11 - YEME - İÇME ÂDÂBI |
Giriş
Hamd, kâinatın düzenini sağlayan, yeri ve gökleri yaratan, tatlı suyu bulutlardan indiren ve o su ile taneler ve bitkileri çıkaran Allah'a mahsustur. O Allah ki bütün canlıların rızıklarını takdir etmiş, sâlih ameller yapması hususunda kuluna yardım etmiştir.
Apaçık mu'cizelerin sâhibi Hazret-i Muhammed'e (sallâllahü aleyhi ve sellem) , onun âline ve ashâbına salât ve selâm olsun. Öylesine bir salât ki, vakitlerin geçmesiyle tekrarlanır, saatlerin birbirini takip edişiyle artıp katmerleşir.
Bunlardan sonra muhakkak ki akılların hedefi, sevap evinde (cennette) Allahü teâlâ'ya kavuşup O'nun cemâlini doya doya seyretmektir. Bu da sadece ilim ve amel ile olur. İlim ve amelde devamlılık imkânı ise, ancak bedenin sıhhatine bağlıdır. Bedenin sıhhati ise, ancak yeterli gıdalarla mümkün ve vakitlerin tekerrürüyle ihtiyaç kadarını o gıdalardan almakla kaimdir. İşte bu sebepten ötürü bazı salihler yeyip içmeyi dinin gereklerinden saymışlardır.
Nitekim âlemlerin rabbi olan Allah bu hususu belirtmekte ve dikkatleri çekmektedir:
Ey Rasûller! Helâl şeylerden yeyiniz ve sâlih ameller işleyiniz. . . (Mü'minûn/51)
Bu bakımdan ilim ve amele yardımcı olması ve takvâya doğru adım atmasına imkân vermesi için yiyen bir kimsenin nefsini başı boş ve konrolsüz bırakması uygun bir hareket değildir. Çünkü böyle yaptığı takdirde nefis, meraya dalan hayvanlar gibi, yemeye dalacaktır. Oysa dini ayakta tutan ve gereklerini yerine getirmek için yenilen yemeğin üzerinde dinin nûrlarının parlaması gerekir. Dinin nûrları ise, kulu frenliyen dinin âdab ve sünnetleridir. Muttaki bir kimse, bu sünnet ve âdabla gemlenmeli ki, ilâhî nizamın hassas ve şaşmaz terazisiyle yemeğe karşı olan şehvetini tartabilsin ve dolayısıyla günahları atmaya ve sevapları kazanmaya vesile olsun. Her ne kadar yemekte nefsin zevk alması varsa da (yine günâhı atmaya ve sevabı kazanmaya vesile olur) .
Hazret-i Peygamber şöyle demiştir:
Kişi, yediği ve ailesine yedirdiği lokmadan bile ecir alır. 1
Bu da yemek yemenin âdâb ve sünnetlerine riayet etmekle mümkün olur. İşte biz burada yemekteki dinî vazifeleri; farzını, sünnetini, mürüvvet ve şeklini dört bölüm ve bir fasılda anlatacağız.
Birinci Bölüm: Tek başına olsa bile yemek yiyen kimsenin riayet etmekle mükellef olduğu hususlar.
İkinci Bölüm: Toplu olarak yemek yemenin gerekleri
Üçüncü Bölüm: Misafire yemek ikram etmenin âdâbı
Dördüncü Bölüm: Davet ve ziyafet âdâbı
1) Buhârî, (Sa'd b. Ebî Vakkas'dan)
Tek Başına Olsa Bile Yemek Yiyen Kimsenin Riayet Etmekle Mükellef Olduğu Hususlar
Bunlar üç kısma ayrılır:
a. Yemek öncesi âdâb
b. Yemek esnasındaki âdâb
c. Yemek sonrası âdâb
11-1
Yemek Öncesi Âdâb
Bu edepler yedi tanedir:
1. Aslında helâl olmakla beraber, kazanç şekli de tamamen sünnete ve takvaya uygun, şüphelerden uzak ve temiz olmalıdır.
Helâl ve Haram bölümünde mutlak temizin mânâsının beyan edileceği gibi, dinde müdahene yapmak suretiyle veya nefse uymak ya da ilâhi nizama göre mekruh olan bir sebeple kazanılmış olmamalıdır.
Allahü teâlâ, helâl demek olan tayyib'in yenmesini emretmiştir. Helâlin bereketini, haramın da kötülüğünü belirtmek için öldürmeyi yasaklamazdan önce bâtıl yolla elde edilen haramın yenmesini yasaklamış ve şöyle demiştir:
Ey îman edenler! Mallarınızı aranızda bâtıl sebeplerle yemeyin. Ancak birbirinizden hoşnud olarak ticaret yoluyla olursa başka. Herhangi bir sebeple nefislerinizi öldürmeyin. Şüphesiz Allah çok merhametlidir. (Nisâ/29)
Bu bakımdan yiyecekte asıl olan, temiz (helâl) olmasıdır. Böyle olması hem farzlardandır, hem de dinin esaslarındandır.
2. El yıkamaktır. Nitekim Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle demiştir:
Yemekten önce abdest almak (el yıkamak) fakirliği, yemekten sonra el yıkamak ise deliliği giderir, 2
Başka bir rivâyette 'Gerek yemekten önce, gerek sonra olsun, el yıkamak fakirliği giderir' denmiştir. Çünkü el, pislenmekten korunamaz. Bu bakımdan eli yıkamak nezahet ve nezafete daha yakındır. Bir de yemekten gaye; ibadet yönünden dine yardım etmektir. Bu bakımdan yemekten önce yapılan temizlik, namazdan önceki abdest gibi yerinde bir temizlik olur.
3. Yemeğin yere serilmiş sofranın üzerine konmasıdır. Zira böyle yapmak, masa üzerinde yemekten, Hazret-i Peygamber'in fiiline daha yakındır.
Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) kendisine bir yemek getirildiği zaman yere koyarak yerdi. 3
Böyle yapmak, sofrada yemekten tevazua daha yakındır. Fakat yemeği yere koyup yemek mümkün değilse, sofra üzerinde yiyebilir. Çünkü sofra kelimesi (anlamı bakımından) yolculuğu hatırlatır. Yolculuktan da âhiret yolculuğu hatıra gelir. Ondan da âhiret yolculuğunun takvâ yemeğine olan ihtiyacı insanın aklına gelmelidir.
Enes b. Mâlik (radıyallahü anh) şöyle demiştir: 'Rasûlüllah (sallâllahü aleyhi ve sellem) , ne masa gibi yerden yüksek şeyler üzerinde, ne de Sükürrüce denilen kapta yemek yemezdi'. 4
Enes'e denildi ki:
- O halde, siz neyin üzerinde yiyordunuz?
- Sofra üzerinde.
Dört şey vardır ki, bunlar Rasûlüllah'tan (sallâllahü aleyhi ve sellem) sonra ihdas edilmişlerdir: a) Yemek masaları, b) Unu elemek için elek, c) Eşnan denilen köpüklü madde ile yıkanmak, d) Doyasıya yemek.
