11-7
Ziyafet ve Davet Âdâbı
Ziyafet Âdâbı
Ziyafetin edepleri altıdır:
1. Davet etmek
2. Davete icabet etmek
3. Hazır olmak
4. Yemeği takdim etmek
5. Yemek
6. Dağılmak
Bu edepleri teker teker açıklamadan önce Allah'ın izniyle ziyafetin faziletini belirtelim.
Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle demiştir:
Misafir için, zorluklara ve zahmete girmeyiniz. Zira böyle yaptığınız takdirde ona buğzetmeye başlarsınız. Oysa misafire buğzeden bir kimse Allah'a da buğzetmiş olur. Allah'a buğzedene de Allah buğzeder. 43
Misafir kabul etmeyen bir kimsede hayır yoktur. 44
Bir ara Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) , birçok deve ve sığıra sahip bulunan bir kimseyi ziyarete gitti. Fakat o zengin onu misafir olarak kabul etmedi. Birkaç koyunu olan fakir bir kadıncağızı ziyarete gitti, kadın, (kendisini misafir olarak kabul ettiği gibi) , ikrâm olarak kendisine bir de koyun kesti.
Bunun üzerine Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle demiştir:
Bu iki insanın hâline bakınız. Demek ki bu ahlâklar Allah'ın kudret elindedir. Kim isterse güzel ahlâkı ona verir. 45
Rasûlüllah'ın azadlısı Ebû Râfi şöyle buyurur:
Rasûlüllah'ın bir misafiri geldi. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber şöyle buyurdu 'Filân yahûdîye git ve de ki; Rasûlüllah'ın bir misafiri gelmiştir. Receb ayına kadar ödünç olarak biraz un versin'. Bu teklif üzerine yahûdî şöyle dedi: 'Vallahi ona ancak rehine karşılığı un verebilirim'.
Yahudinin dediklerini iki cihan serverine haber verdiğim zaman şunları söyledi: 'Allah'a yemin ederim ki ben yerde ve gökte eminim. Eğer bana ödünç olarak unu verseydi, muhakkak ki onun hakkını yerine getirirdim. Fakat al şu zırhımı götür ve kendisine rehin olarak bırak'.
Hazret-i İbrahim (sallâllahü aleyhi ve sellem) yemeğe hazırlandığı zaman çıkar, bir veya iki millik bir mesafeye kadar sağa, sola bakar, kendisiyle birlikte yemek yiyecek birisini arardı. Bunun için Hazret-i İbrahim'e 'Misafir babası' mânasına gelen 'Ebû'd-Diyfan' denirdi. Bu husustaki güzel niyetinin bir mükâfatı olarak günümüze kadar mübarek meşhedinde (makamında) ziyafeti devam edegelmektedir. Bir gece yoktur ki Hazret-i İbrahim'in yanında (makamında) üç, on ve yüz kişilik cemâatlar yeyip içip barınmasınlar, Türbedârı diyor ki: 'Buraya ilk geldiğim andan beri burayı bir gece olsun misafirsiz görmüş değilim'. Hazret-i Peygamber'e şöyle soruldu: Îman nedir?' Cevaben şöyle buyurdu:
Yemek yedirmek ve selâm vermek. 46
Başka bir hadîs-i şerifte kefaret ve yüksek derece hakkında şöyle buyurmaktadır:
Yemek yedirmek ve halkın tatlı uykuda mışıl mışıl uyuduğu zaman kalkıp Allah ile başbaşa kalıp ibadet etmektir. 47
Hazret-i Peygambere Hacc-ı Mebrur sorulduğunda şöyle demiştir:
Yemek yedirmek ve güzel konuşmaktır.
Enes (radıyallahü anh) şöyle demiştir: 'Misafirin girmediği bir eve melekler de giremez'. Kısacası, ziyafetin ve Allah rızası için yedirmenin fazileti hakkında hadde hesaba sığmayacak kadar çok haberler vârid olmuştur. O hâlde biz burada bu kadarla yetinip edeplerin zikrdilmesi faslına dönelim.
Dâvet Âdâbı
1- Davete çağıran sofra sâhibi, ittika sahibi ve dindar kimseleri davet etmeye bakmalıdır. Fâsık ve fâcirleri dâvet etmemelidir. Çünkü Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) kendisini davet edip yediren bazı kimselere şöyle demiştir: 'Senin yemeğini iyiler yediler'. 48
Bir başka hadîste de şöyle demiştir:
Sen ancak muttakî bir kimsenin yemeğini ye ve yemeğini de sâlih bir kimseye yedir. 49
2- Özellikle zenginleri değil, tam aksine fakirleri dâvet etmeye dikkat etmelidir.
Nitekim Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmaktadır:
Yemeklerin en şerlisi velîme yemeğidir. Çünkü yemeğe yalnız zenginler dâvet edilir. Fakirler ise, davet edilmezler. 50
3- Ziyafetinden akrabalarını mahrum etmemesi gerekmektedir. Çünkü onları mahrum etmesi nefretlerine sebep olur ve böylelikle sıla-i rahim kesilir.
4- Dost ve tanıdıkların yakınlık derecelerini gözetip ona göre hareket etmesi lâzımdır. Çünkü sadece bir kısmını davet etmek diğerlerini rencide ederek ürkütür.
5- Verdiği dâvet ile gurura kapılıp övünmemelidir. Aksine, dostlarının kalplerini kazanmayı ve Rasûlüllah'ın yemek yedirmek ve Mü'minlerin kalbine sevinç vermek hususundaki sünnetine uymayı kasdetmeli ve sadece buna niyet etmelidir.
6- Dâvete icabet etmesi zor olan birini dâvetine çağırmamalıdır.
7- Geldiğinde herhangi bir sebepten dolayı, dâvette olanların rahatsız olacağını bildiği bir kimseyi de dâvet etmemelidir.
8- Dâvetine icabet edeceği kesin olan kişileri dâvet etmelidir.
Süfyân es-Sevrî şöyle der: İcabet etmesinden hoşlanmadığı birini dâvet eden kimse günahkâr olur'. Buna rağmen, eğer çağrılan icâbet ederse, o zaman çağıran iki defa günahkâr olur. a) İstemediği halde kişiyi yemeye zorlamış olur. b) Şâyet çağrılan, kendisinin ev sâhibi tarafından istenmediğini bilseydi, hiç şüphesiz gelip o yemeği yemeyeceği için.
Bir terzi İbn-i Mübârek'e şöyle sordu: 'Ben sultanların elbiselerini dikiyorum, acaba onların yardımcılarından olmamdan korkar mısın?. ' İbn-i Mübârek 'Hayır, zâlimlerin yardımcıları, ancak sana iğne ve iplik satan kişidir. Sen ise zâlimin tâ kendisisin' dedi.
Dâvete icâbet sünnet-i müekkede'dir, Bazı yerlerde icabetin farz olduğunu söyleyenler de vardır.
Nitekim Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle demiştir:
Eğer kürâ denilen bacak kemiğine dâvet edilsem icâbet ederim. Zira bana bir hayvan kolu hediye edilse bile kabûl ederdim.
43) Ebû Bekir b. Lâl
44) İmâm-ı Ahmed
45) Harâitî
46) Müslim ve Buhârî
47) Tirmizî ve Hâkim
48) Enes'ten
49) Zekât bölümünde geçmişti.
50) Buhârî ve Müslim
Dâvete İcabet Etmenin Âdâbı
Davete icâbet etmenin âdâbı beş'tir:
1. Fakir zengin ayırımı yapılmamalıdır. Eğer fakirinkine değil de sadece zenginin davetine icabet edilirse, böyle bir hareket yasaklanmış olan kibir ve gurur sınıfına girer. Bu sır ve hikmete binâen, seleften bazı kimseler icabetin aslından vazgeçerek nedenini şöyle izah etmişlerdir: 'Çorbayı beklemek zillettir'. Başka biri 'Elimi başkasının çanağına uzattığım zaman, boynum ona karşı bükük ve zelil olur' demiştir.
