İHYÂ-İ ULÛMİ'D-DÎN | ÜLFET, KARDEŞLİK VE SOHBET

 Giriş

Giriş

Hamd, kullarının seçkinlerini fazilet ve ihsanıyla özel iltifatlarına mazhar kılan Allah'a mahsustur.

O Allah ki, o kullarının kalpleri arasında ülfet meydana getirmiş, onlar da o sayede onun nimetiyle kardeş olmuşlardırOnların kalplerinden kin ve nefreti söküp atmış, böylece onlar dünyada dost ve sırdaş olmuşlardırÂhirette de refik ve dost olacaklardır.

Hazret-i Muhammed Mustafa'ya, âline ve ashâbına salât ve selâm olsun! O ashâb ki, Hazret-i Muhammed'e tâbi olmuş, fiil, adalet ve ihsanda onun yolunu takip etmişlerdir.

Allah için sevmek ve Allah'ın dininde kardeş olmak ibadetle rin en faziletlilerindendirÂdetleri yerine getirmek de, itaat ve iba detlerden istifade edilenin en latif ve zarifidirBu sevişmenin bir takım şartları vardırİnsanoğlu ancak o şartlara riayet ederek sevişir, Allah yolunda birbirlerini sevenlerin zümresine katılırlarYine bu birbirini sevmede birtakım haklar vardırKardeşlik, onları gözetmekle, bulanıklıkların şüphesinden ve şeytanın vesveselerinden kurtulurBu nedenle bu kardeşliğin haklarını yerine getirmekle insanoğlu Allah'a yakınlaşırŞimdi o hakları göreceğiz.

Birinci Bölüm: Dostluğun ve kardeşliğin fazileti, şartları, dere celeri ve faydaları

İkinci Bölüm: Sohbetin hakları, âdâbı, hakikati ve gerekleri

Üçüncü Bölüm: Müslümanın, mahremin, komşunun, mal ve mülkiyetin hakları ve bu kimselerle nasıl muâşeret edileceği

15-1

Ülfet ve Kardeşliğin Fazileti, Şartları, Dereceleri ve

Ülfet ve Kardeşliğin Fazileti

Ülfet güzel ahlâkın meyvesidirAyrılık ise kötü ahlâkın (acı) meyvesidirO halde, güzel ahlâk, sevişme, anlaşma ve birleşmeyi gerektirirKötü ahlâkın bozuşma, itişme ve kakışmayı gerektirdiği gibi. . .

Ne zaman ki, kök güzel ise meyvesi de güzel ve tatlı olurGüzel ahlâkın dindeki fazileti, gizli birşey değildirAllahü teâlâ'ın, rasûlüne övgü olarak gösterdiği ahlâk, güzel ahlâktır.

Gerçekten sen pek büyük bir ahlâk üzerindesin. (Kalem/4)

Hazret-i Peygamber şöyle demiştir:

İnsanların cennete girmelerine en fazla yardım eden şey, takvâ ve güzel ahlâktır!1

Usame bŞerik der ki: Hazret-i Peygamber'e 'İnsanoğluna verilen şeylerin en hayırlısı nedir?' diye sorduğumda, bana şöyle cevap verdi: 'Güzel ahlâk'2

Yine Hazret-i Peygamber şöyle demiştir:

Güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim3

İnsanoğlunun terazisine konan en ağır şey güzel ahlâktır4

Allahü teâlâ ateşe yedirmek için herhangi bir kişinin ya ratılışını ve huylarını güzelleştirmiş değildir; yani böyle ya rattığını ateşe yedirmez5

Hazret-i Peygamber bir keresinde Ebû Hüreyre'ye 'Ey Ebû Hüreyre! Güzel ahlâka yapış ve ondan ayrılma!' buyurduEbû Hüreyre 'Ey Allah'ın Rasûlü! Güzel ahlâk nedir?' diye sorduğunda da 'Sen Sıla-i rahmini kesen bir kimsenin sıla-i rahmim kesmeSana zulmedeni affetSeni mahrum edip vermeyene ver' diye cevap verdi6

İyi ahlâkın meyvesinin ülfet ve vahşeti ortadan kaldırdığı gizli birşey değildirKök güzel oldukça verdiği meyve de güzel olurNasıl böyle olmasın? Oysa ülfeti övmek hususunda hadîsler bile vârid olmuşturHele sevlenlerin arasındaki bağ, takva, din ve Allah sevgisi olursaBu husus hakkında yeterli ve kanaat verici derecede ayetler, hadîsler ve eserler vârid olmuştur.

Âyet-i Kerîmeler

Allahü teâlâ ülfet nimetiyle halka büyük minnetini izhar ederek şöyle demiştir:

Eğer yeryüzünde olanların hepsini verseydin yine de onların kalplerinin arasını birleştiremezdinFakat Allahü teâlâ onların kalplerini birleştirdi. (Enfal/63)

Düşünün ki, cahiliyye devrinde birbirinize düşmanken o sizin kalpleriniz arasında ülfet ve sıcaklık meydana getirdi de onun nimeti sayesinde din kardeşleri oldunuz. (Âl-i İmrân/103)

Allahü teâlâ, ülfeti methettikten sonra ayrılığı kötüleyerek insanları ondan sakındırmıştır:

Hep birden Allah'ın dinine sımsıkı sarılınBirbirinizden ayrılıp dağılmayınAllah'ın üzerinizdeki (İslâm) nimetini düşünün ki, cahiliye devrinde birbirinize düşmanlarken o sizin kalpleriniz arasında ülfet (yakınlık) meydana getirdi de onun nimeti sayesinde din kardeşleri oldunuzHem siz ateşten bir çukurun tam kenarında bulunuyordunuz da Allah İslâmnız sebebiyle o ateşe düşmekten sizi kurtardıİşte Allah size âyetlerini böyle açıklıyor ki, doğru yola eresiniz. (Âl-i İmrân/103)

Hadîsler

Sizin bana (kıyâmette) meclis bakımından en yakınınız, ah lâk bakımından en güzellerinizdirO kimseler ki, yumuşak ahlâklıdırlarKendileriyle arkadaşlık yapan, kendilerinden istifade ettiği gibi, onlardan eziyet de görmezOnlar öyle kimselerdir ki, dost olurlar ve dost edinirler7

Mü'min bir kimse sever ve sevilirSevmeyen ve sevilmeyen bir kimsede ise hayır yoktur8

Diğer bir hadîste dinde tahakkuk eden kardeşliğin medh-u se nası şöyle yapılmaktadır:

Allah bir kimseye hayır irade etmişse, ona salih bir dost na sip eder, O unuttuğu zaman salih dostu hatırlatır ve ikaz ederZikrettiği zaman yardımda bulunur9

İki müslüman kardeş karşılaştıkları zaman onların misali tıpkı iki elin misaline benzerO ellerin herbiri diğerini yıkamaktadırİki Mü'min bir araya geldiğinde muhakkak ki, Allahü teâlâ her birine arkadaşından hayır nasip eder10

Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) din yolundaki kardeşliği teşvik ederek şöyle demiştir:

Herhangi bir kimse Allah yolunda bir kardeş edinirse Allahü teâlâ o kardeşliği edineni cennette bir derece yükseltirOysa o dereceye o başka bir ameliyle hiçbir zaman nail olamaz11

Ebû İdris Havlanî'nin12 Muaz bCebel'e 'Ben Allah rızası için seni seviyorum' demesi üzerine Muaz ona şu cevabı vermiştir: 'müjde sana! Ben Allah'ın Rasûlü'nden (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle dinlemiştim':

Kıyâmet gününde yüzleri ayın ondördü gibi pırıl pırıl parla yan birtakım insanlar için arşın etrafında kürsüler konurO günde halk hesap dehşeti içindedir, onlar ise ürkmezler; halk korkar onlar ise korkmazlarOnlar Allahü teâlâ'nın korkmayan ve üzülmeyen velî kullarıdır'Allahın Rasûlü'ne 'Ey Allah'ın Rasûlü! Bunlar kimlerdir?' diye sorulunca, şöyle cevap verdi: 'Bunlar Allah yolunda sevişenlerdir13

Ebû Hüreyre bu hadîsi şöyle rivâyet eder:

Arşın etrafında nurdan yapılmış minberler vardırO min berlerin üzerinde elbiseleri nûr ve yüzleri nur olan bir ka vim oturmaktadırBu oturanlar ne peygamber ve ne de şehiddirlerFakat peygamberler de şehidler de onların ha line gıpta ederler'Allah'ın Rasûlü'ne 'Ya Rasûlüllah! Onların vasıflarını bize söyle!' denildiRasulullah da şöyle dedi: 'Onlar Allah yolunda sevilenlerAllah için bir arada oturanlar ve Allah için biri diğerini ziyaret edenlerdir'14

İki kimse Allah yolunda seviştikleri takdirde, arkadaşını en fazla seveni Allah daha fazla sever15

Deniliyor ki: Allah yolunda kardeş olan iki kişiden birisinin makamı diğerinin makamından daha yüksek olduğu zaman öbürü de onunla beraber onun makamına yükselirNasıl ki zürri yetler ebeveynlerine, aile efradının birisi diğerine iltihak ediyorsa, öylece mertebece eksik olan kardeş, mertebece yüksek olan kardeşe iltihak ederÇünkü Allah yolunda elde edilen kardeşlik, doğum yo luyla gelenden az değildirİşte Allahü teâlâ şöyle buyurmaktadır:

Dünyada îman edenleri ve hürriyetleri de îman edip kendile rine uyanları (âhirette) zürriyetlerine kavuştururuzOnları da baba ve dedeleri gibi cennete koyarız ve derecelerini yük seltirizBununla beraber (baba ve dedelerinin) amellerinden hiçbir şey eksiltmeyizHerkes kazancına bağlıdır. (Tûr/21)

Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) de bir hadîsinde şöyle demiştir:

Allahü teâlâ der ki: Benim muhabbetim benim için biri diğerini ziyaret edenlere hak olduBenim için sevişenlere muhabbetim hak olduBenim için birbirlerine hediye verenlere muhabbetim hak oldu ve yine muhabbetim, benim için yardımlaşanlara hak oldu16

Allahü teâlâ kıyâmet gününde şöyle der: Benim celâlim için sevişenler nerededirler? Bugün onları gölgemde (arşımın gölgesinde) gölgelendiririmO gün öyle bir gün ki, gölgemden başka bir gölge o günde yoktur17

Yedi sınıf insan vardır ki Allah onları (arşının) gölgesinden başka gölge bulunmadığı günde (arşının gölgesinde) gölge lendirir: a) Adaletle hükmeden devlet başkanı, b) Allah'ın ibadetinde gelişen ve yetişen genç Mü'min, c) Camiden çıktığı zaman camiye dönünceye kadar cami ile bağlı bulu nan kimse, d) İki kişi ki Allah yolunda sevişirlerO sevgi üzerinde birleşir ve onun üzerinde ayrılırlar, e) O kişi ki, tenha bir yerde olduğu halde Allah'ı anar, gözlerinden yaşlar akar, f) O kişi ki, soylu soplu ve güzel bir kadın kendi sini zinaya dâvet ettiği halde 'Ben Allah'tan korkuyorum' diye karşılık verir, g) O kişi ki, bir sadaka verir, fakat sol eli sağ elinin infak ettiğini bilmeyecek kadar onu gizler18

Bir kişi Allah yolunda başka bir kişiyi sevdiği için ve onunla bir araya gelip sohbet etmeyi arzuladığı için ziyaret ederse, arkasında bir melek kendisine şöyle seslenir: Sen güzel ol dun! Senin adımların da güzeldir ve cennet de senin için güzel oldu19

Bir zat, Allah rızası için bir kardeşini ziyarete gittiAllahü teâlâ o zatın yolunda bir meleği beklettiMelek ona şöyle sordu:

- Nereye gidiyorsun?

- Filân kardeşimi ziyaret etmek istiyorum.

- Onun yanında bir ihtiyacın mı vardır?

- Hayır!

- Seninle onun arasında bir akrabalık mı vardır?

- Hayır!

- O, zamanında sana iyilik yaptığı için mi gidiyorsun?

- Hayır!

- Ya niçin gidiyorsun?

- Ben onu Allah için seviyorum da ondan gidiyorum.

(Bil ki) Muhakkak Allahü teâlâ beni sana gönderdi, ve sana haber veriyor ki; o adamı Allah için sevdiğin için Allah da seni seviyor ve senin için cenneti vacib kılmıştır20

Îman kulpunun en kuvvetlisi, Allah yolunda sevgi ve Allah yolunda buğzdur21

İşte bunun için kişinin Allah, için buğzettiği ve edeceği düşmanlarının olması farzdırNitekim Allah için sevdiği dost ve kardeşlerinin olmasının farz olduğu gibi.

Rivâyete göre Allahü teâlâ peygamberlerinden birine şöyle vah yetmiştir: 'Senin dünyadaki zabitliğin, rahat etmen için; herkesten yüzçevirip bana yönelmen ise, benimle izzet bulduğun içindirFakat, benim rızam için düşmanlarımı düşman, dostlarımı dost edindin mi?'

Hazret-i Peygamber şöyle demiştir:

Ey Allahım! Beni herhangi bir facirin minneti altında bırakma ki, benden ona muhabbeti rızık olarak vermemiş olasın22

Rivâyete göre, Allahü teâlâ kulu ve peygamberi Hazret-i isa'ya şöyle vahyetmiştir: 'Eğer sen bana yer ve gök ehlinin ibadeti kadar ibadet etsen fakat o ibadetin içinde Allah yolunda sevmek ve Allah yo lunda buğzetmek yoksa, o ibadetin seni hiçbir şeyden müstağni etmez'.

Hazret-i isa şöyle demiştir: 'Allah'a günahkârlara buğzetmek sure tiyle yaklaşınızAllah'ın rızasını günahkârları kızdırmakta arayınız'.

Havariler Hazret-i isa'ya 'Ey Allah'ın emriyle gelen ruh! O halde biz kimlerle oturalım?' diye sordularHazret-i isa 'Görünüşü size Allah'ı hatırlatan, konuşması amelinizi artıran, ameli sizi âhirete daha fazla iten bir kimse ile oturunuz' buyurdu.

Rivâyete göre, Allahü teâlâ kulu ve peygamberi Mûsa'ya şöyle vahyetmiştir: 'Ey İmrân'ın oğlu! Uyanık ol! Nefsin için arkadaş ara, fakat arkadaşın benim sevgim üzere sana yardımcı olamazsa, bil ki o senin düşmanındır'.

Rivâyete göre, Allahü teâlâ kulu ve peygamberi Davud'a şöyle vahyetmiştir:

- Ey Dâvud! Ne oluyor ki, seni tek başına ve insanlardan ayrı kalmış görüyorum?

- İlâhî! Senin için halka buğzettim!

- Ey kulum Davud! Uyanık ol! Nefsin için iyi arkadaş ara! Sevgi ve muhabbetimde sana uymayan bir arkadaşla arkadaşlık yapma! Çünkü o senin düşmanındırHem de kalbini kamaştıran ve benden uzaklaşmana vesile olan bir düşman. . .

Rivâyete göre, Hazret-i Davud şöyle der:

- Yâ rabbî! Bütün insanların beni sevmesi ve seninle aramın sağlam kalması neyle mümkün olur?

- İnsanlara tabiatlarına uygun düşen hareketlerle muamele et! Benimle kendi aranda da iyilik yap! (İşte böylece isteğine nail olur sun) . (Bazı rivâyetlerde:) 'Dünya ehline dünya ahlâkıyla muamele etÂhiret ehline de âhiret ahlâkıyla muamele et!'

Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle demiştir:

Allah nezdinde sizin en sevimliniz o kimselerdir ki, severler ve sevilirlerMuhakkak en kötüleriniz de gıybeti gezdirenler, dostların arasını bozanlardır23

Allahü teâlâ'nın, yarısı ateş ve yarısı da kardan olan bir meleği vardırO melek şöyle dua eder: Ey Allahım! (Nasıl ki, benim bedenimde) kar ile ateşi bir araya getirip aralarında ülfet varetmişsen, öylece salih kullarının kalpleri arasında da ülfeti yarat24

Herhangi bir kul Allah yolunda bir kardeş edindiği takdirde Allahü teâlâ ona cennette bir derece ihsan eder25

Allah yolunda sevişenler, kızıl yakuttan yapılmış bir direk üzerinde dururlarO direğin tepesinde yetmiş bin köşk vardırO köşklerde duranlar yukarıdan cennet ehline ba karlarOnların güzelliği, cennet ehline güneşin dünya eh line parladığı gibi görünürCennet ehli derler ki: 'Gelin gi delim! Allah için dünyada sevişenleri seyredelim'Bu bakımdan onların güzellikleri cennet ehline güneşin par laması gibi parlarOnların sırtında yemyeşil sündüsten bi çilmiş elbiseler vardırOnların alınlarında 'Allah yolunda sevişenler' yazılıdır26

Ashâb'ın ve Âlimlerin Sözleri

Hazret-i Ali şöyle demiştir: Kardeş edininizZira kardeş edinmek, dünya ve âhirette, azıktırSiz cehennem ehlinin şu sözlerini işitmediniz mi? 'Bizim için şefaat edenler ve yakın bir dost yoktur'. (Şuara/100-101)

Abdullah b. Ömer şöyle demiştir: 'Allah'a yemin ederim! Eğer ben hiç bozmadan bütün gün oruçlu olsam, hiç uyumadan bütün geceyi ibadetle ihyâ edip, malımı herşeyden kısıp Allah yolunda infak etsem, öleceğim gün kalbimde Allah'a itaat edenlere karşı sevgi, Allah'a isyan edenlere karşı da buğz yoksa benim bütün yaptıklarımın zerre kadar faydası yoktur'.

İbn Semmak27 ölümü esnasında şunları söylemiştir:

'Ey Allahım! Biliyorsun ki, ben sana isyan ettiğim zaman sana itaat edeni seviyordumİşte benim bu sevgimi sana yaklaşmama vesile kıl!'

Hasan-ı Basrî ise İbn Semmak'ın tam tersine şöyle demiştir: "Ey Âdem oğlu! Sakın 'kişi sevdiğiyle beraberdir' sözü seni aldatmasın! Çünkü sen iyiler zümresine ancak onlar gibi amel edersen girebi lirsinZira yahûdî ve hristiyanlar da Allah'ın peygamberlerini severlerOysa onlarla beraber değildirler'Hasan-ı Basrî'nin bu sözü işaret eder ki, salih kimselere hiç olmazsa birtakım amellerinde uymayan bir kimsenin mücerret sevgisi fayda verici değildir.

Fudayl bIyâz bir konuşmasında şöyle demiştir: 'Sen Firdevs-i Âlâ da durup peygamberler, sıddikler, şehidler ve salihlerle beraber Allah'ın komşusu olmak mı istiyorsun? Acaba yaptığın hangi amelle bunu istiyorsun? Acaba bunun için hangi şehvetini terket tin? Acaba yuttuğun hangi öfkenle bunu talep ediyorsun? Acaba kesilen hangi sıla-i rahinıi yerine getirdin de bunu istiyorsun? Acaba kardeşinin hangi sürçmesini affettin de bunu istiyorsun? Acaba Allah için hangi yakınını kendinden uzaklaştırdın da veya Allah için hangi uzak insanı kendine yaklaştırdın da bunu istiyor sun?'

Rivâyete göre, Allahü teâlâ Hazret-i Musa'ya şöyle vahyetmiştir:

- Ey Musa! Benim için hangi ameli yaptın?

- Ya rabbî! Senin için namaz kıldım, oruç tuttum, zekât verdim.

- Namaz senin için delildirOruç senin için koruyucu bir kalkandırSadaka senin için gölgedirZekât senin için nûrdurO halde bütün bunlar senindirBenim için hangi ameli yaptın?

- Ya rabbî! Sadece senin için olan bir ameli bana öğret.

- Ya Musa! Acaba benim bir dostuma hiç dost oldun mu? Acaba benim yolumda hiçbir düşmana düşman oldun mu?

Bunun üzerine Hazret-i Mûsa bildi ki, amellerin en faziletlisi Allah için sevmek ve Allah için buğzetmektir.

İbn Mes'ûd şöyle der: 'Eğer bir kişi, Kâbe'nin rükün ve makam denilen yerlerinin arasında durup yetmiş sene Allah'a ibadet etse, muhakkak Allahü teâlâ onu kıyâmet gününde sevdikleriyle beraber haşreder'.

Hasan-ı Basrî şöyle demiştir: 'Fasık bir kimseyi reddetmek, ondan alakayı kesmek Allaha yaklaşmak demektir'.

Bir kişi Muhammed b, Vası'a şöyle der:

- Ben Allah rızası için yeni seviyorum.

- Madeni O'nun için beni seviyorsan, O da seni sevsin!

Sonra yüzünü çevirerek şöyle dua etti: 'Ey Allahım! Senin için halk tarafından sevilip ve aynı zamanda senin de sevmediğin bir kulun olmaktan sana sığmıyorum'.

Bir kişi Dâvud Tâi'nin28 huzuruna girdiğinde, Davud ona sorar:

- İhtiyacın nedir?

- Seni ziyaret etmek.

- Şüphesiz beni ziyaret ettiğinden ötürü bir hayır işledinFakat bana 'sen de kim idin ki ziyaret edildin' denildiği zaman bak başıma geleceklere. . . Bana 'sen zahidlerdenmisin?'denilse, değilim! 'Âbidlerden misin?' denilse, değilim! 'Salihlerden misin? denilse, değilim!

Bunları söyledikten sonra başladı kendi kendini azarlamaya sonra şöyle dedi:

- Ben gençlik zamanımda fasıktımİhtiyar olduğum zaman riyâkar oldumAllaha yemin ederim, riyakâr bir kimse, fasık bir kimseden daha kötüdür.

Hazret-i Ömer şöyle demiştir: 'Herhangi birinize kardeşinizin sev gisi isabet ettiği zaman ona yapışsınZira bu sevgi çok az isabet eder'.

Mücâhid şöyle demiştir:29 'Allah için sevişenler bir araya gel dikleri zaman biri diğerinin yüzüne tebessüm ederse, kış mevsi minde kuruyup dallardan düşen yapraklar gibi günahları dökülü verir.

Fudayl bIyâz şöyle demiştir: 'Kişinin sevgi ve şefkat yoluyla müslüman kardeşinin yüzüne bakması ibadettir'.

1) Tirmizî ve Hâkim

2) İbn Mâce, (sahih bir senedle)

3) İmâm-ı Ahmed, Beyhakî ve Hâkim

4) Ebû Dâvud ve Tirmizî

5) İbn Adiyy, Taberânî ve Beyhakî

6) Beyhâkî, Şuab'ul-Îman

7) Taberânî, (Câbir'den zayıf bir senedle)

8) Ahmed, Taberânî ve Hâkim

10) Sülemi ve Ebû Mansur ed-Deylemî

11) İbn Eb'id-Dünya, (Enes'ten)

12) Adı Aizullah bAbdullah b, Amr'dır, Abdülmelik'in hilâfeti zamanında Şam'da kadılık yaptıİbn Main ve başka âlimler Ebû İdris'in H80 senesinde vefat ettiğini söylemişlerdir.

13) İmâm-ı Ahmed ve Hâkim

14) Nesâî, Sünen-i Kübrâ

15) İbn Hıbbân ve Hâkim

16) Ahmed ve Hakim

17) Müslim

18) Müslim ve Buhârî, (Ebû Hüreyre'den)

19) İbn Adiyy, (Enes'ten) ; Tirmizî ve İbn Mâce, (Ebû Hüreyre'den)

20) Müslim

21) Ahmed, (Berra b. Azib'den)

22) Daha önce geçmişti.

23) Taberânî, Evsat, (Ebû Hüreyre'den zayıf bir senedle)

24) İbn Hıbbân, Kitab'ul Azme (Muazb. Cebelden ve irbad b. Sariye'den zayıf bir senedle)

25) İbn Eb'id-Dünya, (Enes'ten)

26) Hakim-i Tirmizi Nevadir, (İbn Mes'ûd 'dan zayıf bir senedle)

27) İsmi Muhammed bSebih, künyesi Ebul-Abbas'tırBağdad'da meşhur bir vâizdi.

28) Kûfeli Nusayr'ın oğludurFakih ve zâhid olan bu zat, H165 senesinde vefat etmiştir.

29) TâhinidendirÖzellikle Tefsir ilminde güvenilir bir imamdırSeksen üç yaşındayken II100 senesinin başında vefat etmiştir.

Allah Yolunda Kardeşliğin Mânâsı ve Dünya Yolundaki Kardeşlikten Farkı

Allah yolunda sevmek ve Allah yolunda buğzetmek, çözülmesi gayet güç olan bir konudurAncak bizim zikrettiğimiz hakikatlerle bunun üzerindeki perde kaldırılabilir.

Bu hakikatler de şunlardır: Sohbet ya ittifakla veya irade ile vaki olmak üzere iki kısımdırİttifakla vâki olan sohbet komşuluk sebebiyle veya mektepte bir araya gelmek sebebiyle veya medresede, çarşıda, sultanın kapısında veya seferlerde bir araya gelmek sebebiyle olan sohbet gibiSohbetin bilerek ve tercih edilerek yapılan kısmı ise, açıklamasını yapmak istediğimiz kastında olduğumuz kısımdırÇünkü dinde kardeşlik şüphesiz ki sohbetin bu kısmına dahildirZira insanoğlu ancak ihtiyarî fiillere teşvik edilirSohbet bir arada oturmak, karışmak ve komşuluk yapmaktan ibarettirBu işlerde insanoğlu ancak herhangi bir kimseyi sevdiği zaman onu isterZira sevilmeyen bir kimseden korunur ve uzaklaşırSevilen bir kimseye gelince. . . O ya zatından dolayı sevilirZatından başka her hangi bir hedefe varılmak için değil, sadece zâtı için sevilir veya onunla herhangi bir hedefe varılmak için sevilirVarılmak iste nen o hedef de ya dünya ve dünyanın lezzetlerinden biridir veya Allah ve âhiretle ilgilidirİşte bunlar dört kısımdır:

Iİnsanı zâtından ötürü sevmekBu tür bir sevgi mümkün dürO insan haddi zatında senin nezdinde sevimli olabilirŞu mânâ ile ki sen onu görmek, onu tanımak ve ahlâkını müşahede etmekle zevk alırsınÇünkü onu güzel görürsünZira her güzel onun güzelliğini idrâk eden bir kimse için lezzetlidir ve her lezzetli sevilirLezzet de güzel görmeye tâbidirGüzel görmek ise münase bet, uygunluk ve tabiatlar arasındaki yakınlığa tâbi olur. Sonra o güzel görünen, ya adamın zâhirî sureti olacaktır bundan gayem yaradılışın güzelliğidir veya bâtınî sureti olurZâhirî suretinden kastım yaratılışının güzelliğidirBâtınî suretinden ise, aklının mükemmelliği ve ahlâkının güzelliğidirGüzel ahlâkın ar kasından güzel fiillerin geldiğinde şüphe yokturKâmil aklın ar kasından da bol ilim gelmektedirBütün bunlar selim bir tabiat nezdinde güzeldirMüstakim bir akıl nezdinde mergubdurHer güzel görünenden ise lezzet alınır ve sevilirBelki kalplerin yakınlaşmalarında bundan daha kapalı bir şeyler vardırZira ba zen sevgi, surette güzellik olmaksızın iki şahsın arasında oldukça derinleşirOysa ne yaratılışta ne de ahlâkta hiçbir güzel tarafı yok tur. . . Fakat bu derin sevgi, ülfet ve uygunluğu gerektiren gizli bir münasebetten kaynaklanırzira bir şeyin benzeri tabı olarak ona meylederBâtınî benzerlik ise, gizlidirOnların ince sebepleri vardırO sebeplere muttali olmak beşerin kuvveti dahilinde değildir.

Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) bunu şöyle tabir etmektedir:

Ruhlar derlenmiş, toplanmış ve çeşitli kısımlardan meydana gelmiş askerlerdirOnlardan tanışanlar anlaşırlarAralarında yakınlık kurarlarOnlardan birbirine uygun düşmeyenler ise, ihtilâfa düşerlerBirbirinden nefret ederler!30

Bu bakımdan uygunsuzluk, ayrılığın neticesidirUygunluk ise tasarruf ile tabir edilen münasebetin neticesidirHadîs, bazı rivâyetlerde şöyledir:

Ruhlar çeşitli kısımlardan derlenmiş ordulardırBir araya gelirlerHavada koklaşırlar31

Bir kısım âlimler bunu şöyle anlatmışlardır: Allahü teâlâ ruhları yarattı ve onları ayırdıkça ayırdı ve Arş'ın etrafında ziyaret ettirdiAynı şeyin iki parçasından yaratılmış iki ruh orada tanıştı ve birleştiler, dünyada da bunu devam ettirdiler.

Nitekim, Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur:

Mü'minlerin ruhlarından ikisi, aralarında bir günlük me safe olduğu halde birleşirlerOysa biri diğerini hiç görmüş değildir32

Rivâyet ediliyor ki, Mekke'de bir kadın vardıKadınları güldü rüyorduMedine-i Münevvere'de de aynı işi yapan diğer bir kadın vardıBir ara Mekkeli kadın Medine'ye geldiğinde, Hazret-i Âişe'nin hücresine gidip onu güldürdüÂişe validemiz ondan nerede misa fir olduğunu sorunca, Âişe validemize arkadaşı olan Medineli hanımın misafiri olduğunu söylediBunun üzerine Hazret-i Âişe şöyle dedi: "Allah ve Rasûlü doğru söylediHazret-i Peygamber 'Ruhlar çeşitli sınıflardan derlenmiş askerlerdir' buyurmuştu".

Bu husustaki hakîkat şudur: Müşahedeler ve tecrübeler şahitlik ederler ki, münasebet olduğu zaman ülfet vardırTabiatlar ve ahlâklarda, zâhir ve bâtında uygunluk ve münasebet anlaşılan birşeydirO münasebeti gerektiren sebeplere gelince. . . Beşerin o sebeplere muttali olmaya gücü yetmezMüneccimin hezeyanının en kabası şöyle demesidir: 'Kişinin talihi, başkasının talihinin altıgeni veya üçgeni üzerine olursa işte bu bakış muvafakat ve sevgi bakışıdırBu bakımdan münasebet ve sevişmeyi gerektirirEğer kişinin talihi diğerinin talihinin karşısında veya dörtgeninde ise o vakit buğzetmek ve düşmanlık gütmeyi gerektirir!'

Müneccimin bu sözündeki müşkilât, bunun Allahü teâlâ'nın gökler ve yerdeki âdeti içerisinde cereyan ettiğine inanıyorsa mü nasebetin aslındaki müşkilâttan daha fazla olurBu bakımdan sır ve hikmeti beşer için belli olmayan bir konuya dalmanın hiçbir mânâsı yokturÇünkü bize ilimden pek az birşey verilmiştirDaha önceden söylediğimiz gibi, bu teşvik etmekte deneme ve müşahede bize kâfi gelir.

Nitekim Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle demiştir:

Eğer bir Mü'min, bir meclise girerse, o mecliste yüz tane münafık ve bir tek Mü'min bulunursa, muhakkak ki, o gi ren Mü'min gelir, ta öbür Mü'minin yanma oturuncaya ka dar ilerlerEğer bir münafık, içinde yüz tane Mü'min ve tek bir münafık bulunan bir meclise gelirse, o da münafığın yanına oturuncaya kadar meclisi tarar33

İşte bu delâlet eder ki, birşeyin benzeri tabi olarak ona meyletmekledirHer ne kadar o meyleden, meylettiğinin farkında olmasa bile,.

