9 - ZİKİRLER VE DUÂLAR |
9-1
Giriş
Hamd, şefkati şâmil ve rahmeti geniş olan Allah'a mahsustur. O, kendisini zikreden kullarını hayırla yâdeder.
Nitekim Kur'ân'da şöyle buyurmaktadır.
(İbâdet ederek) beni anın ki, ben de sizi mağfiretimle anayım. (Bakara/152)
Allahü teâlâ şu ayetiyle, hakikî kullarını kendisinden istemeye ve duaya teşvik etmektedir:
Bana dua edin, size icâbet edeyim. (Mü'min/60)
Allahü teâlâ şu âyetiyle de muti'âsi, yakın uzak, tüm kullarını her çeşit ihtiyaç ve isteklerini bütün açıklığıyla kendisinden istemeye davet etmektedir:
Ey râsûlüm! Kullarım sana benden sorarlarsa, (onlara bildir ki) şüphesiz ben, (kendilerine) çok yakınımdır. Bana dua edenin duasını kabul ederim. (Bakara/186)
Salât ve selâm, peygamberlerin efendisi Hazret-i Muhammed'e, âline ve asfîyânın en hayırlısı olan ashâbına olsun!
Allah'ın Kitabı'nı okumak hâriç, dille yapılan hiçbir ibadet yoktur ki, Allah'ın zikrinden ve ihtiyaçların hâlis dualarla O'na arzedilmesinden daha faziletli olsun. Bu nedenle önce kısa da olsa zikrin faziletini beyan edeceğiz. Sonra da muayyen zikirler hakkında tafsilât verip duanın faziletini, şart ve âdâbını açıklayacak, din ve dünya hedeflerini içerisine alan ve Rasûlüllah'tan vârid olan dualar ile mağfiret ve istiâze hususunda naklolunan duaları ve benzerlerini izah edeceğiz. Bu maksatlar beş bölümde ele alınacaktır.
Birinci Bölüm: Kısa ve uzun olmak üzere zikrin fazileti ve faydaları
İkinci Bölüm: Duanın fazileti ve âdâbı; Hazret-i Peygamber'den vârid olan bazı duaların, istiğfârın ve Rasûlüllah'a getirilen salavât-ı şerîfenin fazileti
Üçüncü Bölüm: Belirli kişilere ve sebeplere atfedilen mensur dualar
Dördüncü Bölüm: Rasûlüllah'tan ve ashâb-ı kirâmdan senedleri zikredilmeyen me'sur dualar
Beşinci Bölüm: Bazı önemli hâdiselerin vukûu ânında vârid olan dualar
Kısa ve Uzun Olmak Üzere Zikr'in Fazileti
Âyetler
(İtaat ve ibâdet ederek) beni anın ki, ben de sizi (mağfiretimle) anayım. (Bakara/152)
Sâbit el-Bennâî bir keresinde 'Rabbimin beni andığı zamanı biliyorum!' dedi. Onun bu sözü üzerine orada bulunanlar ürktüler ve kendisine 'bunu nasıl bildiğini' sordular. Bunun üzerine 'O'nu andığım zaman O da beni anar' cevabını verdi.
Ey îman edenleri Allah'ı çok zikredin! (Ahzâb/41)
Arafat'tan dönüşünüzde Meş'ar-i Haram'da Allah'ı zikredin! O size nasıl hidayet ettiyse, siz de O'nu öylece anın! (Bakara/198)
Hacla ilgili ibâdetlerinizi bitirince, (câhiliyye devrinde hacdan sonra toplanıp) atalarınızı anarak (övündüğünüz gibi), hatta daha kuvvetli bir şekilde Allah'ı anın! (Bakara/200)
Onlar ayaktayken, otururken ve yatarken (daima) Allah'ı anarlar. (Âl-i İmrân/191)
Namazı kılıp bitirdiğiniz zaman ayakta, otururken ve yanlarınız üzerinde yatarken hep Allah'ı anın! (Nisâ/103)
İbn Abbâs (radıyallahü anh) bu ayetin tefsirinde "Yani 'Gecegündüz, karada ve denizde, seferde ve hazarda, zenginlikte ve fakirlikte, hastalıkta ve sıhhatte, gizli ve açık Allah'ı anın!' demektir" buyurmuştur.
Allahü teâlâ münafıkları kötülemek üzere şöyle buyurmuştur:
Münafıklar Allah'ı pek az anarlar. (Nisâ/142)
Yine Allahü teâlâ şöyle buyuruyor:
Rabbini, içinden yalvararak ve korkarak, sabah akşam sessizce (hafif bir sesle) an! Sakın gâfillerden olma! (Â'raf/205)
Allah'ı anmak (bütün ibâdetlerden) daha büyüktür. (Ankebût/45)
İbn Abbâs (radıyallahü anh) şöyle buyurmuştur: 'Bu âyetin iki vechi (mânâsı) vardır: a) Allah'ın sizi anması, sizler için, sizin O'nu zikretmenizden daha büyüktür, b) Allah'ın zikri, içerisinde zikir bulunmayan diğer ibâdetlerin hepsinden daha büyüktür'.
Zikrin büyüklüğünü bildiren, bunlar gibi daha nice âyetler vardır.
Hadîsler
Rasûlüllah (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:
Gâfiller arasında Allah'ı zikreden kimse, tıpkı kuru otlar arasında biten yemyeşil ağaç gibidir.1
Gâfiller arasında Allah'ı zikreden kimse, hezimete uğramış askerler arasında düşmanla (Allah için) amansızca muharebe eden kimse gibidir.
Hazret-i Peygamber'in naklettiği bir hadîs-i kudsîde Allahü teâlâ şöyle buyurmaktadır:
Kulum beni andıkça ve dudakları beni anmak için kıpırdadıkça ben onunla beraberim,2
Hazret-i Peygamber bir keresinde 'Âdem oğlu kendisini Allah'ın azabından kurtaracak ameller içerisinde, O'nun zikrinden daha faydalı bir amel işlemiş değildir' buyurdu. Ashâb-ı kiramın 'Allah yolunda cihad da mı zikir kadar faydalı değildir?' diye sorması üzerine şöyle cevap verdi: 'Evet, Allah yolunda cihad da zikir kadar faydalı olamaz. Ancak kılıcın paramparça oluncaya ve sonra ikinci ve üçüncü kılıçlarında parçalanıncaya kadar düşmanla savaşman müstesna...'3
Cennet bahçelerinde otlamak (teferrüc etmek) isteyen kimse Allah'ı çok zikretsin.4
Hazret-i Peygamber'e 'Amellerin hangisi daha üstündür?" diye sorulduğunda şöyle cevap vermiştir: 'Dilin Allah'ın zikriyle taptaze olduğu halde ölmen (Yani ölünceye kadar Allah'ın zikrini terketmemen)'.5
Dilin Allah'ın zikriyle taptaze olduğu halde sabahla ve akşamla! Böyle yaptığın takdirde günahsız olarak sabahlamış ve akşamlamış olursun.6
Sabah-akşam Allah'ı zikretmek, Allah yolunda ve O'nun düşmanlarıyla savaşılırken kılıçların kırılmasından daha efdâl olduğu gibi. O'nun rızası için fakirlere bol bol infakta bulunmaktan da daha efdâldir'.7
Bir hadîs-i kudsîde Allahü teâlâ şöyle buyurmaktadır:
Kulum beni kalbinde andığı zaman, ben de onu nefsimde anarım. Beni bir cemaatte andığı zaman, ben de kendisini onun beni andığı cemaatten daha hayırlı bir cemaat içerisinde anarım. Bana bir karış yaklaştığı zaman, ben ona bir zira' yaklaşırım. O bana yürüyerek geldiği zaman, ben ona koşar adımlarla varırım.8
Yedi sınıf insan vardır ki Allahü teâlâ onları, kendi gölgesinden başka hiçbir gölgenin bulunmadığı bir günde (kıyâmet gününde) kendi gölgesinde gölgelendirir. Bunlardan biri de, tek başına kaldığı zamanlarda Allah'ı anan ve O'nun korkusundan gözleri yaşaran kimsedir.9
Hazret-i Peygamber birgün 'Ey ashâbım! Size amellerinizin en hayırlısını, padişahınız (Allah) nezdinde en verimlisini ve derecelerinizi en fazla yükseltecek olanı, Allah yolunda altın ve gümüş harcamanızdan ve düşmanlarınızla karşı karşıya gelip onların boynunu vurmanızdan ve onların da sizin boynunuzu vurmalarından daha hayırlısını haber vereyim mi?' diye sordu. Sahabîler 'Ey Allah'ın Rasûlü! Bu amel nedir?' diye sorduklarında da şöyle buyurdu: 'Devamlı olarak Allah'ı anmaktır'.10
Bir hadîs-i kudsîde Allahü teâlâ şöyle buyurmuştur:
Beni zikretmekle meşgul olduğu için benden ihtiyacını istemeye vakit bulamayan kimseye, isteyenlere verdiğimden daha fazlasını veririm.11
Ashâb'ın ve Âlimlerin Sözleri
Fudayl b. İyaz (radıyallahü anh) şöyle demiştir: "Allahü teâlâ'nın şöyle buyurduğunu haber aldık: Ey kulum! Beni sabah ve ikindi namazlarından sonra birer saat zikreyle ki, bu iki namaz arasında maddî ve manevî ihtiyaçlarını vereyim ve sıkıntılarını gidereyim".
Âlimlerden biri şöyle der: "Allahü teâlâ şöyle buyurur: Hangi kulumun kalbinde zikrime yapışmayı ve beni anmayı galip görürsem, onun işlerini düzenler ve ona, kendisiyle oturup konuşan bir arkadaş olurum".
Hasan Basrî (radıyallahü anh) şöyle buyurmuştur: "Zikir iki kısımdır: a) Allahü teâlâ'yı kendinle O'nun arasında (gizlice) zikretmendir. Böyle bir zikir ne kadar güzel ve ecir bakımından da ne kadar büyüktür! b) Bundan daha büyüğü ise Allah'ı, haram kıldıklarının yanında anarak bunları yapmamandır".
Rivâyet ediliyor ki, Allah'ı zikredenin nefsi müstesnâ dünyasını değiştiren her nefis, dünyadan susuz olarak çıkar..
Muaz b. Cebel şöyle buyurmuştur: 'Cennet ehli Allah'ı zikretmeksizin geçirilen saatlerin dışında dünyanın hiçbir şeyine üzülmezler. Allah herşeyi herkesten daha iyi bilir'.
1) Ebu Nuaym ve Beyhakî, (İbn Ömer'den zayıf bir senedle)
2) İbn Mâce, İbn Hıbbân, (Ebu Hüreyre'den); Hâkim, (Ebu-Derdâ'dan sahih bir senedle)
3) İbn Ebî Şaybe ve Taberânî, (Muaz'dan hasen bir senedle)
4) İbn Ebî Şeybe ve Taberânî, (Muaz'dan zayıf bir senedle)
5) İbn Hıbbân, Taberânî ve Beyhakî, (Muaz'dan)
6) Ebu'l-Kasım el-İsfehânî, Tergib ve Terkib, (Enes'ten)
7) Irâkî, Enes'ten ve zayıf bir senedi e vârid olduğunu söylemektedir.
8) Buhârî ve Müslim, (Ebu Hüreyre'den)
9) Buhârî ve Müslim, (Ebu Hüreyre'den)
10) Tirmizî, İbn Mâce ve Hâkim, (Ebu Derdâ'dan)
11) Buhârî, Tarih; Bezzâr, Müsned', Beyhakî, Şuab'ul-Îman, (Hazret-i Ömer'den)
Zikir Meclislerinin Fazileti
Hadîsler
Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur:
Allah'ı zikretmek için bir mecliste oturanları, melekler, halka çevirerek kuşatırlar. Allah'ın rahmeti kendilerini kapsar ve Allahü teâlâ, onları nezdinde bulunan kimselerin yanında anar. 12
Sadece Allah rızası için bir araya gelip O'nu zikredenlere göklerden şöyle seslenilir: 'Bağışlanmış olarak kalkınız! Ben sizin seyyie (kötülük) lerinizi hasenelere (sevaplara) tebdil eyledim'. 13
Bir araya gelip de Allah'ı zikretmeden ve Rasûlü'ne salavât-ı şerîfe getirmeden dağılan bir kavmin bu toplantıları kıyâmet gününde kendilerine üzüntü ve hasret vesilesi olur. 14
Hazret-i Dâvud şöyle buyurmuştur: İlâhî! Benim seni zikredenlerin meclislerinden geçerek gaflete dalanların meclislerine doğru gittiğimi gördüğün zaman, daha o meclise varmadan önce ayağımı kır. Zira ayağımın bu şekilde kırılması benim için senden gelen bir nimet olur'.
Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur. :
Mü'min kulun salih bir meclisi, iki milyon kötü meclisinin keffâret! olur. 15
Ebû Hüreyre şöyle buyurmuştur: 'Gök ehli, içerisinde Allah'ın zikredildiği evleri tıpkı bir yıldız gibi görür'.
Süfyân b. Uyeyne de şöyle buyurmuştur: "Bir kavim Allah'ı anmak üzere bir araya geldiği zaman şeytan ve dünya onlardan uzaklaşır. Şeytan, dünyaya 'Sen bunların ne yaptıklarını görmez misin?' der. Dünya da şeytana şu karşılığı verir: 'Sen onlara bakma! Dağıldıkları zaman ben onları teker teker boyunlarından tutup sana getiririm!'