Bir kısım mütekebbir vardır ki, zenginlerin dâvetine icabet edip fakirlerin davetine gitmekten imtina ederler! Bu hareket, sünnetin tam tersidir. Çünkü Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) köle ve fakir ayırmaksızın herkesin dâvetine icâbet etmiştir. 51
Bir ara Hazret-i Ali'nin oğlu Hazret-i Hasan (radıyallahü anh) yolun kenarında oturup dilenen bir grubun yanından geçtiğinde kumlar üzerine yemeklerini serdiklerini gördü. Bu gruba katırının üstündeyken selâm verdi. Onlar bu selâma karşılık 'Ey Allah Rasûlü'nün torunu, yemeğimize buyurmaz mısınız?' dediler. Hazret-i Hasan 'Elbette gelirim; çünkü Allahü teâlâ kibir gösteren kimseleri sevmez' deyip katırından indi ve onlarla oturup birlikte yemek yedi. Yemek yedikten sonra tekrar katırına bindi ve 'Ben sizin dâvetinize icâbet ettim, o hâlde siz de benim dâvetime icâbet ediniz' dedi. Onlar da 'Hay hay, biz de senin dâvetinize icabet ederiz' dediler. Bunun üzerine onlara belli bir zaman tâyin etti. Onlar o zamanda çıkıp geldiler. Onlara yemeklerin en nefislerini takdim ederek, oturup kendileriyle birlikte yedi.
'Ben elimi kimin çanağına uzatırsam, ona karşı boynum bükük olur' şeklindeki hükme, 'Bu hüküm sünnete muhaliftir' diyenin kanâati yanlıştır. Zira davet eden, çağrılanın icâbet etmesine sevinmediği ve onun gelmesini kendisine bir minnet saymadığı takdirde, icâbet etmek, zillet olduğu gibi, çağrılanın boynunda da bu dâvet bir minnet olur.
Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) davetlerin tümüne icâbet ederdi. Çünkü bilirdi ki, o davette hazır bulunmasından dolayı yemek sahibi büyük bir minnet yükünü kabul edip, teşriflerini kendisi için dünya ve âhiret azığı olarak görür. Bu nedenle bu durum, hâllerin değişmesiyle değişen bir durumdur. Şöyle ki: Şayet yedirmenin davet edene ağır geldiğini, ancak böbürlenmek ve zoraki bir durum için yedirdiğini bilirse, böyle bir davete icabet edilmesi sünnete uygun değildir. Aksine böyle bir dâvete icabet etmemesi için bahaneler uydurması daha uygun bir harekettir. Bundan dolayı seleften biri şöyle demiştir: 'Ancak senin kendinde olan rızkını yediğini ve sana ait olup onun yanında bulunan bir emaneti sana teslim ettiğini, o emanetini kabul ettiğin için de kendisine büyük bir iyilikte bulunduğunu gören ve bilenin yemeğini ye.
Sırrı es-Sakatî şöyle demiştir: 'O lokma için âh çekerim ki, onda Allah'a karşı bir mesuliyet olmadığı gibi, herhangi bir mahlûkun da onda minneti yoktur'.
Bu nedenle davete çağrılanın, dâvette herhangi bir minnetin olmadığını bildiği zaman, icâbet etmesi gerektir.
Ebû Turâb en-Nahşâbî şöyle demiştir: 'Bana bir yemek takdim edildi (hiç bir mâni olmadığı halde) yemedim. Bunun üzerine on dört gün aç kaldım. Düşündüm ve bu cezânın sebepsiz yere reddettiğim dâvetten geldiğine kanâat getirdim'.
Mâruf-u Kerhî'ye 'Seni kim dâvet ederse hemen dâvete icâbet ediyorsun' denildiğinde, 'Ben misafirim, beni nereye oturturlarsa ben orada otururum' demiştir.
2. Dâvet edenin fakirliği ve rütbece yüksek olmaması, icâbete engel teşkil etmediği gibi, gidilecek mesafenin uzaklığı da engel teşkil etmemelidir. Normal olan her mesafenin icâbete engel olmaması gerekir. Bunun için Tevrat'ta veya semavî kitapların birinde şunlar vardır: 'Hastanın ziyareti için bir millik mesafeye; cenâze teşyii için iki mil; dâvete icabet etmek için üç mil ve Allah için bir arkadaşını ziyaret etmek için de dört mil yol gitmelisin'. Dâvete icâbet ile Allah için ziyaretin daha önemli tutulması, şu hikmetten dolayıdır: Bu iki husus da diriler hakkında yerine getirilmesi gereken hususlardır. Dirinin hakkına öncelik vermek, ölünün hakkına öncelik vermekten daha evlâdır.
Nitekim Hazret-i Peygamber şöyle buyurmaktadır:
Eğer Gamim denilen mevkide bulunan kürâ'a dâvet edilirsem, şüphesiz icabet ederim. 52
Hadîste adı geçen Gamim Medine-i Münevvere'den birkaç mil uzaklıkta bulunan bir yerin adıdır. Hazret-i Peygamber Ramazan'da Medine'den çıkıp oraya vardığında, orucunu bozar ve her sefere çıkışında oraya vardığında namazını seferî olarak kılardı. 53
3. Oruçludur diye davete icabetten kaçınmamalıdır. Aksine dâvete icabet etmesi gerekmektedir. Davete icabet edip hazır olduktan sonra, eğer orucunu bozmak arkadaşını sevindiriyorsa, orucunu hemen bozmalıdır. Orucunu bozup din kardeşine bahşettiği sevinçten elde ettiği sevap, nafile oruçtan elde ettiği sevaptan kat kat üstündür.
Bütün bu hükümler nafile oruç hakkındadır. (Farz oruçta ise böyle birşey sözkonusu değildir) .
Eğer davet sahibinin kalbî sevinci kesinlikle sabit olmamışsa, onun zahirî sevincini tasdik ederek orucu bozmalıdır. Eğer kesinlikle dâvet sahibinin samimiyetine inanmayıp, ancak zorakî dâvet ettiğine karar verirse, o zaman orucunu bozmamak için bahaneler uydurup yemekten kaçınmalıdır. Orucunu özür olarak gösterip yemekten kaçınan bir kimse için Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle demiştir.
Kardeşin senin için zorluklara katlanmış ve yemek hazırlamıştır, sen de 'Ben oruçluyum' diyerek yemekten kaçınıyorsun. 54
İbn-i Abbâs şöyle der: 'Nâfile orucunu, arkadaşlarının kalbini hoş etmek için bozmak, iyiliklerin en faziletlilerindendir'.
Öyleyse bu niyetle nâfile orucu bozmak, bir ibâdettir. Güzel bir ahlâktır. Öyleyse böyle yapmanın sevabı, nâfile oruca devam etmenin sevabından daha üstündür. Eğer nâfile oruç tutan zat, orucunu bütün ısrarlara rağmen bozmazsa onun ziyafeti güzel koku sürmek, buhur yakmak ve tatlı konuşmaktır. Göze sürme çekme nin ve kokulu yağlarla yağlanmanın bir çeşit ziyafet olduğu da söylenmektedir. .
4. Yemekte şüphe varsa, yayılan sergiler helâlden değilse, davet yerinde ipekli sergiler serilmişse, gümüş kaplar kullanılıyorsa, dâvet yerinin duvar veya tavanlarında canlıların boy resimleri bulunuyorsa, dinen münker olan çalgılar çalınıyorsa, haram oyunlarla meşgul olunuyorsa, gıybet, yalan şahitlik, iftira, yalan ve benzeri şeyler yapılıyor ve dinletiliyorsa, böyle bir dâvete icabet etmekten şiddetle kaçınılmalıdır.
Bütün bu durumlar, icâbete mânî oldukları gibi, müstehab olmasını ortadan kaldırıp haram ve mekruh hâle getirir. Dâvet eden, zâlim, bid'atçı, fâsık, şerir veya gösteriş meraklısı bir zorba ise, böyle bir kimsenin dâvetine icabet etmemek gerekir.