Malik b. Dinar der ki: 'On kişiden iki kişi, ittifak edemezlerİttifak eden iki kişiden birisinde bulunan bir vasıf diğerinde bulunursa, o zaman başka İnsan cinsi kuş cinsi gibidirKuşların iki çeşidi uçmak hususunda birbirine benzemezlerMeğer ki, aralarında bir uygunluk ve münasebet bulunsun.

Malik der ki: 'Birgün güvercinle beraber bulunan bir kargayı gördüm ve cinsleri ayrı olan bu iki kuşun arkadaşlık yapmalarına hayret ettimBunların şekli bir olmadığı halde nasıl ittifak ederler diye düşündüm. Sonra ikisi de uçluBir de ne görelini, ikisi de to pal imiş! İşte onları birleştiren cihet budur!'

Bu sırra binaen hükemadan birisi şöyle demiştir: 'Her insan kendi şekline ünsiyet ederNitekim her kuş cinsiyle beraber uçtuğu gibi. . .

İki insan bir zaman arkadaşlık yaparlarsa, hâlleri birbirlerine benzemezse, muhakkak sonunda ayrılırlarBu gizli bir mânâdırŞairler bu mânayı sezmişlerdirHatta şairlerden birisi şöyle der: Biri 'Siz nasıl ayrıldınız?' dediOna içinde insaf bulunan bir söz söyledimO benim şeklimden değildiOndan ötürü ayrıldım.

İşte böylece anlaşıldı ki, insan bazen zâtından ötürü sevilir, ne hâli hazırda ne de gelecekte kendisinden umulan herhangi bir fayda için sevilmezSadece mücerred münasebet için sevilirMünasebet de gizli tabiat ve gizli ahlâklardandır. . Güzellik için sevmek, bu kısma dahil olurAncak şu şartla ki eğer gaye, bu gü zelliği sevmekten şehvetin giderilmesi değilse. . . Zira güzel suretler haddi zatında lezzet vericidirlerHer ne kadar şehvetin esasının olmadığı takdir edilse bile. . . Hatta güzel meyveler, ışıklar, çiçekler, kırmızı, beyaz elmalar, gürül gürül akan sular ve yemyeşil man zaralara bakmak da lezzet verirOysa onların kendilerinde hiçbir gaye ve hedef de yoktur.

Sevginin bu kısmına, Allah için olan sevgi dahil olmazBelki bu, tabiatla ve nefsin şehvetiyle olan bir sevgidirBöyle bir sevgi, Allah'a inanmayan bir insandan tasavvur edilebilirAncak böyle bir sevgi kötü bir gayeye bağlı ise, bu sevgi çirkin olurMesela şehvetin giderilmesi için güzel suretleri sevmek gibi. . . Bu da o sûretle şehvetin giderilmesi helâl olmayan yerlerde böyledirEğer bu güzel suretlere kötü bir gaye ile bakılmazsa böyle bir sevgim bahtırNe övülür, ne de tenkid edilirZira sevgi ya güzeldir, ya çir kindir veya ne övülür ne de kötülenir mübah bir sevgidir.

IISevdiğini zatından dolayı değil, onunla birşey elde etmek için sevmekBu sevilen başka bir sevilene bir nevi vesile olurSevilene vesile olan şey sevilirBaşkası için sevilen sevgili olamazo başkası hakikatte sevgilidirFakat sevgiliye götüren yol da güzel olurİşte bu sırra binaen insanlar altın ve gümüşü severlerOysa altın ve gümüşün cevherinde bir gayeleri yokturZira ne yenir ne de giyilirlerFakat ikisi de gayeye götüren vasıtalardırBu bakımdan birtakım insanlar vardır ki, altın ve gümüşün sevilmesi gibi sevilirlerYâni maksuda vesile olduğu için sevilirZira seven onu sevmekle bir mertebeye, mala veya ilme sahip olurTıpkı kişinin sultanın malından ve mertebesinden faydalanmak veya sultanın nezdinde kendini güzel göstermek için sultanın yakınlarını sevmesi gibi. . .

Sultanın yakınını sever ki, kendisini sultanın kalbine yerleştirip durumunu sultana güzel göstersinBu bakımdan esas varılmak istenen hedef, eğer sadece dünyevî bir fayda ise, onun sevgisi Allah yolunda sevmenin kapsamına dahil değildirEğer sadece dünya faydası için değilse, fakat onunla ancak dünya kas tediliyorsa, talebenin hocasını sevmesi gibi, bu da Allah için sev menin kapsamından çıkarÇünkü talebe hocasından ilim tahsil etmek için hocasını sevmeli, yoksa sadece onun şahsını değil. . . Bu bakımdan talebenin, burada gayesi ilim olmalıdır, hoca değilEğer talebe ilmi Allah'a yakınlaşmak için istemiyorsa onunla herhangi bir mertebeyi, malı veya halkın gözünde makbûl görünmeyi kaste diyorsa, onun sevgilisi mertebe ve halkın nezdinde makbûl olması olurİlim ise, bunun vesilesi olurHoca ise ilmin vesilesi olurÖyleyse bunun hiçbir şeyinde Allah için sevmek sözkonusu değildirZira böyle bir sevgi, Allah'a îman etmeyen bir kimseden de tasavvur edilebilirBu tür sevgi de çirkin ve mübah diye iki kısma ayrılır: Eğer bu sevgiden akran ve emsalini mağlûp etmek, yetimlerin mallarını elde etmek, kadı veya başkasının nüfuzuyla halkı tahakküm altına almak gibi kötü maksatları kastediyorsa böyle bir sevgi çirkindirEğer bununla herhangi bir mübahı elde etmeyi kastediyorsa bu sevgi de mübahdırŞu vardır ki; vesile, hükmüne varılmak istenen maksattan alınırÇünkü vesile, bu maksada tâbidirKendisi müstakil değildir.

IIISevdiğini zatından dolayı değil, başka maksatla sevmekFakat o sevilen başkası da dünyevî lezzetleri için değil, belki uhrevî lezzetleri içindirİşte bu da açıktırİçinde kapalılık yokturBuna misal, hocasını ve şeyhini seven herhangi bir kimsedirBu kimse hocası veya şeyhi vasıtasıyla (eğer sünneti takip eden bir kimse ise) ilim tahsiline, amelin güzelliğine ererİlim ve amelden gayesi, âhirette kurtulmaktırİşte böyle bir kimse Allah rızası için sevenler cümlesindendirKendisinden ilim öğrendiği ve ona öğrettiği ilim vasıtasıyla da tedris ve tâlim derecesini elde ettiği, o derece vasıtasıyla da gökler âleminde tazim derecesine vardığı için tale besini seven hoca gibi. . .

Zira Hazret-i isa şöyle demiştir: 'Bir kimse ki bi lir, bildiğiyle amel eder ve bildiğini öğretirse böyle kimse gökler âleminde büyük diye çağrılırÖğretmek ise, ancak öğrencinin bu lunmasıyla mümkündürBu bakımdan öğrenci, bu dereceyi elde etmeye vasıta olurEğer bu dereceyi elde ettiren vasıta olduğundan dolayı hoca, talebesini severse çünkü o talebenin göğsünü tarla yapıp o tarlaya gökler âleminde büyüklük mertebesine varmak için gereken tohumu ekmiş bulunuyor böyle hoca Allah için seven bir kimse olurAllah için mallarını sadaka veren, misafirleri topla yan, onlara garip ve lezzetli yemekler hazırlayan, bütün bunları Allah'a yakınlaşmak için yapan bir kimse de güzel yemekler pişiriyor diye aşçıyı severse, bunun sevgisi de Allah yolunda sevgi besleyenlerden olurBöylece sadakasını müstahak kimselere ulaştıran bir kimseyi seven de onu Allah için sevmiş olurBiz buna bir ilavede bulunarak deriz ki; elbisesini yıkamak, evini süpürmek, yemeğini pişirmek suretiyle kendisine hizmet eden bir kimseyi sevdiği ve böyle bir kimsenin sayesinde ilim tahsiline, Allah'a yö nelme imkânına sahip olduğu zaman, gayesi de böyle bir kimseyi bu yerlerde çalıştırmakla ibadete imkân bulmak ise, bu da Allah için seven olurBiz şunu da ilave edelim ki, kendisine malından infak eden, elbisesiyle, yemeğiyle, meskeniyle ve dünyada kastedi len bütün imkânlarıyla kendisine yardımda bulunan bir kimseyi sevdiği zaman, gayesi de bütün bunlarla ilim tahsiline, Allah'a yaklaştırıcı amelleri yapmaya imkân bulmak ise, bu kimse de Allah için sevendir.

Çünkü selef-i salihînden bir cemaat, servet sahiplerinin kendilerine nafaka vermesine razı olup ilim ve amel tahsilinde bulunmuşlardırBöylece veren de, alan da Allah için sevilenler zümresinden olurBiz şunu da ekleyerek deriz, ki, saliha bir kadınla şeytanî vesveselerden korunmak için, o kadının vasıtasıyla dinini korumak gayesiyle evlenen ve hanımını bu dinî hedeflere vesile olduğundan ötürü seven bir kimse Allah için sevendirİşte bunun için çoluk çocuğa yapılan infak, hatta hanımın ağzına uzatılan lokmadan ötürü büyük ecir ve sevaplar olduğu hakkında çeşitli haberler varid olmuştur34

Deriz ki, Allah sevgisiyle ve onun rızasını kazanmak, âhiret evinde O'na kavuşmayı sevmekle şöhret bulan herhangi bir kimse başka birini sevdiği zaman, yine Allah için seven bir kimse olurÇünkü böyle bir kimsenin herhangi bir şeyi sevmesi tasavvur olu namaz, meğer ki, sevdiği şeyin esas sevgilisi olan Allah'ın rızasına uygunluk ve münasebeti olsunKişinin kalbinde iki mu habbet (Allah ile dünya muhabbeti) birleştiği zaman, bir şahısta iki mânâ birden birleştiği zaman, hatta bu şahıs o sevgi ile Allah'a da, dünyaya da tevessül etmeye elverişli ise, iki işe de elverişli olduğundan onu sevdiği zaman, seven kimse Allah için sevenler zümresinden olurÖrneği, kendisine dini öğreten ve dünyevî işlerini gören hocasını seven bir talebedirTalebe, hocasını şu bakımdan sever: Hocası dünyayı aramaktan kalbini kurtarmış ve âhiret saadetini de kendisine bahsetmiştirBu bakımdan hocası bu iki şeye de vesiledirO halde hocasını seven bir kimse, Allah için seven bir kimse olurAllah için sevginin şartı, dünyada hiçbir haz ve nasibi sevmemesine bağlı değildirÇünkü peygamberler (aleyhisselâm) duayı emrettilerOysa duada dünya ve âhiret bir araya gelmiştirOnların şu sözleri bu cümledendir: 'Ey rabbimiz! Dünyada bize ha sene ver ve âhirette de bize hasene ver'.

Hazret-i isa duasında şöyle demiştir: Ey Allahım! Benini düşmanımı bana sevdirme! Dostumu benden ötürü mahzun etmeMusibetimi, dinim için kılmaDünyayı benim en büyük arzum yapma!.

Bu bakımdan düşmanların sevinmesinin defedilmesin dünya haklarındandırDikkat edilirse Hazret-i isa 'Dünyayı asla benim arzu ve maksudum kılma' dememiş, aksine şöyle demiştir: 'Onu benim en büyük emelim ve maksudum kılma'.

Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) bir duasında şöyle demiştir:

Ey Allahım! Dünya ve âhirette kerametinin şerefine yetişmeme vesile olan bir rahmeti senden talep ediyorum35

Ey Allahım! Beni dünya ve âhiret belasından kurtarıp afiyete kavuştur36

Kısaca âhiretteki saadet sevgisi, Allah sevgisine zıt düşmediği zaman, selâmet, sıhhat, kifayet ve dünyadaki kerametin sevgisi nasıl olur da Allah'ın sevgisine zıt düşer? Dünya ve âhiret iki hal den ibarettirBiri diğerine pek yakındırİnsanın yarınki lezzetle rini sevmesi, bugünkü lezzetlerini sevmemesi nasıl tasavvur edilebilir?

Yarının lezzetlerini sevmesi de ancak o yarının sabit bir hâli hazır olacağından ileri gelirBu bakımdan sabit olan bir hâl elbette sabit olacak yarın gibi istenmelidirAncak peşin isteklerin bazıları âhiret lezzetlerine zıt düşer ve âhiret lezzetlerine zıt düşen isteklerden akıllı bir kimsenin nefret etmesi gerekirTabiatiyle değil, aklıyla onu sevmemesi gerekirNitekim kişi, padişahın sofrasının lezzetini bilir ve arzu eder, fakat o yemeği yediği zaman elinin kesi leceğini veya boynunun vurulacağını bilirse, bu yemeğe yaklaşabilir mi? O yemeğe yaklaşmaması yemekten hoşlanmadığı için değildir, aksine aklı onu bundan menederBu söyledikleri mizden gaye şudur: Kişi hocasını kendisini okuttuğu ve nafakasını temin ettiği için severse veya talebesini kendisinden öğrendiği ve kendisine hizmet ettiği için severse, her ne kadar bunların biri âcil, diğeri gelecek lezzet ise de yine de böyle bir kimse Allah için sevenler zümresine dahil olurFakat bir şartla. . . Eğer adam onu ilimden men ederse veya o adamdan ilim tahsil etmesi zorlaşırsa, bundan ötürü ona karşı sevgisi azalmalıdırİşte bu durumdan ötürü azalan miktar Allah rızası için olan miktardır ve bu miktara karşılık Allah yolunda sevmenin sevabını almış olur.

Bir insan ki, senin birtakım gayelerin ona bağlıdır, onun hakkında sevgin artarsa, bu durum şer'an münker bir durum değildirEğer o gayelerinden bazıları gerçekleşmezse, senin o nis bette sevgin azalırEğer isteklerin gerçekleşirse sevgin artarBu bakımdan miktarları eşit olduğu zaman senin altını sevmen, gümüşü sevmen gibi değildir. . . Çünkü altın, insanoğlunu gümüşün götürdüğü meşru hedeflerden daha fazlasına götürürBu bakımdan gayeye götürdüğü nisbette sevgi artarDünyevî ve uhrevî gayelerin bir araya gelmesi de muhal değildirBöyle bir sevgi Allah için olan sevginin kapsamına girerBunun tarifi ve hududu şudur: Bir sevgi ki eğer Allah'a ve son güne îman olma saydı, o sevginin varlığı tasavvur edilemezdi işte o Allah yolunda olan sevgidirSevgide olan artış ki, eğer Allah'a îman olmasaydı o artış olmayacaktı, işte o artış da Allah yolunda sevmektendirBu her ne kadar cazip ise de az bulunur.

Cüreyrî37 şöyle demiştir: 'İnsanlar birinci asırdan sonra dinle alışveriş yaptılar ve dini zayıflattılarİkinci asırdan sonra mürüv vet ile uğraşıp onu da zayıflattılarOndan sonra korku ve dehşetten başka birşey kalmadı'.

IVAllah için ve Allah yolunda sevmekSevdiği insandan ilim, amel veya onun vasıtasıyla onun ötesinde bulunan bir hedefe varmayı elde etmek için sevmemektirSevginin bu derecesi, dere celerin en yücesidir, en ince ve en kapalı derecesidirBu tür sevgi de mümkündürÇünkü sevginin çok olmasının âlemeti şudur: Sevgi, sevgili ile ilgili bulunan herşeye sirayet ederUzaktan olsa dahi sevgili ile münasebeti bulunan herşeye geçerBu bakımdan şiddetli bir şekilde herhangi bir insanı seven bir kimse o insanın sevdiklerini de severOnun dostlarını dost edinirOna hizmet edeni severDostunu öveni de severDostunun rızasına koşanı da sever.

Bakıyye b. Velid38 şöyle demiştir: 'muhakkak Mü'min kul, başka mü'min kulu sevdiği zaman, onun köpeğini de sever'Bu zatın dediği doğrudurBu zatın sözünün doğruluğuna aşıkların durumundaki tecrübe şahitlik etmektedirŞairlerin şiirleri de buna delâlet ederBu sırra binaendir ki aşık, sevgilisinin elbisesini yanında muhafaza eder ve onun tarafından bir hatıra olarak gizlerOnun evini, mahallesini ve komşusunu sever.

Hatta Benî Amir kabilesinin mecnunu (ismi Kays'tır) şöyleder:

Ben bir memleketten geçiyorum ve Leyla'nın memleketi gibi o duvarı şu duvarı öpüyorumBenim kalbimi sarhoş eden memleketin sevgisi değildirFakat o memlekette oturanın sevgisidir.

O halde, müşahede ve tecrübe delâlet eder ki, sevgi, sevgilinin zatından, o zatın çevresine de sirayet ederFakat bu ancak şiddetli muhabbetin özelliğidirBu bakımdan muhabbet ve sevginin mü cerredi ve esası böyle yapmaya yeterli değildirSevginin sevgiliden çevresine dağılması, sebeplerine yapışması, muhabbetin çokluğu ve kuvveti sebebiyledirAncak bu kuvvet sevgide o genişliği mey dana getirirİşte Allahü teâlâ'nın sevgisi de böyledirOnun sevgisi kuvvetlenip kalbe hâkim olduğu zaman kalbi etkisi ve tesiri altına aldığı an, hatta perdeleri keşfetme haddine varıncaya kadar ka bardığında o zaman Allah'tan başka her mevcuda sirayet ederÇünkü ondan başka her mevcut onun kudretinin eserlerinden bir eserdirBir kaideyi külliyedir ki, bir insanı seven o insanın sa natım, yazısını ve bütün fiillerini severİyte bu sırra binaendir ki, Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) meyvelerin ilk yetişeni getirildiği zaman, onunla iki mübarek gözünü mesheder, ona ikram eder ve derdi ki: 'Bunun rabbinizle ilgisi pek yakındır'.

Allahü teâlâ’nın sevgisi, bazen onun va'dlerine bağlanan ümidin doğruluğundan ve âhirette beklenen nimetlerine inanmaktan kaynaklanırBazen de daha önce vermiş olduğu çeşitli nimetlerinden ileri gelmektedirBazen de hiç birşey için değil sa'nm sevgi çeşitlerinin en ince ve en yücesi budurBunun tahkiki eğer Allah dilerse Münciyât bölümünün 'Sevgi' bahsinde gelecektirAllah'ın sevgisi ne şekilde olursa olsun kuvvetlendiği zaman, Allah ile ilgisi bulunan herşeye sirayet ederFakat sevginin şiddeti elemin hissedilmesini azaltır ve zayıflatırÇünkü aşırı derecedeki sevgi, acıyı duyurmayacak bir sevinç meydana getirirBu tıpkı sevgilinin vurmasıyla sevinmek gibidir veya içinde bir nevi ceza bulunan bir ısırma gibidirÇünkü sevginin kuvveti buradaki elemi yok edecek bir ferahın oluşmasına vesile olur, Allahü teâlâ'nın sevgisi bir kavmi öyle bir raddeye çıkarmış ki, bu kavim 'bizim için belâ ile nimet arasında hiçbir fark yoktur' derler: 'Çünkü belâ da nimet de Allah'tan gelirBiz ancak Allah'ın rızası nerede varsa onunla seviniriz'Hatta onlardan bazısı şöyle dedi: 'Ben Allah'ın masiyetiyle mağfiretine nail olmayı istemiyorum'.

Semnun39 şöyle demiştir: Yâ rabbi! Senden başkasının vuslatında zevkim yokturBu bakımdan nasıl istersen o şekilde beni dene!

Bu hususun tahkiki Allah'ın izniyle 'Sevgi' bahsinde gelecektirMaksat şudur: Allah'ın sevgisi kuvvetlendiği zaman, ilim ve amel bakımından Allah'a gereği gibi kulluk eden herkese karşı sevgi meydana getirirAllah nezdinde sevilen güzel ahlâk veya şeriatın ebedleriyle edeplenmek gibi sıfatlardan birini taşıyan bir kimsenin sevilmesine götürürÂhireti ve Allah'ı seven Mü'mine gereken şudur: Birisi âlim ve âbid, diğeri câhil ve fâsık olan iki kişiden muhakkak ki âlim ve âbid olana meyletmesi lazımdır. Sonra o meyli, zayıflar veya kuvvetlenirYani imanının zafiyet ve kuvvetine göre durumu değişirAllah'a karşı olan sevgisinin de recesine göre zayıflar veya kuvvetlenirBu bahsedilen iki kişi ken disinden uzakta iseler ve ikisinden de dünya ve âhiret için her hangi bir hayır veya şerrin kendisine isabet etmeyeceğini bilse dahi yine de bu meyil meydana gelirİşte bu meyil, Allah yolunda ve Allah için herhangi bir dünyevî haz olmaksızın sevgi ve mu habbettirÇünkü bu adamcağız kendisine bahsedilen âlim ve âbid kişiyi Allah'ı sevdiği için severDurumu Allah'ın nezdinde Allah'ın rızasını gerektirdiği ve Allah'ı seven bir kul olduğu için severAllah'ın ibadetiyle meşgul olduğu için onu severAncak kişi bu sevgide zayıf olduğu zaman, sevgisinin eseri görülmezOnunla ne bir sevap, ne de bir ecir kazanmazSevgi arttığı zaman, onu öbür adamın gayretkeşliğine, yardımına, nefsi, malı ve diliyle onu müdafaa etmeye zorlarHalk bu hususta Allah sevgisindeki dere celerine göre derece sahibi olurlar.

Eğer sevgi, derhal veya gelecekte sevgiliden elde edilecek bir hazza matuf ve bağlı olsaydı, o zaman ölmüş âlimler, âbidler, sa habe, tabiîn ve peygamberlerin (aleyhisselâm) sevilmesi tasavvur edilemezdiOysa dindar bir müslümanın kalbinde bütün bunların sevgisi saklıdır ve vardırBu sevgi, bu zevat-ı kiramın düşmanları, onlardan herhangi birisine sözle tecavüz ettiği zaman o düşmana buğzetmekle belirir ve bilinirOnları överken iyiliklerini söylerken sevinmekle anlaşılırBütün bunlar Allah için sevgidirÇünkü bu zevat-ı kiram, Allah'ın kullarının en üstünleridirBir sultanı veya güzel bir şahsı seven bir kimse, onun yâranlarını ve hizmetçilerini de severOnu seveni de severAncak sevgi, nefsin istekleriyle karşılaştırmak suretiyle denenirBazen bu sevgi nefsin isteklerine galebe çalarÖyle ki nefsin hiçbir isteği sevgilinin isteği dışında kalmaz olurBu durumu şair şöyle tabir eder: 'Ben onun visalini, o ise benim hicranımı isterBen isteğimi onun isteği için terkediyorum'.

Bu mânâyı şu şiir de güzelce ifade etmiştir:

Eğer bize hased edenin dediği sizi razı ediyorsa

Sizi memnun eden elem, bizim için hastalık sayılmaz.

Sevgi, bazen öyle olur ki, ondan ötürü nefsin birtakım istekleri bırakılır, birtakımı da bırakılmazBunun misali; sevgilisine malının yarısını veya üçte birini veya onda birini vermeye nefsi müsamaha gösteren kimse gibidirBu bakımdan malların miktarları sevgi ve muhabbetin terazileridirZira sevgilinin derecesi an cak ona karşılık terkedilen bir sevgiliyle bilinip ölçülürO halde kalbinin tamamını muhabbete kaptıran bir kimse için ondan başkası mahbub olamaz, Böyle bir kimse nefsi için hiçbir şeyi tu tamazTıpkı Hazret-i Ebû Bekir gibiÇünkü o, nefsi için ne ev, ne de mal bıraktıGözünün nûru olan kızını Hazret-i Peygamber'e (sallâllahü aleyhi ve sellem) nikah yoluyla teslim ettiği gibi, bütün malını da peygamberin yolunda infak etmiştir40

İbn Ömer şöyle demiştir: Hazret-i PeygamberEbû Bekir (radıyallahü anh) ile be raber oturuyorduRasûlüllah'ın yanında oturan Sıddîk-ı Ekber'in sırtında bir abâ vardıO abâyı çeşitli iplerle göğsüne bağlamıştıO esnada Cebrail geldiAllah'tan Hazret-i Peygambere selâm getirdi ve dedi ki:

- Ey Allah'ın Rasûlü! Bakıyorum ki Ebû Bekir'in sırtında bir aba var ve abayı iplerle göğsüne bağlamış. . .

- Fetihten önce bütün malını bana infak etti de ondan. . .

- O halde Ebû Bekir'e Allah'tan selâm söyle! Ona de ki, rabbin sana soruyor; 'sen bu fakirlik hâlinde benden razı mısın, değil misin?'

Allah'ın yüce Rasûlü (sallâllahü aleyhi ve sellem) derhal yüzünü Hazret-i Ebû Bekir'e çevi rerek şöyle buyurdu:

- Ya Ebû Bekir! İşte şu Cebrâil'dirSana Allah'tan selâm getirmiştir ve Allahü teâlâ soruyor senden; 'sen bu fakirlik hâlinde benden razı mısın, değil misin?'

Bunun üzerine Ebû Bekir (radıyallahü anh) hüngür hüngür ağlayarak şöyle cevap verdi:

-Ben mi rabbimden razı olmayacağım? Ben rabbimden razıyım! Ben rabbimden razıyım. . .

Bu hadîsten şu netice çıkar ki, herhangi bir kimse bir âlimi veya âbidi veya herhangi bir şahsı ilminden, ibadet veya herhangi bir hayırlı işinden ötürü severse muhakkak onun bu sevgisi Allah yolunda ve Allah için sevgidirOnun için bu sevgide, sevginin kuv vet derecesi kadar, ecir ve sevap vardırİşte Allah için buğzetmenin izahı ve derecesi bunlardırBununla Allah için buğzetmenin de hakikati açığa kavuşmuş olurFakat biz daha da açığa kavuşturmak için meseleyi müstakil olarak ele alıyoruz.

30) Müslim, (Ebû Hüreyre'den) ; Buhârî, (Hazret-i Âişe'den)

31) Taberânî, (Hazret-i Ali'den zayıf bir senedle)

32) Ahmed, (Abdullah b. Amr'dan)

33) Beyhakî, Şitab'ul-Îman

34) Çoluk çocuğa ve hanıma infak etmenin büyük sevaba vesile olduğu daha Önce sözkonusu olmuştu.

35) Tirmizî, (İbn-i Abbâs'tan)

36) Ahmed, (Bişr b. Ertaddan)

37) Cüneyd-i Bağdadi'nin büyük müridlerindendir. Cüneyd'den sonra onun yerine geçmiştir. H. 341de vefat etmiştir.

38) Künyesi Ebû Muhammed'dir. Suriye'nin Humus şehrinde ikamet ederdi. Muhaddislerin büyüklerindendir. Muhaddisliğini Buhârî de tasdik eder.

39) Bazı nüshalarda 'Semnun' yerine 'Şakîk-i Belhi ibaresi vardır.

40) Hazret-i Ebû Bekir'in malını kendi malı gibi Rasûlüllah da kullanırdı. Bu konudaki rivâyetler için bkz. İthaf us-Saade, VI /190

Allah İçin Buğzetmek

Allah için seven bir kimseye Allah için buğzetmek de lazımdırÇünkü sen, Allah'a itâat ediyor ve Allah nezdinde değerlidir diye bir insanı seversen eğer o insan, Allah'a isyan ederse, Allah'a is yan ettiği ve O'nun nezdinde değersizleştiği zaman da ona buğzetmen gerekirHerhangi bir kimseyi bir sebepten ötürü sevi yorsa, o sebebin zıddından ötürü de buğzetmesi zaruridirBunların ikisi, biri diğerinden ayrılmayan lazım ve melzumlardırBu kaide âdetlerdeki buğz ve sevgide daimi bir kaidedirFakat sevgi ve buğzun herbiri kalpte saklı bir hastalıktırAncak galebe çaldığı zaman, sızarSevgililerin birbirine yaklaşması, düşmanların bir birinden uzaklaşması, birbirlerine uygun veya aykırı hareket et meleriyle meydana çıkarBu bakımdan ne zaman fiilde bu beli rirse, o fiile dostluk ve düşmanlık adı takılır.

Allahü teâlâ daha önce naklettiğimiz hadîs-i kudsîde kulundan şunu sorar:

Sen benim yolumda herhangi bir dostu dost edindin mi? Herhangi bir düşmana düşmanlık güttün mü?

Bu hakîkat senin için taat ve ibadetinden başka bir tarafı gö zükmeyen bir kimse hakkında apaçıktırÇünkü sen böyle bir kim seyi sevmeye muktedirsin veya sana kötülüğünden başka birşeyi gözükmeyen kimseyi (düşünelim) : Sen böyle bir kimseye buğzetmeye muktedirsinAncak girift ve çözülmez durum şudur: Adamın taat ve ibadetleri günahlarla karıştığı zaman dersin ki: 'Ben bu adam hakkında sevgi ile buğzu nasıl bir arada yürütebili rimOysa ikisi zıttırlarİkisinin meyvesi uygunluk ve muhalefet, dostluk ve düşmanlık da zıttırlar'.

İşte cevap olarak derim ki: Bu durum, beşerî hazlarda müte nakız (zıt) olmadığı gibi, Allahü teâlâ'nın hakkında da zıt değildirÇünkü bir kişide ne zaman ki birtakım hasletler bir araya gelirse, onların bir kısmı sevilir, bir kısmına da buğzedilirSen o kişiyi bir yönden seversin, diğer yönden ona buğzedersinBu bakımdan bir kimsenin güzel ve fâsık bir hanımı vardır veya güzel hizmet eden ve zeki bir evlâdı vardırFakat bununla beraber fâsıktırİşte bu kimse bu tip yakınını bir yönden sever, öbür yönden de ona buğzederOnunla iki hâl arasında bulunan bir halde olurZira adamın biri zeki ve itâatkâr, diğeri ahmak ve asi, üçüncüsü hem ahmak, hem de itâatkâr veya zeki ve asi üç evlâdı farzedilirse böyle bir kimse bu evlâtlarına karşı nefsinin üç değişik durumda bu lunduğunu görürOnların hasletlerinin değişikliği sebebiyle nef sinin değişikliğini müşahede ederİşte böylece senin de durumun, fısk u fücurun veya taat ve ibadetin kendisine galebe çalmış olduğu veya bu iki yönden birinin kendisinde bulunduğu bir kimseye izafe ten böyle olmalıdır. Üç değişik mertebe üzerinde olmalıdırŞöyle ki; onların herbirine kendi durumlarına göre davranman gerekirHer sıfata; sevgi veya düşmanlıktan hakkı ne ise onu vermeli, ondan tamamen yüz çevirmemelisin.

Soru: Her müslümanın İslâmiyeti ondan sadır olan bir taattirİslâm'la beraber ben o müslümana nasıl buğzedebilirim?

Cevap: İslâmından ötürü onu sever, masiyetinden ötürü de buğzedersinOnunla beraber öyle bir durumda olmalısın ki, eğer o durumu bir kâfir veya facirle beraber üzerinde bulunduğun du rumla kıyas edersen iki durumun arasındaki farklılığı derhal idrâk etmelisinİşte O farklılık İslâm için sevilmesidir ve hakkının yerine getirilmesidirAllah hakkında tıpkı sana yapılan itaat ve itaatsizlik gibi olmalıdırBu bakımdan herhangi bir gaye üzerinde sana muvafakat eden, başka bir gayede sana muhalefet eden bir kimseye, bir konuda iyi, bir konuda kötü davranırsınBütün gayelerinde sana uygun hareket eden bir kimseye, yapacağın ikramda göstereceğin fazlalığı bu tip kimseye yapacağın ikramda göstermez ve yine bütün gayelerinde sana muhalefet eden bir kimseye de göstermezsin. Sonra bu orta hareket bazen ihanet ve düşürme tarafına meylederBu da suçun galip geldiğindedirBazen de mücamele ve ikram tarafına meylederBu da muvafakatin galebe çaldığındadırİşte böylece hem Allah'a itaat ve hem de isyan eden bir kimseye karşı takınacağın tavır da böyle olmalıdır.