Ebû Hüreyre bir gün pazar yerine giderek orada bulunanlara şu şekilde haykırır: 'Siz niçin buradasınız. Oysa mescidde Allah Rasûlü'nün mirası dağıtılmaktadır'. Bunun üzerine halk, pazarı terkedip mescide gider ve orada birşey göremeyince de geri dönerek Ebû Hüreyre'ye 'Mescidde miras falan görmedik?' derler. Ebû Hüreyre de 'Peki ne gördünüz?' diye sorar. Pazarcıların 'Orada Allah'ı zikreden ve Kur'ân okuyan kimseler gördük hepsi o kadar. ,. ' demeleri üzerine de 'İşte o Allah'ın Rasûlü Hazret-i Muhammed'in mirasıdır!' der.
A'meş'in, Ebû Sâlih'ten, onun da Ebû Hüreyre ve Ebû Said el-Hudrî'den rivâyet ettiklerine göre Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur:
Allahü teâlâ'nın bir grup meleği vardır. Bunlar insanların yaptıklarını yazıp kaydeden meleklerden başka bir grup olup yeryüzünde gezerler. Bir araya gelip Allah'ı zikreden bir cemaat gördüklerinde birbirlerini şöyle çağırırlar:
- Aradığınıza geliniz!
Bu davet üzerine meleklerin hepsi oraya toplanır ve sonra da zikredenleri çepeçevre kuşatarak halkalarını tâ göğe varıncaya kadar genişletip yükseltirler. Bunun üzerine Allahü teâlâ onlara şöyle der:
- Kendilerini bıraktığınızda kullarım ne yapıyordu?
- Sana hamd ü senâ ediyorlardı.
- Acaba o kullarım beni görmüşler midir ki, bana bu şekilde hamdetmektedirler?
- Hayır!
- Peki beni görmüş olsalardı ne yaparlardı?
- Daha fazla tesbihte ve hamd ü senâda bulunurlardı.
- O kullarım hangi şeyden bana sığınıyorlar?
- Ateşten.
- Acaba onlar ateşi görmüşler midir ki, ondan bana sığnıyorlar?
- Hayır!
- Peki onlar ateşi görmüş olsalardı ne yaparlardı?
- Ondan daha fazla kaçar ve ürkerlerdi.
- Onlar ne istiyorlar?
- Cenneti.
- Acaba onlar cenneti görmüşler midir ki onu istiyorlar?
- Hayır!
- Peki bir de görmüş olsalardı nasıl olurdu?
- Onu daha da fazla isterlerdi.
- Ey meleklerim! Sizi şâhid kılıyorum ki, ben o kullarımı affettim.
- (Ya Rabb!) Onların içinde filân adam vardır ki bu meclise seni zikretmek veya onlarla beraber olmak için değil onların herhangi birisinden ihtiyacını istemek için katılmıştır. (Onu da mı affettin?)
- Onlar öyle bir kavimdir ki, kendileriyle beraber oturan bir kimse asla kötü olmaz. 16
12) İmâm-ı Ahmed, Ebû Ya'lâ ve Taberânî, (Enes'ten zayıf bir senedle)
13) Müslim, (Ebû Hüreyre'den)
14) Tirmizî, (Ebû Hüreyre'den hasen bir senedle)
15) Deylemî, (İbn Vedea'dan mürsel olarak)
16) Tirmizî; ayrıca Buhârî ve Müslim, (Ebû Hüreyre'den) . Bkz.
Lâ İlâhe İllallah'ın Fazileti
Hadîsler
Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur:
Ben de dahil bütün peygamberlerin söylemiş olduğu en faziletli söz 'Lâ ilâhe illallâhu vahdehû lâ şerike leh'tir. (Allah'tan başka ma'bud yoktur. Allah birdir; O'nun ortağı yoktur!) . 17
Kim 'Lâ ilâhe illallâhu vahdehu lâ şerike leh, leh'ül- mülkü ve leh'ül-hamdü ve hüve alâ külli şey'in kadîr' (Allah'tan başka ma'bud yoktur. Allah birdir; O'nun ortağı yoktur. Mülk O'nundur ve hamd O'na mahsustur. O, herşeye kâdirdir) sözünü hergün yüz defa söylerse, bu kendisi için on köle âzâd etmeye denktir. Aynı zamanda kendisine yüz iyilik yazılır ve defterinden de yüz kötülük silinir. O gün akşama kadar şeytanın şerrinden korunur. Bu sözleri kendisinden daha fazla söyleyenler müstesna, hiç kimse de onun yaptığından daha üstün bir amel yapmış olmaz. 18
Abdestini güzelce aldıktan sonra gözlerini göklere çevirerek 'Ben Allah'tan başka ma'bud olmadığına, O'nun bir olup ortağı olmadığına ve Hazret-i Muhammed'in de O'nun kulu ve de Rasûlü olduğuna şâhidlik ederim' diyen kul için cennetin bütün kapıları açılır. Böylece bu kişi cennete istediği kapıdan girebilir. 19
Lâ ilâhe illallah diyenler için, ne kabirlerinde ve ne de mahşer gününde herhangi bir yalnızlık ve üzüntü yoktur. Sûr'un üfürülmesi ânında bu kişilerin başlarından topraklar saçıldığı halde kalkarak 'Hamd, bizden üzüntüyü uzaklaştıran Allah'a mahsustur. Rabbimiz affedici ve şükredenlerin şükrünü kabul edicidir' dediklerini şimdiden görür gibi oluyorum. 20
Hazret-i Peygamber bir gün Ebû Hüreyre'ye şunları söyler: 'Ey Ebû Hüreyre! Kıyâmet gününde, işlediğin her hasene tartılır. (Yani tartıya dahildir) Ancak Allah'tan başka ma'bud olmadığına şâhidlik etmen bu hükmün dışındadır; bu şehâdet, teraziye konulmaz. Çünkü ihlâsla getirilen şehâdet terazinin bir kefesine yedi kat gök ve yedi kat arz da diğer kefesine konsa yine de lâ ilâhe illallah ağır basar'. 21
Huzuruna, yer dolusu günah ile de gelse, Allahü teâlâ sıdk ile lâ ilâhe illallah diyen kimsenin bütün günahlarını affeder. 22
Hazret-i Peygamber, Ebû Hüreyre'ye şöyle der: 'Ey Ebû Hüreyre! Can çekişen kimseye lâ ilâhe illallah'ı telkin et; zira lâ ilâhe illallah, günahlar yığınını yıkıp târûmâr eder'. Ebû Hüreyre'nin 'Ey Allah'ın Rasûlü! Bu ölüler için böyle. . .
Peki diriler için durum nasıldır?' diye sorması üzerine de şöyle buyurur: 'Diriler için, günahları daha fazla ortadan kaldırıcıdır'. 33
İhlâsla lâ ilâhe illallah diyen kimse cennete girer. 24
Hazret-i Peygamber birgün, 'Cennete girmekten imtinâ edip Allah'tan, ürken develerin sahiplerinden kaçışı gibi kaçan kimseler müstesna hepiniz (Mü'min olduğunuz için) cennete gireceksiniz' buyurdu. Bunun üzerine 'Ey Allah'ın Rasûlü! Cennete girmekten imtina ederek Allah'tan ürküp kaçanlar da kimlerdir?' diye soruldu. Rasûlüllah buna şöyle cevap verdi: 'Kim lâ ilâhe illallah demezse işte o, cennete girmekten imtinâ etmiş ve Allah'tan ürkerek kaçmıştır.
Bu bakımdan onunla aranıza perdeler gerilmeden önce bu mübarek kelimeyi çokça söyleyin; çünkü Tevhîd ve ihlâs kelimesi budur. Takvâ kelimesi ve kelime-i tayyibe budur. Bu kelime hakkın dâveti ve kopmaz kulpudur. Bu kelime aynı zamanda cennetin de bedelidir'. 25
'İyiliğin karşılığı ancak iyiliktir' (Rahmân/60) ayetinin tefsirinde şöyle denilmiştir: 'Dünyadaki iyilik lâ ilâhe illallah 'tır'. Âhirette verilecek olan iyilik ise cennettir'.
Şu ayet de aynı şekilde tefsir edilmiştir: 'Güzel davrananlara (îman edip güzel amel işleyenlere) daha güzel bir karşılık (cennet) ve fazlası vardır'. (Yûnus/26)
Berâ b. Âzib, Hazret-i Peygamber'den şöyle rivâyet eder:
'Kim on defa 'Lâ ilâhe illallâhu vahdehû lâ şerike leh, lehü'l-mülkü ve lehü'l-hamdü ve hüve alâ külli şeyin kadîr' (Allah'tan başka ilâh yoktur. Allah tektir ve O'nun ortağı yoktur. Mülk ve hamd O'na aittir. O herşeye kâdirdir) derse, bir köle âzâd etmekten elde edilen ecre denk bir ecir elde etmiş olur. 26
Bu hadîsin başka bir rivâyetinde 'köle' tâbiri yerine 'nefis' mânasına gelen 'neseme' tâbiri yer almaktadır.
Amr b. Şuayb, babasından, o da kendi babasından Rasûlüllah'ın (sallâllahü aleyhi ve sellem) şu hadîsini rivâyet etmektedir:
Kim günde ikiyüz defa 'Lâ ilâhe illallâhu vahdehû lâ şerîke leh, lehü'l-mülkü ve lehü'l-hamdü ve hüve alâ külli şey'in kadîr' derse kendisinden önce gelen hiçbir kimse onun önüne geçemediği gibi, kendisinden sonra gelen hiçbir kimse de ona yetişemez. Ancak onun bu amelinden daha faziletli bir amelde bulunan kimse müstesnadır. 27
Kim (çarşıda veya) pazarda 'Lâ ilâhe illallâhu vahdehû lâ şerîke leh, lehü'l-mülkü ve lehü'l-hamdü yuhyî ve yümît ve hüve alâ külli şey'in kadîr' (Allah'tan başka hak ma'bud yoktur. Allah birdir ortağı yoktur. Mülk ve hamd O'na aittir. Dirilten ve öldüren O'dur. O herşeye kâdirdir) derse, Allahü teâlâ ona bir milyon iyilik yazdığı gibi onun bir milyon kötülüğünü de defterinden siler ve kendisi için cennette bir köşk binâ eder. 28
Bir rivâyette; kul, lâ ilâhe illâllah dediği zaman, bu kelime o kulun defterine gelir, o defterdeki herhangi bir hatayı tedkik ânında görürse siler. Böylece kendisi gibi bir haseneyi görünceye kadar devam eder. Bu haseneyi gördükten sonra onun yanında karar kılar diye vârid olmuştur.
Sahih'de Ebû Eyyûb, Hazret-i Peygamber 'den şöyle rivâyet eder:
'Allah'tan başka mâ'bud yoktur. Allah bir'dir. O'nun ortağı yoktur. Mülk ve hamd O'na aittir. O herşeye kâdirdir' meâlindeki kelimeleri on defa okuyan kimse, Hazret-i İsmail'in evlâtlarından esir düşen dört kişiyi azâd etmiş gibi olur. 29
Yine Sahih'de Ubâde b. Sâmit tarafından Hazret-i Peygamber'den şöyle rivâyet edilmiştir: Geceleyin uyanıp, 'Allah'tan başka ma'bud yoktur. Allah birdir. O'nun şeriki yok. Mülk ve hamd O'na mahsustur. O herşeye kâdirdir ve bütün noksanlıklardan münezzehtir. Hamd yalnızca O'na mahsustur. O'ndan başka ma'bud yoktur. O herşeyden daha yücedir. Günahtan dönüş ve ibâdete yöneliş ancak yüce Allah'ın kuvvet ve kudretiyle olur' mealindeki kelimeleri okuyan bir kimse bundan sonra 'Ey Allahım! Beni affeyle derse, günahları affolunur; dua ederse duası kabul edilir; abdest alarak namaz kılarsa namazı kabul olunur. 30
17) Kitab'ul-Hac, İkinci Bölüm'de geçmişti.
18) Buhârî ve Müslim, (Ebû Hüreyre'den)
19) Ebû Dâvud, (Ukbe b. Âmir'den)
20) Ebû Ya'lâ, Taberânî ve Beyhakî, (İbn Ömer'den zayıf bir senedle)
21) Irâkî, hadîsin uydurma olduğunu kaydetmektedir. Ancak hadîsin son kısmı Müstağfirî tarafından rivâyet edilmiştir.
22) Hadîsin bu ibaresinin garib olduğu belirtilmiştir. Tirmizî Enes'ten başka bir ibare ile nakletmektedir.