Biz, her ne kadar 'sofra üzerinde yemek evlâdır' demişsek de 'ınasa üzerinde yemek, tenzihi veya tahrimî bir mekruhtur' demek istemiyoruz ve diyemeyiz. Çünkü masa üzerinde yemenin hakkında herhangi bir yasak sabit olmuş değildir. 'ınasa üzerinde yemek Rasûlüllah'tan sonra ihdâs edilmiştir' denilmiş ise de, bunun mânâsı yasak demek değildir. Zira Rasûlüllah'tan sonra ihdâs edilen her şeyin kullanılması yasak değildir. Yasak olan bid'at, sâbit bir sünnete zıt düşen, şer'i bir işi gerektiren ve illeti olduğu halde kaldırılmasına vesile olan bid'attır. Hatta bazı hâllerde sebepler değişip bozulduğu zaman, ibtidâ, (yâni bid'atleri icat etmek) farz olur. Kaldı ki masada, yemeğin daha kolayca yenmesi için yerden yüksek tutulmasından başka bir mânâ da yoktur. Masada yemek yemenin benzerleri mekruh olmayan hâllerdir. Dört şeyin bid'at olduklarında ittifak vardır. Onların hepsi aynı derecede mahzurlu değiller. Belki (sabun) gibi temizlikte kullanılan eşnan, temizliği temin ettiği için güzeldir. Zira İslâm dininde gusletmek ve yıkanmak, temizlik maksadıyla yapıldığı takdirde müstehâbdır. Eşnan ise, temizliği daha da tamamlayıcıdır. Ashâb-ı Kirâm (radıyallahü anh) , eşnanı, âdet olmadığı için kullanmamışlardır veya ellerine kullanacakları kadar eşnan geçmezdi veya mübâlâğalı bir şekilde temizlenmekten daha önemli meselelerle meşgul idiler. Onun için de fazla temizliğe yarayan eşnan gibi maddeleri kullanmaya vakit bulamazlardı. Zira ashâb-ı kirâm yemekten sonra vakit bulup ellerini yıkayamazdı. Mendilleri ise ayaklarının altı idi. Ashâb-ı kirâmın böyle yapmaları, yıkamanın müstehab olmasına mâni değildir.
Elek
Elek ve kalbura gelince, onlardan gaye; yemeği ve ekmeği daha güzelleştirmektir. Bu ise eğer ifrat derecesindeki nimetlenmeye sürüklenmezse mübah bir harekettir.
Masa
Yemek masasına gelince; masa sadece yemeği kolaylaştırmak için kullanılan bir âlettir. Bu da, eğer kibir ve büyüklük taslamaya sebep olmazsa mübâhtır.
Doymak
Doyasıya yemeye gelince, bu dört bid'atın en şiddetlisidir. Çünkü doyasıya yemek, şehvetin tahrik olmasını ve bedendeki ârızaların harekete geçmesini sağlar. Bu bakımdan bu bid'atların arasındaki farkı bilmelisin.
4. İlk oturuşunda sofrada güzelce oturmalı ve o güzel oturmayı yemeğin sonuna kadar devam ettirmelidir.
Hazret-i Peygamber çoğu zaman dizleri üzerine çökerek, bazen ayaklarının sırtları üzerinde, bazen de sağ ayağını diker, sol ayağının üzerine otururdu ve şöyle derdi: 'Ben yaslanarak yemem. Çünkü ben kulum. Kölelerin yeyişi gibi yer ve kölenin oturuşu gibi de otururum'. 6
Yaslanarak su içmek de, mekruhtur. Çünkü mideye zararlıdır. Uzanarak, yaslanarak yemek mekruhtur. Ancak çerez olarak yenen şeyler bu hükmün dışındadır.
Hazret-i Ali uzanmış olduğu halde miğferinin üzerine konmuş bir peksimet yemişti. Yüzükoyun yatarken yediği de söylenmiştir. Çünkü Araplar bazen böyle yaparlardı.
5. Yedikleriyle güçlenmeye ve Allah'a ibadet etmeye niyet etmelidir ki, yemekle de Allah'a itâat etmiş olsun. Yemeği sadece lezzet alma ve zevklenme gayesiyle yememelidir.
İbrahim b. Şeyban şöyle demiştir: 'Seksen seneden beri şehvetim ve arzum için birşey yemiş değilim!'
Bu niyetiyle beraber, daima az yemeğe azimli olmalıdır. Zira kişi ibadet kuvvetini temin etmek için yediği zaman, ancak doyamayacak kadar yemek suretiyle niyetinin doğruluğunu isbat etmiş olur. Çünkü doyasıya yemek, değil ibadete güç ve kuvvet vermek, belki ibâdete mânidir. Bu bakımdan şehvetin kırılması böyle bir niyetin zaruri neticesi olduğu gibi, kanaatkârlığı oburluğa tercih etmek de bu niyetin gerekli neticesidir.
Nitekim Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle demiştir:
Hiçbir insan, karnından daha şerli bir kabı doldurmuş değildir. Âdem oğluna, belinin düzeltilmesine yardımcı olabilecek kadar yemek yeter. Eğer bu kadarcıkla iktifa etmezse karnını üçe taksim etmelidir. Üçte birini yemeğe, üçte birini suya, üçte birini de nefes almaya ayırmalıdır. 7
Böyle niyet etmenin ayrılmaz ve zarurî gereklerinden birisi de, ancak acıktığı zaman yemeğe el uzatmaktır. Bu bakımdan acıkmak, yemekten önce varlığı gereken sebeplerden biridir. Kişinin doymadan önce sofradan elini kaldırması gerekir. Böyle yapan bir kimse doktor muayenesinden kurtulmuş olur. Kitabımızın gelecek bölümlerinde az yemenin faydaları belirtilecektir ve az yemenin tedricî bir surette nasıl yapılacağı da Mühlikât bölümünün 'yemeğe karşı şehvetin kırılması' bahsinde zikredilecektir.
6. Mevcut olan rızka ve hazır olan yemeğe razı olmasıdır. Fazla yemeye dalmak, fazlasını aramak ve katığı beklemek uygun bir hareket değildir. Ekmeğe yapılacak hürmet, ona katık aramamaktır. Zira ekmeğe hürmet etmek hadîsi şerifle emredilmiştir. 8
Madem hadîs bunu emrediyor, o halde insanı ibâdet hususunda güçlü kılan ve hayatını idame ettiren her helâl şey insan için hayırlıdır ve onu hiçbir zaman hakir görmemelidir. Daima hürmet etmelidir. Hatta namaz vakti gelmişse dahi, yemeği namazdan ötürü bekletmek de uygun değildir. Şu şartla ki, namazın vakti daralmamışsa. .
Nitekim Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle demiştir:
Yatsı namazı ile akşam yemeği aynı anda hazır olduğu zaman önce yemekten başlayınız. 9
İbn Ömer (radıyallahü anh) , çoğu zaman imamın okumasını duyduğu halde akşam yemeğini bırakıp cemaate iştirâk etmezdi. Ne zaman canı yemek istemez ve yemeğin tehirinde herhangi bir zarar da yoksa işte o zaman en evlâsı, namazı daha önce kılmaktır.
Yemek hazır olduğu zaman namaz için kamet getirilirse, duruma bakılır; eğer yemeği tehir etmekte yemeğin soğuması veya yemediği için namazda birtakım vesvese ve şüpheler belirmesi sözkonusu ise, yemeği namaza takdim etmek daha müstehabdır. İster canı yemek istesin, ister istemesin. Çünkü bu hususta vârid olan hadîs umumîdir. Zira karnı aç olmasa bile, sofradaki yemeğe bakmaktan az da olsa kendini alamaz. Bu ise namazda aranan huzura zıddır.
7. Aynı sofraya birçok elin uzanmasını temine çalışmaktır. İsterse o eller aile efrâdının elleri olsun.
Çünkü Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle demiştir:
Yemeğinizin üzerinde toplanın. Böyle yaptığınız takdirde sizin için o yemekte bereket olur. 10
Enes (radıyallahü anh) şöyle der: 'Allah'ın Rasûlü tek başına yemezdi'. 11
Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle demiştir:
Yemeğin en hayırlısı kendisine birçok elin birden uzandığı yemektir.
2) Müsned-i Şihab
3) Ahmed b. Hanbel
4) Buhârî. (Sükürrüce, küçük bir kaptır)
5) Ebû Dâvud
6) Buhârî
7) Tirmizî, Nesâî ve İbn Mâce, (Mikdad b. Madî Kerib'den)
8) Bezzâr,Taberâni, (Abdullah b. Ümmü Haram'dan)
9) Namaz bölümünde geçmişti.
10) Ebû Dâvud ve İbn Mâce
11) Harâitî
11-2
Yemek Esnasındaki Âdâb
Bunlar şöyle sıralanabilir:
1) Yemeğe besmele ile başlamalıdır.