Soru: Buğzun açığa çıkması ne ile mümkündür?

Cevap: Söz ile yapılan buğzun göstergesi, buğzettiğin kimse ile konuşmaktan dili tutmaktırBaşka bir zamanda da konuşurken şiddet gösterip onu hafife almakla mümkündürFiilde ise, bir de fasında ona yardım etmeye koşmayı kesmekle, başka bir zaman onun maksatlarını bozmak ve boşa çıkarmaya çalışmakla müm kün olurBu gösterdiğin tavrın bir kısmı diğerinden daha şiddetliolurBunlar da buğzettiğin kişiden sadır olan isyan ve fasıklık de recelerine göre değişirKüçük hatalarına ve yaptığından pişman olduğu bilinen ve üzerinde ısrar etmediği günahlarına gelince,O günahlarda adamın ayıbını örtmek ve hatalarına göz yummak daha evlâdır.

Üzerinde ısrar ettiği küçük veya büyük günaha gelince. . . Eğer bu günahı işleyen adamla aranda sevgi ve arkadaşlık güçlüyse, bunun başka bir hükmü vardırBu hüküm ileride beyan edilecektir, Bu hususta âlimlerin çeşitli görüşleri vardırFakat aranızda dostluk ve sohbet kuvvetli değilse, buğzettiğini göstermen gerekirBu buğzun eseri bazen adamdan uzaklaşmak, adama az iltifat gös termek suretiyle olur veya adamı azarlamak, kendisiyle konuşurken sert şekilde konuşmak suretiyle olurBu ikinci suret adamdan uzak durmaktan daha şiddetlidirBu da adamdan sadır olan günahın ağır ve hafif olmasına göre değişirİşte böylece fiilde de iki derece vardırBiri yardımı ve dostluğu kesmektirBu ise, de recelerin en hafifidir, düşmanlıklarda yapıldığı gibiBöyle yapmak da lazımdırFakat meşrû gayelerini ifsad etmek değil de, günah yolunu bozacak şekilde olmalıdırO günah yolunu kesmekle tesir etmeyen fiillerine gelince, onlara tevessül edilmemelidir.

Buna misal şudur: Adamın biri içki içmek suretiyle Allah'a isyan etmiştirAynı zamanda bir kadına talip olmuşturEğer o kadınla evlenirse, o kadının malından, güzellik ve mevkiinden istifade ede cektirAncak bu kadınla evlenmesi kendisini içkiden alıkoymakta herhangi bir tesir göstermez veya kendisini içki içmeye teşvik de etmezBu durumda sen onun yardımına muktedir bulunuyorsan, yardımınla hedefine varıp maksuduna nail olabiliyorsan veya o durumu bozup da hedefine varmasına mani olmaya muktedir bu lunuyorsan, böyle bir kimsenin durumunu bozmak için çalışmaya yetkili değilsinAma fasıklığından ötürü buğzettiğini göstermek için kendisine yardım etmeyi terk edersen, bunda da bir sakınca yokturFakat bu yardımı terk etmek de sana farz değildirÇünkü çoğu zaman ona yardım etmek suretiyle onu yola getirmek niyetini ve ona karşı şefkatli olduğunu gösterirsen, böylece o da senin ken disini sevdiğine inanır ve dolayısıyla nasihatini dinlerBu ise güzel bir şeydir.

Eğer kendisine yardım etmeni istemezse dahi sen ken diliğinden müslüman oluşunun bir hakkı olarak hedefine var makta kendisine yardım etmeyi uygun görürsen, böyle bir yardım yasak değildirHatta daha güzeldirEğer onun masiyeti senin veya seninle ilgili bir kimsenin hakkına tecavüz etmek suretiyle olursa. . . İşte bu hususta şu ayet nazil olmuştur:

Bir de içinizde fazilet ve servet sahibi olanlar akrabalara, yoksullara, Allah yolunda hicret edenlere vermemek üzere yemin etmesinler, (kusurlarını) bağışlasınlar, aldırmasınlarAllah'ın sizi bağışlamasını sevmez misiniz? Allah gafûrdur (çok bağışlayıcıdır) , rahimdir (çok merha metlidir) . (Nûr/22)

Mıstah bEsase, ifk (Hazret-i Aişe'ye yapılan iftira) olayında konuştuğu için, Hazret-i Ebû Bekir Sıddîk (radıyallahü anh) ondan yardımını ke seceğine dair yemin ettiOysa daha önce ona malen yardım edi yorduMıstah'ın günahının büyüklüğüne rağmen bu ayet-i celile nazil olduAcaba Rasûlüllah'ın harem-i pakına dil uzatmaktan hangi günah daha büyük olabilir? Hazret-i Âişe gibi Rasûlüllah'ın pak zevcesine dil uzatmak gibi büyük günah olur mu? Hazret-i Ebû Bekir Sıddîk (radıyallahü anh) bu hâdisede öz nefsine saldırılmış gibiydiZulmedeni affetmek, kötülük yapana iyilik yapmak, sıddîkların ahlâkındandırŞunu bil ki; sana zulmedene ihsan etmek güzeldirBaşkasına zulmeden ve ona zulmetmekle Allah'a isyan eden bir kimseye gelince. . . Böyle bir kimseye ihsan etmek iyi birşey değildirÇünkü zâlime ihsan etmek, mazluma kötülük yapmak demektirOysa mazlumun hakkını gözetmek daha evlâdırZâlimden yüz çe virmek suretiyle mazlumun kalbini takviye etmek, zâlimin kalbini takviye etmekten daha fazla Allah'ın hoşuna giderAma mazlum isen, senin için en güzeli affetmek ve zâlimden yüzçevirmektir.

Selef-i sâlihînin günahkârlara karşı buğzlarını göstermekte yolları değişiktiFakat hepsinin ittifak ettiği bir nokta vardıO da zâlimlere ve bid'atçılara buğzetmeyi ilan etmektiBaşkasının hakkına tecavüz etmek suretiyle Allah'a isyan eden herkesten nefret etmektiAma öz nefsinde Allah'a isyan eden bir kimseye ge lince. . .

Seleften bazıları bu gibi asilerin hepsine rahmet gözüyle bakmıştır. Bazıları da şiddetle hücum edip onları terketmeyi tercih etmiştirAhmed bHanbel (radıyallahü anh) ümmetin büyüklerini dahi ilahî nizama uygun düşmeyen bir kelimeyle terkediyorduHatta Yahya 1) Main gibi bir imamı 'Ben hiç kimseden birşey istemiyorum, eğer Sultan bana birşey getirirse onu da kabul ederim' dediğinden dolayı terketmiştirHaris Muhâsibi mutezile aleyhinde kitap yazdığı için İmâm-ı Ahmed onu terkederek şöyle demiştir: 'Sen önce onların şüpheye düşdüğü noktaları açıklamalıydınHalkın o noktalarda düşünmesini sağlamalıydın. Sonra o noktaların hatalı olduğunu belirtip onların görüşlerini reddetmeliydin'.

Ebû Sağîr (İmâm-ı Şâfiî'nin talebesidir) 'Allah, Adem'i kendi sûretinde yarattı'41 hadîsini te'vil ettiği için İmâm-ı Ahmed onu da terkettiBu durum, niyete göre değişen bir durumdurNiyet de hâle göre değişirKişi, insanların acziyetini ve takdir önündeki durumlarını düşünerek buğz ve düşmanlıkta temkinli davranarak müsamaha gösterirBunun da caiz olan tarafı vardırFakat bu durum, bazen nemelazımcılık ve yağcılıkla karıştırılır.

Günahlara göz yummaya sevkeden sebeplerin çoğu neme lazımcılık ve kalplerin kırılmamasmı gözetmektirKalplerin kırılmasından ve ürkmesinden korkmaktırBazen de şeytan, ah mak kişiyi yağcı olduğu halde 'rahmet gözüyle bakıyorsun' diye aldatırBunun mihenk taşı şudur: Eğer cani kendisinin özel hakkına tecavüz ediyorsa ona rahmet gözüyle bakıp 'Bunun böyle yapılması kader-i ilâhînin teshir ve cilvesidir, kaderin önünde ha zer ve tedbirin hiçbir faydası yokturBu adam nasıl bunu yapma yacaktır? Oysa bunun yapılması bu adamın defterine yazılmıştır' diyebilir.

İşte bunun gibisine bazen Allahü teâlâ'nın hakkına yapılan saldırganlıkta da göz yumulabilirEğer kendi hakkına yapılan tecavüz anında öfkelenir, Allah'ın hakkına yapılan tecavüzde merhamet gösterirse, böyle bir kimse yağcıdırŞeytanın hilelerine kurban gitmiştirBu şeytanî desiseye dikkat etmelidir.

Soru: Buğzun gösterilmesinde en az derece adamı terk ve ondan yüz çevirmek, arkadaşlığını kesmek ve yardımına koşmamaktırAcaba böyle yapmak farz mıdır ki, böyle yapmayan bir kul yapmadığından ötürü günahkâr sayılsın?

Cevap: İlmin zahirinde böyle yapmak teklif ve farziyet altına girmezÇünkü biz biliyoruz ki, Rasûlüllah'ın (sallâllahü aleyhi ve sellem) asr-ı saadetinde ve ashâb-ı kiramın devrinde içki içenler ve fahiş şeyleri işlemeyi âdet edenler tamamen terkedilmezlerdiKimisine sözle ve şiddetle hücum edilir, kendisine buğzettiklerini gösterirlerdiKimisinden sadece yüz çevriliyor, başka birşey söylenmiyor, kimisine de mer hamet gözüyle bakılıyor, o terkedilmiyor ve ondan uzak durulmu yorduİşte bunlar dinî inceliklerdirÂhiret yolunun yolcularının bu husustaki yolları değişiktirHer birinin ameli, hâlinin ve vakti nin gerektirdiği gibi ayarlanırBu işlerde hâllerin gereği, ya mekruh olmak veya mendup olmaktırBu bakımdan faziletlerin dere cesi sözkonusudurHaram veya farziyet derecesine varmazÇünkü teklifin altına giren, Allah marifetinin ve sevgisinin esasıdırBu ise, bazen sevgiliden başkasına sirayet etmezAncak şu var: Sirayet eden, sevginin ifrat derecede olan ve bütün varlığı istilâ eden kısmıdırBu ise, fetva kısmına ve halkın avamı hakkında teklifin zâhirine asla sığmaz bir hakikattir.

41) Müslim, (Ebû Hüreyre'den)

Allah için buğz edenlerin mertebeleri
Allah'a muhalefet edenlere nasıl davranmalı

Soru: Fiil ile düşmanlığın ve buğzun gösterilmesi farz değilse, mendub olduğunda şüphe yoktur. Asiler ve fâsıklar ise çeşitli mer tebelerdedir. O halde onlara nasıl davranılırsa fazilet elde edilir? Acaba hepsi için aynı yol mu veya değişik yollar mı takip edilir?

Cevap: Allah'ın emrine muhalefet eden bir kimse ya inancında veya fiilinde muhalefet eder. Bunların ikisinin dışında muhalefet tasavvur edilmez. İnancında muhalefet eden bir kimse ya bid'atçıdır veya kâfir.., Bid'atçı ise, ya ihdas ettiği bid'ate insanları çağırmaktadır veya susmaktadır. Sükût eden kimse ya kendi isteğiyle veya aciz olduğundan sükût etmiştir. Bu bakımdan itikaddaki fesadın kısımları üçtür: Birincisi küfürdür. Kâfir bir kimse eğer harbî bir kâfir ise öldürülmeye ve köle edinilmeye müs tehak olur. Öldürmek ve köle etmekten öte bir rezalet yoktur. Zimmî bir kâfir ise, ona eziyet etmek caiz değildir. Meğer ki uzaklaşmak ve tahkir etmek suretiyle olsun. Bu da ancak onu en dar yola mecbur etmek, ona daha önce selâm vermemek, ancak o 'esselâmü aleyke' dediği zaman ve aleyke' demek suretiyle eziyet edebilirsin. En evlâsı onunla oturup kalkmayı, alışveriş yapmayı ve onunla yiyip içmeyi bırakmaktır. Müslüman dostlarıyla sohbet ettiği gibi onunla sohbete dalmak, ona güler yüz göstermek şiddetle mekruhtur. Hatta bu tür filler nerede ise haram hududuna varır.

Nitekim Allahü teâlâ şöyle buyurmaktadır:

Allah'a ve ahiret gününe îman eden bir kavmin babaları, oğulları, kardeşleri yahut akrabaları da olsa Allah'a ve elçi sine düşman olanlarla dostluk ettiğini görmezsin, Allah onların kalplerine îman yazmış ve onları kendinden bir ruh ile desteklemiştir, (Mücadele/22)

Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) de şöyle demiştir:

Müslüman ile müşriğin ateşleri bir arada görünmez. Yani müslüman, mümkün olursa müşriklerle komşuluk yap maz. Arkadaşlık yapmaz ve onların aralarında bulunmaz.42

Allahü teâlâ şöyle buyurmaktadır:

Ey îman edenler! Düşmanlarımı ve düşmanlarınızı dost edinmeyin. Siz onlara sevgi yolluyorsunuz. Oysa onlar size geleni inkâr ettiler. (Mümtehine/1)

İkincisi, bir bid'atçıdır ki halkı bid'atına davet etmektedir. Eğer bu kimsenin ihdas ettiği bid'at, küfrünü gerektiren bir bid'atsa, onun durumu zimmî bir kimsenin durumundan daha şiddetlidir. Çünkü bu ne haraç vermek suretiyle durdurulur, ne de zimmet akdiyle kendisine müsamaha gösterilir. Eğer ihdas ettiği bid'at ile kâfir olmuyorsa, onun işi kendisiyle Allah arasında olduğundan, şüphesiz ki kâfirin durumundan daha hafiftir. Fakat bu bid'atçının yaptığını münker görmek ve buna karşı çıkış yapmak, kâfire karşı yapılan çıkıştan daha şiddetli olmalıdır. Çünkü kâfi rin şerri başkalarına sirayet eden bir şer değildir. Zira müslümanlar onun kâfir olduğuna inanmışlardır. Bu bakımdan onun sözüne itimat etmezler. Zira o, müslümanlığı seçtiğini ve inandığını iddia edemez.

Bid'atınâ halkı davet eden bid'atçıya gelince o, halkı davet ettiği bid'atının hak olduğunu iddia etmektedir. Bu duruma göre halkın dalâlete gitmesine vesile olur. Bu bakımdan bu bid'atçının şerri, başkasına sirayet eden serdir. Ona buğzettiğini ve ona karşı düşmanlık güttüğünü göstermek, ondan uzak durmak, yeri gel dikçe bid'atından ötürü tahkir ve tezyif etmek müstehab bir hare kettir. Halkı ondan nefret ettirmek daha da müstehaptır. Eğer böyle bir bid'atçı tenha bir yerde selâm verirse selâmının karşılığını vermekte hiçbir sakınca yoktur. Eğer ondan yüz çevir men ve selâmının karşılığını vermekten imtina etmen, onun ihdas ettiği bid'atının kötülüğünü ona öğretecek ve o bid'attan uzak durmasına tesir edeceğini biliyorsan, ona cevap vermeyi terketmek daha evla olur. Çünkü selâmın karşılığını vermek her ne kadar farz ise de bu farz müslümanların maslahatı ve yararı gibi bir gaye ile ortadan kalkar. Hatta insanın hamamda veya ayak yolunda olması da bu farzı ortadan kaldırır. Bir bid'atçıyı bid'atından uzaklaştırmak gayesi ise, bütün bunlardan daha önemlidir. Eğer bıd'atçı, bir cemaate selâm verirse, onun selâmını cevaplandırmamak, halkı ondan kaçırmak, onun bid'atını halkın gö zünde kötü göstermek daha evladır. İşte böylece ona iyilik yapmayı kesmek, onun yardımına koşmamak daha evlâdır. Hele halkın gözü önünde...

Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle demiştir:

Bir müslüman bir bid'at sahibim tahkir edip kovarsa Allahü teâlâ onun kalbini emniyet ve îman ile doldurur. Bir kimse bid'at sahibini tahkir ederse en büyük korku gününde Allahü teâlâ onu emin kılar. Bid'at sahibine yumuşak davranan, ona ikramda bulunan veya onu güler yüz ile karşılayan bir kimse ise, o Hazret-i Muhammed'e inen ilâhi vahyi hafife almış olur.43

Üçüncüsü, halk tabakasından olan bid'atçıdır. Öyle bir bid'atçı ki, halkı bid'atına davet etmeye gücü yetmez. Halkın ona uy masından korkulmaz. Böyle bir bid'atçının durumu daha hafiftir. En evlâ olan böyle bir kimseye şiddetle ve haysiyet kırıcı bir şekilde davranmamaktır. Kırıcı olmamak şartıyla nasihatta bulunul malıdır. Çünkü halk tabakasının kalpleri çabuk dönüş yapan kalplerdir. Eğer bu kimseye nasihat fayda vermezse, ondan yüz çevirmekte, onun gözünde irtikâb ettiği bid'atı tahkir etmek mânâsı varsa, bu takdirde bundan yüz çevirmek daha da uygun olur. Eğer tabiatının katılığından, yanlış akidesinin kalbinde yerleşmesinden dolayı kendisinden yüz çevirmenin herhangi bir tesir ve etki yap mayacağını biliyorsa, o vakit kendisinden yüz çevirmek daha evla olur. Zira bid'at şiddetle takbih edilip kötülenmedikçe, halk arasında yayıldıkça yayılır ve fesadı umumileşir.

İnancıyla değil, fiil ve ameliyle isyan eden bir kimseye gelince... Bu da, ya başkasını rahatsız edecek derecede olur, zulüm, gasp, yalancı şahitlik, gıybet, halk arasında fitne ve kovuculuk yapmak ve benzerleri gibi... veya isyanı sadece kendi nefsine münhasır ve başkasına eziyyet verici isyanlardan olmaz. Bu da şu kısımlara bö lünmektedir.

a) Başkasını fesada davet eder... Erkeklerle kadınları bir araya getiren fısk ve fücur meclisinin sahibi gibi... Fasıklara içki içmenin ve fıskın sebeplerini hazırlar.

b) Başkasını isyanına davet etmez. İçki içen ve zina yapan kimse gibi...

Bu kimsenin isyanı, ya büyük günah veya küçük günah ile olur. Bu günahların herbirinde ya ısrar edecek veya etmeyecektir. İşte bu bölümlerden üç kısım meydana gelir. Bu kısımların her bi rinde de bir derece vardır. Bir kısım diğerinden daha şidetlidir. Biz hepsini aynı yoldan götürüp aynı derecede görmeyiz.

Birinci kısım ki kısımların en şiddetlisidir halkın zarar görmesine vesile olacak günahkârlıktır. Zulm gasb, yalancı şahidlik, gıybet ve kovuculuk gibi...

Böyle yapan kimselerden yüz çevirmek, onlarla oturup kalkmayı terketmek, muamelelerinden geri kal mak daha evladır. Zira halka eziyet veren isyan daha ağırdır. Sonra bu kimseler, canlara, mallara ve namuslara zulmeden gruplara ayrılırlar. Bir kısım diğerinden daha şiddetlidir. Müstehab olan, bunları tahkir etmek, ciddi bir şekilde bunlardan yüz çevirmek, bunları hor görmek ve göstermektir. Eğer bunları hor göstermekten ötürü bunların fiillerinden cayabileceğim veya başkasının bunlardan çekinebileceğini umuyorsa böyle hareket etmek daha da faydalı ve gereklidir.

İkincisi, fısk ve fesad sebeplerini hazırlayan fesad yuvasının sahibidir. Böyle bir kimse halka eziyet etmezse de fiiliyle onların dinlerini fesada uğratmaktadır. Eğer onların rızasıyla böyle hare ket ederse, birincisine yakın olur. Fakat yine de birincisinden hafiftir. Çünkü günah, kul ile Allah arasında olduğu müdetçe Allah'ın affına daha yakındır. Fakat bu kimse, az da olsa, başkasının hak ve hukukuna tecavüz etmesi bakımından yaptığı çok kötü bir iştir. İşte bunun da yaptığı, kendisini tahkir etmeyi, kendisinden yüz çe virmeyi, kendisiyle selamı sabahı kesmeyi gerektirir. Bunun se lâmının karşılığı eğer vermediği takdirde, kendisinde veya başkasında müsbet bir tesir yapacaksa terk olunur.

Üçüncüsü, sadece kendi nefsine zarar veren kimsedir. İçki kullanmak, farzı terketmek veya zararı sadece kendisine olan bir işi yapmak gibi... Bunun hakkındaki iş daha hafiftir. Fakat bu kimseye bu yasakları işlediği zaman tesadüf edilirse, onu bunları yapmaktan menetmek için gerekenin yapılması farz olur. Hatta dövmek veya rezil etmek suretiyle olsa dahi... Zira münkeri yasak lamak farzdır. Fakat adam bunu alışkanlık haline getirmişse, na sihatin da ona fayda vereceğini biliyorsa, nasihat etmek farzdır. Eğer böyle bir kanaate sahip değilse, fakat nasihatten ibret alacağını umuyorsa, bu sefer yumuşak veya menfaati varsa şiddetle kendisine nasihat etmek ve o fiilinden alıkoymak en fazi letli bir hareket olur. O günaha ısrar ettiğini ve nasihatin kendi sine fayda vermeyeceğini bildiğinde onun selâmını almamak, onunla selâmı sabahı kesmek hususuna gelince; bu hususta düşünmek gerekir. Ulemanın bu husustaki gidişatı çeşitlidir. Doğrusu bu, kişinin niyetine göre değişir.

İşte böyle bir harekette 'Ameller niyetlere bağlıdır' denir; zira arkadaşlık yapmak, halka merhamet gözüyle bakmakta bir nevi tevazu vardır. Şiddet göstermek ve yüzçevirmekte ise, bir nevi ürkütme vardır. Burada fetva mercii kalptir. Yani kalpten fetva istenmelidir. Bu bakımdan kişinin kalbin hevasına ve tabiatın isteğine daha meyilli gördüğü tarafı bırakıp onun tam tersine yapışması daha evlâdır. Zira kişinin âsi bir kimseyi hafife alması, ona karşı cebir kullanıp ba zen gurur ve büyüklük göstermesi, salih bir kimse olduğunu be lirtmekten ve nazlanmaktan gelen birşeydir. Bazen de arkadaşlık yapması, müdaheneden, kalbi tesir altına almaktan ve bu vasıta ile gayesine vasıl olmaktan ileri gelir veya adam kendisinden ürktüğü takdirde mertebesine veya malına herhangi bir eksiklik geleceği korkusundan neşet eder. Bütün bunlar, yakın veya uzak bir zan ile meydana gelen mahsullerdir. Bütün bunlar şeytanın işaretleri üzerinde dönmektedir. Ahiret ehlinin emellerinden uzaktırlar. Bu bakımdan dinî amellere rağbet gösteren herkes nefsiyle beraber bu incelikleri tedkik etmeye, bu hal ve durumları kontrol altına al maya var kuvvetiyle çalışmalıdır. Fakat bu sahada fetva veren kalptir. Kalp de bazen içtihadında hakka tesadüf eder, bazen de yanılır. Bazen bildiği halde hevasına tâbi olur, bazen gururun hükmüne uyarak Allah rızası için çalıştığını zannederek ilerler. Ahiret yolunun yolcusu olduğunu sanarak ileri atılır. Bu inceliklerin beyanı Mühlikât kısmının 'Gurur' bahsinde gelecektir.

Kul ile Allah arasında bulunan fısk hakkındaki işin tahkikine şu hadîs-i şerif işaret etmektedir:İçki içen bir kimse birkaç defa Hazret-i Peygamberin huzurunda içki cezasına çarptırıldığı halde durmadan aynı suçu tekrar etmekteydi. Bunun üzerine sahâbe-i kiramdan bir zat 'Allah ona lanet etsin. Ne fazla içiyor' dedi. Bu bedduayı duyan Hazret-i Peygamber şöyle demiştir:

Kardeşinin hakkında şeytana yardımcı olma.44

Veya bu mânâyı ifade eden bir lâfız kullandı. Rasûlüllah'ın bu tabiri, şefkatin, şiddet göstermekten daha güzel olduğuna işaret eder.

42) Ebu Dâvud ve Tirmizî

43) Ebu Nuaym, Hilye] Herevî, (İbn Ömer'den)

44) Buhârî, (Ebu Hüreyre'den)

Arkadaş Olacak Kimsede Aranan Özellikler

Sohbet ve arkadaşlık için her insan elverişli değildirNitekim Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle demiştir:

Kişi dostunun dini üzerindedirBu bakımdan sizden her hangi biriniz kimle dostluk yaptığını iyice düşünüp tedkik etsin45

Edinilecek dost, mutlaka birtakım haslet ve sıfatlarla do nanmış bir kimse olmalıdır ki, o sıfat ve hasletler sebebiyle onun arkadaşlığına özenilsinO hasletler, arkadaşlıktan umulan faydalara göre şart koşulurlarZira şartın mânâsı amaca varmak için gereken şey demektirBu bakımdan amaca nisbet edilmekle şartları meydana gelirSohbetten dînî ve dünyevî birçok faydalar beklenir.

Dünyevî faydalara gelince. . . Arkadaşının malından veya ma kamından istifade etmek veyahut da sadece onun yüzünü görme ve arkadaşı olmakla yakınlık kurmak gibi faydalardırBu ise, bizim gayelerimizden değildirDinî faydalara gelince, o faydalarda da çeşitli gayeler bir araya gelirZira ilminden ve amelinden istifade etmek o faydalardandırKalbi teşviş eden ve şüpheye sürükleyen bir kimsenin eziyyetinden korunmak için onun mertebesinden isti fade etmek o faydalardandırVakitlerini zaruri rızık yolunda har camaktan kurtulmak için malından istifade etmek o faydalar dandırÖnemli meselelerde yardım görmek de o faydalardandırBu bakımdan böyle bir arkadaş musibetlerde arkadaşı için bir des tek ve çeşitli durumlarda da bir kuvvettirO faydalardan biri de sa dece onun duasıyla bereketlenmektirOnların birisi de âhirette onun şefaatini talep etmektirÇünkü seleften biri şöyle demiştir: 'Fazla âhiret kardeşi edininizZira her nıü'ınin için bir şefaat vardırUmulur ki sen de kardeşinin şefaatine nail olursun'Garib'ut-Tefsîr'de 'Allah, îman edip de sâlih amel işleyenleri bağışlarFazlından onlara fazlasını verirKâfirlere gelince. . . . Onlara şiddetli bir azab vardır' (Şüra/36) ayetinin yorumunda, 'Fazlından onlara fazlasını verir' cümlesi, 'Onlar âhiret kardeşleri için şefaat ederlerDolayısıyla Allah da o kardeşlerini onlarla beraber cennete gönderir' denilmiştir.

Deniliyor ki: Allahü teâlâ kulunu affettiği zaman, onu din kardeşleri hakkında şefaatçı kılar'İşte bu sırra binaen seleften bir grup sohbet, ülfet, arkadaşlık ve kardeşliği teşvik etmişler, uzlete ve köşeye çekilmeyi kerih görmüşlerdirİşte bunlar kardeşliğin faydalarıdırBu faydalardan herbiri birtakım şartları gerektirirler ki, o fayda ancak o şartlarla elde edilirBiz o şartların izahını ya palımKısaca o şartlar şunlardırSohbet ve arkadaşlığını tercih ettiğin bir kimsede beş haslet bulunmalıdır.

1Akıllı olmak.

2Güzel ahlâklı olmak.

3Fasık olmamak.

4Bid'atçı olmamak.

5Dünyaya fazla düşkün olmamak.

1. Akıllı Olmak

Akıllı olmaya gelince, o sermayedir, asıldırAhmak bir kimsenin arkadaşlığında hayır yokturAhmak bir kimsenin arkadaşlığı, ne kadar uzun olursa olsun, neticesi küskünlük ve vahşete giderHazret-i Ali (radıyallahü anh) ne güzel söylemiş: 'Câhille arkadaşlık yapma! Sen ondan uzak ol ve onu da kendinden uzak tutZira nice cahiller vardır ki, halim bir kimsenin arkadaşı olduğu zaman onu felâkete sürük lemiştir! Kişi arkadaşıyla kıyas edilirZira birşey için diğer birşeyde kıyas ve ölçü vardırRastladığı zaman kalbin kalp üze rinde delili vardır'.

Ahmak bir insanın arkadaşlığı nasıl böyle olmasın? Oysa ah mak senin faydanı istediği halde bazen sana zarar verir ve bil mediğinden ötürü yardım edeceği yerde kötülük yapmış olurBunun için şair şöyle demiştir: 'Ben akıllı bir düşmandan eminim, Fakat ahmak bir dosttan korkuyorumAkıl tek çeşittirOnun yo lunu biliyorumDelilik ise çeşit çeşittir'.

Bu sırra binaen denilir ki: 'Ahmak bir kimseden uzak olmak, Allah'a yakınlaşmak demektir'.

Süfyân es-Sevrî der ki: 'Ahmak bir kimsenin yüzüne bakmak yazılmış bir hatadır.

Akıllıdan gayemiz, işleri olduğa gibi anlayan bir kimsedirBu işleri ya kendiliğinden anlar veya kendisine anlatıldığı ve öğretildiği zaman anlar.

2. Güzel Ahlâk

Güzel ahlâk ise, elbette dost edinilen bir kimsede aranan bir vasıftırZira nice akıllı kimseler vardır ki, şeyleri olduğu gibi idrâk etmektedirFakat gazab ve şehvet kendisine galebe çaldığı, cimrilik ve korkaklık kendisine galip geldiği zaman hevâsına tabi olur, ona itaat ederBildiği bir şeye bile bile aykırı hareket ederÇünkü sıfatlarını yenmekten ve ahlâkını düzeltmekten acizdirBu bakımdan böyle bir kimsenin sohbetinde hiçbir hayır yoktur.

3. Fasık Olmamak

Fıskına ısrar ile devam eden fâsık ise, onun sohbet ve arkadaşlığında hiçbir fayda yokturZira Allah'tan korkan bir kimse, büyük bir günaha ısrarla devam etmezAllah'tan korkmayan bir kimsenin tehlikesinden hiçbir zaman emin olunmazDostluğuna güvenilmezBil ki, o gayelerine göre değişir.

Nitekim Allahü teâlâ şöyle buyurmaktadır:

Bizi anmak hususunda kalbine gaflet verdiğimiz bir kim seye itaat etme ki, o keyfinin ardına düşmüş ve işi haddini aşmak olmuştur. (Kehf/28)

Onun için sen bizim Kur'ân'ımızdan yüz çevirip de yalnız dünya hayatını isteyen kimselere bakma! (Tâhâ/16)

Anan ve baban bilmediğin birşeyi bana ortak koşman için seni zorlarlarsa bu takdirde kendilerine itaat etmeOnlara dünyada iyi bir şekilde sahiplik et! (Necm/29)

Ve bana yönelenin yolunu tut! (Lokman/15)

Bu âyetin mefhumunda fâsık bir kimseden kaçmanın gerekli olduğu hususu vardır.