23) Deylemî, Müsned'ül-Firdevs, (Ebû Hüreyre'den)
24) Taberânî, (Zeyd b. Erkam'dan zayıf bir senedle)
25) Hâkim, Buhârî, İbn Adiyy, Ebû Ya'lâ ve Taberânî, (değişik ibare ve ilâvelerle. . . )
26) Hâkim, Müstedrek; İmâm-ı Ahmed, Müsned, ('on defa' tabiri Müsned'de yoktur)
27) İmâm-ı Ahmed, (İkiyüz defa' yerine 'yüz defa' tâbiriyle) ; Hâkim, Müstedrek, (kuvvetli bir senedle)
28) Ebû Ya'lâ, (Enes'den zayıf bir senedle)
Tesbih, Hamd ve Diğer Zikirlerin Fazileti
Hadîsler
Hazret-i Peygamber şöyle buyurmaktadır:
Her namazdan sonra otuzüç defa sübhanallah, otuzüç defa elhamdülillah ve otuzüç defa Allâhu Ekber deyip yüz sayısını da lâ ilâhe illallâhu vahdehû lâ şerike leh, lehü'l-mülkü ve lehü'l hamdü ve hüve alâ külli şey'in kadîr ile tamamlayan kimsenin, deniz köpüğü kadar dahi olsa bütün günahları bağışlanır. 31
Günde yüz defa sübhânallâhi ve bihamdihî diyen kimsenin deniz köpüğü kadar dahi olsa tüm günahları affolunur. 32
Adamın biri Hazret-i Peygambere gelerek şu şikayette bulunur:
- Ey Allah'ın Rasûlü! Dünya bana sırt çevirmiş ve elimdeki servet de azalmıştır. (Bu konuda ne buyuruyorsunuz?)
- Sen meleklerin namazı gibi namaz kılıp, mahlûkâtın tesbihî gibi tesbih etmez misin? Onlar bu namaz ve tesbih sayesinde rızıklanmaktadır?
- Ey Allah'ın Rasûlü! Meleklerin namazı ile mahlûkatın tesbihi de nedir?
- Fecir ile sabah namazı arasında 'Sübhânallâhi ve bi hamdihî sübhânallâhil-azîm estağfirullah' (Allah bütün noksanlıklardan münezzehtir. Bunu, kendisinin hamdiyle itiraf ediyorum. Azîm olan Allah, her türlü noksanlıktan münezzehtir. O'ndan af dilerim) kelimelerini yüz defa söyle! Bunu yaptığın takdirde dünya zelîl ve itaatkâr olarak sana gelecektir. Diğer taraftan Allahü teâlâ bu sözlerin herbir kelimesinden, kıyâmete kadar kendisini tesbih ede cek bir melek yaratır ki bu tesbihin sevabı da senin defterine yazılır. 33
Kul elhamdülillâh dediğinde bu kelime (mânen) gök ile yer arasını, ikinci defa dediğinde ise tâ yedinci gökten yerin en alt tabakasına kadar doldurur. Üçüncü defa elhamdülillâh dediği zaman da Allahü teâlâ, ona 'Ey kulum! İste! İstediğin sana verilecektir' karşılığını verir. 34
Rıfâe ez-Zarkî (veya Zurkî) 35 şöyle anlatır: Bir gün Hazret-i Peygamber'in ardında namaz kılıyorduk. Başını rükûdan kaldırıp da Semiallâhü limen hamideh dediğinde cemaatten birisi Rabbenâ lekel-hamd hamden kesîren tayyîben mübâreken fîh (Ey rabbimiz! Bol, güzel ve bereketli hamd sana mahsustur) dedi. Namazdan sonra Hazret-i Peygamber 'Demin konuşan kimdi?' diye sordu. O şahıs kalkarak 'Ey Allah'ın Rasûlü! Konuşan bendim' dedi. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber şöyle buyurdu: 'Otuz küsûr meleğin, senin söylediğin kelimeleri yazmak için birbirleriyle yarıştıklarını gördüm'. 36
(Kur'ân'da) el-Bâkıyâtu's sâlihât (diye tâbir edilen kelimeler) şunlardır: a) Lâ ilâhe illallah (Allah'tan başka hak ma'bud yoktur) , b) Sübhânallah (Allah'ı her türlü eksiklikten ve noksanlıktan tenzih ederim) , c) Elhamdülillâh (Hamd ancak Allah'a mahsustur) , d) Allâhu Ekber (Allah herşeyden daha yücedir) , e) Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh (Günahtan dönüş ve ibâdete yöneliş ancak Allah'ın yardımıyladır) . 37
Yeryüzünde bulunup da 'Allah'tan başka ma'bud yoktur. O herşeyden daha yücedir. Allah'ı her noksanlıktan tenzih ederim. Hamd O'na mahsustur. Günahtan dönüş ve ibâdete yöneliş ancak Allah'ın kudret ve kuvvetiyle olur' diyen hiç kimse yoktur ki deniz köpüğü kadar dahi günahı olsa bağışlanmış olmasın'.
Bu hadîs, İbn Ömer'den rivâyet edilmiştir. 38
Nu'man b. Beşir Hazret-i Peygamber'den şöyle rivâyet eder:
Allah'ın celâlini zikrederek tesbih ve tekbirle hamdini yerine getirenlerin zikir, tesbih, tekbir ve tahmidleri Allahü teâlâ'nın arşını çepeçevre arı kovanı gibi vızıltıları olduğu halde- kuşatır ve böylece sahiplerini, yani dünyada kendilerini yapan kimseleri anarlar. Hanginiz Allah nezdinde kendisini devamlı olarak anan birşeyi olsun istemez. 39
Ebû Hüreyre Hazret-i Peygamber'den şöyle rivâyet eder:
'Allah'ı tenzih ederim. Hamd O'na mahsustur. O'ndan başka ma'bud yoktur. O herşeyden yücedir' demem, benim yanımda, üzerine doğan herşeyden daha sevimlidir. 40
Hadîsin diğer bir rivâyetinde lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh sözleri de vardır. Aynı rivâyette Hazret-i Peygamber'in bu kelimenin dünyadan ve içindeki herşeyden daha hayırlı olduğunu da söylediği belirtilmektedir.
Semure b. Cündüb'ün rivâyet etmiş olduğu başka bir hadîste de Rasûlüllah (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmaktadır:
Allah katında en sevimli kelimeler şu dört kelimedir: a) Sübhânallah, b) Elhamdülillâh, c) Lâ ilâhe illallah, d) Allâhu Ekber. Bu kelimelerin herhangi birisinden başlamakta bir beis yoktur!41
Ebû Mâlik el-Eş'arî Rasûlüllah'tan şu hadîsi rivâyet etmiştir:
Temizlik îmanın parçasıdır (veya yarısıdır) . Elhamdülillâh sözü (kıyâmet gününde kişinin) mizânını doldurur. Sübhânallâhi vallâhu ekber sözü de (mânen) yer ile gök arasını doldurur. Namaz nûrdur. Sadaka (kıyâmet gününde sahibi için bir) burhan ve delildir. Sabır aydınlık ve ışıktır. Kur'ân ise lehte veya aleyhte hüccettir. İnsanlar ya nefsini satıp onu felâkete düçâr veya nefsini satın alıp onu âzâd ettikleri halde sabahlarlar. 42
Ebû Hüreyre Rasûlüllah'ın şöyle buyurduğunu rivâyet etmektedir: Söylenmeleri kolay olup mizanda ağır gelen iki kelime vardır ki bunlar, Rahmân olan Allah'ın nezdinde de sevimli kelimelerdir. Bu iki kelime, Sübhânallâhi ve bihamdihî (Kendisinin hamdiyle Allah'ı her türlü eksiklikten tenzih ederim) ile Sübhânallâhi'l-azîm (Azîm olan Allah'ı her türlü eksiklikten tenzih ederim) kelimeleridir. 43
Ebû Zer el-Gıfârî (radıyallahü anh) 'Allah nezdinde en makbûl ve en sevimli konuşma hangisidir?' diye sorduğunda, Rasûlüllah (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: Allahü teâlâ'nın melekleri için konuşma olarak seçtiği şu cümlelerdir: Sübhânallâhi ve bihamdihî (Kendisinin hamdiyle Allah'ı her türlü eksiklikten tenzih ederim) . Sübhânallâhi'l-azîm (Yüce olan Allah her çeşit eksiklik ve noksanlıktan münezzehtir) '. 44
Ebû Hüreyre Rasûlüllah'tan (sallâllahü aleyhi ve sellem) şu hadîsi rivâyet eder:
Allahü teâlâ konuşmalardan şu cümleleri seçmiştir: 'Allah her türlü eksiklikten münezzehtir. Hamd O'na mahsustur. Allah'tan başka ma'bud yoktur. O herşeyden daha büyüktür'. Kul Sübhânallah dediği zaman kendisine yirmi hasene yazılır ve defterinden de yirmi seyyie silinir. Allâhu Ekber dediği zaman da aynı şey olur. 45
Hazret-i Peygamber hadîste geçen diğer kelimeleri de aynı minvâl üzere değerlendirmiştir.
Câbir (radıyallahü anh) , Rasûlüllah'tan (sallâllahü aleyhi ve sellem) şu hadîsi rivâyet eder:
Kim 'Sübhânallâhi ve bi hamdihî' derse onun için cennette bir hurma ağacı diktirilir. 46
Ebû Zer el-Gıfârî (radıyallahü anh) şöyle anlatır: Ashâb-ı kirâmın fakirleri Hazret-i Peygamber'e gelerek şöyle dert yandılar: 'Ey Allah'ın Rasûlü! Zenginler bütün ecirleri elde etmektedirler. Bizim kıldığımız gibi namaz kılar, tuttuğumuz gibi oruç tutarlar; üstelik de mallarının fazlasını Allah yolunda sadaka olarak verirler. (Oysa biz bunlardan mahrumuz) '. Rasûlüllah da şöyle cevap verdi: Allahü teâlâ'nın size, kendi yolunda sadaka olarak vereceğiniz birşey ihsân etmediğini mi sanıyorsunuz? Sizler için her tesbîhinize karşılık bir sadaka ecri olduğu gibi, her tahmid (hamd) ve tehlîlinize (Lâ ilâhe illâllah) karşılık da bir sadaka ecri vardır. Her getirdiğiniz tekbir bir sadaka sayılır. Yapacağınız emr-i bil-ma'ruf ve nehy-i ani'l-münkeriniz de sadakadır. Herhangi birinizin hanımının ağzına koyduğu lokmalar da sadakadır. Hatta hanımınızla cimâ' etmeniz bile sadakadır.
Bu söz üzerine, gelenler Rasûlüllah'a sordular:
- Ey Allah'ın Rasûlü! Herhangi birimize, şehvetini dindirdiği cimâ'da da mı ecir vardır?
- Söyleyin bakalım kişi bu fiili helâliyle değil de, bir yabancıyla ve zinâ olarak yapsaydı günah olur muydu?
- Evet, yâ Rasûlüllah! Günah olurdu.
- İşte zina yapmakta günah olduğu gibi, helâliyle cimâ' etmekte de ecir vardır. 47
Ebû Zer el-Gıfârî (radıyallahü anh) Hazret-i Peygambere 'Ey Allah'ın Rasûlü! Servet sahipleri ecir hususunda bizi geçtiler. Bizim söylediklerimizi onlar da söylemekte ve üstelik de infakta bulunmaktadırlar. Bizse, malımız olmadığı için infakta bulunamıyoruz' der. Hazret-i Peygamber de ona şöyle cevap verir:
Ey Ebû Zer! Sana, yaptığın takdirde senden önce geçmiş olanlara yetişmeni ve senden sonra gelecek olanlardan da üstün olmanı sağlayacak bir ameli haber vereyim mi? Ancak bu ameli yapanlar seninle eşit olabilir. Bu amel de her namazdan sonra otuzüç defa sübhânallah, otuzüç defa elhamdülillâh ve otuzdört defa da Allâhu Ekber demendir. 48
Buseyre adlı sahâbî kadın da Rasûlüllah'tan şu hadîsi rivâyet etmektedir: Ey kadınlar! Tesbih, tehlil ve takdisi çokça yapınız ve sakın gâfillerden olmayınız. Bunları yaparken de parmaklarınızla sayınız; çünkü parmaklar şahitlik yapacaklardır. 49
Yani parmaklar kıyâmet gününde Allah'ın huzurunda, kendileriyle tesbih, tehlil ve takdis yaptığınıza dair şahidlik edeceklerdir.
İbn Ömer (radıyallahü anh) şöyle diyor: 'Rasûlüllah'ın tesbih sırasında parmaklarını kapattığını gördüm'. 50
Ebû Hüreyre ve Ebû Said el-Hudrî'nin şehadetiyle Allah Rasûlü'nün (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğu sabit olmuştur:
Kul 'Lâ ilâhe illallâhu vallâhu ekber' dediği zaman, Allahü teâlâ karşılık olarak 'Kulum doğru söyledi. Benden başka ma'bud yoktur ve ben herşeyden daha yüceyim' buyurur. Kul 'Lâ ilâhe illallâhu vahdehû lâ şerîke leh' dediği zaman Allahü teâlâ 'Kulum doğru söyledi. Benden başka mâ'bud yoktur' der. Kul 'Lâ ilâhe illallah ve lâ havle velâ kuvvete illâ billâh' dediği zaman da "Kulum doğru söyledi. Günahtan vazgeçip ibadete yönelmek ancak benim kuvvetimle olur. Bu kelimeleri son nefesinde söyleyen kimseyi ateş yakmaz buyurur. 51
Mus'ab b. Sa'd'ın babasından rivâyet ettiğine göre Rasûlüllah sahabîlerine şöyle der:
- Herhangi biriniz günde bin hasene kazanamaz mı?
- Ey Allah'ın Rasûlü! Bu nasıl olur?