5. Dâvete icabet etmenin gayesi, karın doyurmak olmamalıdır. Böyle bir durum, dünya için çalışıldığını gösterir. Aksine, âhiret için çalışmak niyetiyle icâbet edip, bunu ispatlamak için çalışmalıdır. Şöyle ki: Dâvete icabet etmekle Hazret-i Peygamber'in 'Eğer Kur'a bile davet edilsem icabet ederim sözüne uymaya niyet etmelidir. Davete icâbet etmekle, Allah'a masiyetten korunmaya niyet etmelidir.
Çünkü Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:
Çağırana (eğer dinî mahzur yoksa) icâbet etmeyen muhakkak Allah ve Rasûlü'ne isyân etmiştir. 55
İcabet etmekle Mü'min kardeşine ikrâm etmeyi niyet etmelidir. Böylece Hazret-i Peygamber'in yolunda yürümüş olur,
Nitekim Hazret-i Peygamber şöyle demiştir:
Kim Mü'min kardeşine ikramda bulunursa sanki o kimse Allah'a ikram etmiştir. 56
Bir Mü'mini sevindiren, muhakkak Allah'ı sevindirmiş olur. 57
Bu hadîse uyarak davete icabet etmekle çağıranı sevindirmek gibi, davet edenin ziyaretine de niyet etmelidir ki, bu sayede Allah için sevişenlerden olsunlar; zira Allah için sevişmekte Hazret-i Peygamber karşılıklı ziyaret ve ikramı şart koşmuştur. Böylece bir taraftan ikrâm, diğer taraftan da ziyaret olmuş olur.
Bir kimsenin davete icabet etmemesi yüzünden kötü zanna kapılıp hakkında saçma sapan konuşulmasına meydan vermemelidir. Meselâ icabet etmemesinin, kibir, gurur, kötü ahlâk, müslü man kardeşlerini hakir görmek ve benzeri kötü ahlâklara hamledilmesine fırsat vermemelidir.
Konunun başından buraya kadar zikredilenlerin tümü altı husustur. Dâvete icabet etmesi sadece bunların birisiyle olsa bile, Allah'a yaklaştırıcı ibâdetlerden olur. Acaba hepsi bir arada olursa nasıl olur?
Selef-i sâlihînden biri şöyle demiştir: 'Her amelde, hatta yemekte ve içmekte bile benim bir niyetim olmasını sever ve isterim'. Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle demiştir:
Ameller ancak niyet ile vardır. (veya kâmildirler) . Her kişi niyet ettiğini elde eder. Bu bakımdan kimin hicreti (gidişi) Allah'a ve O'nun Rasûlü'ne ise, o kimsenin hicreti Allah ve Rasûlü'nedir. Kimin hicreti elde etmek istediği bir dünyalık veya evlenmek istediği bir kadına ise, onun kazancı da kasdettiği hedeftir. 58
Bu hadîsler, bu gibi hükümler hakkında vârid olmuştur.
Niyet ancak mübahlara ve ibadetlere tesir eder. Yasaklarda ise, niyetin zerre kadar müsbet bir tesiri olmaz. Bu bakımdan arkadaşlarını sevindirmek niyetiyle içki içirir veya başka bir haram hususunda yardımda bulunursa, bu niyet, kendisine zerre kadar fayda vermez ve bu hususta 'ameller ancak niyete bağlıdır' denilemez.
Dahası vardır: Eğer tâat ve ibâdetin tâ kendisi olan gaza ve muhârebe ile şöhret ve ganimeti kast ederse, kötü niyeti onu ibâdet olmaktan çıkarır. Hayırlar ile mübah da böyledir. Ancak iyi niyetle hayır sınıfına girer. Bu bakımdan niyet bu iki kısımda tesir eder. Üçüncü kısım (haram) da ise, hiçbir tesiri yoktur.
Dâvet Olunan Evde Bulunmanın Âdâbı
1- Davette hazır olmanın âdâbına gelince, eve girip baş tarafa geçmemeli ve yerlerin en iyisini işgal etmemeli, aksine tevâzu gösterip, alçak gönüllü davranmalıdır.
2- Geç gelmek suretiyle misafirleri bekletmemelidir.
3- Yemek hazırlanmadan önce ansızın gelmemelidir.
4- Hazır bulunanları, sıkıştırmak suretiyle rahatsız etmemelidir. Ev sahibi kendisine bir yer gösterir veya işaret ederse, ona muhalefet etmemesi lâzımdır. Çünkü ev sahibi kendi kafasında sofrada herkesin yerini tâyin ve tertip etmiş olabilir. Bu durumda ev sâhibine muhalefet etmek onun plânını altüst etmek demektir.
5- Eğer misafirlerden bazıları, kendisine ikrâm olsun diye baş tarafa oturmasını işaret ederlerse, tevâzu göstermesi gerekir.
Çünkü Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle demiştir:
Meclisin en aşağısında oturmaya razı olmak, Allah rızası için tevâ zu gösterip alçak gönüllü olmak demektir. 59
6- Kadınların bulunduğu hücre (oda) kapısına gerdikleri perdenin karşısında oturmamalıdır.
7- Yemeğin hazırlandığı yere çok bakmamalıdır; zira böyle yapması oburluğun işaretidir.
8- Oturduğu zaman, ancak, yakınında oturan kimsenin hâlini sorup ona selâm vermelidir.
Gece kalacak bir misafir geldiği zaman, ev sahibi misafire gelir gelmez şunları yapmalıdır:
a) Kıbleyi, b) Helâyı, c) Abdest alacak yeri göstermelidir. Çünkü İmâm-ı Mâlik misafiri bulunan İmâm-ı Şâfiî'ye böyle yapmıştır.
İmâm-ı Mâlik (radıyallahü anh) yemekten ve misafirlerden önce elini yıkayıp şöyle demiştir: 'Yemekten önce ev sahibinin el yıkaması daha uygundur. Çünkü o, misafirleri ikramına davet eder. . . Öyleyse herkesten önce el yıkama hakkına o sahiptir'.
Yemeğin sonunda ise herkesten daha sonra yıkamalıdır ki sonradan gelenleri beklemiş ve onlarla yemek yemiş olsun.
Kişi eve girerken dine muhalif bir münkeri gördüğünde, eğer kudreti varsa kaldırmalıdır. Aksi takdirde, diliyle o işin dine muhalif olduğunu söyleyip geri dönmelidir.
Dinen münker ve yasak olanlar şunlardır:
1- İpekli sergileri yaymak, 2- Altın ve gümüş kapları kullanmak, 3) Resimler asmak 4) Oyun âletlerini ve çalgılarını dinletmek, 5) Mecliste yüzü açık kadınların hazır bulunması vb. .
İmâm-ı Ahmed (radıyallahü anh) başı gümüş kaplamalı bir sürmedanlık görüldüğünde, meclisin terkedilmesi gerektiğini söylemiştir. Fakat İmâm-ı Ahmed, bir evde gümüşle yamalanmış bir kap bulursa, o evde oturmaya izin vermiştir. Eğer evde altın veya gümüş ile işlenmiş bir perde görürse, o evi terketmenin daha uygun olduğunu söylemiştir. Çünkü sadece süs için yapılan perdede herhangi bir fayda olmadığı gibi, sıcak ve soğuğun giderilmesine ve herhangi bir şeyi örtmesine de yararlı değildir. İmâm-ı Ahmed 'Kâbenin örtülmesi gibi, evin duvarlarının ipekle örtülü olduğunun görüldüğünde yine de çıkmak ve orayı terketmek gerekir' demiştir.
İmâm-ı Ahmed devamla şöyle demiştir: 'müslüman bir kişi, içinde resim bulunan bir evi kiraladığı veya hamama girdiğinde bir sûret gördüğü zaman, o sûreti kazıması gerekir. Eğer kazımaya gücü yetmezse orayı terketmesi lâzımdır'.
İmâm-ı Ahmed'in bu dediklerinin hepsi de doğrudur. Ancak ipek ve perde ile süslenen duvarlar hakkındaki görüşü hakkında düşünmek gerekir. Çünkü bu durum harama götürücü bir durum değildir. Zira ipek, sadece erkeklere haramdır.