4. Bid'at Sahibi Olmamak

Bid'atçıya gelince, onun sohbetinde ihdas ettiği bid'atının başkalarına sirayet etmesi, o bid'atın kötülüğünün başkasına geçmesi tehlikesi verdirBu bakımdan bid'atçı bir kimse terkedil meyi hak etmiştirNerede kaldı ki onunla arkadaş olmayı tercih edip seçmek. . .

Hazret-i Ömer (radıyallahü anh) arkadaşta dindarlığın aranmasına teşvik ederek Said bMüseyyeb'in rivâyet ettiği bir eserde şöyle demiştir:

Doğruluk arkadaşlarını arkadaş edin! Böyle yaptığın takdirde onların himayesinde yaşarsınÇünkü onlar genişlik zamanında süstürlerBelâlar zamanında hazırlık ve zahiredirlerKardeşinin işini, en iyi mânâ üzerine hamletSeni ondan soğutucu bir iş görünceye kadar buna devam etDüşmanından (uzak dur) Emin kimse ancak Allah'tan korkan kimsedirSakın fâcir ve fâsık bir kimse ile arkadaş olma ki, ondan sadece fısk ve fücur öğrenirsinOnu sırrına muttali kılmaİşlerinde ancak Allah'tan korkanlarla istişare et!

Güzel ahlâka gelince. . .

Alkame46 vefat edeceği zaman oğluna hitaben yazmış olduğu vasiyetnamesinde ne güzel dile getirmiştir.

Ey oğlum! Erkeklerin sohbetine muhtaç olduğunda öyle bir kimse ile musahhih ve arkadaş ol ki, sen ona hizmet ettiğin zaman o seni korumuş olsun!. . . Onunla arkadaşlık ettiğin takdirde seni süslendirsin! Eğer nafakanın derdi seni oturttuğu zaman sana yardımda bulunsun! Öyle bir kimse ile arkadaşlık yap ki, sen elini hayır ile uzattığın zaman o elinin uzanmasına yardımcı olsunEğer senden bir iyilik görürse onu takdir etsinEğer bir kötülük görürse onu ka patsınÖyle bir kimse ile arkadaşlık yap ki, ondan istediğin zaman sana versinSustuğun zaman seninle konuşsunBaşından bir belâ geçtiği zaman derdini kaldırmaya çalışsmÖyle bir kimse ile arkadaşlık yap ki, söylediğin zaman senin sözünü tasdik etsinEğer ikiniz aynı şeyi isterseniz, sana öncelik tanısınEğer ikiniz bir hususta karşılıklı hak iddiasında bulunursanız, seni nefsine tercih etsin.

Sanki bu vasiyetiyle sohbetin bütün haklarını bir araya getirmiş ve arkadaşın bütün bu haklara riayet etmesini şart koşmuştur.

İbn Eksem şöyle anlatır:47 Halife Me'mun 'Bu sıfatlarla mut tasıf bulunan bir arkadaş nerede bulunur?' dediBunun üzerine kendisine şöyle dendi: 'Ya emir'el-Mü'minîn! Onun, oğluna neden bu şekilde vasiyyette bulunduğunu biliyor musun?' Me'mun 'Hayır!' deyince, kendisine 'Oğlunun hiç kimse ile arkadaş olmamasını istedi de ondan böyle söyledi' dendi.

Ediblerden birisi şöyle demiştir: Halktan sırrını saklayacak ve ayıbını örtecek bir kimse ile arkadaş ol! Böyle bir kimse felaketlerde yanında olurGenişlikte de seni kendi nefsine tercih ederİyiliğini yayar, kötülüğünü kapatırEğer sen böyle bir arkadaş bulamazsan kendi nefsinden başka bir kimse ile arkadaşlık etme!'

Hazret-i Ali şöyle demiştir: 'Senin hakikî kardeşin odur ki seninle beraber olurSenin faydan için nefsine zarar vermeye razı olurO öyle kimsedir ki, zamanın felaketleri kapını çaldığında o derli toplu olan durumunu dağıtır ki, senin dağınık durumunu toplamış olsun'.

Alimlerden biri şöyle demiştir:

'Sadece şu iki kişiden biriyle arkadaşlık yap:

a) Kendisinden dinin hakkında birşey öğrenip faydalandığın kişi,

b) Kendisine dini öğrettiğin ve senden öğrendiğinden faydalanan kişi. . . Bunların dışında üçüncü bir kişi görürsen uzaklaş!'

Demişlerdir ki; insanlar dört sınıftır:

1Tamamen tatlıdırKendisine hiç doyum olmaz.

2AcıdırHiç birşey yenilmez.

3Kendisinde eksiklik vardırBöyle bir kimse senden almadan önce sen ondan al!

4Kendisinde burukluk vardırSen bundan ancak ihtiyaç zamanında faydalan!

Câfer-i Sâdık (radıyallahü anh) demiştir ki: Şu beş grupla arkadaşlık yapma:

1Yalancı ile arkadaşlık yapma! Çünkü sen daima aldana bilirsinO serap gibidirUzağı sana yaklaştırırYakını dasenden uzaklaştırır.

2Ahmakla arkadaşlık yapma! Çünkü ahmakla hiçbir yere varamazsınO sana fayda vermeyi istediği halde zarar verir.

3Cimri ile arkadaşlık yapma! Çünkü o, senin en fazla muhtaç olduğun şeyi senden esirger.

4Korkak ile arkadaşlık yapma! Çünkü o, seni ele verir ve şiddet anında kaçar.

5Fâsıkla arkadaşlık yapma! Zira o seni bir çiğnem yemek veya daha azma fedâ edebilir!

Bunun üzerine Câfer-i Sâdık'a şöyle soruldu: 'Bir lokma ekmekten daha azından neyi kasdediyorsun?' Şöyle cevap verdi: 'Yemeğe tamah edip arkadaşını feda eder. Sonra onu da elde et mez!'

Cüneyd-i Bağdadî şöyle demiştir: 'Güzel ahlâklı bir fâsıkın bana arkadaşlık yapması, kötü ahlâklı bir âlimin arkadaşlık yap masından daha sevimli gelir bana. . . '

Ahmed bEbi'l-Havârî der ki: Hocam, Ebû Süleyman ed-Dârânî bana şöyle dedi: 'Ya Ahmed! Sakın şu iki kişinin birinden başka kimse ile arkadaşlık yapma.

a) Öyle bir kişi ile arkadaşlık yap ki dünyalığında ondan istifade edebilesin.

b) Veya öyle bir kişi ile arkadaşlık yap ki onun sohbeti sayesinde gittikçe gelişir ve âhiretin için ondan fayda görürsünBu ikisınıftan başkasıyla arkadaşlık yapmak büyük bir ahmaklıktır'.

Ebû Muhammed Sehl bAbdullah Tüsteri şöyle demiştir: Üç sınıf insanın arkadaşlığından sakın:

1Gaflette olan zâlimler.

2Yağcı olan âlimler.

3Cahil olan mutasavvıflar.

Bu kelimelerin çoğu, arkadaşlığın bütün gayelerini kapsamak tadırArkadaşlığın bütün gaye ve hedeflerini kapsayan şeyler, daha önce zikrettiğimiz maksadların mülâhazası ve o maksadlara göre şartların gözetilmesinden meydana gelendirO halde dünya maksadlarında arkadaşlık için şart koşulan, âhiret arkadaşlığı için şart koşulmaz.

Nitekim Bişr el-Hafi der ki: Arkadaşlar üç gruptur:

1Âhiretin için arkadaş

2Dünyan için arkadaş

3Kendisiyle yakınlık kurman için arkadaş

Bu maksadların hepsinin bir kişide bulunması pek az olurBu maksadlar bir cemiyet arasında dağılırŞüphesiz ki, o cemaat hakkında şartlar da dağılır.

Me'ınûn bHarun er-Reşid şöyle demiştir: Arkadaşlar üç grup turOnların birincisinin misali, gıdanın misaline benzerİnsan onsuz yapamazDiğeri ilaca benzerİnsan bazen ona muhtaç olur, bazen olmazÜçüncü grup ise, hastalığa benzer! İnsan hiçbir zaman ona muhtaç değildirFakat bazen insan ona mübtela olurBu üçüncü arkadaş öyle bir arkadaştır ki, kendisinde hiçbir fayda yoktur.

Denildi ki, insanların misali, ağaç ve bitkilerin misali gibidirOnların bir kısmının gölgesi vardır, fakat meyvesi yokturİşte bu dünyada fayda veren, fakat âhirette faydası olmayan bir kimsenin misalidirÇünkü dünyanın faydası gölge gibidirÇabuk kaybolup giderBir kısmı da vardır ki, meyvesi var, fakat gölgesi yokturBu da âhiret için elverişli olan, fakat dünya için elverişli olmayan bir kimsenin misali gibidirBir kısmı da vardır ki, hem meyvesi, hem de gölgesi vardırBiz kısmı da vardır ki, ne meyvesi, ne de gölgesi vardır'Urnmu Gilan ağacı gibi. . . Elbiseleri yırtar, kendisinde ne yiyecek ne de içecek vardırBunun hayvanlardan misali fare ve akreptir.

Nitekim Allahü teâlâ şöyle buyurmuştur.

(Hak dinden çıkan) insan, zararı faydasından daha yakın olana taparTaptığı şey ne fena dosttur, ne kötü arkadaştır! (Hac/13)

Denilmiştir ki; insanlar çeşitlidirTıpkı ağaçların bir olmadığı gibiOnların da bir olmadığını müşahede edersin, Birinin tatlı meyvesi vardırDiğerinin ise ne tadı, ne de meyvesiKişi âhiret kardeşi edinip kendisinden istifade edecek birini bulmadığında tek başına kalması daha evlâdır.

Nitekim ashâb-ı kirâmın güzidele rinden olan Ebuzer Gıfâri (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Tek başına kalmak, kötü arkadaştan daha hayırlıdırSalih arkadaş ise, tek başına kalmaktan hayırlıdır'Ebuzer'in bu sözü, merfû olarak da rivâyet edilmiştir48

Dindarlığın olmasına ve fâsıklığın olmamasına gelince. . . Allahü teâlâ 'Bana dönüş yapanın yoluna tâbi ol' (Lokman/15) bu yurmuşturBir de fâsıklığı ve fâsıkları görmek günahı kalbe ko laylaştırırKalbin günahtan duyduğu nefreti dumura uğratırNitekim Said bMüseyyeb şöyle demiştir: 'Bu tür kimselerin arkadaşlığında selâmet yoktur'Selâmet ancak bunlardan uzak yaşamaktadır.

Ve boş söz konuşanlara rastgeldikleri zaman bulaşmadan, iyi bir şekilde yüz çevirip geçerler. (Furkan/63)

Ayet-i celiledeki 'selâm' kelimesi 'selâmet' mânâsına gelirKelimedeki 'elif selâmet kelimesinde 'he' harfinin karşılığıdırAyetin mânâsı 'Onlar derler ki; biz sizin günahınızdan selâmette kaldıkSiz de bizim şerrimizden selâmette kaldınız'.

İşte buraya kadar zikrettiğimiz hasletler, kardeşliğin mânâ, şart ve faydalarından belirtmek istediklerimizdi.

Biz şimdilik kardeşliğin hakları, gerekleri ve o hakları yerine getirme yollarını açıklamaya dönelim.

Dünyaya haris olan bir kimsenin arkadaşlığı, öldürücü zehirdirZira tabiatlar, kendisini başkasına benzetmek ve başkasına uymak üzere yaratılmışlardırBelki bir tabiat diğer tabiattan sahi binin haberi olmaksızın çalarBu bakımdan dünyaya haris olan bir kimse ile oturmak insanı hırsa sevkederZâhid bir kimse ile oturmanın insanı dünyada zâhid yapmaya sevkettiği gibi. . . İşte bundan dolayıdır ki, dünya peşinde koşanların sohbeti mekruhturÂhirete teşvik edenlerin sohbeti de müstehabtır.

Hazret-i Ali (radıyallahü anh) şöyle demiştir: İbâdet ve tâatları, Allah'tan uta nan bir kimse ile oturmak suretiyle ihya ediniz'.

Ahmed bHanbel (radıyallahü anh) şöyle der: 'Beni belâya kendisinden utanmadığım bir kimsenin arkadaşlığı sürükler'.

Lokman Hakîm, oğluna şöyle bir tavsiyede bulunmuştur: 'Ey oğul! Alimlerle beraber oturDizlerini onların dizlerine daya; zira kalpler hikmetle ölü arazinin yağmur damlalarıyla dirilmesi gibi dirilirler'.

45) Ebû Dâvud, Tirmizî ve Hâkim, (Ebû Hüreyre'den)

46) Alkame b. Amr b. Huseyn. Künyesi Ebû'l-fadl'dır. Kûfelidir. Güvenilir bir insan olmakla beraber garib hadisler rivâyet etmiştir. H. 56 senesinde vefat etmiştir.

47) Eksem veya Ektem. . . Künyesi Ebû Muhammed Yahya b. Ektem b. Muhammed b. Kutam'dır. Meşhur bir kadı ve fakihtir. H. 43 senesinde 83 yaşında vefat etmiştir.

48) Hâkim, Menakıb) Beyhakî, Ebû Şeyh ve Ebû Hilâl el-Askerî, Emsâl, (Sadaka b. Ebi İmrân'dan)

15-2

Kardeşlik ve Sohbet Hakları

Kardeşlik akdi iki şahsın arasındaki bağlantıdırTıpkı eşlerin arasındaki nikah akdi gibi. . Nikah Adabı bölümünde geçtiği gibi ni kah, yerine getirilmesi farz olan birtakım hakları gerektirir ki, bu hakları nikahın hakkı olarak yerine getirmek mutlaka lazımdırİşte kardeşlik akdi de böyledirBu bakımdan kardeşinin senin üzerinde malda, nefiste, dilde ve kalpte hakkı vardırOnu affetmek, ona duada bulunmak, ona karşı samimi ve dürüst olmak, vafekâr bulunmak, kolaylık göstermek, tekellüf ve teklifi terketmek vazifendirBunların tamamı sekiz haktır.

Birinci Hak

Birinci hak maldadırHazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

İki kardeşin misali, iki elin misali gibidir: Biri diğerini yıkadığı gibi kendisini de yıkar49

Hazret-i Peygamber, iki kardeşi el ile ayağa değil, iki ele benzetmiştirÇünkü iki el, aynı hedef için yardımlaştıkları gibi kardeşler de yardımlaşırlarKardeşlikleri ancak aynı hedef için kardeşlik yaptıkları zaman tahakkuk ederOnlar bir yönden bir kişi gibidirlerBöyle olmaları onların sıkıntıda da, genişlikte de ortak olmalarını ge rektirirMalda ve hâlde müşterek olmalılarÖzellik ve nefsin tercihi ortadan kalkmalıdır.

Arkadaşlarla beraber malda tâkip edilen yol üç mertebeye ayrılır.

1O mertebelerin en düşüğü arkadaşını kölen ve hizmetçin gibi görüp, malın fazla kısmından onun ihtiyacını gidermektirOnun ihtiyacı olduğu zaman, senin de ihtiyacından fazla malın varsa, o istemeden vermelisinOnu istemeye mecbur etmemelisinEğer onu istemeye mecbur edersen kardeşlik hakkında son derece kusurlu davranmış olursun.

2İkinci derece, onu kendi nefsinin yerine koymaktırMalında onun ortaklığına razı olmaktırOnu kendi nefsinin yerine koymalısın ki, malının yarısını ona vermeye nefsin razı olsun.

Hasan-ı Basri (radıyallahü anh) şöyle demiştir: 'Bizden önceki müslümanların herhangibiri peştemalını ortadan ikiye böler, bir kısmını kardeşine verirdi'.

3Üçüncü derece ki derecelerin en yücesidir kardeşini kendi nefsine tercih etmen ve onun ihtiyacını kendi ihtiyacından önce görmendirBu derece, sıddîklerin derecesidirSevişenlerin derecelerinin en son mertebesidirKardeşinin nefsini kendi nefsine tercih etmen de bu derecenin meyvelerindendirNitekim rivâyet edildi ki, sûfilerden bir cemaat halifeye ihbar edildiHalife boyunlarının vurulmasını emrettiO grubun içinde Ebû'l-Hasan Nusî50 de vardıBu zat, bütün arkadaşlarından önce cellâdın önüne çıktı ki, ilk öldürülen kendisi olsunKendisine neden böyle yaptığı sorulduğunda dedi ki: 'Ben şu anda kardeşlerimi nefsime tercih etmek istiyorum'Onun böyle yapması, diğer arkadaşlarının kurtuluşuna vesile oldu.

Nitekim bu durum uzun bir hikâyede anlatılmıştır.

Eğer sen kardeşin hakkında böyle davranamıyorsan, bil ki kardeşlik akdi sizin içinizde daha yapılmamıştırBöyle olmayan arkadaşlık, samimi olmayan bir arkadaşlıktırBöyle arkadaşlığın akıl ve din açısından hiçbir değeri yokturMeymun bMerhan şöyle demiştir: 'Kim kardeşlerinin iyilik yapmayı terketmelerine razı olursa, o gitsin de kabristandakilerle arkadaşlık yapsın'.

Dünya derecesine gelince. . . Bu derece de din sahiplerinin nez dinde makbul bir derece değildirRivâyete göre, zamanın şeyhlerinden biri olan Utbe el-Gulam, kardeş olduğu bir kimsenin evine gelerek, ona dedi ki:

Benim senin malından dört bin dirheme ihtiyacım var.

- İki bin al!

- Sen dünyayı Allah'a tercih ettinO halde, Allah için kardeşlik iddiasından utanmaz mısın ki böyle dersin?

Dünya derecesinde olan kardeşlikler ile en uygun olan dünya işlerinde de muamele etmemektirEbû Hâzım şöyle demiştir: 'Allah yolunda senin bir kardeşin olduğu zaman dünya işlerinde onunla muamele etme'Ebû Hâzım bu sözüyle dünyevî derecede olan kardeşliği kasdetmiştirEn büyük mertebeye gelince. . . O mertebe öyle bir mertebedir ki Allahü teâlâ Mü'min kullarını onunla tavsif demiştir:

O kimselerdir ki, rablerine itaate icabet etmişler ve namazı gereği üzere kılmışlardırİşleri de aralarında danışma iledirKendilerine verdiğimiz rızıktan (Allah yolunda) harcarlar. (Şura/38)

Yâni onlar, mallarını ayrılmayacak derecede birbirine katmışlardırOnların bir kısmı yükünü kardeşinin yükünden ayırmazdıSelef-i salihînden bazıları 'Benim pabucum' diyen bir kimse ile kardeşlik yapmazlardıÇünkü böyle bir kimse, pabucu kendi nefsine izafe etmektedirFeth el-Mevsılî bir kardeşinin evine geldiKardeşi evde yoktuOnun aile efradına emrettiKadın, sandığını çıkardı ve açtıFeth, ihtiyacı kadar parayı aldı, gittiAdam evine gelince cariyesi, Feth'in yaptıklarını aynen haber verdiAdam sevinerek cariyesine şöyle dedi: 'Eğer senin bu dediklerin doğruysa sen Allah rızası için âzâd edildin'Bütün bunları kardeşinin yaptığına sevindiği için yapmıştır.

Bir zat, Ebû Hüreyre'nin huzuruna gelerek dedi ki:

- Ben Allah rızası için seninle kardeş olmak istiyorum.

- Sen kardeşliğin hakkı nedir biliyor musun?

- Bana bildirsene!

- Kardeşliğin hakkı şudur: Sen dinar ve dirhemini benden daha önce kullanmamalısı!!.

- Ben şimdilik bu mertebeye varmış değilim.

- O halde benden uzaklaş!

Hazret-i Hüseyin'in oğlu Ali Zeynelabidin (radıyallahü anh) bir kişiye şöyle dedi: 'Sizin herhangi biriniz elini kardeşinin cebine veya kesesine sokup onun izni olmadan istediği kadar parayı alabilir mi?'Adam 'hayır' deyince, Zeynelâbidin 'O halde siz kardeş değilsiniz!' dedi.

Bir grup Hasan-ı Basrî'nin (radıyallahü anh) huzuruna girip dediler ki:

- Ey Ebû Said! Sen namaz kıldın mı?

- Evet kıldım!

- Çarşıdakiler daha namaz kılmadılar!

- Kim dinini çarşıdakilerden alır? İşittiğime göre, onlar parayı kardeşlerinden esirgiyorlarmış!

Bu sözünü onların yaptıklarına hayret ettiği için söylemiştirBir kişi İbrahim b. Edhem'in yanına vardıİbrahim b. Edhem Kudüs-ü Şerife gitmekteydiYanına varan kişi dedi ki:

- Seninle bu seferde arkadaş olmak istiyorum!

- Senin malına senden daha fazla tasarruf edip sahip olayım diyemi benimle arkadaşlık yapıyorsun?'

- Hayır, bunun için değil.

- Senin doğru söylemen hoşuma gitti.

Râvi der ki, İbrahim b. Edhem, kendisine bir kişi arkadaş olduğu zaman, ona muhalefet etmezdi ve ancak kendisine uygun olan kimse ile arkadaşlık yapardı.

Ayakkabı bağı yapan bir kimsenin bir ara İbrahim b. Edhem ile arkadaşlık yaptığı rivâyet edilirAdamın birisi seferde bir konakta İbrahim b. Edhem'e bir çanak yahni verdiİbrahim arkadaşının dağarcığını açtı, ondan bir top ayakkabı bağı aldıOnu tirit kabına koyup hediyeyi sahibine verdiArkadaşı geldiği zaman 'Bağlar nerede?' diye sorduİbrahim 'Senin yediğin tirit ne oldu?' (Yâni onun yerine verdim) Adam 'Sen ona iki veya üç tane verseydin yeterdi' dediİbrahim 'Sen müsamaha ot ki, sana müsamaha edilsin'Yine bir de fasında arkadaşının merkebini verdiArkadaşı geldiğinde hiçbir şey söylemedi, arkadaşı İbrahim'in böyle yapmasını 'kerih' bile görmedi.

İbn Ömer (radıyallahü anh) şöyle demiştir: 'Rasûîullah'ın sahâbîlerinden bir zata bir koyun kellesi hediye edildiO zat dedi ki: 'Benim filân kardeşim benden daha muhtaçtır'Kelleyi getireni ona gönderdiO da başkasına göndermek suretiyle kelle dönüp dolaştı, yedi el değiştirdikten sonra yine eski zatın eline geçti'.

Rivâyet ediliyor ki, Mesruk bEcda ağır bir borcun altına girdi ve aynı zamanda kardeşi Hayseme'nin de borcu vardıRavi der ki: 'Mesruk gidip Hayseme'nin haberi olmadığı halde onun borcunu ödediHayseme de Mesruk'un haberi olmadığı halde onun borcunu ödedi'.

Rasûlüllah (sallâllahü aleyhi ve sellem) Abdurrahman bAvf ile Said bRebi'i kardeş yaptığı zaman, Said bRebi, kardeşi Abdurrahman bAvf ı malında kendi nefsine tercih ettiBunun üzerine Abdurrahman 'Bunların ikisine de Allahü teâlâ senin için bereket versin' şeklinde dua ettikten sonra malı ikiye böldüAbdurrahman'ın yaptığı eşitliktirKardeşini kendi nefsine tercih etmek ise, müsavattan daha üstündür.

Ebû Süleyman Dârânî şöyle demiştir:

'Eğer bütün dünya benim olsaydı, ben o dünyanın tamamını kardeşlerimden birinin ağzına koysaydım, yine de onu kardeşime az görürdüm'.

Yine o şöyle demiştir:

'Ben kardeşlerimden herhangi birisinin ağzına lokmayı verdiğimde, o lokmanın tadını kendi boğazımda his sederim'.

Kardeşlere infak fakirlere sadakadan üstün olduğu için Hazret-i Ali (radıyallahü anh) şöyle demiştir: 'muhakkak ki, Allah yolundaki kardeşime verdiğim yirmi dirhem bence miskinlere sadaka olarak verdiğim yüz dirhemden daha sevimlidir'.

Yine Hazret-i Ali şöyle demiştir: 'Bir avuç yemek yapıp Allah yolun daki kardeşlerimi çağırsam bence bir köleyi âzâd etmekten daha se vimlidir'.

Bütün bu zevât-ı kirâmın, kardeşini kendi nefsine tercih etmek teki çabaları şüphesiz ki, Hazret-i Peygambere uymalarından ileri gelmektedirÇünkü Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) bir ashâbıyla beraber bir ağaçlığa girdilerHazret-i Peygamber o ağaçlıktan iki misvak kestiOnların biri eğri, diğeri ise düzgün idiDüzgün olanını ashâbına uzattıAshâbı 'Ey Allah'ın Rasûlü! Sen düzgün misvakı almaya daha lâyıksınBunun üzerine Rasûlüllah şöyle buyurdu: Hiçbir arkadaş yoktur ki, günün bir saatinde bile birisiyle arkadaşlık yapsın da onun arkadaşlığından sorulmasınAcaba o arkadaşlıkta Allah'ın hakkını yerine getirmiş midir, yoksa zayi mi etmiştir?51

Rasûlüllah bu hadîs-i şerîfleriyle işaret buyurmuştur ki, arkadaşı kendi nefsine tercih etmek, arkadaşlık açısından Allah'ın hakkını yerine getirmek demektir.

Hazret-i Peygamber bir ara yıkanmak üzere bir kuyunun yanına vardıBu arada Huzeyfe b. YemânRasûlüllah'a sütre (perde) olmak üzere bir elbise tuttu ve Rasûlüllah'ı böylece setrettiYıkanıncaya kadar bu durum devam eti. Sonra Huzeyfe (radıyallahü anh) oturup yıkanmak isteyince Rasûlüllah (sallâllahü aleyhi ve sellem) bu sefer elbiseyi tuttu ve Huzeyfe'yi halkın gözünden örtmek istediFakat Huzeyfe Rasûlüllah'ın kendisine bu şekilde hizmet etmesine bir türlü razı olmayıp şöyle dedi: 'Annem ve babam sana fedâ olsun ey Allah'ın Rasûlü! Böyle yapma!' Fakat Huzeyfe'nin didinmesi boşunaydıÇünkü Hazret-i Peygamber onun iyiliğine karşılık vermek istiyordu ve böylece Huzeyfe yıkanmcaya ka dar elbiseyi de tuttu.

Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

Arkadaşlık yapan iki kişinin Allah nezdinde en sevimlisi arkadaşına en şefkatli davranandır52

Rivâyet ediliyor ki, Mâlik bDinar ve Muhammed bVasi, Hasan-ı Basrî'nin evine gittilerO sırada Hasan evde değildiMuhammed bVâsı, Hasan-ı Basrî'nin yattığı karyolanın altından, içinde yiyecek bulunan bir sepet çıkardı ve o sepetten yemeğe başladıMalik kendisine 'Ev sahibi gelinceye kadar elini tut, yeme!' dediyse de Muhammed bVâsı kulak asmadan yemeye devam ettiÇünkü Muhammed bVâsı, Mâlik'ten daha cömerttiAhlâk bakımından da Mâlik'ten daha üstündüBu arada Hasan-ı Basrî içeri geldi ve dedi ki: 'Ey Mâlik! biz de Muhammed'in yaptığı gibi yapıyorduk'.

Hasan-ı Basrî (radıyallahü anh) bu sözüyle arkadaşlarının evlerinde serbest davranmanın arkadaşlıktaki samimiyetten ileri geldiğine işaret etmektedirNasıl böyle olmasın? Allahü teâlâ şöyle buyurmaktadır:

Yâhut anahtarları ellerinizde bulunan evlerden, yahut dostlarınızın evlerinden yemenizde bir güçlük yoktur. (Nûr/61)

Bu ayette dostu, insanın ailesi gibi sayılmıştırÇünkü eskiden kardeş, evinin anahtarlarını Allah yolundaki kardeşine teslim eder ve istediği gibi kullanmasına müsaade ederdiBuna rağmen din kardeşi, takvânın hükmüne sarılarak yemekten sakınırdıTâ ki Allahü teâlâ Nûr sûresinin 61ayetini inzâl buyurup arkadaş ve dostların yemeklerinde rahat hareket edebileceklerine izin verinceye kadar.

İkinci Hak

Kardeşi istemeden öncekardeşinin ihtiyaçlarını yerine getirmek ve bizzat onlara koşmak suretiyle yardım etmektirOnun ihtiyaçlarını özel ihtiyaçlarından önce görmektirNitekim mal ile yardım etmenin dereceleri olduğu gibi, hakkın da dereceleri vardır. . . O dere celerin en düşüğü kudreti olduğu ve kardeşi istediği anda onun ihti yacına koşmaktırFakat yardım ederken güler yüzle, seve seve ve kendisine bu vazifeyi yükleyen arkadaşına minnettar olarak yardım etmelidir.

Alimlerden biri şöyle demiştir: Sen kardeşinden herhangi bir ihtiyacının yerine getirilmesini istediğin zaman, senin o ihtiyacını yerine getirmezse, ikinci bir defa ona hatırlatBelki de unutmuş olurEğer ikinci defa hatırlatmana rağmen yapmazsa, onun üzerine tek bir getir ve şu ayeti oku:

Ölüler! Allahü teâlâ onları diriltip haşredecektir. (En'am/36) (Yani onun ölü olduğunu düşün ve cenaze namazını kıl) .

İbn Şübrime53 kardeşlerinden birisinin büyük bir ihtiyacını yerine getirdiİhtiyacı yerine getirilen zat, kendisine bir hediye getirdiBunun üzerine İbn Şübrime sordu:

- Bu getirdiğin ne?

- Bana yaptığın iyiliğin karşılığı. . .

- Allah sana afiyet ihsan etsin! Malını al götürSen kardeşinden herhangi bir ihtiyacının yerine getirilmesini istediğin zaman o da, o ihtiyacını yerine getirmek için kendini yormazsa hemen abdest al ve o kardeşinin üzerinde dört tekbir getir ve onu ölmüş say!

Câfer bMuhammed şöyle demiştir: 'Ben düşmanlarımın ihtiyaçlarını karşılamaya acele ediyorumÇünkü onların ihtiyaçlarını ye rine getirmeyip isteklerini vermediğim takdirde bir daha benden birşey istemeyeceklerinden korkuyorum'.

Düşmanlar hakkında hüküm bu ise dostlar hakkında nasıl ol malıdır? Seleften bazı kimseler arkadaşının aile efradının hâlini, arkadaşının ölümünden kırk sene sonraya kadar sorar, onların ihtiyaçlarını yerine getirir, her gün onlara gider, onların ihtiyacını verirdiZaten onlar sadece babalarının vücudunu kaybetmiş sayılırlardıBabalarının hayatında ondan görmediklerini dostundan görürlerdiOnlardan herhangi biri kardeşinin kapısına gider ve derdi ki: 'Yağınız var mı? Tuzunuz var mı? Bir ihtiyacınız var mı?'

Kardeşinin haberi olmadan böyle yapardıŞefkat ve kardeşlik de zaten böyle yapmakla belli olurKişi kendi nefsine şefkat ettiği gibi, kardeşine şefkat etmezse, onun şefkatında hayır yokturMeymun bMihran şöyle demiştir: "Dostluğu sana fayda vermeyenin düşmanlığı da sana zarar vermez'.

Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

İyi bilin ki Allahü teâlâ'nın yeryüzünde kapları vardırO kaplar da kalplerdirBu bakımdan kalplerin Allah nezdinde en se vimlisi en saf en sağlam ve en ince olanıdır54

Yani günahtan en saf olan, dinde en kuvvetli olan ve kardeşleri hakkında en ince olandırKısacası kardeşinin ihtiyacı, senin ihti yacın gibi olmalı veya ihtiyacından daha önemli olmalıdırSen kendi ihtiyaçlarını nasıl karşılıyorsan, kardeşinin de hallerinden gâfil ol mayarak onun ihtiyaçlarını da araştırmalısınOnu istemeye mecbur etmemelisinAksine onun ihtiyacını kendi ihtiyacın gibi görüp yerine getirmelisinBunu yaparken nefsine herhangi bir pay vermemelisinAksine senin yardımını kabul ettiğinden dolayı onun ihtiyacını yerine getirmeye fırsat verdiği için ona minnettar olmalısınSadece ihtiyacını yerine getirmekle kalmamalısınAksine başlangıçta ihtiyacından fazla vermek suretiyle ikramda bulunmalı, onu kendi nefsine tercih etmeli, akrabalarına ve evlâdına takdim etmelisin.

Hasan-ı Basrî şöyle derdi: 'Allah yolunda ki kardeşini teşyi eden bir kimseyi, Allahü teâlâ kıyâmet gününde arşının altında meleklerin refakatinde teşyi ettirir'.

Eserde vârid olmuşturAllah yolundaki bir kardeşiyle bir araya gelmeyi arzu ederek ziyaret eden bir kimseyi bir melek arkasından şöyle çağırır: 'Güzel oldun! Yani attığın adımlar hayırlıdır ve cennet de sana güzelleştirildi'55

Ata bEbi Rebah şöyle demiştir: 'Üç günden sonra kardeşlerinizi arayınızEğer hasta iseler ziyaret edinizEğer meşgul iseler yardımda bulununuzEğer unutmuşlarsa onlara hatırlatınız'.

Rivâyet ediliyor ki, İbn Ömer (radıyallahü anh) Hazret-i Peygamberin huzurunda iken durmadan sağına soluna bakıyorduRasûlüllah, dikkatini çeken bu durumu İbn Ömer'e sordu, İbn Ömer 'Yâ Rasûlallah! Ben bir kişiyi seviyorumOnu arıyor, fakat bulamıyorum' diye cevap verdiHazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) buna karşılık olarak şöyle buyurdu:

Sen bir kimseyi sevdiğin zaman, ismini, babasının adını ve evini sor! Bunları bildiğin takdirde, eğer hastaysa ziyaret, meşgulse kendisine yardım edersin56

Diğer bir rivâyette 'Onun dedesinin ismini, mensup olduğu soy ve sopunu sor!' ibaresi vardırŞa'bî, birisinin yanına oturup sonra 'Ben onun yüzünü tanıyor, fakat ismini tanımıyorum' diyen bir kimse hakkında 'O ahmakların tanımasıdır' dedi.

İbn-i Abbâs'a 'Sence insanların en sevimlisi kimdir?' diye sorulduğunda, şöyle demiştir: 'Arkadaşım'Yine İbn-i Abbâs şöyle demiştir: 'Hiçbir ihtiyacı olmadığı halde, üç defa benim meclisime gelen bir kimsenin mükâfatının ne kadar çok olacağını tahmin bile edemem'.

Said bAs şöyle demiştir: 'Üç defa benimle beraber oturan bir kimse için artık, bana yaklaştığı zaman onunla sevinirimKonuştuğu zaman yüzümü ona çeviririmOturduğum zaman kendi sine yer açarım'.

Nitekim Allahü teâlâ Feth sûresinde şöyle buyurmuştur: 'Onlar aralarında merhametlidirler' Hakikî müslümanların şefkat ve ihti ramına işarettir bu ayet. . . Lezzetli bir yemeği veya sevinçli bir meclisi kardeşi olmaksızın geçirmemesi de şefkattendirHatta kardeşi olmadığı takdirde onun olmayışından dolayı hayatı kederli olmalıdırKardeşinden ayrıldığından dolayı üzülmelidir.

Üçüncü Hak

Bazen susan, bazen de konuşan dildirSükuta gelince. . . Kardeşinin bulunmadığı bir yerde onun ayıplarını söylemeyip sus maktırHatta kardeşinin konuştuklarını reddetmek hususunda da susmalı, duymamış gibi davranmalı, onunla mücadele ve münakaşa etmemeli, onun hâllerini araştırmaktan kaçınmalıdırOnu bir yolda veya herhangi bir ihtiyacın peşinde koşarken gördüğü zaman o konuşmadan önce onun gayesini, geldiği yeri ve gideceği yeri sor mamalıdırÇünkü çok zaman bunları belirtmek ona ağır gelir veya yalan söylemek mecburiyetinde kalabilirArkadaşının kendisine söy lediği sırlarını saklamalı, hiçbir zaman onları başkasına aktarma malıdırHatta en yakın arkadaşlarına bile. . . Arkadaşından ayrıldıktan sonra bile, onun arkadaşlık zamanına ait sırlarından bir şeyi açıklamamalıdırÇünkü böyle yapmak tabiatın ve vicdanın kö tülüğünden ileri gelirArkadaşının arkadaşlarını, aile efradını ve çocuklarını tenkid etmekten de çekinmelidirBaşkasının arkadaşını tenkid etmemeli de hikâye etmemelidirÇünkü başkasının küfrünü sana nakleden, sana küfretmiş olur.

Nitekim Enes (radıyallahü anh) 'Hazret-i Peygamber hiçbir kimseye, hoşuna gitmeyecek bir sözü yüzüne vurmazdı der,57

Çünkü eziyet; haberi ilk getirenden, sonra da onu söyleyenden olurEvet, başkasından arkadaşının lehinde dinlediklerini gizlemesi uygun bir hareket değildirÇünkü arkadaşı önce hakkındaki medh ve senayı nakleden zattan sonra da o senayı yapandan razı olup onunla sevineceği muhakkaktırBöyle bir durumu gizlemek, özellikle çekememezlikten gelmektedirKısacası arkadaşını üzen her konuşmayı ister mücmel, isterse mufassal olsun, nakletmekten çe kinmelidirAncak emr-i bi'l-mâruf veya nehy-i an'il-münker hususunda konuşmak kendisine gerekirse, o zaman durum değişirZira bu durumda arkadaşının kalbi kırılacaktır diye susmak doğru değildirÇünkü böyle bir hususta konuşmak esasında arkadaşına iyilik yapmaktırHer ne kadar arkadaşı böyle bir konuşmayı zahirde aleyhinde telâkki ederse deArkadaşının kötülüğünü, ayıplarını ve aile efradının kötülüklerini zikretmeye gelince. . . Bu, gıybet kısmına dahildirHangi müslümanın hakkında olursa olsun bu şekilde gıybet yapmak haramdırSeni bu tür gıybetten iki şey alıkoymaktadır:

Birincisi, sen kendi nefsinin durumunu düşünmelisinEğer kendi durumunda tenkid edilecek birşey görürsen, o zaman müslü man kardeşinde gördüğün kusuru kendi kusuruna kıyasla normal kabul etmelisinTakdir etmelisin ki, o kardeşin bu husus hakkında nefsini mağlup etmekten acizdirNitekim sen de bu gibi şeyleri yap makla nefsini mağlup etmekten aciz kalmışsınKardeşini kötü bir hasletinden ötürü işe yaramaz kabul etmemelisinÇünkü (peygamberler hariç) hiç kimse tam mânâsıyla tertemiz değildirSenin Allah'a karşı kusurların varken, onun sana karşı olan kusurlarına aldırış etme! Çünkü senin, onun üzerindeki hakkın, Allah'ın senin üzerindeki hakkından daha fazla değildir.

İkincisi, muhakkak bilirsin ki, her ayıptan münezzeh ve uzak olan bir arkadaş aradığın zaman, bütün halktan uzaklaşman gere kirBu takdirde dünyada arkadaşlık yapacak hiçbir kimse bula mazsınBu bakımdan insanlardan hiçbir kimse yoktur ki, onun iyi ve kötü tarafları olmasınO halde, iyilikler kötülüklere ağır bastığı zaman hedefe varılırÇünkü Mü'min daima nefsinde kardeşinin iyiliklerini hazırlar ki, kalbinden kardeşine karşı hürmet ve muhabbet ek sik olmasınLeim (kötü) münafık ise, daima kötülük ve ayıpları düşünürNitekim İbn Mübarek şöyle demiştir: 'mü'min bir kimse mazeretleri, münafık ise günah ve hataları arar!'

Fudayl bIyâz şöyle demiştir: 'Erkeklik, arkadaşların kusurlarını affetmektir'Bu nedenledir ki Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle bu yurmuştur:

İyiliği gördüğü zaman örtbas eden, kötülüğü gördüğü zaman ilân eden kötü komşunun şerrinden Allah'a sığının58

Hiçbir şahıs yoktur ki, hâlini özünde mevcut olan birtakım hasletlerle güzelleştirmekten mahrum olsun! Yine her şahıs kendisinde mevcut olan birtakım hasletlerle hâlini çirkinleştirebilir de. . .

Rivâyet ediliyor ki, bir adam Hazret-i Peygamber'in yanından başka bir adamı övdüErtesi gün, aynı adam, övdüğü adamın aleyhinde konuşmaya başladı.

Bunun üzerine Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle bu yurdu:

Sen dün onun lehinde konuşuyordun, bugün ise aleyhindesin! Adam 'Ey Allah'ın Râsûlü! Allah'a yemin ederim, ben dünkü konuştuklarımda doğruydum ve bugün de onun aleyhinde ya lan söylemiş değilimO, dün beni razı etmiştiBen de onun hakkında bildiğim en güzel şeyleri söyledimBugün ise beni kızdırdıBen de hakkında bildiğim en kötü söyleri söyledim'.

Bu sözüne karşı Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur:

Muhakkak sözün bir kısmı sihirdir59

Sanki Hazret-i Peygamber bu sözüyle onun bu şekildeki hareketini ke rih görerek onu sihre benzetmiş olmaktadır.

Kötü söz ve belağatli konuşmak için zorlamak, münâfıklığın iki şubesidir60

Muhakkak Allahü teâlâ, sizin fesahatinizi ve faziletinizi gös termek maksadıyla edebî konuşmalarınızı çirkin görür61

İmâm-ı Şâfiî şöyle demiştir: 'müslümanlardan hiç kimse yoktur ki, Allah'a itaat edip de ona isyan etmesin ve yine hiç kimse yoktur ki, Allah'a isyan edip de ona hiç itaat etmesinBu bakımdan kimin itaati günahlarına galip gelirse onun hareketi adalettir'.

İmâm-ı Şâfiî böyle bir hareketi Allah hakkında olsa dahi adalet saydığına göre, senin böyle bir hareketi kendi nefsin için ve arkadaşın isteği hakkında adil görmen daha uygun olurNasıl ki arkadaşının kötü tarafları hakkında susmak sana farz işe, kalbinle de bu tarafları hakkında sükût etmek sana farzdırKalbin sükûtu demek onun hakkında kötü zanda bulunmayı terketmek demektirBu bakımdan kötü zan kalben gıybettirBu da dil ile gıybet gibi yasaklanmıştırBunun tarifi şöyledir Arkadaşının fiilini, iyi bir şekilde yorumlanması mümkün oldukça kötü bir şekilde yo rumlamamaksınYakîn ve müşâhede ile bilinen kısma gelince, bunu bilmemezlikten gelmek senin imkanlarının dahilinde olan birşey değildirBu hareketlerini unutkanlık ve yanlışlık üzerine eğer mümkünse hamletmen gereklidirBu zann iki kısma ayrılır:

1Teferrüs diye adlandırılan kısımdırBu kısım herhangi bir de lile dayanmaktadırBu delil zarurî olarak zannı tahrik eder ki insan bir türlü zannını bu tahrike kapılmaktan kurtaramaz.

2İkinci kısmın kaynağı, onun hakkındaki kötü düşüncendirHatta adamdan iki yönlü bir fiil sadır olur, onun hakkındaki su-i zannın, seni o fiili en kötü şekilde yorumlamaya zorlarOysa o fiili bu şekilde yorumlamaya hiçbir delil ve alâmet de yokturBu bâtınî bir cinayettirHer Mü'min hakkında haramdır.

Çünkü Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle der:

Muhakkak ki Allahü teâlâ Mü'min için Mü'minin kanını, malını, namusunu ve onun hakkında kötü zanlarda bulun mayı haram kılmıştır62

Kötü zanndan sakınınızÇünkü kötü zann, konuşmanın en ya lanıdır!63

Kötü zann, insanı merak ve araştırmaya sevkederOysa Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

Tehassüs ve tecessüs etmeyinAranızdaki bağları koparmaymBirbirinize sırt çevirmeyinEy Allah'ın kulları! Kardeş olu nuz64

Tecessüs, başkasının hakkındaki haberleri merak etmek ve araştırmak demektirTehassüs ise, onu göz hapsinde tutmak demektirMadem Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) bu hareketleri yasaklamıştır, o halde Mü'minlerin ayıplarını örtmek, onların ayıplarını görmemezlikten ve bilmemezlikten gelmek, dindar kimselerin ahlâkındandır.

Mü'minin güzel taraflarını söylemek, kötü taraflarını örtbas etmek hususunda Hazret-i Peygamberin duasında Allah'ı bu vasıf ile vasıflandırması senin için en büyük delildir.

Nitekim o duada şöyle denildi: 'Ey iyiliği izhar eden ve kötülüğü örten Allah!'

Allah nezdinde en makbûl kul Allah'ın ahlâkıyla ahlâklanan kuldurÇünkü Allahü teâlâ ayıpları örten, günahları affeden, kulun kusurlarından vazgeçendirBu bakımdan sen kim oluyorsun ki, se nin gibi veya senden daha üstün bir insanın kusurlarından vazgeç miyorsun? O insan ne senin kulundur, ne de mahlûkun! Nasıl olur da yaradan affederken sen etmiyorsun?

Hazret-i isa havârilere şöyle demiştir:

- Siz uykuda olan kardeşinizin mahrem yerini rüzgârın açtığını görürseniz ne yaparsınız?

- Biz onu setredir, örteriz.

- Hayır! Siz onun avretini açarsınız.

- Hayret! Neden böyle yapalım?

- Sizden biri kardeşinin hakkında konuşulan bir lafı dinler, ona bazı ekler yaparak daha büyük bir yaygara ile etrafa yayar.

Kişi kendi için neyi seviyorsa, müslüman kardeşi için de onu sevmedikçe İmâm tamam olmazArkadaşlık derecelerinin en azı, kişinin kendisi için istediğini kardeşi için de istemesidirŞüphe yok tur ki, kardeş kardeşinden ayıbını örtmesini, kötü taraflarından söz etmemesini, ayıplarını açığa vurmamasını beklerEğer kardeşi bu nun tersini yaparsa, onun hakkında öfkesi gittikçe kabarırKardeşinden beklediğinin aksini ona yapmak elbette insafsızlıktırBöyle bir kimseye, Kur'ân'da azap va'dedilmiştir.

Azap olsun ölçüde, tartıda noksanlık edenlere ki onlar insanlardan ölçüp (haklarını aldıkları zaman) tam olarak alırlar, fakat insana (verilmek üzere) ölçtükleri yahut onlara tarttıkları zaman eksiltirler. (Mutaffifin/1-3)

Bu bakımdan nefsinin başkasına karşı gösterdiği müsamahadan daha fazlasını başkasından beklemek hasleti kimde varsa, o kimse ayet-i celilenin mefhumuna dahildir.

Başkasının kabahatlarım örtmeyip daha fazla ortaya çıkarmak için çalışmanın kaynağı insanoğlunun içinde saklı bulunan müzmin bir hastalıktırOna kıskançlık ve hased denilmektedirZira kıskanç ve hasedçi bir kimsenin içi kötülüklerle doludurFakat o kötülükleri içinde hapseder, gizler, fırsat bulmadıkça onları açığa vurmazNe zaman bir fırsat bulursa, hayâ ortadan kalkar, içindeki pislikler dışarıya çıkmaya başlarİçi hased ve kıskançlıkla doluysa, böyle bir kimseden uzaklaşmak en uygun bir hareket olur.

Nitekim hukemâdan biri şöyle demiştir: 'Açık azarlama, içte gizlenen hasedden daha iyidirHasûd bir kimseye karşı gösterilen nazikane hareketler, gittikçe onun vahşetini kabartmaktadır'.

Kalbinde herhangi bir müslümana karşı kin bulunan bir kimsenin îmanı zayıf olduğu gibi, sonu da tehlikelidirBöyle bir kalp habis olduğu için Allahü teâlâ'nın huzur-u ilahîsine elverişli değildir.

Abdurrahman bCâbir bNefir65 babasından şunları rivâyet etmektedir:

Ben Yemen'de bulunuyordumYahûdî bir komşum vardıBu komşum bana sık sık Tevrat'tan bahsediyorduBir ara yahûdî komşum yolculuktan dönmüştüYanma giderek şöyle dedim: Allahü teâlâ bizden (Araplardan) bir peygamber göndermiş. . . O peygamber bizi İslâm dinine dâvet etti ve bizde müslüman olduk ve aynı zamanda Tevrat'ı tasdik eden bir kitabı da Allahü teâlâ bize göndermiştir'Bu sözlerimi dinleyen yahûdî şöyle dedi:'Doğru söyledinFakat sizin o peygamberin getirdiklerini yerine getirmeye gücünüz yetmeyecektirÇünkü biz peygambe rin ve onun ümmetinin vasıflarını Tevrat'ta görmekteyizO peygamberin ve ümmetinin vasıflarından birisi şudur: Hiçbir müslümana helâl değildir ki, kapısının eşiğini kalbinde başka bir müslümana karşı nefret olduğu halde geçmiş olsun.

Bu cümleden olarak müslüman kardeşinin kendisine emanet ettiği sırrını ifşa etmemelidirYalan olsa dahi o sırrını inkâr edebilirÇünkü her yerde doğruyu konuşmak farz değildirNitekim yalan söylemeye mecbur olduğunda nefsinin sır ve ayıplarını örtmek kişi için caiz olduğu gibi. . . Öyle ise müslüman kardeşinin hakkında da aynı şeyi yapabilirÇünkü kardeşi ile kendisi arasında fark yokturİkisi ancak bedenle ayrılırlar, hakikatte ise bir şahıstırlar, İşte kardeşliğin hakikati budurHatta gizli yapılması gereken şeyleri onun yanında açıktan yapmakla riyakâr da olmazÇünkü kardeşinin onun amelini bilmesi onun kendi amelini bilmesinden farklı değildirNitekim Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

Kim kardeşinin ayıbını örterse Allahü teâlâ dünya ve âhirette onun ayıbını örter66

Müslüman kardeşinin ayıbını örten bir kimse sanki diri diri gömülen bir kız çocuğunu diriltmiştir67

Kişi etrafına bakınarak konuşursa, o konuşma oradakiler için bir emanettir68

Meclisler, emanetle kurulur; (orada konuşulan ifşa edilmez) Ancak üç meclis bu hükmün dışındadır: Birincisi haram bir kan akıtılan meclistir. (İkincisi haram bir namusun payimal edildiği meclistir. Üçüncüsü de helalinden kazanılmayan bir malın helâl sayıldığı meclistir) 69

Aynı mecliste oturan iki kişi emanetle otururlar; (manevi te minat almış olurlar) Bu bakımdan hiç kimse için helâl değildir ki arkadaşının ifşa edilmesi hoşuna gitmeyen her hangi bir sırrını ifşa etsin70

Ediblerden birisine denildi ki: 'Senin sır saklaman nasıldır? O edib de şöyle cevap verdi: 'Ben sırrın mezarıyım'Denilmiştir ki: 'Hür insanların göğüsleri sırların mezarlarıdır'.

Yine şöyle denildi: 'Ahmak bir insanın kalbi ağzındadır, akıllı bir kimsenin dili ise kalbindedir'Yani ahmak kimse nefsindekini giz lemeye gücü yetmez ve bilmediği halde açığa vururİşte bundan do layıdır ki ahmak bir kimsenin dostluğunu kesmek ve onun sohbetin den uzak durmak gerekirHatta ahmakları görmekten bile kaçınmalıdır.

Birisine şöyle soruldu: 'Sen sırrı nasıl muhafaza edersin?' Cevap olarak dedi ki: 'Haber vereni inkâr ederimHaber almak isteyene de yemin ederim'.

Başka biri diyor ki: 'Sırrı gizlerim ve gizlediğimi de gizlerim'.

İbn Mutez71 buna şöyle belirtmiştir: 'Bana emanet edilen sırrı göğsüme yerleştiririm de göğsüm o sırra mezar olur'.

Başka biri, İbn Mutez'in bu şiirine şunları ilave ederek şöyle dedi: 'Göğsümdeki sır, kabrinin içinde yatan bir kimse gibi değildirÇünkü kabirde yatanı görürüm ki, bir daha dirilip haşrolmayı bekli yorFakat ben göğsümdeki sırrı öyle unuturum ki, sanki hiçbir zaman o sırra muttali olmamışımdırEğer benimle onun arasında sırrı sırdan gizlemek mümkün olsaydı, sır da bilmezdi'.

Seleften biri bir arkadaşına sırrını ifşa etti. Sonra ona 'Benim sırrımı korudun mu?' dediO da cevap olarak ' (Korumak değil) onu unuttum bile. . dedi.

Ebû Said es-Sevrî72 şöyle demiştir: 'Herhangi bir kimseyle arkadaşlık yapmak istediğin zaman, onu öfkelendir. Sonra senin du rumunu ondan sormak için birini gönderEğer buna rağmen o, hakkında iyi şeyler söyler, sırrını saklarsa onunla arkadaşlık yap'.

Ebû Yezid-i Bistamî'ye şöyle soruldu: 'Sen halktan kiminle arkadaşlık yaparsın?' Cevap olarak dedi ki: 'O kimse ile ki, Allah'ın bildiğini senin hakkında bilir. Sonra Allah Azimüşşan'ın bildiğini örttüğü gibi örter'.

Zünnun-i Mısrî şöyle demiştir: 'Seni masum olarak görmek iste yen bir kimsenin arkadaşlığında hayır yokturÖfkelendiği zaman arkadaşının sırrını ifşa eden bir kimse alçaktırÇünkü normal zamanda sır saklamak tabiatın gereğidir'.

Hukemadan biri şöyle demiştir: Dört durumda sana karşı değişen bir kimse ile akadaşlık yapma!

a) Öfkeli iken

b) Razı iken

c) İstekli iken

d) Hevasına uyduğu anda. . . Arkadaşlığın gereği, bu durumların değişikliğine rağmen sadık kalmaktırBu sırra binaen şöyle denilmiştir: 'Kerim bir kimseyi, arkadaşlığını kestiğin zaman senin kötülüklerini gizler, iyiliklerini söyler görürsünAlçak bir kimsenin ise, onunla arkadaşlık kesildiğinde dostunun iyi taraflarını örtbas edip, iftiralar savurduğunu görürsün'.

Hazret-i Abbas,73 oğlu Abdullah'a şöyle demiştir: Ben şu kişiyi Hazret-i Ömer'i kastediyor görüyorum ki, seni ashâb-ı kiramın ihtiyarlarından daha öne alıp kendisine yaklaştırıyorO halde benden beş nasihat dinle:

1Sakın onun hiçbir sırrını ifşa etme.

2Sakın onun yanında hiç kimsenin aleyhinde bulunma.

3Sakın ona yalan söyleme.

4Sakın onun hiçbir emrine isyan etme.

5Sakın o, senin herhangi bir hiyanetine muttali olmasın.

Şa'bî şöyle demiştir: 'Hazret-i Abbas'ın bu beş nasihatinin herbiri bin altından daha hayırlı ve faydalıdır'.

Arkadaşlığın icabından biri de arkadaşının her konuştuğunda onunla muhaseme ve mücadele etmeyi bırakmaktırNitekim İbn-i Abbâs (radıyallahü anh) 'Sakın sefih bir kimse ile mücadele etme ki, sana eziyet etmesin! Hâlim bir kimseyle de mücadele etme ki, sana buğzetmesin demiştir.

Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) de şöyle demiştir:

Haksız olduğu halde, haksızlığını anlayıp mücadeleyi bırakan bir kimse için cennetin etrafında bir köşk inşa edilirHaklı olduğu halde tatsızlık olmasın diye, herhangi bir meselede mücadeleyi terkeden bir kimse için ise cennetin en yüce ve yüksek yerinde bir köşk yapılır.

Kişinin haksız olduğu halde mücadeleyi terketmesi, farz olmasına rağmen böyle bir terkin karşılığı olarak Allahü teâlâ hadîste geçen mükâfatı ihsan ederHaklının haklılığına rağmen mücadele ve münakaşayı terketmesinin sevabını Allahü teâlâ daha da büyük kılmıştırZira nefse, haklı olduğu halde susup mücadeleyi terketmek, haksızlığından dolayı mücadeleyi terketmekten daha şiddetli ve ağır gelirAllah nezdindeki ecir ise, zahmet nisbetinde verilirArkadaşlar arasında hased ateşini alevlendiren sebeplerin en şiddetlisi, muhasamat ve biri diğerini küçük düşürmek niyetiyle mücadele etmeleridirBöyle yapmak, uzaklaşma ve aradaki bağları koparmanın ta kendisidirÇünkü aradaki bağların kopması, önce fikir ayrılığından başlar, sonra sözlerin çatışmasıyla daha sonra da bedenlerin ayrılmasıyla kendini gösterirOysa Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) Mü'minlere şöyle hitap etmektedir:

Birbirinize sırt çevirmeyinBirbirinize buğzetmeyinBirbirinizi kıskanmayınAranızdaki sevgi ve muhabbeti kesmeyinEy Allah'ın kulları! Kardeş olunuzÇünkü müslüman müslü manın kardeşidirOna zulmetmezOnu yardımlarından mah rum etmezOnu mahcub etmezMüslüman kardeşini tahkir etmek, şer olarak kişiye yeter de artarMüslümanın kanı, malı, namusu diğer müslümana haramdır74

Hakaretlerin en şiddetlisi müslüman kardeşinle mücadele etmektirÇünkü başkasının konuşmasını tenkid eden bir kimse, konuşmacıyı cehalet ve hamakata nisbet etmiş olur veya bu konuştuğu konunun hakikatini anlamaktan gâfil olmakla suçlamak demektirBütün bunlar müslüman kardeşine hakarettirKarşısındaki insanı vahşet ve nefrete sürüklerEbû Umame Bahilî'nin rivâyet ettiği hadîs-i şerifte şöyle denmektedir: Hazret-i Peygamber, biz mücadele ederken çıkageldiBu durumumuzu müşahede eden Rasûlüllah (sallâllahü aleyhi ve sellem) kızarak şöyle dedi:

Ey ashâbım! Tartışmayı bırakınÇünkü onun faydası azdırÇünkü o, arkadaşlar arasında düşmanlığı körükler75

Seleften birisi şöyle demiştir: 'Kim arkadaşıyla münakaşa ederse, onun mürüvveti azalır, şerefi, gider.

Abdullah bHasan (radıyallahü anh) şöyle demiştir: 'Erkeklerin mücadelesin den sakın! Çünkü sen mücadele ettiğin takdirde hâlim bir kimsenin hilesinden veya alçak bir kimsenin ani çıkışlarından emin ola mazsın!. . . '

Seleften biri şöyle demiştir: İnsanların en âcizi arkadaş edinmek hususunda kusur gösterendirBundan daha aciz olan o kimselerdir ki, elde ettiği arkadaşlarını elinden kaçırırFazla mücadele etmek arkadaşları kaybedip aradaki bağın kopmasına vesile olurDüşmanlığın yerleşmesine zemin hazırlar!'

Hasan-ı Basrî şöyle demiştir: 'Bin kişinin sevgisiyle bir kişinin düşmanlığını satın alma!'

İnsanın dostuyla mücadele etmesine, ancak akıl ve fazilet bakımından ondan daha üstün olduğunu belirtmek, onun cehaletini açığa vurmak suretiyle ona hakaret etmek gibi korkunç bir hastalık vesile olabilirBu hastalık aynı zamanda kibir, başkasını hakir görmek, başkasına eziyet vermek, ahmaklık ve cehaletle ona küfretmeyi de içine alırZaten düşmanlık da bu demektirBöyle bir durumla kardeşlik ve dostluk nasıl bağdaşabilir?

İbn-i Abbâs Hazret-i Peygamber'den şöyle rivâyet eder:

Sakın kardeşinle mücadele etme! Onunla alay etme! Ona yerine getiremeyeceğin bir sözü verme76

Muhakkak ki, malınızı vermek suretiyle herkesi memnun edemezsinizFakat güler yüzle ve güzel ahlâk ile memnun edin77

Arkadaşla mücadele etmek ise, güzel ahlâka ters düşerSelef-i Sâlihîn arkadaşlarla mücadele etmekten o kadar kaçınmış ve sakındırmışlar ki, ondan daha iyisini yapmak mümkün değildirArkadaşlara yardım etmek hususunda o kadar teşvikte bu lunmuşlardır ki, artık bu teşviki dinleyip tatbik eden arkadaşlarının isteğine meydan bırakmazDemişler ki: Sen arkadaşına 'kalk!' dediğin zaman, o da 'nereye' derse, böyle bir kimseyle arkadaşlık yapma! Aksine arkadaşlık 'Nereye?' diye sormak değil, derhal kalkıp sormaksızın arkadaşına tâbi olmaktır.

Ebû Süleyman ed-Daranî şöyle demiştir: Irak'ta bir arkadaşım vardıMusibetler ânında ona gidiyordumOna, malından bana birşey ver diyordumO da kesesini bana atar istediğimi kesesinden alırdımBir gün kendisine geldim ve 'Birşeye muhtacım' dedimO bana dedi ki: 'Ne kadar istiyorsun?' Bunun üzerine onun arkadaşlığı benim gözümden düşmüş oldu.

Başka biri şöyle demiştir: "Arkadaşından bir mal istediğin zaman, o da sana 'Ne yapacaksın?' diye sorarsa o, arkadaşlık hakkını terketmiş olur"Arkadaşlığının devamı ve payidar olması, ancak sözde, fiilde ve şefkatte uygun hareket etmeye bağlıdırNitekim Ebû Osman Hıyfî78 şöyle demiştir: 'Arkadaşlara uymak onlara şefkat göstermekten daha hayırlıdır'Ebû Osman'ın bu sözü doğrudur.

Dördüncü Hak

Dilin hakkıdırÇünkü arkadaşlık kötü şeyleri söylememeyi gerektirdiği gibi, güzel şeylerin söylenmesini de gerektirirGüzel şeyler söylemek arkadaşlığın daha da güzel olmasını sağlarÇünkü susmak kabir ehline arkadaş olmaktırArkadaşlar kendilerinden istifade edilsin diye edinilirYoksa onların eziyetlerinden kurtulmak için değilBu bakımdan kişiye düşen vazife diliyle arkadaşına kendi sini sevdirmek, sorması gerektiği ve arkadaşının kendisince sevi len ahvalini araştırıp sormaktırMeselâ; arkadaşında olan bir sıkıntı ile ve sağlığıyla ilgilenmek gibiArkadaşının hoşlanmadığı bütün durumlarını lisan ve fiilleriyle arkadaşına belirtmesi gerekirArkadaşının hoşuna giden bütün hâllerini diliyle belirtip onlardan hoşnut olduğunu bildirmesi lâzımdırBu bakımdan arkadaşlığın mânâsı kolaylıkta ve zorlukta, sıkıntıda ve genişlikte bütün durumları paylaşmak demektir.