- Günde Allah'ı yüz defa tesbih eden kimseye bin hasene yazılır ve aynı zamanda bu kimseden bin seyyie düşürülür; yani defterinden silinir. 52
Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) ,Abdullah b. Kays'a (Ebû Musa el-Eş'ârî'ye) şöyle der:
- Sana cennet hazinelerinden birini haber vereyim mi?
- Evet, ey Allah'ın Râsûlü!
- O halde lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh de!53
Başka bir rivâyette Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur:
Sana arşın altındaki hazineden bir kelime öğreteyim mi? Bu kelime lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh'tır.
Ebû Hüreyre şöyle rivâyet ediyor:
Sana arşın altındaki cennet hazinelerinden olan bir amel öğreteyim mi? Bu amel 'Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh' demektir. Kul böyle dediği zaman, Allahü teâlâ ona şu karşılığı verir: 'Kulum bana itaat etti ve teslim oldu'. 54
Bir başka hadîs de şöyledir:
Kim sabahladığı zaman, 'Rabb olarak Allah'a, din olarak İslâm'a, İmâm olarak Kur'ân'a, rasûl ve nebî olarak da
Muhammed Mustafâ'ya râzı oldum' derse, Allahü teâlâ'ya kıyâmet gününde o kulunu râzı etmek düşer. 55
Başka bir rivâyet de 'Kim böyle derse Allah ondan razı olur' şeklindedir.
Tâbiîn-i kirâmdan Mücâhid (radıyallahü anh) şöyle buyurmaktadır "Kişi evinden çıktığı zaman Bismillah derse, beraberinde bulunan melek 'Sen hidayete erdin ve isabet ettin' der. Tevekkeltü alellah dediği zaman 'Sen bütün kötülüklerden emin oldun'; Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh dediği zaman 'Sen korundun' der. Bunun üzerine bütün şeytanlar o kişinin etrafından dağılıp kaçarlar ve bir birlerine 'Hidayete ermiş ve Allah'ın himâyesine girerek korunmuş bir kişiden ne istiyorsunuz? Çünkü böyle bir kişiyi saptırmanız mümkün değildir' derler".
Eğer 'Dile bu kadar hafif ve zahmeti bu kadar az olan Allah'ın zikri neden o kadar meşakkatli ve zahmetli olan diğer ibâdetlerden daha üstün ve faydalıdır?' diyecek olursan şöyle cevap veririz: Bu meseleyi derin bir şekilde tedkik etmek mükâşefe ilminin kapsamına girer.
Muamele ilminde söylenilmesine izin verilen miktarı şudur: Faydalı ve tesirli olan zikir, ancak huzur-u kalple ve daimî olarak yapılan zikirdir. Gâfil bir kalple yapılan zikir ise, sadece lisan ile yapıldığı için pek büyük menfaatler sağlamaz. Bu keyfiyeti teyid eden nice haberler vardır. Kısa bir müddet huzur-u kalple zikir yapıp kalan zamanlarında Allah'tan gâfil olarak dünya ile meşgul olunması menfaati az hareketlerdendir. En faydalısı devamlı olarak Allah'tan gâfil kalmaksızın kalp huzurunu temin etmektir veya hiç olmazsa vaktin çoğunu bu şekilde geçirmektir. İşte böyle bir zikir, ibâdetlerden üstündür ve böyle bir zikirle diğer ibadetler de şereflenirler. Zaten amelî ibadetlerin semeresi ve gayesi böyle bir zikirdir.
Zikrin evveli ve âhiri vardır. Evveli, Allah ile ünsiyet ve muhabbeti gerektirir. Sonu ise, yine ünsiyet ve muhabbet gerektirmekte ve bu ünsiyet ve muhabbetten sudûr etmektedir. Zikirden gaye de bu ünsiyet ve muhabbeti elde etmektir. Mürid, işin başında kalbini ve lisanını vesveselerden zoraki olarak çevirip Allah'ın zikrine yöneltir. Eğer bu zikri devamlı bir şekilde yapmaya muvaffak olursa sonunda onunla ünsiyet kazanır ve va'dedilenin sevgisi kalbine yerleşir. Bu keyfiyet sana uzak ve garip görünmesin; çünkü sıradan işlerde de kaide şudur ki; hazır bulunmayan bir kimseyi, yanında devamlı olarak anmak sûretiyle hazırda bulunan bir kişinin kalbine yerleştirmek mümkündür.
Böylece kişi, huzurunda sık sık yâdedilen kimseyi sevmeye başlar. Hatta bazen vasıflarını çok işittiğinden ve yanında fazlasıyla yâdedilmesinden ona âşık bile olur. Böylece ilk önce zoraki olarak ve çokça yâdetmekle âşık olan kimse sonunda o mâşuku çokça yâdetmek durumunda kalır; öyle ki onu yâdetmeksizin duramaz olur.
Zira herhangi birşeyi seven kimse onu çokça yâdetmeye başlar. Tekellüf de olsa birşeyi çokça yâdeden kimse sonunda onu sevmeye başlar. İşte böylece zikrin evveli tekellüf ve zorluktur. Bu hal yâdedilenin sevgisinin ve ünsiyetinin yâdedenin kalbinde yerleşmesine kadar devam eder. Sonra yâdeden kalbine yerleşmiş olan şeyi veya kimseyi yâdetmekten kendisini alamaz. Bu bakımdan bu sefer icab ettiren icab olunan, meyve de meyve veren olur.
Âriflerden birinin 'Yirmi sene Kur'ân'ın meşakkatini çektikten sonra yirmi sene de onunla nimettendim' sözünün mânâsı da bu olsa gerektir; zira nimetlenmek ancak ünsiyet ve muhabbetten sudûr eder. Ünsiyet ise ancak zorluklar tabiî hâle dönüşünceye kadar uzun süre meşakkatlere katlanmaktan sudûr eder. Bu bakımdan bu durum nasıl uzak ve garip olarak karşılanabilir? Oysa insanoğlu önceleri sevmediği bir yemeği kendisini zorlamak suretiyle yeyip meşakkatini çeker ve böyle devam ederse, sonunda sevmeye başlar. Hatta bazen öyle bir hale gelir ki, artık onsuz duramaz.
Nefis tekellüfle kendisine yükletilen şeyi, tahammül etmek sûretiyle âdet hâline getirir. (Nitekim, şâir bu hakikati şöyle ifade etmiştir:) 'Nefis, kendisine yüklenilen herhangi birşeyi âdet edinir'. Yani başta hoşlanmayıp zoraki bir şekilde kendisine yüklenen birşeye sonunda alışır ve o şey kendisi için tabiî olur.
Bu girişlerden sonra (bilmelisin ki) Allah'ın zikriyle ünsiyet kazanan kimse başkalarının zikrinden ayrılır. Başkalarından maksat ölümü anında insanoğlundan ayrılan şeylerdir. Kabirde insanoğluyla beraber ne ehli, ne malı, ne çocuğu ve ne de makam ve rütbesi kalır. Onunla beraber ancak Allah'ın zikri kalır. Eğer hayattayken bu zikir ile ünsiyet kazanmışsa kabirde ondan faydalanır. O anda dünyada iken kendisini Allah'ın zikrinden alıkoyan herşeyin sonu gelir ve böylece zikir ile başbaşa kalır. Bu zikirde lezzetin her çeşidini bulur; zira dünya hayatında zarurî ihtiyaçlar kendisini ister istemez Allah'ın zikrinden alıkoymuştur. Ölümden sonra ise, böyle birşey sözkonusu değildir.
Böylece kişi ölümden sonra, mahbubuyla başbaşa kalmış olur ve ona olan hayranlığı da artar. Kendisini mahbubundan alıkoyan hapishaneden de kurtulmuş olur. Bu sırra binâen Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur:
Ruh'ul-Kudüs (Cebrâil veya Allah'ın fermânı) kalbime şöyle üfledi: 'İstediğini sevebilirsin. (Nasıl olsa) ondan ayrılacaksın'. 56
Hazret-i Peygamber burada dünya ile ilgili şeyleri kasdetmektedir; zira dünya ile ilgili herşey ölümle sona erer. Bu bakımdan yeryüzündeki her nesne fânidir; ancak celâl ve ikrâm sahibi olan rabbinin zâtı bâkîdir, ebedîdir. Kişinin ölümüyle dünya sona erer. Fakat dünyanın asıl sona erişi kendisi için tâyin edilen vakittedir. Kul öldükten sonra, Allahü teâlâ'nın huzuru manevîsine varıncaya kadar bu ünsiyetten faydalanır.
Kabirlerde haşrolunduktan sonra zikirden mülâkat mertebesine yükselmiş ve böylece göğüslerdeki hakîkat açığa çıkar. Sakın 'Ölümünden sonra insanın yanında Allah'ın zikri kalmaz' diye inkâra kalkışma ve 'İnsan yok oldu. Bu bakımdan Allah'ın zikri nasıl olur da onunla kalır?' deme. Zira insanoğlu, ölümle, yanında zikir kalmayacak şekilde yok olmaz. Aksine onun yokluğu dünya ve mülk ile şehâdet âlemindendir. Melekût aleminden ise yok olmuş değildir; bilakis o âlemde vardır.
Nitekim Hazret-i Peygamber şu hadîs-i şerîfleriyle bu hususa işaret etmiştir: Kabir, ya ateş (cehennem) çukurlarından bir çukur veya cennet bahçelerinden bir bahçedir. 57
Şehidlerin ruhları yeşil kanatlı kuşların kursaklarındadır. 58
Bedir'de öldürülen müşrikler hakkında vârid olan şu hadîs-i şerîf de aynı şekilde, bir işarettir:
Ya filân! Ya filân! Rabbinizin size va'dettiğini hak olarak buldunuz mu? Ben rabbimin bana va'dettiğini hak olarak buldum.
Resulullah'ın bu konuşmasını dinleyen Hazret-i Ömer (radıyallahü anh) sorar: "Ey Allah'ın Rasûlü! Ölüler nasıl duyup, sana nasıl cevap verebilirler ki?' Bunun üzerine Rasûlüllah şöyle buyurur: 'Nefsimi kudret elinde tutan Allah'a yemin ederim ki, onlar benim konuşmamı sizden daha iyi duyarlar. Fakat cevap vermeye muktedir değillerdir'. (Müslim)
Rasûlüllah Mü'minler ve şehidler hakkında şöyle buyurmuştur: 'Ruhları yeşil kanatlı kuşların kursağında olup Allah'ın arşının altında asılıdırlar'. 59
Şu hâl ve bu kelimelerle işaret olunan durum, Allahü teâlâ'nın zikrine münâfi ve zıt düşmemektedir.
Nitekim Allahü teâlâ şöyle buyurmaktadır:
Sakın Allah yolunda öldürülenleri 'ölüler' sanma. Doğrusu onlar rableri katında diridirler. Cennet meyvelerinden rızıklanırlar. Onlar Allah'ın kendilerine verdiği ihsandan dolayı neşeli hâldedirler ve arkalarından kendilerine şehadet rütbesiyle katılamayan Mücâhidler hakkında şunu müjdelemek isterler. Onlara hiçbir korku yoktur ve onlar mahzun da olmayacaklardır, (Âl-i îmran/169-170)
Allahü teâlâ'nın zikr-i ilâhîsinin şerefi için şehadet mertebesi bu kadar yüceldi. Zira hedef hâtime ve sonuçtur. Hâtime ve sonuçtan gayemiz dünyaya vedâ edip kalbin Allah ile müstağrak olduğu hâlde onun huzuruna varmak ve ondan başka herşeyden bütün ilgileri kesmektir.
Bu bakımdan eğer bir kul himmetini tamamen Allahü teâlâ'ya hasredebiliyorsa, bilmiş olsun ki bu hâl üzere ölmeyi ancak muharebe saflarında elde edebilir. Zira bu saffa iştirâk eden bir kimse, canından, malından, ailesinden ve evlâdından vazgeçmiştir. Hatta bütün dünyadan vazgeçmiştir. Çünkü böyle bir kimse dünyayı âhiret için ister. . .
Böyle bir yere takılmakla Allah sevgisi yolunda hayatını hiçe saymış ve ancak onun rızasını taleb etmiştir. Allahü teâlâ için her şeyinden tecerrüd etmekten daha büyük birşey düşünülemez ve bundandır ki, şehidlik mertebesi Allah tarafından üstün kılınmıştır. Hakkında hadsiz hesapsız faziletler vârid olmuştur.
Nitekim Abdullah b. Amr el-Ensârî Uhud savaşında şehid düştüğü zaman Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) , oğlu Câbir'e şöyle demiştir:
- Ey Câbir! Sana müjde vereyim mi?
- Evet! Allah sana hayırlı müjdeyi versin yâ Rasûlüllah, ver.
- Allahü teâlâ senin babanı diriltti ve huzurunda oturttu.
Onunla Allah arasında herhangi bir perde olmaksızın
Allahü teâlâ kendisine şöyle buyurdu: 'Dilediğini benden iste ey kulum! Sana her istediğini vereyim. O da bu hitap karşısında Allahü teâlâ'dan şöyle niyazda bulundu: 'Yârab!
