15-3
Müslümanın Hakları
Bu haklar şunlardır: Ona rastladığın zaman selâm vermelisin. Seni çağırdığı zaman cevap vermeli; aksırdığı zaman da teşmit (dua) etmelisin. Hastalandığında ziyaret etmeli, öldüğünde de ce naze merasiminde hazır bulunmalısın. Gıyabında hakkını gözetmelisin. Kendi nefsin için sevdiklerini onun için de sevmeli ve kendi nefsin için istemediğini onun için de istememelisin. Bütün bu durumlar hakkında birçok rivâyet varid olmuştur
Enes, Hazret-i Peygamber'den şöyle rivâyet eder:
Şu dört şey müslümanların senin üzerindeki haklarındandır:
1. İyilerine yardım etmen,
2. Günahkârları için af dilemen,
3. Yoldan çıkanlarına dua etmen,
4. Tevbe edenlerini sevmen. 112
İbn-i Abbâs 'Kendi aralarında merhametlidirler' (Fetih/29) aye tinin yorumunda şöyle demiştir: "Onların salihleri, tâlihlerine (sapıklarına) ; tâlihleri (sapıkları) de salihlerine dua eder. Sapık bir kimse Ümmet-i Muhammed'in salihlerinden birine baktığı zaman şöyle der: 'Ey Allahım! Bu kulun için ayırdığın hayırları kendisi için bereketli kıl! Onu bu hayırlar üzerinde sabit kılıp bizim de ondan yararlanmamızı nasip eyle'. Sâlih kul da sapık kula baktığı zaman şöyle dua eder: 'Ey Allahım! Bu kulunu hidayet eyle. Onun tevbesini kabul edip hatalarını affeyle!"
Müslümanın müslüman üzerindeki hakları şunlardır:
1. Kendi nefsi için sevdiğini Mü'minler için de sevmeli, kendisi için hor gördüğünü onlar için de hor görmelidir.
Nitekim Numan b. Beşir, Hazret-i Peygamber'den şöyle rivâyet eder:
Müzminlerin birbirini sevip yekdiğerine merhamet etmeleri; tıpkı herhangi bir azası acıdığında diğer azalarının birbirini o elem ve uykusuzluğa ortak olmaya davet ettikleri; yani elemin bütün azalarına sirayet ettiği bir vücuda benzerler. 113
Ebû Musa el-Eş'ârî, Hazret-i Peygamberden şu hadîsi rivâyet eder:
Mü'minler bir binanın tuğlaları gibi olup birbirlerini takviye ederler. 114
2. Ne fiili ve ne de sözüyle hiçbir müslümana eziyet vermemelidir. Nitekim Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur:
Müslüman, dilinden ve elinden müslümanların selâmette kaldığı kimsedir. 115
Eğer buna (iyilik yapmaya) gücün yetmiyorsa hiç olmazsa insanları şerden uzaklaştır; çünkü insanları şerden uzaklaştırman da kendi nefsin için vermiş olduğun bir sa dakadır. 116
Müslümanların en faziletlisi, onların (müslümanlarm) elinden ve dilinden selâmette kaldığı kimsedir. 117
Hazret-i Peygamber bir gün sahabîlerine şöyle sorar:
- Müslümanın kim olduğunu biliyor musunuz?
- Allah ve Rasûlü daha iyi bilir.
- Müslüman, elinden ve dilinden müslümanların selamette kaldığı kimsedir.
Bu kez sahabiler şöyle sordular:
- Peki Mü'min kimdir?
- Mü'min: mü'minlerin, nefisleri ve malları hakkında kendisinden emin oldukları kimsedir.
- O halde muhacir kimdir?
- Muhacir, kötülüğü bırakıp ondan sakınan kimsedir. Bu sırada bir kişi şöyle sorar:
- Ya Rasûlallah! İslâm nedir?
Hazret-i Peygamber de cevap olarak şöyle buyurur:
Kalbinin Allah'a teslim olması, müslümanların elinden ve dilinden selâmet bulmasıdır. 118
Mücâhid şöyle diyor: 'Cehennemliklere uyuz hastalığı musallat edilir. Böylece vücutlarını, kemikleri derilerinden görünecek kadar kaşırlar. O zaman şöyle çağrılır:
- Bu durum size eziyet veriyor mu?
- Evet veriyor.
- Bu ceza, dünyada Mü'minlere yapmış olduğunuz eziyetin karşılığıdır.
Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur:
Yol ortasında biterek müslümanlara eziyet veren bir ağacı kesip kenara attığından dolayı cennette istediği şekilde dolaşan bir kişiyi gördüm. 119
'
Ya Rasûlallah! Bana, faydalanabileceğim birşey öğret!' diyen bir kimseye Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur:
Yollardan, müslümanlara eziyet verecek şeyleri uzaklaştır!120
Kim yollardan, müslümanlara eziyet veren birşeyi uzaklaştırırsa Allahü teâlâ ona bir hasene yazar. Allahü teâlâ yazdığı hasene ile o kişiye cenneti vacib kılar. 121
Bir müslümanın müslüman kardeşine, eziyet veren bir bakışla bakıp işaret etmesi helâl değildir. 122
Hiçbir müslümanın diğer bir müslüman! korkutması helâl değildir.
Allahü teâlâ, Mü'minlere yapılan eziyeti kerih görür. 123
Rebî b. Haysem şöyle buyurmuştur: İnsanlar iki kısımdır:a) Bir kısmı Mü'mindir, ona eziyet etme! b) Bir kısmı da cahildir; bunlarla da cahillik yapma'.
3. Her müslümana karşı tevazu göstermek ve hiçbir müslü mana karşı kibir ve gurura kapılmamalıdır. Çünkü Allahü teâlâ böbürlenip kibirlenen kimseleri sevmez.
Nitekim Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur:
Allahü teâlâ bana 'mütevâzi olmanızı ve tevâzuunuzun, sizi birbirinize karşı gururlanmayacak dereceye getirmesini' vahyetti. 124
Eğer başkası kendisine karşı kibirlilik taslarsa, ona da tahammül göstermelidir. Çünkü Allahü teâlâ elçisine hitaben şöyle buyurmaktadır:
Sen bağışlama yolunu tut! İyiliği emret ve cahillerden yüz çevir! (A'raf/199)
İbn Ebî Evfa'dan125 şöyle rivâyet olunmuştur: Hazret-i Peygamber her müslümana karşı tevazu gösterir; dul kadınlarla ve fakir insanlarla yürüyüp onların ihtiyaçlarını gidermekten kaçınmazdı. 126
4. Halkın birbirleri aleyhindeki propagandalarına kulak vermemeli ve söz getirip götürmemelidir
Nitekim Hazret-i Peygamberşöyle buyurmuştur:
Kovuculuk yapan kimse cennete giremez. 127
Halil b. Ahmed128 şöyle buyurmuştur: 'Başkasının sözünü sana getiren kimse, muhakkak senin sözünü de başkasına götürür. Başkasının haberini sana söyleyen bir kimse, senin haberini de başkasına ulaştırır'.
5. Tanıdık bir kimseyle üç günden fazla küs kalmamalıdır. Çünkü Ebû Eyyûb el-Ensârî Rasûlüllah'tan şu hadîsi rivâyet eder:
Hiçbir müslümaııa, müslüman kardeşini üç günden fazla terketmesi, bir araya geldikleri zaman da yüzünü başka ta rafa çevirmesi helâl değildir. Bunların hayırlısı selâmı önce verendir. 129
Kim bir müslümanın hatasını affederse Allahü teâlâ da kıyâmet gününde onu affeder. 130
İkrime şöyle demiştir: "Allahü teâlâ Hazret-i Yakut'un oğlu Yûsuf a şöyle buyurmuştur: Kardeşlerini affettiğin için senin zik rini dünya ve âhirette yücelttim".
Hazret-i Âişe validemiz şöyle buyurmuştur: 'Hazret-i Peygamber, hiçbir zaman kendi nefsi için intikam almamıştır. O ancak Allah'ın ya sak ve haram ilân ettiği şeyler yapıldığında Allah için intikam alırdı'.
İbn-i Abbâs (radıyallahü anh) Allahü teâlâ, kendisine karşı yapılan bir zulmü affeden kimsenin izzetini artırır' buyurmuştur.
Hazret-i Peygamber bir hadîsinde şöyle buyurmuştur:
Hiçbir mal sadakadan dolayı eksilmez. Hiç kimse yoktur ki, Allahü teâlâ onu başkasını affettiğinden dolayı izzet ve şeref yönünden yüceltmesin. Allahü teâlâ kendisi için tevâzu gös teren kimseleri yüceltir. 131
6. Ayırım yapmaksızın müslümanlardan kime yapabiliyorsa elden geldiğince yardım etmeli; yakınlarıyla yakını olmayanlar arasında fark gözetmemelidir. Nitekim Ali Zeynelâbidîn, babası Hazret-i Hüseyin'den, o da babası Hazret-i Ali'den, Hazret-i Ali de Hazret-i Hüseyin'in dedesi Hazret-i Peygamber'den şöyle rivâyet etmiştir:
Ehil olan ya da olmayan herkese iyilik et! Eğer iyiliğin ehline isabet ederse zaten o iyiliğine ehildir. Eğer ehline isabet et mezse, o zaman sen iyiliğin ehli olursun. 132
Hazret-i Hüseyin, Hazret-i Peygamber'den şöyle rivâyet etmektedir:
Dinden sonra aklın başı, halka sevilmek ve iyi kötü herkese iyilik yapmaktır. 133
Ebû Hüreyre şöyle anlatır: 'Hazret-i Peygamber bir kimsenin elini tutup sıktığı zaman, karşısındaki kişi elini çekmedikçe, onun elini bırakmazdı. Hazret-i Peygamberin dizini, yanında oturanın dizinden daha ileride göremezdiniz. Hazret-i Peygamber kim olursa olsun ken disiyle konuşan bir kimseye yönelir ve o kimse konuşmasını bitir medikçe de yüzünü başka bir tarafa çevirmezdi'.
7. İznini almaksızın hiçbir müslümanın evine ve ikamet gâhına girmemelidir. Üç defa izin istenmeli; eğer müsaade edilmezse ısrar etmeksizin dönüp gidilmelidir.
Nitekim Ebû Hüreyre Hazret-i Peygamberin şöyle söylediğini rivâyet ediyor:
İzin talebi üçtür: Birinci defasında susarlar. İkincisinde içe riyi düzenlerler. Üçüncüsünde de ya içeri girmeye izin verirler ya da geri çevirirler. 134
8. Bütün müslümanlara karşı güzel ahlâklı olmalı ve onlara derecelerine göre muamele etmelidir: Çünkü cahil bir kimseyi ilimle, ümmî bir kimseyi fıkıhla ve âciz bir kimseyi de fesâhat ve belâğatla karşılamak hem karşılayana hem de karşılanana eziyet verir.
9. İhtiyarlara hürmet, çocuklara da şefkat ve merhamet göstermelidir. Câbir Hazret-i Peygamberin şöyle söylediğini rivâyet etmektedir:
Büyüklerimize hürmet etmeyen ve küçüklerimize merha met ve şefkât göstermeyen bizden değildir. 135
Saçı-sakalı ağarmış müslümanlara ikramda bulunmak Allahü teâlâ'nın iclâl ve tâzmindendir. 136
İhtiyarların huzurunda, izinleri olmaksızın fuzulî konuşma mak da onlara karşı gösterilecek hürmete dâhildir. Câbir şöyle anlatıyor: Cüheyne kabilesinden bir heyet Hazret-i Peygamberin huzuruna geldiğinde içlerinden bir genç konuşmak üzere ayağa kalktı. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber o gence şöyle hitab etti:
Sen sus! Yaşlınız nerede? (O konuşsun!) 137 Hazret-i Peygamber bir hadîslerinde şöyle buyurur:
Bir ihtiyara hürmet gösteren hiçbir genç yoktur ki ihti yarın yaşma geldiğinde Allahü teâlâ da ona, kendisine hür met eden bir kimseyi müsahhar kılmasın. 138
Hazret-i Peygamberin bu mübarek sözü, ihtiyarlara hürmet göste ren kimselerin uzun ömürlü olacaklarına dair bir müjdedir. Bu bakımdan bu ince ve hassas noktaya dikkat edilmelidir. O halde ih tiyarlara, ancak Allahü teâlâ'nın kendilerine uzun ömür verdiği kimseler hürmet gösterir! Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur:
Çocuk anne ve babasına öfkelenip onlardan nefret etme dikçe, yağmur azalmadıkça, leîmlik (kötülükler) çoğal madıkça, (şeref yeryüzünden silinmedikçe) , küçükler büyüklere hücum edip hürmetsizlik etmedikçe ve kötüler iyilere saldırmadıkça kıyâmet kopmaz. 139
Çocuklara iltifatta bulunmak, Hazret-i Peygamber'in âdetlerinden idi. Hazret-i Peygamber bir yolculuktan döndüğünde bineğini kendisini karşılamaya gelen çocukların yanında durdurur ve sonra da ço cukların kaldırılıp bineğinin üzerine konulmasını emrederdi. Böylece kimisini önüne, kimisini de terkisine bindirirdi. Ashâbına da çocukları bindirmelerini emrederdi. Çocuklar bilâhare bu ha reketten dolayı birbirlerine karşı övünürlerdi. Bir diğerine 'Hazret-i Peygamber beni önüne, seni ise terkisine aldı'; bir başkası da arkadaşına 'Hazret-i Peygamber ashâbına seni terkilerine almalarını em retti (beni ise kendi bineğine aldı) ' derdi.
Hazret-i Peygambere, dua etmesi ve İsim vermesi için zaman zaman mini mini yavrular getirirlerdi. Hazret-i Peygamber bu çocukları kucağına alırdı; bazen de çocuk üzerine çiş ederdi. Orada bulunanlardan bazıları bu durumu gördüklerinde onu azarlamak babından 'yapma!' diye bağırırdı. Böyle, bir durumda Hazret-i Peygamber şöyle derdi:
Çocuğun çişini yarıda bıraktırmayın!140
Böylece Hazret-i Peygamber, çişini tam manâsıyla yapıp rahatlayıncaya kadar çocuğa dokunmadı. Sonra dua ederek ona güzel bir isim verdi ve çocuğun çişinden rahatsız olduğunu hissetmesinler diye aile efradının onunla mesrur olacaklarını söyledi. . . Onlar gittikten sonra elbisesini yıkadı.
10. Bütün insanlara karşı güleryüzlü ve yumuşak olmalıdır. Hazret-i Peygamber bir gün şöyle sordu:
- Bilir misiniz, ateş kimlere haram kılınmıştır?
- Allah ve Rasülü daha iyi bilir.
- Ateş, yumuşak, kolaylık gösteren ve cana yakın kimselere haram kılınmıştır. 141
Ebû Hüreyre Hazret-i Peygamberin şöyle buyurduğunu rivâyet ediyor:
Muhakkak ki, Allahü teâlâ, yumuşak ve güler yüzlü kimseleri sever. 142
Hazret-i Peygamber 'Ey Allah'la Rasûlü! Bana, beni cennete dahil edecek bir âmel öğret!' diyen birine şöyle buyurmuştur:
Selâmı yaymak ve güzel konuşmak Allah'ın mağfiretine ve sile olan hareketlerdendir. 143
İbn Ömer (radıyallahü anh) şöyle demiştir: İyilik kolay bir şeydir; güleryüzlülük ve yumuşak konuşmadır'.
Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur:
Bir hurma yarısıyla da olsa ateşten korununuz. Bunu bula mayanlar da güzel bir kelimeyle korunsun. 144
Cennette, içi dışından, dışı da içinden görülebilen saraylar vardır.
Hazret-i Peygamber'in bu sözlerini duyan bir bedevî 'Ya Râsûlallah! O saraylar kimler içindir?' diye sordu. Hazret-i Peygamberde şöyle ce vap verdi.
Bu saraylar; güzel konuşan, yemek yediren, halkın uykuda olduğu bir sırada, geceleyin kalkıp namaz kılan kimse içindir. 145
Muaz b. Cebel şöyle diyor: Hazret-i Peygamber bana şunları söyledi:
Sana Allah'ın takvâsını, doğru konuşmayı, ahde vefayı, emaneti edâ edip hıyâneti terketmeyi, komşu haklarını gö zetmeyi, yetime rahmet ve şefkat göstermeyi, yumuşak konuşmayı, selâmı yaymayı ve alçak gönüllü olmayı tavsiye ediyorum. 146
Enes şöyle anlatıyor: Bir gün bir kadın Hazret-i Peygamber'e gelerek 'Ya Rasûlüllah! Senden bir isteğim var' dedi. O sırada Hazret-i Peygamber'in yanında ashahdarı birçok kimse bulunuyordu.
Buna rağmen Hazret-i Peygamber kadına şöyle dedi:
Çarşının hangi tarafında oturursan otur; yanına oturarak seni dinlerim!
Kadın bir yere oturdu. Hazret-i Peygamber de onun yanına oturarak isteğini yerine getirinceye kadar onu dinledi. 147
Vehb b. Münebbih şöyle der: İsrâiloğulları'ndan bir kişi yetmiş sene oruç tuttu. Haftada bir defa iftar ediyordu. Bu arada da devamlı olarak Allahü teâlâ'dan şeytanın insanları nasıl dalâlete gö türdüğünü göstermesini talep ediyordu. Uzun zaman ısrarına rağmen duası kabul olunmayınca şöyle dedi: 'Eğer ben bütün bu müddet zarfında, rabbime karşı işlemiş olduğum günah ve hatalarımı bilip bunların affedilmesini dileseydim çok daha hayırlı olurdu'.
Bunun üzerine Allahü teâlâ, kendisine bir melek gönderdi. Bu melek ona şöyle hitab etti: "Beni sana Allahü teâlâ gönderdi. O sana şöyle buyuruyor: 'Söylemiş olduğun şu söz benim nezdimde senin yetmiş senelik ibadetinden daha hayırlıdır'. Böylece Allahü teâlâ senin basiretini açmıştır. Artık istediğini görebilirsin". Bunun üzerine adam etrafına baktı ve İblisin askerlerinin yeryüzünü işgal etmiş olduklarını gördü. Öyle ki şeytanlar her insanın et rafını aç kurtlar gibi sarmışlardı. Bunun üzerine hayretler içeri sinde şöyle haykırdı:
- Ey rabbim! Bunlardan kim kurtulabilir?
- Muttaki ve yumuşak huylu kimse kurtulabilir!
11. Söz verildiğinde mutlaka yerine getirmelidir. Nitekim Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur:
Va'd bağışlamaktır. 148
İnsanoğlunun, bağışladığı ve hibe ettiği birşeyi geri alması uy gun olmadığı gibi va'dinden caymasıda uygun değildir.
