İHYÂ-İ ULÛMİ'D-DÎN | UZLET ÂDÂBI 2

 16-1

 

III. Fayda

Fitne ve husumetten kurtulmak, din ve nefsi, fitneye dalmaktan korumak ve fitnenin tehlikelerine maruz kalmaktan kaçınmaktırMemleket çok az zaman taassuplar, fitneler ve husumetlerden uzak kalırBu bakımdan insanlardan uzak olan bir kimse bütün bunlardan selâmet kalır.

Nitekim Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) Abdullah bAmr bel-As'a fitneden bahsederek fitneyi vasıflandırdığında şöyle hitap etti:

- İnsanların sözlerinin sallantıda olduğunu, emanetlerinin azaldığını ve (parmaklarını birbirine geçirerek) şöyle olduklarını gördüğün zaman. . .

- Ya Rasülüllah! Böyle olduğunu gördüğüm zaman ben ne yapmalıyım?

- Evinden çıkma, diline hakim ol, bildiğini al, bilmediklerini bırakHavassın işiyle meşgul olAvamın işini ise bırak30

Ebû Said el-Hudrî Hazret-i Peygamber'in şöyle buyurduğunu rivâyet eder:

Kişinin en hayırlı malının dağların başında ve yağmurun isabet ettiği yerlerde otlattığı koyun sürüsü olma zamanı yaklaşıyorBu kişi dağların bir tepesinden öbür tepesine dinini fitneden kaçırmaktadır!31

Abdullah bMes'ud Hazret-i Peygamberin şu hadîsini rivâyet eder:

- İnsanların üzerine bir zaman gelecektir ki, dindarın dini sağlam kalmazAncak dinini bir köyden diğer bir köye, bir dağın tepesinden diğer bir dağın tepesine, bir taştan diğer bir taşa (veya bir delikten diğer bir deliğe) kurnaz tilki gibi kaçıran bir kimse bu hükmün dışında kalacaktır!'

Ey Allah'ın RasûlüBu hâdise ne zaman olacaktır?

- O zaman, kazanç Allah'a karşı günahları işlemek suretiyle elde edilir! İşte o zaman geldiğinde bekar kalmak zamanı gelmiş demektir.

- Bu nasıl olur? Oysa sen bize evlenmeyi emrettin?

- O zaman gelip çattığında kişi annesinin ve babasının eliyle helâk olur. Eğer anne ve babası yoksa hanımının ve çocuğunun eliyle helâk olur. Eğer o da yoksa akrabasının eliyle helâk olur!

- Bu nasıl olur?

- Kişiyi elinin darlığından ve fakirliğinden dolayı ayıplarlar! O da gücünün yetmediği işlere kalkışır. Öyle ki bu işler kendisini felaketin ortasına sürükler!. 32

Bu hadîs-i şerif, her ne kadar bekarlık hakkında varid olmuş ise de, uzlete çekilmek de bu hadîsten anlaşılır. Zira evli bir kimse geçimini temin etmek ve halk ile karışmaktan kurtulamaz. Sonra kazanç da ancak Allah'a isyan etmek suretiyle elde edilir. Ben şu zaman o zamandır demiyorum. Belki (Hazret-i Peygamber'in söylediği) o zaman bizim bu asrımızdan birkaç asır önce tahakkuk etmiştirOnun içindir ki Süfyân şöyle demiştir: 'Yemin ederim, bekar kalmak gerekli olmuştur'.

İbn Mes'ûd da şöyle demiştir: Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) fitne ve herc günlerinden bahsettiŞöyle sordum:

- Herc ne demektir?

- Kişi yanına oturduğu arkadaşından emin olmadığı zaman demektir.

- Eğer o zamana yetişirsem bana ne yapmamı emredersin?

- Nefsini ve elini tut (onlara hâkim ol) ve evine gir!

- Eğer kişi gelip evimde beni taciz ederse ne yapmalıyım?

- Odana gir!

- Eğer odama girerse ne yapayım?

- Mescidine gir ve şöyle yap, (O esnada Hazret-i Peygamber mübarek bileğini tuttu) ve ölünceye kadar 'Rabbim Allah'tır' de33

Sa'd b. Ebî Vakkas, Muaviye döneminde Muaviye'ye karşı çıkmaya davet edildiğinde cevap olarak şöyle demiştir:

Hayır çıkmam! Ancak bana iki gözü ve dili olan bir kılıç verirseniz o zaman savaşırımO kılıç gözü ile görmeli, diliyle de 'İşte bu kâfirdir' demeli ki ben de onu öldüreyim; 'Şu da Mü'mindir' demeli ki ben de ondan elimi çekeyim sakınayım. Sonra şöyle devam etti:

Bizimle sizin misaliniz, bembeyaz bir yolun üzerinde bulunan bir kavmin misaline benzer ki o kavim bu apaçık yoluna devam ederken, ansızın bir kasırga koptu ve bunlar yollarını şaşırdılarBöylece yolun çıkarılması bunlara zor geldi. Bazıları 'yol sağda kaldı' deyip sağa doğru gittilerBöylece şaşırdılar ve sapıttılar. Bazıları 'solda kaldı' deyip sola doğru devam ettilerOnlar da şaşırıp sapıttılarBaşkaları oldukları yerde kalakaldılar ki, rüzgar dinip yol görününceye kadar. . . O zaman sefere çıktılar.

İşte böylece Sa'd b. Ebî Vakkas ve beraberinde bir cemaat uzlete çekildiler ve fitneden uzak durdular.

İbn Ömer'den şöyle rivâyet ediliyor: İbn Ömer'e Hazret-i Hüseyin'in (radıyallahü anh) Irak'a gitiği haberi geldiği zaman İbn Ömer Hazret-i Hüseyin'in arkasına düşüp üç günlük bir mesafeden sonra Hazret-i Hüseyin'e yetişti ve şöyle dedi:

- Nereye gidiyorsun?

Hazret-i Hüseyin'in yanında tomar tomar kağıtlar vardıDedi ki:

- İşte bunlar Iraklıların mektuplarıdır.

- Sen onların mektuplarına aldanmaOnlara gitme!

Fakat bütün bu ısrara rağmen Hazret-i Hüseyin gitmekte direndiBunun üzerine İbn Ömer, Hazret-i Hüseyin'e şöyle hitap etti: O halde ben size Hazret-i Peygamber'in bir hadîs-i şerifini hatırlatayım:

Cebrail (aleyhisselâm) Hazret-i Peygamber'e geldiHazret-i Peygamber'i dünya ile âhiret arasında muhayyer bıraktıHazret-i Peygamber âhireti dünyaya tercih ettiSen ise Hazret-i Peygamber'in bir parçasısınAllah'a yemin ederim, siz ehl-i beyt'ten kıyâmete kadar hiç kimse dünyaya hâkim olamayacaktırSizi dünyaya hâkim olmaktan alıkoyan şey, sizin için dünyadan daha hayırlı olan bir iştir.

İbn Ömer'in rivâyet ettiği bu hâdise rağmen yine Hazret-i Hüseyin dönmeye razı olmadıBunun üzerine İbn Ömer Hazret-i Hüseyin'in boynuna sarılarak hüngür hüngür ağladı ve dedi ki: 'Ben seni bir ölü veya bir esir olarak Allah'a emanet ediyorum'34

Ashâb-ı kirâmdan onbin kişi vardıOysa fitne zamanında kırk kişiden fazlası gizlenmediTavus evinde oturuyorduOna 'Neden evinden çıkmıyorsun?' denildiği zaman şöyle dedi: 'Beni çıkarmayan zamanın fesadı, hükemanın zâlimliğidir'.

Urve bZübeyr Akik adlı yerde köşkünü yaptıktan sonra oraya çekildi ve dışarı çıkmadıKendisine 'Sen saraya kapanıp Hazret-i Peygamberin mescidini niçin terkettin?' diye sordukları zaman şu cevabı verdi: 'Sizin mescidleriniz levhiyatla, çarşılarınız fesad ile doludurFahişelik yollarınızda yükselmektedirŞu köşkün içinde sizin içinde bulunduğunuz felaketten emin kalmış olurum'.

Durum bu iken, husumetler ve fitne merkezlerinden sakınmak, uzlete çekilmenin faydalarından birisi olur.

IV. Fayda

Halkın şerrinden kurtulmaktırZira halk bazen aleyhinde konuşmak suretiyle sana eziyet verirBazen de sû-i zan ve itham etmek suretiyle. . . Diğer bir zaman yerine getirilmesi zor olan şeyle eziyet verirlerBazen senden akıllarının ermediği amel ve sözleri görürlerOnu, fırsat kendilerine düştüğünde şer için kullanmak üzere ellerinde tutarlarSen onlardan uzak durdukça bütün bu durumlardan korunma külfetine girmezsinBu sebebe binaen hükemadan biri başkasına dedi ki: 'Sana onbin dirhemden daha hayırlı iki beyit öğreteceğim'O da 'Onlar nedir?' diye sorunca şöyle dedi: 'Gece konuştuğun zaman yavaş ol! Gündüz konuştuğun zaman, önce etrafını süz! Çünkü söz ağzından çıktıktan sonra bir daha geri dönmezİster iyi, ister kötü olsun'.

Şüphe yoktur ki, insanlara karışan, çalışmalarında onlara ortak olan bir kimse, hakkında hased eden ve su-i zan yapan düşmandan kurtulamaz ve insanlara karışan bir kimse vehmeder ki, karşısındaki düşman daima düşmanlık için hazırlanmakta, kendisi için tuzak kurmakta, tehlike ve desise ile arkasında gezmektedirÇünkü insanlar birşey hakkında muhteris oldukları zaman, her bağırmayı korkularından kendi aleyhlerinde sanırlar!

İnsanların hırsı dünya için kabardıkça kabarmış olduğundan onlar başkasının da dünyaya haris olduğunu sanırlarNitekim Mütenebbî şöyle demiştir: 'Kişinin yaptığı kötü olduğu zaman zanları da kötü olurÂdet edinmiş olduğu vehmi derhal şüphenin kapkaranlık bir gecesine dalar ve devam eder'.