2) Sonunu elhamdülillah ile bitirmelidir. Hatta her lokma ile beraber bismillah denmesi çok güzeldir ki, oburluk onu Allah'ın zikrinden alıkoymasın,
3) Birinci lokma ile beraber bismillah, ikinci ile beraber bismillahirrahman, üçüncü lokma ile beraber bismillahirrahmânirrahim demelidir.
4) Besmeleyi, başkası da hatırlasın diye sesli söylemelidir.
5) Sağ el ile yemelidir.
6) Yemeğe tuz ile başlayıp, yemeği tuz ile bitirmelidir.
7) Lokmasını küçük tutmalı ve güzelce çiğnemelidir.
8) Bir lokmayı yutmadan diğer lokmaya elini uzatmamalıdır; zira böyle yapmak yemekte acelecilik yapmak demektir.
9) Yenebilecek hiçbir şeyi hor görmemelidir.
Hazret-i Peygamber yemeklerin hiçbirisini hor görmezdi. Eğer hoşuna giderse yerdi. Aksi takdirde yemezdi. 12
10) Önünden yemelidir. Ancak meyvelerde istediği taraftan alabilir. Nitekim Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle demiştir:
Yemeğin senin tarafına düşen kısmından ye!13
Sonra Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) , ellerini meyveler üzerinde gezdirdi. Kendisine 'Neden böyle yapıyorsunuz?' denildiğinde şöyle buyurdu: 'meyveler bir çeşit değildir'. 14
11) Yemeğin tepesinden ve ekmeğin ortasından yememelidir. Aksine ekmeğin kenarlarından kesmek suretiyle yemelidir. Ancak ekmek az olduğu zaman, ekmeği kopararak yemelidir.
12) Ekmeği de pişmiş eti de bıçakla kesmemelidir.
Çünkü Hazret-i Peygamber böyle yapmayı yasaklayarak15 şöyle demiştir:
Eti, ön dişlerinizle parçalamak suretiyle yeyiniz. 16
13) Çömlek veya başka bir kabı ekmeğin üzerine koymamalıdır. Ancak ekmekle katık olarak yenen madde ekmek üzerine konabilir.
Çünkü Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle demiştir:
Ekmeğe hürmet ediniz. Zira Allah ekmeği göğün bereketlerinden indirmiştir. 17
14) Elini ekmekle silmemelidir.
Çünkü Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle demiştir:
Herhangi birinizin lokması elinden düştüğü zaman, onu kaldırıp ona yapışan tozları sildikten sonra (yemelidir) . Onu şeytana bırakmamalıdır. Parmaklarını yalamadan önce, mendil ile silmemelidir. Çünkü kişi bereketin hangi yemekte olduğunu bilemez. 18
15) 'Sıcak yemeğe üflememelidir. Çünkü böyle yapmak, yasaklanmıştır'. 19 Sıcak yemek yenebilecek dereceye gelinceye kadar sabretmelidir.
16) Hurmaları yedi, onbir veya yirmibir tane; yâni tek olarak yemelidir. Yahut da mümkün olduğu kadar yediği hurmaları tek sayıda bitirmelidir.
17) Hurmaların içinde bulunduğu kaba çekirdeğini atmamalıdır ve aynı zamanda çekirdekleri elinde de tutmamalıdır. Hurma çekirdeğini ağzından elinin dışına koyup sonra atmalıdır.
Çekirdeği ve tortusu olan her tane ve meyve de hurma hükmündedir.
18) Yemeğin artıklarını yemek tabağına dökmemelidir. Onları, tortular ve çöplerle beraber bir yere bırakmalıdır ki, başkası yanılıp onu yemesin.
19) Yemek esnasında fazla su içmemelidir. Ancak boğazında lokma kalırsa veya normal olarak susamışsa, o zaman su içebilir. Denildi ki, yemek esnasında su içmek, tıbben faydalıdır. Çünkü (doktorlara göre) , su midenin düzenleyicisidir.
Su İçmek
Su içmenin edepleri şunlardır:
1) Testiyi sağ eline alıp bismillah deyip emmek suretiyle içmelidir.
Nitekim Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle demiştir:
Suyu emerek yavaş yavaş içiniz. Onu, bolca nefes almadan içmeyiniz. Zira ciğer hastalığı bu şekilde su içmekten meydana gelir. 20
2) Ayakta veya uzanmış iken içmemelidir. Çünkü Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) ayakta su içmeyi yasaklamıştır. 21
Buna rağmen Rasûlüllah'ın ayakta su içtiği de rivâyet edilmiştir. O halde bu iki rivâyetin arasındaki zıtlığın giderilmesi ve telif edilmesi şöyledir: Hazret-i Peygamberin ayakta su içmesi, herhangi bir özürden dolayıdır. 22
3) Suyu içerken testinin altından üzerine damlamamasına dikkat etmelidir.
4) İçmeden önce, testiyi kontrol etmelidir.
5) Ağzı testide iken nefes alıp vermemeli ve geğirmemelidir. Hamdederek testiyi ağzından meyilli bir şekilde uzaklaştırma nefesini alıp geğirdikten sonra besmele ile ikinci bir defa testiyi ağzına götürmelidir.
Zira Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) içtikten sonra şöyle demiştir:
Hamd, suyu rahmetiyle tatlı ve zevkli yaratan Allah'a mahsustur. O Allah ki, günahlarımızdan ötürü suyu acı ve tuzlu kılmamıştır. 23
6) Gerek testi ve gerek cemaatin arasında dolaştırılan diğer su kapları olsun, bütün bunlar, sağdan başlayarak dolaştırılmalıdır. Çünkü Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) süt içerken, Hazret-i Ebû Bekir Sıddîk (radıyallahü anh) solunda, bir bedevî de sağında idi. Hazret-i Ömer de meclisin bir köşesinde bulunuyordu. Rasûlüllah'ın süt kabını bedevîye uzattığını görünce, Hazret-i Ömer (radıyallahü anh) 'Yâ Rasûlüllah! Senin solunda duran Ebû Bekir'e versene' demesine rağmen Rasûlüllah, Hazret-i Ebû Bekir'e değil de göçebeye verdi ve şöyle buyurdu: 'Sağdan başlayınız, sağdan, sağdan. . ,'24
7) Üç nefeste suyu içmelidir.
8) Başlangıcında besmele çekmeli, sonunda ise, Allah'a hamdetmelidir. Birinci nefesin sonunda elhamdülillâh, ikinci nefesi sonunda rabb'il-âlemin, üçüncü nefesin sonunda da errahmânirrahîm demelidir.
İşte yemek ve içmek hususunda söylediğimiz bu yirmiye yakın edeplerin varlığı rivâyetlerle sabittir.
12) Müslim ve Buhârî, (Ebû Hüreyre'den)
13) Müslim ve Buhârî, (Ömer b. Ebî Seleme'den)
14) Tirmizî ve İbn Mâce
15) İbn Hıbbân, (Ebû Hüreyre'den zayıf bir senedle) ; Beyhakî, (Ümmü Seleme'den zayıf bir senedle)
16) Ebû Dâvud, (Hazret-i Âişe'den)
17) Müslim, (Enes ve Câbir'den)
18) Müslim
19) Ahmed, (İbn-i Abbâs'tan)
20) Deylemî, Müsned'il Firdevs
21) Müslim, (Enes, Ebû Said ve Ebû Hüreyre'den)
22) Müslim ve Buhârî, İbn-i Abbâs'tan Hazret-i Peygamber'in zemzem suyunu ayakta içtiğini rivâyet etmişlerdir.
23) Taberânî, (Ebû Câfer Muhammed b. Ali'den)
24) İmâm-ı Mâlik, İmâm-ı Ahmed, Müslim, Buhârî ve diğer sünen sahipleri, (Enes'ten)
11-3
Yemek Sonrası Âdâb
Yemekten sonra müstehab olanlar şunlardır:
1) Doymadan sofradan çekilmelidir.
2) Parmaklarını yalamalıdır.