Nitekim Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle demiştir:
Bunların ikisi (altın ve ipek) ümmetimin erkeklerine haramdır. Kadınlarına ise helâldir. 60
Duvara asılan ipekler ise, erkeklere nisbet edilemez. Eğer duvara asılan ipekler haram olsa, Kâbe'nin bu tarzda süslenmesi de yasak olurdu. Aksine, duvara ipek asılmasının mübah olması daha evlâdır.
De ki: 'Allah'ın kulları için çıkardığı ziyneti kim haram etti?' (A'raf/32)
Hele bu tip askı, kibir ve gurur için değil, ancak belli günlerde açılırsa o zaman haramdan daha da uzaklaşılmış olur. Her ne kadar erkeklerin asılan ipekliye bakıp zevklendikleri düşünülürse de, bu düşünce hükmü değiştirmez. Çünkü cariye ve kadınlar ipekliyi giydiklerinde erkeklerin onlara bakıp zevklenmesi haram değildir. Duvarlar da kadınlar gibidir. Çünkü, duvarların erkek vasfıyla ilgisi yoktur.
51) Tirmizî ve İbn Mâce
52) Daha Önce geçmişti.
53) Müslim
54) Beyhakî
55) Müslim ve Buhârî
56) İsfehânî
57) Buhârî
58) Buhârî ve Müslim
59) Harâitî ve Ebû Nuaym
60) Ebû Dâvud, Nesâî ve İbn Mâce
11-8
Yemek Hazırlamanın Âdâbı
Yemeğin hazırlanmasının beş âdâbı vardır:
1. Yemeği acele vermektir. Yemeği erkenden vermek, misafire ikram etmek demektir.
Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmaktadır:
Allah'a ve son güne îman eden bir kimse misafirine ikramda bulunsun.
Misafirlerin çoğu gelmiş ve hazır olmuşsa, gelmeyen birkaç kişi kalmış veya vakit geçmiş ise, o zaman hazır bulunanların hakkını gözetip bir an önce yemeği yedirmek, gelmeyenlerin hakkını gözetip beklemekten daha iyidir. Ancak geç kalan adam fakir ve beklenilmediği takdirde kalbi kırılacak bir tip ise, o zaman yemek biraz tehir edilirse, bir sakınca yoktur.
İbrahim'in ikrama mazhar olmuş misafirlerinin haberi sana geldi mi? (Zâriyât/24)
Bu ayet-i celîlenin mânalarından biri şöyledir. Acele tarafından yemek hazırlamakla ikrama mazhar kıldı onları. Nitekim şu ayet de bu mânâya işaret etmektedir:
Az sonra kavrulmuş (semiz) bir buzağıyı (onlara ikram etmek için) getirdi. (Hûd/96)
Aynı mânayı şu ayet de belirtmektedir:
Hemen evine yöneldi; derhal onlara takdim etmek üzere semiz (ve kavrulmuş) bir buzağı getirdi. (Zâriyât/26)
Ayetteki Râfe fiilinin kökü olan 'Revefan' aceleyle gitmek demektir. Bazıları da 'gizlice getirmek demektir' demiştir. Bazıları da 'İbrahim (aleyhisselâm) bir but getirdi' demektir der. Fakat getirilen buta, acele getirildiği için (tâcil kökünden gelen) âcil ismi verilmiştir.
Hâtim el-Esemm şöyle demiştir:
Acele şeytanın işidir. Fakat beş yerde güzel ve sünnettir: a) Misafirlere yedirmek hususunda, b) Bâkire kızını (veya evlâdını) evlendirmek hususunda, c) Ölünün techizi hususunda, d) Borcun ödenmesi hususunda, e) Günahtan tevbe etmek hususunda.
Velime (evlenme ve düğün) yemeğinde de acele etmek müstehabdır' denilmiştir.
Velime yemeğini, ilk günde vermek sünnettir. İkinci günde örf ve âdete uymaktır. Üçüncü günde ise riyakârlıktır.
2. Yemeğin tertibi şöyle olmalıdır: Eğer varsa, yemekten önce meyveleri vermelidir. Çünkü böyle yapmak tıbben daha uygundur. Zira meyve diğer yemeklerden daha önce hazmedilir. Onun için mide altında kalması daha uygundur.
Kur'ân'ın şu ayetlerinde, meyvelerin yemeklerden önce yenmesinin daha uygun olduğuna işaret edilmiştir:
Seçtiklerinden meyve ve iştihalarının çektiği kuş etinden var. (Vakıa/21-22)
Meyveden sonra takdim edilen en faziletli yemek et yahnisidir.
Nitekim Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmaktadır:
Âişe'nin diğer kadınlara üstünlüğü, yahninin diğer yemeklere üstünlüğü gibidir.
Eğer yemekten sonra tatlı da yedirirse, o zaman bütün güzel şeyleri bir araya getirmiş olur.
Et ikram etmekle ziyafetin yeterli olduğuna Allahü teâlâ'nın Hazret-i İbrahim'in misafiri hakkındaki ayeti işaret eder. Çünkü Hazret-i İbrahim (aleyhisselâm) güzelce pişmiş, kavrulmuş bir buzağıyı onlara getirmiştir. Eti sofrada hazır etmek ikramın esasından biridir. Çünkü Allahü teâlâ güzel yemeklerin vasfı hakkında şöyle buyurmaktadır:
Biz sizin üzerinize (ey İsrâiloğulları) Men ve Selva indirdik. (Bakara/57)
Buradaki Men bal (kudret helvası) demektir. Selva ise et demektir. Ete selva denmesinin sebebi, her katığın yerini tuttuğu ve ondan başka hiçbir yemekte bu vasfın bulunmadığındandır. Hazret-i Peygamber'in şöyle demesinin hikmeti bu olsa gerektir.
Katıkların efendisi ettir. Allahü teâlâ Men ve Selva'dan sonra şöyle buyurmaktadır:
Size rızık olarak verdiklerimizin tayyiblerinden (helâllerinden) yeyiniz. (Bakara/57)
Bu bakımdan etli ile tatlı tayyib tâbir edilen rızıklardandır.
Ebû Süleyman ed-Dârânî 'Tayyiblerin yenmesi, insanda Allah'tan razı olmayı doğurur' demiştir.
Bu tayyiblerin tamamlanması, soğuk su içmek ve ılık su ile yıkamakla tamamlanır.
Me'mûn şöyle demiştir: 'Buzlu ve soğuk su içmek, nimet vericiye karşı olan şükrü her türlü şüpheden kurtararak sadeleştirir'.
Ediblerden biri şöyle demiştir: 'Dostlarını davet edip onlara Hasremiye ve Buranniye61 yedirip üstüne soğuk su içirirsen o zaman ziyafeti tamamlamış olursun'. Birisi dostlarına tertip ettiği ziyafet için birçok para harcamıştı. Bu durumu gören hekimlerden biri şöyle demiştir. 'Ekmeğiniz iyi, suyunuz soğuk ve sirkeniz hoş olduğu takdirde yeter de artar bile. Bunca zahmeti yapmanız gerekmezdi'.
Bazıları da şöyle demiştir: 'Yemekten sonra tatlı ve yemek çeşitlerinin çokluğundan sofrada temkinli oturmak da iki çeşit yemekten daha hayırlıdır'. Sofrada sebze olduğu zaman, meleklerin o sofrada hazır olduğu söylenmektedir. O halde, sofrada sebze bulundurmak da müstehabdır. Sebzenin bulundurulmasında yeşillik olduğu için sofrayı süsleme özelliği vardır.
İsrailoğulları'nın üzerine inen sofrada kıras (kereviz) veya havuç otu hariç, bütün sebze ve yeşillikler vardı. Yine bu sofrada baş tarafında sirke, kuyruk tarafında tuz bulunan bir balık, üzerinde birer zeytin, birer nar tanesi bulunan yedi çörek vardı. Kudret sofrasına benzetmek için bütün bunları sofrada bulundurmak güzeldir.
3. Önce sofraya yemek çeşitlerinin en güzelini getirmelidir ki, isteyen ondan doya doya yesin. Ondan sonra gelenlerde pek fazla yemek durumunda kalmasınlar.