Denildi ki: 'Kötü insanlarla oturup-kalkmak, iyi insanlar hakkında su-i zan yapmayı doğurur'İnsanın tanıdıklarından gördüğü kötülükler ve oturup kalktığı kimselerden çektiği ızdırap pek çokturBiz bunun izahını uzun uzadıya yapmayacağızZira bizim şimdiye kadar zikrettiklerimizde bunun tümüne birden işaret vardırUzlete çekilmekte ise, bütün bunlardan kurtuluş vardırUzleti tercih eden kimselerin çoğu buna işaret etmişlerdirEbu'd Derda (radıyallahü anh) şöyle demiştir: 'Tecrübe ettiğin zaman buğzedersin'Ebu'd Derda'nın sözü merfû hadîs olarak da rivâyet edilmiştir.

Şair şöyle der: 'Kim insanları övüp onları denememişse, o kimse daha sonra onları denediği zaman övdüklerini kötülerRahatı yalnızlıkta görürEn yakın ve en uzak kimselerden nefret eder'.

Hazret-i Ömer (radıyallahü anh) şöyle demiştir: 'Uzlete çekilmekte, kötü arkadaştan kurtuluş vardır!'

Abdullah bZübeyr'e35 neden Medine'ye gelmediği sorulduğunda, 'Niye geleyim ki, orada ancak başkasının nimetine haset eden veya başkasının felaketiyle sevinen kimseler kalmıştır' diye cevap vermiştir.

İbn Semmak diyor ki: Bir arkadaşımızdan şöyle mektup aldık: "Hamd ve salavattan sonra; halk daha önce tedavide kullanılan ilaç idiŞimdi ise, devası bulunmayan bir dert olmuşlardırBu bakımdan arslandan kaçtığın gibi onlardan kaç! Bedevilerden biri ağacın altında oturuyor, onu besliyor, suluyor, etrafını süpürüyor ve diyordu ki: 'Bu ağaç benim dostumdurOnda üç haslet vardır: a) Benden dinledi mi, gidip beni başkasına jurnal etmez, b) Eğer onun yüzüne tükürürsem benim bu eziyetime katlanır, c) Eğer ona kızıp döver, hakaret edersem o bana hiç hırslanmaz ve kızmazBedevinin bu sözleri, beni arkadaşlar hakkında zahid kıldı. (Artık arkadaşlık yapılacak kimse bulamıyorum) ".

Seleften biri, kitapları mütalaa etmeye ve mezarlar arasında oturmaya başlamıştıKendisine 'neden böyle yapıyorsun?' denildiği zaman, şöyle dedi: Tek başıma oturmaktan daha selâmetli, kabirlerden daha ibretli ve kitaplardan daha faydalı bir dost bulamadım da ondan. . . '

Hasan-ı Basrî şöyle anlatmaktadır: Hacca gitmek istedimSabit el-Bennanî benim hacca gideceğimi işitmiş, gelip bana dedi ki:

- İşittiğime göre, sen hacca gitmek istiyorsun? Ben de sana arkadaş olmak istiyorum.

- Allah senden razı olsun! Bırak da biz Allahü teâlâ'nın üzerimize gerdiği örtü altında birbirimizle muaşeret edip geçinelimÇünkü, eğer arkadaşlık yaparsak, birbirimizden nefret etmeyi gerektirecek hareketler görmekten korkuyorum!

Hasan-ı Basrî'nin bu sözü uzlete çekilmenin diğer bir faydasına işarettirO da örtünün, din, mürüvvet, ahlâk, fakirlik ve diğer kusurlar üzerine gerili kalmasıdır.

Allahü teâlâ, örtülü kalanları överek şöyle buyurmuştur:

(Sadakalar) şu fakirlere mahsustur ki, Allah yolunda kapanıp kalmışlardırBilmeyen, utangaçlıklarından dolayı onları zengin sanır. (Bakara/273)

Şair şöyle der: 'Eğer hür bir insanın elinden nimet çıkarsa Bu onun için ayıp ve ar değildirAncak ar ve ayıp odur ki, kişiden iyilik soyulsun'.

İnsan, din ve dünyasında, ahlâk ve işlerinde kusurlardan uzak değildirEn iyisi din ve dünyasında örtünmektirOnlar açıkta olursa selâmette kalamazEbu'd Derda şöyle demiştir: 'Halk, dikensiz yapraklar idiFakat bugün insanlar yapraksız diken oluverdiler'.

Ebu'd Derda'nın yaşadığı zamanın hükmü buysa ki o birinci asrın sonunda yaşıyordu artık o asırdan sonra gelen asrın şer olduğunda şüphe etmek uygun bir hareket olur mu?

Süfyân bUyeyne diyor ki: Süfyân es-Sevrî hayatta iken ve uyanıkken, öldükten sonra da rüyamda bana şöyle dedi: 'Halkı az tanı! (veya halkı tanımayı azalt) Çünkü halktan kurtulmak zordurBen, hoşuma gitmeyen şeyleri tanıdıklarımdan gördüm'.

Seleften biri şöyle demiştir: 'Dinar oğlu Malik'e geldimTek başına oturuyorduBaktım ki, bir köpek çenesini ayaklarının üzerine koymuştuBen köpeği kovmak istedimBana şöyle dedi: 'Onu kovma! Bu hayvancağız ne zarar verir ne de eziyetO kötü arkadaştan hayırlıdır'.

Birisine denildi ki:

- Halktan uzak kalmaya seni zorlayan nedir?

- Ben haberim olmaksızın, dinimden olmaktan korktum.

Bu zatın sözü işaret eder ki, insanın tabiatı kötü arkadaşın huylarından etkilenir.

Ebu'd Derda şöyle demiştir: 'Allah'tan korkunuz, halktan da uzak durunuzZira halk herhangi bir devenin sırtına binmişse, mutlaka onu yara ve bereler içerisinde bırakmışlardırHerhangi bir atın sırtına binmişlerse, sırtını şerha şerha yapmışlardırHerhangi bir Mü'minin kalbine oturmuşlarsa, muhakkak onu tahrip etmişlerdir'.

Seleften biri şöyle demiştir: 'Tanıdıkları azalt! Çünkü tanıdıkları azaltmak, hem senin dinin, hem de kalbin için daha selâmetlidirHakların boynundan düşmesi için daha hafiftirZira tanıdıklar çoğaldıkça hakları da o nisbette çoğalır ve o hakları yerine getirmek zorlaşır'.

Seleften biri şöyle demiştir: 'Tanıdıklarını tanımamazlıktan gel! Tanımadıklarınla tanışma!'

V. Fayda

Uzlet sayesinde halkın senden ümitleri ve senin de halktan beklediklerinin kesilmesidirHalkın senden ümitlerinin kesilmesine gelince, burada birçok faydalar vardırÇünkü halkın rızası öyle bir uzaklıktır ki, bir türlü kavuşulmazBu bakımdan kişinin kendi nefsinin ıslahıyla meşgul olması daha iyidirOturupkalktığı insanlara karşı yerine getirilmesi gereken hakların en rahat ve en kolayı, cenazesinde hazır bulunmak, hasta iken ziyaret etmek, düğünler de ve evliliklerinde hazır bulunmaktırBütün bunlarda vaktin zayi edilmesi sözkonusudur ve felaketlere maruz kalma vardır. Sonra bir kısmına gitmeye birtakım engeller çıkarOnlar hakkında bir kısım özürler ileri sürmen gerekirOysa her özrü izhar etmek de mümkün değildirKişiye 'Filanın hakkını yerine getirdin bizim hakkımızda ise, kusurlu davrandın' derlerBöyle yapmak düşmanlık sebebi olurBuna binaen şöyle denilmiştir: 'Ziyaret zamanında hastayı ziyaret etmeyen, o hasta iyileşirse mahcup olmamak için onun ölümünü temenni eder!'

O kimse hiç kimseyi ziyaret etmezse, kendisine birşey demezlerEğer bazılarını ziyaret ederse geri kalanlar kendisinden nefret ederlerBütün insanlar için bütün hakları yerine getirmek için, gece gündüz sadece kendisini bu vazifeye adayan bir kimse bile buna güç yetiremezAcaba din ve dünya hususunda kendisini meşgul eden mühim vazifesi olan bir kimse nasıl bunları yerine getirebilir?

Amr bel-As der ki: 'Dostların çokluğu, alacaklıların çokluğu demektir'.

İbn Rumî der ki: 'Senin düşmanın, dostundan istifade ederBu bakımdan çok arkadaş edinmeÇünkü hastalığın çoğunu görürsün ki, yiyecek ve içecekten gelir'.

İmâm-ı Şâfiî şöyle demiştir; 'Her düşmanlığın kökü, mutlaka kötü bir kimseye yapılan iyiliğe dayanır!'

Senin insanlardan ümidinin kesilmesine gelince, bu da büyük bir faydadırZira dünyanın malına ve süsüne bakan bir kimsenin hırsı kabarır, hırsının kuvvetiyle tamahı artarDurumların çoğunda mahrumiyetten başka bir şey görmezBu bakımdan ümidi yok olur, büyük sıkıntı ve üzüntülere düşerFakat halktan uzaklaştığı takdirde bunları görmezGörmediği takdirde nefsi çekmez ve tamahı kabarmaz.

İşte bu sırra binaen Allahü teâlâ şöyle buyurmaktadır:

Onlardan bazı zümrelere kendilerini denemek için verdiğimiz dünya hayatının süsüne gözlerini dikme. (Tâhâ/131)

Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

Malca altınızda bulunana bakınızÜstünüzde bulunana bakmayınızÇünkü böyle yapmak Allah'ın size bahşettiği nimetleri takdir etmenize daha uygundur36

Avn bAbdullah37 der ki: 'Ben zenginlerle oturuyordumDaima üzüntülüydümElbisemden daha güzel elbiseler, bineğimden daha kuvvetli binekler görüyordumNe zaman ki, fakirlerle oturmaya başladım, rahata kavuştum!'

Rivâyete göre, (İmâm-ı Şâfiî'nin talebesi) Müzenî bir gün Fustat camiinin kapısından çıktıO anda Abdülhakem'in oğlu Muhammed cemaatiyle beraber geliyorduOnun süslü hâli ve güzel durumu Müzenî'yi şaşırttıMüzenî derhal 'Bir de hanginiz sabırlıdır bilelim diye bir kısmınızı diğer bir kısmınız üzerine bir imtihan vesilesi kıldık' (Furkan/20) ayetini okudu; sonra şöyle bağırdı: 'Evet, ben sabreder ve razı olurum'.