Nitekim Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle bu yurmuştur:

Sizden herhangi biriniz arkadaşını sevdiği zaman ona 'Seni Allah rızası için seviyorum diye' haber versin79

Sevginin açıklanması, sevgiyi artırdığı için Hazret-i Peygamber böyle bir sevgiyi haber vermeyi emretmiştirÇünkü arkadaşın senin ken disini sevdiğini bilirse, şüphesiz onunda sana karşı sevgisi artarBöylece sevgi iki taraftan da gelişir, kökleşir ve artarMüslümanlar arasındaki sevgi ise şer'an istenen güzel birşeydir ve dinen makbul dür.

Bunun için Hazret-i Peygamber sevgi hususunda yol göstererek şöyle demiştir:

birbirinize hediye veriniz ve (dolayısıyla) birbirinizi seviniz80

Arkadaşını gerek hazır olduğu ve gerek olmadığı zamanlarda en güzel isimleriyle çağırmak da, arkadaşlığın gereklerindendirNitekim Hazret-i Ömer şöyle demiştir: Üç haslet vardırBu üç haslet arkadaşının sevgisini sana karşı kesinlikle ortaya çıkarır:

1Karşılaştığında önce ona selâm vermek.

2Oturduğun yere geldiğinde ona yer açmak.

3Sevdiği isimlerle onu çağırmak.

Arkadaşlığın gereği, övülmeyi seven ve yanında övülmek istediği kimselerin yanında, bildiğin en güzel durumlarıyla onu övmendirÇünkü böyle yapmak, sevginin kazanılmasında en büyük sebeptirOnun çocuklarını aile efradını, sanatını, fiilini, hatta aklını, ahlâkını, şeklini, yazısını, şiirini, telifini ve sevineceği her şeyini övmek de böy ledirFakat bütün bunlar, ifrata kaçmaksızın ve yalan olmaksızın yapılmalıdırAncak süslendirmeyi kabul edeni süslendirmek de ge rekirBundan başka onu övenlerin yapmış olduğu medh ü senayı ona ulaştırıp, bundan memnun olduğunu göstermen gerekirÇünkü böyle bir durumu gizlemek hasedden başka bir mânâ taşımaz.

Senin için yaptığı iyiliğe karşı ona teşekkür etmek de arkadaşlığın gereklerindendirHatta bilfiil sana iyilik yapmamışsa bile iyilik yapmak niyetinden dolayı da ona teşekkür etmen gerekirHazret-i Ali (radıyallahü anh) şöyle demiştir: 'Arkadaşına iyi niyetinden ötürü teşekkür etmeyen bir kimse, onun iyiliğine karşı da teşekkür etmez'Sevginin kazanılmasında bütün bunlardan daha tesirli olan şey, arkadaşını, gıyabında kendisine bir kötülük yapılmak istendiği, açık, yahut da do laylı yollardan şerefine dil uzatılmak istenildiği zaman müdafaa etmektirKardeşliğin hakkı onu himaye etmek veya yardımına koşmak hususunda kollarını sıvamak, ona saldıranı susturmak, saldırgana karşı şiddetli ve göz açtırmayacak derecede hücuma geçmektirBu durumda susmak, arkadaşın kalbini öfkeyle doldurur ve nefretini açığa çıkarırBir de arkadaşlık hakkında kusurlu davranılmış olurHazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) 'Arkadaşların biri diğerine yardım eder ve birbi rinin vekâletini yapar' diyerek iki arkadaşı iki ele benzetmiştir.

Müslüman müslümanın kardeşidirKardeşine zulmetmez, ondan yardımını esirgemez ve onu mahrum edip ihmal et mez81

Kişinin müslüman kardeşine yardımcı olmaması, onu düşmana teslim ve mahrum etmesi demektirZaten arkadaşının haysiyeti ayaklar altına alınsın diye ihmal etmek, vücudunun delik deşik ol masını ihmal etmek gibidirKöpeklerin sana saldırdığını, etlerini parçaladığını gördüğü halde sükût edip İslâmî şefkatin ve kardeşlik hamiyetinin seni müdafaa etmek için hareket etmediğini müşahede ettiğin bir arkadaş ne kötü arkadaştır! Oysa namus ve şerefe yönelti len saldırganlık, şerefli nefislere etin parçalanmasından daha fazla tesir ederBu sır ve hikmete binaendir ki, Allahü teâlâ gıybeti 'ölü eti yemeye benzeterek şöyle demiştir:

Acaba sizden herhangi biriniz, ölü kardeşinin etini yemeyi sever mi? (Hucurat/12)

Ruhun levh-i mahfuzdan mütalaa ettiğini müşahhas misallerle uyku âleminde temsil edip gösteren melek, gıybeti 'ölü etlerinin yenilmesiyle' temsil ederHatta rüyasında ölü etini yediğini gören bir kimse, halkın gıybetinde bulunuyor demektirÇünkü o melek gösterdiği misalde 'şey ile 'misali' nin arasındaki münasebet ve benzerliği gözetirTabiidir ki, suretin zahirine değil, aksine ruhun ye rine o misalde gösterilen mânâyı temsil ederBu bakımdan durum bu iken arkadaşından düşmanların saldırısını defetmek, saldırganların saldırılarını önlemek, arkadaşlık akdinde farzdır.

Mücâhid şöyle der: Sen nasıl hatırlanmak istiyorsan, kardeşini de öylece hatırlaO halde, bu hususta senin elinde iki ölçü vardır:

Birincisi, şayet senin hakkında birşey söylenir ve arkadaşın da orada hazır bulunursa o arkadaşının senin için neyi söylemesini is tiyorsan, arkadaşının şerefine saldıran bir kimseye senin kendin için arkadaşından beklediğin davranışı göstermen gerektirİkincisi, arkadaşının duvar arkasında olduğunu, senin onun hakkında söylediklerini dinlediğini, fakat senin, onun duvarın arkasında olduğunu bilmediğini düşünmelisinİşte böyle bir durumda nasıl davranırsan, o olmadığı zamanda da böyle yapman gerekir.

Nitekim seleften biri şöyle demiştir: 'Ben arkadaşımın bulunmadığı bir sırada sanki yanımdaymış gibi düşünürümEğer orada olup da neyi dinlemeyi se viyorsa, onun için onu söylerim'.

Başkası da şöyle dedi: 'Benim herhangi bir arkadaşım konuşulduğu zaman, kendi nefsimi onun yerine koyarımKendim için söylenilmesini sevdiğimin benzerini onun için söylerim'Bütün bunlar İslâm'ın doğruluğundan kaynaklanırKişi kendi nefsi için is tediğini arkadaşı için de istemelidir.

Ebu'd Derda (radıyallahü anh) aynı boyunduruğa bağlı çift süren iki öküze baktıOnların biri bedenini yalamak ve kaşımak için durduğunda öbürü nün de durduğunu görünce ağlayıp şunları söyledi: İşte Allah için arkadaş olan bir kişinin durumu da aynen böyledirOnlar Allah için çalışırlarOnlardan biri Allah için durduğu zaman, ötekisi de ona uyarOna uymakla ihlâsı tamamlanırKim arkadaşlığında ihlâslı değilse, o münafıktırİhlâs ise, kardeşinin hazır bulunduğu ve bu lunmadığı zaman da eşit olacağı gibi, onun hakkında dili ile kalbi, gizlisiyle açığı, cemaat içerisindeki durumu ile tenhadaki durumu bir olmalıdırBu saydıklarımızın herhangi birinde ayrılık varsa, bu sevgi ve muhabbetin yok olması demektirSevginin yok olması ise, dine nifakın karışması, Mü'minlerin yoluna aykırılığın girmesi demektir.

Kim böyle yapamayacağından emin değilse, onun için herkesten ayrılmak, arkadaşlık yapmaktansa uzlete çekilmek daha evladırÇünkü arkadaşlık hakkı ağırdırAncak onu muvaffak olan bir kimse taşırBu bakımdan arkadaşlığın ecrinin de çok büyük olduğunda ve onu ancak bu şartları yerine getiren bir kimsenin elde edebileceğinde de şüphe yoktur.

Bu sırra binaen Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle bu yurmuştur:

Ey Eba Hirre! Sana komşu olanla iyi komşuluk yapBu takdirde hakikî müslüman olursunSana arkadaşlık yapanın arkadaşlığını güzel yapBu takdirde hakikî Mü'min olursun82

Dikkat edilsin! Hazret-i Peygamber bu hadîs-i şerifinde arkadaşlığın mükâfatını îman olarak zikretmiştirİslâm'ı da komşuluğun müka fatı olarak göstermiştirBu bakımdan îman fazileti ile İslâm fazileti arasındaki fark, tıpkı komşusunun hakkını yerine getirmekteki zor luk ile arkadaşlığın hakkını yerine getirmekteki zorluk arasındaki fark gibidirÇünkü arkadaşlık daimi bir şekilde birçok hakları gerektirirKomşuluk ise, bazı zamanlarda bazı haklar gerektirirArkadaşlığın hukukundan biri de, öğretmek ve nasihat etmektir.

Unutmamalısın ki arkadaşının ilme muhtaç olması, hiçbir zaman mala muhtaç olmasından daha az değildirEğer sen ilmen zengin sen faziletinden onun ihtiyacını gidermelisinDin ve dünyada onun için en faydalı olana onu irşad etmelisinEğer sen ona öğrettiğin ve irşad ettiğin halde, o ilmin gereğiyle hareket etmezse, bu sefer arkadaşa düşen ona nasihat etmektirOnun yaptıklarının âfet ve fela ketlerini kendisine hatırlatmalısınYaptığı çirkin hareketleri ter kettiği takdirde bunun faydalarını anlatmalısınOnu dünyada ve âhirette korktuğu şeylerle korkutmaksınBütün bunları o çirkin fi ilinden vazgeçsin diye yapmalısınOnun ayıplarına dikkatini çekme lisinKötüyü onun gözünde kötü göstermeli, iyiyi de kendisine iyi gös termelisinFakat bunları yaparken hiç kimsenin bunlara muttali olmamasına dikkat etmelisinZira cemaat huzurunda yapılan ten kidler, azarlamak ve rezil etmekten başka birşey değildir.

Çünkü Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

Mü'min, Mü'minin aynasıdır83

Yani Mü'min, karşıdaki Mü'minden kendi nefsinden gör mediğini görürBöylece kişi arkadaşından nefsinin ayıplarını öğrenirEğer tek başına olsaydı bu ayıplarını göremezdiNitekim in sanoğlu ayna sayesinde bedenî kusurlarına vakıf olmak suretiyle faydalanır.

İmâm-ı Şâfiî şöyle der: 'Kim gizlice arkadaşına nasihat ederse, o kimse gerçekten ona nasihat etmiş ve onu süslemiş demektirKim arkadaşına açıkça nasihat yapar, halkın huzurunda kusurlarını sa yarsa, o kimse de onu rezil edip çirkinleştirmiştir'.

Musir'e84 şöyle denildi: 'Sana ayıplarını haber veren bir kimseyi sever misin?' Musir 'Eğer yalnızken nasihat ederse başım üzerinde yeri vardırAma topluluk içerisinde başıma kakarsa sevmem' dedi.

Musir doğru söylemiştirÇünkü toplum içinde nasihat rezil etmekten başka birşey değildirZira Allahü teâlâ kıyâmet gününde, mümin kulunu örtüsünün gölgesine, himayesinin altına alarak ona hitap eder ve gizlice ona günahlarını bildirirBazen onu cennete uğurlayan meleklerin eline onun amel defteri mühürlü olarak veri lirMelekler cennet kapısına yaklaştıkları zaman okuması için mü hürlü bulunan kitabını kendisine verirlerAllah'ın gazabına müste hak olanlara gelince, şahidler huzurunda suçları ilan edilirOnların azapları, dünyada yaptıkları rezaletleri teker teker saymaktırBöylece daha fazla rezil olup mahçup olurlarEn büyük hesap gü nünde bizi rezaletten koruması için Allah'a sığmıyoruzBu bakımdan tenkid ile nasihat arasındaki fark, gizli ve açık söylemekten meydana gelirGizli nasihatla, toplum içindeki nasihat arasındaki fark, insanı göz yummaya sevkeden müdârâ ile müdahene arasındaki fark gibidirEğer sen dininin selâmeti için göz yumarsan, göz yummakta kardeşinin faydasını görürsen, senin bu göz yummana müdâraat denirEğer nefsine uyarak şehvetlerini elde etmek için dünyevî çıkarlarına zarar gelmesin diye göz yumarsan, bu takdirde sen müdâheneci ve yağcı olursun!

Zünnun-i Mısrî şöyle demiştir: 'Allah ile ancak O'nun rızasına uygun hareket ettiğin takdirde sohbet etHalk ile ancak nasihat etmek ve nasihati dinlemek kaydıyla arkadaşlık yapNefis ile ancak ona muhalif hareket etmek suretiyle arkadaşlık etŞeytanla ancak ona düşmanlık gütmekle arkadaşlık yap'.

Eğer dersen ki, nasihatta muhatabın ayıplarını belirtmek olduğu zaman karşıdaki insanın kalbini ürkütmek var demektirBu bakımdan nasihat nasıl kardeşliğin gereklerinden olabilir? Bil ki, kalbin nefreti ancak arkadaşının öz nefsinden bildiği ayıbını zikretmekle meydana gelirOnun bilmediğine dikkatini çekmek ise, şefkat ve merhametin ta kendisidirBu kalbin nefretine değil, aksine yakınlaşmasına ve sevinmesine vesile olurBu kalplerden akıllı kim selerin kalplerini kastediyorumAhmaklara gelince, onlara iltifat bile edilmezSenin yapmış olduğun kötü bir fiile veya sıfatlandığın çirkin bir sıfata nefsin ondan uzaklaşsın ve temizlensin diye dikka tini çeken bir kimse tıpkı eteğinin altında bulunan ve seni öldürmek isteyen bir akrep veya yılana dikkatini çeken bir kimse gibidirEğer sen bunu kerih görürsen çok ahmaksın demektirÇirkin sıfatlar, ak repler ve yılanlardırOnlar âhirette insanı öldürürlerÇünkü bu sıfatlar kalpleri ve ruhları ısırırlarOnların vereceği elem, ısıranların eleminden daha şiddetlidirBunlar Allah'ın alev alev ya nan ateşinden yaratılmış varlıklardır.

Bu sırra binaen, Hazret-i Ömer (radıyallahü anh) arkadaşlarından ayıplarını yü züne vurmayı talep ederek şöyle diyordu: 'Arkadaşina ayıplarını he diye edip bildiren bir kimseden Allah razı olsun'.

Yine bu sırra binaen Selman-ı Farisî Hazret-i Ömer'in yanına vardığı zaman, Hazret-i Ömer kendisine şöyle sordra: 'Ya Selmân! Benim hakkımda hoşuna gitmeyen ne gibi sıfatlar kulağına geldi?' Selman, Hazret-i Ömer'den bu hususta kendisini affetmesini istediBuna rağmen Ömer, bu hususu kendisine İsrarla sorduBunun üzerine Selman şöyle dedi: 'Duyduğuma göre, senin iki tane cübben varmışBirini gündüz, ötekini de geceleyin giyiyormuşsun ve yine kulağıma geldi ki, sen aynı sofrada iki katığı bir araya getiriyormuşsun'Hazret-i Ömer cevap olarak şunu söyledi: Bu söylediklerinin ikisinden de kurtul dumBunların dışında başka birşey işittin mi?' Selman 'hayır' dedi.

Meraşli Huzeyfe, Yûsuf bEsbat'a şöyle bir mektup yazdı:

Kulağıma geldi ki, sen dinini iki habbeye satmışsınŞöyle ki: Sen bir sütçünün yanına varmışsın'Sütü kaç kuruşa sa tarsın' diye sormuşsunSütçü 'kuruşun altıda birini' deme sine rağmen sen 'Hayır altıda biriyle olmaz, sekizde biriyle olsun' demişsinSütçü de seni tanıdığı için 'Senin için öyle olsun' demişBu bakımdan sen artık bundan sonra başından gâ filler perdesini kaldırÖlüm uykusundan uyan.

Kur'ân'ı okuyup onunla herşeyden müstağni olmayan ve dünyayı ona tercih eden bir kimse hakkında 'Allah'ın ayetleriyle alay etmiyor' dense de, ben bundan emin değilimAllahü teâlâ yalancıları, nasihat edenleri sevmemekle vasıflandırarak şöyle demiştir:

Fakat siz nasihat edenleri sevmiyorsunuz. (A'raf/79)

Bu husus, muhatabının gâfil olduğu bir ayıbını ona söylemek ve dikkatini çekmek hakkındadırOnun bizzat bildiğini fakat bir türlü nefsinin pençesinden yakasını kurtaramadığını bildiğin bir ayıbı ise, eğer onu senden gizliyorsa, o ayıbını, ona söylemen uygun değildirEğer gizlemiyorsa, incitmeden güzel bir şekilde nasihat etmen gere kirBu nasihati bazen tariz yoluyla bazen tasrih yoluyla yapmalısınFakat nasihat ederken onun nefretini çekecek dereceye vardırmaman da gerekirEğer nasihatin müsbet bir tesir yapmayacağını biliyorsan ve o adamın da yaratılış bakımından o ayıbı işlemeye bir nevi mecbur olduğunu hissediyorsan, bu takdirde onu söylememek söylemekten daha evlâdır.

Bütün bunlar, kardeşinin din ve dünyasındaki maslahatlarıyla ilgili meselelerdirSenin hakkındaki kusuruyla ilgili meselelere gelince. . . Bu hususta göğüs germek, onu affetmek, onun suçunu gör memezlikten gelmek, kusurlarından yüzçevirmek senin için farzdırBunu belirtmek nasihat nevine girmezEvet, eğer hakkındaki ku surlu davranışının devamı aranızdaki arkadaşlığın kesilmesine ve sile olursa, bu takdirde gizlice onu bu fiilinden ötürü tenkid etmek, arkadaşlığı kesip bozmaktan daha hayırlıdırBu hususu açıkça değil de târiz şeklinde söylemek daha hayırlıdırBu hususu mektupla bildirmek, şifahi söylemekten daha faydalı olurFakat göğüs germek ve tahammül etmek, bütün bunlardan daha güzel ve faydalıdırZira se nin arkadaşlıktan kastın, onu gözetmek suretiyle kendi nefsini ıslah etmek olmalıdırOna arkadaş olmaktan gayen, onun yardımından istifade etmek, onun arkadaşlığım istismar etmek olmamalıdır.

Ebû Bekir Kettanî85 şöyle anlatır: Adamın birisi benimle arkadaş olduAslında bu kimse, kalbime çökmüş ağır bir yüktüBirgün kal bimdeki nefret gitsin diye ona birşey hibe ettimFakat ne yazık ki, kalbimdeki his bir türlü gitmediBir ara onun elinden tutup eve gö türdümOna dedim ki: 'Ayağını yanağımın üzerine koy' O ise 'Bunu yapmayacağım' dediBen onun böyle yapması için ısrar edince mec bur kalarak öyle yaptıBunun üzerine kalbimde ona karşı duyduğum nefret hissi kayboldu.

Ebû Ali er-Ribatî diyor ki: Abdullah Razî'nin sohbetinde bulun dumBu zat çoğu zaman herşeyden uzaklaşmak için çöllere dalıyorduBir ara bana şöyle dedi:

- Sen mi emîr olacaksın, yoksa ben mi?

- Hayır ben emîr olmam, sen ol.

- O halde sen de bana itaat edeceksin.

- Evet, ben de sana itaat edeceğim.

Bunun üzerine bir fileyi alıp azığımızı filenin içerisine koyup sırtladıOna ne zaman 'Yoruldun! Bana ver' dediysem, 'Sen bana 'sen emîrsin' demedin mi? O halde itaat etmen lâzımdır' dediBir gece yağmura tutuldukSırtında bir aba olduğu halde yağmur bana isabet etmesin diye başımda ayakta bekliyorduBen, kendi kendime şöyle diyordum: 'Keşke ölseydim de ona sen emîrsin demeseydim!'

Beşinci Hak

Beşinci hak, arkadaşının sürçmelerini ve kusurlarını affetmektirDestur yoldan sapması ya bir günah işlemek suretiyle dinî hususlarda olacaktır veya kardeşlik hususunda kusur yapmak suretiyle arkadaşı hakkında olacaktırGünah işlemek ve günahta ısrar etmek suretiyle dinde yapmış olduğu sapıklığa gelince, onun kusurunu düzeltecek şekilde münasib bir dille nasihat etmen gerektirOnun dağınık ve perişan hâlini ıslâh etmeye çalışman lâzımdırEğer sen buna güç yetiremezsen, o da yaptığında ısrar ederse, bilmiş ol ki, ashâb-ı kirâm ve tâbiinin böyle bir kimsenin arkadaşlığının devam ettirilip ettirilmemesi hususunda değişik görüşleri vardırEbû Zer Gıfârî böyle bir kimsenin arkadaşlığının kesilmesine taraftardır.

Nitekim 'Kardeşin eski durumunu muhafaza etmediği zaman, onu sevdiğin noktadan hareket ederek bu takdirde ona buğzet' demiştirGıfârî'nin görüşü, Allah için sevmek ve Allah için buğzetmek nev'ine girerEbu'd Derda ve diğer bir grup sahabîye göre bunun tam aksi makbûldürHatta Ebu'd Derda diyor ki: 'Arkadaşın bozulduğu ve eski durumunu terkettiği zaman sakın bunun için onu terketmeÇünkü arkadaşın bir defa yanılırsa başka bir defa da isabet etmesi mümkündür'.

İbrahim en-Nehâî 'Arkadaşın günah işledi diye sakın onu terke dip arkadaşlığını kesmeÇünkü o bugün günah işler, yarın terkeder' demiştirBaşka bir sözü de şöyledir: 'Sakın halka, âlim kişinin yoldan sapmasını açıklama, çünkü âlim bir hata yapar, sonra terkeder'.

Alim kişinin hatasını ifşâ etmeyin ve (ondan ötürü) onunla aranızdaki bağı koparmayın ve onun dönüşünü bekleyin86

Hazret-i Ömer (radıyallahü anh) daha önce kardeş olduğu bir kimsenin hâlini sorduBu zat Şam'a gidecekti'Şam'a gideceğin zaman bana haber ver' dedi ve gittiği zaman Hazret-i Ömer kardeşine hitaben şu mektubu yazdı: BismillahirrahmanirrahimHâ MimBu kitâbın indirilişi aziz, âlim olan Allah'tandırO günahları bağışlayan, tevbeleri kabûl eden, azâbı şiddetli olan, ihsan sâhibi Allah'tandır ki, ondan başka ilâh yokturDönüş ancak O'nadır, (Mü'min/1-3)

Bu ibareyi yazdıktan sonra Hazret-i Ömer, arkadaşına hitap edip yaptıklarından dolayı onu kınadıAdam mektubu açıp okuduğu zaman hüngür hüngür ağlayarak Allahü teâlâ doğru söylemiş ve Ömer de bana nasihat vermiştir' deyip tevbe etti.

Rivâyete göre, iki arkadaştan biri bir aşka mübtelâ olduArkadaşım bu sırrına muttali ederek 'Ben bu şekilde bir hastalığa tu tuldum, eğer istersen Allah rızası için aramızdaki arkadaşlığı boza bilirsin' dediBunun üzerine karşısındaki zat şu cevabı verdi: 'Senin günahından ötürü, hiçbir zaman arkadaşlık akdini bozamam'. Sonra, arkadaşı bu beladan kurtuluncaya kadar, yiyip içmeyeceğine dair niyyet ettiBöylece kırk gün yemedi içmediBütün bu müddet zarfında kardeşinden hastalığım sorduKardeşi de 'Kalbimde hâlâ o durum devam etmektedir' cevabım veriyorduO da gittikçe, açlıktan ötürü erimekteydiArkadaşının kalbinden, kırk günden sonra, o illet kaybolup kendisine haber verinceye kadar bu perhize devam ettiHaberi aldıktan sonra zayıflık ve hastalıktan telef olmaya yaklaşmışken yemeye ve içmeye başladı.

Yine selef-i sâlihînden arkadaş olan iki kişiden şöyle hikâye edi lir: Onların birine, istikametten şaşmış arkadaşı hakkında denildi ki: 'istikametten sapan bu kimsenin arkadaşlığını artık kesip onu ter ketmeyecek misin?' O şu cevabı verdi: 'O, şu anda her zamankinden daha fazla, bana muhtaçtırÇünkü şu anda günahın içine düşmüş bulunuyorOnun elinden tutup ince ve hikemâne bir şekilde kendi sine nasihatta bulunmak ve eski durumuna gelmesi için dua etmek hususunda her zamankinden daha fazla bana ihtiyacı vardır'.

İsrâiliyat'ta87 rivâyet edilmiştir ki bir dağda ibadet eden iki arkadaş vardıOnlardan biri biraz et satın almak için şehre indiKasap dükkanında zâniye bir kadına tesadüf ettiKadına göz kırptı, aşık olduOnu tenha bir yere çekip kendisiyle zinada bulundu. Üç gün sonra kadınla beraber otururken arkadaşı içeri daldı, boynuna sarıldıOnu öpüp bağrına bastıO ise utandığı için 'Sen kimsin? Seni tanımıyorum?' diye arkadaşını azarladı ve tanımamazlıktan geldiArkadaşı kendisine 'Kardeşim, ben senin durumunu ve hikayeni bi liyorumKalk gidelimSen şu anda benim yanımda o kadar sevimli ve azizsin ki, hiçbir zaman bu kadar seni sevmiş ve bağrıma basmış değilim'Suçlu arkadaş kardeşinin gözünden düşmediğini görünce ayağa kalkıp onunla beraber gitti.

İşte bu şekilde hareket etmek selef-i sâlibinden bir kavmin yolu durBu yol Ebû Zer Gifârî'nin yolundan daha ince ve siyasete daha uygundurEbû Zer Gifârî'nin yolu ise, daha güzel ve daha selâmetlidir.

İtiraz: 'Neden bu yol Ebû Zer Gifârî'nin yolundan daha ince ve si yasete daha uygundur?' dedinOysa bu günahı işlemek, başlangıçta arkadaşlığın caizliğini ortadan kaldırır! Bu bakımdan sonunda da bu günah işlenildiği takdirde arkadaşlığın kesilmesi farzdırÇünkü hüküm, herhangi bir illetle sabit olduğu zaman, kıyasa göre o illetin kalkmasıyla o hüküm de ortadan kalkarArkadaşlık akdinin illeti isedin hususunda yardımlaşmaktırDin hususunda yardımlaşma ise, bir tarafın günah işlemesiyle beraber devam etmez.

Cevap: O yolun, Ebû Zer Gifârî'nin yolundan daha ince olması hususuna gelince, o yolda şefkat, kalbi kazanmak, karşıdaki kişiyi günahtan çevirme ve tevbeye zorlayıcı bir sevgi vardırÇünkü arkadaşlığın devamı hâlinde hayâ da devam ederNe zaman arkadaşlık kesilip, adamın artık arkadaşlıktan ümidi kırılırsa günaha ısrar ve devam ederO yolun Ebû Zer Gifârî'nin yolundan daha fa kihçe olması hususuna gelince, bu husus şu noktadan ileri gelir: Arkadaşlık, kan bağının yerine geçen bir akiddirBu akid yapıldığı zaman, karşılıklı olarak, hakların müdafâsı daha da kuvvet kazanırAkdirı gereğince onları yerine getirmek farz olurArkadaşını fakir olduğu ve muhtaç bulunduğu günlerde ihmal etmemek o hakkı ye rine getirmektendirDin hususundaki fakirlik, mal hususundaki fa kirlikten daha fazla yardıma ihtiyaç gösterirOysa burada arkadaşına bir felâket isabet etmiştirOnun başına bir âfet inmiştir ki, o âfet sebebiyle din hususunda fakir düşmüştür; Bu bakımdan onu gö zetmek, kalbine riayet etmek ve durumunu ihmal etmemek gerekirOnu ihmal bir yana hakimâne bir şekilde başına gelen çirkeften onu kurtarmaya daimi bir şekilde çalışmak gerekirÇünkü arkadaşlık, musibetlere karşı zamanın şartlarına göre bir silâhtırAdamın başına gelen bu durum ise musibetlerin en şiddetlisidir.

Fâsık bir kimse, muttaki bir kimse ile arkadaşlık yaptığı zaman, o muttakînin Allah'tan korkmasına, ibadete devamlılığına baka baka yakın bir zamanda dönüş yapabilirGünahta ısrar etmekten utanırTembel bir kimse, çalışkan bir kimseyle arkadaşlık yaptığı zaman utanarak çalışkan olurNitekim Câfer bSüleyman88 şöyle demiştirNe zaman ibadette gevşeklik göstersen Muhammed bVâsıa, onun ibadet ve taatine bakarak ibadetteki hevesim bana geri geliyor, tembel lik benden uzaklaşıyorBu neşe ile bir hafta var kuvvetimle ibadet ve taatime devam ediyorum.

Bu tahkik ve tedkik şudur: Dostluk ve doğruluk, soydan gelen yakınlık gibidirOysa soydan gelen yakınlığını, masiyetten ötürü ter ketmek caiz değildir.

Bu sırra binaendir ki Allahü teâlâ peygam ber-i zişanma, aşiret ve soyundan gelenler hakkında şöyle hitab etmiştir:

Şayet sana (uymaz ve) karşı gelirlerse 'Ben sizin yaptıkla rınızdan uzağım' de. (Şuara/216)

Dikkat edilirse, peygamber-i zişan Allah'ın emriyle burada 'Sizin yaptıklarınızdan uzağım' diyor'Sizden beri ve uzağım' demiyorAkrabalık hakkına riayet olsun diye böyle demesi emredilmiştirBu keyfiyete, Ebu'd Derda'ya 'Arkadaşın şöyle yapmasına rağmen hâlâ ona buğzetmeyecek misin?' denildiği zaman 'Ben ancak onun ame line buğzederimEğer onun o kötü ameli olmazsa o yine de benim arkadaşımdır' demek suretiyle işaret edilmiştir.

Hâl böyleyken, din kardeşliği soydan gelen kardeşlikten daha kuvvetlidir ve bu sırra binaen bir hakime şöyle denildi: 'Kardeşin mi, yoksa dostun mu sence daha sevimlidir?' Hakîm 'Ben kardeşimi an cak bana dost olduğu zaman severim' diye cevap verdi.

Hasan-ı Basrî şöyle derdi: 'Nice kardeşlerim vardır ki, onları annem doğurmamıştır'

Bunun için denilmiş ki: "Yakınlık sevgiye muhtaçtırSevgi ise, yakınlığa muhtaç değildir'.

Cafer-i Sâdık (radıyallahü anh) şöyle demiştir: 'Bir günlük sevgi, sılayı rahimdirBir aylık sevgi yakınlıktırBir senelik sevgi, sıkı fıkı bir yakınlıktırKim onu keserse,Allahü teâlâ da onu rahmetinden uzaklaştırır'.

Bu bakımdan daha önceden yapılan kardeşlik bağına vefa gös termek vaciptirİşte fâsık olan bir kimseyle, arkadaşlıktan sonra gü naha dalan arkadaş arasındaki fark ve bununla ilgili sözlerimiz bundan ibarettirÇünkü öteden beri sapık yolda olan bir kimseyle arkadaşlık bağı kurulmamıştırEğer kan bağı varsa, şüphe yoktur ki, bu durumda onu terketmek uygun değildirAksine onunla iyi ge çinmek, onun bazı şeylerini göğüslemek gerektirBuna delil olarak şu hakîkat gösterilir: Başlangıçta herhangi bir kimseyle arkadaşlığı terketmek, onunla arkadaş olmaya rıza göstermemek yasak ve çirkin değildirAksine birçok kimse 'Tek başına yaşamak, arkadaş edinmekten daha evlâdır' demişlerdirDevam eden bir arkadaşlığı 'arkadaşı günah işledi' diye kesmek ise, yasaklanmış bir hususturAslında kötü ve çirkindirBaşlangıçta arkadaşlığı bozmak, evliliği bozmak gibidirOysa Allah katında talâk (boşanma) , nikahı terketmekten daha çirkindir.