Senden isteğim beni dünyaya göndermendir ki, senin ve rasûlü'nün uğrunda ikinci bir defa şehid olayım', Allahü teâlâ şöyle buyurdu: "Daha önce hükmüm 'ölümden sonra insanlar dünyaya gönderilmeyecektir' şeklinde karara bağlanmıştır". 60
Bu hakikatlerden sonra Allah yolunda ölmek, böyle bir hâl üzere hayatın neticelenmesine sebeptir. Zira kişi eğer bu şekilde ölmeyip bir müddet daha yaşasaydı belki dünya şehvetleri kendisine dönüp kalbini kaplayan Allah zikrine galebe çalabilirdi! İşte bu sırra binaen ehl-i mârifetin son andan korkuları oldukça büyüktür. Zira kalp, her ne kadar Allahü teâlâ'nın zikrine yapışırsa da dönek olduğu için dünya şehvetlerine yeniden iltifat etmekten uzak değildir ve kendisinde herhangi bir gevşeme başgösterebilir.
Bu bakımdan kişinin bu hâl sonunda kalbinde dünya işi belirir ve dünya işi kendisine galip gelirse ve aynı hâl içinde dünyadan irtihâl ederse, bu istilânın tesirinde kalması yakın bir ihtimal olur. Bu bakımdan böyle bir durumda ölümden sonra inleyecek ve ikinci bir defa dünyaya dönüp bu durumunu düzeltmek için temennide bulunacaktır. Bu ikinci defa dünyaya dönüş arzusu ise âhiretteki nasibinin azlığından neş'et etmektedir. Zira kişi neyin üzerinde yaşıyorsa onun üzerinde ölmekte ve neyin üzerine ölüyorsa onun üzerine de haşrolunmaktadır. Bu bakımdan bu tehlikeden en uzak hâl neticenin şehitlikle sonuçlanmasıdır. Bu da şehidin dünyayı elde etmek veya 'kahramandı' desinler veya buna benzer fâsid niyetlerde bulunmamak kasdına bağlıdır.
Nitekim bu husus hadîste 'yücelmesi kastolunmalıdır' şeklindedir. İşte bu hâlden 'Allah Mü'minlerden canlarını ve mallarını cennet karşılığında satın almıştır' diye bahsedilmiştir. Böyle bir kişi dünyasını âhirete satmış ve dünya karşılığında âhireti satın almıştır. Şehidin hâli senin Lâ ilâhe illâllah sözünün mânâsına muvafık düşer.
Çünkü şehidin de Allah'tan başka maksudu yoktur. Zira insanın her maksudu mahbubudur. Her ma'bud da ilâhıdır. Bu bakımdan bu şehid hâl diliyle Lâ ilâhe illâllah der; zira Allah'tan başka onun maksudu yoktur. Kim diliyle Lâ ilâhe illâllah deyip hâli buna uygun değilse, onun işi Allah'ın meşiyetindedir ve böyle bir kimsenin hakkında tehlikeden emîn olmak sözkonusu değildir. İşte bu sırra binaen Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) Lâ ilâhe illallah demeyi diğer zikirlerden daha üstün saymıştır. Bunu birçok yerlerde tergib olarak, mutlak ve kayıtsız bir şekilde zikretmiştir. Sonra hakikî mânâsını belirtmek için bazı hadîslerde Sıdk ve İhlas ile kayıtlandırarak şöyle buyurmuştur: 'Kim ihlâs ile Lâ ilahe illâllah derse. . . ' İhlâsın mânâsı; hâlin kâle yardımcı olmasıdır. (Yani kalbin dile muvafık ve mutabık bulunmasıdır) .
Bizi son nefesimizde hâl ve kâl bakımından Lâ ilâhe illâllah ehlinden eylemesini Allah'tan dileriz. Bizi zâhir ve bâtında bu mübarek sözü söyleyenlerden kılmasını rahmetinden niyaz ederiz ve bizde bu hâlin dünyaya vedâ edinceye kadar devam edip dünyaya iştiyak gözüyle iltifat etmemeyi, aksine dünyadan kaçınıp Allahü teâlâ'nın mülâkatına lâyık bulunanlardan eylemesini Allahü teâlâ'dan talep ederiz. Çünkü Allah ile mülâkatı seven bir kimsenin mülâkatını Allah da sever. Kim Allah'ın huzuruna varmaktan hoşlanmazsa, Allah da onun kendisine gelmesinden hoşlanmaz.
İşte bütün bunlar zikir mânâlarına işaretlerdir. Muamele ilmi çerçevesinde bu işaretlerden daha fazlasını söylemek imkân dahilinde değildir.
31) Müslim, (Ebû Hüreyre'den)
32) Buhârî ve Müslim, (Ebû Hüreyre'den)
33) Müstağfirî (İbn Ömer'den garib olarak)
34) Irâkî bu hadisin bu ibare ile nakline tesadüf etmediğini kaydeder.
35) Rıfâe b. Râfî b. Mâlik. Bedir savaşına iştirâk eden ashâb-ı kiramdandır.
Muaviye b. Ebî Süfyân'ın iktidara geldiği döneme kadar yaşamıştır.
36) Buhârî
37) Nesâî, İbn Hıbbân ve Hâkim, (Ebû Said'den)
38) Hâkim, (Abdullah b. Amr'dan)
39) İbn Mâce ve Hâkim
40) Müslim
41) Müslim
42) Müslim
43) Buhârî ve Müslim
44) Müslim
45) Nesâî
46) Tirmizi, Nesâî, İbn Hıbbân ve Hâkim
47) Müslim
48) İbn Mâce
49) Ebû Dâvud ve Tirmizî
50) Ebû Dâvud, Nesâî ve Tirmizî, (Abdullah b. Amr'dan)
51) Tirmizî, Nesâî, İbn Mâce ve Hâkim
52) Müslim
53) Buhârî ve Müslim
54) Nesâî ve Hâkim
55) Nesâî, Hâkim ve Tirmizî
56) Kitab'ul-İlim, yedinci bölümde geçmişti.
57) Tirmizî, (Ebû Said'den)
58) Müslim, (İbn Mes'ûd'dan)
59) İbn Mâce, (Ka'b b. Mâlik' den)
60) Tirmizî, İbn Mâce ve Hâkim, (Câbir'den)
9-2
Duânın Âdâbı, Fazileti ve Bazı Me'sur Duaların, İstiğfâr ve Salavât-ı Şerîfelerin Fazileti
Duanın Fazileti Âyet-i Kerîmeler
Ey Rasûlüm! Kullarım sana benden sorarlarsa, (onlara bildir ki) şüphesiz ben (kendilerine) çok yakınımdır. Bana dua edenin duasını kabul ederim. (Bakara/186)
Rabbinize, yalvararak ve gizlice dua edin. Muhakkak ki Allah (bağırıp çağırarak) haddi aşanları sevmez. (A'raf/55)
Rabbiniz 'Bana dua edin, size icabet edeyim. Bana ibâdet etmekten büyüklenip yüz çevirenler muhakkak ki aşağılanarak cehenneme gireceklerdir' buyurdu. (Mü'min/60)
De ki: 'İster Allah, ister Rahmân diye çağırın. Hangisini derseniz deyin, en güzel isimler O'nundur'. (İsrâ/110)
Hadîsler
Nu'man b. Beşir, Hazret-i Peygamber'den şu hadîsi rivâyet eder:
Hazret-i Peygamber bir gün 'Dua, ibâdetin tâ kendisidir' buyurduktan sonra "Rabbiniz 'Bana dua edin, size icabet edeyim' buyurmuştur" (Mü'min/60) ayetini okudu. 61
Dua, ibâdetin beyni ve iliğidir. 62
Ebû Hüreyre Hazret-i Peygamber'den şu hadîsi rivâyet eder:
Allah nezdinde duadan daha şerefli hiçbir ibadet yoktur. 63
Kul, dua ile şu üç şeyden muhakkak birisini elde eder: a) Ya kendisi için affedilen günâh, b) Kendisine dünyada iken verilen bir hayır, c) Kendisi için azık olarak ayrılmış ve âhirette alacağı bir hayır. 64
Ebû Zer (radıyallahü anh) şöyle buyurmuştur: 'Yemeğe ne kadar tuz gerekiyorsa, hayırlı işlerde de o kadar dua yeterlidir'.
Allahü teâlâ'dan fazlını isteyiniz. Çünkü Allahü teâlâ, kendisinden istenmesini sever. İbâdetin en faziletlisi ise, neticeden memnun olmayı beklemektir! 65
61) Sünen sahipleri ve Hâkim
62) Tirmizî, (Enes'ten garib olarak)
63) Tirmizî, (garib olarak) ; İbn Mâce, İbn Hıbbân ve Hâkim
64) Deylemî, (Enes'ten)
65) Tirmizî, (İbn Mes'ûd'dan)
9-3
Duanın Âdâbı
Duanın on âdâbı vardır:
1. Şerefli Vakitleri Gözetmek
Senenin Arefe gününü, aylardan Ramazan ayını, haftanın cum'a gününü ve saatlerin de seher vaktini gözetmek gibi. ,. .
Nitekim Allahü teâlâ 'Sabahın erken vakitlerinde de istiğfâr ederlerdi' (Zâriyat/18) buyurmaktadır.
Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) de şöyle buyurmuştur:
Allahü teâlâ her gece dünya semasına iner, bu iniş zamanı gecenin en son üçte birisi kaldığı zamandır. (Zât-ı ulûhiyyetine yakışır ve mahiyeti bizce malûm olmayan) inişi yaptığı zaman şöyle buyurur: 'Benden isteyen var mı ki duasını kabul edeyim? Benden dileyen var mı ki, kendisine dilediğini vereyim? Benden günâhının bağışlanmasını isteyen var mı ki, günâhını affedeyim?'. 66
Hazret-i Yâkub'un (aleyhisselâm) , kendisinden (Yûsuf u kuyuya attıkları için) özür dileyen ve günahlarının affı için Allah'a yalvarmasını rica eden çocuklarına 'Sizin için yakında rabbimden mağfiret dileyeceğim. Çünkü o gafûrdur, rahimdir. (Yûsuf/98) deyip tehir etmesinin sebebinin' seher vaktinde dua etmek için olduğu söylenmiştir.
Hazret-i Yâkub (aleyhisselâm) , seher vaktinde kalkıp dua eder ve bu duayı dinleyen çocukları da arkasında âmin derler. Bunun üzerine Allahü teâlâ kendisine vahiy gönderir ve 'Çocuklarını affettim ve hepsini peygamberlikle vazifelendirdim' buyurur.
2. Şerefli Halleri Fırsat Bilmek
Şerefli halleri fırsat bilerek, o hallerde dua etmelidir.
Nitekim Ebû Hüreyre şöyle der: 'Gök kapıları Allah yolunda, Allah'ın düşmanlarıyla çarpışanların safları düşman saflarına yaklaştığı zaman açılır ve yine o kapılar, yağmur yağdığı zaman, farz namazlar için kamet edildiği zaman açılırlar. Bu bakımdan bu vakitlerde dua etmeyi bir ganimet bilin'.
Mücâhid de şöyle der: 'Namaz, saatlerin en hayırlısında kılınmış ve kılınmaktadır. Bu nedenle namazların arkasından dua etmeyi ihmal etmeyin'.
Hazret-i Peygamber de şöyle buyurmuştur:
Ezan ve kamet arasında yapılan dua reddolunmaz. (Muhakkak kabul olunur) . 67
Oruçlu bir kimsenin duası geri çevrilmez. 68
Hakîkat açısından vakitlerin şerefi, hâllerin şerefine bağlıdır. Çünkü seher vakti kalbin tasfiyesi, ihlâsı ve teşviş edici engellerden boşalma vaktidir. Arefe ve cuma günleri himmetlerin birleşme, kalplerin ilahî rahmetleri oluk hâlinde elde etmeye yardımlaşma vaktidir. İşte vakitlerin şerefinin sebeplerinden birisi hâllerdir. Bu sebeplerde insanın aklına gelmeyen ve bilgisi bulunmayan daha nice sırlar vardır. Secde hâli de duanın kabul olunmasına uygun hâllerdendir.
Nitekim Ebû Hüreyre, Hazret-i Peygamber'den (sallâllahü aleyhi ve sellem) bu hususta şu hadîsi rivâyet etmiştir:
Kulun, rabbine en yakın olduğu hâl secde ettiği hâldir. Bu nedenle secdenizde çok dua ediniz!69
İbn-i Abbâs (radıyallahü anh) Hazret-i Peygamber'den şu hadîsi rivâyet eder:
Ben rükû veya secde ederken Kur'ân okumaktan menedildim. Rükûda rabbinizi tâzim edin. Secdede ise çok dua edin. Çünkü bu hallerde duanın kabul olunması sair zamanlara nazaran daha kuvvetlidir. 70
3. Kıbleye Yönelerek Dua Etmek
Kişi, ellerini koltuk altlarının beyazlığı görünecek derecede kaldırmalıdır.