Müzeni fakir ve yoksulduBu bakımdan evinde oturup halka karışmayan bir kimse, böyle fitnelerle karşılaşmazÇünkü dünya ziynetini gören bir kimsenin ya dini ve yakîni kuvvetli olup sabrederBu takdirde sabrın acılığını tatmaya mecbur olurOysa sabır 'sebir' denilen acı bitkiden daha acıdır veya böyle bir kimsenin isteği kabarırDünyayı elde etmek için hileli hareket etmeye mecbur olurBunu yaptığı takdirde de ebediyyen helâk olurDünyada helâk olması ise, çok zaman mahrumiyetle sonuçlanan tamahkârlıktırZira her isteyenin eline dünya geçmezÂhiretteki helâk olması ise dünya malını Allah'ın zikrine ve Allah'a yaklaşmaya tercih etmesinden kaynaklanır.

Nitekim İbn Arabî şöyle der: 'Zilletin kapısı zenginlik tarafından olduğu zaman, ben fakirlik yönünden yücelere çıkarım' İbn Arabî bu sözüyle tamahkarlığın halihazırda bile insanı zelil kıldığına işaret etmektedir.

VI. Fayda

Ahmakları görmekten kurtulmaktırOnların ahmaklıklarının ve ahlâklarının ağırlığını çekmekten kurtulmaktırZira bunun gibi insana ağırlık veren şeyleri görmek küçük bir körlüktür.

A'meş38 'Gözlerin hangi illetten zayıfladı?' denildiğinde, şöyle demiştir: 'Ağırlık veren kimseleri görmekten. . . '

Hikaye ediliyor ki, Ebû Hanîfe A'meş'in ziyaretine gelir ve Allahü teâlâ herhangi bir kimseden iki gözünü alırsa onların yerine onlardan daha hayırlısını ona ihsan eder'39 hadîsini okuyarak, 'Acaba Allah sana gözlerinin yerine ne gibi bir ihsanda bulundu?' diye sorarA'meş şaka yollu şöyle der: 'Allah onların yerine beni ağırlık veren kimseleri görmekten kurtardı ve sen de onlardan birisin'.

İbn Sîrin der ki: Bir kişinin şöyle dediğini duymuştum: 'Ben hoşlanmadığım bir kimseye bir defa baktım ve bayıldım'Yunan filozof hekîm Calinus (Galen) şöyle der: 'Herşeyin bir sıtması vardırRuhun sıtması da sıkıntı veren kimselere bakmaktır'.

İmâm-ı Şâfiî şöyle demiştir: 'Ben sıkıntı veren biriyle oturduğum zaman, onun tarafına düşen yanımın ağırlaştığını hissediyordumSanki o taraf diğer tarafımdan daha ağır geliyordu bana'.

Birinci ve ikinci faydadan başka, uzletin bu faydaları dünyanın hazır maksadlarıyla ilgilidirFakat aynı zamanda dinle de ilgilidirZira insanoğlu sıkıntı veren bir kimsenin görülmesiyle üzülüp sıkıldığı müddetçe onun aleyhinde bulunmaktan, Allah'ın sanatını görmekten emin olamaz! Bu bakımdan kişi başkasından gıybet veya su-i zan, hased, nemime veya başka bir kötülük görüp üzüldüğü zaman, onun karşılığını vermemekten sabrı taşarBütün bunlar dinin, fesadına sebep olur! Uzlet ve tenhaya çekilmekte ise, bütün bunlardan selâmette kalır.

21) Müslim

22) Tirmizî ve Sünen sahipleri

23) İbn Mâce

24) Müslim, Buhârî

25) Müslim

26) Kûfeli meşhur kurralardandır. İsminde ihtilaf vardır. En güvenilir rivayete göre ismi Şu'be'dir. H. 94 senesinde 100 yaşında iken vefat etmiştir.

27) Irâkî bu hadîsin merfû hadislerden bir aslı olmadığını, ancak İbn'ul-Cevzî tarafından Süfyân b. Uyeyne'nin sözü olduğunun iddia edildiğini kaydeder.

28) Müslim ve Buhârî

29) İbn Mâce

30) Ebû Dâvud, Nesâî

31) Buhârî

32) Ebû Nuaym, Hilye; Beyhakî, Zühd; Halilî, Tarih

33) Ebû Dâvud

34) Taberânî, Bezzâr

35) Abdullah, Hazret-i Ebû Bekir'in kızı Esma'dan doğmuştur. Hicretten sonra ilk doğan çocuk Abdullah'tır. Annesinin karnındayken annesi hicret etmiş ve kendisi hicretten sonra dünyaya gelmiştir. Hazret-i Peygamber vefat ettiğinde, dokuz yaşında idi. Fasih konuşan bir kimseydi. Muaviye'nin oğlu Yezid öldükten sonra, H. 64 senesinde Mekke'de müslümanlar Abdullah'a biat ederek onu halife seçtiler ve o da Hicaz, Irak'ın iki parçası, Yemen, Mısır ve Şam topraklarının çoğunu ele geçirdi. Halifeliği dokuz sene sürdü. Daha sonra Abdülmelik b. Marvan zamanında (H. 122 yılı, bir salı günü Mekke'de Haccâc-ı Zâlim tarafından öldürüldü.

36) Müslim

37) Mekkeli, güvenilir ve âbid bir zattı. H. 120 senesinden önce ölmüştür.

5. Uzlete Çekilmenin Âfetleri

Din ve dünyanın birtakım maksatları vardır ki, ancak başkasının yardımıyla insan onlardan istifade edebilirAncak insanlarla oturup kalkmak suretiyle onlar elde edilirBu bakımdan insanlara karışmakla istifade edilen herşey, uzlete çekilmekle elden kaçarOnun elden kaçması uzlete çekilmenin âfetlerindendirÖyle ise insanlara karışmanın faydaları ve insanı ona çağıran sebeplere bak, onların ne olduğunu anlaOnları öğretmek, öğrenmek, faydalanmak, faydalandırmak, edep vermek, edeplenmek, ünsiyet elde etmek, başkasına ünsiyet vermek, sevap elde etmek, hakları yerine getirmek suretiyle sevaba nail olmak, tevazuû öğrenmek, hâllerin müşahedesinden tecrübeler elde etmek ve bunlardan ibret almaktırBu bakımdan biz bunları uzun uzun açıklayalımÇünkü bunlar insanlara karışmanın faydalarıdır ve yedi tanedir:

I. Öğrenmek ve Öğretmek

Biz öğrenmenin ve öğretmenin faziletini Kitab 'ul-İlim'de zikretmiştikÖğretmek ve öğrenmek dünyada ibadetlerin en büyükleridirÖğretmek ve öğrenmek, ancak insanlarla oturup kalkmakla mümkün olabilirFakat ilimler çokturBir kısmına insanoğlu hiç de muhtaç değildirBir kısmı da dünyada zaruridirBu bakımdan, boynuna farz olan ilimleri öğrenmeye muhtaç olan kişi, bunları öğrenmeden uzlete çekilirse asi olurEğer farz kısmını öğrenir, ilimlere dalmak içinden gelmez ise, ibadetle meşgul olmayı daha verimli görürse, o zaman uzlete çekilebilirEğer şer'î ve aklî ilimlerde ilerleme imkânı var ise, öğrenmezden önce uzlete çekilmek, böyle bir kişi için çok büyük bir kayıp olurBu sırra binaen Nehâî ve başka âlimler 'Önce fıkıh öğren sonra uzlete çekil' demişlerdir.

Öğrenmeden önce uzlete çekilen bir kimse, birçok durumunda vaktini uyku veya bir hevesi düşünmekle ziyan etmiş olur! Gayesi vakitlerini virdlerle değerlendirmektirBeden ve kalp ile yapmış olduğu amellerinde çalışmasını boşa çıkaran ve farkında olmaksızın amelini iptal eden gururun çeşitlerinden bir türlü kurtulamazAllah ve Allah'ın sıfatları hakkındaki inancı vehmettiği zanlardan kurtulamazBu vehmin içerisinde kalbine gelen bozuk düşünce ve inançlardan birtürlü yakayı kurtaramazBu bakımdan birçok durumlarda şeytana maskara olurOysa kendisini ibadet edenlerden görürBu bakımdan, ilim dinin esasıdırAvam ve cahillerin uzlete çekilmelerinde hayır yoktur.

Avam ve cahillerden gayem halvette ibadet etmeyi bilmeyen ve halvette kendisine lazım olan herşeyi anlamayan kimselerdirBu bakımdan nefsin misali, hastanın misali gibidirHasta bir doktora muhtaçtırCahil hasta doktor olmadığı zaman doktorluğu öğrenmeden önce şüphesiz hastalığı artıkça artarBundan dolayı uzlete çekilmek, ancak âlim kişiye lâyıktırÖğretmekte ise büyük sevap vardırYeter ki, öğreten ile öğrencinin niyetleri doğru olsunNe zaman ki, gayeleri post kapmak, arkadaş ve talebeleri çoğaltmak olursa bu hareket dinin helâkidirBiz bunun yolunu Kitab 'ul-İlim'de zikretmiştik.

Bu zamanda âlimin yapması gereken şey, eğer dininin selâmetini istiyorsa, uzlete çekilmektirZira âlim kişi, sadece dini için fayda arayan öğrenci bulamazAncak süslü konuşmayı, avamın kalbini çelmeyi veya akran ve emsalini susturmak ve zor meseleleri çözmek isteyen talebeleri görürBunlar böylece sultana yaklaşmak isterlerÖğrendiklerini münakaşa, böbürlenme ve mücadalede kullanmak ister! Bu zamanda tercih edilen mezhep ilmidirBu da çoğu kez ancak emsal ve akranını geçmek için işlenir.

Mevkî elde edip devlet mallarını çarçur etmek için, çoğu zaman bu istenilirİşte din ister ki insan bütün bunlardan uzak olsun.