3) Daha sonra mendil ile silmelidir.
4) Daha sonra yıkamalıdır.
5) Yemek kırıntılarını toplayıp yemelidir. Çünkü Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle demiştir: Sofradan düşen yemek kırıntılarını yiyen bir kimse, genişlikte yaşar ve çocuğu hakkında da âfiyete kavuşur. 25
6) Dişlerini kürdanla karıştırmalı, dişlerinin arasından her çıkanı yutmamalı, ancak dişlerinin köklerinde biriken ve dilin ucuyla çıkarılan şeyleri yutmalıdır. Kürdan ile çıkartılan şeyi ise dışarı atmalıdır. Kürdan ile dişlerini araladıktan sonra, su ile ağzını yıkamalıdır. Çünkü bu hususta ehl-i beyt'ten rivâyet edilen bir söz vardır.
7) Yemek çanağını parmaklarıyla silmeli, yıkayıp suyunu içmelidir. Zira deniliyor ki; yemek çanağını parmaklarıyla silip parmağını yalayan, çanağı yıkayıp suyunu içen bir kimse için, âzâd edilmiş bir kölenin sevabı yazılır. Yemek kırıntılarının toplanması ise, elâ gözlü hurilerin mehridir.
8) Yedirdiği 'nimetlere karşı Allah'a kalbiyle şükretmelidir. Şöyle ki, yemekleri Allah'tan kendisine ihsan edilen birer nimet olarak görmelidir.
Ey Mü'minler! Size verdiğim rızıkların temiz ve helâlinden yiyiniz ve Allah'a şükrediniz! (Bakara/172)
Hamd o Allah'a mahsustur ki O'nun nimetlerinin sayesinde sâlih ameller tamamlanır ve bereket iner. Ey Allahım! Bize güzeli ve helâlı yedir, bizi sâlih yollarda kullan. Eğer şübheli bir şey yersen şöyle demelisin:
Her hâlükârda hamd Allah'a mahsustur. Ey Allahım! Bu yemekleri sana isyan etmek yolunda harcanan bir enerji kılma.
Yemekten sonra, İhlâs ve Kureyş sûrelerini okumalıdır. Sofrayı kaldırmadan kendisi sofradan kalkmamalıdır.
Eğer başkasının yemeğini yemiş ise ona duâ edip, şöyle demelidir:
Ey Allahım! Bu kulunun hayrını çoğalt, kendisine vermiş olduğun rızkına bereket ihsan et. Rızkında hayırlı hareket etmeyi kendisine müyesser eyle; verdiklerinle kendisini kanaâtkâr kıl. Bizi ve onu şükreden kullarından eyle!
Eğer bir topluluğun yanında iftar ederse şöyle demelidir:
Oruçlular nezdinizde iftar ettiler (etsinler) , hayırlı insanlar yemeğinizi yediler (yesinler) , melekler size salâvat-ı şerife okudular (okusunlar) .
Yemekten sonra çokça istiğfar etmelidir. Şüpheli olarak yediği yemekten ötürü üzülmelidir ki, göz yaşları ve üzüntüsüyle ateşin hararetini söndürmüş olsun. O ateş ki, onu kıskıvrak tutmak için hazırdır.
Zira Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle demiştir:
Haramdan gelişen her ete ateş daha uygun ve evlâdır.
Yeyip ağlayan, elbette yeyip oynayan gibi değildir. Süt içtiği zaman, şu duâyı okumalıdır:
Ey Allahım! Bize rızık olarak verdiklerine bereket ver ve daha fazlasını da bize ihsan buyur.
Eğer sütten başka birşey yerse (veya içerse) şu duâyı okumalıdır:
Ey Allahım! Bize rızık olarak verdiklerine bizim için bereket ihsân et. Bizim için ondan daha hayırlısını rızık olarak ver.
Bu duayı, Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) faydası umumî olduğu için süt içmeye tahsis etmiştir. Yemekten sonra şöyle demek müstehabdır:
Hamd Allah'a mahsustur. O Allah ki, bize yedirdi, içirdi, bizi himayesine aldı. O efendimiz ve mevlâmızdır. Ey başka hiçbir şeye ihtiyaç bırakmayan ve herşeyin kendisine muhtaç olduğu Allah! Karnımı doyurdun, beni korkudan emin kıldın. O halde sadece sanadır hamd. Yetimlik ve fakirlikten döndüren, dalâletten hidâyete erdiren ve fakirlikten zengin eden sensin; o hâlde sadece sanadır hamd!. . Bereketli, faydalı, güzel, daimi ve çok olan hamd sana mahsustur. Sen hamde lâyık ve müstehaksın. . . Ey Allahım! Bize helâli yedirdin, o halde bizi sâlih amelde kullan. Yediğimiz bu yemeği bizim için ibadetinde yardımcı kıl. Günah işlememize yardımcı olmasından sana sığınırız!
Eşnan ile ellerin yıkanmasına gelince, onun keyfiyeti şöyledir: Eşnanı sol avucuna almalıdır. Önce sağ elinin üç parmağını onunla yıkamalıdır. Daha sonra parmaklarını kuru eşnana vurarak eline bulaşan eşnanla dudaklarını silmelidir. Sonra yavaşça ağzının içini parmağıyla yıkamalıdır. Daha sonra parmaklarını kuru eşnana vurarak eline bulaşan eşnanla dudaklarını silmelidir. Sonra yavaşça ağzının içini parmağıyla yıkamalıdır. Dişlerinin iç ve dışını, avurdunu ve dilini güzelce ovalayıp çalkalamalıdır. Sonra o su ile parmaklarını yıkamalıdır. Daha sonra da geri kalan kuru eşnan ile parmaklarının iç ve dışlarını ovalamalıdır. Böyle yapmakla ikinci bir defa eşnanı ağza sürmeye ve ağzın yıkanmasını tekrara ihtiyaç kalmamış olur.
25) Ebû Şeyh, Sevab, (Câbir'den)
11-4
Toplu Olarak Yemek Yemenin Zorunlu Kıldığı Hususlar
Bunlar yedi tanedir.
1) Beraberinde, yaşlılığından veya faziletinden ötürü daha önce yemeye başlaması gereken birisi olduğu halde ondan önce yemeye başlamamalıdır. Ancak âmir ve önder ise, o zaman yemek için bir araya gelmiş ve hazırlanmış cemaati fazla bekletmemesi gerekir.
2) Yemek yerken sükût etmemelidir. Çünkü bu şekilde davranmak. Acemlerin âdetidir. Fakat, iyiliklerden konuşmalıdırlar. Salihlerin yemek ve başka şeyler hakkındaki hikâyelerini anlatmalıdır.
3) Yemek zamanında arkadaşını düşünmeli ve arkadaşından daha fazla yemeyi asla düşünmemelidir. Sofraya gelen yemeğin, sofrada bulunanların rızası olmadıkça fazla yenmesi haramdır. Aksine arkadaşının fazla yemesine imkân vermek suretiyle arkadaşını kendine tercih etmelidir.
İki hurmayı birden yememeli. Ancak sofrada oturanların hepsi öyle yerlerse veya ona o şekilde yemesine izin verirlerse, o zaman o şekilde yiyebilir. Eğer arkadaşı azar azar yerse onun iştahını açmaya gayret göstermeli ve yemeye teşvik etmeli ve arkadaşına 'ye' demelidir. Bunu üç defadan fazla tekrar etmemelidir. Zira üç defadan fazla 'ye' demek, fuzulî ve ifrat olur. Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) , herhangi birşeye üç defa muhatap olduğu zaman, üç defadan fazla ısrar etmediği gibi, üç defadan fazla ısrar edenin sözüne de iltifat etmezdi. 26
Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) , konuşmayı üç defa tekrar ederdi. 27 O halde edepli kimse üçten fazla demeye meydan vermeyen kimsedir. Israr edep dışı bir harekettir. Arkadaşına yemek hususunda yemin verdirmek ise, dinen yasak ve çirkindir. Hasan b. Ali (radıyallahü anh) şöyle demiştir: 'Yemek için Mü'mine, yemin teklif etmek gerekmez'.
