarafa geçerİpin öbür tarafını sağlamlaştırırBöylece iki üç defa gidip gelirİplerin arasındaki uzaklığı geometrik bir uygunlukla inşa eder. Sonra uzatılan ipin düğümlerini sağlamlaştırdığında ve ipleri dizdiğinde, bu sefer, duvar yerine geçen ipleri dizmekle meşgul olurDuvarı temel üzerine koyarBir kısmını diğerine eklerDuvar mesabesindeki ipin temel mesabesindeki iple temas ettiği noktayı sağlamlaştırır.

Bütün bunlarda geometrik bir uygunluk gözetirİçine sivrisinek ve karasineğin düşeceği bir ağ yapar ve bir köşede oturup avının ağa düşmesini beklerAv ağa düştüğünde acelece onu tutup yerEğer avlanmaktan aciz kalırsa, böylece bir duvarda kendi nefsi için bir zaviye ararZaviyenin iki tarafı arasında ip ile birleştirme yapar. Sonra kendisini başka bir iple oraya asarBaşı aşağıya inik olarak havada uçan bir sineği beklerSinek uçtuğunda kendisini ona ok gibi atarOnu tutup ipini onun ayağına dolarKuvvetlice bağlar ve yer.

Küçük ve büyük hiçbir hayvan yoktur ki onda sayılmayacak kadar acaiplikler bulunmasın! Acaba o hayvan, bu sanatı kendiliğinden öğrendiğini veya kendi kendisini meydana getirdiğini veyahut onu bir insanın yaptığını ve ona bu sanatı öğrettiğini veya onu hidayet edip öğreten hiçbir kuvvetin olmadığını mı zannediyorsun? Acaba basiret sahibi bir kimse örümcek denilen hayvanın miskin, zayıf ve aciz olduğundan şüphe eder mi? Hatta cüssesi büyük, kuvvetli görünen fil bile kendi işini idare etmekten acizdirBu zayıf hayvan nasıl aciz olmayacaktır? Acaba bu hayvan şekliyle, suretiyle, hareketiyle, hidayet oluşuyla, sanatındaki acaipliklerle, hikmet sahibi bir yaratanın, âlim ve kâdir bir yaradanın olduğuna şahidlik etmez mi? Basiret sahibi şu küçücük hayvanda, tedbir edici yaratanın azametinden, celâl, kudret ve hikmetinin kemâlinden öyle bir şey görür ki onun hakkında akıl sahipleri şaşakalırlarAcaba diğer hayvanlarda neler vardır?

Bu da sayılmayacak kadar çokturÇünkü hayvanların şekilleri, huyları ve tabiatları sayılı değildirKalplerin hayvanlara hayret etmemesi, onları görmektendirEvet! İnsan oğlu garip bir hayvan velev ki bir böcek olsa dahi görse, hayretini mucib olur ve "Sübhânallah! Bu ne acaip bir şeydir' derOysa insan hayvanların en acaibidirBuna rağmen kendi nefsine hayret etmezİnsan oğlu alıştığı hayvanlara, o hayvanların şekil ve suretlerine dikkatle baksa, sonra dönüp onlardan sağlanan deri, yün ve kıllar gibi faydalara baksa, öyle faydalar ki Allah onları mahlûkları için elbise, göç etme ve yerleşmelerinde çadır olarak yaratmıştırİçecek ve gıda maddelerini yerleştirmek için kaplarını ve ayaklarını koruyucu pabuçlarını onlardan yaratmıştırO hayvanların sütlerini, etlerini insanlara gıda kılmıştır. Sonra onların bir kısmını binmek için süs yapmış, bir kısmını da yükleri taşıyıp uzak çölleri katetmek için yaratmıştır.

Evet, insan bunlara baksa, bunların yaradanının hikmetine çokça hayret ederÇünkü o yaratan bunların bütün faydalarını derleyici ve bunların yaratılışından daha önce mevcut olan bir ilimle bunları yaratmıştırBütün işler düşünmeksizin, herhangi bir vezir veya müsteşardan yardım istemeksizin O'nun ilminde apaçıktırO, ortaktan ve eksiklikten münezzehtirÖyle ise bilen, sezen, hikmet ve kudret sahibi O'durO, yaratmış olduğunun en azı ile âriflerin kalplerinden Tevhîdi hakkındaki şehadetin doğruluğunu çıkarttı! Bu bakımdan halk için, O'nun kahrına ve kudretine baş eğmek, O'nun rabliğini kabul etmek, O'nun celâl ve azametinin marifetinden aciz olduğunu ikrâr etmekten başka bir çıkar yol yoktur! Bu bakımdan hiç kimse O'na gereği gibi, O'nun kendi nefsini övdüğü gibi O'nu övemezBizim marifetimizin en son noktası O'nun marifetinden aciz kaldığımızı itiraf etmektirBu bakımdan Allahü teâlâ'dan minnet ve şefkatiyle bizi hidayetle şereflendirmesini talep ederiz!

O'nun yüce kudretine delâlet eden ayetlerinden biri de yeryüzü kaplayan büyük okyanus'un bir parçası olan ve yerin kıtalarını içine alan engin denizlerdirHatta karalar, denizlere nisbeten kocaman bir denizin içindeki küçücük bir ada gibidirler.

Yeryüzünün diğer bir kısmı ise su ile kaplıdır.