Va'd borçtur. 149 Yani borç gibidir; mutlaka yerine getirmek gerekir.
Münafıkta şu üç haslet bulunur: Konuştuğu zaman yalan söyler; verdiği sözde durmaz; kendisine güvenildiği zaman hainlik yapar. 160
Üç haslet vardır ki kimde bulunursa, oruç tutup namaz kılsa dahi o kimse münâfıktır
Hazret-i Peygamber devamla bir önceki hadîsteki üç hasleti söylemiştir.
12. Halka karşı insaflı davranmalı ve onlara, kendisine nasıl davranılmasını istiyorsa öyle davranmalıdır.
Nitekim Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur:
Şu üç haslet bulunmadıkça kişi îmanın kemâline eremez: Fakirlikte (fakirliğe rağmen) Allah yolunda infakta bulun mak, insaflı olmak ve selâmı yaymak. 151
Kim ateşten uzaklaşıp cennete girmek istiyorsa, ölüm ken disini, Allahtan başka mâbud olmadığına, Muhammed'in de O'nun Rasûlü olduğuna şahidlik ettiği halde bulsun ve halka, ancak kendisine yapıldığında hoşlanacağı şekilde muamele etsin. 152
Ey Ebu'd Derda! Komşularına karşı iyi komşuluk yap ki (tam mânâsıyla) Mü'min olasın. Kendi nefsin için sevdiğini halk için de sevki (tam manâsıyla) müslüman olasın. 153
Hasan-ı Basrî şöyle demiştir: Allahü teâlâ Hazret-i Âdem'e dört has let vahyederek şöyle buyurmuştur:
Ey Adem! Senin ve evladın için emrin özü bu dört haslettedir. Bunlardan biri sadece benim; biri de sadece senin içindir. Kalan ikisinden biri benimle senin aranda, diğeri de se ninle halk arasındadır. Benim için olan haslet; hiçbirşeyi or tak koşmaksızın bana ibadet etmendir. Sadece senin için olan haslet; amelindir ki kendisine muhtaç olduğun bir zamanda seni onunla mükâfatlandırırım. Benimle arandaki haslet; senin bana dua etmen ve benim de o duayı kabul et memdir. Seninle insanlar arasındaki haslete gelince; bu, onlarla sana yapılmasını istediğin şekilde arkadaşlık yapmandır.
Hazret-i Mûsa (aleyhisselâm) Allahü teâlâ'ya şöyle sorar: Ya rabbî! Kullarının hangisi daha âdildir? -İnsaflı olanı. . .
13. Giyim-kuşamı derecesinin yüksekliğine delâlet eden kimselere daha fazla hürmet göstermeli, bu bakımdan herkese derece sine göre muamele etmelidir.
Rivâyet ediliyor ki Âişe validemiz bir yolculuk esnasında bir yerde konaklayarak yemek hazırlatır, O sırada bir dilenci gelir ve Allah rızası için birşeyler ister. Âişe validemiz 'Şu fakire bir ekmek veriniz!' diye emreder. Daha sonra oradan bineğinin sırtında bir kişi geçer. Âişe validemiz bu kez 'Şu kişiyi yemeğe dâvet edi niz!' buyurur. Bunun üzerine (itiraz kabilinden) 'Bu nasıl olur? Fakire bir ekmek veriyor, şu zengin kişiyi ise sofraya dâvet ediyor sun!' denilir. Hazret-i Âişe buna şöyle cevap verir: Allahü teâlâ, insanları çeşitli mertebelerde yaratmıştır. Bizim de onlara mertebele rine göre muamele etmemiz gerekir. Şu fakir bir ekmeğe razı olur, fakat giyim-kuşamına rağmen zengin kişiye bir ekmek vermemiz çirkin kaçar'.
Rivâyet ediliyor ki, Hazret-i Peygamber evlerinden birine girmişti. Arkasından ashâb-ı kirâm da girip evi tıklım tıklım doldurdular. Son olarak Cüreyr b. Abdullah el-Becelî geldi ve oturacak bir yer bulamadığı için de eşiğin üzerine oturdu. Bunu gören Hazret-i Peygamber, abasını katlayıp Cüreyr'e attı ve 'Şu abanın üzerine otur!' buyurdu. Bunun üzerine Cüreyr Hazret-i Peygamberin abasını yerden alıp yüzüne gözüne sürerek öptü, hem de ağladı. Sonra abayı tekrar katladı ve Hazret-i Peygamberin yanına bırakarak 'Ben senin elbisen üzerine oturamam. Bana ikram ettiğin gibi Allahü teâlâ da sana ikram etsin' dedi, O zaman Hazret-i Peygamber sahabîlerine dönerek şöyle buyurdu: 'Ey ashâbım! Size herhangi bir kav min kerîmi ve başı geldiği zaman ona ikramda bulununuz!'154
Eski dostlara da ikramda bulunulmalıdır. Hazret-i Peygamber yanma gelen süt annesini 'merhaba anneciğim!' diye karşıladı ve onu yere serdiği abasının üzerine oturtarak 'Buyur dileğini söyle! Kabul olunacak ve istediğin sana verilecektir' dedi. Süt annesi 'Ben (esir düşen) kavmimi istiyorum' dediğinde de 'Benim hakkım ve Hâşimoğullarının hakkı senindir' buyurdu. Bunun üzerine halk ayağa kalkarak 'Ey Allah'ın Rasûlü! Bizim haklarımız da onun dur' dediler. Hazret-i Peygamber ona ayrıca bir hizmetçi ile Huneyn muharebesinde payına düşen şeyleri verdi. Bilâhare bu paylar Hazret-i Osman'a yüzbin dirhem karşılığında satıldı. 155
Hazret-i Peygamber, meclisine gelip de oturacak yer bulamayan kimseye, üzerinde oturmakta olduğu minderi verir ve gelen kişi onun üzerine oturmak istemediğinde de oturuncaya kadar ısrar ederdi.
14. Elden geldiğince müslümanların arasını bulmaya çalışmak: Nitekim Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur:
- Size, derece bakımından namaz, oruç ve sadakadan daha faziletlisini haber vereyim mi?
-Evet!
- (Bu faziletli amel) , müslümanların arasını bulup ıslah etmektir. Müslümanların arasının bozukluğu ise sıyrılıpatılması gereken bir durumdur. 156
Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur:
Sadakaların en faziletlisi müslümanların arasını bul maktır. 157
Hazret-i Enes şöyle anlatır:
Hazret-i Peygamber birgün sahabîleriyle birlikte otururken bir ara ön dişleri görünecek derecede gülümsedi. Bunun üze rine Hazret-i Ömer 'Anam-babam sana feda olsun ey Allah'ın Rasûlü! Niçin güldünüz?' diye sordu. Hazret-i Peygamber şöyle buyurdu: "Ümmetimden iki kişi, izzet ve azamet sahibi olan Allahü teâlâ'nın huzuruna çıkıp diz çökerek otururlar. Birisi Ya rabbî! Şu adamdan intikamımı al!' der. Bunun üzerine Allahü teâlâ, karşıdaki kişiye 'Kardeşinden zulmen aldığın şeyleri kendisine geri ver!' buyurur. O kişi şöyle der:
- Ya rabbi! Sen de biliyorsun ki hasene ve hayırlarımdan, verecek hiçbir şeyim kalmadı.
Allahü teâlâ bu kez şikayetçiye şöyle buyurur;
- Kardeşin hakkında ne düşünüyorsun? Gördüğün gibi hasenelerinden hiçbir şey kalmamış.
- O halde günahlarımın bir kısmını yüklensin.
Bunları söyledikten sonra Hazret-i Peygamberin gözleri doldu ve ağlayarak şöyle devam etti: 'O gün, muhakkak ki büyük bir gündür, İnsanlar o günde günahlarını başkalarının yük lenmesine muhtaç olurlar'. Devamla şunları söyledi: "Allahü teâlâ şikayetçiye 'Başını kaldır da cennete bak!" buyurur. Şikayetçi bu ilâhî emir üzerine başını kaldırıp bakar ve şöyle der:
- Ya rabbî! Orada gümüşten şehirler, incilerle tezyin edilmiş altından saraylar görmekteyim. Acaba bunlar hangi peygamberin veya sıddîkin ya da şehidin olacaktır?
- Bunlar, bedelini kira verirse onun olacaktır.
- Ya rabb'el-âlemîn! Bunların bedelini vermeye kimin gücü yetebilir?
- Senin gücün yeter.
- Ya rabb'el-âlemîn! Bunlara ne ile sahip olabilirim?
- Kardeşini affetmenle.
- Ya rabbî! O halde onu affettim.
- Kardeşinin elinden tutarak cennete birlikte girin!"158
Hazret-i Peygamber sözlerini şöyle sürdürdü: 'Allah'tan korkunuz ve aranızı düzeltip ıslah ediniz! Çünkü (görüldüğü gibi) Allahü teâlâ kıyâmet gününde aracı olarak müzminleri barıştıracaktır'. 159
Yine Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur:
İki müslümanın arasını bulmaya çalışan kimse hayırlı şeyler söylediği takdirde yalancı değildir. 160
Bu hadîs-i şerîf insanların arasını bulmanın farz olduğuna de lâlet eder; çünkü yalanı terketmek farzdır. Farz ancak kendisinden daha kuvvetli bir farz ile düşebilir. Nitekim Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur:
Yalanın tamamı yalancının defterine yazılır; ancak savaş halinde söylenenler müstesnadır; çünkü harp hiledir. Aynı şekilde iki müslümanın arasını bulmak ve hanımını razı etmek için (meşrû bir işte) söylenenler de müstesnadır. 161
15. Bütün müslümanların ayıplarını örtmelidir. Nitekim Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur:
Kim bir müslümanın ayıbını örterse Allahü teâlâ da dünya ve âhirette onun ayıbını örter. 162
Yine Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur:
Bir kimsenin ayıbını örten hiçbir kul yoktur ki, Allahü teâlâ da kıyâmet gününde onun ayıplarını örtmesin. 163
Ebû Said el-Hudrî (radıyallahü anh) ,Hazret-i Peygamber'in şöyle söylediğini nakleder:
Bir kardeşinin kusurunu görüp de örten bir Mü'min Allah'ın cennetine girer. 164
Hazret-i Peygamber kendisine, işlediği günahı haber veren Maiz b. Mâlik'e şöyle demiştir:
Bunu örtmüş olsaydın senin için daha hayırlı olurdu. 165
Buna göre müslümanın kendi ayıbını da örtmesi gerekir; çünkü üzerinde diğer müslümanların hakkı olduğu gibi kendi nefsinin de hakkı vardır. Hazret-i Ebû Bekir Sıddîk şöyle buyurmaktadır: 'Eğer şarap içen ya da hırsızlık yapan birisine rastlasam Allahü teâlâ’nın onun ayıbını örtmesini isterim'.
Hazret-i Ömer bir gece Medine-i Münevvere sokaklarında emniyet ve âsâyiş maksadıyla geziyordu. Bu sırada zina eden bir erkekle bir kadına rastladı. Sabahleyin ashâb-ı kirâma 'Acaba bir İmâm (devlet başkanı) zinâ eden bir erkek ile bir kadın görse ve buna da yanarak da onlara had (ceza) tatbik etse bu konuda ne dersiniz?' dedi. Bunun üzerine ashâb-ı kirâm İmâm sensin (istediğini yap) ' dediler. Hazret-i Ali ise buna karşı çıkarak 'Sen böyle bir yetkiye sahip değilsin. Böyle bir cezayı tatbik ettiğin takdirde cezalandırılman gerekir; çünkü Allahü teâlâ bu hâdisede dört şahid getirilmesini emretmiştir' dedi. Hazret-i Ömer bilâhare bu durumu ashâba bir kere daha sordu. Ashâb-ı kirâm daha önce vermiş oldukları cevabı tek rarladılar; Hazret-i Ali de önceki görüşünde ısrar etti.
Bu durum gösteriyor ki Hazret-i Ömer, devlet başkanının böyle bir durumda Allah'ın belirttiği cezaları tatbik etmeye yetkili olup ol madığı hususunda mütereddid idi. Bunun için de meseleyi onlara haber vermek amacıyla değil, aksine görüşlerini öğrenmek amacıyla arzetmiştir; çünkü o böyle bir yetkiye sahip olmayıp zina iftirası atmış (kâzif) olmaktan korkuyordu. Hazret-i Ali'nin görüşü de devlet başkanının böyle bir yetkiye sahip olmadığı yönündeydi. Bu hâdise fuhşiyatın örtülmesinin şeriatın isteği olduğuna en büyük delildir. Çünkü fuhşiyatın en çirkini zinadır. Zinanın ifşası da erkeğin uzvunu kadının uzvunda; kılıcı kınında, sürme aletini sürmedanlıkta gördükleri gibi gören dört adil şahide bağlanmıştır. Bu ise âdeta imkansız bir hâdisedir. Kadı bunu kesinlikle bilse dahi keşfetmeye yetkili değildir. Fuhşiyat kapısının ka patılmasındaki hikmeti dikkatlice düşün! Şöyle ki, Allahü teâlâ bu hususta, cezaların en büyüğü olan recmi (taşla öldürmeyi) farz kılmıştır. Sonra Allahü teâlâ’nın âsi kullarının üzerine gerdiği ör tünün delinmezliğine bakî Onu, keşfetme yolunu daraltmak sure tiyle nasıl örtmüştür? Buna dikkat et! Bu bakımdan gizlilerin açığa vurulduğu ve kalplerin delindiği günde Allahü teâlâ'nın bu lütuf ve kereminden mahrum olmamayı ümit ederiz.
Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur:
Allahü teâlâ bu dünyada herhangi bir kulunun ayıbını örtmüşse o ayıbı âhirette teşhir etmemesi keremine daha lâyıktır. Eğer dünyada bu ayıbı göstermişse, âhirette ikinci bir defa teşhir etmesi şânına daha çok yakışır. 166
Abdurrahman b. Avf şöyle anlatıyor: Bir gece Hazret-i Ömer'le bir likte Medine sokaklarında dolaşıyorduk. Bir ara gözümüze bir ışık ilişti. Oraya doğru yürüdüğümüzde bunun bir evin penceresinden geldiğini gördük. İçeriden bağrışmalar ve birtakım gürültüler ge liyordu. Bunun üzerine Hazret-i Ömer elimden tutarak şöyle dedi:
- Bu ev kimindir biliyor musun?
- Hayır bilmiyorum.
- Bu ev Rabia b. Ümeyye b. Halefin evidir. Onlar şu anda içki içiyorlar. Bu konuda ne dersin? (Ne yapalım) ?
- Ya emîr'el-Mü'minîn! Bence biz, Allahü teâlâ'nın yasaklamış olduğu bir fiili yapmak üzereyiz. Çünkü Allahü teâlâ 'Sakın tecessüs etmeyiniz (gizli hâlleri araştırmayınız!) ' (Hucurat/12) buyurmaktadır.
Bunun üzerine Hazret-i Ömer gerisin geriye döndü ve onları olduğu gibi bıraktı. Onun bu hareketi, kulların ayıbının örtülmesinin farz olduğuna ve başkasının kusurunu aramanın yasak olup terkedil mesi gerektiğine delâlet eder.
Nitekim Hazret-i Peygamber, Muaviye b. Ebi Süfyân'a şöyle buyurmuştur:
Eğer halkın kusurlarını araştırırsan onları ifsad edersin veya ifsadlarma sebep olursun'. 107
Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur:
Ey lisanlarıyla îman edip de kalplerine îman girmeyenler! Sakın müslümanların gıybetini yapıp kusurlarını araştırmayın; çünkü kim müslüman kardeşinin kusurunu araştırırsa Allahü teâlâ da onun kusurunu araştırır. Allahü teâlâ da kimin kusurunu araştırırsa, onu evinin içinde dahi olsa rezil eder. 168
Hazret-i Ebû Bekir Sıddîk şöyle buyurmuştur: 'Eğer herhangi bir kimseyi Allah'ın yasaklarından birini işlerken görürsem, onu tutmadığım gibi bu konuda bana yardımcı olması için de hiç kim seyi çağırmam'.
Seleften biri şöyle anlatır: Abdullah b. Mes'ud'un yanında otu ruyordum. O sırada bir kişi adamın birini çekerek getirdi ve Abdullah b. Mes'ud'a onun sarhoş olduğunu söyledi. İbn Mes'ûd getirilen adamın ağzının koklanmasmı istedi. Kalkıp ağzını kok ladılar. Gerçekten sarhoştu. İbn Mes'ûd kendisine gelinceye kadar onu hapsetti. Sonra bir sopa istedi. Onun budaklarını yonttuktan sonra da haddi tatbik edecek olan kişiye 'Vur ve elini kaldır. Her âzasının hakkını ver' dedi. Böylece üzerinde bir aba ve yünden yapılmış bir elbise olduğu halde ona ceza tatbik edildi. Bundan sonra İbn Mes'ûd onu getiren zata 'Sen bu adamın nesi oluyor sun?' diye sordu. O da 'Amcasıyım' dedi. Bunun üzerine İbn Mes'ûd şunları söyledi: "Sen yeğenini güzel bir şekilde yetiştirmediğin gibi onun ayıbını da örtmedin. İmamın (kadı, dev let başkanı) ise kendisine aksettirilen suçların cezasını tatbik et mesi gerekir. Eğer böyle olmasaydı tatbik etmezdim; çünkü Allahü teâlâ affedicidir ve affedenleri de sever. 'Bağışlasınlar! Hoş gör sünler! Allah'ın sizi bağışlamasını sevmez misiniz?" (Nur/22) Sonra şöyle dedi:
Ben uygulanan ilk el kesme cezasını hatırlıyorum. Hazret-i Peygambere bir hırsız getirilmiş; o da onun elini kestirmişti. Bunu yaptıktan sonra mübarek yüzünün değişmiş olduğu görüldü. Bunun üzerine ashâb-ı kirâm 'Ey Allah'ın Rasûlü! Bu olaya çok üzülmüş görünüyorsunuz?' dediler. Hazret-i Peygamber 'Nasıl üzülmeyeyim! Sakın kardeşleriniz aleyhinde şeytana yardımcı olmayınız' buyurdu. Ashâb-ı ki râm bu kez 'O halde neden onu affetmedin?' diye sordular. Hazret-i Peygamber şöyle buyurdu: 'Sultanın, kendisine aksettiri len suçların cezasını tatbik etmesi gerekir. (Fakat) Allahü teâlâ affedicidir ve affı sever'. Sonra da Nûr sûresinin 22. ayetini sonuna kadar okudu. 109
Diğer bir rivâyette de 'Hazret-i Peygamberin mübarek yüzü o kadar solmuştu ki sanki kül serpilmişti' denilmektedir.