Eğer sadece Allah rızasını isteyen bir talip görülürse, ilimle Allah'a yaklaşmak isteyen birine tesadüf edilirse, ondan uzak durup ona ilim öğretmemek, ilmi ondan gizlemek en büyük günahtırBöyle bir talebe ise, koskoca bir memlekette ya bir veya iki tanedirİnsanların, Süfyân es-Sevrî'nin 'Biz ilmi Allah'ın gayrisi için öğrendikFakat ilim Allah'tan başkası için olmayı kabul etmedi' sözüne aldanması uygun değildir! Zira fakîhlerden çoklarının hayatlarının sonuna bak! Dünyayı istemeye dalıp dünyaya sarıldıkları bir durumda veya dünyadan el çekip zahid oldukları halde ölüp ölmediklerini dikkate alÇünkü 'Hiçbir zaman söz, müşahede gibi olmaz'40

Süfyân es-Sevrî'nin işaret ettiği ilim; hadîs, tefsir ve sîret ilmidirÇünkü bu ilimlerde korkutma ve sakındırma vardırBu ilimler, Allah'tan korkmanın vesilesidirEğer bu ilimler, o esnada tesir etmezse dahi muhakkak gelecekte tesir ederKelâm, muamelat ve husumet fetvalarıyla ilgili bulunan, mezhebini ve hilafını açıklayan mücerred fıkıh ilmi ise, dünya için bu ilimlere rağbet eden bir kimse hiç de Allah'a dönüş yapmazBöyle bir kimse ömrünün sonuna kadar hırsında devam edip giderUmulur ki, bu eserimize (İhyâ-i Ulûm'id-Din) koyduğumuz hakikatlerin öğrenilmesi, dünya için dahi öğrenilse caiz olsunÇünkü umulur ki ilim isteyen bu hakikatler vasıtasıyla ömrünün sonunda kendini düzeltirÇünkü bu kitap Allah'tan korkutucu, âhirete teşvik edici ve dünyadan sakındırıcı hakikatlerle doludurBu ise, hadîs ve Kur'ân tefsirlerinde tesadüf edilen hakikatlerdirKelâm, hilaf ve hiçbir mezhepte bunlara tesadüf edilmezBu bakımdan, insanın kendini aldatması uygun değildirÇünkü kusurunu bilen bir kul, mağrur bir cahilden veya aldanmış bir cahilden daha saadetlidir.

Öğretmeye rağbet gösteren her âlimin gayesinin dünya ehli yanında kabul olunmak ve post kapmak olmasından korkulur! Onun nasibi hali hazırda cahilleri zelil etmek ve onlara karşı çalım satmakla lezzetlenmektirİlmin afeti kibir ve gururdurNitekim Hazret-i Peygamber de bu hakikati ifade buyurmuştur41 ve busırra binaen Bişr, hadîs kitaplarından on yedi yük kitabı toprağa gömdükten sonra hadîs rivâyet etmemiş ve şöyle demiştir: 'Benim canım hadîs rivâyet etmeyi istiyorBunun için hadîs rivâyet etmiyorum'.

Yine bu sırra binaen şöyle demiştir: 'Haddesena (Bize filan zat hadîs nakletti) demek dünya kapılarından bir kapıdırNe zaman kişi 'Filancadan hadîs bize geldi' derse, o ancak şunu demek ister: 'Bana yer açınız! Beni başa geçiriniz'.

Rabia Adeviyye Süfyân es-Sevrî'ye şöyle der:

- Eğer sen dünyaya talip olmasaydın ne mutlu bir kişiydin!

- Ben dünyanın nesine talip olmuşum?

- Hadîs rivâyet ediyorsun ya?

Yine bu sırra binaen Ebû Süleyman Dârânî şöyle demiştir: 'Kim evlenirse veya hadîs talep ederse veya sefere çıkmakla meşgul olursa, muhakkak ki bu kimse dünyaya meyletmiş sayılır'.

Buraya kadar zikrettiğimiz afetlere Kitab'ul-İlim'de işaret etmiştikEn uygunu, uzlete çekilmek suretiyle bu âfetlerden korunmaktırMümkün olduğu kadar arkadaşları azaltmaktırÖğrenip öğretmek suretiyle dünyalık peşinde olanlar için en doğru yol, eğer akıllı ise, şu zamanda o tedris ve tâlimi terketmektir.

Ebû Süleyman Hattabî şu sözünde ne kadar doğru söylemiştir:

Sen, sohbetini talep edip senden ilim öğrenmek isteyenleri bırak! Senin için onlardan ne mal, ne de güzellik gelirOnlar zahirde arkadaş, bâtında ve gizlide düşmandırlarSana rastladıkları zaman, yağcılık yaparlarOnlardan biri sana gelirse, seni kontrol ederSenin yanından çıktığı zaman aleyhinde konuşurOnlar münafıklık ve koğuculuk yaparlarHile ehlidirlerOnların yanına gelip toplanmalarına aldanmaOnların gayeleri, ilim değildirPost kapmak ve mal toplamaktırSeni, kötü ihtiyaçlarına ve çirkin çıkarlarına merdiven yaparlar, ihtiyaçlarına seni binek edinirler! Eğer onların gayelerinden biri hakkında az bir kusur gösterirsen, senin en kuvetli düşmanın kesilirler. Sonra sık sık sana gelip gider ve senin zayıf tarafını öğrenmek isterler ve bunu da senin üzerine bir minnet sayarlarNamusunu, mertebeni ve dinini onlar için feda etmeyi senin boynunun borcu olarak görürlerDüşmanlarına düşman, yakınlarına yardımcı, hizmetçilerine hizmetçi ve dostlarına dost olmanı beklerlerBir ahmak gibi ellerinde maşa olursunOysa sen de fakihsinReis olduktan sonra mevkiinden ayrılıp gelip onların arkalarına, zelil bir şekilde takılmanı isterlerBunun için şöyle denildi: İnsanlardan uzaklaşmak tam bir mürüvvettir.

İşte Hattabî'nin sözü bundan ibarettirHer ne kadar bu ibare onun birtakım lafızlarına muhalif düşüyorsa da, bu söz, hakîkat ve doğrulukturZira sen birçok müderrisleri görürsün ki, daimi bir kölelik ve kendilerini atılmaz ağır bir yük altında hissedip yanına gelip gidenlere karşı ezilmektedirler! Gelen talebe öğretmeni âdeta borçlu gibi görmektedir.

Eğer müderrisler, onlar için devletten bir maaş temin etmeyi tekeffül etmezlerse, çoğu zaman müderrisin yanına gelip gitmezler. Sonra zavallı müderris, kendi malından karşılayamadığından böylece onu temin etmek için durmadan saltanat erbabının kapılarına gidip gelirZillet ve zorlukları zelil ve kıymetsiz bir kimse gibi çeker! Hatta ders okuyana haram kaynakların bir kısmından haram mal yazdırıp temin ederBundan sonra idareci bu iyiliğine karşılık müderrisi daima köle gibi görür, nezdinden bir nimet olarak saydığı malı tekrar ona teslim edinceye kadar görevlendirmek ister, zelil ve rezil eder.

Sonra müderris, bir de onu arkadaşlarına taksim etmenin zorluğu içerisinde kıvranırEğer aralarında eşit bir şekilde taksim ederse, fazla almaları gereken yetişkinler ondan nefret ederlerOnu hamakat ve idraksizliğe nisbet ederlerOnu kimin daha fazla masrafa muhtaç olduğunu idrak edememekle suçlarlarAdalet ve hakların ölçüsünü bilmemekle itham ederlerEğer eşit bir şekilde değil, farklı bir şekilde taksim ederse, bu sefer onların ahmakları, demirden yapılmış dilleriyle hücum ederlerKükremiş arslanlar ve yırtıcı yılanlar gibi, ona hücum edip sokmak isterlerKısacası müderris dünyada onların zahmetlerini çeker dururÂhirette de onlara taksim ettiğinin ve aldığının hesabını vermekte ter döker!

Hayret! Müderris bütün bu felaketlere rağmen kendini bir takım bâtıl hülyalarla aldatır, gururun ipine sarılmak suretiyle aldanır ve nefsine der ki: 'Sakın bu işinde gevşeklik göstermeZira sen bu yaptıklarınla Allahü teâlâ'nın rızasını istiyorsunHazret-i Peygamber'in şeriatini yayıyor, din ilmini neşrediyorİlim talebelerinin rızkını temin ediyorsunPadişahların malları ise sahipsiz mallardırHalkın yararına sarfedilmek üzere hazinede bekletilirAcaba ilim ehlini çoğaltmaktan daha büyük bir fayda var mıdır? Ehl-i ilim vasıtasıyla din açığa çıkar, din ehli kuvvet kazanır'.

Bu zavallı müderris, eğer şeytanın gülünç bir oyuncağı olmasaydı az bir düşünce ile fesadın ancak bu tür fakihler ve benzerlerinin çoğalmasından kaynaklandığını anlardıO fakihler ki ne bulurlarsa yutarlarHaram ve helâlin arasını ayırmazlarCahiller tarafından ilgiyle izlenirlerCüretkârlıklarından cahiller de cüret alıp onlara uyarlarOnların fiillerini taklid ederek onlara bakarlarBu sırra binaen denildi ki: 'ınillet ancak idarecilerin fesadıyla fesada uğrarİdareciler de ancak âlimlerin fesadıyla fesada uğrarlar!' Bu bakımdan biz gurur ve körlükten Allah'a sığınıyoruzÇünkü gurur, tedavisi mümkün olmayan bir hastalıktır.

II. Faydalanmak ve Faydalandırmak

Halktan faydalanmak ise, çalışmak ve muamele yapmak suretiyle olurBu da ancak halk ile oturup kalkmak suretiyle mümkündürFaydalanmaya muhtaç olan bir kimse, uzletten vazgeçmeye mecburdurBu bakımdan böyle bir kimse bizim Kesb ve Meâş bölümünde söylediğimiz gibi, eğer faydalanmasında şeriata uygun hareket etmeyi istiyorsa, halk ile oturup-kalkmakla daimi bir cihad içindedirEğer beraberinde bir mal varsa, kendisi de kanaatkâr ise ve o mal ile yetinirse, aynı zamanda bu mal kendisini tatmin edici ise, böyle bir durumda uzlete çekilmek daha faziletlidirKazanç yollarının çoğu günahlardan geçtiği bir zamanda uzlete çekilmek faziletli olurAncak kazanmaktan gayesi Allah yolunda sadaka vermek ise o zaman başka. . .