Nitekim Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle bu yurmuştur:

Allah'ın kullarının en şerlileri kovuculuk yapanlar ve dostların arasını bozanlardır89

Seleften biri, arkadaşın kusurlarını örtmek hususunda şöyle demiştir: 'Şeytan dostlarınızın kusurlarını yüzüne vurmanızı, onlarla aranızın açılmasını arzu ederAcaba siz düşmanınızın sevin mesinden ne kazanacaksınız?' Bu söz şu bakımdan doğrudur; dostların arasını bozmak şeytanı sevindiren hususlardandırNitekim günah işlemek de onu sevindiren bir hareket olduğu gibi. . . Bu bakımdan şeytan, iki hedefinden birini elde ettiği zaman, ona ikinci hedefini de elde ettirmemeye dikkat etmek gerekir.

Günah işleyen kişiye küfreden birini susturan Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem)

'Sus! Böyle söyleme!' deyip onu azarladıktan sonra şöyle bu yurmuştur: Sakın kardeşinizin aleyhinde şeytana yardımcı olmayınız90

Bütün bu söylediklerimizle arkadaşlığın devamı ile başlangıçta arkadaş olunması arasındaki fark açığa çıktıÇünkü fâsık ve fâcir kimselerle oturup kalkmak mahzurludurAhbab ve dostlardan ayrılmak da mahzurludurBaşkasının mücadelesinden uzak kalan bir kimse başkasının mücadele ve münakaşasından uzak kalmayan bir kimse gibi değildirBaştan arkadaş edinmemekle kişi hiçbir kınamaya mâruz kalmazBu bakımdan biz şöyle diyoruz: Fâsıklardan uzaklaşmak, onlara yaklaşmaktan daha evlâdırFakat dostluğu devam ettirmek hususunda âlimlerin çeşitli görüşleri vardırBu bakımdan dostluğun hakkını yerine getirmek daha uy gundurBütün bunlar, kişinin din hususundaki sapmasına bağlıdır.

Arkadaşının nefretini çekecek şekildeki kaymasına gelince, böyle kusurları affetmek ve sineye çekmek ittifakla muahaze etmekten daha evlâdırHatta ister uzak, ister yakın bir mazaret gösterme im kânı tasavvur edilen ve iyi bir mânâya hamledilmesi muhtemel olan her hatayı affetmek, kardeşliğin gereken bir hakkıdır, vâcibdirNitekim denildi ki: "Arkadaşının kusur ve hataları için yetmiş çeşit mazeret kabul etmen uygundurEğer buna rağmen kalbin onu kabul etmezse, sen suçlu olarak nefsini gör ve kalbine 'Ammada katı imişsin, arkadaşın senden yetmiş çeşit özür dilediği halde sen hâlâ kabul etmiyorsunBu bakımdan kusurlu olan arkadaşın değil sen sin' de!" İyi bir mânâya hamledilmeyecek şekilde hataları başgösterirse, bu defa mümkün olduğu kadar dikkat etmen daha uy gundur, fakat bu da pek mümkün değildirNitekim İmâm-ı Şâfiî şöyle demiştir'Kızdırıldığı halde kızmayan bir kimse eşşektirRazı edil mesine çalışıldığı halde razı olmayan kimse şeytandır'.

Bu bakımdan sen ne merkep ne de şeytan olmamaya bakArkadaşının vekili olarak kalbini razı etOnun razı edilmeye çalışıldığı halde razı olmamak suretiyle şeytan olmamasına dikat etAhmed bKays şöyle demiştir:

Dostluğun hakkı üç şeyi sineye çekmektir:

1- Öfke anındaki zulmünü

2- Nazlanmayı

3- Sürç-i lisanın zulmünü

Bir başkası da 'Hayatımda hiç kimseye küfretmedimÇünkü bana küfreden şerefli bir insansa, ben ona küfretmektense onu bağışlamayı tercih ederimEğer bana küfreden alçak bir kimse ise, ben hiçbir zaman namusumu ona hedef yapmam'.

Bu sözünü söyledikten sonra şu şiirlerle temsil getirerek devam etti:

Kerim bir kimsenin kötü konuşmalarını cömertliğine bağışlarım!

Alçak bir kimseye küfretmekten de lütfen ve keremen imtina ederim!

Denilmiştir ki; 'Dostundan temiz olanı al! Bulanık olanı terket! Zira ömür, bulanıklıktan dolayı dosttan alınmayı gerektirmeyecek kadar kısadır.

Arkadaşın, ister yalancı, ister doğru olsun, senden özür dilediği zaman, onun özrünü derhal kabul et.

Çünkü Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

Kim arkadaşı kendisinden özür dilediği halde onun özrünü kabul etmezse, sultapın yardımcılarının alışveriş yapanlardan zulmen aldıkları vergiden yüklendikleri günah gibi, günah yüklenmiş olur91

Mü'min çabuk kızar; çabuk razı olup barışır92

Dikkat edilirse Hazret-i Peygamber 'mü'min kızmaz' dememiştirAllahü teâlâ 'Öfkelerini yutarlar' (Âl-i İmrân/134) buyurmuşturAllahü teâlâ 'mü'minler öfkesizdir' dememiştirÇünkü tabii olarak insanın yaralanıp elem duymaması mümkün değildirAksine in sanoğlu elem duymasına rağmen ona karşı sabır gösterip, bir dere ceye kadar tahammül edebilirNasıl yaradan elem duymak, bedenin tabiati ise, öfkenin sebeplerinden elem duymak da kalbin ta biatındandırBunu kalpten söküp atmak mümkün değildirAncak îman sayesinde onu kontrol altına almak, yutmak ve onun tersine hareket etmek mümkündürÇünkü insan öfkelendiği zaman inti kam almak ve karşılık vermek suretiyle yüreğini rahatlatmak isterFakat bunları yapmamak mümkündürNitekim şair şöyle demiştir: 'Eğer kusuru ve dağmıklığıyla beraber kabul etmezsen hiçbir arkadaş edinemezsin! Oysa dört başı mamur ve tam temiz olan kaç kimse vardır?'

Ebû Süleyman Daram, Ahmed bEbû'l-Havârî'ye 'bu devirde, herhangi bir kimse ile kardeş olduğunda sevmediklerini onda görür sen kızma, onu kınamaÇünkü o gördüğünden daha şerlisinin gö rülmeyeceğinden emin değilsin' demiştirAhmed diyor ki: 'Onun dediğini denedim ve söylediği gibi olduğunu müşahede ettim'.

Seleften bazıları demişlerdir ki: 'Arkadaşın nahoş hareketlerine karşı göğüs gerip sabır göstermek, ona kızmaktan daha hayırlıdırOna kızmak ise, onu terketmekten daha hayırlıdırOnu terketmek ise, onun aleyhinde uygun olmayan şeyleri söyleyip nakletmekten daha hayırlıdır'Onun aleyhinde nakli uygun olmayan şeyleri nakle derken, öfkeden pek fazla mübalağalı hareket etmemeli ve ifrat gös termemelidirÇünkü Allahü teâlâ Mümtâhine sûresinde aynen şöyle buyurmaktadır:

Belki de Allah sizinle, onlardan düşman olduklarınız arasına bir sevgi koyar.

Hazret-i Peygamber de şöyle buyurmuştur:

Dostunu ifrata kaçmaksızın normal bir sevgi ile sevÇünkü o herhangi bir günde senin buğzettiğin bir kimse olabilir.

Sevmediğin bir kimseye de ifrat derecede buğzetmeUmulur ki bir gün sana dost olabilir!93

Adil Halife Hazret-i Ömer de şöyle demiştir: 'Senin sevgin sana yük, buğzun da telef olmasın'.

Altıncı Hak

Gerek hayatında ve gerek ölümünden sonra arkadaşa, aile ef radına ve kendisiyle yakın ve uzak ilgisi olan kimselere dua etmektirBu bakımdan sen, kendi nefsine dua ettiğin gibi arkadaşına da dua etmelisinArkadaşın ile kendin arasında bir ayrılık gözetmemelisinÇünkü ona yapmış olduğun dua hakikatte senin nefsinedirNitekim Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur:

Kişi yanında olmayan arkadaşına dua etiği zaman melek ken disine 'Sana da onun benzeri olsun' der94

Başka bir lafızla hadîs şöyle rivâyet edilmiştir:

Allahü teâlâ 'Ey kulum! Seninle bu işe başlıyorum' der95

Kişinin arkadaşı için yapmış olduğu dua, Allah tarafından ka bul edilirOysa aynı duayı kendi nefsi için yapmış olsaydı kabul edilmezdi96

Kişinin arkadaşına gıyabında yaptığı dua geri çevrilip redde dilmez97

Ebu'd Derda şöyle dedi: 'Secdeye vardığımda isimlerini teker teker zikretmek suretiyle yetmiş arkadaşıma dua ederim.

Muhammed bYûsuf el-İsfehanî derdi ki: Salih arkadaşın ben zeri nerede var? Öldükten sonra aile efradın mirasını taksim edip ge ride bıraktıklarınla zevk u safâya dalarlarSadece senin için üzülen, senin akibetini merakla izleyen ve son vardığın merhaleyi titizlikle takip eden gecenin karanlığında sen toprağın altında olduğun halde sana dua eden, salih arkadaşındırSanki salih arkadaş bu hususta Allah'ın meleklerine uymaktadır.

Kul öldüğü zaman insanlar 'Geride ne bıraktı?' diye sorarlarAllah'ın melekleri ise 'Acaba ölmeden önce azık olarak neyi gönderdi?' diye sorarlar98

Mekikler onun, daha önce gönderdiği azıkla sevinirlerOnun o azığını sorarlarKendisi için şefkat gösterirler. (Salih arkadaş da meleklerin yaptığını yapar) .

Bir kimsenin kulağına Allah yolunda arkadaşı olan birisinin ölüm haberi geldiğinde ona rahmet dileyip günahının affını Alah'tan isterse onun defterine sanki ölenin cenazesinde bulunmuş ve namazını kılmış gibi sevap yazılırHazret-i Peygamber şöyle bu yurmuştur:

Ölünün kabrindeki misali, boğulmakta olan bir kimsenin mis âline benzerO herşeye sarılırOğlundan veya babasından veya kardeşinden veyahut herhangi bir yakınından gelecek bir duayı beklerMuhakkak ki, ölülerin kabirlerine dirilerin du alarından dağlar gibi nûr huzmeleri gider"

Seleften biri şöyle demiştir: Ölüler için yapılan dua dirilere verilen hediyeler mesabesindedirO duayı ölüye ulaştıran melek, ölünün huzuruna elinde nûrdan bir tabak olduğu halde girer, tabağın üzeri nûrdan bir mendil ile örtülüdürMelek ölüye der ki: 'Bu filân kardeşinden gelen hediyedirFilân yakınından sana gönderilen armağandır'.

Bu haberi rivâyet eden zat diyor ki: 'meleğin bu sözünü dinleyen ölü, diri bir kimsenin hediye ile sevinmesi gibi sevinir'.

Yedinci Hak

Yedinci hak, vefâkarlık ve ihlâstırVefanın mânâsı ölüme kadar sevgiye devam edip üzerinde sebat etmektirÖlümden sonra da dos tunun evlât ve dostlarına sevgiyi devam ettirmektirZira sevgi ancak âhiret için istenirEğer ölümden önce sevgi kesilirse, o sevgiden elde edilen amel boşa giderO yapılan gayret boşa giderBunun için Allah'ın Rasûlü (sallâllahü aleyhi ve sellem) Allah tarafından kıyâmet gününde arşın gölge sine alman yedi sınıfın arasında birbirini sevenlerin hâlini şu şekilde ifade etmiştir:

İki kişi ki Allah yolunda sevişirler, o sevgi üzerinde toplanır ve o sevgi üzerinde ayrılırlar.

Seleften biri şöyle demiştir: 'Ölümden sonra gösterilen az vefakârlık hayatta iken gösterilen çok vefakârlıktan daha hayırlıdır'Bunun için rivâyet ediliyor ki, Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) huzuruna gelen ihtiyar bir kadına ikramda bulunduRasûlüllah'a 'Neden bu kadına bu kadar ikram ediyorsun?' diye sorulduğunda şöyle buyurdu:

Bu kadın Hatice zamanında bize gelip giderdiAhde vefa din dendir100

Arkadaşın dost, akraba ve taallûkatım gözetmek, ona gösterilen vefakârlıktandırOnları gözetmek, arkadaşın bizzat kendisini gözetmekten daha fazla ve müsbet bir tesir uyandırır arkadaşta. . . Çünkü onun yakını olan kimselerin hâlini sormak onu daha fazla sevindirirZira şefkat ve muhabbetin kuvveti ancak arkadaşın ötesinde arkadaşınla ilgili bulunan kimselere teşmil edilmesiyle bilinirHatta arkadaşın kapısında nöbet bekleyen köpeği, kalbinde diğer köpeklerden farklı tutmalıdırNe zaman muhabbetin devamının kesilmesiyle vefakârlık sona ererse, şeytan sevinirZira şeytan, Allah için kardeş olan ve Allah için sevişen iki kişiye hased ettiği kadar, hayırlı bir işte yardımlaşan iki kişiye hased etmezÇünkü şeytan var kuvvetiyle Allah için arkadaş olan ve Allah için sevişenlerin arasını bozmaya çalışırNitekim Allahü teâlâ şöyle buyurmaktadır:

Kullarıma söyle; en güzel sözü söylesinler. (İsra/53) Allahü teâlâ Hazret-i Yûsuf'tan haber vererek şöyle demiştir:

Zira şeytan, benimle kardeşlerim arasına fitne soktuktan sonra. . (Yûsuf/100)

Deniliyor ki: 'Allah için iki kişi arkadaş olduğunda ancak onlardan birisinin işlediği bir günah aralarını bozabilir'.

Bişr el-Hafî derdi ki: 'Kul Allah'ın taat ve ibadetinde kusur gös terdiği zaman ona ceza olarak Allahü teâlâ dostlarını kendisinden soğutur'.

Bunun hikmeti şudur: Arkadaşlar insanın kalplerine ve üzüntülerine teselli olur ve dinine yardım ederlerBu sırra binaen İbn-i Mübârek şöyle demiştir: 'En güzel şey arkadaşlarla oturmak ve idare edecek kadar nafaka ile yetinmektirSevginin devamlı olanı ise Allah yolunda olan sevgidirHerhangi bir gaye için gösterilen sevgi, o gaye nin ortadan kalkmasıyla ortadan kalkıp yok olurAllah yolundaki sevginin semerelerinden biri de bu sevginin gerek din ve gerek dünya hususundaki hasedle beraber olmamasıdırKişi arkadaşına nasıl hased edebilir? Zira arkadaşında bulunan her meziyetin faydası aynı zamanda kendisine de olur. Allahü teâlâ kendi yolunda sevişenleri bununla vasıflandırmıştır.

Onlar, verilen şeylerden dolayı nefislerinde bir kaygı duymazlarKendilerinin ihtiyaçları olsa bile, onları nefislerine tercih ederler. (Haşr/9)

Arkadaşına gösterdiği tevazu hâlinin değişmemesi vefakârlıktandırDünyevî mertebesi şanı ve şöhreti ne kadar yücelirse yü celsin, nûfuzu ve gücü ne kadar genişlerse genişlesin, arkadaşlara karşı büyüklük taslamak, alçaklıktan başka birşey değildirNitekim şair şöyle demiştir: 'muhakkak ki şerefli kimseler zengin oldukça fa kirlik zamanında kendisiyle oturup kalkan kimseleri daha iyi hatırlarlar'

Seleften biri oğluna şöyle tavsiyede bulundu: 'Oğlum! İnsanlardan ancak fakir düştüğün zaman sana yaklaşan, zengin olduğun takdirde senden fazla birşey beklemeyen, mertebesi yük seldiği takdirde seni hor görmeyen kimse ile arkadaşlık yap!'

Hakimlerden biri şöyle demiştir: 'Arkadaşın herhangi bir ma kama sahip olduğu zaman sana karşı olan eski sevgisinin yarısını muhafaza ederse bu çok demektir'.

Rebî101 hikâye ediyor ki, İmâm-ı Şâfiî Bağdad'da bir kişi ile kardeş oldu. Sonra onun kardeş olduğu zat, Irak'ın aşağı ve yukarı 'Sıb' diye bilinen bölgesinin valisi olduVali olduktan sonra İmâm-ı Şâfiî'ye karşı olan tavrı değiştiBunun üzerine İmâm-ı Şâfiî eski arkadaşına şu şiiri yazıp gönderdi:

Git! Senin sevgin kalbimden çıkmıştır, hem de ebedî olarak. . Fakat üç talakla olan bir boşamayla değilEğer sen uyanır, dönüş yaparsan bir talakla boşanmıştırO zaman sevgi ve mu habbetin, benim için iki talakla devam ederEğer imtina eder, dönüş yapmazsan o talakı ikilerimYani ikinci bir defa mu habbetini kalbimden boşanırımBöylece iki ayrı hayız zamanında vaki olan iki talak olmuş olurSana kesin olarak benden üçüncü talak geldiği zaman, Sıbeyn (iki Sıb'ın) valiliği seni bu durumun vehamet ve felâketinden kurtaramaz.

Din ile ilgili bir işte kardeşin hakka muhalefet ederse, bu hususta ona uymanın vefakârlıkla uzaktan yakından zerre kadar alakası yok turAksine vefakârlık bu hususta ona muhalefet etmeyi gerektirir.

Zira İmâm-ı Şâfiî, Muhammed bAbdülhakem'le kardeş oldu102 Ona yaklaşır, ona özel bir ilgi gösterirdi ve derdi ki: 'Beni Mısır'da durdu ran Muhammed bAbdülhakem'den başka birşey değildir'.

Bir aralık Muhammed hastalandıİmâm-ı Şâfiî onu ziyarete giderek şu şiiri okudu:

Dost hastalandıBen onu ziyaret ettimOnun için korktuğumdan hasta düştümMuhammed bAbdülhakem de cevap olarak şu şiiri okudu: Dost beni ziyaret etmeye geldiOna baktım ve şifa buldum.

Halk bu iki zatın arasındaki büyük sevgiden ötürü zannederdi ki, İmâm-ı Şâfiî öldükten sonra tedrisat halkasını bu zata teslim edecektirBunun üzerine İmâm-ı Şâfiî'nin ölüm hastalığında kendisine şöyle soruldu: 'Ya Ebû Abdullah! Senden sonra kimin meclisinde oturalım?' O anda İmâm-ı Şâfiî'nin baş ucunda oturan Muhammed bAbdülhakem, İmâm'a baktı ki İmâm ona işaret etsin! Bunun üzerine İmâm-ı Şâfiî hayret ederek şöyle dedi: 'Sübhânallah! Bu hususta şüphe mi var? Ebû Yâkub Buveytî'den103 başka kimin meclisinde oturacaksınız?'

Muhammed bu söze kırıldıİmâm-ı Şâfiî'nin en iyi takipçilerinden olduğu halde, İmâm-ı Şâfiî'nin talebeleri Ebû Yâkub'a akın ettiler.

Çünkü ondan daha üstün, zühd ve takvaya daha yakındıDikkat edi lirse İmâm-ı Şâfiî burada Allah için ve müslümanlar için nasihatta bulunup yağcılık ve müdaheneciliği terketmiştirHalkın rızasını Allah'ın rızasından üstün tutmamıştırİmâm-ı Şâfiî vefat ettiği zaman Muhammed bAbdülhakem onun mezhebinden ayrılıp ba basının mezhebini kabul ettiİmâm-ı Mâlik'in kitaplarını okuttuÇünkü o, Mâlikin en büyük talebelerindendiEbû Yakub Buveytî ise zühd ve takvayı ve sessizliği tercih ettiToplantılar ve ders halkalarında oturmak onun hoşuna gitmediSadece ibadetle meşgul olduRebi bSüleyman'a nisbet edilen 'Ümm' adlı kitabı yazdıKitap, Buveytî'nin telifi olduğu halde Rebi bSüleyman'a maledilmektedirFakat 'Buveytî orada kitabı kendisine nisbet etmiştirRebi, kitaba bazı ekler yaparak bir kısım tasarruflar yapmış, anlaşılmayan birtakım noktaları açığa kavuşturmuşturBu macerayı nakletmekten gaye sevgiyi gözetip dosta vefa göstermenin Allah için yapılan nasihat olduğunu belirtmektir.

Ahnef b. Kays şöyle demiştir: 'Dostluk ince bir cevherdirOnu ko rumazsan felâketlere uğrarBu bakımdan dostluğu korumak için sana zulmedenin özrünü kabul edip öfkeni yutmalısınKendi fazile tini ve dostunun kusurunu çok görmemek için rıza ile kardeşliği muhafaza et'.

Tam vefakârlığın, ihlâs ve sadakatin eserlerinden biri de arkadaşından ayrıldığında üzülmek ve ayrılmanın sebeplerinden nefret etmektirNitekim şöyle denilmiştir: 'Arkadaştan ayrılmak hariç, zamanın bütün musibetlerini kolay atlatılabilir gördüm!'

İbn Uyeyne bu şiiri okuduğu zaman şöyle dedi: 'Hatırlıyorum! Otuz seneden beri ayrıldığım bir kısım ahbablarım vardırHâlâ da onların ayrılığından gelen üzüntünün kalbimden çıkmadığını hisse diyorum'.

Vefakârlığın alâmetlerinden başka biri de halkın dostu hakkında söylediklerine kulak vermemektirHele önce kendisini dostunun dostu olarak gösteren, dostunun aleyhinde konuşmasından dolayı itham edilmesin diye tariz yoluyla dostuna hücum edene hiç kulak vermemelidirBu adamın dostu için naklettiği nefret çekici şeyleri asla dinlememeliÇünkü bu şekilde hareket etmek, aleyhinde bulu nulan kimseyi vurmak için başvurulan hilenin ince taraflarıdırBöyle bir şeyden sakınmayan bir kimsenin sevgisi hiçbir zaman de vamlı olmaz.

Bir adam hakîm bir zata dedi ki:

- Senin sevgi ve muhabbetini istemek için geldim.

- Eğer üç şey verirsen onu sana veririm.

-Onlar nelerdir?

- Benim aleyhimde söyleneni dinlemeyeceksin, hiçbir işte bana muhalefet etmeyeceksin, körü körüne beni çiğnemeyeceksin veya beni herhangi bir rüşvet karşılığında satmayacaksın.

Dostunun düşmanına dost olmamak da fedakârlıktandırNitekim İmâm-ı Şâfiî şöyle demiştir: 'Ne zaman ki dostun düşmanına itaat ederse bil ki, ikisi ortaklaşa senin düşmanlığını gütmektedirler'.

Sekizinci Hak

Kardeşine yük olmamalı, gereksiz tekliflerde bulunmamalıdırKardeşine ağır geleni teklif etmemeli, aksine ihtiyaçlarını ona belli etmemeli, mümkün olduğu kadar gizlemelidirOndan mal ve mevkî hususunda yardım istememelidirGereksiz tevazû, hürmet, hizmet gibi şeylerle ona sıkıntı vermemeli, sevgisi sadece Allah için ol malıdırOnun duasından faydalanmak, onunla yakınlaşmak, din hususunda yardım istemek için dost olmalıdırOnun hak ve huku kuna riayet etmek suretiyle onun birtakım ihtiyaçlarını giderirken Allah'a yakınlaşmayı kasdetmelidirSeleften biri şöyle demiştir: 'Kim arkadaşlarından onların almadığını veya istemediğini alır veya isterse onlara zulmetmiş olur ve kim arkadaşlarının kendisinden aldıklarının benzerini alırsa bu kimse de onları yormuş demektirOnlar kendisinden aldıkları halde onlardan birşey almazsa bu takdirde onlara ihsanda bulunmuş olur'.

Hükemadan biri şöyle demiştir: 'Kim nefsini, arkadaşlarının yanında kıymetinin üstünde tutarsa, hem kendisi, hem de arkadaşları günahkâr olurKim nefsini tam kıymetinde tutarsa hem kendisini, hem de arkadaşlarını yormuş olurEğer nefsini kıymetinin altında tutarsa hem kendisi, hem de arkadaşları felâket ten emin kalırlar'.

Arkaaşlıktaki yük olmamanın tamamı ancak teklif sergisini tamamen ortadan dürüp kaldırmakla olur ki kendi nefsinden utan madığı konularda arkadaşından da utanmasın.

Cüneyd-i Bağdadî şöyle demiştir: 'İki kişi Allah için arkadaş oldukları zaman biri diğerinden çekinirse muhakkak bu birisinde olan bir illetten ileri gelir',

Hazret-i Ali şöyle demiştir: 'Dostların en şerlisi, senin için külfetlere katlanan ve seni özür dilemeye mecbur bırakandır!'

Fudayl bIyâz şöyle demiştir: 'İnsanlar ancak arkadaşlık husu sunda gösterdikleri yapmacık hareketler ve zorluklardan ötürü ayrılırlarBiri Allah yolundaki kardeşinin ziyaretine giderZiyaret edilen zatta onun için birtakım külfetlere girerBöyle hareket etmek, kişinin ikinci bir defa ziyarete gelmesine mani olur'.

Hazret-i Aişe şöyle demiştir: 'mü'min Mü'minin kardeşidirMü'min, ne Mü'mini ganimet gibi görür, ne de onu haşmetli görür'. (Bazı nüshalarda 'ganimet gibi görür' yerine 'ona hile yapmaz' sözü vardır) .

Cüneyd-i Bağdadî şöyle demiştir: 'Sûfilerin dört grubuyla arkadaşlık yaptımHer grup otuz kişiden ibarettiBirincisi Hâris el-Muhâsibi ve grubudurİkincisi Hasan Mesuhî ve grubu, üçüncüsü Sırrî es-Sakatî ve grubu, dördüncüsü İbn Kureyş ve grubu idiBunlardan hiçbir zaman görmedim ki, Allah için arkadaş olan iki kişiden biri kendisini arkadaşından daha büyük görsün veya ondan çekinsinAncak birisinde herhangi bir bozukluk olursa o başka. . . '

Seleften birine şöyle soruldu: 'Biz kimlerle arkadaşlık yapalım?' Cevap olarak şöyle dendi: 'Senden teklif ağırlığını kaldıran, seninle arasındaki resmiyet zorluğunu düşüren bir kimse ile arkadaşlık yap'.

Câfer bMuhammed Sadık (radıyallahü anh) şöyle derdi: 'Benim için arkadaşlarımın en ağırı ve çekilmez olanı o kimsedir ki, benim için bir takım zahmetlere girer ve ben de ondan çekinir ve resmiyete bürünü rümArkadaşlarımın en hafifi o kimsedir ki, onunla beraber sanki tek başımaymışım gibi olurum'.

Seleften biri de 'Dünya ehli ile olduğun zaman zahirî edepten ayrılma! Âhiret ehliyle beraber olduğunda ilimden ayrılmaAriflerle beraber olduğunda ise istediğin şekilde davran' demiştir.

Başka biri 'Sakın günah işlediğin zaman senin yerine tevbe eden, kötülük yaptığın zaman senin yerine özür dileyen, öz nefsinin yüklerini senin yerine sırtlayan ve aynı zamanda sana kendi yüklerinden herhangi birisini yüklemeyen bir kimseden başkasıyla arkadaşlık etme' demiştir.

Böyle diyen zat 'dostluk ve arkadaşlığın' yolunu oldukça da raltmıştırBu bakımdan durum onun dediği gibi değildirAksine her dindar ve akıllı kimse ile arkadaşlık yapmak gerekirÖyle bir kimse ile arkadaşlık yapmalısın ki, bütün bu zikrettiğimiz şartları yerine getirmeye, bu şartları başkasına yükletmemeye azimli ve niyetli olsunBöylece arkadaşlar çoğalırZira bununla ancak Allah için arkadaş edinmiş olursunuzAksi takdirde arkadaş olmak sadece nef sinin isteklerine dayanmış olur.

Bu sırra binaendir ki, sıradan bir adam Cüneyd-i Bağdadî'ye şöyle sordu: 'Arkadaşlar bu zamanda görünmez olduAcaba Allah için kardeş edineceğim bir kimse var mıdır?' Cüneyd yüzünü çevirip cevap vermediAdam bu suâli üç defa tekrar edince, Cüneyd kendi sine şöyle dedi: 'Eğer sen, senin yükünü sırtlayabilecek, eziyetlerine tahammül edecek bir arkadaş arıyorsan, yemin ederim ki böyle arkadaş pek azdırEğer sen Allah için bir arkadaş arıyorsan ki, sen onun yükünü alasın, onun eziyetine katlanasın, bu vasıfta benim yanımda birçok kimseler vardır, onları sana göstereyim ve tanıtayım!' Bunun üzerine adam sustu.

İnsanlar üç sınıftır:

a) Sohbetinden faydalandığın insan.

b) Kendisine faydan dokunup, ondan zarar görmediğin insan.

c) Kendisine faydan dokunmadığı gibi, ondan zarar gördüğün insanBu ahmak veya ahlâksız bir kimsedir, işte esas sakınman gereken bu üçüncü şahıstırİkinci şahıstan ise, sakınmaya gerek yokÇünkü âhirette ondan faydalanırsın.

Allahü teâlâ Hazret-i Mûsa'ya 'Eğer bana itaat edersen arkadaşların çok olacaktırYani onların zahmetlerine katlandığın, eziyetlerine göğüs gerdiğin ve onları kıskanmadığın takdirde çoğalacaktır' diye vahyetmiştir.

Seleften biri 'Elli sene halkla arkadaşlık yaptımBenimle onlar arasında herhangi bir ihtilaf olmadıÇünkü ben onlarla beraber daima nefsimin aleyhindeydim' demiştirAhlâkı böyle olan bir kimsenin elbette arkadaşları çoğalacaktır.

Arkadaşlığın alâmetlerinden biri de, nâfile ibadetlerde ona zorluk çıkarmamaktır. Dört şeyde eşitliğe riayet etmek şartıyla arkadaşlık yapmalıdır.

1Eğer onlardan biri gündüzleri devamlı yeyip içse bile arkadaşı ona 'oruç tut' dememelidir.

2Eğer bütün sene oruç tutarsa, arkadaşı kendisine 'orucunu ye' dememelidir.

3Eğer bütün gece uyursa, arkadaşı kendisine 'kalk' dememelidir.

4Eğer bütün gece, sabahlara kadar namaz kılarsa, arkadaşı kendisine 'uyu' dememelidir.

Bunlardan ötürü onun durumu arkadaşının yanında ne artmalı ne de eksilmelidirÇünkü durumların tefavut göstermesi, tabiatı ri yakarlığa ve çekingenliğe sürükler.

Denilmiş ki, külfeti terkeden bir kimsenin muhabbeti devam ederKülfeti az olan bir kimsenin sevgisi devam ederAshâb-ı kirâmdan biri şöyle demiştir: 'muhakkak ki, Allahü teâlâ zorluk gösterenlere lânet etmiştir!'