Hazret-i Ömer, bir gece Medine-i Münevvere sokaklarında gezi yordu. Bir evin içinde bir erkeğin şarkı söylediğini işitti. Duvarı aşıp içeri girdiğinde, yanında bir kadın ile şarap bulunan bir erkek gördü. Bunun üzerine şöyle haykırdı:
- Ey Allah'ın düşmanı! Kendisine isyan ettiğin halde Allah'ın seni örteceğini mi sandın?
- Ya emîr'el-Mü'minîn! Acele etme! Sen de âsisin. Hem Allah'a karşı ben bir kere isyan ettimse, sen üç kere isyan ettin. Şöyle ki Allahü teâlâ 'Sakın tecessüs etmeyiniz' (Hucurat/12) dediği halde sen tecessüs ettin. O, ' (Câhiliyye devrinde yapıldığı gibi) evlere arkalarından girmeniz iyilik değildir. Lâkin iyilik ve hayır, haramlardan sakınanın iyiliğidir' (Bakara/189) demiştir. Oysa sen içeriye duvardan tırmanarak girdin. Yine Allah 'Ey îman edenler! Kendi ev ve odalarınızdan başka evlere, izin alıp sahiplerine selâm vermeden girmeyin. Bu sizin için daha hayırlıdır. Umulur ki, düşünür, hikmetini anlarsınız' (Nûr/27) buyurduğu halde sen izin almaksızın ve selâm vermeksizin içeri daldın.
Eğer seni affedersem nasıl bir hayır yaparsın?
- Ya emîr'el-Mü'minîn! Allah'a yemin ederim ki eğer beni affedersen bundan böyle bu işi yapmamaya söz veriyorum. Bunun üzerine Hazret-i Ömer adamı öylece bırakıp çıktı.
damın birisi Abdullah b. Ömer'e 'Ya Ebû Abdurrahmân! Hazret-i Peygamber kıyâmet günündeki necvâ (gizli soruşturma) hakkında ne söyledi?' diye sordu. İbn Ömer de Hazret-i Peygamberin bu konuda şöyle buyurduğunu söyledi:
Allahü teâlâ Mü'min kuluna yaklaşır. Onu himayesine alıp halkın gözünden gizleyerek kendisine 'Şu günahı biliyor musun?' diye sorar. O da 'Evet, biliyorum ve onu işledim' der. Böylece Allahü teâlâ ona bütün günahlarını ikrar ve iti raf ettirir. Bu şekilde kişi kesinlikle helâk olduğunu görür. Allahü teâlâ ona 'Ey kulum! Ben dünyada senin bu günahlarını ancak bugün affetmeyi irade ettiğim için örttüm' der Bunun üzerine kişiye hasenat defteri verilir. Kâfirler ile mü nâfıklara gelince, bunlar hakkında hafaza melekleri şöyle haykırırlar: 'Bunlar rablerini yalanlayan kimselerdir. Allah'ın lâneti zâlimler üzerinedir'. 170
Hazret-i Peygamber şöyle buyurmaktadır:
Ümmetimin tamamı affolunmuştur (veya olunur) . Ancak mücâhirler bu hükmün dışmdadırlar. Kişinin kötülüğü giz lice işleyip sonra onu sağda solda söylemesi mücâhirliğe gi rer. 171
Yine Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur:
Dinlenilmelerini istemeyen kimselerin konuşmalarını dinlemek isteyen kişinin kulağına kıyâmet gününde eritilmiş kurşun akıtılır. 172
16. Töhmet yerlerinden sakınmalıdır. Müslüman, halkın kal bini kendisi hakkında su-i zannda bulunmaktan ve dillerini de gıybetini yapmaktan korumak için böyle yerlere gitmemelidir. Çünkü halkın, dedikodusunu yapmak suretiyle Allah'a isyan et melerine sebep olmuş olur. Dolayısıyla onların ortağı olur.
Nitekim Allahü teâlâ şöyle buyurmuştur:
Müşriklerin Allah'tan başka taptıkları putlara sövmeyin ki, onlar da haddi aşarak bilgisizce Allah'a sövmesinler. (En'am/108)
Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur:
- Anne ve babasına küfreden kimse hakkında ne dersiniz?
- Ey Allah'ın Rasûlü! Kişi anne ve babasına küfreder mi?
- Evet. Kişi başkasının ebeveynine küfreder. Onlar da dönüp onun ebeveynine (anne ve babasına) küfrederler. 173
Enes b. Mâlik şöyle rivâyet eder: Hazret-i Peygamber birgün hanımlarından birisiyle konuşurken yanlarından biri geçti. Hazret-i Peygamber onu çağırarak şöyle dedi:
- Bu, hanımım Safiye'dir.
- Ey Allah'ın Rasûlü! Senin hakkında da kötü zanda bulunacakdeğiliz ya!
- Şeytan, insanoğlunun bedeninde tıpkı kanın dolaştığı gibi dolaşır. 174
Başka bir rivâyette şu fazlalık vardır: 'Sizi (ikinizi) , kalbinize herhangi bir şüphe gelir korkusuyla çağırdım'. 175
Bu rivâyete göre Rasûlüllah'ın yanından geçen, bir kişi değil iki kişidir. Rasûlüllah onlara şöyle buyurmuştur: 'Bir dakika du rur musunuz? Bu yanımdaki kadın, hanımım Safiye'dir'.
Bu olayda Safiye validemiz, Ramazan'ın son on gününde (itikafta bulunan) Hazret-i Peygamberi ziyarete gelmişti. (Rasûlüllah da onu uğurluyordu) .
Hazret-i Ömer şöyle buyurmaktadır: 'Kendisini töhmet altında bırakacak yerlere devam eden kimse, hakkında su-i zannda bulu nan kimseleri kınamasın'.
Hazret-i Ömer birgün yol kenarında bir kadınla konuşan birini kamçıladı. Adam 'Bu benim hanımımdır' dedi. Bunun üzerine Hazret-i Ömer 'O halde niçin hiç kimsenin sizi göremeyeceği bir yere çe kilmiyorsunuz?' buyurdu.
17. Müslüman meşrû işlerinde tanıdığı ve sözünün geçtiği kimseler nezdinde şefaatçı olmalı; gücü yettiğince müslümanların ihtiyaçlarını karşılamaya çalışmalıdır. Nitekim Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur: 'Benim yanıma gelinir. Benden sorulur ve ih tiyaçların giderilmesi istenilir. Böyle bir durumda gelenler için şefaatçı olunuz ki, sevap kazanmış olasınız ve Allahü teâlâ da sevdiği şeyleri peygamberinin eliyle yerine getirmiş olsun'176
Muaviye Hazret-i Peygamberin şöyle dediğini nakleder:
Nezdimde başkaları için şefaatte bulunun. Ben yapmak is tediğim bazı şeyleri, nezdimde şefaatçı olup sevap kaza nasınız diye geciktiriyorum. 177
Hazret-i Peygamber şöyle buyurdu:
- Dil sadakasından daha üstün bir sadaka yoktur. 178
- Ey Allah'ın Rasûlü! Dil sadakası niçin diğer sadakalardan daha üstündür?
- Şefaat sayesinde kan dökülmesi önlenir. Onun vasıtasıyla bir müslümana fayda sağlanır ve yine onun vasıtasıyla başka bir müslümandan da bir zarar defedilir.
İkrime, İbn-i Abbâs'tan şöyle rivâyet eder: "Büreyre'nin kocası Mugis bir köle idi. Onun, hürriyetine kavuştuktan sonra kendisin den ayrılan karısı Büreyre'nin arkasına düşerek ağlayışı ve gözyaşlarının sakalı üzerine yuvarlanışı hâlâ gözlerimin önündedir. Rasûlüllah bir gün bana 'Sen Mugis'in Büreyre'yi çılgınca sevişine; Büreyre'nin de ona, onun kendisini sevdiği derecede buğzedişine şaşmıyor masun?' dedi. Sonra da Büreyre'yi çağırtarak şöyle buyurdu: 'Ey Büreyre! Keşke kocana dönüp onu kabul etseydin. Çünkü o, çocuğunun babasıdır'. Büreyre 'Ya Rasûlallah! Bu sözünüzle ona dönmemi emrediyorsanız bunu ya parım' dedi. Hazret-i Peygamber de 'Hayır, ben sadece şefaat ve dilekte bulunuyorum dedi". 179
18. Konuşmadan önce selâm vermeli ve selâm verirken de karşıdaki müslümanla musâfaha yapmalıdır:
Nitekim Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur:
Kim selâmdan önce söze başlarsa, selâm verinceye kadar ona cevap vermeyiniz. 180
Seleften biri şöyle anlatıyor: Rasûlüllah'ın huzuruna girdim. Selâm vermedim ve girmek için izin de istemedim. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber 'Geri dön ve esselâmu aleyküm diyerek gir' bu yurdu. 181
Câbir'in rivâyetine göre Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur:
Evlerinize girdiğiniz zaman orada bulunanlara selâm veri niz. Çünkü selâm vererek girdiğiniz eve şeytan girmez. 182
Enes şöyle anlatır: Rasûlüllah'a (sallâllahü aleyhi ve sellem) sekiz sene hizmet ettim. Bana bir defasında şöyle demişti:
Ey Eııes! Abdesti güzelce al ki ömrün artsın. Ümmetimden kime rastlarsan selâm ver ki hasenelerin çoğalsın. Evine girdiğin zaman aile efradına selâm ver ki, evinin hayrı çoğalsın. 183
Enes'in rivâyetine göre Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur:
İki Mü'min karşılaştıkları zaman musâfaha ederlerse aralarında yetmiş mağfiret taksim olunur; bu yetmiş mağfiretin altmışdokuzu onlardan, daha güleryüzlü olup arkadaşını daha iyi karşılayana verilir.
Allahü teâlâ şöyle buyurmaktadır:
(Bir Mü'min tarafından) selâmlandığmız zaman ya daha güzeliyle karşılık verin ya da aynısıyla mukabele edin! (Nisa/86)
Hazret-i Peygamber de şöyle buyurmuştur:
- Nefsimi kudret elinde tutan Allah'a yemin ederim ki, siz îman etmedikçe cennete giremezsiniz; birbirinizi sevmedikçe de îman etmiş olmazsınız. Size, yaptığınız takdirde birbirinizi seveceğiniz bir ameli haber vereyim mi?
- Evet ey Allah'ın Rasûlü.
- Aranızda selâmı yayın!184
Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur:
Bir müslüman, müslüman bir kardeşine selâm verir ve o da mukabelede bulunursa melekler kendisi için yetmiş salât getirirler ve dua ederler. 185
Bir müslüman diğer bir müslümanın yanından geçer de se lâm vermezse, melekler onun bu davranışına hayret ederler. 186
Binici yayaya selâm verir. Topluluktan biri selâm verdi mi, kâfidir. 187
Katâde şöyle diyor: 'Sizden önceki kavimlerin selâmı secde etmekti. Allahü teâlâ bu ümmete selâmı (esselâmu aleyküm demeyi) verdi ki bu ehl-i cennetin selâmıdır'.
Ebû Müslim Havlânî bazı cemaatlerin yanından geçerken se lâm vermez;'Selâm vermememin sebebi, selâmımı almamalarından ve dolayısıyla da meleklerin onları lanetlemelerinden korkmamdır' derdi
Musâfahanın (el sıkma) selâmla birlikte yapılması sünnettir. Bir gün Rasûlüllah'ın huzur-u saâdetine giren bir kişi 'Esselâmü aleyküm' dedi. Hazret-i Peygamber 'Bu on hasenedir' buyurdu. Sonra başka biri geldi ve 'Esselâmü aleyküm ve rahmetullah' dedi. Hazret-i Peygamber bu kez 'Bu yirmi hasenedir' buyurdu. Daha sonra üçüncü bir şahıs geldi ve o da 'Esselâmü aleyküm ve rahmetullâhi ve berekâtühû' dedi. Hazret-i Peygamber ona 'Bu otuz hasenedir' bu yurdu. 188
Enes çocukların yanından geçerken onlara selâm verir ve Rasûlüllah'ın da böyle yaptığını söylerdi. 189
Abdülhamid b. Behram şöyle rivâyet eder: 'Hazret-i Peygamber bir» gün mescidden geçerken orada oturmakta olan bir cemaate eliyle işaret etmek suretiyle selâm verdi'. Abdülhamid bunu söylerken bir yandan da Hazret-i Peygamberin yapmış olduğu işareti eliyle gös iniştir. 190
Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur:
Sakın yahûdî ve hristiyanlara önce siz selâm vermeyin. Yolda onlardan birine rastladığınız zaman onu yolun en dar yerinden geçmeye mecbur edin. 191
Ebû Hüreyre'den rivâyet edildiğine göre Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur:
Zımmîlerin elini sıkmayın. Karşılaştığınızda selâmı ilk veren olmayın. Yolda rastladığınız zaman onları yolun en dar yerinden geçmeye mecbur edin. 192
Aişe validemiz şöyle anlatıyor: Yahudilerden bir cemaat, Rasûlüllah'ın huzuruna girerek 'Essâmu aleyke!' (Ölüm senin üzerine olsun) dediler. Rasûlüllah da 'Aleyküm' (Sizin üzerinize de olsun!) karşılığını verdi. Ancak ben atılarak 'Üzerinize hem sam (ölüm) , hem de lânet olsun' dedim.
Bunun üzerine Hazret-i Peygamber şöyle buyurdu:
- Ey Âişe! Allah herşeyde yumuşak davranmayı sever.
- Ya Rasûlallah! Onların ne dediklerini işitmediniz mi?
- Evet işittim; bunun için de 'Sizin üzerinize de olsun! dedimya!193
Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur:
Binici yayaya, yaya oturana, az çoğa ve küçük de büyüğe se lâm vermelidir. 194
Sakın kendinizi yahudi ve hristiyanlara benzetmeyin. Çünkü yahudilerin selâmı parmaklarla işaret etmek sure tiyledir, hristiyanların selâmı ise el işaretiyledir. 195
Ebû isâ bu hadîsin isnadının zayıf olduğunu söylemiştir,
Bir meclise girdiğiniz zaman selâm verin. Oturmanız ge rektiğinde kalkıp giderken yine selâm verin; çünkü girerken verdiğiniz selâm, kalkıp giderken vereceğiniz selâmdan daha yerinde selâm değildir. 196
Enes Hazret-i Peygamber'in şöyle buyurduğunu nakleder:
İki Mü'min karşılaştıkları zaman musâfaha ederlerse aralarında yetmiş mağfiret taksim edilir. Bu yetmiş mağfiretin altmış dokuzu onlardan, daha güleryüzlü olana ve arkadaşını daha iyi karşılayana verilir. 197
Hazret-i Ömer'in rivâyet ettiğine göre Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur:
Bir araya gelen iki müslüman karşılıklı selâmlaşıp musâ faha ettikleri zaman onlar için yüz rahmet nâzil olur. Bunun doksan tanesi ilk yapana, kalan on tanesi de musâ faha edene verilir. 198
Hasan-ı Basrî 'Musâfaha sevgiyi artırır' buyurmuştur. Ebû Hüreyre Hazret-i Peygamber'in şöyle buyurduğunu rivâyet ediyor:
Selâmlaşmanızın tamamlanması ancak musâfaha etme nize bağlıdır,199
Müslümanın kardeşini öpmesi, onunla musâfaha etmesidir. 200
Buna rağmen dinde mertebesi büyük olan kimselerin elini te berrüken ve hürmeten öpmekte de bir beis yoktur. İbn Ömer'in 'Biz Rasülullah'ın elini öptük' dediği rivâyet edilir. 201
Ka'b b. Mâlik şöyle diyor: 'Tevbemin kabulü hakkında ayet nâzil olduğu zaman Rasülullah'ın huzuruna çıkarak mübarek elini öp tüm'. 202
Rivâyet edildiğine göre bir bedevî Hazret-i Peygambere İzin ver, başını ve elini öpeyim' demiş; Rasûlüllah'ın izin vermesi üzerine de mübarek başını ve elini öpmüştür. 203
Ebû Ubeyde Âmir b. Cerrah Şam'da, karşılamaya çıktığı Hazret-i Ömer'in elini sıkıp öptü. Sonra ikisi birlikte yolun kenarına çekilip ağlaştılar.
Berrâ b. Âzib abdest almakta olan Hazret-i Peygambere selâm vermişti. Rasûlüllah abdesti bitirinceye kadar cevap vermedi. Abdestten sonra selâmına mukabelede bulunarak onun elini sıktı. Bunun üzerine Berrâ şöyle dedi:
- Ey Allah'ın Rasûlü! Ben bunu (musâfaha etmeyi) acemlerin âdetlerinden sanıyordum.
- İki müslüman biraraya geldiklerinde musâfaha ederlerseikisinin de günahı düşer. 204
Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur:
Bir cemaatin yanından geçip de onlara selâm veren kişinin fazileti, selâmını alan cemaatinkinden bir derece daha fazla olur; çünkü o onlara selâmı hatırlatmıştır. Eğer onlar se lâmına karşılık vermezlerse onlardan daha hayırlı ve daha güzel bir cemaat karşılık verir. 205
Başka bir rivâyette Rasûlüllah 'Selâmına, onlardan daha fazi letli bir cemaat cevap verir' buyurmuştur.
Selâm verirken eğilmek yasaklanmıştır. Enes şöyle diyor: Hazret-i Peygamber'e şöyle sorduk:
- Ya Rasûlallah! Selam verirken başımızı eğebilir miyiz?
-Hayır!
- Birbirimizi Öpebilir miyiz?
- Hayır!
- Peki musâfaha edebilir miyiz?
- Evet!206
Yolculuktan dönen kişinin arkadaşlarıyla kucaklaşıp öpüşmesi hakkında rivâyetler gelmiştir. 207
Ebû Zer (radıyallahü anh) şöyle diyor: 'Rasûlüllah ile ne zaman biraraya gelsek elimi sıkardı. Bir gün evde bulunmadığım bir sırada beni aradığı bana haber verildiğinde hemen Rasûlüllah'a koştum. Karyolasının üzerinde oturuyordu. Beni gördüğünde kalkıp kucak ladı. Bu kucaklayış çok cömert bir şekilde yapılmıştı'.
Hürmet göstermek amacıyla âlimlerin üzengisini tutmak hakkında da rivâyetler vardır: İbn-i Abbâs, Zeyd b. Sabit'in üzengi sini tutmuştur. 208
Hazret-i Ömer de Zeyd b. Sâbit'in binek devesinin hevdecini, onu bindirinceye kadar tutmuş ve 'Zeyd'e ve arkadaşlarına böyle dav ranınız!' demiştir.