Bu bakımdan kişi bu durumda helâlinden kazanıp Allah yolunda fakir fukaraya yedirirse, böyle bir çalışma ve kazanma içinde halk ile oturup-kalkmak uzlete çekilmekten daha üstündürYani uzlete çekilip nafile ibadetle meşgul olmaktan üstündür.

Eğer Allahü teâlâ'nın marifetinden daha fazla nasip almak, şer'î ilimleri daha güzel öğrenmek için uzlete çekiliyorsa, bu takdirde uzlete çekilmek daha üstündürBir de bütün varlığıyla Allahü teâlâ'ya yönelmek ve Allah'ın zikrine âmade olmak için uzlete çekiliyorsa, bu şekil uzlete çekilme de halk ile oturup-kalkmaktan daha hayırlıdırYani kim Allah'ın münacaatından keşif ve basiret elde ederse, onun uzlete çekilmesi daha hayırlıdırAncak vehim ve fasid hayalleri elde edip keşif ve hakîkat zannetmekten sakınmak gerekir.

Faydalı olmaya gelince, halka, malıyla veya bedeniyle yararlı olmaktırHasbetenlillâh (sadece Allah için) halkın ihtiyaçlarını yerine getirmeye yönelmektirMüslümanların ihtiyaçlarını yerine getirmeye koşmakta sevap vardırBu ise, ancak halk ile oturup-kalkmak suretiyle mümkün olurHerhangi bir kimse şeriatın hudutlarına riayet etmek suretiyle böyle yapabiliyorsa eğer uzlete çekilmekle sadece nafile namazlar ve bedeni amellerle meşgul oluyorsa onun halka karışması uzlete çekilmesinden üstündür.

Eğer kalbiyle amel etmenin yolu kendisine açılmış, daimi zikir ve fikir sayesinde bu raddeye varmış kimselerden ise, artık onun bu sebepten uzlete çekilmesine şeksiz ve şüphesiz hiçbir şey denk olmaz.

III. Edepli Olmak ve Edeplendirmek

Bundan gayemiz, insanlardan gelen zorluklara göğüs germek suretiyle nefse idman yaptırmaktırNefsi kırmak için insanların eziyetlerine göğüs germekte mücahede etmek ve şehvetlerin mağlubiyeti için çalışmak vardırBu da halka karışmanın faydalarındandırAhlâkı temizlenmemiş bir kimse için, böyle bir yolda nefsini terbiye etmek uzlete çekilmekten daha üstündürŞehvetleri şeriatın hududlarına itaat etmemiş bir kimse için bu yoldan terbiye daha üstündürBunun için sûfîlerin hizmetçileri tekkelerde hizmeti tercih etmişler, halka karışıp onların hizmetlerini yapmamışlardırÇarşı ehline gidip onlardan tekke ehline yedirmek üzere birşeyler isterlerBütün bunların gayesi nefsin hamakatını ve serkeşliğini kırmak, sûfîlerin bereketinden bereketlenmek, himmetiyle Allah'a yönelen sûfîlerin dualarından istifade etmektirİşte geçmiş zamanlarda maksat buyduŞimdi ise, fasid gayeler buna karıştı ve bu durumun dışına çıkıldıNitekim dinin diğer şiarları da böyle oldu.

Kişi hizmet etmekle çevresini çoğaltmak isterFazlasıyla mal elde etmek ve çevresinin çoğalmasıyla kuvvet kazanmak amacındadırEğer niyeti buysa, mezara kadar bile olsa uzlete çekilmek daha hayırlıdırEğer niyeti nefsinin terbiyesi ise, o niyet uzletten daha hayırlıdırBu da riyazât ve nefsinin terbiye olmasına muhtaç olan kimse hakkındadırBöyle yapmak iradenin başlangıcı için zaruri ve kaçınılmaz bir fiildirNefsin idman ve terbiyesi tamam olduktan sonra serkeş bir hayvanın idmanından bekleneni değil, nefsini binek edinmek hakikatini anlaması gerekirO serkeş hayvanın terbiyesinden onu binek edinip onunla merhaleler kat etmek, onun sırtında yolculuk yapılacağının kastedildiğini anlamak lazımdırBeden, kalbin bineğidirKalp âhiret yolunu katetmek için bedene binerOrada şehvetler vardırEğer o şehvetler kırılmazsa, yolun ortasında serkeşlik yaparBu bakımdan ömrü boyunca nefsin idmanıyla meşgul olan bir kimse, tıpkı ömrü boyunca serkeş hayvanın terbiyesiyle meşgul olup bir gün dahi onun sırtına binmeyen bir kimse gibidirBu bakımdan böyle bir kimse ancak hâlihazırda o hayvanın ısırması, refes atması ve tepmesi gibi huysuzluklarından kurtulur, ondan başka bir fayda temin edemez.

Bu fayda da hayatımla yemin ederim istenilen bir faydadırFakat böyle bir fayda, ölü bir hayvandan da temin edilebilirAncak şu var ki, serkeş bir hayvanın alıştırılması, ondan temin edilen bir fayda için istenirİşte halihazırda şehvetlerin eleminden kurtulmak uyku ve ölümden de temin edilirSadece onunla yetinmek uygun bir hareket değildirTıpkı bir rahibin kendisine 'Ya râhip!' denildiğinde 'Ben rahip değilimBen ancak saldırıcı bir köpeğimNefsimi, halkı ısırmasın diye hapsetmiştimHepsi o kadar' demesi gibi.

Bu durum, halkı ısıran bir kimseye nisbetle güzeldirFakat sadece bununla yetinmek uygun değildirZira intihar eden bir kimse de halkı ısırmazMüslüman için nefsin terbiyesinden kastedilen büyük hedefe doğru gitmek gerekirKim bunu anlamış o yola yönelmiş ve o yolda gitmeye muktedir olmuş ise, uzlete çekilmenin, halk ile oturup-kalkmaktan daha fazla kendisine yardım ettiğini görürBu bakımdan böyle bir kimse için önce halk ile oturup-kalkmak, sonra uzlete çekilmek daha efdaldir.

Başkasına edep vermeye gelince, biz bundan ancak şunu kastediyoruz: Başkasını idman ettirmek ve olgunlaştırmaktırBu ise, mürşidin ve şeyhin müridlere karşı hareketidirZira böyle bir kimse onların kusurlarını, ancak onlarla oturup-kalkmak suretiyle temizlerBöyle bir kimsenin hali, muallimin haline benzerHükmü de onun gibidirİlmin neşrine arız olan afet ve riya incelikleri burada da başgösterirAncak olgunlaşmaya gayret eden müridlerin durumu, ilim isteyenlerde görünen dünya hayallerinden uzaktırBu sırra binaen onlarda azlık, fakat ilim talebesinde çokluk görünürBu bakımdan kişi halkla oturup-kalkmak suretiyle halkın temizlenmesini, uzlete çekilmekle kazanılan faydalara kıyas etmelidirBirini diğeriyle karşılaştırmalı ve hangisinin daha üstün olduğunu görürse onu seçmelidirBu ise, ancak ince ictihadla idrak edilirDurum ve şahıslara göre değişirMutlak şekilde şöyle veya böyle hükmetmek mümkün değildir.

IV. Ünsiyet Sağlamak

Velime yemeklerine, davetlere, muaşeret ve ünsiyet yerlerine giden bir kimsenin gayesi dostluk kurmaktırBu ise, hal-i hazırda nefsin hazzına dönüşürDostluğu caiz olmayan bir kimsenin yakınlığı gibi. . . Bazen haram bir yönde gelişir veya mübah bir yönde gelişirBazen dinî bir iş için müstehab olurDin hakkındaki hâl ve sözlerini müşahede edip kendisiyle arkadaşlık edilen kimsenin yakınlığında bu durum düşünülebilirTakvâ şiarına sarılan meşayihle yakınlık kurmak gibi. . . Bazen de sadece nefsin hazzına bağlı bulunurEğer gaye burada kalbin ibadetteki gayretini tahrik etmek için rahata kavuşturmak ise, böyle bir yakınlık müstehab olurÇünkü kalpler soğudukları zaman körleşirlerNe zaman tek başına bulunmakta vahşet, başkasıyla oturmakta kalbe rahatlık veren yakınlık varsa, bu takdirde halka karışmak daha evladırZira ibadette ahenkli gitmek ibadetin kuvvetinden ve yerli yerinde yapılmasından ileri gelir.

Bu sırra binaen Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

Muhakkak Allahü teâlâ usanmaz ve fakat siz bezip usanırsınız!42

Hiç kimse bu durumdan kurtulamazÇünkü nefis arada sırada istirahata kavuşturulmadıkça daimi bir şekilde hak ile yakınlık kuramazOnu daimi bir şekilde böyle bir yakınlığa zorlamak, onu gevşemeye davet etmek demektirNitekim 'muhakkak bu din sapasağlamdırO halde bu dine rikkat ve şefkatle dal!' hadîs-i şerifi ile bu mânâ kastedilmiştirRikkat ve şefkatle dine dalmak basiret sahiplerinin âdetidirNitekim İbn-i Abbâs şöyle demiştir: 'Eğer vesvese korkusu olmasaydı, ben hiçbir zaman halkla oturmazdım'.

Başka bir zaman şöyle demiştir: 'Ben (vesvese korkusu olmasaydı) tanıdıklarımın bulunmadığı bir memlekete giderdimİnsanları insanlardan başka acaba ne ifsad eder?'

O halde uzlete çekilen bir kimse muhakkak bir arkadaşa muhtaçtırOnu görsün ve yirmi dört saatte bir saat onun konuşmasıyla ünsiyet kazansınBu bakımdan uzlete çekilen bir kimse uzlet sırasında bütün zamanını ziyan etmeyecek bir arkadaş arasın.

Çünkü Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

Kişi dostunun dini üzerindedirBu bakımdan sizden herhangi biriniz kimle dostluk yaptığına dikkat etsin.