Ehl-i keyfin âdeti, önce yemeğin kabasını getirmektir ki, ondan sonra iyiyi gördüğünde isteği yeniden kabarsın. Oysa böyle yapmak fazla yemeye vesile olur.
Eskilerin âdeti, bütün yemek çeşitlerini birden sofraya getirip dizmekti. Böylece herkesin beğendiğini yemesine imkân verirlerdi. Eğer bir çeşit yemekten başka yemeği yoksa, yemeğin başlangıcında misafirlerine durumu bildirmelidir. Çünkü misafirler arasından daha nefis yemek gelir diye, doyasıya yemeyenler çıkabilir. Hatta mürüvvet sahiplerinin yemek listelerini yazıp misafirlere takdim ettikleri rivâyet edilmiştir.
Şeyhlerden biri şöyle anlatıyor: 'Şam'da şeyhlerden birisi bana bir çeşit yemek getirdi. Ona dedim ki, bizim Irak'da bu çeşit yemekler ancak sofranın sonunda getirilir'. Şeyh 'Bizim Şam'da da durum böyledir' dedi. Böylece şeyhin yanında bu yemekten başkasının olmadığını anladım. Bu durum karşısında çok utandım.
Bir başkası şöyle anlatır: 'Biz bir grup ziyafette idik. Bize pişmiş kellelerden işkembe çorbası ve kavrulmuş etler getirildi. Biz bundan sonra gelecek yemek çeşitlerini beklediğimiz için gelen yemeğe rağbet gösterip yemedik. Bir de baktık ki, ellerimizi yıkamak için leğen getirildi. Artık başka yemek getirilmedi. Bunun üzerine birbirimize bakakaldık. O esnada dâvette bulunan şeyhlerden biri lâtife olarak şöyle dedi: 'Allah gövdesiz başları yaratmaya kâdirdir'. Ravi der ki: 'Biz o gece sahur zamanına kadar aç kalıp ekmek kırıntılarını bile aradık'. İşte böyle bir mahzura yer vermemek için; ya bütün yemekleri birden sofraya getirmelidir veya yemekleri misafirlere haber vermelidir.
4. Dâvetliler doyup ellerini çekmeden önce yemekleri kaldırmamalıdır. Çünkü davetliler içerisinde önce gelen yemeğin dibinde kalanın gelecek yemekten daha fazla hoşuna gidenler ola bilir veya daha yemek yemeye ihtiyaç duyan kimseler olabilir. Bu bakımdan, eğer acele edip kaldırırsa durumu bulandırmış olur. 'Sofrada temkinli olmak, iki çeşit yemeği sofraya getirmekten daha hayırlıdır' kabilindendir bu durum.
Bu sözün, iki mânaya gelmesi muhtemeldir. Yani bu, acele yememek sureti ile temkinli olmak demektir.
Şakacı bir sûfîden şöyle hikâye edilir: 'Bir ara cimri bir zengine misafir olduk. Bize kızartılmış kuzu takdim edildi. Sofra sahibi cimri olduğundan, misafirlerin kuzuyu parçalayıp yediğini görünce darılarak hizmetçilerine şunu söyledi: 'Geri kalan gövdeyi kaldır. Onu evdeki çocuklara götür'. Hizmetçi gövdeyi eve doğru götürürken o sûfî kalkıp arkasından koştu ve kendisine 'Nereye gidiyorsun?' diye soruldu. Sûfî 'Çocuklarla birlikte yemek yemeye gidiyorum' diye cevap verdi. Bu durum karşısında ev sahibi utanıp, kuzu gövdesinin geri getirilmesini emretti'.
Misafirlerden önce elini sofradan çekmemelidir. Çünkü böyle yaptığı takdirde misafirleri utandırır. Demek ki, bütün misafirlerden sonra elini sofradan çekmelidir.
Kerem sahibi insanlar davetlilere yemeğin bütün çeşitlerini haber verirler, onların herbirinden doya doya yemelerine fırsat verip, tam yemekten çekilecekleri bir sırada diz çökerek ellerini yemeğe uzatırlar ve yemeğe başlarlardı. 'Allah'ın ismiyle yemeğe başlıyorum. Allah, size ve bize bereket ihsan etsin. Bize yardımcı olunuz' derdi.
5. Sofraya yeteri kadar yemek getirmelidir. Zira yetecek miktardan az getirilmesi şerefsizlik olduğu gibi, fazla getirmek de israf ve riyakârlıktır. Hele getirdiğinin hepsinin yenmesine gönlü razı değilse!. . Ancak hepsinin yenmesine razı olup artıklarından bereketlenmeye niyet ederse, o zaman sofraya yeterinden fazla yemek getirilebilir. Çünkü Hazret-i Peygamber'in hadîsinde, bu niyetle getirdiği yemekten sorguya çekilmeyeceği söylenmektedir, İbrahim b. Ethem sofrasında yeterinden fazla yemek bulundururdu. Bu durumu gören Süfyân es-Sevrî 'Ey Ebâ İshak! Bu kadar yemeğin getirilmesinin israf olacağından korkmaz mısın?' deyince, İbrahim 'Yemekte israf yoktur' dedi.
Eğer niyet bu değilse, o zaman sofrada fazla yemek bulundurmak külfet olur.
İbn Mes'ûd şöyle demiştir: 'Yemeği ile gururlananın sofrasına icabet etmekten menedildik'.
Ashâb-ı kirâmdan bir cemaat, gurur için verilen bir ziyafete icabet etmeyi kerih görmüşlerdir. Bu sır ve hikmetten ötürü Hazret-i Peygamber'in sofrasından fazla yemek hiçbir zaman geri götürülmezdi. Çünkü o devirdekiler, sofraya ihtiyaçtan fazlasını getirmezlerdi. Tıka basa yemezlerdi.
Misafir ve dâvetlilere yemek getirmeden önce, evdeki aile fertlerinin paylarını ayırması gereklidir ki; onların gözü yemekten geri gelecek olanda kalmasın. Bir de belki birşey artmaz diye misafirlerin aleyhinde kötü konuşmamalıdır. Aynı zamanda misafirler de, aile fertlerinin payını istemedikleri halde yemiş olurlar. Bu ise, esas hak sahiplerine bir ihanettir.
Sofrada kalan yemek kalıntıları ki, sûfîler ona 'zillet' derler. Misafirlerin onu alıp evlerine götürmek yetkisi yoktur. Ancak yemek sahibi açıkça kendi rızasıyla onlara götürme izni verirse veya karinelerle böyle bir hareketten hoşlanacağı bilinirse, o zaman misafir kalanı götürebilir. Eğer istemediği bilinirse, o zaman almaları hiçbir şekilde uygun değildir.
Yemek sahibinin kalıntıların götürülmesine razı olduğu bilindiğinde kişinin arkadaşlarıyla adaletli ve insaflı bir şekilde paylaşması gerekir. Bu bakımdan, dâvetlilerden herhangi birisi ancak payına düşeni alabilir. Ancak arkadaşları utanarak değil, gönül rızası ile kendisine müsamaha ederlerse o zaman başka. . .
61) Hasremiye üzüm koruğundan yapılmış bir çeşit yemektir. İshale karşı kullanılır. Burâniyye, Me'ınûn'un veziri Sehl'in kızı Buran'a yapılmış ve kendisine nisbet edilmiş bir yemektir.
Dâvetten Dönmenin Âdâbı
Dâvetten dönmenin üç âdâbı vardır.
1. Sünnet olduğu için kapıya kadar misafirlerle çıkmalıdır. Bu hareket misafire ikram sayılır. Misafire ikram ise, emredilen işlerden biridir. Nitekim Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmaktadır: 'Kim, Allah'a ve son güne îman ediyorsa, misafirine ikramda bulunsun'.
Yine Hazret-i Peygamber şöyle demiştir:
Misafir ağırlamanın sünnetlerinden biri de onu kapıya kadar uğurlamaktır.
