SİYER-İ NEBİ | HZ. PEYGAMBER ﷺ İN GENÇLİĞİ

a)     HZ. MUHAMMED EBU TALİBİN HİMAYESİNDE

Bundan sonra Hz. Muhammed'i dedesi Abdülmuttalib yanına aldı ve o baktı. Peygamberimiz iki sene onun yanında kaldı. 8 yaşına gelmişti. Abdülmuttalib'in son günleri yaklaştı. O da çocuğu, oğullarından birine teslim etmek üzere onları hasta döşeğinin etrafı­na topladı. Ebu Leheb'e şöyle dedi:

- Sen zenginsin, fakat kalbinde merhamet yok. Ço­cuk yetim yüreciği zaten yaralı. Sen O'nu hoş tutamaz­sın. Senin kaba muamelenden incinir, üzülür. O'nu sa­na teslim edemem.

îhtiyar dede bu sözlerinde haklı idi. Peygamberimiz hayatı boyunca bu katı kalbli, taş yürekli adamdan ne­ler çekti. Ebu Leheb ile Ebu Cehil O’nun en sert düş­manları oldular.

İhtiyar dede, sonra oğlu Abbas’a döndü:

-      Sen bu işe layıksın, fakat ailen kalabalık...

b)     EBU TALİB SÖZE KARIŞTI

-      Babacığım, benim servetim az, fakat şefkatim var. Kardeşim Abdullah’ın oğluna bakmağa ben sana min­net bilirim, dedi ve böylece Hz. Muhammed, amcası Ebu Talib’in himayesine girdi.

Ebu Talib O’na öksüzlüğünü hissettirmemek için elinden geleni yapıyor, O’nu öz evladı gibi seviyordu.

Peygamberimiz 12 yaşlarında iken bir müddet Ebu Talib’in koyunlarını güttü. Kırların temiz havasını tenef­füs ederek amcasına yardımda bulunmayı bir şeref bil­di. Bu hayat O’nun temiz fıtratını korudu ve geliştirdi. Bir defa koyunlarını arkadaşlarına bırakarak Mekke’ye indi. Akranları gibi eğlencelere katılmak istedi. Yolda bir düğüne rastladı. Düğünü seyrederken üzerine bir uyku geldi, orada uyuya kaldı. Böylece eğlenceden zevk alamadı. O, cahiliyet adetlerinden zaten hoşlanmazdı. O’nun hoşlandığı şeyler çok üstün nitelik taşırdı. Ko­yun otlatırken, kurtların sürüye dalıp koyunları kaptığı­nı gördü. Bundan ibret aldı.

c)      SURİYE’YE TİCARET KAFİLESİYLE GİTMESİ

Amcası Ebu Talib, ticaretle meşguldü. Bir seferinde yanında Hz. Muhammed’i de götürdü. Şam’ın yakının­daki Büsra kasabasına uğradılar. Burada Bahira adında bir papazla karşılaştılar. Bahira genç çocuğu görünce O'nun Son Peygamber olacağını sezdi ve O'na.

-   Sana bir şeyler soracağım. Lat ve Uzza hakkı için doğru söyle, dedi.

O da:

- Lat ve Uzza'ya yemin verme, zira benim dünyada en nefret ettiğim şey putlardır, dedi.

-  Bahira soracaklarını sordu. Aldığı cevaplar, sezdik­lerine uygun düşüyordu. Ebu Talib'e dönerek:

- Bu çocuk, son Peygamber olacaktır. Şam Yahudi- leri arasında O'nun vasıflarını bilen, alametlerini tanı­yanlar vardır. Olabilir ki O'na hıyanet ederler. Sen O'nu Şam'a götürme, dedi.

Bunun üzerine Ebu Talib alış-verişini burada yapıp Şam'a gitmekten vazgeçti. Bu olay Siyer kitaplarında tür­lü şekillerde anlatılmaktadır. Batılı yazarlar, bundan şöy­le bir şey çıkarmak isterler: Güya Peygamberimiz, dini malumatı bu kısa görüşme sırasında Bahira'dan almış imiş! Bu, gülünç bir şeydir. İslamiyet gibi en mükem­mel bir dinin birkaç dakikalık bir görüşme sırasında bir papazdan alınmasını akıl hiç almaz. Sonra o papazda bu bilgiler varsa, onları neden kendi açıklayıp da bir din kurmadı da, bunları başkasına aktardı?