Çünkü Câbir b. Abdullah, Hazret-i Peygamber'in kıbleye yöneldiğini rivâyet ederek şöyle buyurmaktadır:
Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) Arefe günü vakfe yerine geldi. Kıbleye yönelip güneş batıncaya kadar dua etti. 71
Selmân-ı Fârisî de, Rasûlüllah'ın şöyle buyurduğunu rivâyet ediyor:
Muhakkak rabbimiz hicabedici ve kerîmdir. Kulları ellerini dergâh-i izzetine kaldırdıkları zaman o elleri boş çevirmekten hayâ eder. 72
Enes de şöyle rivâyet eder:
Rasûlüllah (sallâllahü aleyhi ve sellem) duada koltuk altının beyazı görününceye kadar ellerini kaldırır, parmağıyla işaret etmezdi. 73
Ebû Hüreyre'nin (radıyallahü anh) rivâyet ettiğine göre, Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) dua edip şehâdet parmaklarıyla işaret eden bir insanın yanından geçtiğinde şöyle buyurmuştur:
Bir, bir. . . (iki parmağını birden kaldırma Allah'ın birliğine işaret olan tek parmağını kaldır) . 74
Ebu'd Derda (radıyallahü anh) şöyle demiştir: 'Şu eller zincirlerle bağlanmadan önce kaldırıp onlarla dua edin'.
Duadan sonra elleriyle yüzü meshetmek gerekir. Nitekim Hazret-i Ömer (radıyallahü anh) şöyle anlatmaktadır:
Hazret-i Peygamber ellerini duada (göklere) uzattığı zaman onlarla yüzünü meshetmeyince ellerini indirmezdi. 75
İbn-i Abbâs (radıyallahü anh) Hazret-i Peygamber'in şu şekilde dua ettiğini rivâyet etmektedir:
Rasûlüllah (sallâllahü aleyhi ve sellem) dua ettiği zaman, ellerini birleştirir, iç kısımlarını yüzüne doğru tutardı. 76
İşte ellerin duada tutulma keyfiyeti bu şekildedir. Dua ederken gözlerini semâya dikilemelidir. Çünkü Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:
Duada gözlerini semâya diken kavimler, ya bu durumdan vazgeçecekler veya (mânen) gözlerinin nûrları sökülecektir. 77
4. Sessizce Dua Etmek
Dua ederken sesini ne fazla yükseltmeli, ne de iyice kısmalı, ikisi arasında bir tonla dua etmelidir.
Nitekim Ebû Musa el-Eş'arî (radıyallahü anh) şöyle rivâyet eder: Biz Hazret-i Peygamberle beraber seferden dönüyorduk. Medine'ye yaklaştığımızda Hazret-i Peygamber tekbir getirdi, ashâb da onunla beraber tekbir getirerek seslerini oldukça yükselttiler. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:
Ey insanlar! Çağırdığınız Allah, ne sağırdır, ne de gaib. İyi bilin ki, çağırdığınız zat, sizinle bineklerinizin boynu arasındadır; (size herşeyden daha yakındır) . 78
Hazret-i Âişe 'Namazında sesini pek yükseltme, çok da kısma. Bu ikisinin arası bir yol tut' (İsrâ/110) ayetinin tefsirinde 'namazdan gaye duadır' demiştir.
Allahü teâlâ , peygamberi Zekeriyya'yı (aleyhisselâm) överek şöyle buyurmuştur:
'O, rabbine gizlice yalvardığı zaman. . (Meryem/3) Başka bir ayet de şöyledir:
'Rabbinize yalvararak ve gizlice dua edin'. (A'raf/55)
5. Duayı Kafiyeli Okumaya Çalışmak
Dua edenin hâli, Allah'a yalvaranın hâli gibi olmalıdır. Kafiyeli okumak için kişinin kendisini zorlaması, bu duruma ters düşer.
Nitekim Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) bir hadîs-i şerifinde şöyle buyurmuştur:
Duada ifrâta kaçan bir kavim gelecektir. Allahü teâlâ da şöyle buyurmuştur:
Rabbinize yalvararak ve gizlice dua edin. Muhakkak ki Allah, bağırıp çağırarak haddi aşanları sevmez. (A'raf/55)
Bu ayetin tefsirinde "Haddi aşanların duayı kafiyeli okumak hususunda kendilerini zorlayanlar oldukları söylenmiştir.
Dua eden kimse için en evlâ ve en iyi şekil, Rasûlüllah'tan vârid olan duaları okuyup, onlarla yetinmesidir. Zira onlardan ayrılan bir kimse, çoğu zaman, dua okumada ileri gidip ifrata kaçar.
Bu bakımdan maslahata uygun olmayan şeyleri istemeye kalkışır. O halde herkes güzelce dua etmeyi beceremez. İşte bu sırra binaen Hazret-i Muaz'dan rivâyet edildiğine göre, cennette dahi âlimlere ihtiyaç vardır. Çünkü Allah tarafından cennetliklere 'istediğinizi isteyiniz' diye emir gelir. Bu emri alan cennet ehli, Allah'tan neyi temenni edeceklerini bilemezler. Öyle ki sonunda âlimler kendilerine bu hususu öğretirler. . .
Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) duayı kafiyeli söylemek suretiyle ifrata kaçmayı şu hadîsiyle yasaklamaktadır:
Duada seci' yapmaktan (kafiyeli okumaktan) kaçının. 'Ey Allahım! Ben senden cenneti isterim ve cennete yaklaştırıcı söz ve amelleri isterim. Cehennemden sana sığınırım. Ona yaklaştırıcı söz ve amellerden de sana sığınırım' demeniz kâfidir.
Şöyle bir rivâyet de nakledilmiştir: 'Benden sonra bir kavim gelecektir: Hem duada, hem de abdest ve gusül hususunda çok ifrata kaçacaklardır'.
Seleften biri, kafiyeli (ve yapmacık bir şekilde) dua eden bir kıssacının yanından geçtiğinde ona şöyle bağırır: Sen, Allahü teâlâ'ya karşı mübalâğa mı yapıyorsun? Ben Allah rızâsı için şehâdet ederim ki, Habib el-Acemî'yi gördüm, dua ederken şu ke-
İlmelerden fazlasını söylemezdi: 'Ey Allahım! Bizi iyiler zümresinden eyle. Ey Allahım! Bizi kıyâmet gününde rezil etme. Ey Allahım! Bizi hayırlı işlere muvaffak kıl. . ' Halk da her taraftan Habib el-Acemî'nin arkasında dua ederdi ve bu zâtın duasının bereketli olduğu da herkesçe bilinmekteydi.
Seleften biri dua okuyuculara şu tavsiyede bulunmuştur: 'Zillet ve fakirlik diliyle dua et. Fesâhat ve belâgat diliyle dua etme'.
Âlimler ve abdallar, dualarında yedi kelimeden ne fazla, ne eksik yapmazlar. Bakara suresinin son âyeti de buna şehâdet eder. Çünkü Allahü teâlâ, duanın hiçbir yerinde kullarının yedi kelimeden fazla olan dualarından haber vermemiştir'.
Seci'den maksat tekellüfle konuşmak demektir. Tekellüfle konuşmak ise yalvarış ve yakarışa uygun düşmez. Mutlak seci', kötülenmiş değildir. Çünkü Hazret-i Peygamber'den vârid olan bir takım dualarda tekellüf olmaksızın kendiliğinden kafiyeli düşen kelimeler mevcuttur.
Hazret-i Peygamber'in şu duası buna örnek olarak verilebilir:
Vaîd gününde senden emniyet, hulûd gününde mukarriblerle cemâlini müşâhede eden, ahdini yerine getiren, secde ve rükû edenlerle beraber senden cennet isterim. Çünkü sen rahim ve vedûdsun. Sen dilediğini yaparsın. 79
Buna benzer daha nice dualar ve hadîsler vardır. O halde dua eden bir kimseye gereken şey, Rasûlüllah'tan vârid olan dualarla yetinmektir veya tekellüf ve seci' yapmaksızın yalvarış ve yakarış diliyle istediğini Allah'tan talep etmektir. Zira Allah nezdinde en güzel dua yalvarışlı ve yakarışlı duadır.
6. Yalvarış, Korku, İstek ve Sığınma
Onlar, hayırlara koşarlar. Umarak ve korkarak bize dua ederler. (Enbiyâ/90)
Rabbinize yalvararak ve gizlice dua edin! (A'raf/55) Hazret-i ,
Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) de şöyle buyurmuştur:
Allahü teâlâ bir kulunu sevdiği zaman, onun yalvarış ve yakarışlarını duymak için onu belâlara mübtelâ kılar. 80
7. Duanın Kabul Olunacağına Kesinlikle İnanmak
Dua hakkındaki ümidine son derece bağlı olmak gerekir.
Nitekim Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:
Sizden herhangi biriniz dua ettiği zaman 'Ey Allahım! Eğer dilersen beni affet, eğer dilersen bana rahmet eyle' demesin. Ancak isteğini kesin bir dille Allahü teâlâ'dan istesin. Çünkü Allahü teâlâ'yı zorlayacak herhangi bir kuvvet ve kudret mevcut değildir. 81
Sizden herhangi biriniz dua ettiği zaman, isteğini büyütsün. Çünkü hiçbir şey Allahü teâlâ'nın kuvvet ve kudretine nisbetle büyük değildir. (Yani ne kadar büyük birşey istersen o, kudreti ilâhiyesine nisbeten küçüktür ve verilmesinde herhangi bir zorluk da sözkonusu değildir) . 82
Kabul edileceğine yüzde yüz inanarak Allahü teâlâ'ya dua ediniz ve biliniz ki, muhakkak Allahü teâlâ, gâfil bir kalpten gelen duayı kabul etmez. 83
Süfyân b. Uyeyne şöyle demiştir: Herhangi birinizin daha önce yaptığı kötü hareketleri kendisini dua etmekten alıkoymasın. Çünkü Allahü teâlâ, bütün mahlûkatın şerlisi İblis'in duasını bile kabul etmiştir. "İblis: 'Bana kıyâmete kadar ömür ve mühlet ver' dedi. Allah da: 'Sen mühlet verilenlerdensin' buyurdu". (A'raf/14-15)
8. Duada Israr Ederek, Duayı Üç Defa Tekrarlamak
İbn Mes'ûd (radıyallahü anh) Hazret-i Peygamber'in, dua ettiği zaman duasını üç defa tekrarladığını, Allah'tan istediği zaman istediğini üç defa tekrarladığını söylemektedir. 84
Duasının kabul olunmasının geciktiğini görmemesi, (kulun haline) uygun bir durumdur.
Çünkü Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:
Herhangi biriniz acele etmedikçe duası Allah tarafından kabul olunur. Acele etmek şu demektir: 'Ben dua ettim, duam kabul edilmedi'. Bu nedenle ey Allah'ın kulu! Dua ettiğin zaman Allah'tan çokça iste. Çünkü sen kerîm ve cömert bir zâttan istiyorsun. 85
Bir âlim 'Ben yirmi seneden beri Allah'tan bir ihtiyacımı diliyorum. Hâlâ da bana o ihtiyacımı verip de, duamı kabul etmiş değildir. Fakat ben buna rağmen duamın kabul olunmasından ümidimi kesmiş değilim. Ben Allahü teâlâ'dan, beni din ve dünyamda beni ilgilendirmeyen şeyleri terketmeye muvaffak kılmasını istiyorum' demiştir.
Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:
Herhangi biriniz Allahü teâlâ'dan birşey istediği ve o istediğinin kabul olunduğunu anladığı zaman şöyle desin: 'Hamd, salih amellerin ancak nimetiyle tamam olduğu Allah'a mahsustur'.
Kimin (duası kabul olunmayıp gecikmiş) ve istediklerinden birşey kendisine verilmemişse şöyle desin: 'Her hâlükârda hamd Allah'a mahsustur'. 86
9. Allah'ın Zikriyle Duaya Başlamak
Bu bakımdan duanın başlangıcında hemen isteklerini sıralamaya girişmemelidir. Önce zikretmeli, zikirden sonra isteklerini sıralamalıdır. Seleme b. Ekvâ diyor ki: 'Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) bütün dualarının başlangıcında mutlaka Sübhane Rabbiye'l Aliyyi'l-A'le'l-Vehhâb derdi'. 87
Ebû Süleyman Dârânî şöyle demiştir: Bir kimse, Allah'tan herhangi bir ihtiyacını istemeden önce Hazret-i Peygamber'e salât ü selâm getirsin. Salât ü selâmdan sonra ihtiyacını arzetsin. İhtiyacını arzettikten sonra da duasını Rasûlüllah'a getirilen salâvat-ı şerîfe ile sonuçlandırsın. Çünkü Allahü teâlâ duanın başında ve sonunda getirilen salâvat-ı şerîfeleri kabul eder. Bu iki salâvat-ı şerîfeyi kabul edip de onların arasında dergâh-ı izzetine arzolunan ihtiyaçları bırakması, kabul etmemesi onun şânına yakışmaz.
Nitekim Hazret-i Peygamber'den şöyle rivâyet edilmektedir:
Siz Allahü teâlâ'dan bir ihtiyacınızı istediğiniz zaman, önce salâvat getirmekle başlayınız. Çünkü Allahü teâlâ'nın şânına yakışmaz ki, kendisinden iki türlü ihtiyaç istendiğinde birisini (salâvat-ı şerîfeyi) kabul edip diğerini reddetsin! 88
10 Duanın Kabul Olunmasının Temeli Bâtınî Edeptir
Duanın kabul olunmasının temeli bâtınî edeptir ki o da, tevbe etmek, zulümle aldıklarını geri vermek, bütün varlığıyla Allahü teâlâ'nın ibâdetine yönelmektir. İşte duanın kabul olunmasının en yakın sebebi budur.