Ebû Katâde şöyle demiştir: 'Habeşistan Kralı Necaşî'nin gönderdiği heyet Hazret-i Peygamber'in misafiri olduğu zaman, Rasûlüllah (sallâllahü aleyhi ve sellem) bizzat kalkarak onlara hizmet etti. Ashâb-ı kirâm 'Ey Allah'ın Rasûlü! Sen hizmet etme, biz senin yerine hizmet ederiz' dediklerinde, Hazret-i Peygamber şöyle demiştir: 'Hayır, onlar memleketlerine hicret eden ashâbıma ikram da bulundukları için, ben de bizzat onlara hizmet etmekle karşılık vermek istiyorum'. İkrâmın tamam olması, gerek gelirken, gerek giderken ve gerek sofrada misafire güler yüz gösterip, tatlı tatlı konuşmaya bağlıdır.
Evzâî'ye 'misâfirin kerameti (ikramı) nedir?' diye sorulduğunda, 'Güler yüz ve tatlı sözdür' diye cevap vermiştir.
Yezid b. Ebî Ziyad (radıyallahü anh) şöyle demiştir: 'Ne zaman Abdurrahman b. Ebî Leylâ'nın yanına gittimse bana tatlı tatlı konuşmuş ve nefis yemekler yedirmiştir. '
2. Misafirin gönlü hoş olarak dönmesidir. Her ne kadar kendisine karşı ufak tefek kusurlar vâki olmuşsa da, yine de böyle dönmesi gerekir. Çünkü böyle hareket etmek, güzel ahlâk ve tevâzûun alâmetidir.
Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle demiştir:
Şüphesiz ki kişi ahlâkının güzelliği sayesinde gündüz oruçlu ve gece ibâdetli bulunan bir kimsenin derecesine varır.
Seleften biri, bir aracı vasıtasıyla ziyafete davet edildi. Fakat aracı onu bir türlü bulamadı. Daha sonra bu durumu işiten o zat, kendiliğinden davet sahibinin evine gitti. Oysa davetliler yemek yemiş ve dağılmışlardı. Ev sahibi çıkıp, dâvetin bittiğini ve misafirlerin ayrıldığını söyledi: O da şöyle sordu:
- Yemem için hiçbir şey kalmadı mı?
- Hayır!
- Ekmek kırıntısı bile kalmışsa getir.
- Hiç birşey kalmadı.
- Bari çömleği getir de dibini sıyırayım.
- Onu da yıkadım.
Bu cevabı alan zat, Allah'a hamd-ü senâlar ederek geri döndü. O zata denildi ki: Neden bu kadar üstüne düştün bu işin. Yoksa oburluktan dolayı mı böyle yaptın?' Şöyle dedi: 'Adamcağız iyilik yaptı. İyi niyetle bizi davet etti ve yine iyi niyetle bizi geri gönderdi'. İşte tevâzu ve güzel ahlâkın mânası budur!
Ebû Kasım'ın üstadı Cüneyd-i Bağdâdî'yi bir çocuk dört defa davet ettiği halde, çocuğun babası onu her defasında geri çevirdi. Yine de o çocuğun gönlü hoş olsun diye dâvete icabet eder, babasının da kalbi kırılmasın diye sesini çıkarmadan geri dönerdi.
Bu kimseler Allah'a tevazu etmekle zilletin zirvesine çıkmış, Tevhîd ile itminana kavuşmuşlardır. Öyle ki her red ve kabulde kendileriyle rableri arasında cereyan eden birtakım ibret derslerini müşahede ederler. Bundan ötürü kullardan gelen ikramla sevinmedikleri gibi, onlardan gelecek zillete de üzülmezler. Aksine onlar herşeyi tek ve kahhâr olan Allah'tan bilirler. Bu sırra binaen şöyle denmiştir: 'Ben ancak bana cennet yemeğini hatırlattığı için dâvete icabet ederim'. Yâni davet yemeği, helâl, yorulmadan elde edilen, masrafı ve hesabı bizden kaldırılmış bir yemektir. Bunun için tıpkı cennet yemeği gibidir. . .
3. Misafir, gitmek için ev sahibinin rızasını gözeterek, ancak o izin verdikten sonra gitmelidir. Misafir olarak bir eve vardığında üç günden fazla durmamalıdır. Zira ev sahibinin, üç günden fazla kalan misafirden sıkılması çok görülen bir hâldir ve belki de fazla kalması kovulmasına sebep olabilir! Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle demiştir:
Misafirlik üç gündür, fazlası sadakadır. 62
Şayet, ev sahibi samimiyetle misafirin fazla kalması için ısrar ederse, o zaman fazla kalabilir.
Her müslümanın yanında misafir için bir kat yatak bulunması müstehabdır. Çünkü Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmaktadır:
Dâvetten dönmenin üç âdâbı vardır.
1. Sünnet olduğu için kapıya kadar misafirlerle çıkmalıdır. Bu hareket misafire ikram sayılır. Misafire ikram ise, emredilen işlerden biridir. Nitekim Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmaktadır: 'Kim, Allah'a ve son güne îman ediyorsa, misafirine ikramda bulunsun'.
Yine Hazret-i Peygamber şöyle demiştir:
Misafir ağırlamanın sünnetlerinden biri de onu kapıya kadar uğurlamaktır.
Ebû Katâde şöyle demiştir: 'Habeşistan Kralı Necaşî'nin gönderdiği heyet Hazret-i Peygamber'in misafiri olduğu zaman, Rasûlüllah (sallâllahü aleyhi ve sellem) bizzat kalkarak onlara hizmet etti. Ashâb-ı kirâm 'Ey Allah'ın Rasûlü! Sen hizmet etme, biz senin yerine hizmet ederiz' dediklerinde, Hazret-i Peygamber şöyle demiştir: 'Hayır, onlar memleketlerine hicret eden ashâbıma ikram da bulundukları için, ben de bizzat onlara hizmet etmekle karşılık vermek istiyorum'.
İkrâmın tamam olması, gerek gelirken, gerek giderken ve gerekse sofrada misafire güler yüz gösterip, tatlı tatlı konuşmaya bağlıdır.
Evzâî'ye 'Misâfirin kerameti (ikramı) nedir?' diye sorulduğunda, 'Güler yüz ve tatlı sözdür' diye cevap vermiştir.
Yezid b. Ebî Ziyad (radıyallahü anh) şöyle demiştir: 'Ne zaman Abdurrahman b. Ebî Leylâ'nın yanına gittimse bana tatlı tatlı konuşmuş ve nefis yemekler yedirmiştir. '
2. Misafirin gönlü hoş olarak dönmesidir. Her ne kadar kendisine karşı ufak tefek kusurlar vâki olmuşsa da, yine de böyle dönmesi gerekir. Çünkü böyle hareket etmek, güzel ahlâk ve tevâzûun alâmetidir.
Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle demiştir:
Şüphesiz ki kişi ahlâkının güzelliği sayesinde gündüz oruçlu ve gece ibâdetli bulunan bir kimsenin derecesine varır.
Seleften biri, bir aracı vasıtasıyla ziyafete davet edildi. Fakat aracı onu bir türlü bulamadı. Daha sonra bu durumu işiten o zat, kendiliğinden davet sahibinin evine gitti. Oysa davetliler yemek yemiş ve dağılmışlardı. Ev sahibi çıkıp, dâvetin bittiğini ve misafirlerin ayrıldığını söyledi: O da şöyle sordu:
- Yemem için hiçbir şey kalmadı mı?
- Hayır!
- Ekmek kırıntısı bile kalmışsa getir.
- Hiç birşey kalmadı.
- Bari çömleği getir de dibini sıyırayım.
- Onu da yıkadım.
Bu cevabı alan zat, Allah'a hamd-ü senâlar ederek geri döndü. O zata denildi ki: Neden bu kadar üstüne düştün bu işin. Yoksa oburluktan dolayı mı böyle yaptın?' Şöyle dedi: 'Adamcağız iyilik yaptı. İyi niyetle bizi davet etti ve yine iyi niyetle bizi geri gönderdi'. İşte tevâzu ve güzel ahlâkın mânası budur!