Tâzim kastıyla ayağa kalkmak mekruhtur. Ancak ikram amacıyla olursa kerâhet ortadan kalkar. Enes şöyle der: 'Nezdimizde Hazret-i Peygamber'den daha makbûl ve mahbub bir kimse olmadığı halde biz ashâb-ı kirâm onu gördüğümüz zaman ayağa kalkmazdık; çünkü Rasûlüllah'ın böyle bir hareketten hoşlanmadığını biliyorduk'.
Rasûlüllah şöyle buyurmuştur;
Beni gördüğünüz zaman, acemlerin yaptığı gibi ayağa kalk mayın!209
Kim kendisi için ayağa kalkıp âdeta put kesilen kimseler görmekten hoşlanıyorsa ateşteki yerine hazırlansın. 210
Sakın bir kimseyi kaldırıp onun yerine oturmayın! Ancak, sıkışmak suretiyle birbirinize yer açın. 211
Ashâb-ı kirâm böyle yapmaktan sakınırlardı; çünkü bu hususta bir yasak sözkonusuydu. Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur:
İnsanlar, mecliste yerlerini aldığı zaman sonradan gelen bir müslüman, yer açarak kendisini çağıran kardeşinin da vetini kabul etsin, çünkü bu, çağrılan için bir ikramdır. Kardeşi onu bu ikram ve iltifata lâyık görmüştür. Eğer ken disine yer açan olmazsa bulduğu uygun bir yere otursun. 212
Rivâyet ediliyor ki, Hazret-i Peygamber küçük taharetini yaptığı bir sırada kendisine selâm veren bir kişinin selâmını almamıştır. Bu bakımdan def-i hacet yapan kimseye selâm vermek kerâhet-i tahrîmiyye ile mekruhtur. 213
'Aleykesselâm' şeklinde selâm verilmesi mekruhtur; çünkü Rasûlüllah, kendisine bu şekilde selâm veren birisine şöyle demiştir: 'Aleykesselâm ölülerin selâmıdır'. 214 Bu sözü üç defa tekrar ettikten sonra şunları söylemiştir:
Bir kardeşinize rastladığınız zaman Esselâmü aleyküm ve rahmetullâhi ve berakâtühû deyin!
İçeri girip de selâm veren kimsenin, oturacak yer bulamadığı takdirde hemen savuşup gitmemesi müstehabdır. Böyle bir kişi safın arkasına oturmalıdır. Nitekim Hazret-i Peygamber bir gün mes cidde oturuyordu. Bu sırada üç kişi geldi. Bunlardan birisi safın içinde bir açıklık bulup oraya yerleşti. İkincisi safın arkasına oturdu. Üçüncüsü ise sırtını çevirip gitti. Hazret-i Peygamber yaptığı işi bitirdiğinde şöyle buyurdu:
Size bu üç kişinin hâlini haber vereyim mi? Birincisi Allah'a sığındı; O da onu kabul eyledi. İkincisi utandı; Allah da ondan hayâ etti. Üçüncüsü ise yüzçevirdi; Allahü teâlâ dâ ondan yüzçevirdi. 215
İki müslüman biraraya geldikleri zaman musâfaha ederlerse birbirlerinden ayrılmazdan önce Allahü teâlâ ikisini de affeder. 216
Bir keresinde Ümmü Hâni Rasûlüllah'a selâm verdi, Hazret-i Peygamber 'Bana selâm veren şu kadın kimdir?' diye sordu. Onun Ümmü Hani olduğu söylendiğinde 'Ümmü Hâni'ye merhabalar' buyurdu. 217
19. Müslüman kardeşinin namusunu, canını ve malını müm kün olduğunca korumalı; ona gelen felâketleri göğüslemeli, onun için mücadele etmeli ve kendisine yardımcı olmalıdır. Bütün bunlar, Uhuvvet-i islâmiye (İslâm kardeşliği) gereğince farzdır.
Ebu'd Derda şöyle rivâyet eder: Adamın biri Rasûlüllah'ın huzu runda bir kişiye hakaret etti. Üçüncü bir şahıs da hakaret eden kişiye karşı o kardeşini savundu. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber şöyle buyurdu:
Kim müslüman kardeşinin namusunu korursa bu hareketi kendisi için ateşin önüne perde olur. 218
Müslüman kardeşinin namusunu koruyan bir müslümanı kıyâmet gününde dehşetli cehennem ateşinden korumak Allahü teâlâ üzerine hak olur. 219
Enes'in rivâyetine göre, Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur:
Kim yanında müslüman kardeşinin aleyhinde konuşulur da gücü yetmesine rağmen yardım etmez ve onu savun mazsa, Allahü teâlâ onu bu hareketinden ötürü hem bu dün yada hem de âhirette muahaze eğer. Kim de böyle bir du rumda müslüman kardeşine yardım ederse, Allahü teâlâ da dünya ve âhirette ona yardım eder. 220
Kim bu dünyada müslüman kardeşinin nâmusunu korursa Allahü teâlâ da kıyâmet gününde ona, kendisini ateşten ko ruyacak bir melek gönderir. 221
Câbir ve Ebû Talha'nın rivâyet ettiklerine göre, Rasûlüllah şöyle buyurmuştur:
Kim bir müslümanın namusunun payimal edilip hürmeti nin helâl sayıldığı bir yerde, o kardeşine yardım ederse Allahü teâlâ da yardıma en çok muhtaç olduğu bir yerde ona yardım eder. Kim de bir müslümanın namusunun payimal edildiği bir yerde o müslümanı zulümle başbaşa bırakıp yardımına koşmazsa, Allahü teâlâ da yardıma en çok muhtaç olduğu bir günde onu her türlü yardımdan mahrum bırakır. 222
20. Aksırana dua etmelidir. Nitekim Hazret-i Peygamber aksıran kimse hakkında şöyle buyurmuştur: 'Aksıran elhamdülillâhi alâ külli hâl (Her hâlukarda Allah'a hamdolsun) ; onu teşmit eden de yerhamükümullah (Allah sizlere rahmet etsin) demelidir. Aksıran bu kez yehdîkümullah ve yuslihu kalbeküm (Allah sizi hidayet edip, kalbinizi ıslah eylesin) demelidir. 223
İbn Mes'ûd Hazret-i Peygamberin şöyle buyurduğunu rivâyet etmektedir: 'Sizden herhangi bir kimse aksırdığı zaman elhamdülil lâhi rabb 'il-âlemin (Âlemlerin rabbi olan Allah'a hamdolsun) de sin. O böyle dediği zaman yanındaki şahıs yerhamükellah (Allah sana rahmet etsin) desin. Aksıran da ona yağfirullâhu lı ve leküm (Allah beni ve sizi affeylesin) karşılığını versin. 224
Hazret-i Peygamber bir keresinde aksıran iki kişiden birine dua etti, diğerine ise etmedi. Kendisine dua etmediği kişi 'Bana neden dua etmedin?' diye sorunca da şöyle buyurdu: 'Dua ettiğim şahıs Allah'a hamdetti; sen ise sustun'225
Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur:
Aksıran bir müslüman üç defaya kadar teşmit edilir. Eğer üç defadan fazla aksırırsa o nezledir. 226
Rivâyet ediliyor ki, Hazret-i Peygamber aksıran bir kimseyi üç defa teşmit etmiş; dördüncü bir defa daha aksırınca da şöyle buyurmuştur: Sen nezle olmuşsun. 227
Ebû Hüreyre şöyle der: 'Hazret-i Peygamber aksırdığı zaman sesini alçaltır ve ağzını da elbisesiyle veya eliyle kapatırdı'.
Rivâyet ediliyor ki Hazret-i Peygamber aksırırken mübarek yüzünü kapatırmış. 228
Ebû Musa el-Eş'arî şöyle anlatıyor: Yahûdîler kendilerine 'Allah size rahmet etsin' demesi için Hazret-i Peygamberin yanına ge lip kasten aksırırlardı. Ancak bütün gayretlerine rağmen Rasûlüllah Allah sizi hidayet etsin' diye dua ederdi. 229
Abdullah b. Âmir b. Rabîa babasından şöyle rivâyet eder: Adamın birisi Rasûlüllah'ın arkasında namaz kılarken aksırdı ve şöyle dedi: Elhamdülillahi hamden kesîren tayyiben mütâreken fihi kemâ yerdâ rabbünâ ve ba'de ma yerdâ velhamdü lillâhi alâ külli hâl (Hamd Allah'a mahsusdur. Çok, güzel ve bereketli hamd, kendisinin razı olduğu gibi ve razı olduktan sonra her halükârda Allah'a mahsustur) . Rasûlüllah selâm verdikten sonra şöyle sordu:
- Bu sözleri söyleyen kimdi?
- Ben söyledim ve bunu yaparken de hayırdan başka birşey murad etmedim.
- Bunları söylediğinde oniki meleğin daha önce yazabilmek için birbirleriyle yarış ettiklerini gördüm. 230
Yine Hazret-i Peygamber şöyle buyurmaktadır:
Kim yanında aksıran kimseden önce hamdederse böğür sancısı çekmez. 231
Aksırmak Allah'tan, esnemek ise şeytandandır. Bu bakımdan herhangi biriniz esnediği zaman eliyle ağzını ka patsın; çünkü esnerken 'Hâ-haaa' dediği zaman şeytan onun karnında gülmektedir. 232
İbrahim en-Nehâî şöyle der: 'Def-i hâcet yaparken aksıran kimsenin Allah'ı anmasında herhangi bir beis yoktur'.
Hasan-ı Basrî ise şöyle demiştir: 'Bu durumda kişi Allah'a için den hamdedecektir.
Ka'b'ul-Ahbâr şöyle diyor: Hazret-i Mûsa Allahü teâlâ'ya şöyle dedi:
- Yârab! Sen yakın mısın, ki sana münâcât edeyim? Yoksa uzak mısın, ki seni çağırayım?
- Ben, beni ananın yanındayım.
- Yârab! Seni, cünüblük ve def-i hâcet gibi hallerde anmaktan hayâ ederim.
- Beni her hâlukarda an!
21. Şerli kimselerin eziyetine tahammül etmeli ve ondan ko runmalıdır. Seleften bazıları şöyle buyurmuştur: 'mü'minlerle katıksız hulûs yolunu takip et (en güzel şekilde geçinmeye çalış) ! Fâcirlerle de güzel ahlâk ile mücadele et; çünkü facirler zahirde güzel ahlâka razı olur'.
Ebu'd Derda şöyle buyurmuştur: 'Kalbimiz kendilerinden lânet ettiği halde bazı kimselerin yüzlerine karşı gülüyoruz'. İşte mudârâtın ve geçinmenin mânâsı budur. Bu, ancak şerrinden korkulan kimseler için yapılır. Nitekim Allahü teâlâ şöyle buyurmuştur: 'Kötülükleri en güzel şekilde sav! (Mü'minûn/96)
İbn-i Abbâs 'Kötülüğü iyilikle savarlar' (Ra'd/22) ayetini; 'Fahiş konuşmayı ve eziyeti, selâm vermek ve mudârât göstermek sure tiyle savarlar'; 'Eğer Allah insanların bir kısmını diğer bir kısmıyla defetmeseydi yeryüzü fesad ve küfür karanlığına bürü nürdü' (Bakara/25) ayetini de 'Bir kısım insanları rağbet, korku, hayâ ve mudârât ile defetmeseydi' şeklinde tefsir etmiştir.
Âişe validemiz şöyle anlatır: Adamın biri Rasûlüllah'tan içeri girmek için izin istedi. Rasûlüllah 'İçeri girmesine izin verin. O aşiretinin en kötüsüdür' buyurdu. Adam içeri girdiği zaman ise onunla yumuşak bir şekilde konuşmaya başladı. Hatta adamın Rasûlüllah nezdinde özel bir yeri olduğunu zannettim. Adam çıkıp gittikten sonra Rasûlüllah'a 'Bu adam içeri girerken onun, kav minin en kötüsü olduğunu söyledin; içeri girdiğinde ise ona çok yumuşak davrandm. (Bu nasıl olur?) ' dedim. Rasûlüllah şöyle bu yurdu: 'Ey Âişe! Kıyâmet gününde Allah nezdinde insanların en şerlisi halkın, şerrinden dolayı kendisinden çekindikleri ve bu yüzden kendi haliyle başbaşa bıraktıkları kişidir'. 233
Haberde şöyle vârid olmuştur: 'Kişinin, kendisiyle nâmusunu koruduğu şey onun için sadaka olur'. 234
Eserde şöyle vârid olmuştur: 'Amellerinizle halka karışınız. Kalplerinizle onlara muhalefet ediniz'.
Muhammed b. Hanefiyye şöyle buyurmuştur: 'Birlikte yaşamak mecburiyetinde olduğu kimselerle iyi geçinemeyen kişi hakîm olamaz. Hakîm, Allahü teâlâ kendisine bir yol açmcaya ka dar çevresindekilerle iyi geçinmek mecburiyetindedir'.
22. Zenginlerin ihtilâtından kaçınarak fakirlerle oturup kalk malı ve yetimlere iyilik yapmalıdır. Hazret-i Peygamber şöyle dua ederdi:
Ey Allahım! Beni fakir olarak yaşat ve fakir olarak öldür! Âhirette'de fakirlerle birlikte hasret! 235
Ka'b'ul-Ahbâr şöyle der: Hazret-i Süleymân (aleyhisselâm) o kadar zen ginliğine rağmen mescitte bir fakir gördüğünde onun yanına otu rur; 'Bir fakir başka bir fakirin yanına oturdu' derdi.
Hazret-i isa'nın nezdinde kendisine 'Ey miskin ve fakir denilme sinden daha sevimli bir kelime yoktu.
Ka'b'ul-Ahbâr şöyle demiştir: Kur'ân'daki 'Yâ eyyühellezîne âmenû2 (Ey îman edenler!) hitabları Tevrat'ta 'Yâ eyyühe'l-mesâ kin!' (Ey miskinler ve fakirler!) şeklinde varid olmuştur.
Ubâde b. Sâmit şöyle buyurmuştur: Ateşin yedi kapısı vardır: Üçü zenginler, üçü kadınlar, biri de fakir ve miskinler içindir.
Fudayl b. Iyâz şöyle diyor: Peygamberlerden birisi şöyle demiştir:
- Yâ rabbî! Benden razı olduğunu nasıl bilebilirim?
- Fakirlerin senden razı olup olmadıklarına bak (arak benim rızamı takdir et) !
Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur:
- Ölülerle oturmaktan sakınınız!
- Ölüler dediğiniz kimlerdir ya Rasûlüllah?
- Zenginler. 236
Musa (aleyhisselâm) Allahü teâlâ'ya şöyle demiştir:
- Yâ rabb! Seni nerede arayayım?
- Beni, kalpleri kırılmışların nezdinde ara!
Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur:
Sakın herhangi bir nimetten ötürü bir fasığa veya facire gıbta ile bakma; çünkü sen, ölümden sonra onun başına ge lecekleri bilemezsin. Onun arkasında yorulmaz bir takipçi vardır. 237
Yetime gelince; Rasûlüllah şöyle buyurmuştur:
Müslüman anne ve babadan yetim kalan bir çocuğu, kendi sini sevk ve idare edebilecek hâle gelinceye kadar kanatları altına alan kimseye cennet vâcib olur. 238
Ben ve yetimi besleyen kimse cennette bunların ikisi gibi yanyanayız. 239
Rasûlüllah bunları söylerken iki parmağını işaret etmiştir.
Kim bir yetimin başını şefkat ve merhametle sıvazlarsa, ona, elinin değdiği kıllar sayısınca hasene yazılır. 240
En hayırlı müslüman evi, içerisinde kendisine iyi dav ranılan bir yetimin yaşadığı evdir. En kötü müslüman evi de içerisinde kendisine kötü muamele yapılan bir yetimin bu lunduğu evdir. 241
23. Bütün müslümanlara nasihat etmeli ve elden geldiğince onları sevindirmeye çalışmalıdır. Nitekim Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur:
Mü'min, kendi nefsi için sevdiği şeyleri Mü'min kardeşi için de sevmelidir.
Yine Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur:
Herhangi biriniz kendi nefsi için sevdiği şeyleri Mü'min kardeşi için de sevmedikçe îman etmiş sayılmaz.
Mü'min, Mü'min kardeşi için aynadır; onda gördüğü (kötü) şeyleri silmelidir. 242
Kim kardeşinin bir ihtiyacını karşılarsa hayatı boyunca Allah'a hizmet etmiş gibi olur. 243
Kim bir Mü'mini sevindirirse Allahü teâlâ da kıyâmet gü nünde onu sevindirir.
Kam yerine getirsin veya getirmesin gündüz ya da gece, kardeşinin ihtiyacı için bir saat koşarsa bu hareketi kendisi için iki ay itikafa girmesinden daha hayırlıdır. 244
Kim bir mü'minin üzüntüsünü giderirse veya bir mazluma yardımcı olursa Allahü teâlâ da onun yetmiş üç günahını af feder. 245
Hazret-i Peygamber bir keresinde şöyle buyurdu:
- Zâlim de olsa mazlum da olsa kardeşinize yardım ediniz!
Bunun üzerine şöyle soruldu:
- Zâlime nasıl yardım edebiliriz?
- Zâlime, kendisini zulümden menetmek suretiyle yardım edilir.
Yine Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur:
Allahü teâlâ nezdinde amellerin en sevimlisi, bir Mü'minin kalbini sevindirmek veya bir gam ve üzüntüsünü uzaklaştırmak veya borcunu ödemek veyahut açlığını gi dermektir. 246
Kim bir Mü'mini bir münâfığın şerrinden koruyup himaye ederse Allahü teâlâ da ona, kıyâmet gününde kendisini ce hennem ateşinden koruyacak bir melek gönderir.
İki haslet vardır ki şer bakımından onlardan daha kötü birşey yoktur: Birincisi Allah'a ortak koşmak, ikincisi Allah'ın kullarına, durup dururken zarar vermektir. Yine iki haslet vardır ki hayır bakımından onlardan daha üstün birşey yoktur: Birincisi Allah'a îman etmek, ikincisi Allah'ın kullarına yararlı olmaktır. 247
Müslümanlara ehemmiyet verip ihtimam göstermeyen kimse (kâmil) müzminlerden değildir. 248
Mâruf-u Kerhî şöyle buyurmuştur: "Her gün 'Yârab! Hazret-i Muhammed'in ümmetine rahmet et' diyen kimse Allah'ın 'abdal5 kullarından yazılır". Başka bir rivâyette de "Her gün üç defa 'Ey Allahım! Hazret-i Peygamberin ümmetini ıslâh edip, hidayet eyle! Ey Allahım! Hazret-i Peygamberin ümmetinin üzüntülerini gider' diye dua eden kimseyi Allahü teâlâ 'abdallar'dan yazar" buyurmuştur.