Nitekim Ka'b'ul-Ahbâr'dan şöyle rivâyet edilir: "Hazret-i Mûsa (aleyhisselâm) zamanında şiddetli bir kıtlık oldu. Musa (aleyhisselâm) İsrâiloğulları'nı yanına alarak yağmur duasına çıktı. Fakat yağmur yağmadı. Böylece üç defa yağmur duasına çıktı. Yine yağmur yağmadı. Bunun üzerine (müteessir olan) Hazret-i Mûsa'ya Allahü teâlâ şöyle vahyetti: 'Sizin içinizde bir dedikoducu olduğu için, ne senin, ne de seninle bareber dua edenlerin dualarını kabul etmem'. Bunun üzerine Musa (aleyhisselâm) sordu: 'Yârab! O dedikoducu kimdir? Bana göster ki, kendisini aramızdan çıkaralım?' Hazret-i Mûsa'nın bu isteği üzerine Allahü teâlâ ikinci defa şöyle vahyetti: 'Ey Musa! Ben sizi kovuculuktan menederken kendim mi kovucu olayım?' Bu müşkil durum karşısında kalan Hazret-i Mûsa, İsrailoğulları'na 'Hepiniz birden dedikodudan tevbe edip, Allahü teâlâ'ya sığının' buyurdu. İsrailoğulları da bu kötü fiilden tevbe ettiler. Ondan sonra Allahü teâlâ onlara yağmur ihsan etti".
Said b. Cübeyr şöyle anlatır: "İsrâiloğulları hükümdarlarından birinin zamanında büyük bir kıtlık oldu. Halk yağmur duasına çıktı. Bunun üzerine hükümdar, İsrâiloğulları'na dedi ki: 'muhakkak ya Allah bize yağmur gönderecek veya biz O'na eziyet vereceğiz'. Kendisine soruldu: 'Nasıl olur da hükmü göklerde bulunan Allah'a eziyet vermeye muktedir olabiliriz?' Hükümdar 'Eğer yağmur vermezse, O'nun velîlerini ve tâat ehlini öldüreceğim. İşte bu, O'nun için eziyettir' dedi. Bunun üzerine dua eden halkın dualarına karşılık Allahü teâlâ bolca yağmur ihsân etti".
Süfyân es-Sevrî şöyle buyurmuştur: "İşittiğime göre İsrâiloğulları yedi sene, üst üste kıtlıkla karşı karşıya kaldılar.
Öyle bir hâle geldiler ki, mezbeleliklerden ölü hayvanların leşlerini toplayıp yediler. Çocuklarını yediler. Bu hâl devam ettiği müddetçe dağlara çıkıp ağlarlar, yalvarıp yakarırlardı.
Bunun üzerine Allahü teâlâ onların peygamberlerine vahiy gönderdi: 'Eğer yürüyerek bitkin bir hâlde benim dergâhıma gelip, ayaklarınız yürümekten şerha şerha olup, dizlerinize kadar çıksa, dua için uzanan elleriniz göklere yetişse, dua eden diliniz dua ede ede yorulsa bile, yine de duanızı kabul etmeyeceğim ve yine de ağlayanınıza rahmet etmeyeceğim. Tâ ki, zulümle aldıklarınızı sahiplerine iade etmedikçe. . '
Bunun üzerine zulümle alınan bütün mallar ve haklar, sahiplerine iade edildi ve aynı günde yağmur şakır şakır yağmaya başladı".
Mâlik b. Dinar şöyle demiştir: İsrâiloğulları'nda büyük bir kıtlık meydana geldi. Birkaç defa yağmur duasına çıkmalarına rağmen, yağmurun yüzünü göremediler. Bunun üzerine Allahü teâlâ , peygamberlerine şöyle vahiy gönderdi: 'Onlara söyle ki, sizler necis bedenlerinizle benim huzuruma geliyorsunuz. Kana boyanmış ellerinizi benim dergâhıma uzatıyorsunuz. Mideleriniz haramla dolu olduğu hâlde geliyorsunuz. Şimdi ise benim gazabım sizin üzerinize daha da artar. Bu durumda bana gelmeniz sizi gittikçe benden uzaklaştırır; (bu söylediklerimden tevbe eder gelirseniz, o zaman size rahmet ederim. Aksi takdirde rahmetin yüzünü göremezsiniz) '.
Ebû Sıddîk en-Nâci der ki: "Hazret-i Süleymân (aleyhisselâm) , bir ara yağmur duasına çıktı. Çöle giderken sırt üstü yatmış, ayaklarını göklere doğru uzatmış bir karınca gördü ve o karınca şöyle diyordu: 'Ey Allahım! Ben senin mahlûkatın içinde zayıf bir mahlûkum. Senin rızkın olmazsa helâk olurum. Çünkü hiçbir zaman senin rızkından müstağni değiliz. O hâlde bizi başkasının günâhından ötürü helâk etme'. Bu manzarayı müşâhede eden Süleyman (aleyhisselâm) herşeyden habersiz bulunan cemâata 'Dönün! Dua etmenize artık ihtiyaç kalmadı. Başkasının duası bereketiyle Allah size de yağmur ihsân edecektir' dedi".
Evzâî şöyle anlatır: "Halk yağmur duasına çıktı. Yağmur duasına çıkan kitleye Bilâl b. Sa'd b. Ebî Vakkas kalkıp bir hutbe okudu: Hutbesinin başında Allah'a hamdü senâ ettikten sonra şöyle devam etti: 'Ey burada hazır bulunanlar! Siz günahkâr olduğunuzu ikrar etmez misiniz?' Hazır bulunanlar 'Evet, günahkâr olduğumuzu ikrâr ederiz' dediler.
Bunun üzerine şöyle devam etti: 'Ey Allahım! Biz senin şöyle buyurduğunu işittik: İyilik edenleri ayıplamaya bir yol yoktur' (Tevbe/91) . İşte biz de günahkâr olduğumuzu ikrar ettik. Senin affın bizim gibilere olmazsa acaba kime olacaktır? Ey Allahım! Bizi affeyle! Bize rahmetini ihsân eyle! Bize yağmur gönder'. Bu duadan sonra ellerini cemaatla beraber kaldırdı ve derhal yağmur yağmaya başladı".
Mâlik b. Dinar'a 'Bizim için rabbine dua et!' denildiğinde, Mâlik şöyle demiştir: 'Siz yağmurun geciktiğini görüyorsunuz. Bense fiillerinizden ötürü taş yağmasının geciktiğini görüyorum'.
Rivâyet edildiğine göre, Hazret-i İsâ (aleyhisselâm) çıkıp yağmur duasında bulundu. Yağmurun yağmamasından rahatsız olan cemaate Hazret-i İsâ şöyle dedi: 'Sizin içinizde hayatında bir günah bile işleyen kimse varsa, o bizden ayrılıp gitsin'. Bunun üzerine bütün herkes dönüp gitti ve Hazret-i İsâ ile çölde bir tek kişi kaldı. Hazret-i İsâ o kalan kişiye 'Senin hiç günâhın yok mu?' dedi. Kişi 'Allah'a yemin ederim ki ben şundan başka bir günâhım olduğunu bilmiyorum: Bir gün namaz kılıyordum. Yanımdan bir kadın geçti. Şu gözümle ona baktım. Fakat o gittikten sonra ona bakan gözüme parmağımı soktum, gözümü çıkarıp attım' karşılığını verdi. Bunun üzerine İsâ (aleyhisselâm) , adama şöyle dedi: 'Sen dua edip Allah'tan iste. Ben de duana âmin diyeyim'. O kişi dua etti. (Hazret-i İsâ da âmin dedi) . Bunun üzerine bulutlar toplanmaya başladı. Yağmur yağdı ve insanlar da böylece kıtlıktan kurtuldu.
Yahyâ el-Gassâni şöyle anlatır: "Hazret-i Dâvud'un zamanında halk kıtlığa yakalandı. Aralarında üç âlim seçtiler. Bu âlimleri yağmur duasına çıkardılar ki Allah onların yüzüsuyu hürmetine yağmur versin. Bu âlimlerden biri şöyle dua etti: 'Ey Allahım! Senin, Tevrat'ta verdiğin hükme göre bizim, bize zulmedenleri affetmemiz gerek. Ey Allahım! İşte biz kendi nefislerimize zulmettik. Affetmeyi emreden sen de bizi affeyle!' İkinci âlimin duası şöyleydi: 'Ey Allahım! Sen Tevrat'ta 'kölelerimizi âzâd etmemizi' bize emrediyorsun. Ey Allahım! Bizler de senin köleleriniz. Bu bakımdan bizleri âzâd eyle'. Üçüncü âlim de şöyle dua eder: 'Ey Allahım! Sen Tevrat'ta 'Miskin ve fakirleri kapımıza geldikleri zaman onları boş çevirmememizi' emrediyorsun. Ey Allahım! İşte biz de senin miskinleriniz. Senin kapında durmuşuz. Bu bakımdan bizim dualarımızı geri çevirme. Bu dualardan sonra yağmur yağmaya başlar".
Atâ es-Sülemî şöyle anlatır: Bir ara yağmurdan mahrum kaldık. Yağmur duasına çıktık. Bir de ne göreyim, Sa'd el-Mecnun (Deli Sa'd) diye tanınan biri mezarlar arasında dolaşmaktadır.
- Ey Atâ! Bugün mahşer günü mü? Yoksa bugün mezarlarda yatan ölüler mi dirildiler?
- Hayır. Böyle birşey yok. Fakat biz yağmurdan mahrum kaldık. Yağmur duası için çıktık.
- Ey Atâ! Siz toprağa bağlı kalplerle mi, yoksa göklere bağlı kalplerle mi buraya geldiniz?
- Göklere bağlı kalplerle. . .
- Heyhât! Ey Atâ! Çıkanlara de çıkmasınlar. Çünkü Nâkid (olan Allah) basiret sâhibidir; (herkesin ne olduğunu, olduğu gibi bilir) .
Bu sözü söyledikten sonra gözlerini semâya dikerek şöyle dedi:
Ey İlâhım! Seyyidim ve Mevlâm! Kullarının günâhından ötürü memleketini helâke götürme. İsimlerinin gizli sırrı ile tecellî eyle. Perdelerin örttüğü nimetlerin hürmetine, memleketini Kana kana sulandıracak, kullarına yeniden hayat bahşedecek tatlı ve bol bir su ile bizi sevindir. Ey herşeye kâdir olan!
Atâ der ki: Sa'd'in duası bitmeden önce bulutlar gürlemeye başladı, sağa sola şimşekler çaktı. Bardaktan boşanırcasına yağmur geldi. Bu manzarayı müşahede eden Sa'd, sırtını bize çevirip yoluna devam ederken şunları söyledi:
Abidler ve zâhidler felâh bulmuşlardır. Çünkü onlar içlerini mevlâlarnın hâtırı için aç bırakmaktadırlar. Çünkü onlar mevlâlarının sevgisinden hasta gözlerini uykusuz bırakırlar. Geceler biter, onlar hâlâ uykusuzdur. Allah'ın ibâdeti onları o derece meşgul etmiştir ki, halk onların deli olduğunu zanneder.
İbn-i Mübârek şöyle anlatır: "'Şiddetli kıtlık olan bir senede Medine-i Münevvere'ye geldim. Halk çıkmış yağmur istiyordu. Ben de kendilerine katıldım. Biz bu durumdayken ansızın simsiyah bir köle, sırtında âdi bir ketenden yapılmış iki elbise olduğu halde çıkageldi Elbiselerden birini izâr (göbekten aşağıyı örten elbise) yapmış, diğerini de omuzuna atmıştı. Geldi tam benim yanıma oturdu. Şöyle fısıldadığını duydum: 'Ey Rabbim! Günahların çokluğu, kötü amellerin bolluğu, senin nezdinde yüzleri eskitmiş midir? Sen kullarını te'dib için bize yağmur vermedin. Ey vekar sâhibi halîm Allah! Ey kullarının kendisinden iyilikten başka birşey görmedikleri rabbim! Senden yağmur istiyorum. Şu anda, şu anda senden yağmur vermeni istiyorum'. O 'şu anda, şu anda' sözünü tekrarlamakta iken, bir de ne göreyim, berrak gökler bulutlarla doldu, her taraftan sağanak hâlinde yağmurlar yağmaya başladı.
İbn-i Mübârek sözlerine şöyle devam eder: "Bu manzarayı müşahede ettikten sonra Fudayl b. İyâz'ın yanına geldim. Bana dedi ki: 'Neden seni böyle üzgün görüyorum?' Fudayl'a 'Yarışta bizi geçen, bizim değil de başkasının eliyle olan bir iş beni üzdü' dedim ve kendisine durumu anlattım. Bunu dinleyen Fudayl, heyecandan bağırıp bayıldı".