Ebû Kasım'ın üstadı Cüneyd-i Bağdâdî'yi bir çocuk dört defa davet ettiği halde, çocuğun babası onu her defasında geri çevirdi. Yine de o çocuğun gönlü hoş olsun diye dâvete icabet eder, babasının da kalbi kırılmasın diye sesini çıkarmadan geri dönerdi.
Bu kimseler Allah'a tevazu etmekle zilletin zirvesine çıkmış, Tevhîd ile itminana kavuşmuşlardır. Öyle ki her red ve kabulde kendileriyle rableri arasında cereyan eden birtakım ibret derslerini müşahede ederler. Bundan ötürü kullardan gelen ikramla sevinmedikleri gibi, onlardan gelecek zillete de üzülmezler. Aksine onlar herşeyi tek ve kahhâr olan Allah'tan bilirler. Bu sırra binaen şöyle denmiştir: 'Ben ancak bana cennet yemeğini hatırlattığı için dâvete icabet ederim'. Yâni davet yemeği, helâl, yorulmadan elde edilen, masrafı ve hesabı bizden kaldırılmış bir yemektir. Bunun için tıpkı cennet yemeği gibidir. . .
3. Misafir, gitmek için ev sahibinin rızasını gözeterek, ancak o izin verdikten sonra gitmelidir. Misafir olarak bir eve vardığında üç günden fazla durmamalıdır. Zira ev sahibinin, üç günden fazla kalan misafirden sıkılması çok görülen bir hâldir ve belki de fazla kalması kovulmasına sebep olabilir! Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle demiştir:
Misafirlik üç gündür, fazlası sadakadır. 62
Şayet, ev sahibi samimiyetle misafirin fazla kalması için ısrar ederse, o zaman fazla kalabilir.
Her müslümanın yanında misafir için bir kat yatak bulunması müstehabdır.
Çünkü Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmaktadır:
Bir kat yatak kişinindir. İkincisi kadınındır, üçüncüsü ise misafirindir. Dördüncüsü ise şeytanındır. 63
62) Müslim ve Buhârî
63) Müslim
Yemek Hakkındaki Birtakım Dinî ve Tıbbî Edepler
1. İbrahim en-Nehaî'nin şöyle dediği rivâyet edilmektedir:
Çarşıda yürüyerek birşey yemek âdi bir harekettir. 64
İbrahim en-Nehaî bu sözü, âli bir senedle Hazret-i Peygamber'e isnad etmektedir. Bu fikrin tam zıddı İbn Ömer'den rivâyet edilmektedir:
Bizler, Hazret-i Peygamber'in zamanında yürüdüğümüz halde yer ve ayakta su içerdik. 65
Mâruf ve meşhur sûfîlerin bazılarının çarşıda yemek yedikleri görülmüştür. Bunun için kendilerine niçin böyle yaptıkları sorulduğunda şöyle cevap vermişlerdir: 'Be mübârek! Çarşıda acıkıp eve mi gidip yemek yiyeyim?' Kendisine denildi ki: 'Bâri camiye girip orada ye!' Şöyle cevap verdi: 'Camiye girip orada yemekten utanıyorum. Allah'ın mâbedine yemek için nasıl gireyim?'
Zâhirde birbirinin zıddı görünen bu iki kanâatin arasını şöyle telif edebiliriz: Çarşıda yemek, tevazû ve tekellüfsüz olduğundan bazı kimselere uygun gelir. Onun için de güzeldir. Bazı kimseler için de mürüvvetsizlik olduğundan dolayı mekruhtur. Demek ki, bu hâl memleketlerin örf ve âdetlerine ve şahısların durumuna göre değişen bir hâldir. O kimse ki, onun çarşıda yemek yemesi diğer yaptıklarına uygun değildir, onun için böyle yemek mürüvvetsizliğe ve oburluğa işaret eder. Onun şâhitliğine de zarar getirir. O kimse ki, onun bütün hareketlerinde bir sadelik vardır. Her durumda tekellüften uzaktır, onun için de çarşıda yürürken yemek tevazûdan başka birşey değildir.
2. Hazret-i Ali (radıyallahü anh) şöyle demiştir: 'Yemeğine tuzla başlayan bir kimseden Allahü teâlâ yetmiş çeşit hastalığı uzaklaştırır'. Kim günde yedi hurma yerse, o hurmalar, onun içinde bulunan bütün tenyeleri öldürür. Hergün yirmibir kırmızı kuru üzüm yiyen bir kimsenin bedeninde şikâyet edecek bir hastalığı kalmaz. Et, eti bitirir. Yahni (veya et suyu) arapların yemeğidir.
Biskarcat (et ve tavuk çorbası) şişmanlatır ve kalçaları sarkıtır. Sığırın eti hastalık, sütü şifa ve yağı devadır. İçyağ ve benzeri şeyler hastalıkların kökünü kazır. Lohusalı kadın, yaş hurmadan gördüğü şifayı başka bir şeyden görmez. Balık, bedeni eritir. (Yani kaba ve lüzumsuz etleri eritir ve insanı zindeleştirir) . Kur'ân okumak ve misvak kullanmak balgamı söker. Uzun yaşamak isteyen bir kimse, kahvaltısını erken yapsın, akşam yemeğini (tekrarlasın) ve pabuç giysin. Halk yağ kullanmaktan daha verimli bir tedavi usulü bulamamıştır. Refah ve sıhhat içinde yaşamak isteyen bir kimse, cinsi münasebeti ve borcunu azaltsın.
3. Haccâc-ı Zâlim bir doktora 'Bana öyle bir şey tavsiye et ki, onunla amel edip başkasına muhtaç olmayayım' dedi. Doktor şöyle tavsiyede bulundu:
Genç kadınlarla evlen. Etlerden ancak gencecik etleri ye. Hiçbir şeyi güzelce pişirmeden yeme. Hastalık olmadan keyfî olarak hiçbir ilâç içme. Meyvelerin iyi olmuş, tam kıvamına gelmiş olanını ye. Ancak yemeği güzelce çiğnedikten sonra yut. İstediğin yemeği ye. Fakat üzerine su içme. İçtiğin takdirde o zaman onun üzerine yeme. Küçük ve büyük abdestlerini bekletme. Gündüz yedikten sonra uyu. Geceleyin yediğin zaman uyumadan önce yüz adım da olsa yürü.
Arapların şu darb-ı meseli de aynı mânâyı taşımaktadır: 'Kahvaltı et ve uzan, akşam yemeği ye ve yürü'.
Denilir ki: 'Küçük abdestin bekletilmesi, yolu kapatılan suyun etrafını tahrip etmesi gibi bünyeyi tahrip eder!'
Damarların kesilmesi hastalığa, akşam yemeğini terketmek de ihtiyarlığa sebeptir. 66
Araplar şöyle derler: 'Kahvaltının terkedilmesi kalça yağlarını eritir'.
Hukemâdan biri oğluna şunları tavsiye etti: 'Ey oğul! Kahvaltını yapmadan evden çıkma. Çünkü akıl kahvaltı ile yerinde kaldığı gibi, saldırganlık da onanla kaybolur. Bir de çarşıda göreceklerine karşı isteklerini azalt'.
Bir hekim şişman birine târiz yoluyla şöyle dedi: 'Sırtındaki kadifeyi kim dokudu, bunu nasıl temin ettin?' Şişman 'Buğdayın özünü, genç hayvanın etini yemekle; menekşe ile yağlanıp, keten elbise giymekle temin ettim' dedi.
5. 'Perhiz hastalara faydalı, sağlamlara zararlıdır' denilmiştir.
Bazıları da şöyle söylemiştir: 'Kendisini (anormal) koruyan kimsenin zararı kesindir. Fakat sıhhatli olması şüphelidir'. Bu söz, sıhhatli bir kimse için tam yerinde söylenmiş bir sözdür.
Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) Suheyb Rûmî'yi bir gözü ağrıdığı halde hurma yerken gördü ve bunun üzerine şunları söyledi:
Gözlerin ağrıdığı halde hurma mı yiyorsun?
Suheyb 'Ey Allah'ın Rasülü! Ağrımayan tarafıyla yiyorum' dedi. Bu cevabı alan Hazret-i Peygamber gülümsedi.