4) Arkadaşını kendisine 'ye' demeye mecbur etmemelidir. Ediplerden biri şöyle demiştir: 'Yemek yiyenlerin en iyisi, arkadaşını bu hususta kendisini kontrol etmeye mecbur etmeyen ve arkadaşının 'ye' demesine meydan vermeyen kimsedir'. Başkası kendisine bakıyor diye iştahı çektiği bir yemeği terk etmek, uygun bir hareket değildir. Çünkü böyle yapmak, yapmacık bir harekettir. Aksine âdeti üzerine devam etmeli ve tek başına olduğu zaman nasıl yerse, arkadaşlarla beraber olduğunda da öyle hareket etmelidir. Ancak tek başına olduğu zaman, kendini güzel edebe alıştırmalıdır ki, cemiyet arasında yapmacık hareketlere muhtaç olmasın. Evet eğer arkadaşlarını nefsine tercih ederek, onların ihtiyaçlarını dikkate alarak az yerse, bu takdirde az yemesi güzeldir. Eğer sofradaki insanlara yardım niyetiyle ve onları yemeye teşvik etmek kastıyla fazla yerse, bunda sakınca yoktur. Aksine böyle davranmak güzeldir.
İbn Mübarek hurmaların en güzelini arkadaşlarına takdim ederek şöyle demiştir: 'Kim fazla yerse herbir çekirdeğe karşılık ona bir dirhem vereceğim'. Yedikten sonra çekirdekleri sayar kimin çekirdekleri fazla ise, fazla olan her çekirdeğe karşılık bir dirhem verirdi. İbn Mübarek'in böyle yapması iki sebebe dayanır: a) Yemek hususundaki haya ve utangaçlığı kaldırmak, b) Arkadaşlarla sohbeti koyulaştırmaktır.
Câfer b. Muhammed (radıyallahü anh) şöyle demiştir: 'Bence arkadaşların en iyisi, (sofrada) en fazla yemeğimi yiyen ve lokmasını en büyük yapandır. Bence arkadaşlardan derdi çekilmez ve en ağırı o arkadaştır ki, yemekte bile kendisini kontrole mecbur eder'. Bütün bunlar normal âdet üzerinde yürümenin ve yapmacık hareketlerden kaçınmanın gerekliliğine işarettir.
Yine İmâm Câfer-i Sâdık şöyle demiştir: 'Kişinin arkadaşına karşı olan muhabbetinin tatlılığı, onun evinde güzelce yemesinden belli olur'.
5) Leğende elin yıkanması mahzurlu değildir. Eğer tek başına yerse, aynı leğende dişlerini ve ağzını yıkayıp çalkalayabilir. Eğer başkasıyla beraber yerse ağzını yıkayıp leğene boşaltması uygun değildir. Başkası kendisine ikram olsun diye leğeni önce kendisine takdim ederse kabul etmelidir.
Enes b. Mâlik ve tâbiînden Sâbit el-Bennânî (radıyallahü anh) bir sofrada bir araya geldiler. Bu arada Enes b. Mâlik leğeni Sabit'e takdim etti. Sabit ise, edebinden ötürü Enes'ten önce yıkamayı kabul etmedi. Bunun üzerine Enes (radıyallahü anh) şöyle dedi: 'Kardeşin sana ikram ettiği zaman onun ikramını kabul et, reddetme. Zira o kimse gerçekte Allahü teâlâ'ya ikram ediyor'.
Rivâyet ediliyor ki, Hârun Reşid âma olan Ebû Muaviye Muhammed b. Hâzım'ı davet etti. Dâvet edilen zât leğende elini yıkarken Hârun Reşid eline su döktü. Ebû Muaviye elini yıkadıktan sonra Hârun kendisine şöyle sordu:
- Ey Ebû Muaviye! Senin eline su dökenin kim olduğunu biliyormusun?
- Hayır.
- O suyu emir'ul-Mü'minîn döktü.
- Ey emir'ul-Mü'minîn! Sen böyle yapmakla ancak ilme ikram etmişsin ve onu yüceltmişsin. İlim ve onun ehlini yücelttiğin gibi, Allah da seni yüceltsin. 28
(Eğer leğen geniş ve ibrikler birkaç tane ise) aynı anda birkaç kişinin aynı leğende ellerini yıkamalarında hiçbir sakınca yoktur. Aksine, böyle yapmak tevâzua daha yakın ve beklemekten de daha iyidir. Hepsinin aynı anda yıkamayıp, ayrı ayrı yıkamaları halinde herbirinin suyunun dökülüp yeni leğenin getirilmesi uygun bir hareket değildir. Kullanılmış su leğende biriktirilir ve bir defada dökülür.
Çünkü Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle demiştir:
Abdest suyunuzu bir araya toplayınız. (Böyle yaptığınız takdirde; yani bir kapta yıkadığınız takdirde) Allahü teâlâ sizin aranızdaki ihtilâfı giderip birleşmenizi temin eder.
Denildi ki: Bu hadîs-i şerifteki abdest suyundan gaye; toplu halde yiyenlerin bir kapta yıkamalarıdır. Ömer b. Abdülâziz, İslâm diyarlarına şöyle bir ferman göndermiştir:
El yıkanan leğen dolduğu zaman, toplu halde yiyenlerin arasından kaldırılıp dökülsün. Sakın kendinizi Acemlere benzetmeyiniz.
İbn Mes'ûd (radıyallahü anh) şöyle demiştir: 'Ellerin yıkanmasını bir leğende yapın. Sakın Acemlerin âdetine uymayın'.
Ele su döken hizmetçinin ayakta olmasını, bazı âlimler kerih görerek, oturmasını daha uygun bulmuşlardır. Çünkü hizmetçinin oturarak su dökmesi tevazûa daha yakındır.
Bazı âlimler de hizmetçinin oturmasını kerih görerek şunu anlatmışlardır: 'Hizmetçi oturduğu halde birisinin eline su döktü. Bu sırada eline su dökülen adam ayağa kalktı. Ayağa kalkana 'Neden kalktın?' diye sorulduğu zaman şu cevabı verdi: 'Birimiz muhakkak ayakta olmalıdır'.
Hizmetçinin ayakta olması daha evlâdır. Çünkü ayakta olması hem suyu dökmeye ve hem de yıkamaya daha uygun düşer ve bir de suyu ayakta dökmek tevazûa daha yakındır. Eğer hizmetçinin suyu ayakta dökmeye niyeti varsa, ona hizmet imkânını vermekte herhangi bir kibir yoktur; zira hizmetçinin suyu bu şekilde dökmesi normal bir âdettir.
Geçmiş izahtan anlaşıldı ki, leğende el yıkamanın yedi âdabı vardır:
1. Leğene tükürmemek.
2. Baş ve reis olan kimseye herkesten önce leğeni takdim etmek.
3. Takdim etme ikrâmını kabul etmek.
4. Sağdan başlayarak gezdirmek.
5. Aynı leğende bütün cemaatin ellerini yıkaması.
6. Kullanılan suyun tamamının aynı leğende toplanması.
7. Yıkayanların eline su döken hizmetçinin ayakta olması. Edeplerden biri de ağzından ve elinden suyu leğene yavaşça bırakmaktır ki arkadaşlarına ve üzerinde oturduğu sergiye bıraktığı su sıçramasın. Ev sahibi bizzat misafirin eline suyu dökmelidir.
Çünkü İmâm-ı Mâlik (radıyallahü anh) kendisine misafir olarak gelen (ve henüz yirmi yaşından daha küçük olan) İmâm-ı Şâfiî'nin eline su dökmüştür. Bu manzara karşısında mahcup olan İmâm-ı Şâfiî'ye şöyle demiştir: 'Sakın benden gördüğün hareket seni utandırıp şaşırtmasın. Zira misafire hizmet farzdır'.