Nitekim Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

Yeryüzü bir (ağılın veya ahırın) yeryüzündeki yeri kadardır12

Bu bakımdan bir ağılı (ahırı) bütün kürre-i arza nisbet et (ve ne kadarcık olduğunu anla!) Yeryüzü, denize nisbeten bir ağıl kadardırOysa sen yeryüzünün acaipliklerini ve onda bulunanları müşahede ettinŞimdi denizin acaipliklerini düşün! Zira denizin genişliği yerin genişliğinin birkaç misli olduğu gibi, orada bulunan hayvan ve cevherlerin acaiplikleri de yeryüzünde gördüğün acaipliklerden kat kat daha fazladır.

Deniz o kadar büyüktür ki onun içinde bulunan büyük hayvanların sırtları denizin dışında göründüğünde görünen hayvanlar birer ada zannedilirGemi yolcuları onun üzerine inerlerBazı kereler o hayvanlar üstlerinde yakılan ateşleri hisseder, harekete geçer ve böylece onun sırtına inen insanlar onun hayvan olduğunu anlarlarKara hayvanlarından gerek at, gerek kuş, gerek sığır, gerek insan olsun, mutlaka denizde onların benzerleri ve birkaç katı mevcutturDenizde öyle cins hayvanlar vardır ki karada onların benzerleri bilinmemektedirDeniz hayvanlarının sıfatları birkaç cilt kitapta zikredilmiştirDeniz seyahatlerini ve acaipliklerini derlemekle meşgul olan kimseler bu konularda birçok kitaplar telif etmişlerdir.

Sonra Allahü teâlâ'nın inciyi nasıl yaratıp su altında kabuğunda onu muhafaza ettiğine dikkat et! Allah'ın mercanı su altında, sağır taşlarda nasıl bitirdiğine dikkat et! Oysa mercan, ağaç şeklinde bir bitkidir, taşta biter. Sonra denizden çıkarılan çeşitli nefis şeyleri düşün!

Sonra gemilerin acaipliklerine dikkat et! Allah onları su üzerinde nasıl tutmuş, insanlara gemilerde seyretmeyi nasıl müyesser kılmıştır? Yüklerini başka yerlere götürmek için gemileri onlara nasıl müsahhar kılmış, sonra gemileri yürütmek için rüzgârları nasıl salıvermiş, sonra gemicilere rüzgârların esinti istikametlerini, vakitlerini ve varacakları noktaları nasıl bildirmiştir? KısacasıAllahü teâlâ'nın denizdeki sanatının acaiplikleri birkaç cilt kitaba sığmaz.

Bütün bundan daha acaip olan şey, su damlasının keyfiyetidirSu, ince, lâtif, seyyal, ıslatıcı ve parçaları birbirine bitişik bir cisimdirSanki bir şeydirTerkibi ince, sanki bitişik değilmiş gibi parçalanmayı gayet süratle kabul ederTasarrufa müsahhar kılınmış, ayrılma ve bitişmeye kabiliyetlidirYeryüzünde bulunan hayvan bitki her şeyin hayatı ona bağlıdırEğer kul, su içmeye muhtaç olur da ondan menedilirse, eğer yeryüzünün bütün hazineleri malı olsa, suyu elde etmek için, tereddütsüz feda eder. Sonra insan suyu içtiğinde dışarı çıkarmaktan menedilirse yine yeryüzünün bütün hazinelerini ve bütün dünya mülkünü sarfetmekte tereddüt etmezÂdem oğluna hayret etmek gerek! Nasıl dinar, dirhem, ve cevherleri gözünde büyütür de Allahü teâlâ'nın bir yudum sudaki nimetinden gâfil kalır! Oysa o bir yudum suyun içilmesine veya dışarı atılmasına muhtaç olduğunda bütün dünyayı o yolda verir! Sular; nehirler, kuyular ve denizlerin acaiplikleri hakkında derin derin düşün! Bu hususlarda tefekkür için geniş bir alan ve imkân vardır.

Bütün bunlar belirgin deliller ve birbirini takviye eden burhanlar, hâl diliyle konuşup kendilerini yoktan varedenin celâlini izah eden, kendileri hakkındaki kemâl-i hikmetini belirten hüccetlerdirBu hüccetler basiret sahiplerini nağmeleriyle çağırarak her akıl sahibine şöyle haykırmaktadır: 'Beni görmez misin? Suretimi, terkibimi, sıfatımı, faydalarımı, hallerimin değişikliğini, faydalarımın çokluğunu görmez misin? Ben kendiliğimden böyle olduğumu veya cinsimden olan birinin beni yarattığını mı zannediyorsun? Üç harften yazılı bir kelimeye bakıp bu kelimenin âlim, kudretli, iradeli ve konuşkan bir insanın sanatı olduğuna inanmaktan utanmıyor musun?' Sonra yeryüzünün sahifeleri üzerinde ilâhî hatların yazılmış acaipliklerine bakar ki bu acaiplikler, zatı ve hareketi gözlerle görülmeyen ve yazı yeriyle birleşmesi bulunmayan ilâhî kalemle yazılmıştırKalp o hatların yaratıcısının celâlinden ayrılır.

(insanî) damla sağırlara değil, kulak ve kalp sahiplerine şöyle haykırıyor: Beni iç organların karanlığında, hayız kanına gömülmüş sanıyorsun! O vakit yüzümün üzerinde hatlar ve suret belirir ve ezelî nakkaş gözbebeğimi, kirpiklerimi, alnımı, yanak ve dudağımı nakşederBu bakımdan kaşlarımın tedricî olarak, kavisli bir duruma geldiğini görürsün.