Rivâyet edildiğine göre, Hazret-i Ömer (radıyallahü anh) kıtlık senesinde Resulullah'ın amcası Hazret-i Abbas'ı şefâatçi yaparak Allahü teâlâ'dan yağmur dilemiştir. Hazret-i Ömer duasını bitirdikten sonra Abbas (radıyallahü anh) şöyle demiştir:
Ey Allahım! Göklerden gelen her belâ mutlaka bir günahtan ötürüdür ve o belânın giderilmesi mutlaka tevbeye bağlıdır. Senin Rasûl-i Zişân'ın ashâbı, ona yakınlığımdan ötürü benimle senin dergâhına gelmiş bulunuyorlar. İşte bunlar ellerimizdir. Günahlarla beraber senin dergâhına uzatılmışlardır. Şunlar da alınlarımızdır, tevbe ile beraber gelmişlerdir. Sen ise koruyucusun. Sürünün içinde kaybolanı elbette ki ihmâl etmezsin. Ayağı kırılmışı heder olacak bir yerde bırakmazsın. Küçükler yana yakıla seni çağırıyorlar. Yaşlılar rikkat ve heyecana gelmişlerdir. Çeşitli sesler sıkıntı hâllerini senin dergâh-ı izzetine şikayet etmektedirler. Sen ise sırdan daha gizlisini de bilensin. Ey Allahım! Onlar ümitsiz olup, bundan dolayı helâk olmazdan önce, merhametinle onlara yağmur gönder. Çünkü senin rahmetinden ancak kâfirler ümit keserler.
(Râvi diyor ki:) Hazret-i Abbas, duasını daha bitirmeden dağlar kadar bulutlar göründü ve oluk gibi yağmur boşanmaya başladı) .
66) Müslim ve Buhârî, (Ebû Hüreyre'den)
67) Ebû Dâvud, Nesâî, Tirmizî, (Enes'ten) . İbn Adiyy'e göre zayıftır.
68) Tirmizî, (hasen olarak)
69) Müslim
70) Müslim
71) Müslim ve Nesâî, (Usâme b. Zeyd'den)
72) Ebû Dâvud, Tirmizî, İbn Mâce ve Hâkim
73) Müslim
74) Nesâî, (hasen olarak) ; İbn Mâce ve Hâkim, (sahih senedle)
75) Tirmizî, (garib olarak) ; Hâkim, Müstedrek
76) Taberânî, el-Kebir, (zayıf bir senedle)
77) Müslim, (Ebû Hüreyre'den)
78) Müslim ve Buhârî
80) Deylemî, (Enes'ten)
81) Müslim ve Buhârî, (Ebû Hüreyre'den)
82) İbn Hıbbân, (Ebû Hüreyre'den)
83) Tirmizî (Ebû Hüreyre'den) . Garib olduğunu belirtmiştir.
84) Müslim; hadisin sonu: Buharî ve Müslim
85) Müslim ve Buharî, (Ebû Hüreyre'den)
86) Beyhakî, (Ebû Hüreyre'den) ; Hâkim, (Hazret-i Âişe'den benzerini zayıf bir senedle)
87) İmâm-ı Ahmed ve Hâkim
88) İmâm Irakî merfû olarak bu hadisi görmediğini ancak Ebu'd Derda'dan mevkûf olarak rivâyet edildiğini söylüyor. (Ebû Tâlib el-Mekkî rivâyet etmiştir)
9-4
Rasûlüllah'a Okunan Salâvat-ı Şerîfe'nin ve Rasûlüllah'ın Fazileti
Allahü teâlâ şöyle buyurmaktadır:
Gerçekten Allah ve melekleri peygambere salât ederler. Ey îman edenler! Siz de ona salât ediniz ve gönülden teslim olunuz. (Ahzâb/56)
Rivâyet ediliyor ki, Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) günün birinde, yüzünde müjde alâmetleri olduğu hâlde çıkageldi ve şöyle buyurdu:
Cebrâil (aleyhisselâm) bana gelerek dedi ki: 'Ey Muhammed! Sen râzı değil misin ki, ümmetinden herhangi bir kişi bir defacık sana salâvat-ı şerife getirirse ben ona on defa salâvat edeyim? Sen râzı değil misin, ümmetinden herhangi bir kimse sana bir defa selâm ederse, ben ona on defa selâm edeyim?'90
Kim benim üzerime salâvat getirirse, o salât getirdiği müddetçe melekler de onun üzerine salâvat getirirler. O kimse bu keyfiyeti bildikten sonra üzerime ister az, ister çok salâvat getirsin. 91
İnsanların (müslümanların) bana en yakını, bana en fazla salâvat-ı şerife getirenidir. 92
Müslüman kişi ki ben onun yanında yâdedildiğim hâlde o bana salâvat-ı şerife getirmez. Bu cimrilik yönünden ona yeter de artar bile. 93
Cuma gününde bana çok salâvat-ı şerife getirin. 94
Ümmetimden bana salâvat-ı şerife getiren kimse için on sevap yazılır ve defterinden on günah da silinir. 95
Ezan ve kameti işittiği zaman şöyle diyen kimseye benim şefâatim vâcib olur: 'Ey Allahım! Ey bu tam ve eksiksiz dâvein sâhibi! Ey kılınacak olan namazın mâliki! Kulun ve rasûlün Muhammed'in üzerine salât et. Ona vesile ve fazileti, en yüce derece ve şefâati kıyâmet gününde ihsan buyur!' 96
Kim herhangi bir kitapta benim üzerime bir salât getirirse (yazarsa) ismim o kitapta oldukça melekler o kimse için af talebinde bulunurlar. 97
Yeryüzünde seyahat eden birtakım melekler vardır. Onların vazifeleri ümmetimin selâmını bana iletmektir. 98
Hazret-i Peygamber'e 'Sana nasıl salât-ı şerife getirelim?' diye sorulunca şu cevabı verdi:
Deyiniz ki; ey Allah'ım! Kulun Muhammed'e, âline, zevcelerine ve zürriyetine, İbrahim'e, onun âline salâvat ettiğin gibi, salâvat et. İbrahim ve âline bereket yağdırdığın gibi, Muhammed'e, pâk zevcelerine ve zürriyetine de bereket yağdır.
Çünkü sen hamid, herkes tarafından yapılan ve herkes tarafından övülen bir ilâhsın.
90) Nesâî ve İbn Hıbbân, (Ebû Talha'dan)
91) İbn Hâce, (Amr b. Rebî'den zayıf bir senedle) ; Taberânî, (hasen birsenedle)
92) Tirmizî, (İbn Mes'ûd'dan)
93) Kasım b. Esbağ, (Hazret-i Hasandan)
94) Ebû Dâvud, Nesâî, İbn Mâce, İbn Hıbbân ve Hâkim
95) Nesâî, (Amr b. Dinar'dan)
96) Buharî, (Câbir'den)
97) Taberânî, Evsat; Ebû Şeyh, es-Sevab; el Müstağfirî, Daavât, (Ebû Hureyre'den zayıf bir senedle)
Hazret-i Ömer'in Hazret-i Peygamber'e Duası
Ömer b. Hattâb'ın (radıyallahü anh) Hazret-i Peygamber'in ölümünden sonra ağlayarak şöyle dediği nakledilmiştir:
Annem ve babam sana fedâ olsun ey Allah'ın Rasûlü! Sen, ilk başta bir kütüğün üzerine çıkıp hutbe okuyordun. Ashâb-ı kirâm çoğaldığı zaman bu vazifeyi daha güzel yaparak bütün cemaate duyurmak için minber yaptırdın. O zaman senden ayrılmaya tahammül edemeyen kütük inledi. Elini üzerine koyuncaya kadar inlemesi devam etti. Ancak elini üzerine koyunca sükûnete kavuştu. Senin ayrılığına bir ağaç parçası bile tahammül edemezken, bu ayrılığa müslümanlar nasıl dayanabilsin? Ey Allah'ın Rasûlü! Anam babam sana fedâ olsun. Sen Allah'ın nezdinde o kadar faziletlisin ki, Allahü teâlâ sana yapılan itâati kendisine yapılmış kabul ederek şöyle buyurmuştur:
Kim peygambere itâat ederse muhakkak Allah'a itâat etmiş olur. (Nisâ/80)
Ey Allah'ın Rasûlü! Anam babam sana fedâ olsun! Senin faziletin Allah'ın nezdinde öyle yüksek derecelere ulaşmıştır ki, seni bütün peygamberlerden sonra göndermesine rağmen hepsinin başında zikredip yer vermektedir.
(Ey Rasûlüm!) Hatırla ki, bir vakit peygamberlerden söz almıştık. Senden de, Nûh'tan da, İbrahim'den de, Musa'dan da, Meryem oğlu İsâ'dan da. . . Onlardan sağlam bir söz aldık. (Ahzâb/7)
Ey Allah'ın Rasûlü! Anam babam sana fedâ olsun! Allah nezdinde senin faziletin öyle bir dereceye ulaşmıştır ki, cehennem ehli sana itâat etmiş olmayı temenni ederler. Oysa bu temenniyi yaptıkları zaman ateş içinde azap görmektedirler.
Nitekim Allahü teâlâ onların bu durumunu şu şekilde belirtmektedir:O gün yüzleri ateş içinde kaynayıp çevirilirken: 'Vah bize! Keşke Allah'a itâat etseydik! Peygamber'e itâat etseydik!' diyeceklerdir. (Ahzâb/66)
Ey Allah'ın Rasûlü! Anam ve babam sana fedâ olsun! Eğer Allahü teâlâ, içinden pınarlar akan bir taşı İmrân oğlu Musa'ya (aleyhisselâm) vermiş ise, o, senin parmaklarının arasından fışkıran sudan daha mu'cizevî değildir ki Allahü teâlâ ondan ötürü sana salât getirdi.
Ey Allah'ın Rasûlü! Anam babam sana fedâ olsun! Eğer Allahü teâlâ Hazret-i Süleymân'a sabahtan öğleye kadar katettiği mesafesi bir aylık, öğleden akşama kadar katettiği mesafesi de bir aylık yol olan rüzgârı vermiş ise de, o, sana verilen ve üzerinde geceleyin tâ yedinci semaya kadar çıkıp sonra aynı gecenin sabahında dönerek sabah namazını Mekke'nin el Ebtah vadisinde kıldığın Burak'tan daha mu'cizevî değildir. Allah rahmet deryâlarını senin üzerine boşaltsın.
Ey Allah'ın Rasûlü! Anam babam sana fedâ olsun. Eğer Allahü teâlâ, Meryem oğlu İsâ'ya ölüleri diriltme mu'cizesi ihsân etmiş ise de, onun bu mûcizesi zehirlenmiş ve pişirilmiş koyunun seninle konuşup 'Ben zehirliyim, beni yeme' diyen mucizenden daha üstün değildir.
Ey Allah'ın Rasûlü! Anam babam sana fedâ olsun! Nûh (aleyhisselâm) kavmine beddua ederek: 'Ey Rabbim! Kâfirlerden hiç kimseyi yeryüzünde bırakma!' (Nûh/26) demiştir. Eğer sen de o beddua gibi bizim için bir beddua etseydin muhakkak hepimiz helâk olurduk. Oysa secde halindeyken senin sırtına pislik dolu işkembeyi attılar. Senin yüzünü kanattılar ve dişlerini kırdılar. Bütün bunlara rağmen sen, hayırla dua etmekten başka birşey yapmadın ve hattâ şöyle dedin: 'Ey Allah'ım! Kavmimi bağışla. Çünkü onlar bilmiyorlar'.
Ey Allah'ın Rasûlü! Anam babam sana fedâ olsun! Senin kısa ömründe sana tâbi olanlar, Nûh'un (aleyhisselâm) uzun ömründe tâbi olanlarından daha fazladır. Sana îman edenler çok kalabalıktır. Oysa Nûh'a pek az kimseler îman etti. Ey Allah'ın Rasûlü! Anam babam sana fedâ olsun! Eğer sen, ancak sana dönük olan kimselerle otursaydın, bizimle oturmaman gerekirdi. Eğer sen, ancak sana denk olan kimselerden kız alıp verseydin, bizden ne kız alman ne de vermen gerekirdi. Eğer sen, ancak sana denk olan kimseleri kendine vekil etseydin bizi hiçbir zaman vekil etmezdin. Fakat Allah'a yemin ederim, sen bizimle oturdun, bizden kız alıp verdin, bize vekil oldun, bizi vekil tâyin ettin. Sen yünlü elbise giydin, merkebe bindin. Terkine başkasını aldın. Yemeğini toprak üzerine koyup yedin. Yemek yerken, tevâzu olarak yağlanan parmaklarını yaladın. Allah'ın salât ve selâmı senin üzerine olsun!
Âlimlerden biri şöyle demektedir: "Ben Hazret-i Peygamber'in hadîslerini yazarken Hazret-i Peygamber'e sadece salâvat-ı şerîfe getirir ve fakat selâm getirmezdim. Bunun üzerine Rasûlüllah'ı rüyamda gördüm; bana şöyle dedi: 'Neden kitabında salâvat-ı şerîfeyi tam mânâsıyla yazmıyorsun?' İşte bundan sonra kitabın neresinde salâvat yazdıysam, beraberinde Rasûlüllah'a selâmı da getirerek yazmışımdır",
Ebû'l-Hasan şöyle anlatır: 'Hazret-i Peygamber'i (sallâllahü aleyhi ve sellem) rüyamda gördüm ve kendisine 'Ey Allah'ın Rasûlü! er-Risale adlı kitabında senin için 'Allah, Muhammed'e onu ananlar andıkça ve onun zikrinden gâfiller gâfil oldukça salât etsin' diyen kişi (İmâm-ı Şâfiî) , acaba tarafınızdan ne gibi bir mükâfat ile taltif edildi?' diye sordum. Hazret-i Peygamber şöyle cevap verdi: 'O hesap vermek için mahşerde durdurulmayacak. . '99
99) Rüyalar dinde delil olmaz. Sadece terhib ve tergib için nakledilir.