6) Arkadaşlarına yemek yerken bakmamalı ve utandıracak derecede yemelerini kontrol etmemelidir. Aksine onların yemesiyle ilgilenmemeli ve kendi yemesiyle meşgul olmalıdır. Eğer kendisinden sonra arkadaşları yemekten utanırlarsa, o zaman arkadaşlarından önce yemeği bırakmamalıdır. Onlar doyasıya yeyinceye kadar o da yavaş yavaş yemekle kendini oyalamalıdır. Eğer az yiyen bir kimse ise, yemeğin başlangıcında ağır ağır yemeli ve yemeği onlarla beraber bitirmelidir. Çünkü ashâb-ı kirâmın (radıyallahü anh) çoğu böyle yapmıştır. Eğer herhangi bir sebepten yemiyorsa, misafirlerden özür dilemelidir ki, özür dilemekle onların mahcubiyetlerini kaldırmış olsun.
7) Başkasını tiksindirecek bir harekette bulunmamalıdır. Bu bakımdan elini yemek kabına silkmemelidir. Lokmayı ağzına alırken başını yemek kabının üzerine eğmemelidir. Ağzından herhangi bir şeyi çıkardığı zaman yüzünü yemekten çevirerek o şeyi sol eliyle tutmalıdır. Yağlı lokmayı sirkeye daldırmamalı, sirkeyi de yağlıya karıştırmamalıdır. Çünkü başkasının bundan tiksinmesi mümkündür.
Dişiyle kesip parçaladığı lokmayı (müşterek) çorbanın ve sirkenin içine sokmamalı ve tiksindirici şeyleri hatırlatan sözleri söylememelidir.
26) İmâm-ı Ahmed
27) Buhârî, (Enes'ten)
28) Bu zat, dört yaşında iken gözlerini kaybetmiştir. Kûfelidir. Şâyân-ı itimad bir zattır. H. 123 senesinde doğup, H. 194 senesinde vefat etmiştir.
11-5
Yemek İkram Etmenin Âdâbı
Misafire yedirmekte çok fazilet vardır. Nitekim Câfer b. Muhammed (radıyallahü anh) şöyle demiştir: 'Arkadaşlarla beraber sofra üzerinde oturduğunuz zaman, oturuşunuzu oldukça uzatınız. Zira bu saat hayatınızın sizin aleyhinizde sayılmayan saatidir'.
Hasan-ı Basrî (radıyallahü anh) şöyle demiştir: 'Kişi kendi nefsine, ebeveynine ve yakınlarına sarfettiği her nafakadan muhakkak sorulacaktır. Ancak kişi din kardeşlerine Allah rızası için infak ettiği yemekten sorulmayacaktır. Çünkü Allahü teâlâ kulunu bu yemekten ötürü sorguya çekmekten hayâ eder'.
Allah yolundaki arkadaşına yedirmenin fazileti hakkında zikrettiğimiz bu misallere yedirme hakkında vârid olan hadîsler eklendiğinde fazileti apaçık bilinir.
Hadîsler
Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle demiştir:
Herhangi birinizin sofrası önünde yayılı bulunup kaldırılıncaya kadar melekler onun için salâvat-ı şerife getirirler. 29
Horasan âlimlerinden biri din kardeşlerine bitiremeyecekleri kadar bol yemek takdim ederek dedi ki: Hazret-i Peygamber'den bize gelen bir hadîsi şerifte şöyle buyuruluyor:
Kardeşleri ellerini yemekten kaldırdıkları zaman, artanı yiyen bir kimse hesaba çekilmez. 30
Madem ki durum budur, o hâlde isterim ki size takdim ettiğim yemeği çoğaltayım ki onun kalıntılarından yiyelim.
Arkadaşlarıyla yediklerinden kul hesaba çekilmez. 31
Seleften bâzıları arkadaşlarının gönlünü hoş etmek için cemaatle yediği zaman fazlaca yerdi. Tek başına yediği zaman ise pek az yerdi.
Üç şey vardır ki, insan onlardan hesaba çekilmez: a) Sahur yemeği, b) İftar yemeği, c) Arkadaşlarla beraber yenilen yemek. 32
Hazret-i Ali (radıyallahü anh) şöyle demiştir: 'Dostlarımı bir sa' yemek üzerine toplamam, bir köleyi azâd etmemden daha iyi gelir bana'.
İbn Ömer (radıyallahü anh) şöyle demiştir: 'Sofrada güzel ve helâl yemeğin bulundurulması ve arkadaşlara ikram edilmesi, kişinin şerefli oluşuna delâlet eder'.
Ashâb-ı kirâm (radıyallahü anh) şöyle derlerdi: 'Yemek üzerinde bir araya gelmek güzel ahlâktandır'.
Ashâb-ı kirâm (radıyallahü anh) , Kuran okunmasında da bir araya gelirlerdi. Onlar bir araya geldikleri zaman, muhakkak toplu hâlde bir şeyler yedikten sonra dağılırlardı. Dostların dostluk ve yakınlıkla kendilerine yetecek kadar bir yemek üzerinde toplanmalarının dünyadan olmadığı söylenmiştir.
Allahü teâlâ kıyâmet gününde kuluna der ki:
- Ey Âdem oğlu! Ben acıktım, bana yedirmedin.
- Sen âlemlerin rabbisin, sana nasıl yedirebilirdim?
- Senin müslüman kardeşin acıktı. Ona yedirmedin. Eğer ona yedirmiş olsaydın bana yedirmiş sayılırdın. 33
Hazret-i Peygamber şöyle demiştir:
Size ziyaretçi geldiği zaman, ona ikrâm ediniz. 34
Cennette bir takım köşkler vardır. Dışları içlerinden ve içleri de dışlarından görünmektedir. Bu köşkler yumuşak konuşan, Allah için yediren ve halk uykuda olduğu zaman kalkıp namaz kılanlar içindir. 35
Sizin en hayırlınız, Allah için yedireninizdir. 36
Din kardeşine doyasıya yediren ve kana kana içiren bir kimseyi Allahü teâlâ yedi hendek kadar ateşten uzaklaştırır. Bu çukurlardan ikisinin arasındaki mesafe beşyüz seneliktir. 37
29) Taberânî, Evsat
30)
31) Ezdî, Duafâ, (Câbir'den)
32) Ezdî, (Câbir'den)
33) Müslim
34) Harâitî
35) Tirmizî, (Hazret-i Ali'den)
36) İmâm-ı Ahmed ve Hâkim, (Suheyb'den)
37) Taberâni, (İbn Ömer'den)
11-6
Yemek Âdâbı
Yemeğin âdâbına gelince, bu âdâbın bir kısmı misafirliğe yemeğe gitmekle, bir kısmı da misafire (yemek) ikram etmekle ilgilidir.
Yemek Davetine Katılmanın Âdâbı
İnsanların yemek zamanlarını gözetip o zamanda yemeğe gitmek sünnete aykırıdır. Bu bakımdan tam yemek zamanında bir eve girmek, ansızın girişten sayılır. Bu ise yasaklanmıştır.
Nitekim Allahü teâlâ şöyle demiştir:
Ey îman edenler, (rastgele) peygamber'in evlerine girmeyin. Ancak yemek için size izin verilir de girerseniz (erkenden gelip) yemeğin pişmesini beklemeyin. Çağrıldığınız zaman girin; yemeği yeyince dağılın, söze dalmayın. (Ahzâb/53)
Ayette geçen 'Onun kabını (yemeğini) beklemeksizin' ifadesi; 'yemeğin ne zaman pişeceğini beklemeyin' demektir.
Nitekim Hazret-i Peygamber şöyle demiştir:
Çağırılmadığı bir yemeğe giden kimse, fâsık olarak gitmiş ve haram yemiş olur. 38
Yemek zamanını gözetmeden girip de onların yemeklerine tesadüf ettiği takdirde, kendisine izin verilmeden yememesi gerekir. Ne zaman ki kendisine 'ye' denirse, incelemelidir. Eğer onların içten gelen bir teklif yaptıklarına ve yemek yemesini istediklerine inanırsa, onlarla beraber yemelidir. Eğer kendisinden utanarak bunu söylüyorlarsa, yemesi uygun değildir. Bahane bulup yemeğe ihtiyacı olmadığını ileri sürerek imtihan etmelidir.