Oysa nutfenin içinde ve dışında nakşeden birini göremezsinRahme gireni veya rahimden çıkanı müşahede etmezsin! Bundan ne annenin, ne babanın, ne meni damlasının ve ne de anne rahminin haberi vardırAcaba bu nakkaş, kalem ile hayret verici bir sureti çizen ressamdan daha hayret verici değil midir?! Eğer bir veya iki defa (dikkatle) buna bakarsan muhakkak anlarsın! Acaba nutfenin zâhirini, bâtınını ve bütün cüzlerini nutfe ile herhangi bir teması olmadığı halde kapsayan, dahil ve hariçten herhangi bir ittisali olmayan, suretlendirme ve nakıştan ibaret olan bu cinsi öğrenmeye gücün yetmez mi? Eğer bu acaipliklere hayret etmiyorsan ve bu sureti veren, bu nakışın nakkaşı ve bu takdirin sahibi olan zatın nakış ve sanatına hiçbir nakış ve sanatın müsavi olmadığı gibi kendisinin de benzeri olmadığını, hiçbir nakkaş ve suret vericinin ona eşit ve müsavi bulunmadığını, iki fail arasındaki mübayenet ve uzaklığın, iki fiilin arasındaki uzaklık oranında olduğunu anlayıp hayret etmiyorsan, hiç olmazsa hayret etmediğine hayret et! Çünkü buna rağmen hayret etmeyişin, her hayret verici şeyden daha hayret vericidir; zira bu açıklığa rağmen basiretini körleten, bu izaha rağmen seni bunları ayırmaktan menedenin durumuna hayret etmen gerekirBu bakımdan hidayet eden ve saptıran, delâlete ve inkâra götüren, şakî ve saîd yapan, dostlarının basiretlerini açıp âlemin bütün zerre ve parçalarında kendisini müşahede etmeye muvaffak kılan, düşmanlarının kalplerini körletip izzet ve yüceliği ile onlardan cemâlini perdeleyen Allah ortaktan münezzehtirYaratmak, emir, minnet etmek, lütûfta bulunmak, kahretmek O'na mahsusturO'nun hükmünü geriye çeviren olmadığı gibi, kaza ve kaderini geciktiren de yoktur.

O'nun kudretine delâlet eden ayetlerinden biri de yeryüzünün elips oluşu ve göğün derinliği arasında hapsedilen lâtif bir havadırRüzgârlar estiğinde ne dokunmak suretiyle cismi ve ne de bakmak suretiyle şahsı görülmeyen hava! Havanın tamamı, tek deniz gibidir.

Kuşlar gök boşluğunda halka tutmuş, kanatlarını yapıştırmış, deniz hayvanlarının suda yüzmesi gibi kanatlarıyla orada yüzmektedirlerDeniz dalgalarının coştuğu gibi, rüzgâr estiğinde hava dalgalanmakta ve etraf sallanmaktadırAllahü teâlâ havayı hareketlendirdiğinde ve onu şiddetle esen bir rüzgâr kıldığında, eğer dilerse, onu rahmetinin önünde gönderilen bir müjdeci yapar.

Rüzgârları aşılayıcı olarak gönderdik de gökten su indirdik, böylece sizi suladık. (Hicr/22)

Onun hareketiyle havanın ruhu hayvan ve bitkilere yetişirOnlar da gelişirlerEğer dilerse o esen rüzgârı, mahlukâtın günahkârlarına azap kılar.

Nitekim şöyle buyurmuştur:

Biz onların üstüne uğursuz mu uğursuz bir günde uğultulu bir kasırga saldıkİnsanları sanki köklerinden sökülmüş hurma kütükleri imişler gibi koparıp deviriyordu. (Kamer/19-20)

Sonra havanın letafetine, şiddetine ve suda tazyik yaptıkça kuvvetine bak! Üfürülmüş tulumun üzerine kuvvetli kişi var kuvvetiyle, onu suya daldırmak için basar, fakat onu suya batırmaktan aciz kalırOysa katı demiri suyun üzerine koysan derhal batarHavanın, letafetine rağmen, kuvvetiyle nasıl suya dalmaktan korunduğuna dikkat et! Bu hikmete binanen Allahü teâlâ, su üzerinde gemileri durdurmuştur.

Böylece içi boş ve içinde hava bulunan şeyler suya batmazÇünkü hava onu batmaktan menederGeminin ise, iç sathından hava ayrılmazBu bakımdan ağır gemi, kuvvet ve katılığına rağmen, tıpkı kuyuya yuvarlanmaktan menedici ve kuvvetli bir kişinin eteğine asılan bir kimse gibi latif hava ile asılı kalırGemi, iç boşluğundan ötürü kuvvetli havanın eteklerine sarılır, yatmaktan ve batmaktan korunurÖyle ise ağır gemiyi latif gözle görülen bir ip ve bağlanan bir düğüm olmaksızın havada tutan Allah eksikliklerden münezzehtir.

Sonra hava boşluğunun acaipliklerine, orada beliren bulutlara, işitilen gürültülere, şimşeklere, yağmurlara, karlara, yıldızlardan kopan ateş parçalarına ve yıldırımlara bak! Bunlar gök ile yer arasındaki acaipliklerdir.