Uzlete çekilen kişi dostuyla karşılaştığı zaman dinî işler hakkında konuşmaya dikkat etsinKalbin hâllerinden, kalpten şikayet edip hak üzerine sebat etmekte kusurlu olduğundan ve dosdoğru yola gitmediğinden yakınsınBöyle yapmakta nefse nefes aldırmak ve istirahat vermek vardırNefsinin ıslahıyla meşgul olan herkes için burada geniş bir fırsat vardırZira kişi, birkaç uzun ömür yaşasa dahi yine nefisten yapacağı şikayetin sonu gelmezNefsinden razı olan bir kimse ise kesinlikle mağrur ve aldatılmıştırİşte günün bazı saatlerinde, sadık bir dost ile sohbet etmek, çoğu zaman uzlete çekilmekten bir kısım insanlar için daha iyidirBu bakımdan burada önce kalbin ve arkadaşın halleri tedkik edilmeli, sonra bir arada oturulmalıdır.

V. Sevaba Nail Olmak

Sevaba nail olmak ise, cenaze merasimlerinde bulunmak, hastaları ziyaret etmek, bayram namazlarına gitmektirCuma namazına gitmek ise farzdırDiğer namazlarda da cemaate katılmak gerekirAncak zahirî bir korkudan terkediliyorsa ve o korku cemaatin faziletini kaçırmaya denk veya daha fazlaysa o zaman başkaBu ise ancak pek nadir vakitlerde olurBöylece evlenme merasiminde ve davetlerde hazır bulunmakta da sevap vardırZira bu yerlerde hazır bulunmak müslümanın kalbini sevindirmeye vesile olur.

Başkasına sevap kazandırmaya gelince, halkın, hastalığından veya başına gelen musibetten ötürü ziyaretine gelebilmesi için kapısını açık bırakmaktırBöylece eğer kişi âlimlerden ise ve halka kendisini ziyaret etme imkânını veriyorsa, halk onu ziyaret etmekten dolayı sevaba nail olurO da bu izni verdiğinden dolayı sevap kazanırBu bakımdan halk ile oturup-kalkmayı ve bundan ötürü kazanılan sevapları ile daha önce zikrettiğimiz âfetlerle karşı karşıya getirip tartmak gerekirO zaman bazen uzlete çekilme temayülü ağır basar, bazen de halk ile haşır-neşir olmak ciheti ağır basar.

İmâm-ı Mâlik ve benzerleri gibi selefin bir cemaatinden hikaye edilir ki, bu zevat-ı kiram, davetlere icabet edip hastaları ziyaret etmeyi ve cenaze merasimlerine katılmayı terkettilerSanki bunlar evlerinin hasırları gibi, evlerinden ayrılmaz durumdaydılarAncak cuma namazına veya kabirleri ziyaret etmeye çıkarlardıBunlardan bir kısmı da şehirleri bırakmış dağların başına çekilmiştiBütün bunları ibadete vakit bulmak ve meşguliyetlerden kaçınmak için yapıyorlardı.

VI. Tevazu Sahibi Olmak

Halk ile oturup-kalkmaktan tevazu elde edilirTevazu ise makamların en üstünüdürTek başına oturmaktan tevazu elde edilemezBazen kibir ve gurur uzlete çekilmeyi seçmeye sebep olur.

İsrailiyat'ta rivâyet ediliyor ki, hukemadan birisi hikmet ilminde üçyüz altmış eser yazdı ve bu eserleriyle Allah nezdinde büyük bir mertebeye vardığını sandıAllahü teâlâ, o zamanın peygamberine 'Git falana söyle! Sen yeryüzünü nifak ile doldurdunBen senin o nifakından tek birşey dahi kabul etmem' diye vahyettiRavi diyor ki: Kişi bu sefer uzlete çekildiYer altındaki bir mağaraya sığındı ve içinden dedi ki: İşte ben şimdi rabbimin rızasına nail oldum!' Bunun üzerine Allahü teâlâ yine peygamberine vahyetti: 'Ona söyle! Sen halk ile karışıp halktan gelen eziyetlere göğüs germedikçe benim rızama nail olamazsın'Bunun üzerine adam çarşıya çıktı, halka karıştı, onlarla oturup yedi, onlardan aldı, onlara verdiOnlarla beraber çarşı ve pazarlarda gezdiBu durumdan sonra Allahü teâlâ peygamberine şu şekilde vahy gönderdi: İşte şimdi o kulum, benim rızama nail oldu'.

Nice kimseler vardır ki, evlerinde uzlete çekilmişlerdirOnu uzlete sevkeden şey gururdurOnu halkın içine girmekten alıkoyan 'Ben gidersem bana gereken hürmeti göstermezler, beni öne almazlar' zihniyeti veya onlarla karışmaya tenezzül etmeyişidir veya kendisini daha yüce görüp ve halk arasına karışmazsa daha yüksek kalacağını düşünür.

Bazen kişi, eğer halka karışırsa, kötü tarafları bilinir korkusuyla uzlete çekilir ki, zahid ve vaktini ibadetle değerlendiren bir kimse olmadığı bilinmesin diye, evini ayıplarının üzerine gerilmiş bir perde edinirDolayısıyla halkın kendisinin hakkında 'zahid ve abiddir' demesini sağlamış olurOysa halvette geçen vaktini zikir ve düşünceye sarfetmiş de değildirBöyle kimselerin bilinmelerinin alâmeti şudur: Bunlar halk tarafından ziyaret edilmelerini severler, fakat halkın ziyaretine gitmeyi sevmezlerAvam tabakasının ve idarecilerin kendilerine yaklaşmalarıyla sevinirlerKapılarında ve yollarında halkın toplanmasını ve halka ellerini öptürmeyi hoş görürlerEğer hakîkaten böyle bir kimse nefsini terbiye etmekle uğraşsaydı, halka karışmayı ve insanları ziyaret etmeyi çirkin görmezdiAyrıca halkın kendisini ziyaret etmeleri de hoşuna gitmezdi.

Nitekim biz daha önce bu durumu Fudayl b. İyaz'dan hikaye etmiştikO yanına gelen zata şöyle der: 'Sen bana, birbirimize yağ çekelim diye gelmişsin'.

Hâtem-i Esemm kendisini ziyarete gelen emîre 'Benim senden istediğim şu ki ne ben seni göreyim ne de sen beni' demiştirBu bakımdan herhangi bir kimse, nefsiyle beraber Allah'ın zikriyle meşgul değilse, o kimsenin halktan uzak durmasının sebebi; halk ile şiddetle meşgul olmasıdırÇünkü böyle bir kimsenin kalbi halktan uzak durmakla halkın kendisine ihtiram gözüyle bakmalarını seyredip lezzet almak ister.

Bu sebepten ötürü uzlete çekilmek, bir kaç açıdan cehalettir.

1İlmen ve dinen büyük olan bir kimsenin rütbesini, halkla oturup-kalkmak ve tevazu göstermek zerre kadar alçaltmazZira Hazret-i Ali (radıyallahü anh) elbisesinin eteğinde ve elinde hurma ve tuz alıp evine götürür ve şöyle derdi: 'Kâmil bir kimsenin kemâlini, çoluk çocuğuna alıp götürdüğü şeyler zedelemez'.

Ebû HüreyreHuzeyfe b. Yemân, Ubey bKa'b ve İbn Mes'ûd (radıyallahü anh) odun yüklerini sırtlar, un çuvalını omuzlar, evlerine götürürlerdiEbû Hüreyre Medine valisi iken, tepesinin üzerindeki evine odun taşır ve yoldakilere 'Emîrinize ve valinize yol veriniz' diye bağırırdıPeygamberlerin efendisi (sallâllahü aleyhi ve sellem) çarşıdan eşya satın alır, bizzat evine götürürdüArkadaşı 'Bana ver, ben götüreyim' deyince şöyle derdi:

Eşyanın sahibi onu taşımaya herkesten daha fazla müstehaktır43

Hazret-i Hasan dilencilerin yanından geçer, bu sırada onlar sofraya oturmuşlardır ve Hasan'a 'Ey Hazret-i Peygamber'in oğlu! Öğle yemeğine buyur!' diye teklifte bulunurlar, o da atından inip yol üzerinde oturur, onlarla beraber yer ve sonra atına binerek der ki: 'muhakkak Allah mütekebbir kimseleri sevmez'.

2Halkın kendisinden razı olmasını sağlamak için gayret eden, halkın hakkındaki inancını güzelleştirmeye çalışan bir kimse aldanmıştırÇünkü böyle bir kimse eğer Allah'ı hakkıyla tanımış olsaydı bilirdi ki halk onu Allah'tan zerre kadar müstağni edemez! Kendisine gelen zarar ve fayda Allah'ın kudret elindedir.

Allah'tan başka gerçekte zarar ve fayda verici hiç kimse yoktur ve yine bilirdi ki, halkın rıza ve sevgisini Allah'ı küstürmek suretiyle talep eden bir kimseye Allah kızar ve halkı da ona kızdırırHalkın razı edilmesi elde edilmez bir hedeftirBu bakımdan Allah'ın rızası başkasının rızasını talep etmekten daha evladır.

İmâm-ı Şâfiî Yunus bAbdulâlâ'ya şöyle demiştir: 'Vallahi ben sana ancak nasihat ederimMuhakkak ki, halktan selâmet kalmanın yolu yokturBu bakımdan bak, seni ıslah eden şeyi yap!'

Yine bu sırra binaen denildi ki: 'Halkın durumunu düşünen bir kimse üzüntüsünden ölürCesur bir kimse ancak lezzeti elde eder'.

Sehl et-Tüsterî arkadaşlarından birisine baktı ve kendisine dedi ki: 'Filan filan şeyleri yap!' Bunu da kişiye vermiş olduğu bir emirden dolayı söylediO kişi de şöyle dedi: 'Ey hocam! Ben insanlar için bunu yapmaya güç yetiremiyorum'Bu esnada Sehl, arkadaşlarına dönüp şöyle demiştir: 'Bir kul bu işin hakikatine ancak iki vasıftan birisine sahip olursa nail olabilir: a) Bir kul ki, insanların gözünden düşer, dünyada yaratıcısından başkasını görmezO îman eder ki Allah'tan başka hiç kimse kendisine zarar veya fayda vermeye muktedir değildir, b) Bir kul ki nefsini küçük görür ve gördüğü herhangi bir hale beş para kıymet vermez'.

İmâm-ı Şâfiî şöyle demiştir: 'Hiç kimse yoktur ki, hem seveni hem de buğzedeni olmasınMadem durum budur, sen ibadet ehliyle beraber ol!'