Nitekim Hazret-i Peygamber de şöyle buyurmuştur

Ben ve ümmetimin muttakîleri zorluk çıkarmaktan uzağız104

Biri de şöyle demiştir: Kişi arkadaşının evinde dört şeyi yaparsa aralarında ünsiyet tamam olmuş demektir:

aArkadaşının evinde yemek yerse

bOnun helasına girerse

cArkadaşının evinde namaz kılarsa

dArkadaşının evinde uyursa. . . "

Bu söz, meşayihten birine söylendiği zaman dedi ki: 'Beşinci bir şart daha vardırO da şudur: (Eğer) helâliyle beraber kardeşinin evine gidecekse orada guslü gerektiren harekette dahi çekinmeden bulunabilmelidirÇünkü ev, esasında bu sayılan beş şey hususunda kolaylık olsun diye edinilirKişi bunları yaptığı takdirde arkadaşının evini kendi evi olarak görüyor demektirÇünkü ev, bunları yapabilmek için inşâ edilirEğer böyle olmazsa, ibadet için mescidler daha müsaittirBu bakımdan kişi, arkadaşının evinde bu saydığımız beş şeyi yaptığı takdirde arkadaşlık tam mânâsıyla güçlenirÇekingenlik ortadan kalkarKarşılıklı sevgi tamamlanır.

Arapların selâmında bu mânâya işaret vardırZira araplardan biri arkadaşına 'merhaba, ehlen ve sehlen' derMerhaba; yani 'senin için bizim nezdimizde genişlik vardırO da, hem kalbimizdeki hem de evimizdeki genişliktirEhlen; yani senin için bizim ailemiz senin ailendirBizden hiç çekinmeSehlen; yani senin için bütün bu hususlarda kolaylık mevcutturYani senin istediğin her meşrû şey bize ağır gelmeyecek ve temin edilecektir' demektir.

Kişi, nefsini arkadaşlarından daha aşağı görmedikçe arkadaşlığın gereği olan kolaylık ve teklifsizlik tamamlanmazKişi arkadaşları hakkında iyi zan beslemedikçe ve nefsinin hakkında su-i zann etmedikçe arkadaşlığın gereği olarak istenilen kolaylık olmazNe zaman kişi onları nefsinden hayırlı görürse, o vakit onların hep sinden daha hayırlı olmuş olurNitekim Ebû Muaviye Esved şöyle demiştir: 'Bütün arkadaşlarım benden hayırlıdır'.

Bu söz üzerine kendisine soruldu:

- Bu nasıl olur?

- Onların herbiri beni kendisinden daha faziletli görürOysa beni kendi nefsinden daha faziletli gören kimse, benden daha hayırlıdır.

Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur:

Kişi dostunun dinr üzerindedirKendisi için istediğini senin için de istemeyen bir kimsenin arkadaşlığında hayır yoktur105

İşte bu derece derecelerin en düşüğüdürKemâl, fazileti arkadaşından bilmektirBu sırra binaen Süfyân es-Sevrî şöyle demiştir:

"Sana insanların en şerlisi' denildiğinde sen de kızarsan hakîkaten insanların en şerlisi olursun"Bunun izahı Kibir ve Ucub bölümünde gelecektir.

Tevâzuun mânâsının, arkadaşlarını kendinden faziletli görmek olduğu hakkında şu beyitler söylenmiştir:

Öyle bir kimseye karşı gönül alçaklığı göster ki, senin bu hare ketini gördüğünde hamakata değil de fazilete hamletsin.

Dostlara karşı kendisini faziletli olarak gören bir kimsenin dostluğundan kaç!

Başka bir şair de şöyle diyor:

Nice dostu diğer bir dost vasıtasıyla tanıdım.

Fakat o benim nezdimde eski dosttan daha değerli oldu.

Nice arkadaş vardır ki, onu yolda gördüm,

O benim nezdimde hakikî dost oldu.

Kişi, nefsini daha faziletli gördüğü zaman, arkadaşlarını hakir görmüş olurBöyle bir telâkki ise bütün müslümanlar için kötü bir telâkkidir.

Nitekim, Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur:

Müslüman kardeşini hakir görmek bir Mü'mine şer bakımından yeter de artar bile106

Her yapacağı iş hususunda arkadaşlarıyla istişare edip onların söylediklerini dikkate almak, arkadaşlığın gereği olan teklifsizlik ve kolaylığın tamamlanmasındandırNitekim Allahü teâlâ şöyle bu yurmuştur:

(Yapacağın) işler hakkında onlara" danış. (Âl-i İmrân/159)

Arkadaşlarından hiçbir sırrını gizlememelidirNitekim bu husus Mâruf-u Kerhî'nin yeğeni Yâkub'dan rivâyet edilmiştir: Esved bSâlim âhiret kardeşi olan, amcam Mâruf-u Kerhî'ye gelerek şöyle dedi:

Bişr el-Hafî seninle arkadaşlık yapmayı istiyorFakat gelip bunu sana şifahen söylemekten utanıyorBeni, onunla aranda arkadaşlık akdini yapman için sana gönderdiÖyle bir arkadaşlık akdi yapmalısın ki, Bişr el-Hafî onu kendisi için bir kâr saymalıdırAncak Bişr'in bu kardeşlik hususunda bir takım şartları vardır:

1Bu arkadaşlığın yayılmasını ve bilinmesini istemiyor.

2Seninle kendisi arasında ziyaret istemiyor.

3Mülâkat istemiyorÇünkü kendisi fazla mülâkattan hoşlanmaz.

Buna karşılık olarak Mâruf-u Kerhî şöyle demiştir:

Fakat ben aynı fikirde değilimEğer birisiyle arkadaş olursam gece gündüz ondan ayrılmak istememOnu her an ziyaret eder, her durumda kendi nefsimden daha mümtaz görürüm.

Mâruf bunu söyledikten sonra arkadaşlığın ve Allah için sevişmenin fazileti hakkında vârid olan birçok hadîs zikretti. Sonra bu hususta dedi ki:

Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) Hazret-i Ali ile kardeş olduBu kardeşlikten ötürü onu ilimde ve kurbanda kendisine ortak yaptıKızlarının en faziletlisini ve nezdinde en sevimli olanını ona nikahladıBütün bunları aralarındaki kardeşlikten dolayı Hazret-i Ali'ye tah sis ettiBen seni Allah için şahid tutuyorum ki, kendimle Bişr arasında kardeşlik akdettimAllah için onun kardeşliğini is tediği ve seni gönderdiği için kabul ettimŞu şartla ki, eğer hoş görmüyorsa beni ziyaret etmesinFakat ben istediğim an onu ziyaret ederimOna söyle ki bizim bir araya geldiğimiz yerlerde benimle beraber olsunOna söyle ki, durumundan hiçbir şeyi benden gizlemesinBütün durumlarına beni muttali kılsın.

Bunun üzerine İbn Sâlim, Bişr'e giderek Mâruf-u Kerhî'nin ken disine söylediklerini ona ilettiO da razı olup buna sevindi.

Buraya kadar zikrettiğimiz vasıflar, sohbet ve arkadaşlığın haklarını toplayan vasıflardırBiz bir defasında bu hususları mufassal olarak beyân etmiştikBu vasıflar ancak arkadaşlar için nefsine za rar vermek, nefsin için arkadaşlarda zarar vermemekle tamam olabi lirNefsini onlara hizmetçi yaparak kemâle erdirebilirsinBu bakımdan bunun tamamlanması için bütün azalarınla onların hak ve hukuklarına riayet etmen gerekir.

Göz

Göze gelince, onlara muhabbetle bakmalı, böyle baktığını onlara sezdirmelisin, onların güzelliklerini görüp, kusurlarına gözlerini kapamalısınOnlar seninle konuştukları zaman gözünü onlardan kaydırmaman ve onları itibâra alman gerekir.

Rivâyet edildiğine göre Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) huzurunda oturan herkese teveccüh eder, yüzüne bakma fırsatı verirdi107 Rasûlüllah'ı dinleyen herkes zannederdi ki, Rasûlüllah'ın nezdinde ondan daha faziletli bir kimse yokturRasûlüllah'ın meclisi; tevazu, hayâ ve em niyet meclisiydiRasûlüllah arkadaşlarının yüzüne gülüp tebessüm etmek bakımından, arkadaşlarının konuştuklarını dinlemek ve on lan benimsemek yönünden insanların en üstünü idi.

Ashâb-ı Kirâmın Rasûlüllah'ın nezdindeki gülüşmeleri tebessümden ibarettirBu hususta Rasûlüllah'a uymakta ve ona tâzim etmekteydiler.

Kulak

Kulağa gelince, arkadaşının konuşmasına kulak verip onun sözlerinden tat alıp tasdik ederek konuşmasından hoşlandığını göster melisinArkadaşının konuşmasını mücadele, münâzaa, müdâhale ve itiraz etmek sûretiyle kesmemelisinEğer konuştukları esnada senin âcil bir işin çıkarsa onlardan özür dileyerek konuşmalarını ke sebilirsinOnların hoş görmediklerini dinlemekten kulağını tıkamaksın!

Dil

Dile gelince. . . Biz dilin haklarını daha önce zikretmiştikÇünkü dil hususunda konuşmak oldukça uzarFakat dilin vazifelerinden biri arkadaşlarına yüksek sesle konuşmamak, arkadaşlarının anla yamayacağı şekilde onlara hitap etmemektir.

Eller

Ellerin vazifesine gelince, arkadaşlarına elle yapılacak yardımlardan geri durmamaktır.

Ayaklar

Ayaklara gelince, arkadaşlarının arkasında tâbi olan bir kimsenin yürüyüşü ile yürümeli, hiçbir zaman efendinin yürüyüşü gibi yürümemelidirArkadaşlar kendisini ne kadar öne geçirirlerse, o kadar öne geçmeli, kendisini ne kadar yaklaştırırlarsa, o kadar yaklaşmalı, arkadaşları geldiğinde ayağa kalkmalı, ancak onlar oturduğu zaman oturmalıdırOturduğu yerde mütevazi bir şekilde oturmalıdır.

Arkadaşlık ilerlediği zaman bu hakların bir kısmı hafiflerArkadaşın önünde ayağa kalkmak, arkadaştan özür dilemek ve arkadaşını övmek gibi. . . Çünkü bütün bunlar sohbetin haklarındandırBunlar da bir nevi yabancılık ve külfet vardırArkadaşlık tam yerleştiği zaman külfet tamamen ortadan kalkarSanki yalnızmış gibi olurÇünkü bu zahirî edepler, bâtın edeplerin ve kalbin saf ve temiz olmasının başlangıcıdırNe zaman ki, kalpler saflığa kavuşursa, artık bunlara ihtiyaç kalmazGözü insanlarda olan bir kimse bazen eğri, bazen de doğru hareket ederFakat gözü Allah'a bakan bir kimse, zahir ve bâtında istikametten ayrılmazİç âlemini Allah'ın sevgisi ve ondan ötürü kullarının sevgisiyle bezerZahirini de Allah için ibadet, halk için hizmetle süslendirirBöyle yapmak, Allah için yapılan hizmet nevilerinin en güzelidirZira bunlara an cak güzel ahlâk ile yetişilebilirKişi güzel ahlâkıyla gece ibadet, gün düz oruç tutan ve daha fazlasını yapan bir kimsenin derecesine yükselir.

49) Bundan önceki bölümde geçmişti.

50) İsmi Ahmed b. Muhammed'dir. Sırrı es-Sakatî ile uzun zaman arkadaşlık yapmıştır. Cüneyd'in emsallerindendir. H. 295 senesinde vefat etmiştir.

51) Irakî bu hadisin aslına rastlamadığını kaydetmiştir. Ancak Zebidî İthaf us Saade adlı şerhinde böyle bir hadisin mevcudiyetine taraftar görünür ifadeler kullanmaktadır.

52) Daha önceki bölümde geçmişti.

53) Künyesi Ebû Abdullah'tır. Kadı ve fakihti. Kûfe'de tabiînden sayılıyordu. Şâyân-ı itimad bir kimseydi. H. 44 senesinde vefat etmiştir.

54) Taberânî, (Ebû Utbe'den)

55) Daha önceki bölümde geçmişti.

56) Harâitî, Mekârim-i Ahlâk; Beyhakî, Şyab'ul-Îman, (zayıf bir senedle) ; Tirmizî

57) Ebû Dâvud, Tirmizî, Şemâil', Nesâî, Amel'ul-leyl ve'n-Nehar, zayıf bir se nedle)

58) Buhârî, Tarih, (Ebû Hüreyre'den zayıf bir senedle) ; Nesai, (Ebû Hüreyre ve Ebû Said'den sahih bir senedle)

59) Taberânî, Evsat; Hâkim, Müstedrek

60) Tirmizî ye Hâkim, (Ebû Umâme'den zayıf bir senedle)

61) Çünkü böyle konuşmak, kişiye konuşma hususunda başkalarından üstün olduğu fikrini telkin eder.

62) Hâkim, Târih, (İbn-i Abbâs'tan)

63) Müslim ve Buhârî, (Ebû Hüreyre'den)

64) Müslim ve Buhârî, (Ebû Hüreyre'den)

65) Bu zâtın künyesi Ebû Humeyd'dir. Nesâî'ye göre şâyân-ı itimad bir kimsedir. H. 118 senesinde Hişam'ın hilafetinde vefat etmiştir. Rasûlüllah'ın zaman ı saadetine ermiş, fakat cemal-i risalet ile şerefyab olmadığından tabiin-i ki râmın büyüklerinden sayılmıştır.

66) İbn Mâce, (İbn Abbâs'tan) ; Müslim ve Buhârî, (İbn Ömer'den)

67) Ebû Davud, Nesâî ve Hâkim

68) Ebû Dâvud ve Tirmizi

69) Ebû Dâvud

70) Ebû Bekr b. Lâl, (İbn Mes'ûd'dan)

71) Lakâbı Muntasırbillâh, adl Abdullah b. Mutezubillâh'tır. Babası Abbasî hali felerinin onüçüncüsüdür. Kendisi şiirde parmakla gösterilecek derecede şöhret bulmuştur.

72) İsmi Süfyân b. Said'dir. Meşhur künyesi Ebû Abdullah'tır.

73) Abdülmuttalibin oğludur. Rasûlüllah'ın en küçük amcasıdır. H. 32 sene sinde iki gözünü kaybetmiş olarak 83 yaşında vefat etmiştir. Künyesi Ebû'l Fadl'dı.

74) Müslim, (Ebû Hüreyre'den)

75) Taberârıî, Kebir, (Ebû Umame ve Ebu'd Derda'dan)

76) Tirmizî

77) Ebû Yalâ, Taberânî ve İbn Adiyy

78) Künyesi Said b. İsmail'dir. Nişabur'da'ikamet ederek Şah Kirmanî ve Yahya b. Muaz er-Razi ile arkadaşlık yapmıştır.

79) Ebû Dâvud, Tirmizî ve Hâkim

80) Beyhakî, (Ebû Hüreyre'den)

81) Daha önce geçmişti.

82) Tirmizî ve İbn Mâce, (birinci şıkkını sadece Ebû Hüreyre'den)

83) Ebû Davud, (Ebû

84) Künyesi Ebû Seleme'dir. İbn Main, şâyân-ı itimâd bir kimse olduğunu, H. 155 senesinde vefat ettiğini söyler.

85) İsmi Muhammed b. Ali'dir. Aslen Bağdadlıdır. Cüneyd, Bâris ve Nevri gibi zatların sohbetinde bulunmuştur. H. 322 senesinde vefat edinceye kadar Mekke'de kalmıştır.

86) Begavî, Mu'cem; İbn Adiyy, el-Kâmil, (Amr b. . Avf tan)

87) Beni İsrail peygamberlerine Allah tarafından gönderilen kitaplar demektir. Bu kitapların çoğu tahrif edildiğinden dolayı artık şâyân-ı itimad olarak kabul edilmemektedirler. Bunun için de onlardan yapılan rivâyetlere pek güvenil mez. Nitekim İmâm Gazâlî de İsrâiliyat'ta rivâyet edilmiştir' demek suretiyle, İsrailliyat'ın zayıf olup, şâyân-ı itimad olmadığını vurgulamıştır

88) Bu zat Basralıdır. Benî Debia kabilesine mensuptur. Ahmed b. Hanbel bu zata güvenilebileceğini söylemiştir, İbn Sa'd, Tabâkat adlı eserinde bu zâtın şâyân-ı itimad elmasına rağmen şiiliğc meyyal olduğunu söylemiştir. H. 178 senesinde vefat etmiştir.

89) Ahmed b. Hanbel, (Yezid'in karısı Esma'dan zayıf bir senedle)

90) Buhârî, (Ebû Hüreyre'den)

91) bn mace, Ebû Dâvud

92) Irâki, bu hadîsi bu şekliyle görmediğini söyler.

93) Tirmizî, (Ebû Hüreyre'den)

94) Müslim, (Ebu'd Derda'dan)

95) Irâkî hadisi bu ibare ile görmediğim kaydeder.

96) Irâkî, hadisi bu ibare ile görmediğini kaydeder. Ancak Ebû Davud ve Tirmizî 'Kabûl olunmak yönünden duanın en süratlisi gaibin gaibe duasıdır' hadîsini Abdullah b. Ömer'den zayıf bir senedle rivâyet etmiştir.

97) Dârekutnî, el-ilel, (Ebu'd Derda'dan) . Bu hadis aynı zamanda Müslim tarafından da rivâyet edilmektedir. Ancak 'reddolunmaz' yerine 'kabul olunur'ibaresi vardır.

98) Beyhakî, Şitab'ul Îman, (Ebû Hüreyre' den zayif bir senedle)

99) Deylemİ

100) Hâkim, (Hazret-i Âişe'den)

101) Künyesi Ebû Muhammed'dir. Mısırlıdır. Müezzin idi. Şâyân-ı itimad bir zattır. H. 270 senesinde vefat etmiştir. İmâm-ı Şâfiî'nin mümtaz talebelerindendi.

102) Mısırlıdır. İmâm-ı Mâlik'in büyük talebelerindendir. Kitab'ul İlim de hakkında bilgi verilmişti.

103) Yûsuf b. Yahya Kureyş kabilesine mensuptur. Mısırlı meşhur bir fakîhtir. . . Buveyt Mısır'ın bir köyüdür. Kendisi İmâm-ı Şâfiî'nin en büyük talebesidir. et Muhtasar adlı bir eseri vardır. Bu eserini İmâm-ı Şâfiî'ye okumuştur. İmâm-ı Şâfiî fetva hususunda Buveytî'ye itimat eder, kendisine bir mesele geldiği zaman ona havale ederdi. Büveytî Kuranın mahlûk olup olmaması meselesinde zincire vurularak Mısır'dan Bağdad'a sürülmüş, H. 231 senesinde vefat edinceye kadar bu şehirde hapiste kalmıştır. (Bkz. İthâfu's-Saâde, VI/238)

104) Dârekutnî

105) İbn Adiyy, el-Kâmil (zayıf bir senedle)

106) Müslim

107) Tirmizî

107) Tirmizî

Sonuç

Biz burada âdâb-ı muâşeretin ve halk sınıflarıyla beraber otur manın bir kısmını belirtmek istiyoruzBelitmek istediğimiz hususları bazı hükemanın sözlerinden derlemiş bulunuyoruz.

Eğer insanlarla güzel geçinmek istiyorsan, gerek dostuna gerek düşmanına karşı güler yüzlü ol! İnsanlara karşı zillete düşmeyen bir tevazu ve kibir olmayan bir vekâr içinde olBütün işlerinde orta yolda olmaya dikkat etZira işlerin ifratı da, tefriti de kötüdürYürürken sağına soluna bakma! Fazla iltifatta bulunmaOturan insanların başına dikilip ayakta durma! Oturduğun zaman istikrarsız bir şekilde oturmaParmaklarım birbirine kenetlemekten kaçın! Sakalını karıştırmaktan, yüzüğünle oynamaktan, dişlerini karıştırmaktan, parmağını burnuna sokmalaktan, fazla tükürmekten, fazla sümkürmekten, sinekleri yüzünden kovmaktan, namazda olsun, başka zamanlarda olsun fazla esnemek ve gerinmekten sakın!

Senin meclisin, irşad meclisi olsun! Konuşman intizamlı ve ter tipli olsunİfrat derecesinde hayret etmeksizin ve şaşkınlığını gös termeksizin seninle konuşanın güzel konuşmasına kulak verKonuşandan, konuşmasını ikinci bir defa tekrarlamasını isteme! Gülünç durumlarda ve hikayelerde sükût et! Seninle ilgisi olan hiç bir şeyinle, ne telif ettiğin kitabınla, ne şiirinle, ne câriyenle, ne çocuğunla övünmeKadınlar gibi süslenmekten kaçınKöleler gibi pejmürde de olmaGözlerine fazla sürme çekmekten, saç ve sakalına fazlaca yağ sürmekten ve ihtiyaçlarda israf etmekten sakın!

Hiç kimseyi zulme teşvik etmeDeğil başkasına aile efradına bile malının miktarını söyleme! Çünkü onlar senin malının az olduğunu görürlerse, gözlerinden düşersin! Fazla görürlerse hiçbir zaman onları râzı edemezsin!

Şiddet göstermeksizin onları korkut! Zayıflık göstermeksizin onlara karşı yumuşak davran! Hiçbir zaman cariyenle, kölenle şakalaşma ki onların gözünde vekârın düşmesinMünazara ettiğin zaman vekârlı ol! Getirdiğin delilleri düşünSakın acele etmeAceleciliğinden sakın, ihtiyacını düşünEllerinle işaret etmeyi çok fazla yapmaSağına, soluna ve arkana pek fazla bakma! Diz çöküp oturma! Öfken gittiği zaman konuş!

Eğer sultan seni huzuruna yaklaştırırsa, kılıcın keskinliğinden sakındığın gibi dikkatli ol! Eğer sana yumuşaklık gösterirse, hiçbir zaman aleyhine dönmeyeceğinden emin olma! Çocuğun suyuna gittiğin gibi, sultanın da suyuna gitGünah olmadıkça isteğini ona söyleSakın onun sana gösterdiği iyilik seni aldatıp da saltanat işlerine ve aile işlerine karıştırmasınHer ne kadar bu araya girmeye lâyık bir kimse isen de yine girmeZira hükümdar ile ailesi arasına girenin düşüşü bir daha kalkmamak üzere olan bir düşüştürÖyle bir hatadır ki, insan kendisini bir daha toparlayamaz.

Genişlik zamanının dostundan kaçın! Çünkü o senin en büyük düşmanındır, Hiçbir zaman malını namusundan daha aziz görmeBir meclise girdiğin zaman selâmla işe başlamak edebin gereğidirSenden önce o meclise gelenlerin omuzlarından atlayarak öne geç meyi isteme! Nerede yer varsa orada oturmayı tercih etNeresi tevâ zua daha yakınsa orayı seçmek edebin gereğidirOtururken sana en yakın olan kim ise ona selâm ile tahiyye etmelisin.

Yol kenarında oturma! Şayet yolun kenarında oturursan, gözle rine sahip ol, gelip geçenleri süzmeZulme uğrayanlara yardım et, imdat isteyenin imdadına koş, zayıflara yardım et, şaşıranlara yol göster, verilen selâmı al, dilenciye ver, iyiliği emret, kötülüğü nehyet.

Kıble tarafına ve sağına tükürmeAncak soluna ve sol ayağının altına tükürHükümdarlarla oturmaEğer onlarla oturursan gıybet etmekten kaçınYalan söyleme, sırları açığa vurma, fazla ihtiyaç gösterme, düzgün konuş, şaka yapmaHer ne kadar sana sevgi gös terseler de sen yine onlardan sakın. . . Sultanların huzurunda geğirme! Yemekten sonra onların huzurunda dişlerini karıştırma! Hükümdara düşen vazife ise herşeye tahammül etmektirAncak sırrın ifşasını, mülke uzatılan eli ve harama saldırmayı affetmezler.

Avam tabakasıyla oturmaEğer onlarta oturursan onların konuşma tarzlarına dalma, onların saçma sapan konuşmalarına az kulak ver, onların kötü ve müstehcen sözlerini duymaz görün, zaru ret hâli dışında onlarla oturmaSakın ne akıllı ne de akılsız bir kim seyle alay etmeÇünkü akıllı bir kimse ile alay ettiğin zaman sana buğzederAhmak bir kimse ile alay ettiğin zaman sana cesaretle hü cum edip daha berbatını söylerÇünkü alay aradaki heybet perdesini yırtarYüzün suyunu dökerArkasında kin ve nefret bırakırSevginin tadını kaçırırFakihin hükmünü çirkin gösterirAhmak bir kimseyi saldırgan yaparBüyükler nezdinde alay edenin merte besi düşerBöyle bir kimseye ehl-i takva buğzederİstihzâ kalbi öldürürİnsanı Hak Teâlâ'dan uzaklaştırırGafleti doğururZilleti getirirHatıraları öldürürOnunla ayıplar çoğalırGünahlar başgösterir.

Denildi ki: İstihzâ ancak akılsızlıktan veya saldırganlıktan sadır olur'Bir müslüman bir mecliste istihza yapmaya veya fuzulî konuşmaya mübtelâ olursa, o meclisten kalkarken Allah'ı zikretme lidir.

Nitekim Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur.

Kim bir mecliste otururken saçma sapan konuşmalar çoğalırsa, o meclisten kalkmazdan önce 'Ey Allahım! Sen müşriklerin dediğinden münezzehsinSenin hamdine bürü nerek senden başka ilâh olmadığına şahitlik ederimSenden af diler ve sana yönelirim' desinBöyle dediği takdirde o mecliste kendisinden sadır olan kusurları bağışlanır.

Müslüman, Akraba, Komşu ve Mülkiyet Hakları ve Bu Bakımdan Yakın Olan Kimselerle Muâşeretin Âdâbı.

İnsanoğlu ya tek başınadır veya başkalarıyla beraberdirİnsanoğlunun yaşaması ancak hemcinsleriyle birlikte ve onlarla haşır neşir olmak suretiyle mümkün olduğundan âdâb-ı muâşereti mutlaka öğrenmesi gerekirBaşkalarıyla ilişki içeri sinde bulunan kimselerin bu ilişkilerinde gözetmeleri gereken bazı edepler vardırBu da müstehak olduğu miktardadırMüstehak olduğu miktar da kurulmak istenen rabıtanın derecesine bağlıdırRabıta ise ilişkinin en özel şekli olan akrabalık veya İslâm kardeşliğidirİslâm kardeşliği umumî bir bağdırİslâm kardeşliğinin mânâsına dostluk ve sohbet de dahildirYine rabıta; komşuluk veya yolculuk ve mektep-medrese arkadaşlığı veya dost luk ve kardeşlik bağıdırBu rabıtaların her birinin birçok dereceleri vardırAkrabalığın hakkı vardır, fakat mahrem olan akra banın hakkı diğer akrabalarınkinden daha kuvvetlidirMahrem olanların özel bir hakkı vardır; fakat anne ile babanın hakkı daha kuvvetlidirKomşuluk hakkı da böyledir; evin yakınlık ve uzaklığına göre değişirNisbete göre farklılık başgösterirHatta gurbet diyarında, aynı şehirden olan kimse, vatanda yakın olan kimse yerine geçerÇünkü şehir de komşuluk hakkını haizdir.

Aynı şekilde müslümanın hakkı marifet ile daha da kuvvetle nirMarifetin çeşitli dereceleri vardırO halde müşahede ile bili nen kimsenin hakkı, işitmekle bilinen bir kimsenin hakkı gibi değildirBilakis ondan daha kuvvetlidirBu hak, marifet vaki olduktan ve ihtilât edildikten sonra daha da kuvvet kazanırSohbet de böyledir ve dereceleri değişiktirBu bakımdan okuldaki arkadaşlığın hakkı, seferdeki arkadaşlığın hakkından daha kuvvet lidirBunlar gibi dostluk da çeşitli derecelere sahiptir; çünkü dost luk kuvvet kazandıkça uhuvvete; uhuvvet de geliştikçe muhabbete dönüşürMuhabbet de geliştiği takdirde hullete dönüşürHalil, habibden daha yakındırBu bakımdan muhabbet, kalbin habbe sinde (içinde) bulunan mânâ; hullet ise kalbin sırrına nüfuz eden mânâ demektirO halde, her halil habibdir; fakat her habib halil değildirMüşahede ve tecrübe ile sabit olmuştur ki, sadakatin de receleri de farklıdır.

Hulletin uhuvvetten daha üstün bir derece olduğuna gelince, bunun mânâsı şudur: Hullet, uhuvvetten daha tam ve daha gelişmiş bir halden ibarettirBu hâli Hazret-i Peygamberin şu sözün den anlayabilirsiniz:

Eğer bir halil edinecek olsaydım muhakkak Ebû Bekir Sıddîk'ı edinirdimFakat arkadaşınız (kendi nefsini kastedi yor) Allah'ın halilidir108

Çünkü halil sevginin, kalbinin bütün cüzlerini zahir ve batın yönünde kapladığı kimsedirOysa Hazret-i Peygamberin kalbini Allah'ın sevgisinden başka birşey tam mânâsıyla kaplamış değildiBuna rağmen RasûlüllahHazret-i Ali'yi kardeş edinerek şöyle buyurmuştur:

Ali'nin bana olan yakınlığı Hârun'un Mûsa'ya olan yakınlığı mesabesindedirAncak o (Ali) peygamber değildir109

Görüldüğü gibi Hazret-i PeygamberHazret-i Ebû Bekir Sıddîk'ı hulletten uzaklaştırdığı gibi, Hazret-i Ali'yi do peygamberlik mertebesinden uzaklaştırmıştırBu bakımdan Hazret-i Ebû Bekir uhuvvette Hazret-i Ali ile ortak olmuş; hullet derecesine yaklaşmak bakımından da geçmiştirEğer hullette ortaklığa imkan olsaydı, Hazret-i Ebû Bekir'in bu dereceye ehil olma bakımından da Hazret-i Ali'yi geçeceği açıktı; çünkü Hazret-i Peygamber 'Eğer halil edinseydim Ebû Bekir'i edinir dini' sözüyle bu duruma dikkat çekmiştirHazret-i Peygamber, Allah'ın hem habibi, hem de halili idi.

Hazret-i Peygamber birgün yüzü sevinçten pırıl pırıl parladığı halde minbere çıkarak şöyle buyurmuştur:

Allahü teâlâİbrahim'i halil edindiği gibi beni de halil edindi; bu bakımdan ben, Allah'ın hem halili, hem de habi biyim110

Anlaşılıyor ki, marifetin önünde gelen ve ondan büyük olan bir rabıta yoktur; tıpkı hulletten daha üstün bir derece olmadığı gibi. . . Marifet ile Hullet şrasında çeşitli dereceler vardırBiz sohbet ve uhuvvet hakkını daha önce zikretmiştikBu iki mefhumun kap samına bunların dışında kalan muhabbet ve Hullet mefhumları da girerDaha önce bu haklarda muhabbet ve uhuvvet hasebiyle farklılıklar bulunduğu anlaşıldığı gibi, bu rütbelerdeki değişiklik ve farklılıklar da ancak muhabbet ve uhuvvet hasebiyle meydana gelirHatta bu derecelerin en yükseği öyle bir raddeye varır ki, in sanın mal ve nefis bakımından, dostunu kendi nefsine tercih et mesini gerektirir; tıpkı Hazret-i Ebû Bekir Sıddîk'ın peygamberimizi kendi nefsine tercih etmesi gibiEbû Talha Zeyd bSehl Ensarî'nin de Uhud gününde bedeniyle Rasûlüllah'ı kendi nefsine tercih etmesi gibi. . . Zira bu zat kendi nefsini Rasûlüllah'ın aziz şahsına siper yapmıştı111

Bu bakımdan biz şimdi İslâm kardeşliğinin, sıla-i rahmin, anne ve babanın, komşunun, kölelik ve efendiliğin haklarını zikretmek istiyoruzNikâh ile meydana gelen bağın hukukunu ise Kitab'un-Nikah bölümünde zikretmiştik.

 ÜLFET, KARDEŞLİK VE SOHBET konusu devamı;