6. Ölünün geride kalan ailesine yemek götürmek, müstehabdır.
Câfer b. Ebî Tâlib'in ölüm haberi geldiğinde Allah'ın Rasülü şöyle demiştir:
Câfer'in aile efradı cenazeleriyle meşgul olduğundan yemeklerini yapamamaktadırlar. Bu bakımdan onlara yemek götürün. 67
O halde böyle yapmak sünnettir. Bu gibi bir yemek cemaate takdim edildiği zaman yenmesi helâldir. Ancak ölü üzerine ağlamak için tutulanlara veya yardımcılarına hazırlanmış olan yemek, bu hükmün dışındadır. Çünkü onlarla birlikte yemek, uygun bir hareket değildir.
7. Zâlimin sofrasında oturalamak gerekir. Eğer zâlimin sofrasında hazır bulunmaya zorlanıyorsa, o zaman azıcık yiyebilir. Zâlimin sofrasında nefis yemeği hiç yememeye dikkat etmelidir. Sultanın sofrasında hazır bulunan ve 'Benim oraya gitmem mecburi idi' diyen bir kimsenin şâhitliğini müzekki (Şâhitlerin hâlini tedkik ve teftiş eden memur) redderek şöyle dedi: 'Senin sofrada nefis yemek aradığını ve büyük lokmalar yaptığını gördüm. Oysa böyle yapman için seni zorlayan kimseyi de görmedim'. Sultan, bir ara bu müzekkiyi sofrasında yemeğe zorladı. Bu durum karşısında kalan zat, sultana şöyle dedi: 'Ya yeyip tezkiyecilik vazifemi bırakırım, ya da vazifeme devam etmek için yemem'. Bu vaziyet karşısında onun tezkiye ve teftişinin lüzumuna kani olanlar yakasını bıraktılar.
Hikâye olunur ki, Zünnûn-i Mısrî hapsedildi. Hapiste iken birkaç gün hiçbir şey yemedi. Âhiret yolunda kendisine kardeş olan bir hâtun yün bükerek kazandığından gardiyan vasıtasıyla ona yemek gönderdi. Zünnûn-i Mısrî (radıyallahü anh) , o yemekten yemedi. Bu durumdan ötürü o sâliha hâtun onun bu hareketini kınadı. Buna karşılık olarak Zünnûıı şöyle dedi: 'Yemek helâl idi. Fakat bir zâlimin tabağında bana geldiği için yemedim'. Zünnûn bu sözleriyle gardiyanın eline işaret etmektedir. Böyle hareket etmek, takvânın en yüksek zirvesine çıkmak demektir.
8. Feth el-Mevsılî ziyaretçi olarak Bişr el-Hafî'nin yanına gitti. Bişr cebinden onun için bir dirhem çıkarıp hizmetçisi Ahmed el-Celâ'ya verdi. 'Bununla nefis bir ekmek ve güzel bir katık al' dedi.
Ahmed şöyle der: 'Bu emir üzerine nefis bir ekmek satın aldım ve Rasûlüllah'ın (sallâllahü aleyhi ve sellem) sütten başka hiçbir şey için şöyle dediğini hatırlıyor değilim:
Allahım! Bizim için onu bereketli kıl, onu bizim için artır. 68
Onun için süt ve güzel hurmadan da aldım. Getirip Feth'e takdim ettim. Feth, yediğini yedi, kalanını da alıp götürdü. Bu durumu gören Bişr şöyle dedi: "Neden Ahmed'e 'nefis bir yemek satın al' dedim biliyor musunuz? Çünkü nefis yemek samimi şükrü gerektirir. Bilir misin Feth neden bana 'Sen de ye' demedi ve beni yemeğe çağırmadı? Çünkü misafirin ev sahibini çağırmaya hakkı yoktur da ondan. Feth'in geri kalanları niçin götürdüğünü biliyor musunuz? Çünkü kişinin tevekkülü tam olduğu zaman artık yük ona zarar vermez".
Ebû Ali Rüzbârî bir ziyafet tertip edip o ziyafette bin kandil yaktı. Bu durum karşısında bir kişi kendisine itiraz etti. Bunun bir israf olduğunu söyledi. Bu itiraza karşı Rüzbârî itirazcıya şöyle dedi: 'İçeri gir ve Allah için yakmadığım bir kandili söndür'. Adam içeri girdi, fakat lâmbalardan bir tanesini bile söndüremedi. Böylece emeline nâil olamayarak çıkıp gitti.
Ebû Ali el-Rüzbârî, birkaç denk şeker satın aldı. Helvacılara şekerden bir kale yapmalarını emretti. Onlar da onun emrini yerine getirip, şekerden yapılmış nakışlı direkler üzerine oturtulmuş mihrablar ve şerefeler kurdular. Bütün bunları yaptıktan sonra sûfîleri davet etti. Sûfîler o duvarları yeyip bitirdiler
9. İmâm-ı Şâfiî yemeğin dört şekilde yenildiğini söyledi.
a) Bir parmakla yemek, bu kibarlıktandır.
b) İki parmakla yemek mütekebbirliktir.
c) Üç parmakla yemek sünnettir.
d) Dört ve beş parmakla yemek oburluktur.
Dört şey vardır ki, bedeni takviye ederler:
1) Et yemek
2) Güzel kokular sürünmek
3) Cinsî münasebette bulunmadan yıkanmak
4) Keten giymek
Dört şey vardır ki, bedeni zayıflatır:
1) Çok cinsî münasebette bulunmak
2) Çok üzülmek
3) Aç karnına çok su içmek
4) Otururken arkasını kıbleye çevirmek
Dört şey vardır ki; insanın gözünün nûrunu artırır:
1) Kıbleye doğru oturmak
2) Uyku ânında gözüne sürme çekmek
3) Yeşile bakmak
4) Temiz elbise giymek
Dört şey vardır ki, gözü zayıflatır:
1) Pisliğe bakmak
2) Asılmış insanın ölüsüne bakmak
3) Kadının fercine bakmak
4) Otururken arkasını kıbleye çevirmek.
Cinsî münasebeti artıran dört şey vardır:
1) Serçe eti yemek
2) Itrifili ekber (birkaç maddeden mürekkeb bir ilâcdır) almak
3. Habbet'il-Hazra ile bademden yapılan Füstuk denilen ilâcı yutmak
4) Maydanoz yemek
Dört çeşit yatma (uyuma) şekli vardır:
1) Sırtüstü yatmak
Bu tarzda uyumak peygamberlerin uykusudur. Peygamberler, bu şekilde uzanarak yer ve göklerin yaratılışını düşünürlerdi.
2) Sağ yana yatmak
Bu tarz uyumak, âlim ve âbid kimselere mahsusdur.
3) Sol tarafı üzerine uyumak
Böyle uyumak sultanların ve padişahların uykusudur. Onlar yediklerini hazmetmek için bu şekilde yatarlar.
4) Yüzüstü uyumak
Bu şekilde uyumak, şeytanlara mahsustur.
Aklı artıran dört şey vardır:
1) Fazla konuşmayı terketmek
2) Misvak kullanmak
3) Sâlih kimselerle oturmak
4) Âlimlerle oturmak
Dört şey vardır ki, ibadetten sayılır:
1) Abdestsiz adım atmamak
2) Çok secde etmek
3) Camilerden hiç ayrılmamak
4) Çokça Kur'ân okumak
Yine İmâm-ı Şâfiî şöyle demiştir: 'Aç karınla hamama girip çıktıktan sonra yemeği tehir eden bir kimsenin nasıl olup da ölmediğine hayret ediyorum'.
Yine şöyle demiştir: 'Veba hastalığına Binefsec (Menekşe) den daha faydalı bir şeyin olduğunu zannetmem. Hasta olan kimse onunla hem yağlanır, hem de içer'.
En doğrusunu Allah bilir!
63) Müslim
64) Taberânî
65) Tirmizî ve İbn Hıbbân
66) Merceme b. Adî
67) Ebû Dâvud, Tirmizî ve İbn Mâce
68) Ka'b b. Mâlik