Hasan-ı Basrî'ye şöyle denildi: 'Ya Ebû Said! Bir kavim senin meclisine geliyorOnların gayeleri senin konuşmalarında hata bulup sana sual sormak suretiyle seni susturmak ve taciz etmektir'Bu söze karşılık Hasan tebessüm ederek şöyle demiştir: 'Sen hiç üzülme! Çünkü ben nefsime cennetin meskenlerini, Rahmân'ın komşuluğunu va'dettimNefsim de buraları istiyorBen nefsime halktan selâmet kalacağını söylemedimÇünkü ben kesinlikle bildim ki, halkı yaratan, onlara rızık veren, dirilten ve öldüren dahi onların dilinden kurtulamaz'.

Hazret-i Mûsa (aleyhisselâm) şöyle der:

- Yarabî Halkın dilini benden uzak tut!

- Ya Musa! Senin bu isteğin öyle bir istektir ki, ben kendim için bile bunu tercih etmiş değilimNerede kaldı ki, senin için tercih edeyim.

Allahü teâlâ Üzeyir'e şöyle vahyetmiştir: 'Eğer sen, seni insanların ağzında çiğnenen bir sakız yapmama razı olup hoşgörü göstermezsen, seni nezdimde mütevazi kullarımın arasına kaydetmem!'

Bu bakımdan evine kapanıp dolayısıyla halkın hakkındaki inançlarını güzelleştirmek ve sözlerini tatlılaştırmak için çaba sarfeden bir kimse, dünyada hazır bir meşakkat ve azabın içinde kıvranırÂhiret azabı ise, elbette daha büyüktürEğer bilselerdi. . . (Zümer/26)

Bu bakımdan uzlete çekilmek, ancak bütün vakitlerini rabbini düşünmek ve anmak suretiyle değerlendiren bir kimse için müstehabdırBütün vaktini ibadet ve ilme harcayan eğer insanlarla oturup-kalksaydı Vakitleri zayi olacaktı ve afetleri çoğalacaktı, ibadetleri darmadağın olacaktı bir kimse için, uzlete çekilmek müstehabdırİşte bunlar, uzlete çekilmenin gizli tehlikeleridirBunlardan sakınmak gerekirÇünkü bunlar 'kurtarıcılar' şekline gelen 'helâk ediciler'dir.

VII. Tecrübe Edinmek

Tecrübeler, halk ile karışmaktan ve halkın hâllerini görmekten elde edilirElbette akıl, din ve dünya maslahatlarını anlamakta tek başına yeterli olmazAncak tecrübe ve temas bu şekildeki maslahatları anlamakta fayda verirTecrübelerin eliyle yoğrulmamış bir kimsenin uzlete çekilmesinde hiçbir fayda yokturÇünkü çocuk uzlete çekilirse, katıksız cahil olarak kalırHalbuki önce öğrenmekle meşgul olmak, öğrencilik müddetinde muhtaç olduğu tecrübeleri elde etmek gerekirBu da daha sonra kendisine yeterGeri kalan tecrübeler halkın durumlarını dinlemekten elde edilirArtık bundan sonra halka karışmaya muhtaç olmaz.

Tecrübenin en mühimlerinden biri kişinin kendi nefsini, ahlâkını ve iç âleminin sıfatlarını bilmesidirKişi ancak uzlete çekilmek suretiyle böyle bir bilgiye güç yetirebilirÇünkü her tecrübe tenhada kolaydırÖfkeli veya kinli veya hasetçi bir kimse, nefsiyle başbaşa kaldığı zaman onun pisliği dışarıya taşmaz.

İşte bu sıfatlar haddi zatında öldürücü sıfatlardırOnları silmek ve yok etmek farzdırOnları tahrik eden şeylerden uzaklaşmak suretiyle nefsi sükûnete kavuşturmak kâfi değildirBu bakımdan bu sıfatlarla dolu bir kalbin misali tıpkı cerahatle ve zamanla alttan dolmuş bir yaranın misaline benziyorBazen yaranın sahibi, yaraya dokunulmadıkça veya kıpırdanmadıkça elemini hissetmezEğer yarayı elleyecek bir ele veya yaranın durumunu görecek bir göze sahip değilse veya yarayı kıpırdatacak bir kişi beraberinde yoksa, çoğu zaman yarasının iyi olduğunu zannederNefsindeki cerahati hissetmezOnun yok olduğuna inanırFakat biri yarayı eşelerse veya hacamat yapanın aleti yaraya isabet ederse yaradan cerahat akarAkmaktan menedilen ve zorluk suretiyle bağlatılan birşeyin, bırakıldığı zaman körü körüne yuvarlanıp gitmesi gibi, feyezan ederİşte kin, cimrilik, haset, öfke ve diğer kötü sıfatlar ile dolu bulunan kalp de aynen böyledirBu kalbin pislikleri, ancak ellendiği zaman başgösterirİşte bundan dolayı âhiret yolunun yolcuları, nefislerini tezkiye etmeye çalışırlar, nefislerini denerlerOnlardan herhangi bir kimse nefsinde gurur ve kibri hissederse o gurur ve kibri silmeye çalışırHatta onlardan bazıları su dolu bir dağarcığı halk arasında sırtlar veya bir kucak odunu tepesine alır ve çarşılarda gezdirir ki bununla nefsini denemiş olsunÇünkü nefsin hileleri ve şeytanın desiseleri gizlidirAz kimse bunları hissedebilir.

Bu sırra binaen bir zatın şöyle dediği hikaye edilir:

Ben otuz senelik namazımı yeniden kıldımOysa ben o namazlarımı cemaatin birinci safında kılmıştımFakat bir ara özürden dolayı geri kaldımBirinci safta yer bulamayınca ikinci safta durdumBir de ne göreyim, halkın bana bakmasından dolayı nefsim bir hacalet ve utangaçlık içinde kaldı'Nasıl oluyor da birinci saf benim elimden alınabiliyor' diye kendi kendime mırıldanıyordumBöylece bildim ki, şimdiye kadar kılmış olduğum namazlarım riya ile katışıp halkın bana bakmalarının lezzetiyle meczedilmiştirOnların beni hayırlı işlere koşanlar zümresinden görmeleriyle karışmıştır!

Bu bakımdan halk ile karışmanın kalbin gizli pisliklerini çıkarmak ve açıklamak hususunda büyük faydası vardır ve bu sırra binaen denilmiştir ki: 'Yolculuk insanın ahlâkını ortaya çıkarır'Çünkü yolculuk halkla karışmanın daimi bir çeşididir.

Bu mânâların tehlikeleri ve incelikleri helâk eden şeyler bölümünde gelecektirZira bu mânâları bilmemekten birçok amel yanarBu mânâları bilmekten dolayı da az bir amel arttıkça artarEğer o olmasaydı ilim amelden üstün olmazdıZira namazı bildiren ilimin ki sadece namaz için kastedilir namazdan üstün olması muhal olurÇünkü biz biliyoruz ki, başkası için istenen bir şeyden, bizzat kendisinden ötürü istenen şey daha üstündürOysa şeriat, âlimin âbidden üstün olduğuna hükmetmiştir.

Nitekim Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurur:

Âlimin âbide üstünlüğü, benim, ashâbımın derece bakımından en düşüğüne olan üstünlüğüm gibidir44

Bu bakımdan ilmin üstünlüğü üç yöndendir:

1Bizim söylediğimizdir.

2Faydası başkasına sirayet edici olduğu için faydasının umumi olmasıdırAmelin ise faydası başkasına geçici değildir.

3İlimden Allah'ın sıfat ve fiillerini bildiren ilim kastedilmelidirBöyle bir ilim, her amelden daha üstündür.

Amellerin gayesi kalbi halktan yaratıcıya çevirmektir ki kalp, halktan yaratıcıya döndükten sonra, yaratıcının bilinmesine ve sevilmesine daha fazlasıyla yanaşmalıdırO halde amel ve amelin ilmi, bunun için istenirBu ilim de müridlerin en son hedefidirAmel bunun şartı gibidir ve bu hakîkate şu ayetle işaret buyurulmuştur:

Hoş kelimeler O'na yükselirSalih ameli de hoş kelimeler yükseltir. (Fatır/9)

İşte buradaki 'hoş kelimeler' bu ilmin ta kendisidirAmel ise bu ilmi maksadına kaldırıp götüren bir hammal gibidirBu bakımdan kaldırılan kaldırandan daha üstündürBu söz, bu konuyla ilgili değildirBu bakımdan biz maksudumuza dönüyor ve diyoruz ki: Sen uzletin fayda ve tehlikelerini bildiğin zaman, kesinlikle göreceksin ki, mutlak bir şekilde 'uzlet daha efdaldir' veya 'halka karışmak daha üstündür' demek yanlıştırŞahsa ve şahsın haline, arkadaşına ve arkadaşının haline bakmak gerekir, insanı halka karışmaya zorlayan sebep, halka karışma sebebiyle elden kaçan faydalardan herhangi birine dikkatle bakıp izlemek lazımdırElden kaçan, elde edilenle mukayese edilmelidirİşte o zaman hakîkat görünür ve en faziletlisi açığa çıkar.

İmâm-ı Şâfiî'nin sözü burada tam bir ölçüdür.

Zira kendileri Yunus bAbdulâlâ'ya şöyle demiştir: 'Ey Yunus! Halka yüzünü ekşitmek düşmanlık kazanmanın aletidir! Halka tamamen açılıp güler yüzlülük göstermek ise, kötü arkadaşların celbine alettirBu bakımdan sen surat asmakla, güler yüzlülük arasında bulun!'