Kur'ân bunların cümlesine şu ayetiyle işaret etmiştir:

Biz gökleri, yeri ve ikisi arasında bulunanları eğlenmek için yaratmadık! (Duhân/38)

İşte gökler ile yer arasında olan bu havadırKur'ân bunun tafsiline, çeşitli yerlerde işaret ederek şöyle buyurmuştur:

O arzda her türlü canlıyı yaymasında, rüzgârları ve yer ile gök arasında emre hazır bekleyen bulutları evirip çevirmesinde elbette düşünen bir topluluk için deliller vardır. (Bakara/164)

Nitekim gökgürültüsünü, şimşeği, bulutu, yağmuru her ele alışında bunun tafsilatına işaret etmiştir! Eğer bu cümleden nasibin yoksa, sadece yağmuru görüyor, gürültüyü işitiyorsan, bu durumda hayvan da seninle ortaktırÖyle ise, hayvanlar âleminin düşüklüğünden en yüce âleme yüksel! Gözlerinle onların zâhirini idrâk etmiş oldunO halde, zâhir gözünü kapat, bâtınî basiretinle bak ki onların acaibini ve sırlarının garibini görebilesinBu da hakkında tefekkürün uzadığı bir bahistirBunu teker teker saymak mümkün değildir.

Kapkaranlık ve kesif bulutu düşün! Bulutlar saf saf bir boşlukta toplanırAllah dilediği zamanda onu yaratırO bulut, yumuşaklığına rağmen, ağır suyu taşıyıp, Allahü teâlâ ona suyu indirmek, yağmur tanelerini irade ettiği miktarda yağdırmak ve istediği şekilde göndermek iznini verinceye kadar göğün boşluğunda dururAllah ona izin verince suyu yeryüzüne serperOnu ayrı damlalar halinde gönderir ki damlaların biri diğerine yetişmez.

Biri diğeriyle birleşmezHer damla, kendisi için çizilmiş yoldan gelir ve o yoldan ayrılmazNe gecikir, ne de arkadan gelen acele eder, yere tane tane düşerEğer geçmiş ve gelecekler bir damla su yaratmak hususunda veya bir memlekete, bir köye inen yağmur damlalarının sayısını bilmek hususunda birleşseler, cinler ve insanlar bunun hesabını yapmaktan aciz kalırlar.

Bu bakımdan o damlaların adedini ancak onları icad eden Allah bilir. Sonra onların her damlası yeryüzünün bir yerine ve kürre-i arzda bulunan kuş, vahşi hayvan, haşereler ve yürüyen canlılar için tayin edilmiştirO damla üzerine ilâhî zâhirî gözle idrâk edilmeyenbir hat (yazı ile) 'Filan dağın filan yerinde bulunan falanca böceğin rızkıdırBu su filan zamanda o böcek susadığında ona yetişecektir' yazılmıştır.

Bununla beraber latif sudan kaskatı dondurulmuş doluda ve atılmış pamuk gibi yağan kar tanelerinde sayılmayacak kadar acaiplikler mevcuttur.

Bütün bunlar Kâdir ve Cebbâr olan Allah'ın fazlı, kâhir ve yaratan'ın kahrıdırYaratılmışlardan hiçbirinin burada dahli yokturAksine O'nun mahlûkuna O'nun celâl ve azameti altında baş eğip zillet göstermekten başka birşey düşmezİnkârcı körler ise bunun keyfiyetini bilmemekten ve sebep ile illetini zikretmekten dolayı zanlarının oklarını atmaktan başka birşey yapamazlarBu bakımdan mağrur cahil der ki: 'Su, tabiatiyle ağır olduğundan aşağı iniyor! Suyun iniş sebebi ancak budur!'

Cahil, bu bilginin sadece kendisine ait olduğunu zanneder ve bu bilgiyle sevinirOysa eğer kendisine 'Tabiatın mânâsı nedir? Tabiatı yaratan kimdir? Suyun tabiatını ağır olarak yaratan kimdir? Ağacın diplerine dökülen suyu ağır olmasına rağmen inceltip oradan en üst dallara çıkartan kimdir? Su nasıl önce alta sızdı, sonra damarların boşluklarından, yavaş yavaş, üste yükseldi?' diye sorsak ne diyecek? Öyle ki su yaprakların bütün taraflarına yayılır, fakat görülmezAncak her yaprağın her cüzü ondan gıdalanırSu, o yapraklara küçücük ve kılcal damarların boşluklarından girerYaprağın aslı olan damar, ondan kana kana içer. Sonra o büyük ve yaprağın uzunluğunda yayılmış damardan küçücük damarlar yayılırSanki büyük damar bir nehir gibidir, ondan yayılan küçük isale boruları ayrılır.

Büyük damar bir nehir gibidir, ondan yayılan küçük damarlar ise, arklar gibidir. Sonra o arklardan onlardan daha küçük isale boruları ayrılır. Sonra onlardan da örümcek ağına benzer ince ve gözün görmediği ipler (damarlar) yaprağın bütün yassılığına yayılır.