Fakat aç olduğu zaman, kendisine yedirmek için dostlarından birisinin yemek vaktini beklemeksizin evine giderse, bu takdirde yemesinde bir sakınca yoktur. Çünkü Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) , Hazret-i Ebû Bekir ve Hazret-i Ömer'le beraber Ebû'l-Heysem ve Ebû Eyyûb el-Ensarî'nin evlerine yemek için teklif olmaksızın yemek yemeye gitmişlerdir. 39
Böyle bir durumda müslüman kardeşinin evine gitmek, ona yedirme sevabını kazandırmaya yardım etmektir. Bu âdet, selef-i salihînin âdeti idi. Avn b. Abdullah el-Mes'udî'nin üçyüz altmış arkadaşı vardı. Senenin her gününde bir dostunun evinde yemeğini yiyerek o seneyi geçirirdi. Başka birisinin de otuz dostu vardı. Bir ayda herbirine bir gün gitmek suretiyle dolaşırdı. Başka birisinin de yedi dostu vardı. Haftanın her gününde birisinin evinde olurdu. Onların dostları çalışmalarında kendilerine yardım ederlerdi. Dostlarının bu zâhid ve âbid kimselere yedirdikleri kendileri için ibadet sayılır. Eğer kişi eve girip ve sâhibini içerde bulamazsa, ev sahibinin dostluğuna güveniyorsa, izin almaksızın dostunun yemeğini yiyebilir. Zira izinden gaye; yemek sahibinin razı olmasıdır. Hele yemeklerde. . . Çünkü yemekler hususunda daha da genişlik vardır. Çok kişi var ki, açıkça izin verir ve izin verdiğine dair yemin eder. Oysa buna rağmen karşısındakinin yemesine razı değildir. Bu bakımdan böyle bir kimsenin yemeğini yemek mekruhtur. Hazır bulunmayan çok kimseler de vardır ki, izin vermediği halde onun yemeğini yemek güzeldir.
Yahut sâdık dostlarınızın evlerinde yemenizde size bir günah yoktur. (Nûr/61)
Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) , Berire'nin (Hazret-i Âişe'nin azâdlı câriyesi) evine girdi. Kendisi hazır olmadığı halde sadakadan olan yemeğini yedi. Rasûlüllah yemeği yedikten sonra 'İşte sadaka tam yerini buldu'40 buyurdu.
Rasûlüllah'ın böyle yapması, Berire'nin (radıyallahü anh) buna sevineceğini bildiğinden kaynaklanmaktadır. İşte bu sırra binaen ve sahibinin izin vereceğini bilmekle yetinerek izinsiz eve girmek câizdir. Eğer böyle bir şeyi bilmezse mutlaka önce izin almalı, sonra içeri girmelidir.
Muhammed b. Vâsık ve arkadaşları Hasan-ı Basrî'nin evine girerler, izin almaksızın gördüklerini yerlerdi. Hasan da eve gelir, onların böyle yaptıklarını görünce sevinir ve 'Biz de böyle yapardık' derdi. .
Hasan-ı Basrî çarşıda bir bakkalın kuru meyvelerinden ayakta durarak 'şu sepetten bir incir, öbüründen bir hurma alır yerdi'. Hişam kendisine 'Ey Ebû Sâid! Acaba takvâ konusunda sana ne görünmüş ki, adamcağızın izni olmaksızın yemişlerinden yiyorsun?' Hasan 'Ey Lehim (Cimri!) Yemek hakkındaki ayeti bana oku'. Bunun üzerine Hişam ayeti 'veyahut da dostlarınızın' (Nûr/61) cümlesine kadar okudu. Oraya varınca Hişam sordu: 'Ey Ebû Saîd! Âyetteki dost kimdir?' Hasan (radıyallahü anh) 'Ayetteki dost, o kimsedir ki, nefis ona meyleder, rahata kavuşur, kalp de onunla sükûnet bulur. . . '
Bir topluluk Süfyân es-Sevrî'nin evine gitti. Süfyân'ı evde bulamadılar. Kapıyı açıp, sofrasını indirip yemeye başladılar. O esnada Süfyân içeri girdi ve 'Siz bana selef-i sâlihînin ahlâkını hatırlattınız. İşte onlar böyle yaparlardı' dedi.
Bir topluluk, tâbiînden birini ziyaret etti. Ziyaret edilen zâtın yanında onlara ikram edecek bir şey yoktu. Bunun üzerine ziyaret edilen, dostlarından birinin evine gitti. Fakat onu evde bulamadı, onun pişirdiği çömleğine baktı. Bir de ne görsün yemek pişmiş ve ekmek de hazırdır ve diğer gereken şeyler de mevcuttur. Hepsini aldı, ziyaretçilere takdim etti ve 'Yeyiniz!' dedi. Evin sahibi geldi. Evde hiçbir şey görmeyince, kendisine 'Filân zat geldi, hepsini toparlayıp götürdü' denildiğinde, 'Çok güzel etmiş' dedi. Daha sonra yemeği götüren zatla karşılaştığında şöyle dedi: 'Ey kardeşim! Misafirlerin ikinci bir defa geldikleri takdirde ikinci bir defa aynı şeyi yapabilirsin'.
İşte yemeğe katılmanın âdâbı bunlardır.
38) Beyhakî, (Hazret-i Âişe'den bir benzerini)
39) Müslim ve Taberânî, (İbn-i Abbâs'tan zayıf bir senedle)
40) Müslîm ve Buhârî, (Hazret-i Âişe 'den)
Yemek İkram Etmenin Âdâbı
1. Herşeyden önce yapmacık hareketleri ve zorlamaları terketmeli, ne varsa onu ikrâm etmelidir. Eğer yanında hiçbir şey yoksa ve açıklamaya imkânı da bulunmazsa, dostlarına yedirmek için borç etmemelidir. Çünkü böyle yaptığı takdirde nefsini vesveseye sevketmiş olur. Eğer kendi nafakasına yetecek kadar bir şeyleri varsa ve nefsi de ondan vazgeçip dostlarına yedirmesine taraftar değilse, o nafakasını buna rağmen dostlarına vermesi uygun değildir.
Seleften biri bir zâhidin evine gitti. Zahid yemek yiyordu. Gelen misafire zâhid şöyle dedi: 'Eğer bu yemeği borç ile almasaydım, ondan sana da yedirirdim.
Seleften bâzıları zorlamakla ilgili olarak şöyle demişlerdir: 'Senin, arkadaşına yedirdiğin yemekten daha enfesini ve daha kıymetlisini arkadaşına yedirmek kaygusuna düşmen demektir'.
Fudayl b. İyaz şöyle demiştir: 'Halk, ancak tekellüf ve zorlukları yüklenmekten ötürü bozuşurlar. Şöyle ki, birisi arkadaşını dâvet eder. Onun için bir sürü zorluklara girişir ve dolayısıyla ikinci bir defa arkadaşının gelmesini böylece önlemiş olur'.
Bazıları şöyle demiştir: 'Bana gelen arkadaşımın kimliği beni ilgilendirmez. Zira ben onun için herhangi bir külfete girişmem. Ancak yanımda ne varsa onu takdim ederim. Eğer onun için külfete girmiş olsaydım, onun gelişi bana zor gelecek ve usandıracaktı'.
Zâtın biri şöyle demiştir: "Ben geçmişte bir dostumun yanına gidiyordum. O da benim için külfetlere giriyordu. Kendisine dedim ki: 'Tek başına kaldığımız zaman, ne sen bunu yiyorsun ve ne de ben. Bu bakımdan bir araya geldiğimiz zaman neden bunu yiyoruz? O halde ya sen bu külfete girmeye son vereceksin veya ben ziyaretlerimi keseceğim'. Bunun üzerine dostum tekellüfe son verdi ve tekellüfe son verişinin yüzü suyu hürmetine bizim de ziyaretlerimiz devam etti".