Bu sırra binaen ihtilat ve uzlette mutedil olmak farzdırBu ise, hallere göre fayda ve âfetlerin düşüncesiyle değişen bir durumdurBöylece en faziletlisi açığa çıkarİşte sarih ve açık hakîkat budurBunun dışında söylenilen her hüküm kusurludurAncak şu var ki herkes içinde bulunduğu özel hâlinden haber vermiştirOnun özel hâliyle, hâlde kendisine muhalif olan bir kimsenin üzerine hükmetmek caiz değildirİlmin zahirinde âlim ile sufi arasındaki fark buna dönüşürŞöyle ki, sûfî ancak kendi özel hâlinden dem vururBu bakımdan çeşitli meselelerde sûfîlerin vermiş oldukları cevaplar elbette çeşitli olacaktırÂlim ise, hakkı olduğu gibi idrak eden bir kimse demektirHiçbir zaman nefsinin hâline bakmazHak ona keşfolunurBu hükümde hiç ihtilaf edilmemiştirZira hak daima birdirFakat hakkı bilmekte kusurlu olanlar ise, sayısı hadde hesaba sığmayacak kadar çokturBunun için sûfîlerden fakirlik hakkında sorulduğunda, herbiri başkasının cevabına ters düşecek bir cevap vermiştirBütün bu cevaplar, cevap verenin özel haline göre haktırAma esasında hak değildirZira hak ancak birdirİşte bu sırra binaen Ebû Abdullah'a 'fakirlik nedir?' diye sorulduğu zaman, cevap olarak dedi ki: "İki yeninle duvara vur Ve 'Rabbim Allahtır' de! İşte fakirlik budur".

Cüneyd-i Bağdadî şöyle demiştir: 'Fakir o kimsedir ki, ne kimseden birşey ister, ne de hiçbir şeyde muarazada bulunurEğer kendisiyle muaraza yapılırsa, sükût eder'.

Sehl Tusterî dedi ki: 'Fakir odur ki, dilenmez ve toplamaz'.

Bir zat da şöyle demiştir: 'Fakirliğin senin olmamasıdır. . . Eğer senin olursa, senin olmaması hasebiyle senin için olmamasıdır'.

İbrahim Havas dedi ki: 'Fakirlik şikayeti terketmek, belânın eserini açığa vurmaktır'.

Eğer yüz sûfîye fakirliğin tarifi sorulsa yüz tane cevap verildiği görülürİki kişinin aynı cevabı verdiğine binde bir rastlanırBütün bu cevaplar bir yönde haktırÇünkü herkes kendi halinden ve kalbine galip gelen durumdan dem vururBunun içindir ki, onlardan iki kişi görmezsin, arkadaşının tasavvufta sabit kademli olduğunu söylesin veya arkadaşını övsünHerbiri kendisinin hakka vasıl olduğunu ve hakka vakıf olduğunu iddia ederÇünkü bu zevatın tereddütleri kendilerinde oluşan hâllerin durumuna göredirBunlar, ancak nefisleriyle meşgul olurlarNefislerinden başkasına bakmazlarFakat ilmin nuru parladığı zaman, herşeyi kapsar, perdeyi kaldırır, ihtilâtı ortadan söker ve atar.

Bunların görüşleri, gölgeye nazaran zeval (öğle) vaktinin delilleri hakkında çeşitli görüşler ileri sürenlerin görüşüne benzerOnların bazıları 'Bu gölge yaz mevsiminde iki ayak olur' demiştirDiğer bir grup ise 'Yaz mevsiminde yarım ayaktır' demişlerdirBaşkası bunlara hücum etmiş ve demiş ki: 'Kış mevsiminde yedi ayaktır'Başkasından hikaye edildiğine göre 'beş ayaktır'Başka bir grup da bunlara hücum etmiştir.

İşte fakîhlerin bu keşmekeşlikleri sûfîlerin cevap ve ihtilaflarına benzerZira bu fakîhlerin herbiri bulunduğu memleketin gölgesine göre hüküm vermiştir ve sözünde doğrudurFakat yanıldığı nokta; başkasını yanlışlıkla itham etmesidir! Çünkü bu kimsenin hatası, bütün dünyanın onun bulunduğu memleketten ibaret olduğunu veya bütün dünyanın onun memleketi olduğunu sanmasıdırNitekim sûfînin de herşeye kendisinin özel hâliyle hükmettiği gibi!. . . Oysa zeval vaktini bilen zat o kimsedir ki; gölgenin uzama ve kısalmasının illetini memleketten memlekete değişmesinin sebebini bilirBöyle bir kimse, çeşitli memleketlere göre çeşitli hükümlerden haber verir ve der ki 'Bazı memleketlerde zeval zamanında gölge diye birşey kalmaz. Bazılarında gölge uzar. Bazılarında da kısalır'.

İşte uzlet ve ihtilatın faziletinden zikretmek istediğimiz kadarını beyan etmiş bulunuyoruz.

Soru: Uzleti seçip, uzleti kendisi için daha üstün ve selâmetli bilen bir kimse için, uzlete çekilmenin âdâbı nedir?

Cevap: İhtilatın âdâbını tedkik etmek uzun sürerOysa biz bunları Sohbet Adabı bölümünde zikretmiştik.

Uzletin âdâbına gelince, bu uzun değildirO halde uzlete çekilen bir kimse için, bu uzletiyle nefsini halka zarar vermekten sakındırmak niyyetini herşeyden önce taşıması gerekir, sonra ikinci derecede şerirlerin şerrinden selâmet kalmayı talep etmeli, üçüncü derecede müslümanların haklarını yerine getirmekte kusur etmenin âfetinden kurtulmayı, dördüncü derecede himmetinin bütün varlığıyla Allah'a ibadet etmeyi niyet etmelidirİşte uzlete çekilenin niyetinin âdâbı böyle olmalı ki, uzletin meyvesini koparıp yemiş olsunHalkın fazlaca yanına girmesini, ziyaretine gelmesini menetmeli ki vakitlerinin çoğunu boşa geçirmeye vesile olmasınlar! Halkın haberlerini sormaktan, memlekette cereyan eden olaylara kulak vermekten sakınmalıdırHalkın meşgul olduğu şeyleri sormamalıdırZira bütün bunlar kalbe dikilen fidanlar olurHatta haberi olmaksızın namaz ve düşünce esnasında kalbin içinde fideleşirBu bakımdan haberlerin kulağa girmesi, tohumun yere düşmesi gibidirMuhakkak bitmesi, köklerini yere, dallarını havaya bırakması lazımdırBiri diğerini gerektirirUzlete çekilen kişinin mühim vazifelerinden biri, Allah'ın zikrine mani olan vesveselerin kökünü kazımaktırHalkın haberi ise, vesveselerin kaynak ve kökleridir.

Uzlete çekilen kişi, az bir geçime kanaat getirmelidirAksi takdirde geniş adımlar atmak onu halka muhtaç ve mecbur ederDolayısıyla ihtilata muhtaç olurKomşularının eziyetine sabırlı olmalıdırUzlete çekilmesinden dolayı hakkında söylenen methiyelere kulağını tıkamalıdır veya 'Neden ihtilali terketmiş?' diye aleyhine atıp tutanları duymamazlıktan gelmelidirÇünkü bütün bunlar, kalbe menfi tesir eder, velev ki kısa bir müddet için de olsaKalp böyle şeylerle meşgul olduğu zaman, muhakkak âhiret yolunda atılan adımlardan geri kalırÇünkü yürümek kalp huzuruyla beraber zikir ve virde devam etmekle mümkün olur veya Allah'ın celâl sıfatı, fiilleri, gökler ve yerin melekutunu düşünmekle veya amellerin inceliklerini, kalpleri ifsad eden şeyleri ve bunlardan sakınmanın yollarını aramakla mümkün olurBütün bunlar, boş vakit isterler.

Bunlara kulak vermek, hal-i hazırda kalbi teşviş ederBazen de beklenmedik bir anda zikrin devamı esnasında bunlar yeni yeni hatıra gelirlerUzlete çekilenin salih bir hanımı veya salih bir arkadaşı olmalı ki, günde bir saat ibadete devamın yorgunluğunu gidermek için nefsi onunla istirahata kavuşsunBöyle bir istirahat ibadet etmeye yardımcı olurKişi dünyadan tamahını kesmelidirTamah, ancak emelini kısaltmakla kesilirNefsine uzun bir ömür takdir etmemesiyle, akşamlamayacak üzere sabahladığı, sabahlamayacak üzere akşamladığı zihniyetiyle sona ererBöylece bir günün sabrı kendisine kolay olurFakat eğer eceli gecikirse kişiye yirmi sene sabretmeye azmetmek kolay gelmezBu bakımdan kişi ölümü ve kabirdeki tenhalığı hatırlamalıdırHele kalbi yalnızlıktan daraldığı anda. . .

Kişi kesinlikle bilmeli ki, ünsiyet edecek kadar Allah'ın zikir ve marifeti bir kimsenin kalbinde yerleşmedikçe, böyle bir kimse ölümden sonraki yalnızlığın vahşetini kaldıramaz ve buna güç yetiremez ve yine muhakkak bilmelidir ki, Allah'ın zikri ve marifetiyle yakınlık kuran bir kimsenin yakınlığını ölüm silip kaldıramazBöyle bir kişi marifet ve yakınlığı sayesinde diri kalırHem de Allah'ın üzerindeki fazilet ve rahmetiyle sevindiği halde kalır.

Nitekim Allahü teâlâ şehidler hakkında şöyle buyurmuştur:

Sakın Allah yolunda öldürülenleri, ölüler sanma! Doğrusu, onlar rableri katında diridirlerCennet meyvelerinden rızıklanırlarOnlar Allah'ın kendilerine verdiği ihsandan dolayı neşeli haldedirler. (Âl-i İmrân/169-170)

Kim nefsinin cihadında Allah için tecerrüd edip çalışıyorsa, o şehiddirÖlüm, ister önce, ister sonra her ne zaman gelir ona yetişirse yetişsin, durumu değiştirmezBu bakımdan Mücâhid o kimsedir ki, nefsi ve hevasıyla mücahede eder.

Nitekim Hazret-i Peygamber bu durumu açık bir şekilde dile getirmiştirEn büyük cihad nefis cihadıdırNitekim sahabîlerden bazıları şöyle demişlerdir: 'Biz küçük cihaddan büyük cihada döndük'Sahâbe-i kirâm bundan nefis cihadını kastetmektedir.

Kitabu Âdâb'il-Uzlet (Uzlet Âdâbı) bölümü burada sona ermiş bulunuyorBundan sonra Kitabu Âdâb'is-Sefer (Yolculuk Âdâbı) gelecektirHamd bir ve tek olan Allah'a mahsustur!

40) Ahmed b. Hanbel

41) Ali b. Ebi Tâlib'den zayıf bir senedle

42) Buhârî

43) Ebû Ya'la

44) Kitab 'ul-İlim'de geçmişti.