Dolayısıyla gıdalandırmak, geliştirmek, sulandırmak, tazeliği ve yeşilliği muhafaza etmek için su o damarlardan yaprağın diğer parçalarına ve meyvelerin diğer cüzlerine ulaşırEğer (tabiatçının dediği gibi) su, tabiatıyla daima aşağıya doğru hareket ediyorsa, acaba nasıl yukarıya çıkıyor? Eğer bu çıkış, bir çekenin çekmesiyle oluyorsa acaba onu teshîr eden kimdir? Eğer sonunda göklerin ve yerin yaratanına mülk (dünya) ve melekût (âhiret) cebbârına dayanır ve varırsa acaba başlangıçta neden ona havale edilmiyor? Bu bakımdan cahilin en son varacağı nokta, akıllının başlangıç noktasıdır.

O'nun (büyük kudretinin) ayetlerinden biri de göklerin, yerin ve göklerde bulunan yıldızların melekûtudurBu, emrin tamamıdırO halde kim herşeyi idrâk edip, göklerin acaiplerini elinden kaçırırsa, herşey onun elinden kaçmış demektirYer, denizler, haya, göklerden başka her cisim, göklere oranla, denizde bir damla, hatta bir damladan daha küçüktür. Sonra dikkat et ki Allahü teâlâ göklerin ve yıldızların durumunu Kur'ân'da nasıl büyütmüştür? Kur'ân'ın hiçbir sûresi yoktur ki çeşitli ayetlerinde bu husustan söz edilmesinBunlara yapılan nice yeminler vardır; Kur'ân'daki şu ayetler gibi:

Burçlara sahip göğe andolsun! (Burûc/1)

Göğe ve târıka andolsun! (Târık/1)

(Çeşitli) yolları bulunan göğe andolsun ki! (Zâriyat/7)

Göğe ve onu bina edene kasem olsun! (Şems/5)

Güneşe ve onun aydınlığına, ona tâbi olduğu zaman ay'a andolsun! (Şems/1-2)

Yoo, yemin ederim o geri kalıp gizlenenlere, geri dönüp (ışık) verenlere! (Tekvîr/15)

İnmekte olan yıldıza andolsun ki! (Necm/l)

Yoo, yıldızların yerlerine yemin ederim! Eğer bilirseniz, bu büyük bir yemindir. (Vâkıa/75-76)

Böylece anlaşıldı ki necis bir damlanın acaipliklerinin marifetinden geçmiş ve gelecekler aciz kalmıştırAllah'ın kendileriyle yemin ettikleri şeylerin marifetinden de aciz kalmışlardırAllah'ın kendisiyle yemin ettiği şeylere rızıkları havale ve izafe etmesi hakkında ne zannediyorsun?

Semada rızkınız da var, uyarıldığınız (azap) da var. (Zâriyat/22)

Bu hususta düşünenleri överek şöyle buyurmuştur:

Onlar ayakta iken, otururken ve yatarken Allah'ı anarlarGöklerin ve yerin yaratılışı hakkında düşünürler! (Âl-i İmrân/191)

Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) bu ayetle ilgili olarak şöyle demiştir:

Bu âyeti okuyup sonra bıyığını bükene (aldırmayana) azap olsun!13

Allahü teâlâ, bunlardan yüz çevirenleri kötüleyerek şöyle buyurmuştur:

Göğü (düşmekten) korunmuş bir tavan yaptıkOnlarsa hâlâ O'nun ayetlerinden yüz çeviriyorlar. (Enbiyâ/32)

Acaba bütün deniz ve yerlerin göklere nisbeti ne olabilir? Oysa onlar yakında değişirlerGökler ise sağlam, kuvvetli ve kıyâmete kadar değişmekten korunmuştur.

Onun için Allahü teâlâ göklere 'korunmuş' diye ad vererek şöyle buyurmuştur:

Göğü korunmuş bir tavan yaptık. (Enbiya/32)

Üstünüze yedi sağlam (gök) bina ettik. (Nebe/12)

Yaratılışca siz mi daha çetinsiniz, yoksa gök mü? (Allah) onu yaptıKalınlığını (tavanını) yükseltti, onu düzenledi. (Naziat/27-28)

İzzet ve ceberrût'un acaipliklerini görmen için melekûta dikkatle bak! Zannetme ki melekûta bakışının mânâsı gözünü oraya uzatman ve dolayısıyla göğün maviliğini, yıldızların ışık ve ayrılığını görmendirÇünkü hayvanlar da bu bakışta seninle ortaktır.

Eğer böyle bir bakış kastedilseydi Allahü teâlâ şu sözü ile Hazret-i İbrahim'i övmezdi:

Böylece biz İbrahim'e göklerin ve yerin melekûtunu gösteriyorduk ki kesin inananlardan olsun! (En'âm/75)

Kur'ân, göz ile idrâk edilen şeyleri Mülk ve Şehadet tâbiriyle ifade ediyorGözün görmediği şeyleri ise Gayb ve Melekût'la ifade ediyorAllahü teâlâ gayb ve şehadetin âlimidirMülk ve melekûtun cebbârıdırHiç kimse O'nun ilminden, dileğinden başka birşeyi ihâta edemezO, gaybın âlimidirRazı olduğu peygamberden başka hiç kimseyi gaybına muttali kılmaz. (Bunlar Kur'ân'ın hükümleridir) .

Ey akıllı insan! Tefekkürünü melekûtta gezdirBöylece göklerin kapısının senin için açılması ümit edilirDolayısıyla kalben göklerin etrafında, kalbinle arşın huzurunda duruncaya kadar devam et! İşte o zaman Hazret-i Ömer'in rütbesine ulaşman ümit edilir; zira o şöyle demiştir: 'Kalbim rabbimi gördü!'