Batılı yazarların bu sözleri her bakımdan çürüktür.

d)      FİCAR HARBİ

Araplar arasında kan gütme davası vardı. En basit bir şey yüzünden kavga ederlerdi. Aralarında savaş hiç eksik olmazdı. Bunların içinde en çetinlerinden biri Fi- car harbi idi. Haram aylardan olan Muharrem, Recep, Zil’ka’de ve Zi’l-hicce aylarında savaş yapıldığı için buna Ficar harbi denildi. Bu savaşlardan birine Hz. Peygam­ber de katıldı. Çünkü Kureyş haklı idi. Dört yıl süren bu savaşı Kureyş kazanmış ve bir andlaşma imzalanmış­tır.

e)      TİCARET HAYATINA ATILMASI

Kureyş’in itibarlı kadınlarından olan Hatice, bazı kimselere sermaye verip onlarla ortaklık yapıyordu. Ebu Talib’in teklifi ile Hatice, Hz. Muhammed’e sermaye ve­rerek kölesi Meysere ile Suriye’ye büyük bir kervanla ti­carete yolladı.

Hz. Muhammed, 13 yaşında iken Suriye’ye ticaret kervanıyla gelmişti. Bu defa Büsra kasabasına uğradıkla­rında Bahira yoktu. Yerinde Nestura isminde başka bir rahip vardı.

Bu seyahatte ticaret, ümidin üstünde çok kârlı oldu. Üç ay süren bir yolculuktan döndükleri zaman, Mek­ke’ye yaklaştıklarında Hz. Muhammed kervanın önün­de geliyordu. Hatice O’nu karşıladı, yapılan ticaretin ne­ticesinden çok memnun kaldı. O sıralarda bu kadar kâr yapan olmamıştı. Hatice’nin O’nun ticaret işlerinde emanetine güveni tamdı. Akrabalar vasıtasiyle Hati­ce’nin Hz. Muhammed ile evlenmesi kararlaştırıldı.

f)       HZ. HATİCE İLE EVLENMESİ

Hz. Peygamber o zaman 25 yaşında idi. Hatice’nin yaşı kırka yakındı. Nikah, adet üzere Hatice’nin evinde kıyıldı. Hatice’nin vekili Varaka b. Nevfel, Hz. Peygam- ber’in de, amcası Ebu Talib idi. Ebu Talib, ayağa kalka­rak şöyle söze başladı.

- Allah'a şükürler olsun, bizi İbrahim ve İsmail nes­linden kıldı. Bizi Kâbe'nin bekçisi, halkın ulusu yaptı. Kardeşimin oğlu Muhammed ile Kureyş'ten hangi genç mukayese olunabilir? Bütün şeref ve fazilet O'nda top­lanmıştır. Aynı şekilde şeref ve şan sahibi olan Hatice'ye talibdir.

Bundan sonra Hatice tarafından Varaka söz aldı ve Hatice'nin Hz. Muhammed ile nikahını akdetti. Deve­ler kesilerek davetlilere mükemmel bir ziyafet çekildi.

Yeni kurulan bu yuvada mesut bir hayat başladı. Hz. Peygamberin kavmi arasında itibarı çok yükseldi. Mekkeliler O'na Muhammedü'l-Emin adını vermişlerdi. Gerek aile ve gerekse cemiyet hayatında O'nun fazilet­ten, şereften ayrıldığı asla görülmemiştir.

g)     HZ. PEYGAMBERİN ÇOCUKLARI

Hz. Peygamber'in aile saadeti, doğan çocuklarıyla bir kat daha arttı. Üçü oğlan, dördü kız olmak üzere ye­di çocuğu dünyaya geldi. İbrahim'den maada hepsi Ha­tice'den doğdu.

Erkek çocukları: Kasım, Abdullah ve İbrahim'dir.

Kız evlatları: Zeynep, Rukkiyye, Ümmü Gülsüm ve Fatımatû'z-Zehra'dır. Kasım ilk çocuğudur. Onu pek se­verdi. Ondan dolayı Peygamberimizin künyesi Ebü'l-Kasım'dır. Kasım ile Abdullah küçük yaşta vefat ettiler. Kızlarının hepsi büyüdü ve onları kendi eliyle gelin etti. En büyük kızı Zeyneb'i Ebu As ile evlendirdi. Hicret'ten sonra Zeyneb'i, kocası salmadığından Mekke'de kaldı. Sonradan o da Medine'ye alındı. Rukkiyye, Hz. Osman ile evlendi, o ölünce Ümmü Gülsüm de. Hz. Osman'a vardı. Bundan dolayı Ona Zinnureyn denir. Küçük kızı Hz. Fatıma, hicretten sonra Medine'de Hz. Ali ile ev­lendi. Hz. Peygamber'in sülalesi, Ehlibeyt onun neslin­den gelmedir. Hz. Fatıma'dan başka bütün evlatları, Hz. Peygamber'den önce vefat ettiler. Allah cümlesin­den razı olsun.