Ali b. Fudayl'ın ağladığını görenler ona 'Niçin ağlıyorsun?' diye sordular. Şöyle cevap verdi: 'Bana zulmedenin haline ağlıyorum. Yarın Allah'ın huzurunda, yapmış olduğu zulümler için ne gibi bir mazeret beyan edecektir? Bu konudaki sualleri nasıl cevaplandıracaktır? Kendisini ne ile kurtaracak?'
22. Müslümanların hastalarını ziyaret etmelidir Tanışıklık ve müslüman olmak, bu hakkın sabit olup tekerrür etmesine ve fazi letine nail olmaya kâfidir.
Ziyaret âdâbı, az oturmak, az sormak, hastaya şefkat ve mer hamet göstermek, afiyeti için dua etmek ve hastanın bulunduğu yerin kusurlarını görmezlikten gelmektir.
İçeriye girmek için izin istenilirken, açıldığı takdirde evin içe risini görecek şekilde kapının tam karşısında durmamalıdır. Kapıyı yavaşça vurmalıdır. 'Kimsiniz?' diye sorulduğu zaman da 'Benim' dememeli, ismini söylemelidir. İçerideki insanı 'Ey hiz metçi!' diye çağırmamalıdır. İçeridekine kapıda durduğunu işittirmek istediği zaman bunu 'elhamdülillâh' veya 'sübhânallah' demek suretiyle yapmalıdır.
Rasûlüllah şöyle buyurmuştur:
Hasta ziyareti ancak ziyaretçinin, elini şefkatle hastanın alnına koyup veya onun elini tutup halini sormasıyla ta mamlanır. Tahiyye ve selâmın tamamlanması ise musâ faha edip el sıkışmaya bağlıdır. (Tabiidir ki burada, hastaya yaklaşmanın tıbben mahzurlu olmaması şartı vardır. )
Bir hastayı ziyaret eden, onun yanında oturduğu sürece cennet bahçelerinde oturmuş (gibi) dir. Oradan ayrıldıktan sonra da ona, kendisini korumak ve geceye kadar (kendisine) dua etmek üzere yetmiş bin melek tahsis edi lir. 249
Hasta ziyaretine giden kimse rahmete dalar. Hastanın yanında oturduğu sürece de gözü aydın olur. 250
Müslüman, hasta kardeşinin halini sormak veya sıhhatli bir kardeşini ziyaret etmek üzere gittiğinde Allahü teâlâ kendisine şöyle hitap eder: 'Sen ve adımların iyi oldunuz; bu suretle cenne-i âlâda kendin için bir konak yapmış ol dun'. 251
Kul hastalandığında Allahü teâlâ ona iki melek gönderir. Bunlara 'Kulumun, ziyaretçilerine söylediği sözlere dikkat ediniz' buyurur. Eğer o kul ziyaretçiler geldiği zaman Allah'a hamd ü senada bulunursa bu melekler Allahü teâlâ kendilerinden daha iyi bildiği halde kulun sözlerini Allah'a iletirler. Bunun üzerine Allahü teâlâ şöyle buyurur: 'Bu ku lumun canını alacak olursam kendisini cennete dâhil ede rim; eğer şifa verecek olursam ona önceki etinden ve kanından daha hayırlısını verir ve günahlarını affede rim'. 252
Allahü teâlâ kime hayır irade ederse o, hayırdan nasibini alır (veya Allah ona hayırdan nasip verir) . 253
Hazret-i Osman şöyle anlatıyor: Hastalandığımda Hazret-i Peygamber ziyaretime geldi ve şöyle dedi:
Bismillâhirrahmânirrahim! Seni, bu hastalığın şerrinden, bir olan, her yaratığın kendisine muhtaç olduğu, doğur mayan ve doğurulmayan ve eşi ve dengi bulunmayan Allahü teâlâ'nın himayesine havale ederim!
Hazret-i Peygamber bu duayı birkaç defa tekrar etti. 254
Hazret-i Peygamber hastalanan Ali b. Ebi Tâlib'in ziyaretine gitmiş ve ona şöyle demiştir: "Ya Ali! 'Ey Allahım! Senden afiyetimin acele gönderilmesini (acil şifalar vermeni) veya vermiş olduğun belâya karşı sabır ihsan etmeni veya dünyadan senin rahmetine çıkmayı istiyorum' de! Bu isteklerinden biri pek yakında sana veri lecektir". 255
Hasta olan kimsenin şöyle demesi müstehabdır: 'Hissettiğim ve korktuğum şeylerin şerrinden Allah'ın izzet ve kudretine sığmıyorum'.
Hazret-i Ali şöyle buyurmuştur:
Herhangi biriniz karın ağrısından şikayet ettiği zaman hanımına vermiş olduğu mehirden birşey istesin. Hanımının verdiğiyle bal alsın. O bala yağmur suyu katsın ve içsin. Böylece kendisinde afiyet, kolaylık, şifa ve bereket bi raraya gelmiş olur. 256
Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur:
- Ey Ebû Hüreyre! Sana, hastalanan kimsenin yatağa ilk girdiği anda söylediği takdirde Allahü teâlâ'nın kendisini ateşten kurtaracağı birşeyi haber vereyim mi?
- Evet yâ Rasûlallah!
- Şöyle diyecektir: Allah'tan başka ma'bud yoktur. O diriltir ve öldürür. O diridir ve asla ölmez. Kulların ve memleketlerin yaratıcısı ve sahibi olan Allah müşriklerin dediklerinden münezzehtir. Bol, temiz ve her hâlükârda bereketli olan hamd Allah'a mahsustur. Allah herşeyden yücedir. Rabbimizin azameti, celâli ve kudreti her mekânda hâzır ve nâzırdır. Ey Allahım! Eğer şu hastalık ölümüme sebep olacaksa ruhumu, İlm-i ezelinde kendileri için en güzel dereceler hazırlanan ruhlarla birlikte hasret. Ezelî ilminde kendileri için en güzel nimetler bulunan velî kullarını ateşten ko ruduğun gibi beni de ateşten koru!257
Rivâyet edildiğine göre Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur:
Hasta ziyareti üç günden sonra yapılmalı ve bir devenin sağılması kadar sürmelidir. Ziyaretçi pek fazla oturmamalı, biraz oturduktan sonra kalkmalıdır) . 258
Tavus şöyle buyurmuştur: 'Hasta ziyaretinin en faziletlisi en hafif olanıdır'.
İbn-i Abbâs şöyle buyurmuştur: 'Hastayı bir defa ziyaret etmek sünnettir. Bir defadan fazla olanlar nafiledir'.
Âlimlerden biri şöyle buyurmuştur: 'Hastayı üç günden sonra ziyaret etmelidir'.
Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur:
Hasta ziyaretini bir gün sonra yapınız! İkinci ziyareti ise iki gün ara verip dördüncü günde yapınız. 259
Sabretmek, az şikayette bulunmak ve az inlemek, duaya sarılmak, tedaviden sonra, şifayı verecek olan (Allah'a) tevekkül etmek, hastanın riayet etmesi gereken hususlardandır.
23. Müslümanların cenazelerini teşyi etmelidir. Nitekim Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur:
Bir cenazeyi teşyi eden müslüman için bir kıratlık ecir vardır. Eğer cenaze defnedilinceye kadar beklerse ecri iki kırata çıkar. 260
Haberde vârid olduğuna göre; 'Kırat Uhud dağı kadardır'. 261
Ebû Hüreyre'nin rivâyet ettiği bu hadîs hakkında İbn Ömer şöyle buyurmuştur: 'Biz şimdiye kadar birçok kırat kaçırmışız'.
Cenazeyi teşyi etmekten gaye müslümanların hakkını yerine getirmek ve ondan ibret almaktır. Dimeşkli Mekhûl, bir cenazeyi gördüğü zaman şöyle derdi: 'Onlar sabahleyin gittiler; biz de akşama gideceğin (veya 'Onu götürünüz; biz de akşama geleceğiz) . Bu cenaze beliğ bir nasihat ve süratli bir gaflettir. Giden gidiyor, kalanlar ise ibret almıyor'.
Mâlik b. Dinar kardeşinin cenazesini ağlayarak takip ediyor ve şöyle diyordu: 'Allah'a yemin ederim ki senin nereye vardığını (âkıbetini) bilmedikçe gözlerimin yaşı dinmeyecektir ve yine Allah'a yemin ederim ki, hayatta kaldıkça bunu bilmem mümkün değildir'.
A'meş şöyle diyor: 'Biz cenazelere giderdik. Gelenlerin hepsi mahzun olduğu için cenaze sahiplerinin kim olduğunu anlayarak başsağlığı dilemek güçleşirdi'.
İbrahim ez-Ziyad bir ölü için rahmet talebinde bulunup hayıflanan bir cemaate bakarak şöyle demiştir: 'Siz kendi nefsiniz için rahmet isteyip hayıflansanız daha iyi edersiniz; çünkü bu ölen zat şu üç şiddetten kurtuldu: Ölüm meleğinin yüzünü gördü. Ölümün acılığını tattı. Akıbet korkusundan da emin oldu'.
Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur: 'Üç şey ölüyü mezarına ka dar takip eder; bunların ikisi geri gelir, biri ise onun yanında kalır. Bunlar; aile efradı, malı ve amelidir. Aile efradı ile malı geri döner, ameli kalır'.
24. Müslümanların kabirlerini ziyaret etmelidir. Kabir ziyare tinden gaye içindekilere dua etmek, ibret almak ve kalbi yumuşatmaktır. Nitekim Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur: 'Ben hiçbir manzara görmedim ki, kabir ondan daha korkunç ol masın'. 262
Hazret-i Ömer şöyle anlatıyor: Bir gün Rasûlüllah ile beraber kabris tana gittik ve bir kabrin yanıbaşına oturduk. Hazret-i Peygamber ağlamaya başladı. Bunun üzerine biz de ağladık. Sonunda bize ni çin ağladığımızı sordu. 'Sen ağladığın için ağlıyoruz' dediğimizde de şöyle buyurdu: 'Bu kabir (annem) Vehb'in kızı Âmine'nin kab ridir. Onu ziyaret etmek için rabbimden izin istedim. Bana bu ko nuda izin verdi. Onun için af dilemek hususunda izin istedim; fa kat buna izin vermedi. Şu anda benim yakama çocuğun annesine karşı duyacağı şefkat yapışmış bulunuyor'263
Hazret-i Osman bir kabrin yanında durduğu zaman sakalı ıslanacak kadar ağlar, Rasûlüllah'tan şöyle işittiğini söylerdi:
Kabir, âhiretin ilk durağıdır. Kişi kabirden kurtulursa ondan sonrası kolaydır. Eğer ondan kurtulamazsa, sonrası daha da zordur. 264
Mücâhid şöyle buyurmuştur: 'Kabri, insanoğluna ilk olarak şöyle der: Ben kurtlar ve yalnızlıklar eviyim. Gurbet eviyim. Karanlıklar eviyim. İşte ben sana bunları hazırladım. Bakalım sen benim için ne hazırladın?'
Ebû Zer şöyle der: 'Size fakirlik gününü haber vereyim mi? O gün, kabrime konulduğum gündür'.
Ebu'd Derda mezarlıklarda çok otururdu. Kendisine 'Niçin böyle yapıyorsun?' diye sorulduğu zaman şöyle cevap vermiştir: 'Bana âhiretimi hatırlatan bir kavmin yanında oturuyorum. Üstelik yanlarından ayrıldığımda aleyhimde bulunup gıybetimi yapmazlar'.
Hatem-i Esamm şöyle buyurmuştur: 'Kabirlerin yanından ge çip de nefsi için düşünmeyen ve kabirde bulunanlara dua etmeyen kimse hem kendisine, hem de onlara ihanet etmiştir'.
Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur: 'Hiçbir gece yoktur ki, bir tellâl şöyle bağırmasın: 'Ey kabirler ehli! Siz kime gıbta ediyorsu nuz?' Kabirlerde bulunanlar şöyle cevap verirler: 'Biz camilerin ehline gıbta ediyoruz. Çünkü onlar oruç tutarlar, namaz kılarlar ve Allah'ı zikredip anarlar; biz ise bunların hiçbirini yapamayız'. 265
Süfyân es-Sevrî şöyle buyurmuştur: 'Kim hayatta iken kabri çok düşünür ve hatırlarsa onu cennet bahçelerinden bir bahçe ola rak, kim de hayatta iken kabri hatırlamaktan gâfil olursa onu ce hennem çukurlarından bir çukur olarak bulur'.
Rebî b. Hayseme, evinin içine bir mezar kazdırmıştı. Kalbinde katılık hissettiğinde hemen oraya girip uzanır ve bir saat kadar durduktan sonra çıkarak şu ayeti okurdu:
Nihayet o müşriklerden birine ölüm geldiği vakit 'Rabbim! Beni dünyaya geri çevir ki terkettiğim îmanı yerine getirip sâlih amelde bulunayım' der. Hayır! Bu onun söylediği (boş) bir sözdür. Önlerinde, diriltilecekleri güne kadar bir berzah vardır. (Mü'minûn/99-100)
Sonra kendi kendine şöyle derdi: 'Ey Rebî! İşte dünyaya geri çevrildin. Dünyaya bir daha geri çevrilmeyeceğin gün gelmezden önce sâlih ameller işle!'
Meymun b. Mihran şöyle anlatıyor: Bir gün Ömer b. Abdülaziz'le birlikte kabristana gittik. Hazret-i Ömer kabirlere baktığı zaman hüngür hüngür ağlayarak şöyle dedi:
Ey Meymun! Bunlar Benî Ümeyye soyundan gelen ecdadımın kabirleridir. Sanki bunlar hiçbir zaman dünya eh liyle beraber olmamışlar ve dünyanın lezzetlerini tatmamışlardır. Şu anda hepsi upuzun yatmakta olup başlarına gelen felâketlerle başbaşa kalmışlardır. Bedenlerini haşereler darmadağın etmektedir.
Bunları söyledikten sonra tekrar ağlamaya başladı ve şöyle de vam etti:
Allah'a yemin ederim ki bu kabirlere Allah'ın azabından emin olarak gelen kimseden daha talihli ve nimetlere ondan daha fazla mazhar olan bir kimseyi tanımıyorum.
Kanadını indirmek, üzüntüsünü belirtmek, az konuşmak, (değil gülmeyi) tebessümü (dahi) terketmek başsağlığı dileyenin riâyet etmesi gereken hususlardandır.
Huşûdan ayrılmamak, konuşmamak, ölüyü düşünmek ve ölüm hakkında derin derin düşünceye dalmak ve ölüme hazırlanmanın yollarını araştırmak, cenaze yakınında yürümek de cenazeyi teşyi edenlerin riâyet etmesi gereken hususlardandır.
Cenazeyi mezara acele götürmek sünnet-i seniyyedir. 266
İşte buraya kadar söylediklerimiz bütün müslümanların dik kat ve riâyet etmesi gereken birtakım muâşeret âdâbıdır. Bütün bunları şu şekilde özetleyebiliriz: İster ölü olsun, ister diri, hiçbir müslümanı küçümsememelisin ki helâk olmayasın; çünkü belki de o küçümsediğin kimse senden daha hayırlıdır. Küçümsediğin zaman fâsık olsa bile belki de senin hayatın onun şu anda üzerinde bulunduğu fâsıklık gibi bir hal üzerinde, onun hayatı ise salâh ve takvâ ile sona erer. Sahip olduğu dünyalıklardan dolayı hiç kim seyi gözünde büyütme ve yine bu konuda hiç kimseye gıbta etme; çünkü dünya ve içindekiler Allah nezdinde küçüktür. Dünya eh lini kalbinde büyüttüğünde dünyayı da büyütmüş olursun. Böyle yaptığın takdirde de Allah'ın kudret gözünden düşersin. Onların dünyalıklarından elde etmek için dininden taviz verme. Şâyet böyle yaparsan onların gözlerinde küçük düştüğün gibi dünyalıkla rından da mahrum kalırsın.
Dünyalıklarından mahrum kalmasan dahi geçici ve en alçak birşeyi en hayırlı ve ebedî bir hayata tercih etmiş olursun. Onlara karşı düşmanlığını açığa vurma. Böyle yaptığın takdirde düşmanlıklarını üzerine çekmiş olursun. O vakit senin dinin ve dünyan onların yüzünden; onların dinleri de senin yüzünden el den gider. Ancak dinin yasaklamış olduğu amellerde iş değişir. Onların çirkin fiillerine buğzet fakat kendilerine merhamet gö züyle bak; çünkü onlar, Allah'ın gazabına ve isyanlarından ötürü ikabına mâruz kalmışlardır. Müstehak oldukları bu cezalar kendilerine kâfidir; o halde sen onlara niçin buğzedeceksin? Sana gös terdikleri sevgiden ötürü onlara ısınma. İsyan edip durdukları halde seni övmelerinden dolayı onlara güvenme. Yine isyan ettikleri halde sana güzel müjdeler verip yüz göstermelerinden dolayı onlarla dost olma! Çünkü onların bu yapmacık hareketlerinin ha kikatini araştırırsan ancak yüzde birinin hakîki olduğunu görebi lirsin. Hatta bunu da göremezsin.
Hiçbir zaman hâlini onlara şikayet kabilinden arzetme. Böyle yaptığın takdirde Allah'ı onlara şikayet etmiş olacağından, Allah da seni onlara havale eder. Onların zâhirde ve yüzüne karşı olduğu gibi gizlide ve gıyâbında da arkadaşların olacaklarını zan netme; çünkü bu boş bir ümidden başka birşey değildir. Böyle bir ümide nasıl kapılabilirsin? Onların elindeki servete tamah etme.
Böyle yaptığın takdirde zelil olursun ve hedefine de varamazsın. Kendilerine muhtaç olmadığında kibir ve gurura kapılıp onlara karşı büyüklük taslama. Bunu yaptığın takdirde Allahü teâlâ seni kibrinin cezası ve zenginliğini belirtmenin karşılığı olarak onlara muhtaç eder.