En uzağa varmak ancak en yakını geçtikten sonra mümkündürSana en yakın olan şey nefsindir. Sonra merkezin olan kürre-i arzdır. Sonra seni kapsayan havadır. Sonra bitki hayvan ve yeryüzündeki şeylerdir. Sonra fezanın acaiplikleridirO da gök ile semanın arasındaki şeylerdir. Sonra yıldızlarıyla beraber yedi göktür. Sonra kürsî sonra arş, sonra arş'ın hameleleri ve göklerin idarecileri olan meleklerdir. Sonra ondan arş, kürsî, gök, yer ve aralarındakinin sahibi olana bakmaya geçersin! Bu bakımdan seninle bunlar arasında büyük sahralar, uzun mesafeler, yüce ve geçilmesi zor geçitler vardırOysa sen daha diğerlerine nisbeten düşük ve yakın olan geçidi bile geçmiş değilsinO da nefsini bilmendirNefsini bilmediğin halde rabbinin marifetini iddia ederek 'Rabbimi tanıdımKullarını tanıdımO halde neyin hakkında düşüneyim? Neye bakayım?' diyorsun.

Şimdi başını kaldır göğe bakGöğe, onun yıldızlarına, onların deveranına, doğuşuna, batışına, güneşine ve ayına bakDoğuşların ve batışların değişik oluşuna, seyrinden herhangi bir değişiklik ve hareketinde herhangi bir gevşeme olmaksızın, daima hareket edişine bak! Bütün bunlar mukadder bir hesaba göre tertip edilmiş konaklarda cereyan ederlerAllahü teâlâ onları, Kitab'ı dürmek gibi, duruncaya kadar ne arttırır, ne de eksiltirYıldızların çokluğunu ve renklerinin değişikliğini düşün! Bunların bir kısmı kırmızılığa, bir kısmı da beyazlığa meyleder! Bir kısmı kurşunî renge kaymaktadır. Sonra şekillerinin değişikliğine bak! Bazıları akrep, bazıları koç, bazıları öküz, bazısı aslan, bazısı insan suretindedirYeryüzünde hiçbir suret yoktur ki onun misali gökte bulunmasın. Sonra güneşin bir senelik müddeti içinde feleğin etrafında dönüşüne bak! Sonra o güneş hergün doğar ve Allahü teâlâ'nın kendisi için müsahhar kıldığı başka bir seyir ile batarEğer onun doğuş ve batışı olmasaydı gece ile gündüz oluşmaz ve zamanlar bilinmezdi.

Kainatı devamlı olarak ya karanlık veya aydınlık kaplardıDolayısıyla çalışma vakti, istirahat vaktinden ayırd edilemezdiAllahü teâlâ'nın, geceyi nasıl örtü, uykuyu istirahat, gündüzü geçim vasıtası kıldığına dikkat et! Allahü teâlâ'nın geceyi gündüze, gündüzü geceye idhâl etmesine ve onların üzerine özel bir tertipte fazlalık ve eksikliği sokmasına dikkat et! Güneşin seyrini göğün ortasından kaydırmasına bak! Öyle ki güneşin kayışı sebebiyle, yaz, kış, bahar ve güz mevsimleri meydana geldi.

Bu bakımdan güneş, göğün ortasındaki yolundan birazcık inse hava soğur, kış meydana gelirGöğün ortasında bulunduğunda hararet şiddetlenirİkisinin arasında olduğunda mevsim normale dönerGöklerin acaibinin cüzlerinden birinin binde birini saymaya dahi imkan yokturBu ancak tefekkür yolu için bir uyarmadırKısacası, yıldızlardan hiçbiri yoktur ki yaratılışında, miktarında, şeklinde, renginde, göğe konmasında, göğün ortasına yakın ve uzak oluşunda, yanındaki yıldızlara yakınlık ve uzaklığında Allahü teâlâ'nın birçok hikmeti olmasın!

Bedenin azalarını da bunlara kıyas et! Zira hiçbir cüz yoktur ki onda bir veya birkaç hikmet bulunmasınFakat göğün işi daha büyüktürHatta yer âlemi ile gök âlemi arasında nisbet yokturNe cisminin büyüklüğünde, ne de mânâlarının çokluğunda nisbet vardırMânâların çokluğundaki ve aralarındaki farklılığı, yerin büyüklüğündeki ve aralarındaki farklılığa kıyas et! Zira yerin büyüklüğünü ve etrafının genişliğini ve hiçbir insanın onun etraflarını dolaşmaya gücünün yetmediğini bilirsinOysa düşünürler ittifak etmişlerdir ki güneş, yüz altmış küsür defa yeryüzünden büyüktürHaberlerde de güneşin büyüklüğüne delâlet eden mânâlar vardır14

Sonra gözünle gördüğün yıldızların en küçüğü dünyadan sekiz kat büyüktürEn büyükleri ise dünyadan yaklaşık olarak yüzyirmi kat daha büyüktürİşte bununla yıldızların yüksekliği ve uzaklığı anlaşıldı; zira uzaklığından dolayı küçük görünmektedirler.