Yanında ne varsa hepsini misafirlere takdim etmek ve böylece çoluk çocuğuna zarar verip onların kalplerini ezâ ve cefâ ile doldurmak da külfete girmek demektir.
Bir zat, Hazret-i Ali'yi (radıyallahü anh) dâvet eder. Hazret-i Ali kendisine şöyle der:
'Üç şartla senin dâvetine icabet ediyorum:
a) Çarşıdan bir şey getirmeyeceksin,
b) Evinde olanı da esirgemeyeceksin,
c) Çoluk çocuğuna da zarar vermeyeceksin'.
Seleften bazıları, evinde ne varsa hepsini misafire takdim ederlerdi. Her çeşit şeyden sofraya getirlerdi.
Seleften biri şöyle demiştir: Biz, Câbir b. Abdullah'ın (radıyallahü anh) evine gittik. Bize ekmek ile sirke takdim etti ve şöyle dedi: 'Eğer külfete girmekten menolunmasaydık, sizin için külfete girecektim'. 41
Seleften biri şöyle demiştir: 'Ziyaretçin geldiği zaman, neyin varsa onu misafire takdim et'. Selmân-ı Fârisi şöyle demiştir:
Allah'ın Rasûlü, bizde bulunmayan bir şeyi misafir için hazırlamaya çalışıp zorluk çekmekten menetti ve ancak elimizde bulunanı ikram etmemizi emretti.
Hazret-i Peygamber şöyle anlatır: 'Yûnus (aleyhisselâm) , arkadaşları kendisini ziyarete geldiklerinde onlara ekmek ve elinin mahsûlü olan sebzeleri takdim ederek 'Buyurun yeyin. Eğer Allah tekellüf yapanlara (misafirlere ikram hususunda zorlananlara) lânet etmeseydi, elbette size daha iyisini hazırlamak için zorluklara katlanırdım' demiştir.
Enes b. Mâlik ve diğer ashâb misafirlerine kuru ekmek ve hurmalardan mevcut olanı takdim ederek şöyle derlerdi: 'Biz, kendisine yapılan ikramı hakir görenin mi, yahut yanında bulunan nimeti hakir görüp misafirine takdim etmekten çekinen kimsenin mi günahı daha büyüktür bilmiyoruz'
2. Bu edep ziyaretçiye aittir. Şöyle ki; belli bir şeyi ısrarla istememelidir. Çünkü o şeyi bulup getirmek, ev sâhibine çok kere zor gelir. Eğer ev sahibi misafirini iki yemek arasında muhayyer bırakırsa (yani iki yemek adı zikredip, bunlardan birini hazırlamayı teklif ederse) misafir, ev sahibine hangi yemeği hazırlamak kolay ise, onu istemelidir. Çünkü sünnet-i seniyye böyledir.
Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) iki şey arasında muhayyer bırakıldığı zaman muhakkak ki, en kolayını tercih ederdi. 42
A'meş, Ebû Vâil'den şöyle rivâyet etti: 'Bir arkadaşımla Selmân-ı Fârisî'yi ziyarete gittik: Bize arpa ekmeği ile katık olarak tuz takdim etti. Bu meyanda arkadaşım 'Eğer bu tuzda bir de su'teri otu bulunsaydı daha iyi olurdu' dedi. Bunu duyan Selman, çarşıya gidip abdest aldığı ibriğini rehin bırakarak, karşılığında su'teri otu alıp getirdi. Biz yedikten sonra arkadaş şu duâyı okudu: 'Bize rızık olarak verdiği ile bizi kanâat sâhibi kılan Allah'a hamdolsun'. Buna karşılık Selman şöyle dedi: 'Eğer sen rızkınla kanâat etseydin, şu anda benim abdest ibriğim rehinde bulunmazdı'.
Eğer isteğinin arkadaşına zor geleceğini bilirse veya isteğini iyi karşılamayacağı kanaatini taşıyorsa, durum böyledir. Eğer arkadaşının böyle bir istekle sevineceğini biliyorsa, isteğinde hiçbir mahzur yoktur. Nitekim İmâm-ı Şâfiî Bağdad'da Za'ferânî'nin misafiri iken böyle yapmıştır. Şöyle ki; Za'ferânî her gün pişirilen yemeklerin bir listesini yazar ve getirilmesi için cariyesine teslim ederdi. Bir ara İmâm-ı Şâfiî listeyi cariyenin elinden alıp kendi el yazısıyla bir çeşit yemek daha ilâve etti. Za'ferânî sofrada onun ısmarladığı çeşidi görünce bozuldu ve 'Ben bu yemeği ısmarlamadım' diye çıkıştı. Bunun üzerine kendisine listeyi getirdiler, orada Şâfiî'nin yazısı gözüne ilişince bundan çok memnun olan Za'ferânî cariyesini âzâd etti. . .
Ebû Bekir el-Kattanî şöyle demiştir: Sırrî es-Sakâtî'nin huzuruna girdim 'fetit' (ekmek kırıntıları ile karışık bir meşrubat) getirip yarısını bardağa döktü. Kendisine 'Sen ne yapıyorsun? Ben onun hepsini bir nefeste içerim' dedim. Bunun üzerine gülerek şöyle dedi: 'Senin böyle demen, senin için bir hac sevabından daha faziletlidir'. Ulemâdan biri şöyle demiştir: 'Yemek üç çeşittir: a) Fakirlerle yerken, onları nefsine tercih ettiğin yemek, b) Arkadaşlarla beraber yenilen yemek, c) Dünya ehliyle yenilen yemek'.
3. Ev sahibi, misafirini iştihalandırıp, hangi yemeği canının istediğini söylemesini ısrarla kendisinden sormalıdır. Nefsi, arkadaşının isteğine razı olduğu takdirde, böyle bir teklifte bulunması hem güzeldir, hem de böyle bir teklifte büyük bir fazilet ve ecir vardır.
Nitekim Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmaktadır:
Kim kardeşinin bir isteğine tesadüf edip (onu giderirse) günâhı bağışlanır. Kim Mü'min kardeşini sevindirirse muhakkak o kimse Allah'ı sevindirmiş olur.
Mü'min kardeşinin iştahının çektiği yemeği yedirip onu doyuran bir kimseye Allahü teâlâ bir milyon hasene (ecir) yazar. Bir milyon günâhını siler. Bir milyon derecesini yükseltir. Huld, Adn ve Firdevs adlı üç cennetten ona yedirir.
4. Misafire 'Sana yemek getireyim mi?' dememelidir. Aksine, yemeği varsa sormaksızın takdim etmelidir.
Süfyân es-Sevrî şöyle demiştir: "Kardeşin ziyaretine geldiğinde, sakın ona 'yer misin veya sana yemek getireyim mi?' deme. Hazır olanı derhal getir. Eğer yerse ne âlâ, yemediği takdirde kaldır". Eğer ev sâhibi, misafirlere herhangi bir yemeği yedirmek istemiyorsa, onları o yemekten haberdar etmesi ve onu onlara anlatması uygun bir hareket değildir.
Süfyân es-Sevrî şöyle demiştir: 'Yediğin yemekten çocuklarına yedirmek istemediğin zaman, onlara o yemekten bahsetmediğin gibi, onu beraberinde de göstermemelisin.
Sûfîlerden biri şöyle demiştir: 'Fakirler size geldikleri zaman, onlara yemek ikrâm ediniz. Fakîhler size geldikleri zaman onlara ilmî bir mesele sorunuz. Kurralar (Kur'ân okuyucuları) size geldikleri zaman ise onlara mihrabı gösteriniz'.
41) İmâm-ı Ahmed
42) Harâitî ve İmâm-ı Ahmed
YEME - İÇME ÂDÂBI DEVAMI;