Onlardan biri bir ihtiyacını giderirse, o kendisinden istifade edilen bir kardeştir, İhtiyacını yerine getirdiği takdirde ona itab edip serzenişte bulunma. Zira böyle yaptığında sana düşman kesi lir. Kabul edecek gibi görünmeyen kimselere va'z u nasihat etmekle meşgul olma! Zira böyle bir kimse, va'zını dinlemediği gibi sana düşmanlık da eder. Va'z u nasihatin, hakîkati arzetmek ve ortaya koymak için olsa dahi herhangi bir şahsı hedef alıp isim be lirterek konuşma! Kendilerinden bir ikram ve hayır görürsen, onları sana müsahhar eden ve sözünü dinleten Allah'a şükret ve seni onlara havale etmekten koruması için Allah'a sığın. Onlardan herhangi bir kötülük veya hoşuna gitmeyen bir hareket gördüğünde (sakın intikam almaya kalkışma) , işlerini Allah'a ha vale et ve şerlerinden Allah'a sığın.
Nefsini, karşılık vermekle meşgul etme. Böyle yaptığın takdirde zararın daha da artar. Bununla meşgul oldun mu ömrün zayi olur. Sakın onlara 'Benim değerimi, kadir ve kıymetimi bilemedi niz' şeklinde çıkış yapma ve şuna inan ki, eğer müstehak olsaydın Allahü teâlâ senin kadr ü kıymetini, mertebe ve rütbeni onların kalbine yerleştirirdi. Bu bakımdan sevdiren ve buğzettiren Allahü teâlâ'dır; çünkü kalpler Allahü teâlâ'nın kudret elindedir. Onları istediği gibi evirip çevirir. Onların, hak ve hukuklarına riâyet et! Kim neye müstehak ise o hakkı yerli yerine sarfet. Onların bâtıl sözlerini ve fuzulî konuşmalarını dinlemek hususunda sağır ol! Haklarını çatır çatır müdafaa et. Batıl sözlerini sanki kulaklarına üst üste birkaç kilit vurulmuş gibi duymazlıktan gel.
İnsanların çoğunun sohbetinden kaçın! Çünkü insanların birçoğu karşısındakinin zelle ve hatalarını affedip ayıbını örtmezler. Onlar en ufak birşeyden dolayı karşısındaki insanı didik didik hesaba çeker; kılı kırk yararcasına muhasebe ederler. Az ve çok herşeyde insanları çekemezler. Kendi haklarını mutlaka alır veya almaya çalışır; fakat başkasının hakkını vermeye yanaşmazlar. Onların defterinde yanlışlıkla ve unutkanlıkla yapılan şeyler için af yoktur; mutlaka cezalandırırlar. Kovuculuk ve iftira etmek suretiyle kardeşi kardeşe kışkırtırlar. Bu bakımdan onların çoğunun arkadaşlık ve sohbeti zararlıdır. Onlardan uzaklaşmak ve kendile riyle arkadaşlık yapmamak en iyisidir. Onlardan uzaklaşmakta selâmet vardır. Eğer razı olurlarsa zahirleri yağcılıktır. Eğer öfke lenirlerse içleri kin, hased ve nefretle doludur. İnsanlar onların kinlerinden hiçbir zaman emin olmaz. Yağcılıklarından hiçbir hayır umulmaz. Görünür tarafları elbisedir; fakat içleri ise kurt tur. Onlar zannlarla hüküm verirler, itham ederler; arkandan göz kırparlar. Seninle arkadaşlık kurduklarında kusurlarını araştırırlar.
Bundan gayeleri öfkelendikleri veya bozuştukları zaman karşına bunlarla çıkmaktır. Bir evde veya bir yerde hakkıyla denemediğin kimsenin sevgisine güvenme. Sevgisine güvenip gü venemeyeceğini öğrenmek istediğin kimseyi vazife başında ve vazi feden uzaklaştırıldığında; zengin ve fakir olduğu zamanlarda dene veya kendisiyle yolculuk yap veya dünyevî işlerde ve para hususunda muamelede bulun. Bundan sonra sağlam görürsen sev gisine güven, arkadaşlığına itimat et. Bir felâket anında kendisine muhtaç olduğun zaman da imtihanı tam mânâsıyla verirse bütün bu durumlarda kendisinden razı olursan onu, büyükse baba, kü çükse evlât edin. Eğer yaşıtın ve emsalin ise kardeş edin. işte halk arasındaki âdâb-ı muâşeretin özü bunlardır.
108) Müslim ve Buhârî, (Ebû Said'den)
109) Müslim ve Buhârî, (Sa'd b. Ebî Vakkas'dan)
110) Taberânî (Ebı Ümame'den) . 'Ben Allah'ın habibi ve haliliyim' sözü bu rivâyette yoktur.
111) Ayrıntılı bilgi için bkz. İthâfu's-Saâde, V1/251-252
112) Deylemî, Müsned'ül-Firdevs
113) Müslim ve Buharı
114) Müslim ve Buhârî
115) Müslim ve Buhârî
116) Müslim ve Buhârî
117) Müslim ve Buhârî
118) Taberânî ve Hâkim
119) Müslim, (Ebû Hüreyre’den)
120) Müslim, (Ebû Berze'den)
121) Ahmed, (Ebû'd-Derdâ'dan)
122) İbn-i Mübârek, (Hamza b. Ubeyd'den zayıf bir senedle
123) İbn-i Mübârek
124) Ebû Dâvud ve İbn Mace
125) Adı Alkame b. Hâlid olup, ashâb-ı kirâm darıdır. Hudeybiye muharebesine iştirak etmiştir. Rasûlüllah'tan sonra uzun süre yaşamış, H. 87 senesinde Küfe'den son sahabî olarak vefat etmiştir.
126) Nesâî ve Hâkim
127) Müslim ve Buhârî
128) Bu zat nahiv ilminde meşhur bir imamdır,
129) Müslim ve Buhârî
130) Ebû Dâvud ve Hâkim
131) Müslim, (Ebû Hüreyre'den)
132) Dârekutnî, el-ilel; Kuddaî, Müsned-i şihab, (zayıf bir senedle)
133) Taberânî, Evsat ve Ebû Nuaym, Hilye
134) Dârekutnî, (zayıf bir senedle)
135) Taberânî, Evsat, (zayıf bir senedle)
136) Taberânî, Evsat, (zayıf bir senedle)
137) Hâkim
138) Tirmizî
139) Harâitî ve Taberânî
140) Müslim, (Hazret-i Âişe'den)
141) Tirmizî, (İbn Mes'ûd'dan)
142) Beyhakî, Şuab'ul-Îman, (zayıf bir senedle)
143) İbn Ebi Şeybe, Taberânî ve Harâitî
144) Müslim ve Buhârî
145) Tırmızi
146) Harâitî, Beyhakî ve Ebû Nuaym
147) Müslim
148 taberan,
149) Taberâni ve Ebû Dâvud
150) Müslim ve Buhârî
151) Harâitî
152) Müslim ve Harâitî
153) Harâitî
154) Hâkim, (Câbir'den)
155) Ebû Davud ve Hâkim
156) Ebû Davud ve Tirmizî
157) Harâitî
158) Harâitî, Mekârim-i ahlak
159) Hâkim, (sahih bir isnadla ve Ebû Ya'lâ el-Mavsılî. Buhârî ve İbn Hıbbân'a göre zayıftır.
160) Müslim, Buhârî
161) Harâitî, Mekârim-i Ahlâk
162) Müslim
163) Müslim
164) Taberânî
165) Ebû Davud, Nesâi
166) Hâkim
167) Ebû Dâvud
168) Ebû Dâvud
169) Hâkim
170) Müslim, Buhârî
171) Müslim, Buhârî
172) Buhârî
173) Müslim, Buhârî
174) Müslim
175) Müslim Buhârî
176) Müslim, Buhârî
177) Ebû Dâvud, Nesâî, İbn Asâkir
178) Harâitî
179) Hazret-i Âişe Büreyre'yi azad eder. Büreyre'nin Ebû Ahmed'in kölesi olan bir kocası vardı. Hazret-i Peygamber, hürriyetine kavuşan Büreyre'ye İster köle olan kocanla dur, istersen ayrıl' dedi. Bunun üzerine Büreyre kocasından ayrıldı. Eğer kocası hür olsaydı ondan ayrılmaya hakkı yoktu. Kocası Büreyre'yi bu fikrinden caydırmak için günlerce arkasına düşüp ağladı. Metinde görüldüğü gibi Rasûlüllah aracı olduğu halde Büreyre ikinci bir defa kocasını istememiştir.
180) Taberânî ve Ebû Nuaym
181) Ebû Dâvûd ve Tirmizî
182) Harâitî
183) Beyhakî
184) Müslim
185) Deylemî, Müsned'ül-Firdevs
186) Irakî aslına rastlamadığını söylemektedir.
187) İmâm-ı Mâlik, Muvatta
188) Tirmizî Beyhaki Ebû Dâvud
189) Müslim, Buhârî
190) Tirmizî, (Abdülhamid b. Behram, Hezarî kabilesine mensuptur. Hadîste güvenilir bir kimsedir)
191) Müslim, (Onlara yolu daraltmak ancak yolda genişlik yoksa caiz olabilir. Eğer genişse boşuboşuna onlara eziyet vermek yasaktır. )
192) Beyhaki
193) Müslim ve Buhârî, (Hadîste geçen sam kelimesi ölüm, zulüm zillet ve meskenet mânâsına gelir) .
194) Müslim ve Buhârî
195) Tirmizî
196) Ebû Dâvud, Tirmizî
197) Harâitî, Beyhâkî
198) Bezzâr, Harâitî, Beyhaki
199) Harâitî, Tirmizî
200) Harâitî, İbn Adiyy
201) Ebû Dâvud
202) Ebû Bekir b, Mukrî
203) Hâkim
204) Harâitî
205) Harâitî ve Beyhakî
206) Tirmizî, İbn Mâce, Ahmed, Beyhakî
207) Tirmizî
208) Kitab'ul-İlim'de geçmişti.
209) Ebû Dâvud, İbn Mâce
210) Ebû Dâvud, Tirmizî
211) Müslim, Buhârî
212) Beğavî
213) Müslim
214) Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesâî
215) Müslim ve Buhârî
216) Ebû Dâvud, Tirmizî, İbn Mâce
217) Müslim
218) Tirmizî
219) Ahmed
220) İbn Eb'id-Dünya, (zayıf bir senedle)
221) Ebû Dâvud, (zayıf bir senedle)
222) Ebû Davud
223) Buhârî, Ebû Davud
224) Nesâî, Ebû Dâvud, Tirmizî
225) Müslim, Buhârî
226) Ebû Dâvud
227) Müslim
228) Ebû Dâvud, Tirmizî
229) Ebû Dâvud, Tirmizî
230) Ebû Davud
231) Taberanî
232) Müslim, Buhârî, (Ebû Hüreyre'den)
233) Müslim, Buhârî
234) Sbu Ya'lâ, İbn Adiyy
235) İbn Mâce, Hâkim, Tirmizî
236) Tirmizî, Hâkim
237) Buhârî, Tarih; Taberânî, Beyhakî
238) Ahmed, Taberânî
239) Buhârî
240) Ahmed, Taberânî
241) İbn Mâce
242) Ebû Dâvud, Tirmizî
243) Buhârî, Tarih) Taberânî, Harâitî
244) Hâkim, Taberânî
245) Harâitî, İbn kıbban
246) Taberani:
247) Deylemi ve. sened'ül-Firdevs, (Hazret-i Ali'den)
248) Hâkim
249) Sünen sahipleri, Hâkim
250) Hâkim, Beyhakî
251) Tirmizî, İbn Mâce
252) İmâm-ı Mâlik
253) Buhârî
254) İbn Sinnî, Taberânî, Beyhakî
255) İbn Eb'id-Dünya
256) Hanımından aldığı mehir nasda kolay ve rahat bir maldır. Bal ise yine nassla şifadır. Yağmur suyuna gelince; o da nassla tertemiz sudur. Hazret-i Ali bu hususlara işaret etmektedir.
257) İbn Eb'id-Dünya
258) İbn Eb'id-Dünya
259) İbn Eb'id-Dünya
260) Müslim, Buhârî
261) Müslim
262) Tirmizî, İbn Mâce, Hâkim
263) Müslim (Ebû Hüreyre'den) ; İmâm-ı Ahmed, (Büreyde'den)
264) Tirmizî, İbn Mâce
265) Irakî bu hadisin aslına rastlamadığını kaydetmektedir.
Komşuluk Hakları
Komşuluk, İslâm kardeşliği haklarından başka birtakım haklar içermektedir. Bu bakımdan müslüman bir komşu her müslü manın sahip olduğu umumî hakların dışında birtakım haklara daha sahiptir; çünkü Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur:
Komşular a) Bir hakkı olanlar, b) iki hakkı olanlar, c) Üç hakkı olanlar olmak üzere üç sınıftır.
Üç hakkı olan komşular; müslüman ve soyca akraba olan komşulardır. Böylelerinin komşuluk, İslâmiyet ve akrabalık hakları olmak üzere üç hakki vardır, İki hakkı olan komşu, müslüman komşudur. Bu komşunun hakları, komşuluk ve müslümanlık haklarıdır. Bir tek hakkı olan komşuya gelince, bu putperest komşudur. 267
Dikkat edilmelidir ki, Hazret-i Peygamber yalnızca komşuluktan dolayı putpereste bile bir hak vermiştir.
Yine Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur:
Komşularınla iyi geçin ve güzel komşuluk yap ki müslüman olasın. 268
Cebrâil bana komşu hakkında o kadar çok tavsiyede bulundu ki (Allah'ın emriyle) komşuyu komşuya vâris kılacak zan nettim. 269
Kim Allah'a ve son güne îman ediyorsa komşusuna ik ramda bulunsun. 270
Komşusu şerrinden emin olmayan kimse îman etmiş sayılmaz. 271
Kıyâmet gününde Allah'ın huzuruna gelen ilk hasımlar, komşulardır. 272
Komşunun köpeğine taş attığın takdirde ona eziyet vermiş olursun. 273
Adamın biri İbn Mes'ûd'a gelerek şöyle dedi:
- Benim bir komşum var; bana eziyet verip küfrediyor ve yolumu daraltıyor.
- Git; o senin hakkında Allah'a isyan etmişse sen onun hakkında Allah'a itaat et.
Hazret-i Peygambere 'Filan kadın bütün gün oruç tutuyor, geceleri de ibâdetle geçiriyor; fakat komşularına eziyet ediyor' denildiğinde 'O ateştedir'274 buyurdu.
Hazret-i Peygamber, komşusu hakkında şikayette bulunan bir kişiye sabretmesini tavsiye etti. Bilahare, üçüncü veya dördüncü de fasında 'Pılını-pırtını sokağın ortasına at!' buyurdu. Adam evine döndüğünde Hazret-i Peygamberin bu tavsiyesine uyarak eşyalarını sokağın ortasına attı. Bunun üzerine yoldan geçenler 'Ne oldu? Niçin böyle yapıyorsun?' diye sormaya başladılar. Sebebini öğrendiklerinde de 'Allah komşuna lânet etsin. Niçin böyle yapıyor?' diyorlardı. Bunun üzerine komşusu adama 'Eşyalarını evine taşı. Allah'a yemin ederim ki, bir daha böyle birşey yapmayacağım dedi. 275
Zührî şöyle rivâyet ediyor: "Adamın biri Rasûlüllah'a gelerek komşusunu şikayet etti. Bunun üzerine Rasûlüllah ona camiin kapısına çıkıp 'Kırk haneye kadar komşudur!' diye bağırmasını emretti",276
Zührî, dört cihete işaret ederek 'Bu cephelerin her birinden kırkar hane komşu sayılır' demiştir.
Rasûlüllah şöyle buyurmuştur: 'Uğurluluk ve uğursuzluk kadında, meskende ve attadır. Kadının uğurluluğu; mehirinin az, nikâhının kolay ve ahlâkının güzel olmasıdır. Uğursuzluğu ise mehirinin çokluğu, nikahının zorluğu ve ahlâkının kötülüğüdür. Meskenin uğurluluğu; geniş ve komşularının güzel ahlâklı olmasıdır. Uğursuzluğu ise dar ve komşularının kötü olmasıdır. Atın uğurluluğu, serkeş olmaması ve güzel huylu olmasıdır. Uğursuzluğu ise serkeş ve çirkin huylu olmasıdır'. 277
Komşu hakkı sadece onlara eziyet etmemekten ibaret değildir; aynı zamanda onların eziyetlerine de tahammül etmelidir. Çünkü sadece eziyet etmemekten ibaret olsa, diğer tarafın da eziyet etme mesiyle bunun karşılığı verilmiş demektir. Burada herhangi bir hakkın eda edilmesi sözkonusu değildir. Hatta komşunun eziyetle rine tahammül etmek de kâfi gelmez. Bunun yanısıra kişi onlara karşı şefkatli olacak ve kendisine eziyet eden komşusuna iyilik ya pacaktır; zira şöyle denilmiştir: 'Fakir komşu kıyâmet gününde zengin komşusunun yakasına yapışarak onu Allahü teâlâ'nın huzuruna çeker ve şöyle der: 'Yâ rabbî! Şu kuluna sor! Beni niçin mahrum etti? Niçin kapısını yüzüme kapattı?'
İbn Mukaffa bir komşusunun, borcundan dolayı evini satmak istediğini haber aldı. Kendisi arasıra onun evinin gölgesinde otu rurdu. 'Eğer komşum yokluktan dolayı burasını satıyorsa, onun gölgesine gereken hürmeti göstermemişim demektir' diyerek evin pahasını komşusuna verdi ve ona evini satmamasını söyledi.
Bir kişi evindeki farelerin çokluğundan şikayet etti. Kendisine bir kedi tutması tavsiye edildiğinde de şöyle dedi: 'Hayır, kediyi gö ren farelerin komşumun evine kaçmalarından korkuyorum. Böylece kendi nefsim için istemediğim birşeyi komşularım için is temiş olurum'.
Komşu haklarını şöyle özetleyebiliriz! Selâm vermek, hâlini sormak, hasta ise ziyaret etmek, musibet anında taziyede bulun mak ve üzüntüsünü paylaşmak, sevinçli günlerinde tebrik etmek, sevincine katıldığını belirtmek, kusurlarını affetmek, evinin içine bakmak, duvarlarına (izni olmaksızın) odun filan koymak sure tiyle komşusunu daraltmamak, külleri evinin önüne atmamak, evine giden yolu daraltmamak, evine götürülen yiyecek maddelerine bakmamak, ayıp ve kusurlarını örtmek, başına herhangi bir musi bet geldiğinde yardımına koşmak, bir yere gittiği zaman evine göz kulak olmak, aleyhinde konuşanı kendisine iletmemek, gizli hâlle rini araştırmamak, hizmetçisine fazla bakmamak, çocuğuyla konuşurken sevgi ve şefkat göstermek, din ve dünyası hususunda bilmediği şeylerde kendisini irşad etmek.