Bunun için Allahü teâlâ onların uzaklığına işaret ederek şöyle buyurmuştur:

Kalınlığını (tavanını) yükseltti, onu düzenledi. (Naziat/28)

Haberlerde vârid olmuştur ki iki göğün arası beşyüz senelik mesafedir15

Madem ki bir yıldız dünyadan birkaç defa daha büyüktürO halde yıldızların çokluğuna, sonra yıldızların toplandığı göğe ve onun azametine bak! Sonra hareketinin süratine bak ki hareket ettiğini bile hissetmemektesin! Nerde kaldı ki süratini hissedesinFakat şüphe etme ki gök, bir anda bir yıldızın enliliği kadar mesafe kateder; zira bir yıldızın ilk parçasının doğuşundan tamamına kadar az bir zaman vardırOysa o yıldız, yüz defa belki daha fazla dünyadan büyüktürBu bakımdan bu azıcık lâhzada, felek yüz defa yeryüzü kadar hareket etmiştirİşte böylece, daimî olarak deveran etmektedirOysa sen bundan gafilsin!. .

Cebrâîl'in (aleyhisselâm) onun hareketinin süratini nasıl ifade ettiğine dikkat et! Zira Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) Cebrâil'e 'Güneş zâil oldu mu?' dediCebrâil 'Hayır! Evet!' dedi, Bunun üzerine Hazret-i Peygamber 'Sen nasıl hem hayır, hem evet dersin?' dediCebrâil dedi ki: 'Hayır dememle, evet demem arasında güneş beşyüz senelik bir mesafe katetti'.

Bu bakımdan güneşin büyüklüğüne bak! Sonra hareketinin süratine, sonra hakîm ve yaratıcı'nın kudretine bak! Güneşin genişliğine rağmen onu nasıl küçücük gözbebeğine sığdırmıştır? Hatta yerde oturup, gözlerini güneşe doğru açar, kürsünün hepsini görürsün.

Bu bakımdan büyüklüğüne, yıldızların çokluğuna rağmen bu göğe değil, onun yaradanına bak ki onu nasıl yaratmış? Onu gözle görülecek bir direk olmaksızın ve askı bulunmaksızın nasıl durdurmuş? Bütün âlem bir ev gibidir, gök de onun tavanı! Bu bakımdan hayret etmen gerekÇünkü bir zenginin evine girdiğinde o evi boyalarla, altın yaldızlarla süslenmiş görürsünO ev hakkındaki hayretinin sonu gelmezDurmadan onu hatırlar, hayat boyunca onun güzelliğini anlatırsınOysa daima şu büyük eve (kâinata) , onun arzına, tavanına, havasına, mobilyasına, acaipliklerine, hayvanlarının garipliklerine, nakışlarının hayret vericiliğine bakarsın. Sonra bunun hakkında konuşmaz, kalbinle buna iltifat etmezsin! Oysa bu ev, durmadan anlattığın evden daha aşağı değildirOysa o anlattığın ev şu kâinat evinin en kıymetsiz parçası olan yeryüzünün bir parçasıdırBuna rağmen kainat evine bakmazsınOysa bu bakmayışın sebebi; ancak onun rabbinin evi olmasıdırÖyle ev ki rabbin tek başına onu bina ederek tertip etmiştirOysa nefsini, rabbini ve rabbinin evini unutmuş, işkemben ve tenasül uzvunla meşgul olmaktasın! Senin şehvet ve haşmetinden başka bir hedefin yokturBütün isteğin mideni doldurmandırOysa hayvanın yediğinin onda birini yemeğe muktedir değilsin.

Bu duruma göre hayvan senden on derece üstündürSenin haşmetten amacın da insanların sana yönelip huzurunda münafıklık yapıp aleyhindeki pis inançlarını gizlemeleridirEğer onlar, seni sevdiklerinde doğru söylerlerse, ne senin için, ne kendileri için fayda veya zarar vermeye, ölümü defedip hayatı celbetmeye ve kabirden kalkmaya güçleri yetmezBazen memleketinde yahûdî ve hristiyanların zenginlerinden dünyevî mertebesi senin mertebenden daha fazla olanı olurBuna rağmen sen bu gurur ile meşgul olmuş, göklerin ve yerin melekûtunun güzelliğine bakmaktan gâfil olmuşsun.

Sonra melekût ve mülkün sahibinin celâline bakmaktan alınan zevkten gâfil olmuşsunO halde senin ve aklının misâli, karıncanın misâli gibidir ki karınca padişahın, yüksek duvarlı, temelleri kuvvetli, cariye ve gılmanlarla süslenmiş, zahire ve güzel eşyalarla donatılmış köşklerinin birinde yapmış olduğu hücresinden çıkarYuvasından çıkıp arkadaşına rastladığında eğer konuşmaya gücü yetiyorsa yuvasından, gıdasından ve gıdasını nasıl depo ettiğinden başka bir şeyden konuşmazİçinde bulunduğu köşkün ve o köşkte bulunan padişahın haline gelince, o karınca bundan uzak ve bu hususta düşünmekten pek ırak bulunurZaten karınca nefsine, gıdasına ve yuvasına bakmayı bırakıp başka şeyleri düşünmeye güç yetiremezNasıl ki karınca, içinde bulunduğu köşkten, o köşkün taban ve tavanından, duvarlarından ve odalarından gâfil ise, o köşkte duranlardan da gafildin Öyleyse sen de Allah'ın beytinden, göklerin sakinleri olan meleklerinden gafilsinSenin göklerden bildiğin, ancak karıncanın evinin tavanından bildiği kadardırGök meleklerinden, ancak karıncanın senden ve evinin sakinlerinden bildiğini bilmektesin! Evet! Karıncanın seni, köşkünü ve o köşkteki sanatkârın sanatındaki garâibi bilme imkânı yokturSen ise melekût âleminde tefekküren cevelân etmeye ve acaibini bilmeye güç yetirir ve halkın gâfil kaldığı noktalara dalabilirsinBu bakımdan biz bu tarz incelemeden konuşma dizginini çekelimÇünkü bu, sonu gelmez bir meydandırEğer biz, uzun ömürler boyunca, bunu saymaya devam etsek, Allahü teâlâ'nın bir lütûf olarak bize vermiş olduklarının izahına gücümüz yetmez.