h)      KÂBE’NİN TAMİRİNDE HAKEMLİĞİ

Kâbe'yi Hz. İbrahim ile oğlu İsmail bina etmişlerdir. Üzerinde tavan yoktu. Yağmurlu günlerde sel suları bi­nayı basardı. Buna mani olmak için bir set yapılmışsa da bu yıkıldığından sellerin tahribatı önlenememişti. Peygamberimiz'in atalarından Kusay, Kâbe'nin üstüne tavan çatmışsa da zamanla bu da yıkılmıştır. Bir olay Kâ­be'nin tamirine sebep oldu: Kâbe'nin kıymetli eşyası, içinde muhafaza olunuyordu. Selden bazı yerleri yıkıldı­ğından bir hırsız içeri girmiş, bazı eşyaları çalmıştı. Bu­nun üzerine Kâbe'yi yeniden yapmağa karar verdiler. Bu sırada Cidde sahilinde bir Rum'un gemisi kazaya uğramıştı. Bunun kerestelerini satın alıp Kâbe'nin inşa­sında kullandılar. Hacer-i Esved'i yerine koymağa sıra gelince anlaşamadılar. Her kabile bu şerefi almak istedi. Bu anlaşmazlık yüzünden aralarında kavga çıktı. Ku- reyş'in en yaşlısı olan Ebu Ümeyye şöyle bir teklifte bu­lundu: “Sabahleyin Safa kapısından gelen ilk za­tın bu işte hakem olması.” Bunu yerinde buldular. Ve o sabah Hz. Muhammed'in geldiğini görünce sevin­diler. Çünkü O'nun doğruluğunda, dürüstlüğünde asla şüpheleri yoktu. O'na El-Emin diyorlardı. O'na duru­mu anlattılar. O da şöyle makul bir tutumla meseleyi tatlılıkla halletti: Ortaya bir yaygı yaydı, Hacer-i Esved’i yaygının üzerine koydu, her kabile ulularından birer ki­şinin, yaygının kenarından tutmasını söyledi. Böylece taş yukarı yerine kalkınca, mübarek elleriyle alıp yerine yerleştirdi. Bu suretle her kabile bu şereften payını almış oldu ve memnun kaldı. Böyle bir hal tarzı başka kimse­nin aklına gelmemişti.

Hz. Peygamberin Kâbe’nin bir tamiri sırasında Ku- reyş’le birlikte çalıştığı, taş taşıdığı, hatta bu yüzden omuzlarının yara olduğu, tarihin rivayetleri arasındadır. Amcası Abbas, O’na elbisesini omuzuna koymasını söy­ledi. Hz. Peygamber amcasının bu sözüne uyarak elbise­sini toplayıp omuzuna koyunca vücudu açıldığında yere düşerek kendinden geçti ve sonra bu hali Ebu Talib’e anlatarak, o zaman: “Ya Muhammed, sen Peygam­bersin, sana yakışmaz” diye bir ses duyduğunu söy­ledi. O sırada Hz. Peygamber 35 yaşlarında idi.

I) PUTPERESTLİĞİN SONUNA DOĞRU

Cahiliyet çağında Araplar putlara tapmağa başlamış­lardı. Hz. İbrahim’in dininden ayrılmışlardı. Kâbe’yi putlarla doldurmuşlardı. Burada toplanırlar, içerler, zevk ve sefa içinde eğlenirlerdi. Geceleri toplanırlar, şi­ir okurlar, masal anlatırlardı. Araplarda kan davaları ek­sik olmaz, çapulculuk yaparlardı. Ancak: Muharrem, Recep, Zil-kade ve Zi’l-hicce aylarında kan dökmezler, kavga yapmazlardı. Bunlara Eşhur’u Hurum derlerdi. Bunlar barış ayları idi. Bunlarda silahları çatarlar, keyif­lerine bakarlardı. O zaman bu eğlence alemleri daha ar­tardı. Ancak içlerinden bazı kimseler bu zevk ve sefa alemlerinin bataklığından kendilerini kurtarmıştı. Vara­ka b. Nevfel, Kuss b. Saide, Ubeydullah tbn-i Cahş, Osman tbn-il Huveyris puta tapmaktan vazgeçmişlerdi. Varaka b. Nevfel Tevrat ve Incil’i okurdu. Kuss ibn-i Saide son Peygamber’in geleceği vaktin yaklaştığını ha­ber verenlerdendi.