İşte bütün bu hakları tüm müslümanlar için riayet edilmesi gereken haklara ekleyerek komşuna tatbik etmen gerekir.
Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur:
Komşu hakkının ne olduğunu biliyor musunuz? Senden yardım istediğinde kendisine yardım etmeli; yardımına muhtaç olduğunda esirgememelisin. Senden borç is tediğinde vermeli; fakir düştüğünde onu geri almamalısın. Hastalandığında ziyaret etmeli; öldüğünde cenazesine katılmalısın. Kendisine bir hayır isabet ettiğinde tebrik et mel, başına bir musibet geldiğinde onu teselli etmelisin. Eğer izni yoksa evini, hava almasına mâni olacak şekilde, onun evinden yüksek yapmamalısın. Ona eziyet vermemeli sin. Bir meyve aldığın zaman ona da hediye etmelisin; eğer bunu yapmayacaksan aldığın şeyleri evine gizlice götürme lisin. Sakın çocuğun onu eline alıp dışarıya çıkmasın; çünkü komşunun çocuğu görüp rahatsız olur. Çömleğinin bu harıyla (yemeğinin kokusuyla) onu rahatsız etme. Yemeğinin kokusunu komşuna ancak ondan kendisine ik ram etmek şartıyla hissettirebilirsin.
Bunu söyledikten sonra şöyle devam etti:
Siz komşunun hakkı nedir biliyor musunuz? Nefsimi kudret elinde tutan Allah'a yemin ederim ki komşusunun hakkını tam mânâsıyla ancak Allah'ın lütfuna mazhar olan kimseler yerine getirebilir. 278
Bu hadîs-i şerîfi Amr b. Şuayb babasından, o dedesinden, dedesi de Hazret-i Peygamber’den bu şekilde rivâyet etmiştir.
Mücâhid şöyle anlatıyor: Bir gün Abdullah b. Ömer'in yanında bulunuyordum. O sırada hizmetçisi bir koyun yüzüyordu. İbn Ömer ona 'Bu koyunu yüzdükten sonra yahûdî komşumuzdan başlamak üzere komşulara birer parça ver' dedi ve bunu birkaç kere tekrarladı. Hizmetçi 'Ne de çok tekrar ettiniz efendim' dedi. Bunun üzerine İbn Ömer 'Çünkü Hazret-i Peygamber komşularımız hakkında o kadar çok tavsiyede bulundu ki onları bize varis kılacak zannettik' buyurdu.
Hişam şöyle diyor: 'Hasan-ı Basrî kurban etinden yahûdî ve hristiyan komşuya verilmesinde herhangi bir beis görmezdi'.
Ebû Zer (radıyallahü anh) şöyle diyor: Dostum (Hazret-i Peygamber) bana komşum hakkında tavsiyede bulunarak şunları söyledi: 'Yemek pişirdiğin zaman bol sulu yap. Sonra komşularından bazılarına bak ve o yemekten onlara da birşeyler gönder'. 279
Âişe validemiz şöyle anlatıyor: Rasûlüllah'a 'Ey Allah'ın Rasûlü! Benim iki komşum var. Birisinin kapısı bana bakıyor; diğerinin ki ise uzaktadır. Çoğu zaman yemeğim ikisine birden göndermeye yetmiyor. Bunlardan hangisinin hakkı daha büyüktür? dedim. 'Kapısı sana bakanın hakkı daha büyüktür' bu yurdu. 280
Hazret-i Ebû Bekir, komşusu ile münakaşa eden oğlu Abdurrahman;'a'Oğlum! Sakın komşunla münakaşa etme. Çünkü herkes gider, yanında sadece komşun kalı' dedi.
Hasan b. isa en-Nisaburî şöyle diyor: Abdullah b. Mübârek'e sordum:
- Komşum gelip hizmetçimden şikayet ederek şunu şunu yaptı' diyor; hizmetçim de yapmadığını söylüyor. 'Belki haklıdır' korkusuyla hizmetçimi dövmek istemiyorum. Ancak tamamıyla serbest bırakılmasını da doğru bulmuyorum. Bu bakımdan komşum bana kızıyor. Ne yapmalıyım?
İbn Mübarek şöyle buyurdu.
- Hizmetçin, edeblendirilmesini gerektiren birşey yaptığında onu gözet! Eğer komşun şikayet ederse onu bu yaptığından dolayı edeblendirirsin. Böylece hem komşunu razı etmiş ve hem de hizmetçini edeblendirmiş olursun. Böyle yapmakla iki hakkı bir arada ve hikmetli bir şekilde yerine getirmişolursun.
Âişe validemiz şöyle buyurmuştur: Güzel ahlâkın hasletleri on tanedir. Bunlar bazen kişide bulunur, babasında bulunmaz; kölede bulunur, efendisinde bulunmaz. Allahü teâlâ bunları sevdiği kullarına ihsan eder.
1. Doğru konuşmak,
2. Erkeklik göstermek,
3. İsteyene vermek,
4. İyiliğe karşılık vermek,
5. Sıla-yı rahim yapmak,
6. Emanete hıyânet etmemek,
7. Komşuyu korumak (hâlini ve durumunu kontrol etmek) ,
8. Arkadaşı korumak,
9. Misafire ikramda bulunmak,
10. Bütün bu hasletlerin başı hayâ'dır.
Ebû Hüreyre Rasûlüllah'ın şöyle buyurduğunu rivâyet etmektedir:
Ey müslüman kadınlar! Bir koyun tırnağı dahi olsa hiçbir komşunuzun ikramını hakir görmeyin. 281
Yine Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur: 'Geniş mesken, sâlih komşu ve rahat merkep müslüman kişinin saadetindendir'. 282
Abdullah b. Mes'ud şöyle rivâyet ediyor: Bir kişi Rasûlüllah'a şöyle dedi:
- Yâ Rasûlallah! İyilik mi yoksa kötülük mü yaptığımı nasıl anlayabilirim?
- Komşuların sana iyilik yaptığını söyledikleri zaman iyilik, kötülük yaptığını söyledikleri zaman da kötülük yapmışsın demektir. 283
Câbir'in rivâyet ettiğine göre Rasûlüllah şöyle buyurmuştur: 'Kimin bir duvarda (ya da herhangi birşeyde) komşusu veya ortağı varsa, onu o komşusuna veya ortağına teklif etmeden satmasın'. 284
Ebû Hüreyre şöyle demiştir: 'Hazret-i Peygamber komşunun, ta vanında kullandığı kirişin başını, ister razı olsun, ister olmasın komşusunun duvarının üzerine koyabileceğini söylemiştir'. 285
İbn-i Abbâs'ın rivâyetine göre Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur:
Sakın komşunuzu, kirişini duvarınıza koymaktan menet meyin. 286
Ebû Hüreyre 'Sizin bu hükme razı olup riayet etmediğinizi gö rüyorum. Allah'a yemin ederim ki ben o kirişi sizin evlerinizin or tasına atacağım' demiştir. Âlimlerin bir kısmı buna razı olmanın farz olduğuna kail olmuşlardır.
Hazret-i Peygamber şöyle buyurmaktadır:
Allahü teâlâ kime hayır irade ederse onu ballandırır.
'Onu ballandırır' ifadesinin ne anlama geldiği sorulduğunda 'Onu komşularına sevdirir demektir' buyurmuştur. 287
Akrabalık Hakları
Hazret-i Peygamber şöyle buyurmaktadır:
Allahü teâlâ şöyle buyurmuştur: Ben Rahmânım; şu da sıla yı rahimdir. Ona kendi ismimden bir isim verdim. Bu ne denle bu rahmin hukukuna riayet eden kimseyi hedefine vardırır; onu kesen kimseyi mahrum bırakırım. 288
kim ölümünden sonra eserinin devam etmesini ve rızkının geniş olmasını istiyorsa, sılayı rahim yapsın. 289
Rasûlüllah'a, İnsanların en faziletlisi kimdir?' sorusuna şu cevabı vermiştir: 'Allah'tan en fazla korkan, sılayı rahmi en güzel şekilde yapan, marufu (iyiyi) emir ve münker (kötü) den nehyetme görevini en iyi şekilde yerine getiren kimsedir'. 290
Ebû Zer şöyle demiştir: 'Dostum (Hazret-i Peygamber) bana, kendisi (benden uzaklaşıp) arkasını çevirse bile sıla-yı rahmi kesmememi tavsiye etti. Ayrıca acı da olsa hakkı söylememi emretti'.
Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur:
Rahm (akrabalık haklarına riayet) , arşa asılmıştır. Ona erişmek, akrabaların ziyaretine karşılık vermekle değil; an cak kendisiyle ilgisini kesen akrabalara sıla-yı rahim yap makla, yani onlarla ilgiyi kesmemekle mümkündür. 291
Sevabı (karşılığı) en çabuk verilen ibadet sıla-yı rahimdir. Hatta aile efradı fâsık ve facir olmasına rağmen bazı hanelerin malları artar ve adetleri çoğalır; çünkü onlar sıla-yı rahim yaparlar. . . 292
Zeyd b. Eslem şöyle anlatıyor: Hazret-i Peygamber Mekke'ye gittiğinde bir kişi önüne çıkarak şöyle dedi:
- Yâ Rasûlüllah! Eğer beyaz kadınlar ve esmer develer istiyorsan Müdlicoğulları kabilesinin üzerine yürü!
- Allah beni Müdlicoğulları üzerine yürümekten menetmiştir; çünkü onlar sıla-yı rahim yapıyorlar. 293
Hazret-i Ebû Bekir'in kızı Esmâ şöyle diyor: Annem (Mekke'den) bana geldiğinde Hazret-i Peygambere giderek şöyle dedim:
- Yâ Rasûlallah! Annem müşrik olduğu halde bana gelmiştir. Ona sıla-yı rahim yapabilir miyim?
-Evet. Başka bir rivâyette Esmâ şöyle sormuştur:
- Ona birşey verebilir miyim?
- Evet, ona sıla-yı rahim yap!294
Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur:
Fakirlere verilen sadakalar bir, fakir akrabaya verilen sada kalar ise iki sadaka sayılır. 295
Ebû Talha 'Sevdiğiniz şeylerden sadaka vermedikçe birr'e (iyiliğe) erişemezsiniz' (Âl-i İmrân/92) ayetinin hakikatine uymak için, çok hoşuna giden bahçesini sadaka olarak vermek istediğinde Hazret-i Peygambere gidip şöyle dedi:
- Yâ Rasûlüllah! Bahçemi, Allah yolunda fakir ve miskinlere bağışlıyorum.
- Sana ecir vermek Allah'a vacib oldu. Bu bakımdan onu fakir akrabaların arasında taksim et.
Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur:
Sadakanın en faziletlisi, kişinin, kendisine buğzeden yakın akrabasına verdiği sadakadır. 296
Bu hadîs Hazret-i Peygamberin şu hadîsinin mânasındadır:
Faziletlerin en üstünü, seninle ilgisini kesene sıla-yı rahim yapman, seni mahrum edene vermen ve sana zulmedeni af fetmendir.
Hazret-i Ömer valilerine bir emirnâme göndererek 'Akrabalara bir birlerini ziyaret etmeyi, fakat komşu olmamayı emrediniz!' bu yurmuştur. Hazret-i Ömer, bu sözü, şu hikmete binaen söylemiştir: Komşuluk çoğu zaman haklar için nefret ve münakaşaya yol açar ve dolayısıyla da akrabalar arasında sıla-yı rahmin kesilmesine sebep olur.
267) Bezzâr
268) Daha önce geçmişti.
269) Müslim, Buhârî
270) Müslim, Buhârİ
271) Buhârî
272) Ahmed-Taberani
273)
274) Ahmed ve Hâkim
275) Ebû Davud, İbn Hıbbân, Hâkim
276) Taberânî, Ebû Dâvud
277) Tirmizî, İbn Mâce, Taberânî
278) Harâitî, İbn Adiyy
279) Müslim
280) Buhârî
281) Buhârî
282) Ahmed, Hâkim
283) Ahmed, Taberânî
284) ibn Mâce, Hâkim
285) Harâitî
286) Harâitî
287) Harâitî, Beyhakî
288) Müslim, Buhâri
289) Müslim, Buhârî
290) Ahmed, Taberânî
291) Taberânî ve Beyhakî
292) ibyi Hıbbân, harâiti , beyhaki
293) Harâitî
294) Müslim, Buhârî
295 Tirmizi, Nesai, İbn Mace
296) Ahmed, Taberânî
Anne, Baba ve Çocuk Hakları
Akrabalığın en özeli ve en değerlisi doğurmaktır. Bu bakımdan akrabalık ve sılayı rahim hakkı burada oldukça kuvvet bulur.
Nitekim Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur:
Çocuk, babasının hakkını hiçbir şekilde ödeyemez; ancak onu köle olarak bulup da satın alarak âzad ederse ödeyebilir. 297
Anne-babaya yapılan iyilik, namazdan, sadaka, hac, umre ve Allah yolundaki cihaddan daha üstündür. 298
Anne-babasını razı ederek sabahlayan, kimse için cennette iki kapı açılır. Aynı şekilde onları razı ederek akşamlayan kimse için de böylesi vardır. Eğer birini razı ederse, bir kapı açılır. Kendisine zulmetseler de, zulmetseler de, zulmetseler de (onları razı etmeye çalışmalıdır) . Kim de ebeveynini kızdırdığı halde sabahlarsa ona da cehennemde iki kapı açılır. Onları kızdırarak akşamladığı zaman da yine kendisi için cehennemde iki kapı açılır. Eğer birini kızdırırsa bir kapı açılır. Kendisine zulmetseler de, zulmetseler de, zulmetseler de (durum değişmez) . 299
Cennetin kokusu beşyüz senelik mesafeden hissedilir. (Fakat buna rağmen) anne-babaya karşı gelen evlât ile sıla yı rahmi kesen kimse, onun kokusunu alamaz. 300
Annene, babana, kızkardeşine, kardeşine, sonra da sana en yakın olandan başlamak üzere diğer yakınlarına iyilikte bu lun. 301
Rivâyet edildiğine göre Allahü teâlâ Hazret-i Mûsa'ya şöyle bu yurmuştur: 'Yâ Musa! Anne-babasına karşı iyi davranıp (onlara itaat edip) bana isyan eden kimseyi itaatkâr kullarımdan, bana itaat edip de anne-babasına isyan eden kimseyi de âsi kullarımdan yazarım'.
Denildiğine göre Hazret-i Yûsuf, huzuruna giren babası Hazret-i Yakub için ayağa kalkmadı. Bunun üzerine Allahü teâlâ kendisine şu vahyi gönderdi: 'Sen baban için ayağa kalkmayı bir küçüklük mü sanıyorsun? İzzet ve celâlim hakkı için yemin ederim ki bu hareke tinden dolayı senin sulbünden bir tek peygamber bile gönderme yeceğim'.
Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur:
Bir müslümanın, vermek istediği sadakayı annesi-babası müslüman iseler ... için vermesinde hiçbir beis yoktur. Bu bakımdan o verilen sadakanın ecri, anne-babasına yazılır ve bir o kadarı da, onların ecirlerinden hiçbir şey eksilmeksizin, sadakayı veren kimsenin defterine yazılır. 302
Mâlik b. Rabîa şöyle anlatıyor: Hazret-i Peygamberin yanında oturduğumuz bir sırada Benî Seleme kabilesinden bir kişi gelerek 'Ey Allah'ın Rasûlü! Ebeveynimin benim üzerimde vefatlarından sonra takdim edebileceğim bir hakları var mıdır?' dedi.
Hazret-i Peygamber şöyle buyurdu: 'Evet. Onlara salavat getirmek (dua etmek) , onlar için bağışlanma dilemek, sözlerini yerine getirmek, dostlarına ikram da bulunmak ve onların dost ve yakınlarıyla ilgiyi (ve ancak onların yolundan gelen sılayı rahmi) kesmemektir'. 303
Kişinin babasının sevdiklerine (vefatından sonra onun dostlarına) sılayı rahim yapması, iyiliğin en âlâsıdır. 304
Validenin evlâdı üzerindeki ihsanı iki kattır. 305
Validenin duası herkesin duasından daha evvel kabul olu nur. 306
Bunun üzerine Hazret-i Peygamber'e şöyle soruldu:
- Bu neden böyle oluyor?
- Valide, babadan daha şefkatlidir de ondan. Şefkatlinin duası sakıt olmaz.
Bir kişi Hazret-i Peygambere şöyle sordu:
- Ey Allah'ın Rasûlü! Kime iyilik yapayım?
- Anne-babana.
- Onlar hayatta değildirler.
Bunun üzerine Hazret-i Peygamber şöyle buyurdu:
(O halde) evlâdına iyilik yap; çünkü ebeveyninin senin üze rinde hakkı olduğu gibi evlâdının da hakkı vardır. 307
İyilik yapması hususunda evlâdına yardım eden babadan Allah razı olsun.
Yani kötü amelleriyle çocuğunu isyana teşvik etmeyen babadan Allah razı olsun.
Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur: 'Birşey verirken çocuklarınız arasında eşitlik yapınız!'
'Çocuğun senin reyhanındır; ilk yedi senede onu koklarsın. İkinci yedi senede senin hizmetçindir. Bundan sonra da ya düşmanın veya ortağındır' denilmiştir.
Enes Hazret-i Peygamber'in şöyle dediğini naklediyor:
Erkek çocuğun doğumunun yedinci gününde akîka olarak bir koyun kesilir. Kendisine isim verilir. Kirlerden temizle nir. Altı yaşma bastığında güzelce terbiye edilir. Dokuz yaşına ulaştığında yatağı ayrılır. Onüç yaşına girdiği zaman namaz kılmadığı takdirde dövülür. Onaltı yaşma geldiği zaman, babası onu evlendirir ve sonra elinden tutarak 'Ben seni güzelce terbiye ettim. Öğrettim ve evlendirdim. Dünyada fitnenden ve âhirette de azabından Allah'a sığmıyorum' der. 308
Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur:
Çocuğun babası üzerindeki hakkı; onu güzelce terbiye etmek ve ona güzel bir isim vermektir. 309
Her çocuk akîkasının rehinidir. Doğumunun yedinci gü nünde akîka olarak bir hayvan kesilir ve başı traş edilir. 310
Katâde şöyle diyor: 'Akîkayı kestiğin zaman ondan bir kıl ala rak bunu kesilen şah damarları hizasında tut. Sonra bu kılı çocuğun başının (bıngıldağının) üzerine bırak; tâ ki ondan ip (izi) gibi kan aksın. Bundan sonra da çocuğun başı yıkansın ve traş edilsin. . . '
Adamın biri Abdullah b. Mübarek'e gelerek çocuklarından bazılarını şikayet etti. Abdullah ona şöyle dedi:
- Onlara hiç beddua ettin mi?