Bizim bütün bildiğimiz, âlimler ile velîlerin bildiğine nisbeten az ve kıymetsizdirOnların da bildikleri peygamberlerin (aleyhisselâm) bildiğine nisbeten az ve kıymetsizdirPeygamberlerin de bildiğinin tamamı Hazret-i Peygamber'in bildiğine nisbeten azdırBütün peygamberlerin bildikleri İsrâfil, Cebrâil ve ikisine benzer, mukarreb meleklerin bildiğine nisbeten azdır16

Sonra meleklerin, cinlerin ve insanların bütün ilimleriAllah'ın ilmine izafe edildiğinde ona ilim adını vermeye bile müstehak değildirHatta ona dehşet, hayret, kusur ve acizlik demek daha uygun olurBu bakımdan kullarına bildiklerini öğreten Allah, sonra hepsine hitap ederek şöyle buyurmuştur:

Ve size ilimden pek az birşey verilmiştir. (İsrâ/85)

İşte bunlar, Allah'ın mahlûku hakkında düşünenlerin tefekkürünün cereyan ettiği cümlelerin düğümlerinin mânâsıdırBunların içinde Allah'ın zatı hakkında tefekkür yokturFakat şüphesiz ki mahlûk hakkındaki tefekkürden yaratıcının marifeti, azameti, celâl ve kudreti öğretilirAllah'ın sanatının acaipliğinin marifetini ne kadar fazla elde edersen, O'nun celâl ve azameti hakkındaki marifetin daha fazla tamamlanırNitekim ilmini bildiğinden ötürü bir âlimi tâzim edip, onun telif veya şiirinden garip ve acaip olan şeylere muttali olursan onun hakkındaki bilgin artarOnun güzelliğinden ötürü ona olan hürmetin çoğalırHatta onun kelimelerinden her kelime, onun şiirlerinden her fıkra, senin kalbinde onun derecesini artırırÖyle ki bu onu nefsinde büyütmeyi gerektirirİşte böylece Allah'ın mahlûku, tasnif ve telifi hakkında düşün! Varlıkta her ne var ise, hepsi Allah'ın mahlûkundan ve tasnifindendirBunlar hakkında düşünmenin sonu gelmezAncak her kul için bunlardan rızık olunduğu kadarı vardırBu bakımdan söylediklerimizle yetinip kısa keselimŞükür bahsinde tafsilatlı olarak bahsettiğimizi hatırlatalımÇünkü orada Allah'ın fiiline, bize ihsan ve nimet olması hasebiyle bakmıştıkBu bahiste ise, sadece Allah'ın fiili olması hasebiyle baktıkHakkında düşündüğümüz her şeye tabiatçı bir kimse de bakar ve düşünürTabiatçının bakışı dalâlet ve şekavetinin sebebi olurMuvaffak olan bir kimsenin bakışı ise hidayet ve saadetine sebep olurGökte ve yerde hiçbir zerre yoktur ki Allah onunla dilediği kulunu sapıtmasın ve dilediği kuluna hidayet etmesinBu bakımdan bu şeylere Allah'ın fiil ve sanatı olması itibarıyla bakan bir kimse, bu bakışından Allah'ın celâl ve azametinin marifetini öğrenir ve bununla hidayet olunurÇünkü sebeplerin müsebbibine bağlanmaları bakımından değil, sadece bazısının bazısına tesir etmesi bakımından bunlara bakan bir kimse sapıtır ve helâk olurBu bakımdan sapıklıktan Allah'a sığınır, minnet, kerem, fazilet, cömertlik ve rahmetiyle bizi cahillerin ayaklarının kayışından korumasını dileriz.

Münciyât bölümünün dokuzuncu kitabı Kitab'ul-Fikr de Allah'ın izniyle tamamlanmış bulunuyorHamd bir ve tek olan Allah'a mahsusturSalât ve selâm efendimiz Hazret-i Muhammed'in (aleyhisselâm), onun âlinin ve ashâbının üzerine olsun!

Bu bölümün ardından Kitabu Zikr'il-Mevt ve Mâ Ba'dehu (Ölüm ve Sonrası) adlı son bölüm gelecek ve böylece Allah'ın hamdi ve keremiyle İhyâ-i Ulûm'id-Din adlı eserimiz tamamlanacaktır.

12) Irâkî aslını görmediğini söylemiştir.

13) Deylemî, (Hazret-i Aişe'den)

14) İmâm-ı Ahmed(Abdullah b. Ömer'den)

15) Tirmizî, (hadîs-i garîb olarak)

16) Bu ibare meleklerin peygamberlerden daha üstün olduğunu îma etmektedir. Bu görüş İmâm Gazâlî'nin tasvip ettiği bir görüştür. Ehl-i Sünnet âlimlerinin bu hususta değişik görüşleri vardır. (İthaf 'us-Saade, X/318)