- Evet!
- O halde onları ifsad eden sensin!
Evlâda şefkat göstermek müstehabdır. Habis oğlu Akrâ Rasûlüllah'ın, torunu Hasan'ı öptüğünü görünce şöyle dedi:
- Benim on tane çocuğum var. Şimdiye kadar bir tanesini dahi öpmüş değilim!
- Merhamet etmeyene, merhamet edilmez.
Âişe vâlidemiz şöyle anlatıyor: Hazret-i Peygamber bir keresinde bana ' (Zeyd'in oğlu) Usâme'nin yüzünü yıka!' buyurdu. Usâme'nin yüzünü yıkamaya başladım; ancak bunu bir angarya olarak gördüğümden gönülsüz yapıyordum. Bunu farkeden Hazret-i Peygamber elime vurarak onu benden aldı ve yüzünü güzelce yıkadı. Sonra da yanaklarından öperek şöyle buyurdu:
Kız olmadığı için bize iyilik yapmıştır. 311
Hazret-i Peygamber birgün minberde iken Hazret-i Hasan'ın düştüğünü gördü. Bunun üzerine minberden inip onu kucaklayarak şu ayeti okudu: 'ınallarınız ve çocuklarınız (sizin için) ancak bir belâ ve imtihandır'. (Teğâbün/15)
Abdullah b. Şeddad şöyle anlatıyor: Hazret-i Peygamber birgün na maz kıldırırken Hazret-i Hüseyin çıkageldi, secdeye gittiğinde Hazret-i Peygamberin omuzuna çıktı. Hazret-i Peygamber cemaatin önünde secdeyi oldukça uzattı. Hatta cemaat birşey olduğunu zannettiler. Namaz bittikten sonra cemaat 'Yâ Rasûlüllah! Secdeyi çok uzattınız. Öyle ki birşey olduğunu zannettik' dediler. Bunun üze rine Hazret-i Peygamber şöyle buyurdu: 'Oğlum (torunum) sırtıma binmişti. Ben de onu hevesini almadan hemen indirmeyi doğru bulmadım'. 312
Hazret-i Peygamberin secdeyi bu şekilde uzatmasında birçok faydalar vardır: Birincisi Allah'a yaklaşmaktır. Çünkü kulun, Allah'a en yakın olduğu an secde halinde bulunduğu andır. (İkinci fayda) çocuğa gösterilen şefkat ve iyiliktir. Ayrıca burada ümmetin eğitilmesi de sözkonusudur.
Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur:
Çocuğun kokusu cennet kokusundandır. 313
Yezid b. Muaviye şöyle anlatıyor: Babam (Muaviye) Ahnef b. Kays'a haber gönderdi. Huzuruna geldiğinde de ona şöyle sordu:
- Ey Ebû'l-Bahr! Çocuk hakkında ne dersin?
- Çocuklar, kalplerimizin meyvesi, sırtlarımızın direğidir. Biz ise onlar için yumuşak bir arazi ve gölge yapan bulutlarız. Onlar için herşeyi göze alırız. Eğer birşey isterlerse, onlara istediklerini ver! Eğer öfkelenirlerse, onları razı et! Böyle yaptığın takdirde seni severler ve sana sevgilerini verirler. Onlara yük olma ki, senden usanıp vefatını temenni etmesinler ve sana yaklaşmayı çirkin bulmasınlar.
- Ey Ahnef! Sen Allah'ın sevgili bir kulusun. Huzuruma girdiğinde oğlum Yezid hakkında öfke ile dopdolu idim (öfkemiyatıştırdın) .
Ahnef, yanından çıkıp giderken Muaviye, oğlu Yezid'i bağışladı ve ona ikiyüzbin dirhem ve ikiyüz elbise gönderdi. Yezid de bu hediyenin yarısını (yüzbin dirhem ile yüz elbiseyi) Ahnefe gönderdi.
Bütün bu anlattıklarımız anne ve babanın haklarının ne kadar önemli olduğunu göstermektedir. Onların haklarının yerine geti rilmesi keyfiyeti ise uhuvvet (kardeşlik) hakkında zikrettiğimiz hadîslerden anlaşılmaktadır; zira buradaki bağ, kardeşlik bağından daha kuvvetlidir. Burada iki husus daha vardır: Birincisi; âlimlerin çoğu 'Anne ve babaya itaat, şüpheli şeylerde de farzdır' demişlerdir; fakat haramlığı kesin olan konularda onların dediklerini yapmak farz değildir. Hatta annen ve baban kendile rinden ayrı yemek yemenden rahatsız oluyorlarsa, yemeği onlarla beraber yemen farzdır. Çünkü şüpheliyi terketmek takvadandır. Ebeveyni razı etmek ise farzdır. İkincisi; mübah ve nafile olan yol culuklara, izinleri olmaksızın çıkamazsın. Müslümanların üze rinde farz olan haccı hemen yapmak sünnettir; çünkü hac geniş zamanlı bir farzdır. İlim talep etmek için başka memleketlere gitmek nafile ibadettir. Ancak talep ettiğin ilim namaz, oruç gibi farzların ilimleri ise ve memleketinde bu ilimleri öğretecek kimse de yoksa, bu ilimleri öğrenmek için gitmen farz olur; tıpkı yeni müs lüman olan birinin, memleketinde İslâm nizamını öğretebilecek kimse olmadığında, İslâm dinini öğrenmek için hicret etmesinin farz olduğu gibi. . .
Bu gibi meselelerde anne ve babanın iznine gerek yoktur.
Ebû Said el-Hudrî şöyle anlatıyor: Adamın biri Yemen'den Hazret-i Peygambere gelip cihada katılmak istediğini söyledi. Hazret-i Peygamber ona şöyle sordu:
- Yemen'de annen ve baban var mı?
- Evet var.
- Onlar sana (gelmen için) izin verdiler mi?
- Hayır!
Bunun üzerine Hazret-i Peygamber şöyle buyurdu:
- O halde dön! Anne ve babanın yanma git! Onlardan izin iste. Eğer izin verirlerse (Allah yolunda) cihad et. Aksi takdirde gücün yettiği kadar onlara hizmet et. Çünkü Tevhîdden sonra Allah'ın huzuruna götüreceğin en iyi ibadet, anne-babana yaptığın hizmettir. 314
Hazret-i Peygamber, savaşa katılma hususunda kendisiyle istişare etmek üzere gelen birisine şöyle sordu:
- Annen var mı?
- Evet!
- O halde onun hizmetinden ayrılma; çünkü cennet annenin ayakları dibindedir. 315
Adamın biri hicret üzerine Matlaşmaya geldiği Hazret-i Peygambere şöyle dedi:
- Babamı ve annemi ağlatmadan sana gelemedim!
- O halde dön ve onlar: ağlattığın gibi güldür. 316
Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur:
Büyük kardeşin küçük kardeşler üzerindeki hakkı, babanın evladı üzerindeki hakkı gibidir. 317
Herhangi birinizin bineği huysuzluk yaptığı ya da hanımının veya aile efradından birinin ahlâkı kötüleştiği zaman, onun kulağına ezan okusun. 318
Köle Hakları
Nikâh'tan doğan haklar, Nikâh bölümünde geçmişti. Köle ve cariyelerin de muaşerette gözetilmesi gereken birtakım hakları vardır. Hazret-i Peygamber son vasiyetinde şöyle buyurmuştur:
Sağ ellerinizle mülk edindiğiniz (sahip olduğunuz) köleler hakkında Allah'tan korkunuz. Onlara yediğinizden yedirip giydiğinizden giydiriniz. Onları güçlerinin yetmeyeceği işlerde çalıştırmayınız. Sevdiğiniz köle ve cariyeleri yanınızda alıkoyup sevmediklerinizi satınız. Allah'ın mahl ûkatına azap etmeyiniz; çünkü onları size mülk eden Allah'tır. Eğer O dileseydi sizi onlara mülk edebilirdi. 319
Yine Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur:
Efendi, kölesinin yiyecek ve giyeceğini normal olarak vermek mecburiyetindedir. Kölelere güç yetiremeyeceği iş teklif edilemez. 320
Hilekar, kibirli, hain ve kölesine kötü muamele eden kimseler cennete giremez. 321
Hazret-i Ömer'in oğlu Abdullah şöyle anlatıyor: Adamın biri Hazret-i Peygamber'e gelerek 'Hizmetçilerimizin işlediği kusurların ne kadarını affedelim?' diye sordu. Hazret-i Peygamber önce susup cevap vermedi; sonra da 'Günde yetmiş kusurlarını affediniz' buyurdu. 322
Hazret-i Ömer her cumartesi (Medine'nin yakınında bulunan ve bağlık ve bostanlık bir yer olan) Avaliye'ye giderdi. Orada güç yeti remeyeceği işlerde çalıştırılan bir köle gördüğünde onun işini ha fifletirdi; (bilfiil ona yardım ederdi) .
Ebû Hüreyre, hizmetçisi yaya olarak arkasında yürüdüğü halde devesinin üstünde giden birisine şöyle dedi:
- Ey Allah'ın kulu! Bu hizmetçi senin kardeşindir, onu terkine alsana. Onun ruhu da seninki gibidir.
Bunun üzerine adam kölesini bineğinin üzerine aldı. Ebû Hüreyre daha sonra şöyle buyurdu: 'Kişi, arkasında birisi olduğu halde yürürse Allah'tan gittikçe uzaklaşır!'
Ebu'd Derda’nın cariyesi şu itirafta bulunur:
- Sana bir seneden beri zehir içiriyorum; fakat sana hiç tesir etmedi?
- Bana niçin zehir içirdin?
- Senden kurtulmak için. . .
- O halde git; Allah rızası için hürsün,
Zührî şöyle der: "Kişi kölesine 'Allah seni mahrum etsin' dediği zaman o köle hürdür". (Bu çirkin sözün keffareti o köleyi âzâd etmektir) .
Kays'ın oğlu Ahnef e şöyle denildi:
- Hilmi kimden öğrendin?
- Âsım'ın oğlu Kays'tan öğrendim,
- Onun hilrni nasıldı; bize anlatır mısın?
- O bir gün evinde oturuyordu. O sırada cariyesinin getirmekte olduğu bir tencere dolusu kavrulmuş et oğlunun üzerine döküldü. Çocuk yanarak öldü. Bu durum karşısında cariye dehşete kapıldı. Bunun üzerine Kays, kendi kendine 'Bu cariyenin korkusunu ancak âzâd edilmesi giderebilir' diye düşünerek ona 'Seni Allah için âzâd ediyorum' dedi.
Avn b. Abdillah kendisine isyan eden hizmetçisine şöyle demiştir: 'Efendine ne kadar da benziyorsun. Senin efendin (kendisini kastediyor) , efendisine (Allah'a) isyan ediyor. Sen de efendine isyan ediyorsun'.
O bir gün kendisine kızan kölesine şöyle dedi: "Sen, böyle dav ranmakla seni dövmemi istiyorsun ama ben bunu yapmayacağım. Git, sen Allah için hürsün!'
Meymun b. Mihran'ın misafiri vardı. Cariyesi akşam yemeğini acele ile getirirken elindeki dolu çanak kayarak efendisi Meymun'un başına dökülüverdi. Bunun üzerine Meymun şöyle dedi:
- Ey cariye! Beni yaktın!
-Ey insanlara hayrı öğreten ve edeb dersi veren kişi! Allahü teâlâ'nın sözlerine müracaat etsene!
- Nedir bu sözler?
- 'Onlar öfkelerini yutarlar'. (Âl-i İmrân/134)
- Ben öfkemi yuttum!
- İnsanları (cezalandırmaz) affederler'. (Âl-i İmrân/134)
- Seni affettim!
- Dahasını yap! Çünkü 'Allah iyilik yapanları sever. (Âl-i îmran/134)
- Seni Allah rızası için âzâd ettim!
İbn Münkedir şöyle der: Hazret-i Peygamberin sahabîlerinden biri kölesini dövdü. Kölenin 'Senden, Allah için beni dövmemeni istiyo rum ve sana Allah'ın vechiyle yemin verdiriyorum' diye yalvar masına rağmen adam onu affetmedi. Kölenin yalvarışını işiten Hazret-i Peygamber onlara doğru ilerledi. Adam Hazret-i Peygamber'in gelişini farkettiğinde kölesini dövmekten vazgeçti. Hazret-i Peygamber ona 'Kölen sana Allah'ın vechiyle yemin verdirdiği halde onu affetme din; fakat beni gördüğün zaman onu dövmekten vazgeçtin. (Bu nasıl olur?) ' dedi. Bunun üzerine adam 'Bu köle Allah rızası için hürdür, (onu azâd ettim) ' dedi. Hazret-i Peygamber de 'Eğer böyle yap masaydın yüzünü ateş kaplardı' buyurdu. 323
Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur:
Efendisine nasihatta bulunup itaat eden ve Allah'ın ibadetlerini güzelce eda eden kul (köle) için iki ecir vardır. 324
Ebû Râfi âzâd edildiği zaman ağlayarak 'Şimdiye kadar iki ecrim vardı, şimdi ise bunlardan birisi gitti' demiştir.
Hazret-i Peygamber şöyle buyurmaktadır:
Bana cennete girecek ilk üç zümre ile cehenneme girecek ilk üç zümre gösterildi. Cennete giren ilk üç zümrenin birincisi şehidler, ikincisi rabbinin ibadetini güzelce eda eden ve efendisine nasihatta bulunan köleler, üçüncüsü ise çoluk çocuk sahibi olduğu halde dilenmeyen ve haram yemekten sakınan iffetli kimselerdir. Cehenneme giren ilk üç zümre ise şunlardır: a) Raiyyesine musallat kılman (zâlim) hü kümdarlar, b) Allah'ın hakkını vermeyen servet sahipleri, c) Mütekebbir fakirler. 325
Ebû Mes'ud el-Ensârî şöyle anlatıyor: Bir gün hizmetçimi dövü yordum. Bu sırada arkamdan birinin iki defa 'Ey Ebû Mes'ud! diye seslendiğini duydum. Dönüp baktığımda Hazret-i Peygamberin arkamda durduğunu gördüm. Kırbacı elimden attım. Hazret-i Peygamber bana şöyle dedi: 'Yemin ederim ki, Allah'ın gücü sana, senin gücünün bu hizmetçine yetmesinden daha fazla yeter'. 326
Muaz'ın rivâyetine göre Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur:
Herhangi biriniz bir köle satın aldığı zaman, ona ilk önce helva (tatlı) yedirsin; zira bu kölenin nefsine daha güzel gelir.
Ebû Hüreyre Hazret-i Peygamberin şöyle buyurduğunu rivâyet eder:
Herhangi biriniz, hizmetçisi yemeğini getirdiğinde onu yanına oturtsun ve yemeği onunla birlikte yesin. Eğer böyle yapmazsa hiç değilse ona yemekten bir lokma uzatsın. 327
Herhangi birinizin kölesi yemek yapmasını bilip de kendisini hararet ve meşakkatinden kurtararak hazırladığı yemeği önüne getirirse onu yanına oturtsun ve yemeği onunla beraber yesin. Eğer böyle yapmazsa, o yemekten bir lokma alarak ona versin ve 'Al bu lokmayı ye!' desin.
Adamın biri Selman-ı Farisî'nin huzuruna girdiğinde onun hamur yoğurduğunu gördü. Bunun üzerine şöyle dedi:
- Ey Ebû Abdullah! Bu nedir?
- Hizmetçiyi bir iş için gönderdik. Ona iki iş yaptırmayı münasib görmediğimden hamuru ben yoğuruyorum.
Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur :
Cariyesinin namusunu muhafaza edip bir rivâyette ona din ve diyanetini öğretip ve ona iyilik yaptıktan sonra âzâd edip onunla evlenen kimse için iki ecir vardır. 328
Yine Hazret-i Peygamber şöyle buyurmaktadır;
Hepiniz çobansınız ve güttüklerinizden mesulsünüz. 329
Köle hakları; yiyecek ve giyeceğinde onu kendisine ortak yap mak, ona gücünün üstünde yük yüklememek, ona kibir ve hakaret gözüyle bakmamak, kusurunu affetmek, bir kusurunu görüp de öfkelendiğinde Allah'a karşı işlediği kendi kusurlarını ve isyanlarını ve Allahü teâlâ'nın kudretinin kendisininkinden çok daha büyük olduğunu düşünerek onu cezalandırmakta acele etmemektir.
Faddale b. Ubeyd Hazret-i Peygamberin şöyle buyurduğunu rivâyet eder:
Üç zümre vardır ki, bunların hali sorulmaz a) Cemaatten ayrılan kişi, b) İmamına (devlet başkanına) isyan ettiği halde ölen kişi, c) Kocası yanında olmadığında ve nafakasını bırakmasına rağmen kocasından sonra süslenip bezenen kadın. . .
Üç zümre daha vardır ki, bunların da hali sorulmaz: a) (Allah'ın) ridasını almak için, Allah ile mücadeleye kalkışan kişi (Allah'ın ridası yüceliği, izan ise izzet ve aza metidir) , b) Allah hakkında şüpheye düşen kişi, c) Allah'ın rahmetinden ümidini kesen kişi.
İnsanlarla muaşeret ve sohbet âdabına ilişkin bu bölüm burada sona ermiş bulunuyor.
297) Müslim
298) Ebû Ya'lâ, Taberânî
299) Beyhakî
300) Taberânî
301) Nesâî, Ahmed, Hâkim, Ebû Dâvûd
302) Taberânî
303) Ebû Davud, İbn Mâce, İbn Hıbbân, Hâkim
304) Müslim
305) Garib bir hadîstir. Mânâsı daha önce geçmişti.
306)
307) Taberânî, Dârekutnî
308) İbn Hıbbân
309) İbn Hıbbân
310) Tirmizî
311) Irâkî bu şekilde görmediğini kaydeder. İmâm-ı Ahmed ise başka bir ibare ile nakletmiştir.
312) Hâkim
313) Taberânî
314) Ahmed, İbn Hıbbân
315) Nesâî, İbn Mâce, Hâkim
316) Ebû Dâvud, nesai, ibn mace, Hâkim
317) İbn Hıbbân
318) Deylemî
319) Ebû Dâvud, Müslim, Buhârî
320) Müslim
321) Ahmed, Tirmizî
322) Ebû Dâvud, Tirmizî
323) İbn Mübarek
324) Müslim, Buhârî
325) Tirmizî, İbn Hıbbân
326) Müslim
327) Müslim, Buhârî
328) Müslim, Buharî
329) Müslim, Buhârî